Şeyh Sait İsyanı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Şeyh Sait İsyanı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Aralık 2020 Cuma

İki MİT çi Fetullah ile Öcalan’ın İhanet Hikayesi !

İki MİT çi Fetullah ile Öcalan’ın İhanet Hikayesi !



Bülent Türker, Sabahattin Önkibar, ihanet hikayesi, Bülent Arınç, Fetullah Gülen, Fuat Doğu, Risale-i Nur, Kesire Öcalan, Şeyh Sait isyanı, Abdullah Öcalan,



Sabahattin Önkibar.,

26.4.2017

Fetullah Gülen’i MİT’e alan isim kurumun efsane isimlerinden 60’lı yılların ortalarından itibaren 2 kere Müsteşar olan Korgeneral Fuat Doğu’dur.
Fuat Doğu’nun Gülen’i teşkilata alma amacı, Yeşil Kuşak Projesi bağlamında Risale-i Nur guruplarını Komünizme karşı örgütlemek ve Nur Cemaatinin 
içinde devlet damarı oluşturup içerden bölmekti.

Fetullah Gülen bunun için MİT’de 2 yıla yakın özel eğitim gördü.
_    Bülent Arınç’ın, “ Mülkiye’de iken Namazlı-Abdestli çocuktu ” dediği Abdullah Öcalan’ı MİT’e alan isim ise Fuat Doğu sonrası bütün 70 yıllarda MİT’e 
Müsteşar ve vekil olarak hakim olan general Bülent Türker’dir.

Onun amacı da o Dönem ortaya çıkan ayrılıkçı Kürt hareketini içerden kontrol altında tutmaktı.

Hayır bu aktardıklarım sır değil, Fetullah’ın önce Nurculara, sonrasında ise Erbakan hareketine karşı panzehir olarak görülüp Kenan Evren dahil, 
Özal ve Demirel tarafından bile desteklendiği yaşananlarla kanıtlıdır.
Keza APO’nun eşi Kesire Öcalan’ın babasının MİT mensubu olduğu kayıtlardadır. 
Bknz; http://www.radikal.com.tr/turkiye/iste-ocalanin-mitci-kayinpederi-1028554/

   Peki niye mi ihanet ettiler?

Daha Büyük bir güç onlara kişisel ikbal vadettiği için!
Öcalan 80’lerin başlarında, Fetullah ise 90’ların başlarında MİT’i aşıp CIA’den teminat ve talimat almaya başladılar ki birine Mehdilik,  diğerine 
‘ Büyük Kürdistan’ın kuruculuğu vadedilmişti.'
Benzer şey Afganistan’da ABD’nin başına geldi... El Kaideyi SSCB’ye karşı var eden CIA iken, bu örgüt daha sonra bizdeki Fetullah ve Öcalan misali 
efendisine ihanet etti.
   Aradaki fark şu:
_  ABD ihanet sonrası, El Kaide’yi bahane edip sadece Afganistan’ı işgal etmedi, aynı zamanda önderi Usame Bin Ladin’i yok etti.
SOKAK VE YENİ GEZİ DİRENİŞİNE HAYIR!
Doğrudur referandum kirli ve YSK’nın tutumu endişe vericidir.
Ancak buna karşı çıkmanın yolu yeni Gezi direnişlerini tertiplemek olmamalıdır.
Reklamdan sonra devam ediyor 
   Öyle, Çünkü böyle bir teşebbüs abartısız Türkiye’yi iç savaşa taşır.
Sadece FETÖ’cü casuslar değil, bütün terör örgütleri ile yabancı istihbarat örgütleri devreye girer ve olmadık sabotajlar yapılır.
Etnik, inanç ve mezhep ekseninde ajitasyonlar yapılıp toplum karşı cepheleştirmelerle patlatılmaya çalışılır.
_  Hülasa yeni Gezi’ye de sokağın çare yapılmasına da Türkiye’nin bekası adına hayır diyoruz.

ZARRAB KÜRDİSTAN TAKASI!

Rudolpf Giuliani kim?  
Newyork eski Belediye Başkanı ve ABD Başkanı Trump’ın yakın arkadaşı.
Dahası, Reza Zarrab’ın avukatı.
İşte bu Giuliiani, Doğu Perinçek’in açıkladığına göre Ankara gelip Tayyip Erdoğan ile gizlice buluşmuş.
Ne konuştukları sır, lakin Batı medyasına göre buluşma Reza Zarrab dosyası ile alakalı imiş.
Ve ABD medyasından son haber:
_   Buna göre Giuliani ile Tayyip Erdoğan Zarrab dosyası ile PYD’nin takası bağlamında anlaşmışlar.
Dolayısı ile artık Türk Ordusunun Suriye’de Rakka ve veya Münbiç diye bir hedefi ve zerre bir amacı kalmamış.
   Eğer bu haber doğru ise soru şudur:
Fırat Kalkanı isimli hareketla Suriye’ye sürülen 71 Mehmetçik neden şehit oldu?
Türk Silahlı Kuvvetleri Suriye’ye niçin girdi ve şimdi nerede duruyor?
https://www.aydinlik.com.tr/kose-yazilari/sabahattin-onkibar/2017-nisan/iki-mit-ci-fetullah-ile-ocalan-in-ihanet-hikayesi
İşte Öcalan'ın MİT'çi Kayınpederi.,
Abdullah Öcalan,  MİT çi Kayınpederi, Ali Yıldırım, Atatürk, Cumhuriyet Halk Partisi, İsmet İnönü, PKK, Hollanda,Türkiye, 
Habertürk, Uğur Mumcu, Milli Emniyet Hizmetleri, Fuat Doğu, Rudolpf Giuliani, Kesire Öcalan,

11/11/2010 
Abdullah Öcalan'ın MİT'te çalışan kayınpederi Ali Yıldırım'ın fotoğrafı ortaya çıktı.
Habertürk gazetesi Abdullah Öcalan'ın yıllarca MİT'te çalışan kayınpederi Ali Yıldırım'ın fotoğrafına ulaştı. 
Ancak Ali Yıldırım'ın nerede olduğu halen bilinmiyor. Kızı ve aynı zamanda bir dönem Öcalan'ın eşi olan Kesire Öcalan ise Hollanda'da yaşıyor. 
Öcalan eşi hakkında "Son derece iyi eğitilmiş biri. Ajan olup olmadığını çözemedim" demişti.

KIZININ ÖCALAN EVLİLİĞİ

Ali Yıldırım Türkiye 'nin ilk istihbarat teşkilatı olan Milli Emniyet Hizmetleri Riyaseti'nde (MAH) çalıştığı biliniyor. Ali Yıldırım karşı çıksa da kızı Kesire'nin 
1978'de Öcalan ile evlenmesine engel olamamış. Uğur Mumcu'nun bu konuyla ilgili araştırma yaptığı biliniyor.

ŞEYH SAİT VE DERSİM İSYANINDA ATATÜRK 'ÜN YANINDA,

Ali Yıldırım'ın 1970'lerde MİT ile bağlantısını kesse de Öcalan hakkında teşkilata bilgi verdiği iddia ediliyor. 

Şeyh Sait isyanında Atatürk'ün safında yer aldı. Kurulan İstiklal Mahkemeleri'nde sanıklara yöneltiler suçlamaların bilgi kaynağı ondan geldi. 
İsyan sonrası Şeyh Sait taraftarları arasında sarık ve cübbe giyerek bilgi topladı.
Dersim isyanında da devletin yanında yer aldı. O isyana katılmayan tek aşiret Ali Yıldırım'ın da üyesi olduğu Şadi aşireti oldu. 
General Abdullah Alpdoğan aracılığıyla İsmet İnönü ile görüşüyordu. 1970'li yıllarda Karakoçan'da CHP 'de belediye başkan adayı oldu. 
Ancak Adalet Partisi taraftarlarınca linç edilmek istendi.

ÖCALAN İLE KAVGALI AYRILDILAR

Kızı Kesire ise halen Öcalan ile evli görünüyor. 10 yıl birlikte yaşadıktan sonra Öcalan'ı Diktatörlükle suçladı. Örgüt tarafından " Hain ve İşbirlikçi " ilan 
edilen Kesire, Hollanda'ya kaçtı. 22 yıldır PKK ve Öcalan hakkında konuşmadı.
http://www.radikal.com.tr/turkiye/iste-ocalanin-mitci-kayinpederi-1028554/


*******

Öcalan'ın Suriye'den Çıkışı

23/3/2000 - 11:00 - Atin Yorumlar Bu Yazıyı Bir Tanıdığına Yolla Bu Yazıyı Yazdır  
      
Yeni bir stratejinin başlangıcı mı?

PKK, Abdullah Öcalan ve bir grup arkadaşı tarafından, 27 Kasım 1978 tarihinde Diyarbakır'ın Lice İlçesi'ne bağlı Fis Köyü'nde kuruldu. Amaç Türkiye Cumhuriyeti' nin hakimiyeti altındaki topraklardan bir bölümünü ayırarak, yerine Marksist-Leninist temellere dayalı Kürt devleti kurmaktı.
Öcalan, 1979 yılında Suriye’ye geçti ve Şam yönetiminin himayesine girdi. Kanlı eylemlerini buradan sevk ve idare etti, erinden generaline, köylüsünden öğretmenine, sivil-asker 35 binin üzerinde kişinin ölümüne, şehit olmasına sebep oldu. Türkiye’yi kana boğdu.

Bölgenin en güçlü ordusuna sahip Türkiye, Suriye’nin PKK ve Aptullah Öcalan’a verdiği doğrudan desteğe tam 19 yıl sessiz kaldı. Diplomatik görüşmelerle, gidip-gelen heyetlerle sorunun çözümüne çalışıldı, hiç bir netice alınmadı. Teröristler Suriye’den girip eylem yapıyor, sıkışınca tekrar Suriye’ye dönüyorlardı. PKK terörü, Güneydoğuda’da, kendi topraklarımızda asayiş görevlilerini bile sokağa çıkamaz hale getirdi.

Bu 19 sene içinde PKK devamlı büyüdü. Ülke içinde silahlı gücünü, ülke dışında da siyasi örgütlenmesini geliştirdi. Hemen hemen dünyanın her yerinde temsilcilikler kurdu. Yayın organlarını, televizyonunu ve 1995 yılında ‘‘Sürgündeki Kürt Parlamentosu’’ nu oluşturdu. Büyüyüp yayıldıkça beynelmilel alandaki desteği de arttı. Bir yandan kanlı eylemler gerçekleştirirken bir yandan da ezilen halklar tiyatrosu oynanıyordu.

Eylül 1998’de sahne birden bire değişti. İlk tepki, “Suriye'ye karşı sabrımız kalmadı. Türkiye beklediği karşlığı alamazsa, her türlü tedbiri almaya hak kazanacaktır’’ şeklinde Kara Kuvvetleri Komutanı’ndan geldi. Bunu diğer devlet büyüklerinin aynı mealdeki açıklamaları izledi.
Suriye mesajı almış, bu sefer “Öcalan Suriye’de değil. İsterseniz kendiniz gelin tetkik edin” şeklinde cevap vermemişti. Bir sure sonra Öcalan’ı topraklarından çıkardı.

Ondan sonrası malum, bir müddet köşe kapmaca, Kenya operasyonu ve Öcalan’ın Türkiye’ye getirilişi.

Tuncay Özkan’ın yeni yayımlanan “Operasyon” isimli kitabında bu bölüm en ufak ayrıntılarına kadar verilmiş.

“Günlerden perşembeydi. 4 şubat 1999 akşamı, olağan gibi gözüken her şey, az sonra gerçekleşecek randevuyla, bambaşka bir boyuta taşınacaktı.

Amerikan gizli servisi CİA’ nın Ankara temsilcisi, Yenimahalle’de bulunan, Türk gizli servisi MİT’in resmî konutundaki randevusuna tam saatinde geldi. İki gizli servis mensubu karşılıklı nezaket sözcüklerinin sonrasında iş konuşmaya başladılar. Amerikalı casus, MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’a çok önemli bir teklifte bulunuyordu.

