28 Temmuz 2017 Cuma

DARBELER BİRBİRİNİ DOĞURUR, BÖLÜM 1


DARBELER BİRBİRİNİ DOĞURUR, BÖLÜM 1


Darbeler Birbirini Doğurur 


Evet, 28 Şubat darbesi en yakın darbe olduğu, aktörleri ve mağdurları büyük ölçüde aramızda olduğu için araştırmamız esnasında çok konuşuldu ve medyada yankılandı ama bizim darbelerle ilgili en önemli tespitlerimizden biri darbelerin birbirinden doğduğu, birbirini doğurduğu dur. 

Darbelerde ağır bedel ödeyen en önemli kurumun da siyaset kurumu olduğu açıktır: “28 Şubatta Meclise bir boğa salındı” diyordu dönemin Başbakan Yardımcısı Tansu ÇillerDönemin “ Topyekun Savaş ” ve “ Bu sefer Silahsız Kuvvetler Halletsin ” manşetleri ” Ordu göreve ” pankartları ve o dönemde gazetelerin Ankara büroları üzerinden cuntaya servis yapanların bir kısmı bugün bile o günkü tutumlarını savunmuş, “haber atlatmamak için” o unutulmaz manşetleri attıklarını söylemişlerdir. Bize göre açıkçası, bütün darbe 
süreçlerinde medyamızın önemli bir kısmı haber atlatmamak için Cuntaya yardım etmiş, darbeye yardım ve yataklık etmiştir. 

Cuntacı Nasıl Düşünür 

Cuntacı, ülkenin Başbakanını istiskal ederek halkın iradesini sehpaya çeker. Cuntacı, 12 Eylül’de gasp ettiği, lağvettiği TBMM’de Cumhuriyetin değişmez ve değişken değerleri üzerine yemin bile eder. Cuntacı, 27 Mayıs’ta Başbakanın sehpasına tekme atmış, 12 Martta intikamcı bir kutuplaşmayı kalıcı kılmak için Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ı sehpaya çıkarmış, 12 Eylül’de 50 kişiyi idam etmiş, bütün partileri, dernekleri, sendikaları kapatmıştı. 

Cuntacı, 28 Şubatta iktidar ortağı olan DYP’yi parçalamış, RP’yi kapatmış, ülkenin Başbakanı hacdayken ona küfretmiş, hakaret etmişti. Cuntacı, hukuku ve yüksek mahkemeleri siyasallaştırmış, yüksek yargıçları militanlaştırmış, siyaseti on yılda bir budamıştır. 
Cuntacı, ülkenin seçilmiş Başbakan’ına “habis ur” demiş, seçilmesi muhtemel Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a “Siirt’te niçin kardeşlerim dedin, senin kardeşlikten muradın din kardeşliği mi?” diye tebliğnamesinde sorgulamıştır. Çünkü cuntacının baskı unsuru olarak kullandığı ve ardına saklandığı resmi ideolojisi bir de saklı ajandası vardır. O temelde 

Türkiye’nin, Türk Milletinin değerleriyle kavgalıdır ve devlet erkini millete karşı kullanmaktadır. 

Cuntacı sadece elinde silah olan değildir. Hukuku icra etmek üzere en üst mahkemenin başsavcısı da parti kuran ve iktidara geleceği artık belli olan Tayyip Erdoğan’ın bir konuşmasındaki “Kula kulluk etmeyin” cümlesini “Atatürk’ü kastediyor” diye yorumlamıştır. Keza aynı şahıs ve darbe döneminde militanlaşan yargı Erdoğan’ın kurduğu partiye önce “kurucu” olmasına, sonra “milletvekilliğine aday olmasına” izin vermemiştir. 

Darbeler Banka Boşaltır, Siyaseti Boşaltır 

Darbeler sadece bankaların içini boşaltmıyor, siyasetin de içini boşaltıyor. 27 Mayıs’ta Başbakanı ipe götürüyor ve astığı ipin parasını ailesinden istiyor, 12 Eylül’de bütün partilerin kapısına kilit vuruyor, bütün parti liderlerini hapsediyor, TBMM’ye el koyuyor, anayasayı lağvediyor. 

