Sabih Kanadoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sabih Kanadoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Ağustos 2018 Pazar

Özkök Neden Sorgulanmıyor?

Özkök  Neden Sorgulanmıyor?


Ekrem Hortu

Yoksa Eski Genel Kurmay Başkanı Hilmi Özkök Gizli Tanıkmı? Em. Komutanlar Sorgulanıyor Peki.., Bunların Başkomutanı Özkök ve Büyükanıt neden sorgulanmıyor?


AKP ÇOK FENA FAKA BASTIRILDI NİÇİN 7 YIL SONRA BU OPERASYON?

Barış Yarkardaşın Gerçek gündem de dile getirdiği gibi Asker Neden Zorlanıyor?
Acaba yarrabi bir muhtura şu garip AKP yemi duası edilmekte bakın size bir kez daha söyleyim Sevgili AKP li dostlar yeşil kartlınız fak fuk fon destekli seçmenler dahi isyan içindeler bugün Fatih parkında onlarca insan ne konuşuyordu bittik yahu 10 lira harçlık yok cebimizde isyanı vardı AKP li dostlar 300 bin Genarelini Subayını içeri koysanız dahi vatandaşın umrunda değil hani söyleyim Vatandaş diyorki Tayyip. Erbakan hocasının intikamını alıyor Askerlerden işte Vatandaşın tepkisi Şeytanın gördediği Çetin'in oğlu sizi çok fena faka bastırdı evet Türk Milleti Ordusu'nun Siyasete mudahale etmesini istemez ama Ordusu ile Kavğa edeni hiç Affetmez!

2007 yılının Ağustos ayından beri süren “Ergenekon” soruşturması pazartesi sabahı yaşanan gözaltılarla yeni bir evreye girdi. Bir dönemin kudretli paşaları olan İbrahim Fırtına, Ergin Saygun ve Özden Örnek gözaltına alındı. “Balyoz Darbe Planı”nı yaptığı iddia edilen Emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın evi arandı. Bu satırlar kaleme alındığı sırada Doğan’ın evinde yapılan arama sürüyordu. Bu noktada; tarihe bir de not düşelim: Çetin Doğan da evinin aranacağını tıpkı Sabih Kanadoğlu gibi TRT’den öğrendi. Sabah saatlerinde Anadolu Ajansı ve TRT 2 Çetin Doğan’ın evinde arama yapıldığı haberini geçti. Doğan’ın eşi ise Vatan Gazetesi’nin internet sitesine yaptığı açıklamada, “Haberlerde söylendi ama evimizde arama yok. Şu an evdeyiz” dedi. Doğan’ın eşinin açıklamasından tam bir saat sonra bir grup polis, askeri lojmana geldi ve aramayı başlattı. Orgeneral Çetin Doğan, polisler askeri lojmanın kapısına dayanınca “Nihayet geldiler. Şu an arama yapılıyor” ifadesini kullandı.Ergenekon adı verilen ve tam üç yıldır süren “ucu açık” operasyonda “çıta”nın artık en yükseğe doğru çıktığı görülüyor. Gözaltına alınacaklar, tutuklanacaklar ve evi basılacaklar yine yandaş medya tarafından ilan ediliyor. 3. Ordu Komutanı Saldıray Berk de bu isimlerden biri… NATO’da eğitim almamış nadir “üst subay”lardan biri olan Berk, Rusça bilmesiyle dikkat çekiyor. Berk’in başında bulunduğu ordu, Türkiye’nin en kritik bölgelerinden sorumlu. işte ABD ip...... nesi. berk Paşa'dan ürküyor çünkü korkuyorBerk’in bir süredir hedef tahtasına konulması ve Silivri’deki diğer tutuklularla aynı kaderi paylaşacağının ilan edilmesi, aslında esas hedefin “Genelkurmay” olduğunun geç kalmış bir ilanı… Berk’ten sonraki hedef ise Orgeneral Başbuğ… Saldıray Berk’in tutuklattırılması halinde, sıra Başbuğ’a gelecek… ancak birtürlü buna cesaret edemiyorlar önce emekliler ile başladılar geçim derdine düşmüş Türk Milletinden hatırı sayılır tepki yok bu durum ABD  AB veeee Asker ve Laik Türkiye'yi içine sindiremeyenlere cesaret vermiş olmalıPeki ne oldu da bir süredir dinen “dalgalar” yeniden taşmaya başladı?Ergenekon adı verilen operasyon, en başından beri “CAI destek”le yürüyor. “Darbe yapacakları” iddia edilen kişilerin gözaltına alınmasıyla başlayan süreç, AB ve ABD’nin destek mesajlarıyla devam ediyor. Daha geçen hafta, ABD Büyükelçisi Jefrey, “Ordunun siyasetteki etkisi mutlaka yok edilmeli” diye beyanat verdi. 

ABD belli ki; önümüzdeki süreç te de AKP iktidarı ile “ittifak”ına devam edecek. 

Askere 1 Mart 2003 tezkeresinden dolayı güvenmeyen ABD, İran’a yönelik operasyonda TSK yerine AKP ile işbirliği yapacak. İran’a müdahaleye karşı çıkan TSK böylece saha dışına atılacak. Söz söyleme hakkı elinden alınacak. TSK’nın yerine ise AKP monte edilecek. AKP iktidarda kalabilmek adına AB ve ABD’nin tüm isteklerini koşulsuz bir şekilde yerine getirecek, ama AKP burada yanılıyor unutmasın oy Türk Milletinin Meselenin bir de öteki yüzü var tabii… AB ve ABD destekli operasyonun “siyasal sonuçları” ele alınırken; “açılım”ı masaya yatırmamak olmaz. ABD, uzun süreden beri “açılım” adını verdiği paketin uygulanması ve PKK’nın siyasallaştırılması için çaba gösteriyor. PKK’yı Talabani – Barzani iktidarının karşısında “tehlike” olarak gören ABD, terör örgütünün “silahsızlandırılması”nı istiyor. Bir sonraki aşama ise Kürtlere bir devlet hediye etmek… Böylece, kendisine de yeni bir “pazar” yaratmak… 2 Milyon masum Iraklıyı katlederek elde ettiği Petrol'e bekçi yapmak oyna barzaniyiAncak; bunun yapılabilmesi için Türkiye’den de “toprak alınması” ve Kürt devletinin parçalarının tamamlanması gerekiyor. Aksi taktirde; Kürtleri ikna etmek ve denetimlerinde tutmak mümkün olmayacak. İşte bu yüzden; “açılım”la yapılamayacağını gördükleri operasyon, askerin tahrik edilmesiyle hayata geçirilmeye çalışılacak.Hatırlayın; NATO Müteahhitlerinden Fenerbahçe eski Başkanı Ali Şen yıllar önce “Kürtlerin hakları verilmezse dış güçler askeri müdahalede bulunur” demişti. Şen’in sözleri o dönem bomba etkisi yaratmıştı. Milliyetçi – ulusalcı güçler Şen’e büyük tepki göstermişti. meğer Şen haklı imiş bakın ey Türk Milleti Ülken Türkiye ne hale getirlidi insanlar bankalara plastik kart ile boğuşur hale getirildi Türkiyenin içi boşaltılıyorSanırız; şimdi o günlere yaklaşıldı. Uzun bir süreden beri “açılım” adı altında Kürt devletinin ilan edilmesine uzanan bir çaba var. Kürtlerin ve diğer halkların demokratik haklarını kullanamadığına ilişkin sistemli bir propaganda faaliyeti yürütülüyor. Daha düne kadar Kürt yurttaşlarımıza ırkçı-faşizan söylemlerle saldıran gericiler, bugün birer “özgürlük havarisi” rolüne soyunuyor. 

 Oysa; 

  Kürtlere yaptıkları hakaretlerin henüz mürekkebi bile kurumadı…soruyorum Ereğli'de yaşayan hangi kürt mağdur?ABD’nin Kürtlerin “siyasal hakları” üzerinden yürüttüğü bu kampanya, uzun vadede bir Kürt devletinin kurulmasının psikolojik zeminini oluşturmaya yönelik. 

Ancak bunun önünde üç engel var: 

Biri CHP diğeri TSK, diğeri ise MHP… TSK, son operasyonlarla iyice güçten düşürüldü, itibarsızlaştırıldı… Arkasındaki halk desteği azaltıldı… CHP ise Baykal liderliğinde duruşunu sağlamlaştırdı. MHP’nin tabanı ise açılıma yönelik en sert tepkiyi veren parti konumunda… MHP ve CHP bu yüzden “Şimdilik” açık hedef haline getirilemiyor. Her iki partinin geniş bir taban desteğine sahip olması, “demokrasicilik oyunu”nu yürüten AB – ABD ve AKP’yi zor duruma sokuyor. “Parlamenter rejim” içindeki CHP ve MHP’yi etkisizleştiremeyen AB - ABD – AKP üçgeni uzun vadeli planın gerçekleştirilebilmesi için önce orduyu tamamen hareketsiz kılmayı amaçlıyor. Türk ordu geleneğinin bilincinde olan ABD, işi şansa bırakmamak için de sürekli atraksiyon geliştiriyor. Medya eliyle yürütülen bu operasyonlarla ordunun “moralini çökertmek” ve “sinir sistemini alt üst etmek” amaçlanıyor. “Sinir sistemi” bozulan bir organizasyonun kontrolünü kaybedeceğini bilenler, ordunun “darbe yapması”nı istiyor. 