CİA yetkilisi, MİT Müsteşarı’na, PKK terör örgütünün başı Abdullah Öcalan’ın ortak gerçekleştirilecek bir operasyonla yakalanmasını ve Türkiye’ye getirilmesini öneriyordu.

Saat 21.15 sularıydı. Şenkal Atasagun olayla ilgili biraz daha bilgi istedi. CİA yetkilisi ne istendiğini anlamıştı. Amerika, Türkiye’ye Abdullah Öcalan’ı teklif ediyordu. Ama şartı neydi? Amerika Öcalan’ı niye Türkiye’ye verecekti?
Amerika’nın Şartı açıktı:
“Operasyonu Amerikan ve Türk ekipleri gerçekleştirecek. Ancak ne olursa olsun Abdullah Öcalan Türkiye’ye sağ olarak getirilecek, mahkemede adil olarak 
yargılanacak ve öldürülmeyecekti.”
Açıkça istenilen buydu. Ama sonradan yaşananlar olayın getirdiği olumlu rüzgârların Amerika’nın Usame Bin Laden, Saddam Hüseyin ve İran’a karşı 
girişeceği operasyonlarda MİT’in verdiği desteğin bu istek kadar önemli olduğunu ortaya koydu.
Amerika’nın şartı.,
Amerika şart olarak, Abdullah Öcalan’ın sağ olarak Türkiye’ye getirilip, yargılanması ve öldürülmemesi konusunda garanti ve güvence istiyordu. 
Onlara göre en önemlisi buydu. Türkiye’nin Öcalan’ı yok etmek konusundaki daha önce gerçekleştirdiği operasyonlardan haberdar olan Amerikan yönetimi,  Öcalan’ın sağ ele geçirilmesinde ısrarlıydı.
Şenkal Atasagun, Amerikalı temsilcinin sözlerini dikkatle dinledi. Bu konudaki kararı tek başına vermesinin mümkün olmadığını aktardı.
Atasagun, Başbakan Bülent Ecevit’e ulaştı. Ecevit o sırada Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in verdiği bir yemek nedeniyle Çankaya’da Başbakanlık Konutu’nun 
hemen altında bulunan Dışişleri Konutu’ndaydı. Konu çok özeldi ve hemen görüşmek gerekiyordu. Ecevit, ”gelin” dedi. Atasagun’a başbakanlık konutunda 
randevu verdi.
Saat 22.45’de Başbakan Ecevit ile MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun başbaşa görüşmeye başladılar. Ecevit, CİA yetkilisinin aktardıklarını duyunca, 
Cumhurbaşkanı’na bilgi vermek gerektiğini söyleyip, Süleyman Demirel’i aradı.
Çankaya Köşkü 4 şubat 1999 perşembe gününü yorgun geçirmişti. Cumhurbaşkanı Demirel’in “devlet günü” dediği günlerden biriydi. Sabah 09.00’dan, 
akşam 20.00’ye kadar yoğun bir şekilde çalışılmıştı. 
Saat 17.30’da MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun, 18.00’de Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, 19.00’da ise Başbakan Bülent Ecevit 
Çankaya Köşkü’ne gelerek brifing dosyalarını anlatmışlardı Demirel’e. Kapıda bekleyen gazeteci ordusu, bu haftalık ve olağan geçen görüşmelerden 
bir şey çıkmayacağını çok iyi biliyordu.
Ama Başbakan Ecevit’in telefonuyla sarsılan Çankaya Köşkü’nde az sonra gerçekleşecek zirve, hepsinden farklıydı. Saat 23.10’da olağanüstü zirveye 
kapılarını açmıştı Köşk.
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Bülent Ecevit ve MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun konuyu tartışmaya başladıklarında Genelkurmay 
Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu da toplantıdaki yerini aldı. Kapıda gazeteciler yoktu. Toplantıdan bakanların dahi bilgisi olmamıştı. Ankara’da çıt çıkmıyordu.
MİT VE CİA’nın gizli protokolü, Atasagun kendisine iletilen teklifi aktardı. Amerika’nın şartı kabul edilebilir bulunuyordu. Öcalan, sağ olarak ele geçirilirse, Türk gizli servisinin elemanları kendisini “sağ ve sağlıklı” olarak Türkiye’ye getirecekler ve adalete teslim edeceklerdi.
Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu, Öcalan’ın “teslim edilebilirliği konusuna çok güvenmediğini” belli ediyordu. Ama bu operasyona girilmeliydi.
Operasyonun bütün sorumluluğu Şenkal Atasagun’a verildi. Operasyon başından sonuna kadar MİT’e ve müsteşarına teslim edildi. Atasagun’un isteği 
üzerine Genelkurmay İstihbarat Dairesi’nin başında bulunan General Fevzi Türkeri de, çalışmaya dahil edildi.
Ankara soğuktu. Işıklar içindeki kentin manzarası üzerinde dumanlar vardı. Büyük sırrı saklayacak olan zirve konukları Çankaya Köşkü’nden ayrı ayrı çıktılar. 
Ayrı kapıları kullandılar. Sırlarıyla beraber kentin buz tutmuş yollarında gözden kayboldular.

Atasagun, Çankaya Köşkü’nden ayrıldıktan sonra yeniden konutuna, kendisini beklemekte olan CİA yetkililerinin yanına döndü.
“Tamam” dedi, “Abdullah Öcalan sağ olarak getirilecek ve yargıya teslim edilecek. Bağımsız Türk yargısı kendisini en adil bir şekilde yargılayacak.”
Asrın gizli servis operasyonu işte bu sözlerle başlamış oluyordu. İki gizli servis arasında hemen oracıkta bir kâğıt üzerinde basit bir protokol yapıldı. 
Protokol içinde şunlar yazıyordu:

“Abdullah Öcalan’ın ele geçirilerek Türkiye’ye getirilmesinde Türk gizli servisi MİT ile Amerikan gizli servisi CİA birlikte ve ortak bir operasyon yapacaklardır. 
Öcalan sağ olarak ele geçirilip adil bir şekilde yargılanacaktır.”
Oturulup bir hazırlık planı yapıldı. Her şey bir anda gelişti. Öcalan, operasyonuna ad bile konmadı.

Ankara’da CİA zirvesi,

4 şubat 1998 gününe Rusya’nın aksine Ankara, olağan alarm durumuyla girdi. Öcalan izleniyordu. Olağanüstülük yoktu. Akşam saatlerinde CİA’nın Ankara istasyon şefi, MİT Müsteşarı Atasagun’a Öcalan’ı teklif etti ve Türk devleti Amerika’nın şartını kabul edince oturulup bir protokol hazırlandı. 

Öcalan, operasyonuna ad bile konmadı. Amerikalılar Öcalan’ın Yunanistan’da olduğunu ve sonraki aşamalarda neler yapılması gerektiğini anlattılar.
Hemen MİT içinde bulunan özel eğitilmiş gruplardan bir ekip hazırlandı. Bu ekipte çoğunluk MİT Anti Terör Dairesi’nde yetişmiş daha sonra yakın koruma konusunda uzmanlaşmış genç elemanlar vardı.

Cavit Çağlar 200 000 dolar aldı,

Takvimler 5 şubat 1998 gününü gösterdiğinde hazırlanan bu yedi kişilik ekibe uzun menzil uçabilecek bir uçak aranmaya başlandı. Uçak hiç yakıt almadan 
uzun uçuş yapabilmeliydi. Hızlı olmalıydı. Dikkat çekmemeliydi. Yapılan aramalar sonucunda işadamı Cavit Çağlar’a ait jet uçağının aranan niteliklerde olduğu saptandı. MİT müsteşarı, Çağlar’ı aradı. Kendisinin çıkacağı bir yurtdışı gezi için uçağı kiralamak istediklerini söyledi. Çağlar bunu memnuniyetle karşıladı. Uçağın kiralanmasının bedeli olarak 200 000 dolar fiyat biçti. MİT, Çağlar’ın teklifini kabul etti ve karşılıklı olarak uçağın 200 000 dolara MİT için kiralanması konusunda anlaşıldı. Çağlar parasını kuruşuna kadar aldı.

Bu ödenen para, Öcalan operasyonunda dışardaki bir kurum veya kuruluşa ödenen tek para oldu. 
Ne Kenyalı yetkililere, ne de operasyona yardımcı olan Amerikalılar ile diğer ülke teşkilatlarına Öcalan için bir tek kuruş dahi para ödenmedi. 
Rüşvet veya hizmet karşılığı olarak herhangi bir ödeme yapılmadı.

Taşeron yok MİT yaptı,

Uçakta hiçbir ülkenin veya Türk tarafının taşeronu kullanılmadı. Uçakta operasyon sırasında hiçbir Amerikalı bulunmadı. Sadece Çağlar’ın uçak mürettebatı 
da operasyonda zorunlu olarak hazır bulundu.
Operasyon bittikten sonra da Cavit Çağlar “ Soğudum, uçak üzerinde tehdit var” diyerek, uçağı MİT’e satmak istedi ama bu istek MİT tarafından 
benimsenmedi. Daha sonra aynı amaçlarda kullanılmak üzere başka bir jet uçağı MİT tarafından satın alındı.

Yılmaz biliyordu,

Antalya’da yapılan Eğitim çalışmaları 4 gün boyunca devam etti.
Öcalan operasyonunu Türkiye’de bu sırada Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Bülent Ecevit,Devlet Bakanı Hüsamettin Özkan, Dışişleri Bakanı 
İsmail Cem, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun, Genelkurmay İstihbarat Dairesi Başkanı Fevzi Türkeri, 
MİT Müsteşar Yardımcısı Miktad Alpay resmî olarak bilien kişilerdi. Bilgi sızmaması için olağanüstü dikkat sarf ediliyordu. Başbakan Ecevit bu konuda 
hiçbir sızmanın olmadığını sanıyordu. Ama yanılıyordu. Yanıldığını daha sonra anladı. Olayla ilgili olarak ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’ın da bilgisi vardı. 
Yılmaz olayı bildiğini Ecevit’e nasıl aktardığını anlattı:
“Devlet Bakanı Hüsamettin Özkan’la Abdullah Öcalan yakalanmadan iki gün önce yemekteydik.Yemek sırasında Özkan hiç bu konuda konuşmuyor, susuyordu. 
Ama bir şeyler de var. Halinden belli. Ben şu Öcalan da gelince herşey iyi olacak diye bir şey söyledim. 
Çok şaşırdı.Bana haber geldi,böyle bir operasyon olacak diye, dedim. Öcalan yakalandığında da Ecevit’e tebrik ziyaretine gittim.”

Ankara sabırsızdı,

Başbakan Ecevit ile Cumhurbaşkanı Demirel sürekli olarak operasyonu soruyorlar, sonuç alınıp alınamayacağını merak ediyorlardı.
10 şubat günü Antalya’dan Ankara’ya gelen MİT ekibi, Müsteşar Atasagun tarafından yolcu edildi. Atasagun ekibin içinde belirlenen iki lidere görevi açıkladı. 
Bunlardan biri uçağın MİT mensubu olan pilotuydu. Pilot aynı zamanda uydu telefonuyla uçaktan sürekli olarak Atasagun’a bilgi aktaracaktı. 
Olaylarla ilgili gelişmeler ve iletişim konusunda yetkili oydu. Elinin altında her an kullanıma hazır uydu telefon bulunuyordu. Diğer lider ise eski bir askerdi. 
Emekli albay uzun zamandır MİT içinde görev yapıyordu. O da 7 kişilik ekibin başında bulunacaktı. Atasagun Öcalan’ın sağ olarak Türkiye’ye getirilmesi 
talimatını verdi.Hiçbir şekilde zor kullanılmayacaktı. Ekip kendisini de bu anlamda kontrol edecekti. Öcalan sağ ve salim olarak Türkiye’ye getirilecekti.
10 şubat 1998’de uçak Türkiye’den Öcalan’ı almakla görevlendirilen ekiple birlikte havalandı. İlk rota Mısır üzerinden Uganda’ya göre çizilmişti. 