Darbeciler hukukun şekil şartlarına riayet ettiklerini düşünürler. Kendilerine göre işlettikleri bir adli mekanizma vardır. Hızlı karar verirler. Mesela 16 Ekim 1980 tarihi bir milattır, dünya siyaset, askeri ve hukuk tarihinde. 12 Eylül askeri darbesinden bir ay sonra. 16 Ekim 1980’de Askeri mahkeme 17 siyasi partinin kapatılmasına aynı gün karar vermiştir. Daha sonraki tarihlerde Askeri Mahkemenin işlevini Anayasa Mahkemesi görecektir. 

1971’de Milli Nizam Partisi’ni, 1980’de Milli Selamet Partisi’ni, 1997’de Refah Partisi’ni ve akabinde Fazilet Partisi’ni kapattıran darbecilerin bir fikri takibi olduğu muhakkaktır. Aynı müdahaleci anlayış yargı eliyle, 28 Şubat’ta Başbakana omuz vuruyor, hakaret ettiriyor, iktidar partisi Refah Partisi’ni laiklik düşmanı diye kapattırıyor, devamında kurulan Fazilet Partisini de kapattırıyor. Kapatmadığı partiyi paramparça ediyor. Belirlenen “iç düşman” konsepti ve fikr-i takibi yargı eliyle ve kararlıkla sürüyor. 14 Temmuz 1993’te HADEP kapatılıyor, 

19 Mart 1996’da DDP kapatılıyor. 

Darbeciler yalnız mı? Hayır. Partileri kimin eliyle kapattırıyor, demokrasiyi kimin eliyle durduruyorlar? O Genelkurmaya brifinge giden yüksek hâkimler eliyle. Yetmiyor, hükümet kurma yetkisini istediğine verdiriyor. 27 Nisan sürecinde ne yapıyor? ANAP ve DYP gibi hükümetler kurmuş iki partiyi, liderleriyle birlikte insan içine çıkamayacak kadar istiskal ediyor, tazyik uyguluyor. 

Öyleyse bankaların içini oydular, yönetim kurullarına girdiler argümanı tek başına yeterli bir okuma değil. Darbeciler Türkiye’de demokrasiyi yaşatacak olan siyasetin de içini oydular. 

Bugün toplumun yüzde 50’sinin desteğiyle iktidar olan AK Parti bile iktidardayken üretilmiş akıl dışı iddialarla Anayasa Mahkemesi’nde kapatma davasıyla yüz yüze kaldı. Kapanmayan parti, hapse girmeyen lider, baskı görmeyen siyaset erbabı neredeyse yok. 

Siyasallaşan Hukuk ve Ödül Alan Hâkimler 

Hukukun siyasallaşması, darbe süreçlerinin en belirgin özelliğidir. Hiçbir yorum yapmadan ve bir şey söylemeden Araştırmamız esnasında sayısız kez anılan şu isimlerin uygulamaları değil, çağrışımları bile tek başına yeter: Salim Başol, Yekta Güngör Özden, Vural Savaş, Nuh Mete Yüksel, Sabih Kanadoğlu, Abdurrahman Yalçınkaya. Evet bu altı ünlü ismi sadece hatırlamak ya da kısa biyografilerine bakmak yeter darbelerin hukuku ne kadar siyasallaştırdığını, ne kadar rehin aldığını göstermek açısından. 
Evet darbelerin hukuka ve hukukçuya ne yaptırdığının en çarpıcı örneklerinden biri de cürüm işlettikleri hukukçulara verdikleri ödüller ve hukukçuların da verilen bu ödülleri almış olmalarıdır. Merhum Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu için idam kararı veren Yassıada Mahkemesi’nin Başkanı Salim Başol, Hasan Gürel, Nahit Saçlıoğlu ve Abdullah Üner adlı hâkimler, verdikleri kararın ödülü olarak Anayasa Mahkemesi’ne üye olarak atanmışlardır. 