Böylece; askerin herhangi bir darbe girişiminde bulunmasının da işleri kolaylaştırılacağı varsayılıyor. Zira; asker darbe yapmaya yeltendiği an “Demokrasi elden gidiyor” yaygarası kopartılarak “açık askeri müdahale”nin de zemini oluşturulacak. Böylece, hem iktidardaki AKP’nin konumu güçlendirilecek, hem de “Kürt hakları” adı altında bölünmenin önü açılacak… Ali Şen, “Haklar verilmezse NATO açıktan müdahale eder” dediğinde kimileri kızmış, kimileri gülüp geçmişti… Sanırız artık o günlere yaklaştık… Askerin sürekli tahrik edilmesinin arkasında işte bu uzun vadeli plan yatıyor… Tabii AKP de bu süreci kendi lehine çevirmeyi beceriyor. Yeni bir kapatma davasının açılacağı söylentilerinin yaygınlaştığı şu günlerde, aklımıza Şamil Tayyar’ın sözleri geliyor. Star Gazetesi Ankara Temsilcisi Tayyar, Taraf Gazetesi’ne verdiği röportajda “Kapatma davası açılırsa, generallerin hepsi gözaltına alınır” demişti. bir Gazeteci bütün bunları nereden biliyor ben şamili tanırım Milliyet'den evet şamil'lerin haber kaynağımı HükümetBaşbuğ’un ses kaydının internete düşmesi, kapatma davası açılacağının açıktan konuşulmaya başlanması, ABD’nin askere yönelik mesajları ve beklentileri, Türkiye’yi çok zor günlerin beklediğini gösteriyor. İran, Afganistan, İsrail, Pakistan ve Rusya’ya yönelik hesapların tamamı, neredeyse Türkiye üzerinden yapılıyor. AKP ise krizi fırsata çevirip konumunu güçlendirmeyi planlıyor. dedim ya AKP bu hesapları yapıyor şeytan çarpmışa dönmesin?Ancak bu üçgenin; yani AB - ABD ve AKP'nin unuttuğu birşey var: Evdeki hesap çarşıya uymaz... Uymayacak da... Bunu hep birlikte göreceğiz... Kaynak: Özkök  Neden Sorgulanmıyor? 

http://www.erguncel.com/haber/ozkok--neden-sorgulanmiyor--15842

****

4 Kasım 2017 Cumartesi

TÜRK HUKUK KURUMUNDAN, KAMUOYUNA DUYURU


TÜRK HUKUK KURUMUNDAN, KAMUOYUNA DUYURU

Sabih Kanadoğlu,

Eğer, bir ülkede Yasama’nın denetim yolları tıkanmış, etkisiz ve güçsüz kılınmışsa;
Yürütme’de saydamlığa yer verilmemişse; Yargı’nın bağımsızlığı ve yansızlığı yok edilmiş ve medya, sahiplerinin ekonomik çıkarlarının sözcüsü haline getirilmiş, siyasi iktidarın yandaşı olarak işlevinden uzaklaştırılmışsa; eş, dost, akraba, yandaş ve partili kayırarak zengin etme yolu olan nepotizm iktidar politikası yapılmışsa bu uygun ortamda yolsuzluklar kaçınılmaz olur.
Eğer, o ülkede, erkler ayrılığına uyulmaz, güç tek adamın elinde toplanır özellikle Yargı Yürütme’nin etkisine terk edilir, Sayıştay ve teftiş kurullarının yetkileri kısıtlanır ve toplumun bilgilenme ve tepki gösterme hakkı zedelenirse, yolsuzluklarla mücadele etme olanağı da yoktur.

Ülkemiz, 17 Aralık’tan bu yana büyük yolsuzluk iddiaları ve Yargının soruşturma çabalarına iktidarın direnmesi örnekleriyle karşı karşıyadır. Siyaset, ticaret ve bürokrasi üçgeninin yolsuzluklar konusunda ulaştığı zirvenin, Cumhuriyet tarihinde bir benzeri yoktur. Rüşvet ve rüşvete aracı olmak, ihaleye fesat karıştırma ve karapara aklama suçlarının şüphelileri, bir kısım Bakanlar, yakınları, bürokratlar ve ticaret adamlarıdır. Soruşturmanın sağlıklı yapılması halinde nereye ve kimlere değineceği belirsizdir. Siyasi iktidarın soruşturmanın başlangıcından itibaren sergilediği tutum ve davranış ise hayal ve umut kırıcı olduğu gibi, son dönemlerdeki soruşturma ve kovuşturmaların şaibeli haline haklılık kazandırmaktadır.

Özellikle,

I‐ Soruşturma evresindeki usul işlemlerinin gizliliği ve masumiyet ilkeleri ihlal
edilmiştir.
II‐ Oğlu rüşvete aracı olmakla suçlanan İçişleri Bakanı’nın aldığı talimatla
soruşturmaya yardımcı olan adli kolluk görevlilerinin yerlerinin
değiştirilmesi yargıya açık bir müdahaledir.
III‐ Soruşturmanın başlamasından sonra Adli Kolluk Yönetmeliği’nin
değiştirilmesi, Anayasanın 2 nci, 9 ncu ve 138 nci maddeleri bir yana CMK
nun 157 nci, 160 ncı, 161 nci, 164 ncü ve 167 nci maddelerine kesinlikle
aykırıdır.
IV‐ Başka bir yolsuzluk soruşturmasına, kendisine verilen yetkiyle başlayan
Cumhuriyet Savcısının talimatlarının ve talep ederek aldığı hakim
kararlarının, Başsavcılıkla ilişkileri bahane edilerek kolluk tarafından yerine
getirilmemesi olayın vahametini daha da arttırmaktadır. Kolluk, bu gücünü
ve yargının üstüne çıkma cüretini siyasi iktidardan almaktadır. Anayasanın
ve CMK nun 157 nci, 161 nci, 164 ncü maddeleri ve 3201 sayılı Emniyet
Teşkilatı Kanunu’nun 12 nci maddesinin üzerine çıkan bu sonuçla artık
Türkiye “Hukuk Devleti” bir yana; “Kanun Devleti” de değil sadece bir “Polis
Devleti” dir.

Yargıya olması gereken ve sarsılan güven ve inancın yeniden sağlanması için
yargının herhangi bir hesaplaşmaya konu ve araç edilmemesi önkoşuldur.
Türk milleti, yolsuzluklarla birlikte yaşamaya layık ve mahkûm değildir. Devletin çatırdayan temelini kurtaracak, yeniden hukuk devletini ve yargının bağımsızlığını sağlayacak olan, milletimizin vereceği karardır.
Kamuoyunun bilgisine saygıyla sunarız. 

Türk Hukuk Kurumu Yönetim Kurulu adına
Sabih Kanadoğlu, Başkan


***

13 Ekim 2017 Cuma

HSYK'DAN SAVCIYA YARI DARBE




HSYK'DAN SAVCIYA YARI DARBE 

28 Ocak 2009 08:14HSYK, Ergenekon Savcılarına ilk hamlesini Kanadoğlu'nun teorisi doğrultusunda yaptı. 




Yargıtay emekli Başsavcısı Sabih Kanadoğlu ve YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu’nun ortaya attığı Ergenekon Davası’na yeni savcılar atanması fikri HSYK tarafından hayata geçirildi. 

HSYK’nın dün yapılan toplantısında Ergenekon Davası’nı yürüten Beşiktaş Cumhuriyet Savcılığı’na üç yeni savcı atandı. Yeni üç savcıdan biri Ergenekon Davası’nın ana yürütücüsü Savcı Zekeriya Öz’den daha kıdemli. Atanan savcılar; Rasim Işıkaltın, Kasım İlimoğlu ile Mustafa Çavuşoğlu... 

Savcılardan üçü de özel yetkili savcı olarak atandı ve birinci sınıf yargıç statüsündeler. Rasim Işıkaltın, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı dönemiyle ilgili açılan soruşturmada Başbakan Tayyip Erdoğan'ın ifadesini almıştı. 

ÖZ'DEN DAHA KIDEMLİ SAVCI ATANDI 


Sabah Gazetesi’nde geçen hafta; Ergenekon Davası’na yeni üç savcı atanacağı bu üç savcıdan birisinin Savcı Zekeriya Öz’den "daha kıdemli" olacağı böylece Zekeriya Öz’ün dolaylı yoldan pasifize edileceği en azından dengeleneceği haberleştirilmişti. Bu iddia da doğru çıktı. Çünkü atanan savcılardan Rasim Işıkaltın, Zekeriya Öz'den daha kıdemli. 

Sözkonusu haberin üzerinden hafta geçmeden beklenen gelişme yaşandı. Ancak bu gelişmenin Sabih Kanadoğlu’nun ilk olarak Star TV ekranlarından yaptığı “Ergenekon davasına 40 savcı atanmalı” görüşü çerçevesinde ilerlediği belirtiliyor. 

Kanadoğlu’nun tavsiyesi doğrultusunda gelişen bu durum, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) üzerindeki Yargıtay ve Danıştay etkisini de bir kez daha hatırlattı. 

Bugüne kadar “siyasilerin etkisinde olmakla” eleştirilen HSYK’nın aslında neredeyse tamamı Yargıtay ve Danıştay tarafından belirleniyor. Adalet Bakanı Başkanlık edip iki oy hakkı bulunsa da Yargıtay ve Danıştay’ın belirlediği üyelerin ağırlıklı eğilimi her şeyi belirliyor. 

Ergenekon Davası’nın yönetildiği Savcılığa, yeni savcıların atanmasını da Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in istemediği ancak Kanadoğlu ve YARSAV etkisinde olan üyelerin görüşlerinin bu yönde bir kararın çıkmasını sağladığı belirtiliyor. 