Uçakta yolculuğu belgeleyecek video çekimleri yapıldı. Mısır piramitlerinin üzerinden geçerken, üzerinden uçulan ülkelerin kentlerinin hava görüntüleri alındı. 
Ekip Uganda’ya ulaştığında, Öcalan’ı almakla görevli olan yedi kişi uçaktan hiç çıkmadı. Hep talimat beklediler. Hareketlerine Amerikalılarla birlikte Ankara’dan gelecek emirler yön veriyordu. 10 şubatta Uganda ’ya ulaşan ekip 14 şubat akşamına kadar hep haber bekledi. Bu sırada tam iki kez Öcalan’ın alınması için harekete geçirildi. Ancak Öcalan Kenya’da baskılara karşı direniyordu. 

Amerikalıların ve Yunanistan’ın bastırmalarına karşın Yunan Büyükelçiliği’ni terk etmiyordu.

14 şubat akşamı uçağa Kenya’nın başkenti Nairobi’ye hareket etmesi emri verildi. 15 şubat pazartesi günü Nairobi’de geçirilecekti.

Uçak hazır

Nairobi Havaalanı’ndaki Türk ekibine öğlenden sonra her an hazırlıklı olması için gerekli talimat ulaştırıldı. Bunun üzerine herkes uçak etrafındaki görev 
yerine geçti. Sorun çıkması beklenmiyordu.

Akşam 19.20 sularında havalanının özel bölümündeki tel kapıların açıldığı görüldü. Beklenen an gelmişti. Uçağın içindeki ve etrafındaki Türk görevliler hazır 
bekliyorlardı. Aralarında Amerikalı yoktu. Bütün ekip MİT görevlileri ile asker kökenli kardiyolog doktordan oluşuyordu. Etrafta Kenyalılar bulunuyordu. 
Ama havaalanında ve Öcalan’ın gelişinde Almerikalılar sıkı bir izleme ve gözleme faaliyeti gerçekleştiriyordu. Amerikalılar Türk görevlilerin sözlerini yerine 
getirip getirmeyeceklerini merak ediyorlardı.Öcalan sağ olarak Türkiye’ye ulaştırılmalıydı.

Öcalan hiç şüphelenmedi

Öcalan’ı getiren otomobil aprona girdi. Türk ekibini taşıyan uçağın yanına kadar geldi.

Öcalan, Kenyalı yetkilerle birlikte gayet rahat ve neşeli bir biçimde elindeki çantasıyla uçağa doğru yöneldi. Hollanda’ya gideceğini sanmaktaydı. 
Uçağa şöyle bir göz atmış, ama dikkatini çekecek hiçbir şey görememişti. MİT ekibi nefesini tutmuş olanları izliyordu. Öcalan hızlı adımlarla uçağın 
merdivenlerine yöneldi. Kapıda duran uzun boylu, sarışın, yeşil gözlü Türk görevliyi hafif bir gülümsemeyle selamladı. Fizikî görüntüsü Batılıları andıran 
görevli kendisine gülümseyerek karşılık verdi. Rahat bir biçimde uçaktan içeriye girdi. Hiç şüphelenmemişti.

Öcalan’ın içeriye girmesiyle, MİT görevlilerinin Öcalan’ın üzerine atlamaları bir oldu.Öcalan bir anda, bir eşya gibi özel bir bant ve kelepçeyle paketlendi.
Abdullah Öcalan uçağın içinde hiç karşı koyamadı. Yere yatırıldığında da, sonrasında da hiç direnmedi.Türk görevliler kendisine karşı zor kullanmadılar.
Elleri, ağzı ve gözleri anında bantlandı.Askeri doktor sağlık kontrollerini yapıyordu. Öcalan iyiydi. Ama yakalandığını anladığında şoka girmişti. 

Kendisine de bir zarar vermemesi için olağanüstü dikkat gösteriliyordu.
Her dakika kayda geçti Öcalan uçağa girdiği andan itibaren videoyla kayıt yapılmaya başlanmıştı.Uçak yolculuğu boyunca toplam 90 dakikalık çekim gerçekleştirildi Öcalan uçağın içinde bir süre “paketlenmiş” olarak tutuldu. Uçak kalkış izni alıp pist başı yaptığında saatler 20.00’yi geçiyordu. 15 Şubat 1998 günü  Öcalan eldeydi ve Türkiye’ye doğru yola çıkıldı.
Öcalan uçak havalandıktan sonra bir koltuğa oturtuldu. Ellerinde kelepçe vardı. Gözleri ve ağzı bantlıydı. Önce ağzındaki bant açıldı. Sonra gözlerindeki. Öcalan yakalanmanın şokuyla midesinin yandığını belirten şeyler yapıyordu. 
Ama konuşamıyordu. Tutulmuştu.

Öcalan’a ne uçağa binmeden önce ne de bindikten sonra uyuşturucu, uyutucu veya bilincini bozacak hiç ilaç verilmedi.
Öcalan korkmuştu. Öcalan’ı sarmalayan özel bantlar çözülürken onlarca arkadaşını PKK’yla mücadelede şehit veren, MİT görevlisi o tarihî sözleri dile getirdi:
“Abdullah Öcalan, memlekete hoş geldin.”
Kenya’dan hareket eden uçak Öcalan’ın söylediklerinin aksine hiçbir yere uğramadan doğruca Türkiye’ye yöneldi. Uçak bunun için seçilmişti zaten. 
Kenya ekibi Ankara’yla direkt olarak görüşüyordu. Öcalan’ın yakalandığı operasyonu bizzat Şenkal Atasagun yönetiyordu. Atasagun önce operasyonun 
başarıyla gerçekleştiği mesajını aldı. Ardından da 15 şubatı 16 şubata bağlayan gece Öcalan’ı taşıyan uçağın Türk hava sahasına girmesini bekledi. 
Amerikalılardan da çek edilmişti, operasyon başarıyla tamamlanmıştı.

Saat 02.00

Öcalan’ı taşıyan uçak hava sahasına girdiğinde (16 şubat 1999) saat 02.00 sularıydı. Şenkal Atasagun sırasıyla Başbakan, Genelkurmay Başkanı ve 
Cumhurbaşkanı’nı arayarak “Paket geldi” dedi. Bu Abdullah Öcalan’ın yakalanışının habercisiydi. Liderler heyecanlıydı. Ayrıntıları istediler. Operasyonun başarılışı ve uçağın Türk hava sahasında olduğu liderlere tek tek anlatıldı.
Olağanüstü uçuş İstanbul Havalimanı’nda sona erdi. Saat 03.30 sularıydı. MİT’in işi İstanbul’da sona erdi. Bu ana kadar operasyonun içinde bulunmayan askerler devreye girdiler. Öcalan’ı MİT mensuplarından askerler devraldılar.
Bu sırada Kenya, Yunanistan ve Hollanda’da bulunan Öcalan’ın avukatları ile Almanya’daki PKK büroları Öcalan’ın kaybolduğunu veya ele geçtiğini duyurmaya başlamışlardı.”

Ondan sorası malum. Başbakan’ın açıklaması, zafer işaretleri ve yargılama safhası. Öcalan asılsın mı, asılmasın mı münakaşaları, avrupa topluluğuna yeşil ışık, rencide olan şehit aileleri ve gaziler, gösteriler, mitingler.
Bütün bu gelişmeler, “Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması acaba yeni bir stratejinin, PKK’nın siyasallaştırılması ve legalize edilmesi hareketinin başlangıç noktası mı?” sualini akla getiriyor.

Ne olmuş, ne değişmişti?. Sabrımızın taşması, meşru-müdafa hakkımızın kullanılması için 19 yıl kan akması mı gerekliydi? Yoksa olayın ne kadar ciddi 
olduğunun yeni mi farkına varmıştık. Neden bu çıkışlar 10 sene, 15 sene önce veya büyük bir katliamdan sonra yapılmadı? Türk İstihbaratı yıllardan sonra 
Suriye’de Öcalan’ın barınaklarını saptamış ve kontrol altına almıştı. Bataklık tespit edilmiş, kurutulması an meselesiydi. MİT içinde Öcalan’a karşı başarılı aktif faaliyet yürüten bu kadro neden birden bire dağıtıldı. Öcalan Suriye’den çıktıktan sonra Rusya gibi bir ülke onu himayesine alıp Suriye emsali “burada yok, isterseniz heyet yollayıp kendiniz bakın” deseydi ne yapacaktık? 19 yılın çalışmasını sıfırlayıp, yeniden yıllarca yerinin tespitine mi çalışacaktık? Amerika destek vermeseydi, gelişmeler ne şekilde olurdu? Öcalan’ı kendi imkanlarımızla, milli operasyonlarımızla yakalayıp getirebilir, zafer işaretleri verebilir miydik? Banka olaylarının gündemde olduğu bir tarihte neden Cavit Çağlar’ın uçağı? Amerika neden daha önce destek vermedi de simdi verdi? Kuzey Irak’taki yeni yapılanma ile Öcalan olayı arasında bir münasebet var mı?

İşte bu sualler, yeni bir suali: “Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması acaba yeni bir stratejinin, PKK’nın siyasallaştırılması ve legalize edilmesi hareketinin 
başlangıç noktası mı?” sualini akla getiriyor.

***

27 Kasım 2016 Pazar

OSMANLIDAN AKP YE ÇÖZÜM GETİRMEYEN KÜRT YAKLAŞIMLARI,



OSMANLIDAN AKP YE  ÇÖZÜM GETİRMEYEN KÜRT YAKLAŞIMLARI,



Osmanlı'dan AKP'ye... Çözüm Getirmeyen YAKLAŞIMLAR...
Kurdians: Thursday, 
June 19, 2008
elazizalacakaya 


Hesap Hep Aynı: Kontrolde Tutmak 





Başbakan Tayyip Erdoğan, 27 Mayıs'ta Diyarbakır'da 10 bakan ve 75 milletvekiliyle bir çıkartma yaparak GAP paketi kapsamında planını açıkladı. 
Açıklanan bu paket geçmişten günümüze ulaşan 16'ıncı paketti. 1989'dan bu yana Bölge için hazırlanan 15 paket havada kaldı. AKP hükümeti de diğer hükümetler gibi sözler vererek 5 yılda GAP'a 12 milyar dolar aktarılarak GAP'ın tamamlanacağını savunuyor. 1963 yılında startı verilen ve 45 yıldır bir türlü tamamlanamayan GAP'ın Türkiye ekonomisindeki yerini irdelemekte yarar var. Osmanlı'dan günümüze her dönem Bölge'ye ayrı bir rol ve misyon biçildiği, Bölge'yi kontrol arzusunun depreştiği görülmektedir. Osmanlı döneminde Bölge illeri tahıl ambarı rolünü oynamaktaydı. Bir de Bölge'de Süryani ve Ermeni ustalarının çabasıyla kurulan dokuma tezgahları önemli bir yer tutmaktaydı. Bölge kentleşme açısından birçok bölgeden daha iyi konumdaydı.free kurdistan azadi 19. yüzyılda Osmanlı toprakları Fransa, İngiltere ve Almanya'nın yatırım ve manevra sahasına dönüşmüştü adeta. ABD firmaları ise Bölge'ye girme çabası içerisindeydi. 

Ege ve Çukurova'nın Fransızlar tarafından ele geçirildiğini düşünen Almanlar, Mezopotamya'nın bakir topraklarında yatırım kararı aldılar. Almanlar İzmit'ten Basra'ya uzanan bir demiryolu inşasına başlanması için Osmanlı devletinden imtiyaz hakkı aldıktan sonra çalışmalarına başladı. Bağdat Demiryolu'nun İzmit, Eskişehir, Konya, Adana üzerinden  Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde Diyarbakır'ın kuzeyinden geçerek Bağdat'a ulaştırılması planlandı. Almanlar diğer yandan tarımsal kapasitenin artırılması için çalışma başlattı. Almanya, Mezopotamya topraklarından Rusya'ya kadar tahıl üretebileceği hesapları içerisindeydi. 