Hukuk o kadar siyasallaşmasaydı, siyasete bu kadar müdahale edilmez ve bir parti liderinin Erdoğan’ın kurduğu partiye -AK Parti’ye- “kurucu” olması engellenmezdi. Keza, 2002 senesinde mahkemeden mahkemeye koşturulan Tayyip Erdoğan’ın yargılamalarında olduğu gibi hem müşteki hem karar verecek Yargıtay Başsavcısı aynı kişi olmazdı. 
Evet hangi dönem araştırılırsa araştırılsın aynı sonuca varılır. 1960’ta kurgulanan vesayetçi sistem gereği ülkenin savunma refleksleri zayıf bırakılmıştır. Hukukçular ise komisyonumuzda müteaddit defalar ifade edildiği üzere çoğunlukla darbe dönemlerinde darbecilere fetva çıkarmayı iş edinmişlerdir. 

Demek ki, çok partili ve çok darbeli bir siyasal geçmişimiz ve demokrasi tecrübemiz var. 
Siyaset kurumunun kurumsallaşmasına izin vermeyen, işbirlikçi bulmakta güçlük çekmeyen darbedar bir gelenek. Siyaseti, siyasetçiyi, sivil toplumu itibarsızlaştırarak bürokratik egemenliğini tahkim eden bu anlayış demokratik iklimi sürekli zehirlemektedir. 
24 siyasi partiyi kapatması ve Başbakanı idama götüren Mahkeme üyelerini bünyesine almasıyla Anayasa Mahkemesi, hukuk ve demokrasi tarihimizde hiç kuşkusuz çok özel bir yer edinmiştir. 

İşkence ve İşkenceci ile Yüzleştik De Ne Oldu? 

Komisyon olarak yaptığımız iş, gerçekle yüzleşmek için Pandora’nın kutusunu aralamak olmuştur. Bu yüzleşmeye sadece toplumun değil darbe dönemlerinde suç işleyenlerin, darbelere yardım ve yataklık yapanların da ihtiyacı var. Gerisi 75 milyon insanımız ve istikbalimiz için arşivlere girecek olan, Darbe Komisyon raporlarını inceleyecek olan, ek bilgileri tarayacak olan ülkemizin aydınlarına, akademisyenlerine, siyasetçilerine düşüyor.

Araştırma sürecinde bizler olağanüstü tanıklıklar yaşadık. Darbe dönemlerinde büyük acılara maruz kaldıkları, büyük mağduriyetler yaşadıkları halde Komisyon üyelerimiz hiçbir zaman kendi duygularını katmadan bir hakikatin peşinde oldu. Darbelerin sebep ve sonuçlarını araştırdık. Bir de bir daha yaşanmaması için neler yapmalı sorularına cevap aradık. Perdenin tam açılmasının gerçekle yüzleşmeye bağlı olduğunu açıkça gördük. 

Neler gördük? Kanımızı donduran sahneler, zaman zaman gözlerimizi dolduran sahneler yaşadık. Gözünün içine bakarak küçük bir pişmanlık emaresini yakalamaya çalışırken bizden gözlerini kaçıran ama geri adım atmayan ve “bugün olsa bugün de aynı şeyleri yapardım” diyen cüretkar işkenceciler gördük. İşkence gören Komisyon üyesi milletvekillerimizle yüzleşmenin muvazenelerini tamamen kaybetmelerine sebep oldu. Ayrıntıların hepsi kayıtlarımıza girdi. 

“Siz bilmezsiniz albayım; İnsanlık tek başına kollarımda can verdi. Yanında kimseler yoktu.” 