YARSAV ve Kanadoğlu etkisi, Ergenekon Davası’nın nihayetinde geleceği Yargıtay’da da oldukça belirgin. Özellikle 9. Daire Başkanı ve üyelerinin pek çoğu YARSAV üyesi, bunların önemli bir bölümü ise YARSAV’ın kurucu üyelerinden… 

PERİNÇEK DE AYNI ŞEYİ İSTEDİ 


Ergenekon davasına yeni savcı atanması konusu Doğu Perinçek'in sahibi olduğu Aydınlık Dergisi'nde de açık bir istek olarak dile getirilmişti. Aydınlık Dergisi'ndeki "HSYK'ya çağrı: Soruşturmaya gerçek savcıları atayın" başlıklı haberden hemen sonra sözkonusu atama gerçekleşti. 

Danıştay, Yargıtay ve YARSAV etkisindeki HSYK’nın, Ergenekon Savcıları’na yönelik ilk müdahalesi olan 3 savcı atamasından sonra akıllara Şemdinli Savcısı gelirken, gözler HSYK’nın Kanadoğlu’nun önerileri doğrultusunda ikinci müdahale adımı atıp atmayacağında. 

aktifhaber 



***

Erkler Zirvesi



Erkler Zirvesi

Çankaya Köşkü'ndeki ' Erkler Zirvesini ' yargıya eleştiren Sabih Kanadoğlu'nun, 28 Şubat döneminde askerden alınan 'brifinge' katılıp darbecileri ayakta alkışlıyor... 


28 Ocak 2009 10:00 



Ülke TV'de canlı Salı akşamları canlı yayınlanan Aslında Ne Oldu programı yine gündemi tartışmaya açtı. Programı hazırlayıp sunan Haber7.com Genel Yayın Yönetmeni Ünal Tanık ve Ülke TV Genel Yayın Müdürü Hasan Öztürk, geçen haftaya damgasını vuran CHP'nin İstanbul Belediye Başkanlığı adayı Kemal Kılıçdaroğlu ve Cumhurbaşkanı Gül'ün Çankaya Köşkü'nde verilen bir yemeğe yönelik tepkileri ele aldılar. 

Kanal D Anahaber programında CHP adayı Kılıçdaroğlu'nu programa bağlandığında söylediği 'İnşallah kazanırız' gibi yansıyan ifadesini Mehmet Ali Birand telefonla bağlanarak açıklama getirdi. Mehmet Ali Birand ben o gün televizyonda söylediğim söz tamamen dil sürçmesidir. Eğer bunda bir taraf tuttuğumuz kastı varsa bugünkü yaptığmız ankette Kadir Topbaş'ın önde olduğunu ortaya koyduk. 'İnşallah kazanırsınız' dedim. Programa Topbaş'da katılsa aynısını derdim. Taraf tutma diye birşey yoktur. " dedi. 

Aslında Ne Oldu programı sunucuları Ünal Tanık ve Hasan Öztürk, CHP'deki 3'lü yönetim sistemini tartışmaya açtılar. Ünal Tanık, CHP'de Kılıçdaroğlu'nun adaylık konusunu İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin'in önerdiğini vurgularken üçlü yönetim sisteminin de bir ekip olgusu açısından olumlu olabileceğinin altını çizdi. Tanık, Kılıçdaroğlu'nun adaylığının toplum tarafından kabul görmeyeceğini belirterek bunun nedenini de toplum hep sorgulayan kişileri değil iş yapan kişileri benimseyeceğini geçmişte de böyle olduğunu söyledi. Tanık, ayrıca Kılıçdaroğlu'nun adaylığı ile birlikte CHP'de yönetim sancısı başladığını vurguladı. Tanık, Kılıçdaroğlu'nun şu an İstanbul'da ilçe belediye başkanlığı yapan isimlerle çalışmak istemeyceğini açıklamasının partide sıkıntıya yol açtığını vurguladı. Kılıçdaroğlu kendi ekibini kuracağı söyleminin CHP için gelecek günlerde daha büyük sarsıntılara yol açacağını vurguladı. 

CHP'nin İstanbul için bulduğu üçlü formülü de değerlendiren Ünal Tanık, CHP'nin İstanbul'daki oy artışını geçmişte Demirel'in yerel seçimlerde yaptığı gibi meydanlarda hükümete karşı baskı unsuru olarak kullanacağını iddia etti. 

Hasan Öztürk, CHP yönetiminin Kılıçdaroğlu'nu aday göstermesinin anlayamadığını belirtti. Hasan Öztürk, Baykal'ın İstanbul adayını açıklarken üç isim birden açıklamasının bir ekip vurgusunu yapmaktan ziyade kendi içlerindeki çatışmayı ortaya çıkardığını söyledi. Öztürk, açıklanan üç ismin parti içindeki farklı grupları memnun etmek için ortaya konduğunun göstergesi olduğunu dile getirdi. İstanbul için aday olacağı vurgulanan Ercan Karakaş'ın aday Kemal Kılıçdaroğlu tarafından beraber çalışacakları vurgusunu yapmış olmalarının da iç çatışmayı dindirmeye yönelik bir hamle olarak anlattı. 

Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Gül'ün Yasama Yürütme Yargı'nın üst düzey yöneticilerini Çankaya köşkünde ağırlamasıyla ilgili Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu'nun Erkler ayrılığına müdahale şeklindeki sözlerini değerlendiren 'Aslında Ne Oldu' sunucuları Ünal Tanık ve Hasan Öztürk çok farklı bir görüntüyü izleyicilerle tartıştılar. 

1997 yılında Genelkurmay'daki bir birifing ve katılımcılar da yargının üst düzey temsilcileri. Salon tıklım tıklım dolu hatta koltuklar yetmediği için merdivenlerde oturan yargı mensupları. Katılanlar arasında ise Bir zamanların en çok tartışılan ismi Vural Savaş ve bugün Cumhurbaşkanı'nı eleştiren Sabih Kanadoğlu var.... 

İŞTE HER SÖYLEMİNDE YARGI BAĞIMSIZLIĞINA DİKKAT ÇEKEN ONURSAL BAŞSAVCI'NIN DA KATILDIĞI GENELKURMAY'DAKİ BRİFİNG:


http://www.haber7.com/video-galeri.php?cID=999 

HABER 7 

***

28 Temmuz 2017 Cuma

DARBELER BİRBİRİNİ DOĞURUR, BÖLÜM 2


 DARBELER BİRBİRİNİ DOĞURUR, BÖLÜM 2


Araştırma Komisyonlarının Görev, Yetki ve Süreleri ile Hukuki Dayanakları 

Meclis araştırma komisyonları, Anayasa ve Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) İçtüzüğü hükümleri uyarınca belli bir konuda araştırma ve incelemelerde bulunmak; vardıkları sonuçları bir rapor haline getirmek üzere, TBMM Genel Kurulunca belirlenen sayıda milletvekillerinden özel olarak oluşturulan ve belirli bir süre faaliyette bulunan geçici komisyonlardır. Araştırma komisyonları vardıkları sonuçları, ortaya koydukları tespit ile önerilerini içeren raporlarını görev sürelerinin sonunda, TBMM Genel Kurulunda görüşülmek üzere TBMM Başkanlığına sunarlar. Genel Kurulda üzerinde genel görüşme açılan bu raporların bir bağlayıcılığı bulunmamakla birlikte, raporlarda yer verilen tespit ve önerilerin yasama ve yürütme organlarınca dikkate alınması beklenmektedir. 

Araştırma komisyonlarının görev, yetki ve süreleri, Anayasanın 98’inci maddesi ile TBMM İçtüzüğünün 105’inci maddesinde düzenlenmiştir. Araştırma komisyon ları, Anayasanın 98’inci maddesinin birinci ve üçüncü fıkralarında, “Türkiye Büyük Millet Meclisi soru, Meclis araştırması, genel görüşme, gensoru ve Meclis soruşturması yollarıyla denetleme yetkisini kullanır.” ve “Meclis araştırması, belli bir konuda bilgi edinilmek için yapılan incelemeden ibarettir.” şeklinde çok kısa ifadelerle düzenlenmiştir. TBMM İçtüzüğünün 105’inci maddesinde ise araştırma komisyonlarının görev ve yetkilerine ilişkin hükümler şu şekilde düzenlenmiştir: 

MADDE 105– Meclis araştırmasının yürütülmesi görevi, genel hükümlere göre seçilecek bir özel komisyona verilir. 
Bu komisyonun üye adedi, çalışma süresi ve gerektiğinde Ankara dışında da çalışabileceği hususu Meclis Başkanının teklifi ile Genel Kurulca tespit edilir. Araştırmasını üç ay içinde bitiremeyen komisyona bir aylık kesin süre verilir. Komisyon bu süre sonunda da çalışmasını tamamlayamadığı takdirde süre bitiminden itibaren onbeş gün içinde araştırmanın tamamlanmaması nedenleri veya o ana kadar varılan sonuçlar üzerinde Genel Kurulda görüşme açılır. Genel Kurul bu görüşme ile yetinebileceği gibi yeni bir komisyon da kurabilir. 

Meclis araştırma komisyonu bakanlıklarla genel ve katma bütçeli dairelerden, mahallî idarelerden, muhtarlıklardan, üniversitelerden, Türkiye Radyo-Televizyon Kurumundan, kamu iktisadî teşebbüslerinden, özel kanun ile veya özel kanunun verdiği yetkiye dayanılarak kurulmuş banka ve kuruluşlardan, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarından ve kamu yararına çalışan derneklerden bilgi istemek ve buralarda inceleme yapmak, ilgililerini çağırıp bilgi almak yetkisine sahiptir. 

Komisyon, gerekli gördüğünde uygun bulacağı uzmanların bilgilerine başvura bilir. Devlet sırları ile ticarî sırlar, Meclis araştırması kapsamının dışında kalır. 