Yine Mezopotamya pamuk tarımı ve madenler yönünden ise bakir bir alandı. 1890-1896 yılları arasında İzmit'ten Ankara ve Konya'ya uzanan demiryolu, 
20. yüzyılı belirleyen petrol yatakları nedeniyle başarıya ulaşamadı. Kerkük petrolünün Diyarbakır ve çevresindeki bölgeden daha verimli olduğu tespit edilince demiryolunu Diyarbakır'ın kuzeyinden geçirme olasılığı zayıfladı. 

1912 yılında Konya'dan Karapınar'a 290 kilometre tren yolu yapıldı. Daha sonra Toprakkale, İskenderun Demiryolu yapıldı. Bu demiryolu 453 km'lik Islahiye, 
Ruseyeyn ve 119 km'lik Bağdat-Samara hatlarıyla devam ettirildi. Birbirinden kopuk bu hatlarla Bağdat projesi sona erdi. Cumhuriyet döneminde Nusaybin-Kilis arası tamamlanarak bu bölgede demiryolu yapımına son verildi. demiryollari tren kurdistanKısacası Bağdat Demiryolu Kürtlerin yoğunluklu olarak yaşadığı bölgelerin dışından Bağdat'a bağlandı. 1914'te gizli anlaşmayla Kuzey Anadolu ve Suriye Fransızlara bırakıldı. İngilizlerle yapılan anlaşma sonucu hattın Basra'ya götürülmeyerek, Basra bölgesi İngilizlere bırakıldı. 1910'lu yıllarda ABD firmaları Doğu Anadolu Bölgesi'nde demiryolu imtiyazı için girişimlerde bulundu. Almanya, Fransa ve İngiltere kendi imtiyaz bölgeleriyle çakışacağı gerekçesiyle bunu reddetti. 



1922 yılında Artur Chester, Ankara hükümetiyle masaya oturdu. Herhangi bir kur garantisi istemeden Bölge'de ve Musul-Kerkük bölgesinde 4 bin 400 km'lik demiryolu hattı döşeyecek bir proje hazırladı. Bu hat, demiryoluyla Karadeniz ve Akdeniz'e bağlanacak, iki bölgede toplam üç kıyı limanı yapılacaktı. Şirket bunun karşılığında demiryolunun her iki yanında 20'şer kilometrelik alanda maden ve petrol arama imtiyazına sahip olacaktı. 9 Nisan 1923'te anlaşma imzalandı. Bunun dışında ABD firması Standar Oil Company, Temmuz 1922'de Musul üzerinde egemenlik kurmak isteyen İngiliz ve Fransız sermayesiyle anlaştı. ABD'liler belirsizliğini koruyan Osmanlı topraklarında hem Ankara hükümetiyle hem de İngiliz ve Fransızlarla sözleşme yaparak kendilerini garantiye almanın hesabı içindeydi. Her koşulda ABD firmaları pastadan pay kapacaktı. 
seyh_said 1923 öncesinde Bölge'de yapılması planlanan demiryolları, anlaşmalara rağmen yaşama geçmedi. 1919'da Samsun'da başlayan Kurtuluş Savaşı sonrasında Lozan Anlaşması'yla Türkiye'nin sınırları belirlendi. Suriye ve Irak bölgesi bu sınırların dışında kaldı. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında demiryollarında imtiyaz tamamen yabancılardaydı. 1925'te Palu-Dicle-Genç bölgesinde meydana gelen Şeyh Sait İsyanı, Fransızların egemenliğinde olan demiryollarının kullanımına izin verilmesi nedeniyle yapılan asker ve mühimmat sevkiyatı sonucu bastırılmıştı. 1930'lu yıllarda Bölge'nin demiryolu ağıyla örülmesi kararında bunun da etkisi oldu. 

Cumhuriyetin ilk yılları 





Cumhuriyet döneminde ilk sanayi sayımı 1927 yılında yapıldı. Bölge'de, cumhuriyetin ilk yıllarında dokuma önemli bir yer tutuyordu. 

Bu sayımda İstanbul ve Bursa'nın yanısıra sanayide gelişmiş iller arasında Urfa, Mardin, Diyarbakır ve Erzurum kent merkezleri de bulunmaktaydı. 1927 sayımına göre, 12 Bölge ilinde 4 kişiden fazla kişinin çalıştığı işletmelerin yüzde 10.2'si, 4 kişiden az kişinin çalıştığı işletmelerin yüzde 9'u, genel işletmelerin ise yüzde 10.6'sı Bölge illerinde bulunmaktaydı. 

1927 yılında yapılan sayımda tıpkı bugün olduğu gibi Bölge illeri yine teşviklerde en son sırayı almıştı. Yapılan sayım, Sanayiyi Teşvik Kanunu'ndan faydalanan 
1417 firmanın 13'ünün Bölge firması olduğunu ortaya koymuştu. Düzenlenen İzmir İktisat Kongresi sonrasında 'devletçilik' ilkesiyle sanayi yatırımlarının startı verildi. 




Özel sektörün bulunmadığı Cumhuriyetin ilk yıllarında sanayi tesisleri devlet eliyle yapılmaya başlandı. Bugün özelleştirilen kamu iktisadi teşebbüslerin temelleri bu dönem atılmaya başlandı. Sınırlı olmakla birlikte 1930 ve 1940'lı yıllarda Elazığ'da içki fabrikası Malatya, Elazığ ve Diyarbakır illerinde devlet fabrikaları kuruldu. 
Tarım potansiyeli yüksek olan Urfa ile hayvancılık potansiyeli yüksek olan Erzurum'da bazı girişimler yapıldı. Diyarbakır ve Elazığ'da içki fabrikası, Bitlis ile Malatya'da sigara fabrikası kuruldu. Elazığ'da Guleman Krom yatakları işletmeye açıldı. 

Ceylanpınar'da Devlet Üretme Çiftliği açıldı. Bu yatırımlar fazla istihdam yaratmadı. Fakat Bölge illerinde nüfusun önemli bir kesimi tarım ve geleneksel el sanatlarıyla geçimini sağlamaktaydı. Türkiye'nin devletçi kalkınma modelini uyguladığı 1923-1940 yılları arasında Bölge kentleri gereken yatırımı almadı. Yatırım almamasının bir gerekçesi olarak Bölge'de meydana gelen Kürt isyanları gösteriliyordu. Bir diğer etmen ise Ortadoğu coğrafyasında sınırların sürekli olarak değişkenlik göstermesiydi. 
Bu dönem sınır kentlerine yapılması planlanan birçok yatırım ise Mareşal Fevzi Çakmak'ın karşı çıkması nedeniyle hayata geçirilemedi. Çakmak, bu yatırımların 
korunamayacağı kaygısını taşımaktaydı. Bor Bölge madenleri revaçta 
1930'lu yıllarda Bölge'de demiryolu inşası başladı. Bölge'ye ilk demiryolu 1931'de girdi. Mersin'den Diyarbakır Ergani'ye Gölbaşı üzerinden ulaştırılan hattın hedefi ise, Diyarbakır'daki zengin maden yataklarının Mersin Limanı'na taşınmasıydı. 1836'da Keban'da Simli Kurşun, Ergani-Maden'de bakır işletmeleri işletilmekteydi. 

Osmanlılar döneminde 3 bin aile maden üretimi için bu bölgeye getirilmişti. Osmanlı'nın son dönemlerinde ağırlaşan vergiler nedeniyle maden üretimi ise durmuştu. Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte bu madenlerin yeniden işletilmesi planlandı. 1930'larda devlet yeniden madenlere yöneldi. Bölge'nin en önemli sanayi yatırımı, Almanlarla ortak kurulan Ergani Bakır A.Ş'dir. 1924'te 3 milyon sermayeyle kuruldu. 1931 yılında demiryolu yapımı başladı, 1935 yılında tamamlandı ve maden sevkiyatı 1939'da başladı. 1951'e gelindiğinde yılda 150 bin ton ham cevher, 14 bin ton da blister bakır üreten bir tesis haline geldi. Ergani uzun yıllar Artvin Murgul Bakır işletmesiyle birlikte Türkiye'nin ihtiyacını karşıladı. 

Yine Elazığ Guleman Krom yatakları 1915'te kuruldu. 1930'lardan itibaren yeniden çıkarılmaya başlanan krom madenleri demiryoluyla bölgeden taşınmaya başlandı. 
1936'da 23 bin ton olan krom üretimi 1940'ta 92 bin tona ulaştı. Üretilen krom madeni Almanya, Fransa ve İngiltere'ye satıldı. 1943'te Almanya'dan alınan 100 milyon Alman Markı değerindeki silahların ücreti, bu madenden elde edilen kromla ödendi. 

Bölge'de tarımsal üretim 

1935 nüfus sayımına göre, Bölge nüfusu 2 milyon 435 bin iken Türkiye nüfusu 16 milyon 158 bin idi. Bölge nüfusu Türkiye nüfusunun yüzde 15'ine tekabül etmektedir. 
1945 nüfus sayımına göre, kentlerde yaşayanların oranı Türkiye genelinde yüzde 18 iken, Bölge'de yüzde 9.5 civarındaydı. 
1934 verilerine göre, buğday üretiminin yüzde 17'si, Arpa üretiminin ise yüzde 13.3'ü Bölge'den sağlanmaktadır. 1950'li yıllarda Bölge'de tarım önemli tarim dönüşümlere uğramamasına karşın ticarileşmeye başladı. Fakat Batı'yla entegrasyon, ulaşım sorunu nedeniyle sağlanamıyordu. Türkiye'deki ekili alanlar içerisinde Bölge'nin payı yüzde 14.42 idi. Bölge'de ekili alanın yüzde 91'inde yapılan tahıl üretimi, Türkiye tahıl üretiminin ise yüzde 14.9'unu oluşturmaktaydı. Bu dönem, Urfa, Kars, Diyarbakır, Malatya ve Mardin Bölge'deki tarımsal üretimde ilk sırayı almaktaydılar. Fakat verim Türkiye ortalamasının altındaydı. Bu dönem tıpkı sanayide olduğu gibi tarım sektöründe de kredi kullananların oranı yüzde 2 civarındaydı. Bu dönem Adana'da tarımsal krediler için 1019 başvuru yapılırken, Bölge illerinin toplamında ise başvuru sayısı 4 idi. Demir yollarının Erzurum-Kars'a kadar gitmesi Erzurum-Kars bölgesinde hayvancılığın gelişmesine ciddi katkı sundu. 1947 istatistiklerine göre, Türkiye'deki 52 milyon hayvan varlığının yüzde 24'ü bölgeye aitti. Bu dönem Bölge arazilerinin yüzde 67'si çayır ve mera olmakla birlikte Türkiye'de 100 hektar çayır ve meraya düşen hayvan sayısı 134 iken, bu sayı Bölge illeri için 125 idi. 1950'li yıllara girerken sanayi Bölge illerinde gelişmeyen bir sektördü. Devletin gıda, dokuma dallarında kurduğu işletmelerin yanısıra akır ve krom maden işletmeleri Bölge'nin önemli sanayi yatırımlarıydı. 
1941 yılında modern tesis sayısı Türkiye genelinde 1052, bu firmaların yüzde 30'u istanbuldaydı. Bölge'deki firma sayısı ise 35 idi. 1950'li yıllara doğru Bölge'deki dokuma tezgahları da ortadan kalkmaya başladı. Tekstil fabrikalarının kurulmasıyla birlikte dokuma tezgahları bu rekabete dayanamadı. Bölge'de yeni sanayi tesisleri kurulamadığı için de dokumacılık sektörü de tarihe karıştı. 
Çok partili dönem Demokrat Parti 1950 Çok partili döneme girişle birlikte CHP 1950'de iktidardan ayrılmak zorunda kaldı. Demokrat Parti (DP) dönemi başladı. Türkiye 1948-1954 yılları arasında dağıtılan 13 milyar dolar Marshal Yardımı' ndan 354 bin dolar pay aldı. Alınan yardımlar tarımın makinalaşması, madencilik, enerji ulaşımı gibi altyapı yatırımlarında kullanıldı. Liberal dış ticaret politikasının izlendiği 1948-1953 yılları arasında tarımda ortalama büyüme hızı yüzde 13 civarında gerçekleşti. 