Oğuz Atay 

12 Eylül Darbesinden sonra Mamak Cezaevi müdürlüğü yapan kişiyle yüzleşmek son derece çarpıcıydı. Komisyon Başkanımızın yanı sıra üyelerimiz MHP Milletvekili Atila Kaya ve BDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder Mamak’ta ağır işkencelere maruz kalmışlardı. Onlarla birlikte o dönemin cezaevi müdürüyle yüzleşmemiz son derece dramatikti. O zât, artık bakıma muhtaç olacak kadar yaşlanmıştı, ama hiçbir pişmanlık taşımıyordu. Bizim için tüyler ürpertici olan, havsalamızı zorlayan, nutkumuzu kilitleyen de buydu. Bir zamanlar binlerce insanın en ağır işkencelerden geçtiği bir hapishaneyi yönetiyorsunuz, çok kudretli bir insansız, ama bir gün o cezaevinde eza gören, senelerce hapis yatan iki insan milletvekili sıfatıyla karşınıza çıkıyor ve sizinle o günleri konuşuyor. 
Böyle bir film kurgulansa, böyle bir roman kaleme alınsa ne kadar başarılı olursa olsun yaşadığımız bu sahne kadar dokunaklı olamazdı. Kaderin bu garip cilvesi, Türkiye’nin nereden nereye geldiğini de gösteriyor ve bizi umutlandırıyor, ama daha trajik olan, insan olarak hüzün veren 30 sene önce binlerce insanın işkence gördüğü o hapishane müdürünün kendini hâlâ o hapishanenin müdürü olarak görmesi ve hiçbir pişmanlık duymamasıydı. 

Hatta milletvekiline “kılık kıyafetinden belli ne mal olduğun” diye hakaret etmesiydi. Nitekim dayanamıyoruz ve beyefendi “hakaret edemezsiniz ve artık Mamak Cezaevi Müdürü değilsiniz” diyoruz. 

Tıpkı 28 Şubat sürecinde İstanbul Milletvekilimiz Harun Karaca’nın TBMM çatısı altında işkencecisiyle yüzleştiği sahnede sesini yükselten, bağıra çağıra konuşan işkenceciye “burası TBMM, artık polis şefi değilsin” dediğimiz gibi. Evet, o sahne de unutulmazdı. 
İşkencecinin gözleri salonda odaklanacak yer alıyordu ve onunla göz göze gelmek isteyen kimse yoktu. Türkiye onu tanıyordu ama o Türkiye’yi tanımıyordu. Milletvekilimiz Harun Karaca bir bir anlattı işkencecisinin yüzüne maruz kaldığı işkenceleri. İşkencecide yine pişmanlığın, mahcubiyetin zerresi yoktu ve buna tanık olmak ürperticiydi. Herkes yine her şeyi emir komuta zinciri içinde, kendilerine verilen talimat gereği yapmıştır. 

28 Şubat Malatya İçin Fiili Darbe 

Darbelerin pilot bölgeleri var. Bazı darbeler bazı yerlerde daha büyük acı bırakıyor. 28 Şubat sürecinde darbenin gerekçesi olsun ve darbeye zemin hazırlansın diye Malatya’ya büyük acılar yaşatıldı. Şehir üniversite yönetimi eliyle ağır tahriklere maruz kaldı, başörtüsü yasağına karşı yapılan meşru eylemler kullanılarak, 28 Şubat darbecilerinin propaganda makinası olarak 
talimatla yayın yapan medya üzerinden daima, huzur ve barış numunesi olan Malatya hedef tahtasına kondu ve bu şehre büyük acılar yaşatıldı. O acıyı yaşayanlardan Dr. Şahin’in ifadesiyle, “28 Şubat Malatya’da fiili bir darbe olarak yaşandı.” İşte o planlı kurgu neticesi bir örgüt adı uyduruldu ve yüzlerce insan Türkiye’nin birçok şehrinde gözaltına alındı, işkence gördü. 28 Şubat Alt Komisyonumuz, Malatya Cezaevi’nde bugün halen yatmakta olan Zekeriya Şengöz ve Fahri Memur ile konuştu. 28 Şubat neydi sorusuna cevap arayan herkesin zabıtlardaki Malatya dinlemelerini okuması gerekir. 