Komisyonun Kuruluşu 

TBMM Genel Kurulunun 11.04.2012 tarihli 93’üncü Birleşiminde, 1013 sayılı Kararı ile; 
-Muş Milletvekili Sırrı Sakık ve 23 milletvekilinin (10/236), 
-Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekilleri Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve 120 milletvekilinin (10/237), 
-Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Grup Başkan Vekilleri İzmir Milletvekili Oktay Vural ve Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın (10/238), 
-Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup Başkan Vekilleri Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhan, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi ve Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin (10/239) esas numaralı; demokrasiye müdahale eden tüm darbe ve muhtıralar ile demokrasiyi işlevsiz kılan diğer bütün girişim ve süreçlerin tüm boyutlarıyla araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri birlikte yapılan ön görüşmelerden sonra kabul edilmiştir. Kurulacak Komisyonun 17 üyeden teşekkül etmesi, çalışma süresinin başkan, başkan vekili, sözcü ve kâtip üye seçimi tarihinden başlamak üzere üç ay olması, gerektiğinde Ankara dışında da çalışması kabul edilmiştir. 



İstanbul Milletvekili Mustafa Şentop, 29.05.2012 tarihinde Komisyon üyeliğinden istifa etmiş, boşalan Komisyon üyeliğine 31.05.2012 tarihinde Genel Kurul tarafından İstanbul Milletvekili Enver Yılmaz seçilmiştir. 

Meclis Araştırması Komisyonu 02.05.2012 tarihinde, Komisyon Başkanlık Divanı seçimi gündemi ile toplanarak çalışmalarına başlamıştır. Toplantıda yapılan seçimde, Başkanlığa İstanbul Milletvekili Nimet Baş, Başkanvekilliğine Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı, Sözcülüğe Çankırı Milletvekili İdris Şahin, Kâtipliğe Erzurum Milletvekili Cengiz Yavilioğlu seçilmişlerdir. 

Komisyon 10.05.2012 tarihli üçüncü toplantısında, incelediği konuların geniş kapsamlı olması nedeniyle, daha detaylı ve verimli çalışabilmek için üç alt komisyon kurarak faaliyetlerini bu alt komisyonlar marifetiyle yürütme kararı almıştır. Bu alt komisyonların çalışma konuları şu şekilde belirlenmiştir: 

• 27 Mayıs 1960 ve 12 Mart 1971 Askeri Müdahaleleri, 
• 12 Eylül 1980 Askeri Müdahalesi, 
• 28 Şubat 1997 ve 27 Nisan 2007 Askeri Müdahale Süreçleri, 

27 Mayıs 1960 ve 12 Mart 1971 Askeri Müdahalelerini Araştırmaya Yönelik Olarak Kurulan Alt Komisyon; İstanbul Milletvekili Enver Yılmaz Başkanlığında, Afyonkarahisar Milletvekili Ahmet Toptaş, Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri, Erzurum Milletvekili Cengiz Yavilioğlu ve İstanbul Milletvekili Şirin Ünal’dan oluşmuştur. 

12 Eylül Askeri Müdahalesini Araştırmaya Yönelik Olarak Kurulan Alt Komisyon; Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı Başkanlığında, İstanbul Milletvekilleri Süleyman Çelebi ile Atila Kaya, Kütahya Milletvekili İdris Bal ve Manisa Milletvekili Selçuk Özdağ’dan oluşmuştur. 

28 Şubat 1997 ve 27 Nisan 2007 Askeri Müdahalelerini Araştırmaya Yönelik Olarak Kurulan Alt Komisyon; Kayseri Milletvekili Yaşar Karayel Başkanlığında, Çankırı Milletvekili İdris Şahin, Gaziantep Milletvekili Mehmet Şeker, İstanbul Milletvekili Feyzullah Kıyıklık ile İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’den oluşmuştur. 

Komisyonda Görevlendirilen Uzmanlar 

Komisyon çalışmalarına ve rapor yazımına katkıda bulunmak üzere İçtüzüğün 105’inci maddesi uyarınca, kamu kurum ve kuruluşları ile üniversitelerden, Komisyonun gerekli gördüğü uzman görevlendirmeleri yapılmış ve bu uzmanlar arasında alt komisyon bazlı işbölümü gerçekleştirilmiştir. 


Komisyonda, başta TBMM yasama uzmanları olmak üzere ilgili kurum ve kuruluşlardan görevlendirilen 46 uzman görev yapmıştır. Ayrıca, Komisyonda 
görevlendirilmemekle birlikte; Prof. Dr. Erol Göka, Prof. Dr. Vedat Bilgin, Prof. Dr. Hakan Taşdemir ve Yrd. Doç. Dr. Osman Şimşek de Raporun yazımına 
katkıda bulunmuşlardır. 

Komisyonun Görev Süresi 

Komisyonun görev süresi, TBMM Genel Kurulu’nca 02.05.2012 tarihinden başlamak üzere, (tatil döneminde İçtüzük gereği süreler işlemediğinden, TBMM’nin Temmuz ayının başında girdiği üç aylık tatil dönemi hariç) üç ay olarak belirlenmiştir. Komisyonun üç aylık görev süresi, Komisyonun süre uzatımı talebi üzerine TBMM Genel Kurulu’nun 16.10.2012 tarihli 9’uncu Birleşiminde 28.10.2012 tarihinden itibaren 1 ay uzatılmış ve bu karar 19.10.2012 tarihli ve 28446 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. 

Komisyonun Faaliyetleri 

Komisyon çalışmalarını, temel olarak iki yöntemle yürütmüştür. Birinci yöntem, askeri darbe ve müdahale süreçleriyle ilgili olarak bilgisinden veya tanıklığından yararlanılabilecek kişilerin bilgisine yazılı ve sözlü olarak başvurulması şeklinde; ikinci yöntem, kamu kurum ve kuruluşlarından yazılı olarak bilgi ve belge talebinde bulunma şeklinde gerçekleşmiştir. Komisyon, çalışmalarını aşağıda belirlenen çalışma takvimi doğrultusunda yürütmüştür: 

Komisyon Çalışma Takvimi 

Komisyonun bilgilerine başvurduğu kişiler ve çalışma ziyaretleri 
Askeri darbe ve müdahale süreçlerine ilişkin olarak ilgili kişilerin bilgisine başvurma çalışmaları, oluşturulan alt komisyonlar marifetiyle yürütülmüştür. 9. Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel’in bilgisine, üyeleri Komisyon toplantısında belirlenen bir heyet ile, Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın bilgisine ise yazılı soru iletme yoluyla başvurulmuştur. 
Alt komisyonların bilgiye başvurma ve çalışma ziyaretleri şu şekilde gerçekleşmiştir: 

1) 27 Mayıs 1960 ve 12 Mart 1971 Askeri Müdahalelerini Araştırmaya Yönelik 
Olarak Kurulan Alt Komisyon, 18 kişinin bilgisine başvurmuş ve çalışmaları 
kapsamında biri Manisa ve ikisi İstanbul ilinde olmak üzere üç çalışma ziyareti 
gerçekleştirmiştir. 
2) 12 Eylül Askeri Müdahalesini Araştırmaya Yönelik Olarak Kurulan Alt 
Komisyon, 29 kişinin bilgisine başvurmuş ve İstanbul ilinde bir çalışma ziyareti 
gerçekleştirmiştir. 
3) 28 Şubat 1997 ve 27 Nisan 2007 Askeri Müdahalelerini Araştırmaya Yönelik 
Olarak Kurulan Alt Komisyon, 113 kişinin bilgisine başvurmuş ve biri Aydın, biri 
Malatya, biri Kayseri ve üçü İstanbul ilinde olmak üzere altı çalışma ziyareti 
gerçekleştirmiştir. 
Böylece Komisyonun bilgisine başvurduğu toplam kişi sayısı 160 olmuştur. Söz konusu kişilerin isim listesi EK – A’da belirtilmiştir. 

Komisyonun Bilgi ve Belge Talepleri Komisyon çalışmalarının, ilgili kamu kurum ve kuruluşlarından bilgi ve belge talebine yönelik yazışmalar boyutunda; 
-27 Mayıs 1960 ve 12 Mart 1971 Askeri Müdahalelerini Araştırmaya Yönelik Olarak Kurulan Alt Komisyon’un çalışma alanı ile ilgili 23 yazının 18’ine yanıt verilmiştir. 
-12 Eylül Askeri Müdahalesini Araştırmaya Yönelik Olarak Kurulan Alt 
Komisyon’un çalışma alanı ile ilgili 32 yazının 28’ine yanıt verilmiştir. 
-28 Şubat 1997 ve 27 Nisan 2007 Askeri Müdahalelerini Araştırmaya Yönelik Olarak Kurulan Alt Komisyon’un çalışma alanı ile ilgili 48 yazının 39’una yanıt 
verilmiştir. 