Bu dönem tarımın Milli Gelir'deki payı yüzde 43'ten yüzde 45'e yükseldi. 1953-1960 yılları arasında ise sanayi yatırımları ağırlık kazandı. Bu 12 yılda Bölge'de 
yapılan devlet yatırımları ağırlıklı olarak tarıma kaydı. Yine bu dönem Batı sanayisinin ihtiyacı olan petrol, maden ve hidroelektrik enerjisine ağırlık verildi. 
Ulaşım ağının geliştirilmesi ve haberleşme olanaklarının artması Bölge'deki hammaddenin Batı'ya doğru pazarlanması sürecini de hızlandırdı. 

1950 yılı öncesinde ise Bölge'de tek bir hidroelektrik santrali vardı. O da Malatya Derme Hidrolektrik Santrali'ydi. 

Bölge'de 1950-1960 arasında 4 adet hidroelektrik santrali kuruldu. 1958 yılında Elazığ Hazar Hidroelektrik Santrali batıdaki Tunçbilek Santrali'yla birleştirildi. 
Böylece Bölge'den batıya yönelik olarak enerji aktarımı da başlatılmış oldu. 1990'lı yıllara kadar Bölge'nin kırsal kesiminin yüzde 40'ına yakını elektrik enerjisinden mahrum iken, Bölge'de üretilen enerji nakil hatlarıyla sanayi bölgelerine taşınıyordu. 1970'te Keban ve daha sonraki süreçlerde Bölge'deki Karakaya, Atatürk, Birecik, Barajlarının tamamlanmasıyla birlikte Bölge, Türkiye'nin hidroelektrik üretiminde önemli bir paya sahip olacaktı. 

Tahıl üretimi 

1950'de Türkiye'de tahıl üretiminin yüzde 14.9'u Bölge illerinde üretilirken, tarımda yaşanan gelişmelere paralel olarak 1960-1962 döneminde bu oran yüzde 15.79'a kadar yükseldi. Bu dönem Türkiye'de ekili alanlar 8.4 milyon hektardan 14 milyon hektara ulaştı. Bölge'de ekili alanlar yüzde 127 artış gösterdi. 

Bu dönem Bölge'nin Türkiye genelinde ekili alanların içindeki payı yüzde 12'den 15.8'e yükseldi. 

Petrol faktörü 




Batman petrol kurdistan 1950'li yıllarda Bölge'de başlayan petrol arama çalışmaları Diyarbakır ve Siirt bölgesinde yoğunlaştı. 1961 ve 1962 yıllarında Siirt ve Batman'da bulunan zengin petrol yatakları Bölge'nin önemini artırdı. Daha sonra ise buna Adıyaman ve Diyarbakır petrol sahaları eklendi. Hidroelektrik enerjisiyle birlikte petrolde Türkiye ekonomisinin can damarıydı. Batman Rafinerisi 1955 yılında faaliyete geçti. 15 Bölge ilinin ihtiyacını karşılayacak şekilde planlanan rafineri zamanla üretimini artırdı. Petrolle birlikte İluh (Batman) ilçesi de büyümeye başladı. Batman kent merkezinde bugün 300 bin civarında bir nüfus bulunmaktadır. 

1972'ye gelindiğinde rafineri yılda 1.1 milyon ton hampetrol işleyecek kapasitedeydi. 1950-1960 döneminde devlet tarafından 40 sanayi tesisi yapıldı. 
İstanbul'da 1, Ankara'da ise 3 adet tesis yapılırken, geriye kalan 36 tesis il ve ilçeler arasında pay edildi. Ağırlık olarak bu dönem çimento ve şeker fabrikaları kuruldu. Hatta bazı yerlerde hammadde olmamasına rağmen siyasal nedenlerle fabrikalar kuruldu. 
Bu dönem Malatya, Erzincan, Erzurum ve Elazığ'da şeker fabrikaları kuruldu. Erzurum'da yem ve et balık bombinası, Diyarbakır'da yün yapağı fabrikası kuruldu. 

Bu yatırımlar 1954 seçimlerinde CHP'den DP'ye kayışı da beraberinde getirdi. Bu dönem tarımsal üretimde birçok bölgede pancar ekim alanları oluşturulmaya başlandı. 

1954 seçimlerinde DP'ye destek veren Bölge illeri, sanayileşme anlamında umduğunu bulamadığı için 1957'te yeniden CHP'ye yöneldi. 1950'de Bölge'de 
CHP 36 milletvekili çıkarırken, DP 44, 1954 seçimlerinde DP 60 milletvekili, 1957 seçimlerinde ise CHP 60 milletvekili çıkarırken, DP ise 29 milletvekili çıkarabildi. 
Bu düşüşün temelinde yatan neden ise Bölge illerinin ekonomideki pastadan yeterli payı alamamasıydı. Çünkü bu dönem Bölge'de yapılan fabrikalar siyasal 
kaygılarla yapıldığı için istihdam artışı sağlamamıştı. 


YARIN: Kentleşme profili, Yap-boz dönemi, Erbakan'ın hayal fabrikaları, Toprak dağılımında adaletsizlik, Bölgesel uçurumun derinleşmesi, 


****

 OSMANLIDAN AKP YE  ÇÖZÜM GETİRMEYEN KÜRT YAKLAŞIMLARI, 2


Hazırlayan: 
Aydın Bolkan

1960 sonrası Türkiye'de planlı ekonominin uygulandığı dönem oldu. Bu planın amacı Türkiye genelinde fırsat eşitliğinin yaratılması olarak belirlendi. Birinci plan bu esas sorumluluğun devlette olduğunu öngörüyordu. 

Yap-Boz Dönemi 




1950-1960 arasında kentleşme yüzde 55.6, Bölge'de bu oran yüzde 49.2 idi. Kentleşmenin Türkiye ortalamasının altında olmasının temel nedeni ise kırdan kente gelecek olan nüfusu Bölge kentlerinin kaldıramamasıydı. Bu nedenle Bölge'den Batı'ya ekonomik göç dalgası da bu dönemle birlikte başladı. Bölge'de yaşanan gelir dağılımındaki adaletsizlik sadece 1990'lı yıllarda değil, 1960'lı yıllarda kurulan hükümetlerin programlarında da yeraldı. 

1963-1965 döneminde 2. İnönü hükümeti programında şunlara dikkat çekiliyordu: 'Kalkınma Planı'nda yer alan sosyal politikamız gelir dağılımındaki ve bölgelerarası kalkınmadaki aşırı ve adaletsiz farkların giderilmesine dayanır. Bu amaçla milli gelirin hızla artırılması ve artan milli gelirin vergi politikası, kamu harcamaları, yatırımların teşviki suretiyle dar gelirli vatandaşlarımıza, azgelişmiş bölgelerimizde ve Doğu bölgelerimize öncelikle yöneltilmesine, böylelikle bölgeler arasındaki dengesizliğin giderilmesine çalışacağız.' 1965 yılında kurulan Demirel hükümetinin programında ise, 'Yurdun birçok bölgelerinde özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da hayat ve yaşayış şartları bakımından büyük farklar mevcuttur. Fakir bölgelerde yaşayan halkımızın daha müreffeh hale getirilmesi, iş imkanlarına kavuşturulması, bu bölgelerde yapılacak altyapı tesisleri ve sanayi yatırımlarının hızlandırılmasıyla mümkün olacaktır' denildi. 

Demirel hükümetinin 1969-1970 programında, 'Bölge'de gıda ve istihlak maddeleri sanayi geliştirilecektir. Esasen satın alma gücü çok sınırlı olan bölge halkının istihlak ettiği bazı mamüllerin uzak mesafelerden taşınması önlenecek, böylelikle hem yeni iş imkanları açılmış hem de istihlak malları makul fiyatlarla da bölgeden sağlanmış olacaktır' şeklinde yer aldı. 

Programda böyle ifade edilmekle birlikte, sanayi yatırımları et-balık kombinaları, çimento ve yem fabrikaları ile sınırlı kaldı. 1960'lı yıllarda Bölge'de elle tutulur 
devlet sanayi yatırımları bunlardı. Özel sektör ise yabancı sermaye ortaklığıyla yatırım yaparken kuruluş yeri olarak Doğu'yu hiç düşünmedi. Çünkü özel sektör azami kar hedefi nedeniyle yatırımlarını İstanbul, İzmir, Adana, Bursa gibi kentlere yapmayı tercih ediyordu. 

İllerin Ekonomik yapısı 

1960'ların ortasında Bölge Türkiye Milli Geliri'nde yüzde 10.39'luk bir paya sahipti. Fakat buna karşın Bölge'nin bazı illerinin gelişmişlik düzeyi batı illerinden daha iyi olduğu verilerden görülmektedir. 1965 yılında Bölge illerinin kalkınma indeksine göre bazı illerin sıralaması: Antep 20, Diyarbakır 43, Malatya 36, 
Siirt 45, Mardin 47, Erzincan 49, Van 52, Adıyaman 51, Urfa 21, Erzurum 22, Elazığ 30, Kars 18, Muş 63, Bitlis 64, Dersim 65, Bingöl 66, Hakkari 67. 
1965 sayımlarına göre Çorum 28, Denizli 29, Muğla 39, Çankırı 53, Afyon 24 sırada yer almaktaydı. Bu tablolar incelendiğinde birçok Bölge ilinin batı 
illerinden ekonomik olarak daha iyi oldukları görülmektedir. 1960'lı yıllarda batı ile doğu arasında başlayan dengesizlik 1970'li yıllarda uçuruma dönüşmeye başladı. 

Planlı Dönem 

1960 sonrası Türkiye'de planlı ekonominin uygulandığı dönem oldu. Bu planın amacı Türkiye genelinde fırsat eşitliğinin yaratılması olarak belirlendi. 
Birinci plan bu esas sorumluluğun devlette olduğunu öngörüyordu. Bu dönemde geri kalmış yöreler için gelir vergisinden indirim uygulanması önerilmişti. 
Ama bu plan Doğu Marmara'yı sanayi, Çukurova'yı tarıma dayalı sanayi, Antalya bölgesini tarım ve turizm bölgesi olarak belirledi. 

1963-1967 döneminde uygulanan birinci beş yıllık kalkınma döneminde, büyüme hızı yüzde 10 civarında gerçekleşti. 

İkinci beş yıllık Kalkınma Planı'nda bölgesel kalkınmanın sağlanması için her bölgede pilot iller seçilmesi, bu illerin cazibe merkezi olarak dizaynının öngörülmesi ve diğer illerin gelişmesinin bu iller üzerinden sağlanacağı tesbiti yapıldı. 1968 yılında uygulanmaya başlanan Kalkınmada Öncelikli Yöre (KÖY) uygulamasına Bölge'nin tüm ileri alınmasına karşın Bölge'nin aldığı teşvik payı yüzde 5.8 oldu. Bu dönem KÖY'lere toplam 5.918 teşvik belgesi verilirken, Bölge illerinin aldığı teşvik belgesi sayısı ise 342'de kaldı. En fazla teşvik belgesini sırayla Malatya 54, Erzurum 49, Elazığ 42, Mardin 40, Muş 40, Diyarbakır 30 alırken, Adıyaman, Ağrı, Bitlis gibi iller 4'er, Hakkari ise hiç teşvik belgesi almadı. 