Zekeriya Şengöz şehrin en saygın eğitimci iş adamlarından biri olarak bir vakıf yöneticisiyken 28 Şubat’ta illegal bir örgüt kurmuş gibi takdim edilmiş ve bu kurguya göre Ankara’dan talimatlandırılmış müfettişlerin raporları düzenlettirilmiş, bu kurguya uygun olarak senaryo gereği gözaltına alınan insanlara var olmayan hayali bir örgütün varlığı ikrar ettirilmek üzere ağır işkenceler yaşatılmıştır. 

Malatya Polisevi’nin salonunda dinlediğimiz Fırat Dirikolu ve eşi Nazire Dirikolu’nun Komisyon üyelerine “bizi dinlemek için başka bir yer bulamadınız mı, polis evine gelmek bizim için ne anlama geliyor bilmezsiniz” diye başlayan ve ardından 28 Şubat sürecinde Malatya olaylarında maruz kaldıkları işkenceler tek kelimeyle korkunçtu. Daha çarpıcı olansa senaryo gereği kurgulanmış bir örgüt adına insanların halen hapishanede oluşuydu. 

Darbeler oluyor, darbeciler kötü insanlar ama bu kadar işkenceyi yapacak insan, bu kadar organize suç işleyecek insan nereden buluyorlardı. 

İbretlik Vesikalar Belgeler 

Kara Kuvvetleri Komutanlığı 3. Zırhlı Tugay Destek Kıtaları Komutanlığı Çerkezköy Tekirdağ askeri birliğinde yüzbaşı M.K.A’nın Üst Çavuş Y.S.’ye hitaben kaleme aldığı yazışmalar. 

Tarih:17 Mayıs 2000 
Konu: Tecziye 
Eşinizin “Atatürkçülük ve Depreme Karşı Korunma” Kermesine katılmadığı… Ailesiyle birlikte pikniğe katılmadığını belirten yazılardan sonra; 
“Türk ordusunun ihtiyaç ve prensiplerini din esaslarına göre değil, bilimin ve aklın esaslarına göre ortaya koyan köklü, şanlı ve yüce milletimizin gururu bir 
ordu” olduğunu tespit ettikten sonraki cümle şu: “En Büyük Yardımcımız da Atatürk İlke ve İnkılâplarıdır.” 
Komutan, yazının devamında şiddet ve tevbih cezası ile tecziye edildiğini söyledikten sonra başçavuş Y.S’yi, bir kere daha düşünmeye davet ettiğini, TSK’nın diğer faaliyetleri gibi T.C. Anayasasına ve Atatürk İlke ve İnkılâplarını benimsemiş, gelecek nesillere örnek yaşam tarzına dönmenizi istiyorum” diyor. 
Nereden bakarsanız anlam veremeyeceğiniz bir mantık Atatürkçülükle depreme karşı nasıl korunulur? 
Atatürkçülük ve depreme karşı korunma kermesi niye düzenlenir? 
Eşiyle pikniğe katılmadığı için bir insan nasıl sorgulanır? 

Karısı kermese gelmediği için ceza verilen bir askere gönderilen yazıda Türk ordusunun ihtiyaç ve prensiplerini din esaslarına göre belirlemediğinin, “bilimin ve aklın prensiplerine göre belirlediğinin” ifade edilmesine neden gerek duyulur? 
“En Büyük Yardımcımız Atatürk İlke ve İnkılâplarıdır” cümlesi neye gönderme yapar? 

Bir kere daha düşünmeye davet ederken verilen şiddet ve tevbih cezası nedir? 
Bu akıl ve hukuk dışılık, keyfiliğin bu kadarı hangi anlayışla, sayı numarası ve tarih verilerek, mühür ve imza atılarak yazılı vesika, veri ve doküman haline getirilir? 