-Tüm alt komisyonları ilgilendiren 5 yazının 5’ine yanıt verilmiştir. Söz konusu bilgi/belge talebine ilişkin yazılar ile bunlara -28 Kasım 2012 tarihine kadar gelen yanıt yazılarının kurum ve kuruluşlara göre dağılımı aşağıda gösterilmektedir: 

Kurum/Kuruluşlardan Talep Edilen Bilgi/Belgelere İlişkin İstatistiksel Bilgiler 



a) İlgili kamu kurum ve kuruluşlarından bazılarına genel nitelikte bilgi ve belge isteminde bulunan yazılar gönderilmiş; bu anlamda kurum ve kuruluşlardan, darbe ve muhtıra süreçlerini ilgilendiren belgeler ile ilgili olarak kendi arşivlerinde geniş çaplı bir araştırma ve derleme faaliyeti yürütmeleri beklenmiştir. Bu yönde en yetkin çalışma ve en geniş çaplı bilgi aktarımı, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, Başbakanlık ve Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından gerçekleştirilmiştir. Genel içerikli olmayan, somut bilgi ve belge talepleri noktasında, İçişleri Bakanlığı en ileri düzeyde katkı sunan kurum olmuştur. 

b) Darbe ve muhtıra süreçlerinin araştırılması ve bu bağlamda somut verilere ulaşılması bakımından belirleyici önemde olan Türk Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanlığına gönderilen ve içerikleri oldukça kapsamlı olan 4 yazıdan; 2’sine tam yanıt verilmiştir. Ancak Batı Çalışma Grubu’na ilişkin talep edilen bilgi ve belgelerin, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma ile ilgili olması ve bu soruşturma kapsamında alınmış bir gizlilik kararı bulunması nedeniyle verilemeyeceği ifade edilmiştir. Ayrıca 1 yazıya, istemde bulunulan belgelerin henüz bulunamadığı, ancak çalışmaların devam ettiği yönünde yanıt verilmiş ve 1 yazıya da kısmen yanıt verilmiştir. 

c) Kamu kurum ve kuruluşlarından, genellikle, kurumsal arşivlerinden derleyecekleri verileri değerlendiren raporlar istenmiş olmasına karşın, istisnalar saklı kalmak kaydıyla, kurumların ham veriler sunma eğiliminde oldukları ve yanıt yazılarını bu çerçevede şekillendirdikleri görülmüştür. 

ç) Kamu kurum ve kuruluşları ile gerçekleştirilen yazışmalarda dikkat çeken noktalardan birisi de, kurumsal arşivleme bağlamında görülen yetersizlikler olmuştur. Çarpıcı bir örnek olarak Devlet Personel Başkanlığı, Komisyonumuzun “1 Ocak 1977-12 Eylül 1980 arası dönemde görev yapan toplam kamu görevlisi sayısı”na ilişkin bilgi talebine, -söz konusu istem, ilgili kurumun asli görev alanını ilgilendirmesine karşın- veri kayıt sisteminde bu konuya ilişkin kayıt bulunmadığı yönünde yanıt vermiştir. 

d) Komisyonumuzun “Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na devredilen bankalar tarafından 01.01.1991 tarihinden devredildikleri tarihe kadar, kullandırılan ve tahsil edilemeyen en büyük 100 kredi ve kullandırıldıkları firma veya kişilere ilişkin bilgi ve belge” talebine yönelik olarak ilgili kurumların verdikleri yanıtlarda, söz konusu istemin 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun “Sırların Saklanması” konulu 73’üncü maddesi uyarınca “bankacılık sırrı” kapsamında olduğu, yine TBMM İçtüzüğünün 105’inci maddesi uyarınca ticari sırların Meclis 
araştırmasının kapsamı dışında kaldığı; bu nedenlerle, konuyla ilgili bilgi ve belge sunulamayacağı belirtilmiştir. 

Yine, Komisyonumuzun “Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Rusya Federasyonu arasında 15 Aralık 1997 tarihinde imzalanan Rusya doğalgazının Karadeniz altından Türkiye’ye Mavi Akım Doğalgaz Boru Hattı Projesiyle sevkiyatına ilişkin anlaşma metni ile doğalgaz fiyat hesaplamalarında kullanılan formüller ve sonradan bunlarda yapılan değişikliklere ilişkin bilgi ve belge talebi”ne yönelik olarak, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının yanıtında, söz konusu bilgi ve belgelerin ticari sır kapsamında bulunduğu belirtilmiş; bu gerekçe ile istemin 
karşılanamayacağı ifade edilmiştir. 

Öte yandan, Komisyon tarafından Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığına gönderilen ve bilgi/belge taleplerini içeren 5 yazının birine bir sayfalık, birine on iki sayfalık bilgi notu ile cevap verilirken, diğer üç yazıya hiç yanıt verilmemiştir. 

Komisyon Toplantıları 

Genel olarak alt komisyonlar marifetiyle yürütülen toplantı ve bilgilendirilme faaliyetlerinin yanı sıra, Komisyon; çalışma esasları, Komisyon çalışmalarında takip edilecek yol haritasının tartışılıp belirlenmesi, çalışmaların verimli yürütülmesi için gereken kararların alınması, alt komisyon çalışma kriterlerinin müzakere edilmesi, Komisyonda görevlendirilecek uzmanlar ile bilgisine başvurulacak kişilerle ilgili önerilerin değerlendirilmesi, alt komisyon çalışmalarının değerlendirilmesi, Komisyon çalışmaları ve Komisyon raporunun müzakere edilmesi gibi gündemlerle, 13 toplantı gerçekleştirmiştir. 

Komisyona Sunulan Dilekçeler 

Komisyonumuza gelen dilekçeler, konularına göre sınıflandırılarak kayıt altına alınmıştır. Söz konusu dilekçeler, askeri darbe süreçlerinin yarattığı mağduriyet alanlarının belirlenmesi ve ilerleyen süreçte, söz konusu mağduriyetlerin araştırılarak bunların giderilmesi yönünde gerçekleştirilmesi öngörülen Meclis çalışmaları bakımından önemli bir veri havuzu oluşturmuştur. Bu veri havuzundan, yer yer rapor yazımında, ayrıca bilgi-belge taleplerinin oluşturulması ve bilgiye başvurma faaliyetleri sırasında sorulacak soruların belirlenmesi aşamalarında yararlanılmıştır. 

Komisyona ulaşan dilekçelerin konu bazında dağılımı şu şekilde gerçekleşmiştir: 

- 27 Mayıs 1960 ve 12 Mart 1971 Askeri Müdahaleleri ile ilgili olarak, bireysel mülkiyete konu mallara haksız el koyma, işkence ve kötü muamele, hukuka aykırı olarak emekliye sevk edilme ve benzeri iddiaları içeren 14 dilekçe, 
- 12 Eylül Askeri Müdahalesi ile ilgili olarak, işkence ve kötü muamele, hukuka aykırı olarak görevden alınma ve resen emekliye sevk edilme iddiaları içeren 34 dilekçe, 
- 28 Şubat 1997 Müdahalesi ile ilgili olarak; Başörtüsü mağduriyetleri, akademik ilerlemenin hukuksal olmayan nedenlerle engellenmesi, YÖK’ün bazı diploma denkliklerini iptal etmesi nedeniyle yaşanan mağduriyetler, yargı süreçlerinde yaşanan usulsüzlükler ve adil olmayan yargılama iddiaları, fişleme, işkence ve kötü muamele konularında 160 dilekçe, 
- Türk Silahlı Kuvvetlerinden hukuka aykırı ihraç ve emekliliğe zorlama iddialarını içeren 61 dilekçe, 
- Türk Silahlı Kuvvetleri’nden ilişiği kesilen ancak 10.03.2011 tarihli ve 6191 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu’na eklenen geçici 32 inci madde ile gerçekleştirilen düzenlemeden yararlanamayan kişilerin mağduriyetlerini ifade eden 13 dilekçe. 
- Kamuoyunda “Balyoz Darbe Planı” olarak bilinen ve yürümekte olan bir davanın konusu olan olayın araştırılması ve bu konunun Komisyon bünyesinde kurulacak bir alt komisyon marifetiyle incelenmesi istemini içeren 342 dilekçe. 


KAYNAK PDF FORMATLI

https://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem24/yil01/ss376_Cilt1.pdf
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ  DARBELERİ ARAŞTIRTIRMA KOMİSYONU  RAPORU 
Dönem: 24 
Türkiye Büyük Millet Meclisi  Demokrasiye Girişi 
Kasım 2012   S. Sayısı: 37  
Türkiye Büyük Millet Meclisi (S. Sayısı: 376) 

***

DARBELER BİRBİRİNİ DOĞURUR, BÖLÜM 1


DARBELER BİRBİRİNİ DOĞURUR, BÖLÜM 1


Darbeler Birbirini Doğurur 


Evet, 28 Şubat darbesi en yakın darbe olduğu, aktörleri ve mağdurları büyük ölçüde aramızda olduğu için araştırmamız esnasında çok konuşuldu ve medyada yankılandı ama bizim darbelerle ilgili en önemli tespitlerimizden biri darbelerin birbirinden doğduğu, birbirini doğurduğu dur. 

Darbelerde ağır bedel ödeyen en önemli kurumun da siyaset kurumu olduğu açıktır: “28 Şubatta Meclise bir boğa salındı” diyordu dönemin Başbakan Yardımcısı Tansu ÇillerDönemin “ Topyekun Savaş ” ve “ Bu sefer Silahsız Kuvvetler Halletsin ” manşetleri ” Ordu göreve ” pankartları ve o dönemde gazetelerin Ankara büroları üzerinden cuntaya servis yapanların bir kısmı bugün bile o günkü tutumlarını savunmuş, “haber atlatmamak için” o unutulmaz manşetleri attıklarını söylemişlerdir. Bize göre açıkçası, bütün darbe 
süreçlerinde medyamızın önemli bir kısmı haber atlatmamak için Cuntaya yardım etmiş, darbeye yardım ve yataklık etmiştir. 

Cuntacı Nasıl Düşünür 

Cuntacı, ülkenin Başbakanını istiskal ederek halkın iradesini sehpaya çeker. Cuntacı, 12 Eylül’de gasp ettiği, lağvettiği TBMM’de Cumhuriyetin değişmez ve değişken değerleri üzerine yemin bile eder. Cuntacı, 27 Mayıs’ta Başbakanın sehpasına tekme atmış, 12 Martta intikamcı bir kutuplaşmayı kalıcı kılmak için Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ı sehpaya çıkarmış, 12 Eylül’de 50 kişiyi idam etmiş, bütün partileri, dernekleri, sendikaları kapatmıştı. 