Üçüncü beş yıllık plan 1973-1977 yılları arasında uygulamaya konuldu. 

Bu dönem, önceki dönem belirlenen 'Geri kalmış bölgeler' tesbitinden vazgeçilerek, Bölge kavramı yerine yöre kavramı ortaya atıldı. Geri kalmış bölgeler adlandırılırken, 'Yurdun bazı yöreleri ekonomik, sosyal ve kültürel bakımdan geri kalmış durumdadır. 

Bu yöreleri kesin coğrafi sınırlarla belirlemek olanak dışıdır' tesbiti yapılmıştır. Bu amaçla Kalkınmada Öncelikli Yöreler Dairesi de kuruldu. 

Dördüncü beş yıllık plan 1979-1983 yıllarında uygulandı. Bu plan bölgeler arası gelişmişlik sorunu yerine yerleşme sorununu öne çıkarmıştır. 
Sanayinin, hizmetlerin ve altyapının ülke sathına dengeli yayılması hedefi konuldu. 

Beşinci Beş Yıllık Plan'da (1985-1989) ise 1973 yılında terk edilen Bölge planlamasına geri dönüş yapılarak, bu planda KÖY anlayışının sürdürülmesi ve bölgesel farklılıkların bu yöntemle çözüleceği tesbiti yapıldı. Bu plan çerçevesinde aralarında Bölge'den Malatya, Antep, Elazığ, Diyarbakır ve Erzurum'un olduğu 16 il tesbit edildi. Tıpkı AKP hükümetinin bugün uygulamak istediği cazibe merkezleri gibi. Fakat Altıncı Plan döneminde cazibe merkezlerinden vazgeçilerek, yeniden 

Kalkınmada Öncelikli Yöreler'e (KÖY) geçiş yapıldı. 1996-2000 yıllarında uygulanan 7 plan döneminde ise, Bölge öncelikli olmak üzere geri kalmış bölgelerin geliştirilmesi hedeflenmiştir. 

Gelir dağılımında Makas büyüdü 

1970'li yıllarda Marmara bölgesi bir sanayi bölgesine dönüştü. Bölge illerinde ise hala tarıma dayalı bir ekonomi hakimdi. Batıda sanayi yatırımlarının yoğunlaştığı bir dönem olurken, Bölge yine tarım bölgesi olarak kaldı. Bölge illerinde tarımın milli gelire oranı bazı illerde yüzde 60'a kadar çıkıyordu. 1978 yılında tarımın GSYİH içindeki payı Adıyaman'da yüzde 61.2, Muş'ta yüzde 65, Ağrı'da yüzde 59.5, Kars'ta yüzde 59.5, Urfa'da yüzde 54.8'i buluyordu. 
Planlı dönemde kamu yatırımları Birinci plan döneminde cari fiyatlarla kamu yatırımlarına 36.6 milyar dolar pay ayrılırken, Bölge yüzde 11.8 pay aldı. Aynı dönemde Marmara Bölgesi'nin kamu yatırımlarından aldığı pay ise yüzde 11.7 idi. İkinci plan döneminde 1968-1972 yıllarında 70.5 milyarlık kamu yatırımlarından Bölge 11.92 pay aldı. 

Marmara yüzde 12. Tek başına İstanbul'un payı yüzde 8.3 oldu. 3 planda kamu yatırımları yüzde 7.11'e, 4 plan döneminde ise 7.20'ye kadar geriledi. 
Tıpkı bugün olduğu gibi planlı dönemde de Bölge'ye ayrılan kamu kaynakları ağırlıklı olarak enerji ve madenciliğe ayrıldı. 
Bu 4 plan incelendiğinde ise sanayi yatırımlarına Bölge'de 3 ve 4 plan döneminde yüzde 20'inin üzerinde pay ayrıldığı görülmektedir. 
1973-1977 yılları Türkiye'de yüksek büyümenin hızının sürdürüldüğü yıllardı. Bu dönemde sanayi yüzde 9'luk büyümeyle lokomotif bir sektördü. 
Petrol krizinin patlak verdiği 1974 koşullarında gerçekleşen bu büyüme krize de davetiye çıkardı. Büyüme 1978 yılında kesildi. Birçok ürün piyasalarda bulunmaz oldu. ( BATILILARIN 1974 KIBRIS HAREKATI  SONRASI EKONOMİK AMBARGO UYGULAMASI SONUCUDUR )
Tüp, yağ, şeker kuyrukları başladı. Ekonomi 1979 yılında tıkandı. Ve Ocak 1980 tarihinde IMF ile yapılan anlaşmayı 12 Eylül askeri darbesi izledi. 
Banker vurgunlarının, hızla kamu kaynaklarının kapitalizmin girdabına sürüklendiği, emeğin örgütlülüğünün yasaklandığı, sendikacıların işkenceden geçirildiği bir dönem yaşandı. 

Erbakan'ın Hayali Fabrikaları 

Üçüncü plan döneminde Bölge'deki yatırımlardan sanayinin yüzde 25'lere varan paylar almasının altında yatan neden Bölge illerinde ciddi oy alan MSP'den kaynaklanmakta dır. MSP'nin etkin siyasi gücüyle Bölge'de başlatılan ağır sanayi hamlesi çimento, şeker fabrikaları ile Temsan yatırımları oluşturuyor du. 
1976-1981 tarihleri arasında Bölge'de 20 fabrikanın temeli atıldı. Van Ayakkabı Üretim Tesisleri yüzde 81.8, Kars Ayakkabı Üretim Tesisleri yüzde 86.7, 
Erzincan Tercan Ayakkabı Üretim Fabrikası yüzde 90.3 oranında tamamlanırken, diğer yatırımların tamamlanma oranı ise yüzde 0.3 ile yüzde 38 arasında değişti. 
Politik hesaplara dayanan bu tesisler, 24 Ocak 1980 kararlarının uygulanmasıyla birlikte yeniden revize edildi. Erbakan döneminde temeli atılan Temsan 
kapsamındaki Diyarbakır Jeneratör Fabrikası, Erçiş Şeker Fabrikası ve Elazığ'daki Ferrokrom Tesisleri, 1980 yılından sonra tamamlanabildi. Diğer yatırımlar ise 
rantabl olmadığı için tamamlanamadı. 

Kaynaklar Enerji Yatırımlarına 

1950'lerden 1970 yılına kadar geçen 20 yıllık süreçte Bölge'nin en önemli yatırımı Keban oldu. Barajın yapımıyla birlikte verimli topraklar sular altında kaldı. 
Ovalık alanlarda toplam 94 dağ ve yamaçlardaki 118 köy olmak üzere 212 köy sular altında kaldı. Sular altında kalan bölgede yaşayan 30 bin kişiden 23'ü bini 
Elazığ dışındaki kentlere göçetti. 
Keban Barajı faaliyete geçtikten sonra 380 KW'lık enerji nakil hatlarıyla Sarıyar Santrali'ne bağlandı. Burada yaratılan katmadeğerin büyük kısmı batıya aktarıldı. 
Bölge hala tarımda elektrik ve su sıkıntısı çekerken, batıda her geçen gün biraz daha büyüyen sanayinin enerji ihtiyacının karşılanmasında Keban önemli bir yer tuttu. 
Birçok bölgede enerji santralleri kurulmaya başlandı. Enerjinin dışında batıda bulunan sanayi tesisleri için maden üretimine ağırlık verildi. Elazığ'da bulunan 
bakır ve krom madenleri genişletilirken, Bölge'de iç pazara dönük olarak kömür üretimine başlandı. Cizre ve Şırnak'ta asfaltit, Erzurum Aşkale'de linyit üretimi, 
Hekimhan'da ise maden cevheri üretimi başlatıldı. 
Siirt, Diyarbakır ve Adıyaman'da 1960'lı yıllarda başlayan petrol arama ve tarama faaliyetleri artırıldı. Shell ve Mobil gibi birçok firma Bölge'de arama ve 
üretim çalışmalarını 1970'li yıllarda sürdürdü. 

Planlı dönemde tarım 

1962 yılında tarımın GSYİH'daki payı yüzde 38 iken 1979 yılında bu pay yüzde 23'e düştü. Batıda sanayi önplana çıkarken, tarım ise 1970'li yıllarda 
Bölge illeri için yaşamsal bir öneme sahipti. Bölge illeri için yaşamsal bir öneme sahip olan tarıma yapılan yatırımlar ise Bölge'ye yapılan yatırımların ancak 
yüzde 10'uydu. Yeni ekim alanlarının artmasıyla Bölge'nin ekim alanları Türkiye toplamı içindeki payı arttı. 1950 yılında yüzde 12.4 olan ekili alanlar 1980 yılı 
başlarında yüzde 20'ye çıktı. Bu artışa rağmen tahıl üretiminde artış sağlanmadı. 1960 yılında toplam tahıl üretiminin yüzde 17.1'i Bölge'de üretilirken, 
1980 yıllarda ekili alanların oranı yüzde 40 artmasına karşılık yüzde 14.6'ya geriledi. 1980'ne gelindiğinde Bölge'de yaşayanların yüzde 35.9 kentlerde, yüzde 64'ü ise kırsalda yaşamaktaydı. Bu oran Türkiye'de ise yüzde 44.3 yüzde 55.7 idi. 

Toprak Dağılımında Adaletsizlik 

1977 yılında DPT tarafından yapılan araştırmada, bölgede ağalara ait yada ailelere ait köy sayısı olarak 360 tesbit edildi. 1970 yılında Türkiye'de 2.500-5 
bin dekarlık işletmeler yüzde 44'ü Urfa'da bulunmaktaydı. Diyarbakır, Urfa'da araziler ise birkaç büyük ailenin elinde toplanmaktaydı.( BÖLGEDE HAKİM AŞİRET REİSLERİ ) Milli Gelir açısından bölge ele alındığında ise 1965 yılında yüzde 10.39 olan Milli Gelir 1975'de 9.56'ya, 1979 yılında ise yüzde 8.17'ye 2000'li yıllarda ise yüzde 7'lere kadar geriledi. 

Bölgesel uçurumun derinleştiği yıllar 

1980'li yıllarda ekonominin nimetlerinden Özal'ın memleketi olan Malatya ciddi anlamda yararlandı. Yine bu dönem GAP yatırımları nedeniyle Urfa ve 
Diyarbakır'da önemli yatırımlar oldu. 1986 yılına gelindiğinde GAP kapsamında yapılan yatırımlar nedeniyle Diyarbakıar 34. sıradan 28. sıraya, Urfa 47. sıradan 
33. sıraya yükselirken, Malatya 41. sıradan 1986 yılında 23. sıraya kadar yükseldi. ANAP'ın tek başına iktidarda olduğu 1984-1989 yılları arasında Bölge'de kamu yatırımları üç kentte yoğunlaştı. Urfa yüzde 35 pay alırken, Diyarbakır yüzde 18 pay aldı. Malatya ise yüzde 5.4 pay alan üçüncü kent konumundaydı. 

Bölge'deki yatırımlar 1970'li yıllara göre yüzde 7.2'den 13'lere yükseldi. Fakat bu yükseliş göreceli bir yükselişti. Batının enerji ihtiyaçları için Bölge'ye ayrılan 
kaynaklar artırılmış ve bu kaynaklar GAP kapsamında barajların yapımında kullanılarak batının enerji ihtiyacı karşılanmaya çalışılmıştı. 

1988 yılında Bölge'de devletin yatırımları toplamı 8 trilyon 436 milyar olarak gözükmekteydi. Bu proje stoğunun yüzde 70.7'si ise enerji dalındaydı. 
Atatürk Barajı, Urfa Hidroelektirk Santralı, Derik ve Dumluca santrallerinı içeren projenin tek başına bedeli 3.5 trilyondu. 