Bir belge bir vesika daha. Hava Kuvvetleri Komutanlığı 1 NCİ Füze Grup Komutanlığı’nın Sivil Memur A.Ö. hakkında Ekim 2004 tarihli yazısı: 
3 Eylül 2004 tarihinde Destek İ.Tb.K.lığında görevli olan, 2001 Ocak tarihinden bu yana hakkında “İrticai Faaliyet” Araştırması bulunan Sivil Memur A.B. evine, 
Hv.Svn.Kur.Alb. K.Ç. Hv.Bnb. K.A, Astsb.E.E. (ev adresi İst) saat 20.30’da yaptığı 4.Kontrol Ziyaret sırasında (EK-1) bazı irticai envanter unsurlara 
rastlanmış olup (ek 2,3,4,5,6) tutanakla el konulup komutanlığımıza ulaştırılmıştır. 

Yapılan incelemede: 

Eşinin tüm uyarılara rağmen, çağdaş olmayan kıyafetle dolaştığı, kıyafet konusunda değişimin mümkün olmadığı; bahisle adı geçen irticai kitapları; Başta Kuran’ı Kerim (Meal Ömer Nasuhi Bilmen) yasak yayınlar listesinde bulunmadığı. Ancak, dini bilgiler ihtiva ettiğinden el konulmasının yerinde 
olduğu; evinde alenen teşhir ettiği tablo yazma eserlerin, (Örneğin 1947 yılı yazma ‘Allah’ hattı) irticai propaganda kapsamında olduğu, TSK Personeli olan, 
ismi geçen personelin üniversite mezunu olduğu (Miami Üni. Uluslararası İlahiyat Fak.Teoloji Böl.) olmasından bahisle bunu bilmemesinin veya emirle tebliğ edilen “İsth. ve İsth’a Karşı” Önlemler” ve TSK Personelinin Bilmesi Gereken Hususlar konusunda açıklanan tensip ve prensiplerin tebellüğü bahsiyle, anılan 
personelin bu envanterleri bilerek ve isteyerek bulundurduğu yönünde kanaat oluşturduğu, ilgi personelin takibinin sıklaştırılarak, atıl görevlere atanması. 
Diğer TSK Personeliyle koordinesinin en alt seviyeye indirilmesi. 3 yıldır süren araştırmada sona gelindiğini ve bunun ilgi personele yansıtılmaması gerektiğinin 
bilinmesini rica ederim. 
İmza 
K.Ç. 
Grup komutanı 

Ek: 

1.Ev Kontrol Tutanağı 
2. (…) 22 adet İrticai menşeli kitap (Muhkem) ve 1 adet dini içerikli Çağrı isimli film (Yön. Mustafa Akkad) 
3. 3 Adet irticai şüpheli kıyafet 
4. 7 adet irticai şüpheli tablo 
5. 1 Adet ilgi personele ait kendi el yazısı ile doldurulmuş (Mart 2000- AĞU. 2003) yılları arası günlük. 

Başka bir vesika: …eşinizin çağdaş olmayan bir kıyafetle toplum içerisinde kendini göstermesi siz 

TSK mensubuna ve bağlı bulunduğunuz birliğe yakışmamaktadır. Komutanınız ve 1. Sicil amiriniz olarak sizi sözlü olarak uyarmama rağmen olağan 
durumunuzda bir gelişme olmaması üzerine başta sizi ve Bayan B.’yi son kez uyarmak zorundayım. Durumunuzun takipçisi olduğumu, eşinizin kıyafetini 
değiştirme yönünde girişimde bulunmaması halinde ortaya çıkabilecek 926 sayılı İç Hizmet Kanununun ilgili müeyyideleriyle karşı karşıya kalabileceğinizi 
hatırlatır, bu konunun bilinmesini rica ederim. 