Cuntacı, 28 Şubatta iktidar ortağı olan DYP’yi parçalamış, RP’yi kapatmış, ülkenin Başbakanı hacdayken ona küfretmiş, hakaret etmişti. Cuntacı, hukuku ve yüksek mahkemeleri siyasallaştırmış, yüksek yargıçları militanlaştırmış, siyaseti on yılda bir budamıştır. 
Cuntacı, ülkenin seçilmiş Başbakan’ına “habis ur” demiş, seçilmesi muhtemel Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a “Siirt’te niçin kardeşlerim dedin, senin kardeşlikten muradın din kardeşliği mi?” diye tebliğnamesinde sorgulamıştır. Çünkü cuntacının baskı unsuru olarak kullandığı ve ardına saklandığı resmi ideolojisi bir de saklı ajandası vardır. O temelde 

Türkiye’nin, Türk Milletinin değerleriyle kavgalıdır ve devlet erkini millete karşı kullanmaktadır. 

Cuntacı sadece elinde silah olan değildir. Hukuku icra etmek üzere en üst mahkemenin başsavcısı da parti kuran ve iktidara geleceği artık belli olan Tayyip Erdoğan’ın bir konuşmasındaki “Kula kulluk etmeyin” cümlesini “Atatürk’ü kastediyor” diye yorumlamıştır. Keza aynı şahıs ve darbe döneminde militanlaşan yargı Erdoğan’ın kurduğu partiye önce “kurucu” olmasına, sonra “milletvekilliğine aday olmasına” izin vermemiştir. 

Darbeler Banka Boşaltır, Siyaseti Boşaltır 

Darbeler sadece bankaların içini boşaltmıyor, siyasetin de içini boşaltıyor. 27 Mayıs’ta Başbakanı ipe götürüyor ve astığı ipin parasını ailesinden istiyor, 12 Eylül’de bütün partilerin kapısına kilit vuruyor, bütün parti liderlerini hapsediyor, TBMM’ye el koyuyor, anayasayı lağvediyor. 

Darbeciler hukukun şekil şartlarına riayet ettiklerini düşünürler. Kendilerine göre işlettikleri bir adli mekanizma vardır. Hızlı karar verirler. Mesela 16 Ekim 1980 tarihi bir milattır, dünya siyaset, askeri ve hukuk tarihinde. 12 Eylül askeri darbesinden bir ay sonra. 16 Ekim 1980’de Askeri mahkeme 17 siyasi partinin kapatılmasına aynı gün karar vermiştir. Daha sonraki tarihlerde Askeri Mahkemenin işlevini Anayasa Mahkemesi görecektir. 

1971’de Milli Nizam Partisi’ni, 1980’de Milli Selamet Partisi’ni, 1997’de Refah Partisi’ni ve akabinde Fazilet Partisi’ni kapattıran darbecilerin bir fikri takibi olduğu muhakkaktır. Aynı müdahaleci anlayış yargı eliyle, 28 Şubat’ta Başbakana omuz vuruyor, hakaret ettiriyor, iktidar partisi Refah Partisi’ni laiklik düşmanı diye kapattırıyor, devamında kurulan Fazilet Partisini de kapattırıyor. Kapatmadığı partiyi paramparça ediyor. Belirlenen “iç düşman” konsepti ve fikr-i takibi yargı eliyle ve kararlıkla sürüyor. 14 Temmuz 1993’te HADEP kapatılıyor, 

19 Mart 1996’da DDP kapatılıyor. 

Darbeciler yalnız mı? Hayır. Partileri kimin eliyle kapattırıyor, demokrasiyi kimin eliyle durduruyorlar? O Genelkurmaya brifinge giden yüksek hâkimler eliyle. Yetmiyor, hükümet kurma yetkisini istediğine verdiriyor. 27 Nisan sürecinde ne yapıyor? ANAP ve DYP gibi hükümetler kurmuş iki partiyi, liderleriyle birlikte insan içine çıkamayacak kadar istiskal ediyor, tazyik uyguluyor. 

Öyleyse bankaların içini oydular, yönetim kurullarına girdiler argümanı tek başına yeterli bir okuma değil. Darbeciler Türkiye’de demokrasiyi yaşatacak olan siyasetin de içini oydular. 

Bugün toplumun yüzde 50’sinin desteğiyle iktidar olan AK Parti bile iktidardayken üretilmiş akıl dışı iddialarla Anayasa Mahkemesi’nde kapatma davasıyla yüz yüze kaldı. Kapanmayan parti, hapse girmeyen lider, baskı görmeyen siyaset erbabı neredeyse yok. 

Siyasallaşan Hukuk ve Ödül Alan Hâkimler 

Hukukun siyasallaşması, darbe süreçlerinin en belirgin özelliğidir. Hiçbir yorum yapmadan ve bir şey söylemeden Araştırmamız esnasında sayısız kez anılan şu isimlerin uygulamaları değil, çağrışımları bile tek başına yeter: Salim Başol, Yekta Güngör Özden, Vural Savaş, Nuh Mete Yüksel, Sabih Kanadoğlu, Abdurrahman Yalçınkaya. Evet bu altı ünlü ismi sadece hatırlamak ya da kısa biyografilerine bakmak yeter darbelerin hukuku ne kadar siyasallaştırdığını, ne kadar rehin aldığını göstermek açısından. 
Evet darbelerin hukuka ve hukukçuya ne yaptırdığının en çarpıcı örneklerinden biri de cürüm işlettikleri hukukçulara verdikleri ödüller ve hukukçuların da verilen bu ödülleri almış olmalarıdır. Merhum Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu için idam kararı veren Yassıada Mahkemesi’nin Başkanı Salim Başol, Hasan Gürel, Nahit Saçlıoğlu ve Abdullah Üner adlı hâkimler, verdikleri kararın ödülü olarak Anayasa Mahkemesi’ne üye olarak atanmışlardır. 

Hukuk o kadar siyasallaşmasaydı, siyasete bu kadar müdahale edilmez ve bir parti liderinin Erdoğan’ın kurduğu partiye -AK Parti’ye- “kurucu” olması engellenmezdi. Keza, 2002 senesinde mahkemeden mahkemeye koşturulan Tayyip Erdoğan’ın yargılamalarında olduğu gibi hem müşteki hem karar verecek Yargıtay Başsavcısı aynı kişi olmazdı. 
Evet hangi dönem araştırılırsa araştırılsın aynı sonuca varılır. 1960’ta kurgulanan vesayetçi sistem gereği ülkenin savunma refleksleri zayıf bırakılmıştır. Hukukçular ise komisyonumuzda müteaddit defalar ifade edildiği üzere çoğunlukla darbe dönemlerinde darbecilere fetva çıkarmayı iş edinmişlerdir. 

Demek ki, çok partili ve çok darbeli bir siyasal geçmişimiz ve demokrasi tecrübemiz var. 
Siyaset kurumunun kurumsallaşmasına izin vermeyen, işbirlikçi bulmakta güçlük çekmeyen darbedar bir gelenek. Siyaseti, siyasetçiyi, sivil toplumu itibarsızlaştırarak bürokratik egemenliğini tahkim eden bu anlayış demokratik iklimi sürekli zehirlemektedir. 
24 siyasi partiyi kapatması ve Başbakanı idama götüren Mahkeme üyelerini bünyesine almasıyla Anayasa Mahkemesi, hukuk ve demokrasi tarihimizde hiç kuşkusuz çok özel bir yer edinmiştir. 

İşkence ve İşkenceci ile Yüzleştik De Ne Oldu? 

Komisyon olarak yaptığımız iş, gerçekle yüzleşmek için Pandora’nın kutusunu aralamak olmuştur. Bu yüzleşmeye sadece toplumun değil darbe dönemlerinde suç işleyenlerin, darbelere yardım ve yataklık yapanların da ihtiyacı var. Gerisi 75 milyon insanımız ve istikbalimiz için arşivlere girecek olan, Darbe Komisyon raporlarını inceleyecek olan, ek bilgileri tarayacak olan ülkemizin aydınlarına, akademisyenlerine, siyasetçilerine düşüyor.

Araştırma sürecinde bizler olağanüstü tanıklıklar yaşadık. Darbe dönemlerinde büyük acılara maruz kaldıkları, büyük mağduriyetler yaşadıkları halde Komisyon üyelerimiz hiçbir zaman kendi duygularını katmadan bir hakikatin peşinde oldu. Darbelerin sebep ve sonuçlarını araştırdık. Bir de bir daha yaşanmaması için neler yapmalı sorularına cevap aradık. Perdenin tam açılmasının gerçekle yüzleşmeye bağlı olduğunu açıkça gördük. 

Neler gördük? Kanımızı donduran sahneler, zaman zaman gözlerimizi dolduran sahneler yaşadık. Gözünün içine bakarak küçük bir pişmanlık emaresini yakalamaya çalışırken bizden gözlerini kaçıran ama geri adım atmayan ve “bugün olsa bugün de aynı şeyleri yapardım” diyen cüretkar işkenceciler gördük. İşkence gören Komisyon üyesi milletvekillerimizle yüzleşmenin muvazenelerini tamamen kaybetmelerine sebep oldu. Ayrıntıların hepsi kayıtlarımıza girdi. 

“Siz bilmezsiniz albayım; İnsanlık tek başına kollarımda can verdi. Yanında kimseler yoktu.” 