Yine Karakaya Barajı ve santrali 1.8 trilyonluk bir yatırımdı. Bölge'de enerjiden sonra yatırımlar 21 ilde tarım sektöründe yoğunlaştı. Enerji ve sulama yatırımları ANAP döneminde Bölge'de yüzde 92.4'ü oluşturuyor, geriye kalan yüzde 7.6'lık yatırım stoğu ise sağlık, eğitim, sanayi gibi alanları kapsıyordu. Sanayi yatırımları ise yüzde 3 civarında gerçekleşti. ANAP iktidarı döneminde 1984-1989 yılları arasında Bölge illeri teşvikli yatırımlardan yüzde 5.9 pay aldı. Bölge'nin 17 iline verilen 790 teşvik belgesi Türkiye toplamında yüzde 7.2'lik paya sahipti. Teşvik belgeleriyle 46 bin kişiye istihdam sağlanması hedeflenmişti. Fakat o dönem teşvik alan yatırımların büyük bir kısmı bitirilemedi. Tarım reformu cumhuriyetin başından beri gündemde olmasına rağmen gerçekleştirilemezken, hayvancılıkla geçinen halka yayla yasakları nedeniyle büyük darbe vuruldu. 

Bölge illeri Uçurumun eşiğinde 

1965, 1996 ve 2003 yılı verileri incelendiğinde Bölge illerinin nasıl yoksullaştığı ve ekonomik açıdan nasıl gerilediği çok açık bir şekilde görülecektir. 

Bu tablo, yoruma gerek bırakmıyor. 1996 ile 2003 yılları arasında Bölge'de basamak atlayan iki il bulunmaktadır. Biri Antep, diğeri ise Dersim. Antep son dönemde sanayi yatırımlarının Bölge'de yoğunlaştığı bir il olarak biliniyor. Fakat Dersim'in 8 basamak birden atlaması ayrı bir inceleme konusu.


*****

  OSMANLIDAN AKP YE  ÇÖZÜM GETİRMEYEN KÜRT YAKLAŞIMLARI,  ,3

Başbakan Erdoğan'ın açtığı son ekonomik paket ile birlikte 19 yılda açılan paket sayısı 16'yı buldu. Açılan paketler bugüne kadar Bölge halkına ekonomik bir refah sağlayamadı. Bölge harcamaların büyük bir kısmı da 'asker-polis hacamaları' oluşturuyor 

GAP'a bağlanan umutlar 

1960'lı yıllarda dünyanın bazı bölgelerinde uygulanan bölgesel kalkınma modellerinden esinlenilerek Güney Doğu Anadolu Projesi etütleri yapılmaya başlandı. 

DSİ tarafından başlatılan etütler doğrultusunda 1977 yılında proje ana taslaklarıyla birlikte ortaya çıktı. GAP'tan önce hizmete açılan Keban Barajı ise GAP'ın ilk ayağı olarak tanımlandı. GAP, Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde sulama ve hidroelektrik enerji üretimine yönelik 13 proje demetinin toplamı olarak planlanmış ve bu kapsamda 22 baraj ve 19 hidroelektrik santralinin inşası öngörülmüş bir entegre proje olarak öngörüldü. Adıyaman, Batman, Diyarbakır, Antep, Kilis, Mardin, Siirt, Urfa ve Şırnak illeri projenin kapsama alanı olarak belirlendi. Fakat enerji yatırımlarının bir kısmı Malatya ve Elazığ'ı da doğallığında bünyesine kattı. 

Bölge'nin topyekün sosyo-ekonomik kalkınmasını hedefleyen projenin, Güneydoğu Anadolu Bölgesi ile diğer bölgeler arasındaki gelişmişlik farkını ortadan kaldırması amaçlanarak, 2005 yılına kadar tamamlanması hedeflendi. Projenin maliyeti ise 32 milyar dolar olarak öngörüldü. 

1977 yılında uygulamaya başlanan proje, yaşanan ekonomik kriz nedeniyle yürütülemedi. 12 Eylül Darbesi sonrasında iktidara gelen ANAP, projenin yeniden aktif hale getirilmesinin startını verdi. Bu yıllar Bölge'de silahlı Kürt muhalefetinin de ortaya çıktığı yıllardı. GAP'ın hızlandırılması amacıyla Kanun Hükmünde Kararname çıkarılarak GAP İdaresi kuruldu. GAP İdaresi'ne ömür olarak 15 yıl biçilirken, bu süre zarfında tüm projelerin yaşama geçirilmesi için de GAP Master Planı yapıldı. 

Ve GAP yeniden revize edildi. Bu kararname kapsamında kurulan GAP İdaresi'nin merkezi Ankara, Bölge Müdürlüğü ise Urfa'da kuruldu. (2004 yılında Kalkınma 
Ajansları Yasası geçerken AKP hükümeti, önce GAP İdaresi'nin kaldırılmasını savundu. Fakat daha sonra eklenen bir maddeyle GAP İdaresi'nin Kalkınma Ajansları bünyesinde faaliyet yürütmesi yasayla yeniden düzenlendi.) 
ANAP iktidarı döneminde Bölge ekonomisinin geliştirilmesi için münferit projeler ve sektörel yaklaşım yerine entegre, çok sektörlü bir bölgesel kalkınma yaklaşımı benimsendi. Bu yeni projeksiyonla birlikte bölgesel ölçekte su ve toprak kaynaklarının gelistirilmesi ile başlatılacak bir kalkınma modelinin sektörel tercihlerle birlikte ele alınıp planlanması da GAP Master Planı'nda yerini buldu. Bölge'nin sosyal ve kültürel dokusunun dönüşümü bu plan kapsamına alınmıştı. 2005 yılına kadar gerçekleşmesi planlanan bu Master Plan; ülkenin ve Bölge'nin kaynaklarını, ihtiyaçlarını, beşeri, mali ve teknik sınırlarını irdeleyerek, alternatif senaryolarla gelişmenin nasıl sağlanacağına ilişkin de bir çerçeveye oturtuldu. 

Turgut Özal'ın ölümünün ardından Başbakan Süleyman Demirel'in Çankaya Köşkü'ne çıkması ve Tansu Çiller'in Başbakan olmasıyla birlikte GAP için yeni bir eylem planı hazırlandı. 1993-1997 yılları arası için hazırlanan bu eylem planına GAP Hareket Planı adı da verildi. GAP Hareket Planı kapsamında GAP Sosyal Eylem Planı da hazırlanarak uygulamaya sokuldu. YİBO ve daha sonraki yıllarda açılan PİYO'larla sürdürülen eylem planıyla, Bölge'deki asimilasyon sürecinin hızlanması hedeflendi. 

Koruculuk sistemi getirilip, yayla yasakları da devreye sokulunca Bölge ekonomisinin kan kaybı dayanılmaz boyutlara ulaştı. 

GAP'a ilişkin veriler 

GAP, Türkiye yüzölçümünün yüzde 9.7'sini, ülke nüfusunun da 9.77'sini kapsarken, Belçika'dan 2.4 kat, Hollanda'dan 2.2, İsviçre'den ise 1.8 kat daha büyük. 

GAP ile sulamaya açılması hedeflenen arazi 1.8 milyon hektar. Bu miktar Türkiye'de ekonomik olarak sulanabilecek arazilerin yüzde 20'sini oluşturmaktadır. 

Fırat ve Dicle nehirleri Türkiye'nin su potansiyelinin yüzde 28'ini oluşturmaktadır. GAP kapsamında hazırlanan 13 büyük projenin 7'si Fırat, 6'sı ise Dicle Nehri üzerinde planlandı. Projeler tamamlandığında 22 baraj ile 19 hidroelektrik santrali inşa edilmiş olacak. Proje sonunda 2.426 MW kurul güç ile yılda 27 milyar kilowatt saat enerji üretilecek ve 1.8 milyon hektar arazi sulamaya açılacaktı. 

Kendini finanse eden Enerji projeleri 

GAP'a 1997 yılı sabit fiyatlarıyla 12.6 milyar dolar harcama yapıldı. Gerçekleşme oranı yüzde 40.6. Atatürk ve Karakaya barajlarının Eylül 1997 tarihleri itibariyle 
ürettiği enerjinin yaklaşık maliyeti 8 milyar dolara eşdeğerdir. Yine Keban Barajı düşünüldüğünde Türkiye'nin GAP'a yatırmış olduğu 12.6 milyar doların geri 
dönüşümünü sağladığı görülmektedi. 1997 yılı Eylül ayı itibariyle Türkiye hidroelektrik enerjisi üretiminde Karakaya ve Atatürk Barajı'nın payı yüzde 51. 
Ekim 1997 itibariyle Bölge'de sulamaya açılan alan 1 milyon 540 bin 800 dönümdür. GAP sulama projelerinin sulama alanından yüzde 9'u tamamlanırken, yüzde 11'lik kısmı ise inşaat halindedir. Faaliyete geçen sulama yatırımlarıyla 1996 yılında Türkiye'de üretilen pamuğun üçte biri GAP bölgesinden elde edildi. 

GAP'a 1997 yılına kadar aktarılan 12.6 milyar doların 2.5 milyar doları dış kaynak, diğer kısmı ise yatırım bütçesinden karşılandı. 

2001 yılında GAP 

2001 yılı verilerine göre toplam 17.2 milyar dolar harcandı. Bölge'de hidroelektrik enerji potansiyelinin yüzde 70.3'ü işletmeye açıldı. 2001 yılı verilerine göre Türkiye'de kullanılan hidroelektrik enerjisinin yüzde 45.5'i Bölge'den sağlanmaktadır. 2000 yılı itibariyle 348 bin 381 hektar arazi sulamaya açıldı. 
Bunun yüzde 79.67'si kamu, yüzde 20.47'si ise halk tarafından yapıldı. DSİ tarafından sulamaya açılan alan, hedeflenen sulanabilir arazinin yüzde 13'ünü teşkil etmektedir. 

GAP'ın Enerjideki payı yüzde 51 

Devlet Bakanı Nazım Ekren 2007 ve 2008 yıllarında Bölge illerinde çeşitli toplantılar düzenledi. Düzenlenen bu toplantılarda GAP'ın yeniden revize edilmesi gündeme geldi. 2007 yılı verilerine göre GAP'a toplam 25.6 milyar kaynak aktarıldı. Karakaya, Atatürk, Batman ve Kral Kızı Dicle, Birecik, 
Karkamış barajlarında 2007 yılı sonuna kadar 292.5 milyon KWH enerji üretildi. Bunun toplam getirisi 17.6 milyar doları bulmaktadır. 2007 yılı sonu itibariyle 
GAP'ın Türkiye enerji üretimindeki payı yüzde 51. 2007 yılında yapılan revizyonla GAP'ın 41 milyar 271 milyon YTL ile tamamlanacağı öngörüsü yapıldı. Bu çerçevede GAP'ın toplam finans ihtiyacı 16 milyar YTL. Fiziki gerçekleşme oranı yüzde 74. Tarımda ihtiyaç duyulan 12 milyar 491. 3 milyon YTL iken, 2007 yılı sonu itibariyle 3 milyar 382 YTL harcandı. 

Tarımda nakdi gerçekleşme oranı yüzde 27. 2008 yılı verileriyle 272 bin 972 hektar arazi sulamaya açıldı. 99 bin hektarlık arazide ise inşaat çalışmaları devam ediyor. 

Sulama projelerinde fiziki gerçekleşme yüzde 15 iken, yüzde 5'lik bölümde ise çalışmalar devam etmektedir. 

Yıllardır GAP'a aktarılan kaynaklar, ağırlıklı olarak enerji yatırımlarında kullanıldı. Bu nedenle GAP projesi, Bölge'nin kalkınmasından öte Türkiye'nin enerji deposu 
olarak algılanarak planlandı. GAP Bölgesi, hidroelektrik enerjisinin yüzde 51'ini, Türkiye petrol üretiminin yüzde 75'ini sağlamasına rağmen kamu yatırımların dan ve milli gelirden en az payı alan bölgedir. Bölge'de 2006 yılında üretilen elektriğin yüzde 75'i Marmara ve gelişmiş illerde sanayide kullanıldı. İstanbul yüzde 18, İzmir yüzde 9.5, Kocaeli yüzde 6, Bursa yüzde 5.4, Ankara yüzde 5.1 pay almıştır. 