K.Ç. 
Hava Savunma Kurmay Albay Grup komutanı 

Hangi zamanda, hangi ülkede, hangi devlette, hangi hukuk düzeninde, hangi mevzuata tabi olan hangi kurumda insanların hukuku, insan olma onuru, kişilik hakları, vatandaşlık hakları bu kadar alenen çiğnenir? Adına “Peygamber Ocağı” dediğimiz ve öyle sahiplendiğimiz, bütün mensuplarını İslam’ın yüce Peygamberine nispetle yüzyıllardır “Mehmetçik” olarak adlandırdığımız Ordumuza bu kadar hukuksuzluk, bu kadar keyfilik nasıl reva görülür? En önemli soru ise, tarihe dikkat edin 2004 tarihinde bütün bunlar nasıl olur? 
Komisyonumuza ulaşan binlerce vesika yukarıda sadece birkaç örneğini verdiğimiz durumu, darbe ve muhtıra süreçleri ile ilgili olarak açıkça ortaya koyuyor. Türkiye’nin bir daha benzer süreçleri yaşamaması ve bir daha bu tür vesikaların kaleme alınmaması hepimizin ortak gayretlerine bağlıdır. Kimseye haksızlık yapmadan kendi gerçeğimizle yüzleşmeliyiz. Raporun eklerindeki tutanaklar ve belgeler, darbe ve darbe süreçleriyle ilgili çarpıcı vesikalardır. 

Ufkumuz, Yolumuz, Yarınlarımız Aydınlıktır 

Yüzleşme kolay bir iş değil. Bu yolda almamız gereken çok mesafe olduğu da muhakkak. 
Ama doğru yoldayız. Birbirimiz kırmadan, dökmeden, farklılıklarımızı koruyarak konuşabiliyoruz. Milletimizin iradesini, arzularını temsil eden TBMM çatısı bu anlamda muazzam bir yol gösterici işlev görüyor. 
Yeni husumetler üretmek değil de hak ve hukuk mecraında ülkemizin yol alışını kolaylaştırmaya katkıda bulunmak, istisnasız her vatandaşımızın hukukunu korumaya almak, geçmişte yapılan yanlışları adaleti ertelemeden telafi etmek, en büyük arzu ve idealimizdir. 
Komisyonumuzun çalışma sürecinde bu amaca hizmet ettiğini görmekten ve toplumun bütün kesimlerinin, bütün parti ve sivil toplum örgütü mensuplarının bu araştırma sürecine verdiği destek ortak geleceğimiz adına bizi son derece ümitvar kılmıştır. Türkiye son yıllarda önemli bir dönüşüm yaşadı. Devlet ile millet arasındaki mesafe büyük ölçüde kalktı. Demokrasi üzerindeki vesayetin kalkması için tarihi adımlar atıldı. İnsan Hak ve Özgürlükleri, düşünce ve inanç özgürlüğü üzerindeki antidemokratik baskılar büyük ölçüde yok edildi. 
Anayasa değişiklikleri, yüksek yargı kurumlarındaki yapısal değişiklikler, Milli Güvenlik Kurulu teşkilat yapısının değişmesi, EMASYA Protokolü’nün tedavülden 
kalkması, Jandarma ve Polisin görev alanlarının değişmesi gibi devlet ile millet arasındaki gerilim hatları millet lehine değişmiştir. Darbe süreçlerinde yaşanan 
mağduriyetlerin en azından bir kısmı telafi edilmiş, kalan kısımları da telafi edilmektedir. 

Bu anlamda; 

Olağanüstü Hal uygulamalarına son verildi, 
Milli Güvenlik Kurulu’nun yapısı sivilleşti, 
Başbakanlık Takip Kuruluna son verildi, 
Kriz Yönetim Merkezi Yönetmeliği ve EMASYA Protokolü yürürlükten kaldırıldı, 
Askeri mahkemelerin yetkilerine sınırlama getirildi, 
Yüksek Askeri Şûra (YAŞ) Kararlarına yargı yolu açıldı, 
Devlet Güvenlik Mahkemeleri kapatıldı.