Oğuz Atay 

12 Eylül Darbesinden sonra Mamak Cezaevi müdürlüğü yapan kişiyle yüzleşmek son derece çarpıcıydı. Komisyon Başkanımızın yanı sıra üyelerimiz MHP Milletvekili Atila Kaya ve BDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder Mamak’ta ağır işkencelere maruz kalmışlardı. Onlarla birlikte o dönemin cezaevi müdürüyle yüzleşmemiz son derece dramatikti. O zât, artık bakıma muhtaç olacak kadar yaşlanmıştı, ama hiçbir pişmanlık taşımıyordu. Bizim için tüyler ürpertici olan, havsalamızı zorlayan, nutkumuzu kilitleyen de buydu. Bir zamanlar binlerce insanın en ağır işkencelerden geçtiği bir hapishaneyi yönetiyorsunuz, çok kudretli bir insansız, ama bir gün o cezaevinde eza gören, senelerce hapis yatan iki insan milletvekili sıfatıyla karşınıza çıkıyor ve sizinle o günleri konuşuyor. 
Böyle bir film kurgulansa, böyle bir roman kaleme alınsa ne kadar başarılı olursa olsun yaşadığımız bu sahne kadar dokunaklı olamazdı. Kaderin bu garip cilvesi, Türkiye’nin nereden nereye geldiğini de gösteriyor ve bizi umutlandırıyor, ama daha trajik olan, insan olarak hüzün veren 30 sene önce binlerce insanın işkence gördüğü o hapishane müdürünün kendini hâlâ o hapishanenin müdürü olarak görmesi ve hiçbir pişmanlık duymamasıydı. 

Hatta milletvekiline “kılık kıyafetinden belli ne mal olduğun” diye hakaret etmesiydi. Nitekim dayanamıyoruz ve beyefendi “hakaret edemezsiniz ve artık Mamak Cezaevi Müdürü değilsiniz” diyoruz. 

Tıpkı 28 Şubat sürecinde İstanbul Milletvekilimiz Harun Karaca’nın TBMM çatısı altında işkencecisiyle yüzleştiği sahnede sesini yükselten, bağıra çağıra konuşan işkenceciye “burası TBMM, artık polis şefi değilsin” dediğimiz gibi. Evet, o sahne de unutulmazdı. 
İşkencecinin gözleri salonda odaklanacak yer alıyordu ve onunla göz göze gelmek isteyen kimse yoktu. Türkiye onu tanıyordu ama o Türkiye’yi tanımıyordu. Milletvekilimiz Harun Karaca bir bir anlattı işkencecisinin yüzüne maruz kaldığı işkenceleri. İşkencecide yine pişmanlığın, mahcubiyetin zerresi yoktu ve buna tanık olmak ürperticiydi. Herkes yine her şeyi emir komuta zinciri içinde, kendilerine verilen talimat gereği yapmıştır. 

28 Şubat Malatya İçin Fiili Darbe 

Darbelerin pilot bölgeleri var. Bazı darbeler bazı yerlerde daha büyük acı bırakıyor. 28 Şubat sürecinde darbenin gerekçesi olsun ve darbeye zemin hazırlansın diye Malatya’ya büyük acılar yaşatıldı. Şehir üniversite yönetimi eliyle ağır tahriklere maruz kaldı, başörtüsü yasağına karşı yapılan meşru eylemler kullanılarak, 28 Şubat darbecilerinin propaganda makinası olarak 
talimatla yayın yapan medya üzerinden daima, huzur ve barış numunesi olan Malatya hedef tahtasına kondu ve bu şehre büyük acılar yaşatıldı. O acıyı yaşayanlardan Dr. Şahin’in ifadesiyle, “28 Şubat Malatya’da fiili bir darbe olarak yaşandı.” İşte o planlı kurgu neticesi bir örgüt adı uyduruldu ve yüzlerce insan Türkiye’nin birçok şehrinde gözaltına alındı, işkence gördü. 28 Şubat Alt Komisyonumuz, Malatya Cezaevi’nde bugün halen yatmakta olan Zekeriya Şengöz ve Fahri Memur ile konuştu. 28 Şubat neydi sorusuna cevap arayan herkesin zabıtlardaki Malatya dinlemelerini okuması gerekir. 

Zekeriya Şengöz şehrin en saygın eğitimci iş adamlarından biri olarak bir vakıf yöneticisiyken 28 Şubat’ta illegal bir örgüt kurmuş gibi takdim edilmiş ve bu kurguya göre Ankara’dan talimatlandırılmış müfettişlerin raporları düzenlettirilmiş, bu kurguya uygun olarak senaryo gereği gözaltına alınan insanlara var olmayan hayali bir örgütün varlığı ikrar ettirilmek üzere ağır işkenceler yaşatılmıştır. 

Malatya Polisevi’nin salonunda dinlediğimiz Fırat Dirikolu ve eşi Nazire Dirikolu’nun Komisyon üyelerine “bizi dinlemek için başka bir yer bulamadınız mı, polis evine gelmek bizim için ne anlama geliyor bilmezsiniz” diye başlayan ve ardından 28 Şubat sürecinde Malatya olaylarında maruz kaldıkları işkenceler tek kelimeyle korkunçtu. Daha çarpıcı olansa senaryo gereği kurgulanmış bir örgüt adına insanların halen hapishanede oluşuydu. 

Darbeler oluyor, darbeciler kötü insanlar ama bu kadar işkenceyi yapacak insan, bu kadar organize suç işleyecek insan nereden buluyorlardı. 

İbretlik Vesikalar Belgeler 

Kara Kuvvetleri Komutanlığı 3. Zırhlı Tugay Destek Kıtaları Komutanlığı Çerkezköy Tekirdağ askeri birliğinde yüzbaşı M.K.A’nın Üst Çavuş Y.S.’ye hitaben kaleme aldığı yazışmalar. 

Tarih:17 Mayıs 2000 
Konu: Tecziye 
Eşinizin “Atatürkçülük ve Depreme Karşı Korunma” Kermesine katılmadığı… Ailesiyle birlikte pikniğe katılmadığını belirten yazılardan sonra; 
“Türk ordusunun ihtiyaç ve prensiplerini din esaslarına göre değil, bilimin ve aklın esaslarına göre ortaya koyan köklü, şanlı ve yüce milletimizin gururu bir 
ordu” olduğunu tespit ettikten sonraki cümle şu: “En Büyük Yardımcımız da Atatürk İlke ve İnkılâplarıdır.” 
Komutan, yazının devamında şiddet ve tevbih cezası ile tecziye edildiğini söyledikten sonra başçavuş Y.S’yi, bir kere daha düşünmeye davet ettiğini, TSK’nın diğer faaliyetleri gibi T.C. Anayasasına ve Atatürk İlke ve İnkılâplarını benimsemiş, gelecek nesillere örnek yaşam tarzına dönmenizi istiyorum” diyor. 
Nereden bakarsanız anlam veremeyeceğiniz bir mantık Atatürkçülükle depreme karşı nasıl korunulur? 
Atatürkçülük ve depreme karşı korunma kermesi niye düzenlenir? 
Eşiyle pikniğe katılmadığı için bir insan nasıl sorgulanır? 

Karısı kermese gelmediği için ceza verilen bir askere gönderilen yazıda Türk ordusunun ihtiyaç ve prensiplerini din esaslarına göre belirlemediğinin, “bilimin ve aklın prensiplerine göre belirlediğinin” ifade edilmesine neden gerek duyulur? 
“En Büyük Yardımcımız Atatürk İlke ve İnkılâplarıdır” cümlesi neye gönderme yapar? 

Bir kere daha düşünmeye davet ederken verilen şiddet ve tevbih cezası nedir? 
Bu akıl ve hukuk dışılık, keyfiliğin bu kadarı hangi anlayışla, sayı numarası ve tarih verilerek, mühür ve imza atılarak yazılı vesika, veri ve doküman haline getirilir? 

Bir belge bir vesika daha. Hava Kuvvetleri Komutanlığı 1 NCİ Füze Grup Komutanlığı’nın Sivil Memur A.Ö. hakkında Ekim 2004 tarihli yazısı: 
3 Eylül 2004 tarihinde Destek İ.Tb.K.lığında görevli olan, 2001 Ocak tarihinden bu yana hakkında “İrticai Faaliyet” Araştırması bulunan Sivil Memur A.B. evine, 
Hv.Svn.Kur.Alb. K.Ç. Hv.Bnb. K.A, Astsb.E.E. (ev adresi İst) saat 20.30’da yaptığı 4.Kontrol Ziyaret sırasında (EK-1) bazı irticai envanter unsurlara 
rastlanmış olup (ek 2,3,4,5,6) tutanakla el konulup komutanlığımıza ulaştırılmıştır. 

Yapılan incelemede: 

Eşinin tüm uyarılara rağmen, çağdaş olmayan kıyafetle dolaştığı, kıyafet konusunda değişimin mümkün olmadığı; bahisle adı geçen irticai kitapları; Başta Kuran’ı Kerim (Meal Ömer Nasuhi Bilmen) yasak yayınlar listesinde bulunmadığı. Ancak, dini bilgiler ihtiva ettiğinden el konulmasının yerinde 
olduğu; evinde alenen teşhir ettiği tablo yazma eserlerin, (Örneğin 1947 yılı yazma ‘Allah’ hattı) irticai propaganda kapsamında olduğu, TSK Personeli olan, 
ismi geçen personelin üniversite mezunu olduğu (Miami Üni. Uluslararası İlahiyat Fak.Teoloji Böl.) olmasından bahisle bunu bilmemesinin veya emirle tebliğ edilen “İsth. ve İsth’a Karşı” Önlemler” ve TSK Personelinin Bilmesi Gereken Hususlar konusunda açıklanan tensip ve prensiplerin tebellüğü bahsiyle, anılan 
personelin bu envanterleri bilerek ve isteyerek bulundurduğu yönünde kanaat oluşturduğu, ilgi personelin takibinin sıklaştırılarak, atıl görevlere atanması. 
Diğer TSK Personeliyle koordinesinin en alt seviyeye indirilmesi. 3 yıldır süren araştırmada sona gelindiğini ve bunun ilgi personele yansıtılmaması gerektiğinin 
bilinmesini rica ederim. 
İmza 
K.Ç. 
Grup komutanı 

Ek: 

1.Ev Kontrol Tutanağı 
2. (…) 22 adet İrticai menşeli kitap (Muhkem) ve 1 adet dini içerikli Çağrı isimli film (Yön. Mustafa Akkad) 
3. 3 Adet irticai şüpheli kıyafet 
4. 7 adet irticai şüpheli tablo 
5. 1 Adet ilgi personele ait kendi el yazısı ile doldurulmuş (Mart 2000- AĞU. 2003) yılları arası günlük. 

Başka bir vesika: …eşinizin çağdaş olmayan bir kıyafetle toplum içerisinde kendini göstermesi siz 

TSK mensubuna ve bağlı bulunduğunuz birliğe yakışmamaktadır. Komutanınız ve 1. Sicil amiriniz olarak sizi sözlü olarak uyarmama rağmen olağan 
durumunuzda bir gelişme olmaması üzerine başta sizi ve Bayan B.’yi son kez uyarmak zorundayım. Durumunuzun takipçisi olduğumu, eşinizin kıyafetini 
değiştirme yönünde girişimde bulunmaması halinde ortaya çıkabilecek 926 sayılı İç Hizmet Kanununun ilgili müeyyideleriyle karşı karşıya kalabileceğinizi 
hatırlatır, bu konunun bilinmesini rica ederim. 

K.Ç. 
Hava Savunma Kurmay Albay Grup komutanı 

Hangi zamanda, hangi ülkede, hangi devlette, hangi hukuk düzeninde, hangi mevzuata tabi olan hangi kurumda insanların hukuku, insan olma onuru, kişilik hakları, vatandaşlık hakları bu kadar alenen çiğnenir? Adına “Peygamber Ocağı” dediğimiz ve öyle sahiplendiğimiz, bütün mensuplarını İslam’ın yüce Peygamberine nispetle yüzyıllardır “Mehmetçik” olarak adlandırdığımız Ordumuza bu kadar hukuksuzluk, bu kadar keyfilik nasıl reva görülür? En önemli soru ise, tarihe dikkat edin 2004 tarihinde bütün bunlar nasıl olur? 
Komisyonumuza ulaşan binlerce vesika yukarıda sadece birkaç örneğini verdiğimiz durumu, darbe ve muhtıra süreçleri ile ilgili olarak açıkça ortaya koyuyor. Türkiye’nin bir daha benzer süreçleri yaşamaması ve bir daha bu tür vesikaların kaleme alınmaması hepimizin ortak gayretlerine bağlıdır. Kimseye haksızlık yapmadan kendi gerçeğimizle yüzleşmeliyiz. Raporun eklerindeki tutanaklar ve belgeler, darbe ve darbe süreçleriyle ilgili çarpıcı vesikalardır. 

Ufkumuz, Yolumuz, Yarınlarımız Aydınlıktır 

Yüzleşme kolay bir iş değil. Bu yolda almamız gereken çok mesafe olduğu da muhakkak. 
Ama doğru yoldayız. Birbirimiz kırmadan, dökmeden, farklılıklarımızı koruyarak konuşabiliyoruz. Milletimizin iradesini, arzularını temsil eden TBMM çatısı bu anlamda muazzam bir yol gösterici işlev görüyor. 
Yeni husumetler üretmek değil de hak ve hukuk mecraında ülkemizin yol alışını kolaylaştırmaya katkıda bulunmak, istisnasız her vatandaşımızın hukukunu korumaya almak, geçmişte yapılan yanlışları adaleti ertelemeden telafi etmek, en büyük arzu ve idealimizdir. 
Komisyonumuzun çalışma sürecinde bu amaca hizmet ettiğini görmekten ve toplumun bütün kesimlerinin, bütün parti ve sivil toplum örgütü mensuplarının bu araştırma sürecine verdiği destek ortak geleceğimiz adına bizi son derece ümitvar kılmıştır. Türkiye son yıllarda önemli bir dönüşüm yaşadı. Devlet ile millet arasındaki mesafe büyük ölçüde kalktı. Demokrasi üzerindeki vesayetin kalkması için tarihi adımlar atıldı. İnsan Hak ve Özgürlükleri, düşünce ve inanç özgürlüğü üzerindeki antidemokratik baskılar büyük ölçüde yok edildi. 
Anayasa değişiklikleri, yüksek yargı kurumlarındaki yapısal değişiklikler, Milli Güvenlik Kurulu teşkilat yapısının değişmesi, EMASYA Protokolü’nün tedavülden 
kalkması, Jandarma ve Polisin görev alanlarının değişmesi gibi devlet ile millet arasındaki gerilim hatları millet lehine değişmiştir. Darbe süreçlerinde yaşanan 
mağduriyetlerin en azından bir kısmı telafi edilmiş, kalan kısımları da telafi edilmektedir. 

Bu anlamda; 

Olağanüstü Hal uygulamalarına son verildi, 
Milli Güvenlik Kurulu’nun yapısı sivilleşti, 
Başbakanlık Takip Kuruluna son verildi, 
Kriz Yönetim Merkezi Yönetmeliği ve EMASYA Protokolü yürürlükten kaldırıldı, 
Askeri mahkemelerin yetkilerine sınırlama getirildi, 
Yüksek Askeri Şûra (YAŞ) Kararlarına yargı yolu açıldı, 
Devlet Güvenlik Mahkemeleri kapatıldı.

Türkiye, demokrasi ve hukuk devleti yolunda çok büyük mesafeler almıştır. Türkiye demokrasi yolunda aldığı mesafeyi yeni ve sivil bir anayasa ile bir an evvel taçlandırmak zorundadır. Aksi takdirde araştırmamız esnasında çokça ifade edildiği ve zabıtlara girdiği üzere darbelerle tam ve kesin bir yüzleşme sağlanmış olamayacaktır. 
Hiç şüphesizdir ki, Türkiye insan hak ve özgürlüklerini eksiksiz olarak temin etme yönünde girdiği demokrasi yolundan asla geriye dönmeyecektir. Türkiye bütün kazanımlarına sahip çıkarak aydınlık yolunda yürüyecektir. Avrupa Birliği kriterlerini benimseyen, evrensel hukuk kurallarını şiar edinen ve kendi halkının değerlerini baş tacı edinen Türkiye’nin yol haritası bundan böyle hiçbir zaman, hiçbir şekilde, hiçbir kuvvet eliyle devlet içinde örgütlenen cuntalar, cuntacılar, illegal suç örgütleri tarafından değiştirilemeyecektir. 

Teşekkür 

TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu olarak talep ettiğimiz belge ve bilgileri gönderen başta Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül’e... Çalışmalarımızın yürütülmesinde desteklerini esirgemeyen Meclis Başkanımız Sayın Cemil Çiçek’e... Yazılı olarak sorularımızı cevaplamanın yanında bütün darbe dönemlerine ışık tutacak tüm belge ve bilgileri komisyonumuza gönderen Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’a... Belge ve bilgi göndererek veya bizzat katılarak sorularımızı cevaplayan sayın bakanlarımıza... Tüm dönemleri içeren açıklamalarıyla 9. Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman Demirel’e... Eski Meclis Başkanlarımız Ferruh Bozbeyli ve Mustafa Kalemli’ye, eski Başbakanlarımız Bülend Ulusu ve Tansu Çiller’e... Bilgi ve belgeleri gönderen tüm kurum ve kuruluşlara... Bizzat katılarak sorularımızı cevaplayan sivil toplum örgütlerine, medya mensuplarına, eski yargı mensuplarına, üniversitelere, iş dünyasına, teşekkürlerimizi sunuyoruz. 

Ayrıca, Mecliste böyle bir komisyonun kurulmasına öncülük eden siyasi partilerimiz; AK Parti’ye, Cumhuriyet Halk Partisi’ne, Milliyetçi Hareket Partisi’ne, Barış ve Demokrasi Partisi’ne... Ve onları temsil eden gayretli çalışmalarıyla bu raporun ortaya konmasındaki emekleri nedeniyle üye milletvekillerimize... Komisyon raporumuzun ortaya konmasındaki büyük emekleri ve gayretli çalışmaları nedeniyle bütün uzman arkadaşlarımıza... Meclis çalışanlarına… Komisyon çalışmalarımızı başından beri titizlikle takip ederek büyük çaba sarf 
eden tüm kamuoyuyla paylaşmamıza katkı sağlayan emekçi parlamento muhabirlerine ve bu konuda bir kamuoyu oluşmasına katkı sağlayan tüm medya mensubu ve yöneticilerine... En içten teşekkürlerimizi sunarız. 

Ayrıca Bilgi taleplerimizi karşılayan Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, Başbakanlık, Adalet Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Ekonomi Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Hazine Müsteşarlığı, Merkez Bankası, MASAK, TRT, RTÜK, YÖK, HSYK, MGK, BDDK ve TMSF’ye de ayrıca teşekkür ediyoruz. 

En büyük teşekkürümüz ise Milletimize… 
Nimet Baş 
TBMM Darbe ve Muhtıraları 
Araştırma Komisyonu Başkanı 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR




***