AKP, Sınırlar, Orman yakmalar 

1997 yılı, 2001 ve 2007 yılı verileri incelendiğinde AKP hükümeti döneminde GAP'a önem verilmediği açıkça görülmektedir. 

Yıllardan beri sınır kapılarını açmak yerine kaçakçılık yaptığı gerekçesiyle çok sayıda kişi yük hayvanlarıyla öldürülüyor. Yük hayvanları mazot dökülerek vahşice yakılıyor. Ormanlık araziler yakılarak Bölge ikliminin dengesi bozuluyor, erozyona davetiye çıkarılıyor. 

İşletmelerin Dağılımı Dengesiz 

Bölge'de tarıma dayalı işletmelerin yüzde 57.1'i Antep, yüzde 19.8 Urfa, yüzde 9.1 Diyarbakır, yüzde 6.8'i Adıyaman, yüzde 2.6 Mardin, yüzde 2.3 Batman, yüzde 1.3 Kilis, yüzde 0.6 Siirt, yüzde 0.4 Şırnak. İstihdamda en büyük payı Antep yüzde 73.2 ile alırken, Urfa yüzde 8.2, Diyarbakır yüzde 6.8, Adıyaman yüzde 6.2 pay alırken, geriye kalan 5 ilin payı ise toplam yüzde 5.7. Sanayi işletmelerinin yüzde 65'i 1991 yılından sonra kurulmuş. Yüzde 71.2'si bu tarihten sonra üretime başlamış. 

GAP ve Yoksulluk 

Başbakan Tayyip Erdoğan'ın açtığı son ekonomik paket ile birlikte 19 yılda açılan paket sayısı 16'yı buldu. Açılan paketler ise bugüne kadar Bölge halkına ekonomik bir refah ise sağlayamadı. İktisatçı Mustafa Sönmez'in 2008 yılında hazırladığı 'Doğu-Güneydoğu'da Yoksullaşma ve Çözüm: Barış' raporuna göre, 2006 bütçesinden Bölge illerine yapılan harcamaların yüzde 18'ini 'kamu düzeni ve güvenlik', yüzde 11'ini 'savunma' olmak üzere toplam yüzde 29'unu 'asker-polis harcaması' oluştururken, bu oranın Türkiye ortalamasında yüzde 13 düzeyinde olduğu kaydedildi. 

Raporda yer alan verilere göre merkezi bütçeden bu bölgeler ekonomik işler ve hizmetler için yüzde 11 pay alırken, genel kamu hizmetlerine de yüzde 11 pay ayrıldı. 

Bölge'ye yapılan harcamalarda eğitim hizmetleri yüzde 30, sağlık ise yüzde 17 pay aldı. Türkiye genelinde 2006 yılı bütçe harcamaları payına bakıldığında ise 
savunmanın yüzde 7, güvenlik hizmetlerinin ise yüzde 6 pay aldığı, dolayısıyla Bölge illerinde yüzde 29'u bulan bu harcamaların Türkiye ortalamasından 16 puan daha yüksek olduğu belirlendi. Rapora göre, 'asker-polis harcamaları' diye adlandırılan savunma ve güvenlik harcamaları bazı illerde daha da yüksektir. Bu oran Dersim'de yüzde 64 seviyesine çıkıyor. Diyarbakır'a 2006'da yapılan bütçe harcamalarında asker-polis harcamalarının payı yüzde 30'u bulurken, Hakkari'de bu oran yüzde 43. 

Yerel Yönetimlerde Ayrımcılık 

Bölge'ye yapılan kamu yatırımlarının 2006 sonu itibariyle toplamı, Türkiye toplam kamu yatırımlarının yüzde 15.2'sine ulaşıyor. Yatırımdaki payın yüksek görünmesi ise GAP yatırımlarından kaynaklanıyor. Bölge illeri yerel yönetim harcamalarından aldıkları paylar itibariyle de 81 il sıralamasının en alt kısımlarında yer aldı. 
Kişi başına yerel yönetim harcamasının Türkiye genelinde 429 YTL olduğu 2006'da, Bölge illerinden sadece Dersim bu ortalamanın üstünde kalırken, geri kalan 20 ilin kişi başına yerel yönetim harcaması 250 YTL'nin altında gerçekleşti. Mustafa Sönmez'in raporuna göre, 21 ilin toplam teşvikli yatırımları, aynı dönemde Bursa'nın tek başına aldığı yatırım tutarının altında kaldı. Bursa Milletvekili Kemal Demirel'in verdiği soru önergesine verilen yanıtlar Bölge ekonomisinin içler açısı olduğunu ortaya koymaktadır. Bölge'nin en büyük göç kenti olan Diyarbakır'ın 10 yılda aldığı teşvik belgesi 361. Şırnak 105, Bingöl 56, Batman 48, Siirt 43, Muş 37, Bitlis 30 ve Dersim ise 18 teşvik belgesi alabildi. 

Hakkari Trilyona ulaşamadı 

1995-2005 arası 10 yıllık dönemde verilen Küçük ve Orta Boy İşletme (KOBİ) yatırım teşvik kredisinde de Bölge'nin payı gerilerde kaldı. Türkiye genelinde 1995-2005 yılları arasında toplam 473 milyon 876 bin 797 YTL'lik (473.8 trilyon) özel sektör yatırımı yapıldı. Bunun 261 milyon 772 bin 302 YTL'sini (261. 7 trilyon) yatırım ve işletme kredisi oluşturuyor. Yapılan yatırımlarla Türkiye genelinde sağlanan yeni istihdam oranı ise 50 bin 210. İller bazında değerlendirildiğinde Bölge'nin verilen yatırım ve işletme kredisi içindeki payı yüzde 13.2'de kaldı. Yatırım ve işletme kredilerinde en büyük pay İstanbul (19,4 trilyon), Ankara (18.8 trilyon), Antep (12,8 trilyon), İzmir (9,1 trilyon) ve Bursa'nın (8,4 trilyon). Buna karşın Diyarbakır 7.4, Urfa 4.8, Van 3.7, Adıyaman 2.6, Karslı yatırımcılar da 1.8 trilyonluk yatırım ve işletme kredisi alabildi. Hakkari'nin 10 yılda alabildiği yatırım ve işletme kredisi 310.2 milyar. Erdoğan'a Başbakanlık yolunu açan Siirt'in payı ise 1.5 trilyon. Şırnak, Dersim, Bingöl, Bitlis, Ağrı'nın payı ise yüzde 0.1'lerde. 

Bölge Paket Çöplüğüne dönüştü 

1985 sonrasından günümüze Bölge'ye yönelik olarak onlarca ekonomik paket açıldı. Açılan bu paketler toplandığında bugünkü rakamlarla milyarlarca doları ihtiva etmesine karşın, Bölge'de ekonomik anlamda ciddi bir atılım gerçekleşmedi. Son 15 yılda Konya, Kayseri, Bursa, Çorum, Samsun gibi kentlerde ciddi ekonomik yatırımlar gerçekleşirken, Diyarbakır, Mardin, Van, Erzurum, Ağrı gibi Bölge kentleri ise duraklama dönemine girdi. 15 yıllık çatışmalı dönemde köylerin boşaltılması nedeniyle üretimden koparılan köylüler, kentlerin varoşlarına eklemlenen gecekondular ve bunların oluşturduğu ekonomik yük kentleri ciddi anlamda sarstı. 

Açılan Paketlerin bazıları şöyle:

Nisan 1993- Devlet Bakanı Ekrem Ceyhun, Güneydoğu'ya 234 trilyonluk yatırım yapılacağını söyledi. 191 trilyonu kamu, 93 trilyonu ise özel sektör yatırımı.
Mayıs 1993- Başbakan Süleyman Demirel, Hakkari ve Şırnak için 15 günde 2,7 trilyon ödeme yapılacağını 'müjde'ledi.Ağustos 1993- Başbakan Tansu Çiller, Van, Bitlis, Siirt ve Muş'a 5,5 trilyonluk yatırım yapılacağını kaydetti.
Devlet Bakanı Ali Şevki Erek, 1994 yılı içinde Bölge'ye 16 trilyon dolayında yatırım yapacağını söyledi.Temmuz 1994- Bölge için 403,5 milyar lira acil gönderilmesi istendi. Eylül 1994- Acil Destek Programı ve köy kentler kurulması için Bölge'ye 7 ile 4,5 trilyon lira yatırım yapılacak vaat edildi.

Eylül 1994- Devlet Planlama Teşkilatı, Güneydoğu'daki 7 ilde 127 projenin desteklenmesi amacıyla 1,2 trilyon ödeme yapılacağını bildirdi.

Temmuz 1995- Başbakan Tansu Çiller ve Başbakan Yardımcısı Hikmet Çetin, Bölge'ye 25 trilyonluk yatırım yapılacağını söyledi. Bölge'ye 4 bin yeni konut yapılacak.
Mart 1997- Başbakan Necmettin Erbakan, 'Doğu ve Güneydoğu Anadolu'yu Kalkındırma Hamlesi Projesi' çerçevesinde Milli Güvenlik Kurulu'na sunduğu raporda, 293 kamu yatırımına 119 trilyon lira kaynak aktarılmasını planlandı. Refahyol Hükümeti'nin Başbakanı Necmettin Erbakan, danışmanı Aziz Akgül'e hazırlattığı 'Doğu ve Güneydoğu Anadolu Kalkınma Programı'nı açıklıyordu. Bölge'nin temel sorununun ekonomik değil, siyasal olduğunun altı çizilen bu rapor ve bu rapor doğrultusunda oluşturulan paketin temel dayanağı BASK ve Kuzey İrlanda modeli sosyal ve ekonomik kalkınma reddedilmiş, ABD'nin Tennese Valley Authority, Brezilya'nın Kuzey bölümlerini kalkındırmayı hedefleyen Sudene Project ve İngilizlerin İskoçya Kalkınma Programı 'Scottish Enterprise' projeleri örnek alınmış.

119 trilyon liralık yatırım ve destek amaçlı kaynak sağlanan pakette, aslan payını yüzde 32.8'le enerji yatırımları alıyor.

2000 yılında Başbakan Bülent Ecevit Bölge için 107 maddelik bir ekonomik paket açıkladı. Ekonomik paket 107 maddelik eylem planından oluşuyordu. 

Bunların 47 tanesi ekonomik kalkınma, 30 tanesi idarenin yeniden yapılanması, 17 tanesi eğitim, 13 tanesi de sağlık sahalarında alınması gereken önlemleri kapsıyor. 

BİTTİ 

Yararlanılan Kaynaklar: 

Doğu Anadolu'nun Hikayesi Mustafa Sönmez 
Geleceğin Projesi: GAP Ekodialog.com 
GAP İllerinde Sosyal ve Ekonomik Dönüşüm: ( Ege Akademik Bakış ) 
Türk Rüyası: GAP Raporu Ankara Ticaret Odası 
Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nda Sosyal ve Ekonomik Öncelikler Raporu TESEV 
Güneydoğu Anadolu Projesi: Prof. Dr. Bahri Karlı Harran Üniversitesi Ziraat Fakültesi 
Kentlerin Sosyal ve ekonomik göstergeleri K. Göçer-H. Çıracı 
Türkiye Kalkınma Bankası-Türkiye ekonomisinde bölgesel dengesizlikler B. Ali Eşiyok. 
'Doğu ve Güneydoğu'nun Yoksullaşması ve Çözüm: Barış' Mustafa Sönmez 
GAP Kalkınma İdaresi GAP Uygulama Programı 

Hazırlayan: Aydın Bolkan 


Osmanlıdan AKP'ye... Çözüm Getirmeyen YAKLAŞIMLAR...

http://kurdians.blogspot.com.tr/2008/06/osmanl-akp-zm-getirmeyen-yaklaimlar.html



***