Türkiye, demokrasi ve hukuk devleti yolunda çok büyük mesafeler almıştır. Türkiye demokrasi yolunda aldığı mesafeyi yeni ve sivil bir anayasa ile bir an evvel taçlandırmak zorundadır. Aksi takdirde araştırmamız esnasında çokça ifade edildiği ve zabıtlara girdiği üzere darbelerle tam ve kesin bir yüzleşme sağlanmış olamayacaktır. 
Hiç şüphesizdir ki, Türkiye insan hak ve özgürlüklerini eksiksiz olarak temin etme yönünde girdiği demokrasi yolundan asla geriye dönmeyecektir. Türkiye bütün kazanımlarına sahip çıkarak aydınlık yolunda yürüyecektir. Avrupa Birliği kriterlerini benimseyen, evrensel hukuk kurallarını şiar edinen ve kendi halkının değerlerini baş tacı edinen Türkiye’nin yol haritası bundan böyle hiçbir zaman, hiçbir şekilde, hiçbir kuvvet eliyle devlet içinde örgütlenen cuntalar, cuntacılar, illegal suç örgütleri tarafından değiştirilemeyecektir. 

Teşekkür 

TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu olarak talep ettiğimiz belge ve bilgileri gönderen başta Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül’e... Çalışmalarımızın yürütülmesinde desteklerini esirgemeyen Meclis Başkanımız Sayın Cemil Çiçek’e... Yazılı olarak sorularımızı cevaplamanın yanında bütün darbe dönemlerine ışık tutacak tüm belge ve bilgileri komisyonumuza gönderen Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’a... Belge ve bilgi göndererek veya bizzat katılarak sorularımızı cevaplayan sayın bakanlarımıza... Tüm dönemleri içeren açıklamalarıyla 9. Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman Demirel’e... Eski Meclis Başkanlarımız Ferruh Bozbeyli ve Mustafa Kalemli’ye, eski Başbakanlarımız Bülend Ulusu ve Tansu Çiller’e... Bilgi ve belgeleri gönderen tüm kurum ve kuruluşlara... Bizzat katılarak sorularımızı cevaplayan sivil toplum örgütlerine, medya mensuplarına, eski yargı mensuplarına, üniversitelere, iş dünyasına, teşekkürlerimizi sunuyoruz. 

Ayrıca, Mecliste böyle bir komisyonun kurulmasına öncülük eden siyasi partilerimiz; AK Parti’ye, Cumhuriyet Halk Partisi’ne, Milliyetçi Hareket Partisi’ne, Barış ve Demokrasi Partisi’ne... Ve onları temsil eden gayretli çalışmalarıyla bu raporun ortaya konmasındaki emekleri nedeniyle üye milletvekillerimize... Komisyon raporumuzun ortaya konmasındaki büyük emekleri ve gayretli çalışmaları nedeniyle bütün uzman arkadaşlarımıza... Meclis çalışanlarına… Komisyon çalışmalarımızı başından beri titizlikle takip ederek büyük çaba sarf 
eden tüm kamuoyuyla paylaşmamıza katkı sağlayan emekçi parlamento muhabirlerine ve bu konuda bir kamuoyu oluşmasına katkı sağlayan tüm medya mensubu ve yöneticilerine... En içten teşekkürlerimizi sunarız. 

Ayrıca Bilgi taleplerimizi karşılayan Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, Başbakanlık, Adalet Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Ekonomi Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Hazine Müsteşarlığı, Merkez Bankası, MASAK, TRT, RTÜK, YÖK, HSYK, MGK, BDDK ve TMSF’ye de ayrıca teşekkür ediyoruz. 

En büyük teşekkürümüz ise Milletimize… 
Nimet Baş 
TBMM Darbe ve Muhtıraları 
Araştırma Komisyonu Başkanı 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR




***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder