Kesire Öcalan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kesire Öcalan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Aralık 2020 Cuma

İki MİT çi Fetullah ile Öcalan’ın İhanet Hikayesi !

İki MİT çi Fetullah ile Öcalan’ın İhanet Hikayesi !



Bülent Türker, Sabahattin Önkibar, ihanet hikayesi, Bülent Arınç, Fetullah Gülen, Fuat Doğu, Risale-i Nur, Kesire Öcalan, Şeyh Sait isyanı, Abdullah Öcalan,



Sabahattin Önkibar.,

26.4.2017

Fetullah Gülen’i MİT’e alan isim kurumun efsane isimlerinden 60’lı yılların ortalarından itibaren 2 kere Müsteşar olan Korgeneral Fuat Doğu’dur.
Fuat Doğu’nun Gülen’i teşkilata alma amacı, Yeşil Kuşak Projesi bağlamında Risale-i Nur guruplarını Komünizme karşı örgütlemek ve Nur Cemaatinin 
içinde devlet damarı oluşturup içerden bölmekti.

Fetullah Gülen bunun için MİT’de 2 yıla yakın özel eğitim gördü.
_    Bülent Arınç’ın, “ Mülkiye’de iken Namazlı-Abdestli çocuktu ” dediği Abdullah Öcalan’ı MİT’e alan isim ise Fuat Doğu sonrası bütün 70 yıllarda MİT’e 
Müsteşar ve vekil olarak hakim olan general Bülent Türker’dir.

Onun amacı da o Dönem ortaya çıkan ayrılıkçı Kürt hareketini içerden kontrol altında tutmaktı.

Hayır bu aktardıklarım sır değil, Fetullah’ın önce Nurculara, sonrasında ise Erbakan hareketine karşı panzehir olarak görülüp Kenan Evren dahil, 
Özal ve Demirel tarafından bile desteklendiği yaşananlarla kanıtlıdır.
Keza APO’nun eşi Kesire Öcalan’ın babasının MİT mensubu olduğu kayıtlardadır. 
Bknz; http://www.radikal.com.tr/turkiye/iste-ocalanin-mitci-kayinpederi-1028554/

   Peki niye mi ihanet ettiler?

Daha Büyük bir güç onlara kişisel ikbal vadettiği için!
Öcalan 80’lerin başlarında, Fetullah ise 90’ların başlarında MİT’i aşıp CIA’den teminat ve talimat almaya başladılar ki birine Mehdilik,  diğerine 
‘ Büyük Kürdistan’ın kuruculuğu vadedilmişti.'
Benzer şey Afganistan’da ABD’nin başına geldi... El Kaideyi SSCB’ye karşı var eden CIA iken, bu örgüt daha sonra bizdeki Fetullah ve Öcalan misali 
efendisine ihanet etti.
   Aradaki fark şu:
_  ABD ihanet sonrası, El Kaide’yi bahane edip sadece Afganistan’ı işgal etmedi, aynı zamanda önderi Usame Bin Ladin’i yok etti.
SOKAK VE YENİ GEZİ DİRENİŞİNE HAYIR!
Doğrudur referandum kirli ve YSK’nın tutumu endişe vericidir.
Ancak buna karşı çıkmanın yolu yeni Gezi direnişlerini tertiplemek olmamalıdır.
Reklamdan sonra devam ediyor 
   Öyle, Çünkü böyle bir teşebbüs abartısız Türkiye’yi iç savaşa taşır.
Sadece FETÖ’cü casuslar değil, bütün terör örgütleri ile yabancı istihbarat örgütleri devreye girer ve olmadık sabotajlar yapılır.
Etnik, inanç ve mezhep ekseninde ajitasyonlar yapılıp toplum karşı cepheleştirmelerle patlatılmaya çalışılır.
_  Hülasa yeni Gezi’ye de sokağın çare yapılmasına da Türkiye’nin bekası adına hayır diyoruz.

ZARRAB KÜRDİSTAN TAKASI!

Rudolpf Giuliani kim?  
Newyork eski Belediye Başkanı ve ABD Başkanı Trump’ın yakın arkadaşı.
Dahası, Reza Zarrab’ın avukatı.
İşte bu Giuliiani, Doğu Perinçek’in açıkladığına göre Ankara gelip Tayyip Erdoğan ile gizlice buluşmuş.
Ne konuştukları sır, lakin Batı medyasına göre buluşma Reza Zarrab dosyası ile alakalı imiş.
Ve ABD medyasından son haber:
_   Buna göre Giuliani ile Tayyip Erdoğan Zarrab dosyası ile PYD’nin takası bağlamında anlaşmışlar.
Dolayısı ile artık Türk Ordusunun Suriye’de Rakka ve veya Münbiç diye bir hedefi ve zerre bir amacı kalmamış.
   Eğer bu haber doğru ise soru şudur:
Fırat Kalkanı isimli hareketla Suriye’ye sürülen 71 Mehmetçik neden şehit oldu?
Türk Silahlı Kuvvetleri Suriye’ye niçin girdi ve şimdi nerede duruyor?
https://www.aydinlik.com.tr/kose-yazilari/sabahattin-onkibar/2017-nisan/iki-mit-ci-fetullah-ile-ocalan-in-ihanet-hikayesi
İşte Öcalan'ın MİT'çi Kayınpederi.,
Abdullah Öcalan,  MİT çi Kayınpederi, Ali Yıldırım, Atatürk, Cumhuriyet Halk Partisi, İsmet İnönü, PKK, Hollanda,Türkiye, 
Habertürk, Uğur Mumcu, Milli Emniyet Hizmetleri, Fuat Doğu, Rudolpf Giuliani, Kesire Öcalan,

11/11/2010 
Abdullah Öcalan'ın MİT'te çalışan kayınpederi Ali Yıldırım'ın fotoğrafı ortaya çıktı.
Habertürk gazetesi Abdullah Öcalan'ın yıllarca MİT'te çalışan kayınpederi Ali Yıldırım'ın fotoğrafına ulaştı. 
Ancak Ali Yıldırım'ın nerede olduğu halen bilinmiyor. Kızı ve aynı zamanda bir dönem Öcalan'ın eşi olan Kesire Öcalan ise Hollanda'da yaşıyor. 
Öcalan eşi hakkında "Son derece iyi eğitilmiş biri. Ajan olup olmadığını çözemedim" demişti.

KIZININ ÖCALAN EVLİLİĞİ

Ali Yıldırım Türkiye 'nin ilk istihbarat teşkilatı olan Milli Emniyet Hizmetleri Riyaseti'nde (MAH) çalıştığı biliniyor. Ali Yıldırım karşı çıksa da kızı Kesire'nin 
1978'de Öcalan ile evlenmesine engel olamamış. Uğur Mumcu'nun bu konuyla ilgili araştırma yaptığı biliniyor.

ŞEYH SAİT VE DERSİM İSYANINDA ATATÜRK 'ÜN YANINDA,

Ali Yıldırım'ın 1970'lerde MİT ile bağlantısını kesse de Öcalan hakkında teşkilata bilgi verdiği iddia ediliyor. 

Şeyh Sait isyanında Atatürk'ün safında yer aldı. Kurulan İstiklal Mahkemeleri'nde sanıklara yöneltiler suçlamaların bilgi kaynağı ondan geldi. 
İsyan sonrası Şeyh Sait taraftarları arasında sarık ve cübbe giyerek bilgi topladı.
Dersim isyanında da devletin yanında yer aldı. O isyana katılmayan tek aşiret Ali Yıldırım'ın da üyesi olduğu Şadi aşireti oldu. 
General Abdullah Alpdoğan aracılığıyla İsmet İnönü ile görüşüyordu. 1970'li yıllarda Karakoçan'da CHP 'de belediye başkan adayı oldu. 
Ancak Adalet Partisi taraftarlarınca linç edilmek istendi.

ÖCALAN İLE KAVGALI AYRILDILAR

Kızı Kesire ise halen Öcalan ile evli görünüyor. 10 yıl birlikte yaşadıktan sonra Öcalan'ı Diktatörlükle suçladı. Örgüt tarafından " Hain ve İşbirlikçi " ilan 
edilen Kesire, Hollanda'ya kaçtı. 22 yıldır PKK ve Öcalan hakkında konuşmadı.
http://www.radikal.com.tr/turkiye/iste-ocalanin-mitci-kayinpederi-1028554/


*******

Öcalan'ın Suriye'den Çıkışı

23/3/2000 - 11:00 - Atin Yorumlar Bu Yazıyı Bir Tanıdığına Yolla Bu Yazıyı Yazdır  
      
Yeni bir stratejinin başlangıcı mı?

PKK, Abdullah Öcalan ve bir grup arkadaşı tarafından, 27 Kasım 1978 tarihinde Diyarbakır'ın Lice İlçesi'ne bağlı Fis Köyü'nde kuruldu. Amaç Türkiye Cumhuriyeti' nin hakimiyeti altındaki topraklardan bir bölümünü ayırarak, yerine Marksist-Leninist temellere dayalı Kürt devleti kurmaktı.
Öcalan, 1979 yılında Suriye’ye geçti ve Şam yönetiminin himayesine girdi. Kanlı eylemlerini buradan sevk ve idare etti, erinden generaline, köylüsünden öğretmenine, sivil-asker 35 binin üzerinde kişinin ölümüne, şehit olmasına sebep oldu. Türkiye’yi kana boğdu.

Bölgenin en güçlü ordusuna sahip Türkiye, Suriye’nin PKK ve Aptullah Öcalan’a verdiği doğrudan desteğe tam 19 yıl sessiz kaldı. Diplomatik görüşmelerle, gidip-gelen heyetlerle sorunun çözümüne çalışıldı, hiç bir netice alınmadı. Teröristler Suriye’den girip eylem yapıyor, sıkışınca tekrar Suriye’ye dönüyorlardı. PKK terörü, Güneydoğuda’da, kendi topraklarımızda asayiş görevlilerini bile sokağa çıkamaz hale getirdi.

Bu 19 sene içinde PKK devamlı büyüdü. Ülke içinde silahlı gücünü, ülke dışında da siyasi örgütlenmesini geliştirdi. Hemen hemen dünyanın her yerinde temsilcilikler kurdu. Yayın organlarını, televizyonunu ve 1995 yılında ‘‘Sürgündeki Kürt Parlamentosu’’ nu oluşturdu. Büyüyüp yayıldıkça beynelmilel alandaki desteği de arttı. Bir yandan kanlı eylemler gerçekleştirirken bir yandan da ezilen halklar tiyatrosu oynanıyordu.

Eylül 1998’de sahne birden bire değişti. İlk tepki, “Suriye'ye karşı sabrımız kalmadı. Türkiye beklediği karşlığı alamazsa, her türlü tedbiri almaya hak kazanacaktır’’ şeklinde Kara Kuvvetleri Komutanı’ndan geldi. Bunu diğer devlet büyüklerinin aynı mealdeki açıklamaları izledi.
Suriye mesajı almış, bu sefer “Öcalan Suriye’de değil. İsterseniz kendiniz gelin tetkik edin” şeklinde cevap vermemişti. Bir sure sonra Öcalan’ı topraklarından çıkardı.

Ondan sonrası malum, bir müddet köşe kapmaca, Kenya operasyonu ve Öcalan’ın Türkiye’ye getirilişi.

Tuncay Özkan’ın yeni yayımlanan “Operasyon” isimli kitabında bu bölüm en ufak ayrıntılarına kadar verilmiş.

“Günlerden perşembeydi. 4 şubat 1999 akşamı, olağan gibi gözüken her şey, az sonra gerçekleşecek randevuyla, bambaşka bir boyuta taşınacaktı.

Amerikan gizli servisi CİA’ nın Ankara temsilcisi, Yenimahalle’de bulunan, Türk gizli servisi MİT’in resmî konutundaki randevusuna tam saatinde geldi. İki gizli servis mensubu karşılıklı nezaket sözcüklerinin sonrasında iş konuşmaya başladılar. Amerikalı casus, MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’a çok önemli bir teklifte bulunuyordu.

CİA yetkilisi, MİT Müsteşarı’na, PKK terör örgütünün başı Abdullah Öcalan’ın ortak gerçekleştirilecek bir operasyonla yakalanmasını ve Türkiye’ye getirilmesini öneriyordu.

Saat 21.15 sularıydı. Şenkal Atasagun olayla ilgili biraz daha bilgi istedi. CİA yetkilisi ne istendiğini anlamıştı. Amerika, Türkiye’ye Abdullah Öcalan’ı teklif ediyordu. Ama şartı neydi? Amerika Öcalan’ı niye Türkiye’ye verecekti?
Amerika’nın Şartı açıktı:
“Operasyonu Amerikan ve Türk ekipleri gerçekleştirecek. Ancak ne olursa olsun Abdullah Öcalan Türkiye’ye sağ olarak getirilecek, mahkemede adil olarak 
yargılanacak ve öldürülmeyecekti.”
Açıkça istenilen buydu. Ama sonradan yaşananlar olayın getirdiği olumlu rüzgârların Amerika’nın Usame Bin Laden, Saddam Hüseyin ve İran’a karşı 
girişeceği operasyonlarda MİT’in verdiği desteğin bu istek kadar önemli olduğunu ortaya koydu.
Amerika’nın şartı.,
Amerika şart olarak, Abdullah Öcalan’ın sağ olarak Türkiye’ye getirilip, yargılanması ve öldürülmemesi konusunda garanti ve güvence istiyordu. 
Onlara göre en önemlisi buydu. Türkiye’nin Öcalan’ı yok etmek konusundaki daha önce gerçekleştirdiği operasyonlardan haberdar olan Amerikan yönetimi,  Öcalan’ın sağ ele geçirilmesinde ısrarlıydı.
Şenkal Atasagun, Amerikalı temsilcinin sözlerini dikkatle dinledi. Bu konudaki kararı tek başına vermesinin mümkün olmadığını aktardı.
Atasagun, Başbakan Bülent Ecevit’e ulaştı. Ecevit o sırada Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in verdiği bir yemek nedeniyle Çankaya’da Başbakanlık Konutu’nun 
hemen altında bulunan Dışişleri Konutu’ndaydı. Konu çok özeldi ve hemen görüşmek gerekiyordu. Ecevit, ”gelin” dedi. Atasagun’a başbakanlık konutunda 
randevu verdi.
Saat 22.45’de Başbakan Ecevit ile MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun başbaşa görüşmeye başladılar. Ecevit, CİA yetkilisinin aktardıklarını duyunca, 
Cumhurbaşkanı’na bilgi vermek gerektiğini söyleyip, Süleyman Demirel’i aradı.
Çankaya Köşkü 4 şubat 1999 perşembe gününü yorgun geçirmişti. Cumhurbaşkanı Demirel’in “devlet günü” dediği günlerden biriydi. Sabah 09.00’dan, 
akşam 20.00’ye kadar yoğun bir şekilde çalışılmıştı. 
Saat 17.30’da MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun, 18.00’de Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, 19.00’da ise Başbakan Bülent Ecevit 
Çankaya Köşkü’ne gelerek brifing dosyalarını anlatmışlardı Demirel’e. Kapıda bekleyen gazeteci ordusu, bu haftalık ve olağan geçen görüşmelerden 
bir şey çıkmayacağını çok iyi biliyordu.
Ama Başbakan Ecevit’in telefonuyla sarsılan Çankaya Köşkü’nde az sonra gerçekleşecek zirve, hepsinden farklıydı. Saat 23.10’da olağanüstü zirveye 
kapılarını açmıştı Köşk.
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Bülent Ecevit ve MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun konuyu tartışmaya başladıklarında Genelkurmay 
Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu da toplantıdaki yerini aldı. Kapıda gazeteciler yoktu. Toplantıdan bakanların dahi bilgisi olmamıştı. Ankara’da çıt çıkmıyordu.
MİT VE CİA’nın gizli protokolü, Atasagun kendisine iletilen teklifi aktardı. Amerika’nın şartı kabul edilebilir bulunuyordu. Öcalan, sağ olarak ele geçirilirse, Türk gizli servisinin elemanları kendisini “sağ ve sağlıklı” olarak Türkiye’ye getirecekler ve adalete teslim edeceklerdi.
Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu, Öcalan’ın “teslim edilebilirliği konusuna çok güvenmediğini” belli ediyordu. Ama bu operasyona girilmeliydi.
Operasyonun bütün sorumluluğu Şenkal Atasagun’a verildi. Operasyon başından sonuna kadar MİT’e ve müsteşarına teslim edildi. Atasagun’un isteği 
üzerine Genelkurmay İstihbarat Dairesi’nin başında bulunan General Fevzi Türkeri de, çalışmaya dahil edildi.
Ankara soğuktu. Işıklar içindeki kentin manzarası üzerinde dumanlar vardı. Büyük sırrı saklayacak olan zirve konukları Çankaya Köşkü’nden ayrı ayrı çıktılar. 
Ayrı kapıları kullandılar. Sırlarıyla beraber kentin buz tutmuş yollarında gözden kayboldular.

Atasagun, Çankaya Köşkü’nden ayrıldıktan sonra yeniden konutuna, kendisini beklemekte olan CİA yetkililerinin yanına döndü.
“Tamam” dedi, “Abdullah Öcalan sağ olarak getirilecek ve yargıya teslim edilecek. Bağımsız Türk yargısı kendisini en adil bir şekilde yargılayacak.”
Asrın gizli servis operasyonu işte bu sözlerle başlamış oluyordu. İki gizli servis arasında hemen oracıkta bir kâğıt üzerinde basit bir protokol yapıldı. 
Protokol içinde şunlar yazıyordu:

“Abdullah Öcalan’ın ele geçirilerek Türkiye’ye getirilmesinde Türk gizli servisi MİT ile Amerikan gizli servisi CİA birlikte ve ortak bir operasyon yapacaklardır. 
Öcalan sağ olarak ele geçirilip adil bir şekilde yargılanacaktır.”
Oturulup bir hazırlık planı yapıldı. Her şey bir anda gelişti. Öcalan, operasyonuna ad bile konmadı.

Ankara’da CİA zirvesi,

4 şubat 1998 gününe Rusya’nın aksine Ankara, olağan alarm durumuyla girdi. Öcalan izleniyordu. Olağanüstülük yoktu. Akşam saatlerinde CİA’nın Ankara istasyon şefi, MİT Müsteşarı Atasagun’a Öcalan’ı teklif etti ve Türk devleti Amerika’nın şartını kabul edince oturulup bir protokol hazırlandı. 

Öcalan, operasyonuna ad bile konmadı. Amerikalılar Öcalan’ın Yunanistan’da olduğunu ve sonraki aşamalarda neler yapılması gerektiğini anlattılar.
Hemen MİT içinde bulunan özel eğitilmiş gruplardan bir ekip hazırlandı. Bu ekipte çoğunluk MİT Anti Terör Dairesi’nde yetişmiş daha sonra yakın koruma konusunda uzmanlaşmış genç elemanlar vardı.

Cavit Çağlar 200 000 dolar aldı,

Takvimler 5 şubat 1998 gününü gösterdiğinde hazırlanan bu yedi kişilik ekibe uzun menzil uçabilecek bir uçak aranmaya başlandı. Uçak hiç yakıt almadan 
uzun uçuş yapabilmeliydi. Hızlı olmalıydı. Dikkat çekmemeliydi. Yapılan aramalar sonucunda işadamı Cavit Çağlar’a ait jet uçağının aranan niteliklerde olduğu saptandı. MİT müsteşarı, Çağlar’ı aradı. Kendisinin çıkacağı bir yurtdışı gezi için uçağı kiralamak istediklerini söyledi. Çağlar bunu memnuniyetle karşıladı. Uçağın kiralanmasının bedeli olarak 200 000 dolar fiyat biçti. MİT, Çağlar’ın teklifini kabul etti ve karşılıklı olarak uçağın 200 000 dolara MİT için kiralanması konusunda anlaşıldı. Çağlar parasını kuruşuna kadar aldı.

Bu ödenen para, Öcalan operasyonunda dışardaki bir kurum veya kuruluşa ödenen tek para oldu. 
Ne Kenyalı yetkililere, ne de operasyona yardımcı olan Amerikalılar ile diğer ülke teşkilatlarına Öcalan için bir tek kuruş dahi para ödenmedi. 
Rüşvet veya hizmet karşılığı olarak herhangi bir ödeme yapılmadı.

Taşeron yok MİT yaptı,

Uçakta hiçbir ülkenin veya Türk tarafının taşeronu kullanılmadı. Uçakta operasyon sırasında hiçbir Amerikalı bulunmadı. Sadece Çağlar’ın uçak mürettebatı 
da operasyonda zorunlu olarak hazır bulundu.
Operasyon bittikten sonra da Cavit Çağlar “ Soğudum, uçak üzerinde tehdit var” diyerek, uçağı MİT’e satmak istedi ama bu istek MİT tarafından 
benimsenmedi. Daha sonra aynı amaçlarda kullanılmak üzere başka bir jet uçağı MİT tarafından satın alındı.

Yılmaz biliyordu,

Antalya’da yapılan Eğitim çalışmaları 4 gün boyunca devam etti.
Öcalan operasyonunu Türkiye’de bu sırada Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Bülent Ecevit,Devlet Bakanı Hüsamettin Özkan, Dışişleri Bakanı 
İsmail Cem, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun, Genelkurmay İstihbarat Dairesi Başkanı Fevzi Türkeri, 
MİT Müsteşar Yardımcısı Miktad Alpay resmî olarak bilien kişilerdi. Bilgi sızmaması için olağanüstü dikkat sarf ediliyordu. Başbakan Ecevit bu konuda 
hiçbir sızmanın olmadığını sanıyordu. Ama yanılıyordu. Yanıldığını daha sonra anladı. Olayla ilgili olarak ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’ın da bilgisi vardı. 
Yılmaz olayı bildiğini Ecevit’e nasıl aktardığını anlattı:
“Devlet Bakanı Hüsamettin Özkan’la Abdullah Öcalan yakalanmadan iki gün önce yemekteydik.Yemek sırasında Özkan hiç bu konuda konuşmuyor, susuyordu. 
Ama bir şeyler de var. Halinden belli. Ben şu Öcalan da gelince herşey iyi olacak diye bir şey söyledim. 
Çok şaşırdı.Bana haber geldi,böyle bir operasyon olacak diye, dedim. Öcalan yakalandığında da Ecevit’e tebrik ziyaretine gittim.”

Ankara sabırsızdı,

Başbakan Ecevit ile Cumhurbaşkanı Demirel sürekli olarak operasyonu soruyorlar, sonuç alınıp alınamayacağını merak ediyorlardı.
10 şubat günü Antalya’dan Ankara’ya gelen MİT ekibi, Müsteşar Atasagun tarafından yolcu edildi. Atasagun ekibin içinde belirlenen iki lidere görevi açıkladı. 
Bunlardan biri uçağın MİT mensubu olan pilotuydu. Pilot aynı zamanda uydu telefonuyla uçaktan sürekli olarak Atasagun’a bilgi aktaracaktı. 
Olaylarla ilgili gelişmeler ve iletişim konusunda yetkili oydu. Elinin altında her an kullanıma hazır uydu telefon bulunuyordu. Diğer lider ise eski bir askerdi. 
Emekli albay uzun zamandır MİT içinde görev yapıyordu. O da 7 kişilik ekibin başında bulunacaktı. Atasagun Öcalan’ın sağ olarak Türkiye’ye getirilmesi 
talimatını verdi.Hiçbir şekilde zor kullanılmayacaktı. Ekip kendisini de bu anlamda kontrol edecekti. Öcalan sağ ve salim olarak Türkiye’ye getirilecekti.
10 şubat 1998’de uçak Türkiye’den Öcalan’ı almakla görevlendirilen ekiple birlikte havalandı. İlk rota Mısır üzerinden Uganda’ya göre çizilmişti. 

Uçakta yolculuğu belgeleyecek video çekimleri yapıldı. Mısır piramitlerinin üzerinden geçerken, üzerinden uçulan ülkelerin kentlerinin hava görüntüleri alındı. 
Ekip Uganda’ya ulaştığında, Öcalan’ı almakla görevli olan yedi kişi uçaktan hiç çıkmadı. Hep talimat beklediler. Hareketlerine Amerikalılarla birlikte Ankara’dan gelecek emirler yön veriyordu. 10 şubatta Uganda ’ya ulaşan ekip 14 şubat akşamına kadar hep haber bekledi. Bu sırada tam iki kez Öcalan’ın alınması için harekete geçirildi. Ancak Öcalan Kenya’da baskılara karşı direniyordu. 

Amerikalıların ve Yunanistan’ın bastırmalarına karşın Yunan Büyükelçiliği’ni terk etmiyordu.

14 şubat akşamı uçağa Kenya’nın başkenti Nairobi’ye hareket etmesi emri verildi. 15 şubat pazartesi günü Nairobi’de geçirilecekti.

Uçak hazır

Nairobi Havaalanı’ndaki Türk ekibine öğlenden sonra her an hazırlıklı olması için gerekli talimat ulaştırıldı. Bunun üzerine herkes uçak etrafındaki görev 
yerine geçti. Sorun çıkması beklenmiyordu.

Akşam 19.20 sularında havalanının özel bölümündeki tel kapıların açıldığı görüldü. Beklenen an gelmişti. Uçağın içindeki ve etrafındaki Türk görevliler hazır 
bekliyorlardı. Aralarında Amerikalı yoktu. Bütün ekip MİT görevlileri ile asker kökenli kardiyolog doktordan oluşuyordu. Etrafta Kenyalılar bulunuyordu. 
Ama havaalanında ve Öcalan’ın gelişinde Almerikalılar sıkı bir izleme ve gözleme faaliyeti gerçekleştiriyordu. Amerikalılar Türk görevlilerin sözlerini yerine 
getirip getirmeyeceklerini merak ediyorlardı.Öcalan sağ olarak Türkiye’ye ulaştırılmalıydı.

Öcalan hiç şüphelenmedi

Öcalan’ı getiren otomobil aprona girdi. Türk ekibini taşıyan uçağın yanına kadar geldi.

Öcalan, Kenyalı yetkilerle birlikte gayet rahat ve neşeli bir biçimde elindeki çantasıyla uçağa doğru yöneldi. Hollanda’ya gideceğini sanmaktaydı. 
Uçağa şöyle bir göz atmış, ama dikkatini çekecek hiçbir şey görememişti. MİT ekibi nefesini tutmuş olanları izliyordu. Öcalan hızlı adımlarla uçağın 
merdivenlerine yöneldi. Kapıda duran uzun boylu, sarışın, yeşil gözlü Türk görevliyi hafif bir gülümsemeyle selamladı. Fizikî görüntüsü Batılıları andıran 
görevli kendisine gülümseyerek karşılık verdi. Rahat bir biçimde uçaktan içeriye girdi. Hiç şüphelenmemişti.

Öcalan’ın içeriye girmesiyle, MİT görevlilerinin Öcalan’ın üzerine atlamaları bir oldu.Öcalan bir anda, bir eşya gibi özel bir bant ve kelepçeyle paketlendi.
Abdullah Öcalan uçağın içinde hiç karşı koyamadı. Yere yatırıldığında da, sonrasında da hiç direnmedi.Türk görevliler kendisine karşı zor kullanmadılar.
Elleri, ağzı ve gözleri anında bantlandı.Askeri doktor sağlık kontrollerini yapıyordu. Öcalan iyiydi. Ama yakalandığını anladığında şoka girmişti. 

Kendisine de bir zarar vermemesi için olağanüstü dikkat gösteriliyordu.
Her dakika kayda geçti Öcalan uçağa girdiği andan itibaren videoyla kayıt yapılmaya başlanmıştı.Uçak yolculuğu boyunca toplam 90 dakikalık çekim gerçekleştirildi Öcalan uçağın içinde bir süre “paketlenmiş” olarak tutuldu. Uçak kalkış izni alıp pist başı yaptığında saatler 20.00’yi geçiyordu. 15 Şubat 1998 günü  Öcalan eldeydi ve Türkiye’ye doğru yola çıkıldı.
Öcalan uçak havalandıktan sonra bir koltuğa oturtuldu. Ellerinde kelepçe vardı. Gözleri ve ağzı bantlıydı. Önce ağzındaki bant açıldı. Sonra gözlerindeki. Öcalan yakalanmanın şokuyla midesinin yandığını belirten şeyler yapıyordu. 
Ama konuşamıyordu. Tutulmuştu.

Öcalan’a ne uçağa binmeden önce ne de bindikten sonra uyuşturucu, uyutucu veya bilincini bozacak hiç ilaç verilmedi.
Öcalan korkmuştu. Öcalan’ı sarmalayan özel bantlar çözülürken onlarca arkadaşını PKK’yla mücadelede şehit veren, MİT görevlisi o tarihî sözleri dile getirdi:
“Abdullah Öcalan, memlekete hoş geldin.”
Kenya’dan hareket eden uçak Öcalan’ın söylediklerinin aksine hiçbir yere uğramadan doğruca Türkiye’ye yöneldi. Uçak bunun için seçilmişti zaten. 
Kenya ekibi Ankara’yla direkt olarak görüşüyordu. Öcalan’ın yakalandığı operasyonu bizzat Şenkal Atasagun yönetiyordu. Atasagun önce operasyonun 
başarıyla gerçekleştiği mesajını aldı. Ardından da 15 şubatı 16 şubata bağlayan gece Öcalan’ı taşıyan uçağın Türk hava sahasına girmesini bekledi. 
Amerikalılardan da çek edilmişti, operasyon başarıyla tamamlanmıştı.

Saat 02.00

Öcalan’ı taşıyan uçak hava sahasına girdiğinde (16 şubat 1999) saat 02.00 sularıydı. Şenkal Atasagun sırasıyla Başbakan, Genelkurmay Başkanı ve 
Cumhurbaşkanı’nı arayarak “Paket geldi” dedi. Bu Abdullah Öcalan’ın yakalanışının habercisiydi. Liderler heyecanlıydı. Ayrıntıları istediler. Operasyonun başarılışı ve uçağın Türk hava sahasında olduğu liderlere tek tek anlatıldı.
Olağanüstü uçuş İstanbul Havalimanı’nda sona erdi. Saat 03.30 sularıydı. MİT’in işi İstanbul’da sona erdi. Bu ana kadar operasyonun içinde bulunmayan askerler devreye girdiler. Öcalan’ı MİT mensuplarından askerler devraldılar.
Bu sırada Kenya, Yunanistan ve Hollanda’da bulunan Öcalan’ın avukatları ile Almanya’daki PKK büroları Öcalan’ın kaybolduğunu veya ele geçtiğini duyurmaya başlamışlardı.”

Ondan sorası malum. Başbakan’ın açıklaması, zafer işaretleri ve yargılama safhası. Öcalan asılsın mı, asılmasın mı münakaşaları, avrupa topluluğuna yeşil ışık, rencide olan şehit aileleri ve gaziler, gösteriler, mitingler.
Bütün bu gelişmeler, “Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması acaba yeni bir stratejinin, PKK’nın siyasallaştırılması ve legalize edilmesi hareketinin başlangıç noktası mı?” sualini akla getiriyor.

Ne olmuş, ne değişmişti?. Sabrımızın taşması, meşru-müdafa hakkımızın kullanılması için 19 yıl kan akması mı gerekliydi? Yoksa olayın ne kadar ciddi 
olduğunun yeni mi farkına varmıştık. Neden bu çıkışlar 10 sene, 15 sene önce veya büyük bir katliamdan sonra yapılmadı? Türk İstihbaratı yıllardan sonra 
Suriye’de Öcalan’ın barınaklarını saptamış ve kontrol altına almıştı. Bataklık tespit edilmiş, kurutulması an meselesiydi. MİT içinde Öcalan’a karşı başarılı aktif faaliyet yürüten bu kadro neden birden bire dağıtıldı. Öcalan Suriye’den çıktıktan sonra Rusya gibi bir ülke onu himayesine alıp Suriye emsali “burada yok, isterseniz heyet yollayıp kendiniz bakın” deseydi ne yapacaktık? 19 yılın çalışmasını sıfırlayıp, yeniden yıllarca yerinin tespitine mi çalışacaktık? Amerika destek vermeseydi, gelişmeler ne şekilde olurdu? Öcalan’ı kendi imkanlarımızla, milli operasyonlarımızla yakalayıp getirebilir, zafer işaretleri verebilir miydik? Banka olaylarının gündemde olduğu bir tarihte neden Cavit Çağlar’ın uçağı? Amerika neden daha önce destek vermedi de simdi verdi? Kuzey Irak’taki yeni yapılanma ile Öcalan olayı arasında bir münasebet var mı?

İşte bu sualler, yeni bir suali: “Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması acaba yeni bir stratejinin, PKK’nın siyasallaştırılması ve legalize edilmesi hareketinin 
başlangıç noktası mı?” sualini akla getiriyor.

***

28 Eylül 2019 Cumartesi

İki MİT’çi Fetullah ile Öcalan’ın İhanet hikayesi !

İki MİT’çi Fetullah ile Öcalan’ın İhanet hikayesi !




Sabahattin Önkibar
26.4.2017

Fetullah Gülen’i MİT’e alan isim kurumun efsane isimlerinden 60’lı yılların ortalarından itibaren 2 kere müsteşar olan Korgeneral Fuat Doğu’dur.

Fuat Doğu’nun Gülen’i teşkilata alma amacı,Yeşil Kuşak Projesi bağlamında Risale-i Nur guruplarını Komünizme karşı örgütlemek ve Nur cemaatinin içinde devlet damarı oluşturup içerden bölmekti.
Fetullah Gülen bunun için MİT’de 2 yıla yakın özel eğitim gördü.

?    Bülent Arınç’ın, “ Mülkiye’de iken Namazlı-Abdestli çocuktu ” dediği Abdullah Öcalan’ı MİT’e alan isim ise Fuat Doğu sonrası bütün 70 yıllarda MİT’e Müsteşar ve vekil olarak hakim olan general Bülent Türker’dir.
Onun amacı da o dönem ortaya çıkan ayrılıkçı Kürt hareketini içerden kontrol altında tutmaktı.
Hayır bu aktardıklarım sır değil, Fetullah’ın önce Nurculara, sonrasında ise Erbakan hareketine karşı panzehir olarak görülüp Kenan Evren dahil, Özal ve Demirel tarafından bile desteklendiği yaşananlarla kanıtlıdır.
Keza APO’nun eşi Kesire Öcalan’ın babasının MİT mensubu olduğu kayıtlardadır. 
Bknz; http://www.radikal.com.tr/turkiye/iste-ocalanin-mitci-kayinpederi-1028554/

   Peki niye mi ihanet ettiler?

Daha büyük bir güç onlara kişisel ikbal vadettiği için!

Öcalan 80’lerin başlarında, Fetullah ise 90’ların başlarında MİT’i aşıp CIA’den teminat ve talimat almaya başladılar ki birine Mehdilik, diğerine ‘Büyük Kürdistan’ın 
kuruculuğu vadedilmişti.

Benzer şey Afganistan’da ABD’nin başına geldi... El Kaideyi SSCB’ye karşı var eden CIA iken, bu örgüt daha sonra bizdeki Fetullah ve Öcalan misali efendisine 
ihanet etti.

   Aradaki fark şu:

?  ABD ihanet sonrası,El Kaide’yi bahane edip sadece Afganistan’ı işgal etmedi, aynı zamanda önderi Usame Bin Ladin’i yok etti.

SOKAK VE YENİ GEZİ DİRENİŞİNE HAYIR!

Doğrudur referandum kirli ve YSK’nın tutumu endişe vericidir.

Ancak buna karşı çıkmanın yolu yeni Gezi direnişlerini tertiplemek olmamalıdır.

Reklamdan sonra devam ediyor 

   Öyle, çünkü böyle bir teşebbüs abartısız Türkiye’yi iç savaşa taşır.

Sadece FETÖ’cü casuslar değil, bütün terör örgütleri ile yabancı istihbarat örgütleri devreye girer ve olmadık sabotajlar yapılır.

Etnik, inanç ve mezhep ekseninde ajitasyonlar yapılıp toplum karşı cepheleştirmelerle patlatılmaya çalışılır.

?  Hülasa yeni Gezi’ye de sokağın çare yapılmasına da Türkiye’nin bekası adına hayır diyoruz.

ZARRAB KÜRDİSTAN TAKASI!

Rudolpf Giuliani kim?

Newyork eski Belediye Başkanı ve ABD Başkanı Trump’ın yakın arkadaşı.

Dahası, Reza Zarrab’ın avukatı.

İşte bu Giuliiani, Doğu Perinçek’in açıkladığına göre Ankara gelip Tayyip Erdoğan ile gizlice buluşmuş.

Ne konuştukları sır, lakin Batı medyasına göre buluşma Reza Zarrab dosyası ile alakalı imiş.

Ve ABD medyasından son haber:

?   Buna göre Giuliani ile Tayyip Erdoğan Zarrab dosyası ile PYD’nin takası bağlamında anlaşmışlar.

Dolayısı ile artık Türk Ordusunun Suriye’de Rakka ve veya Münbiç diye bir hedefi ve zerre bir amacı kalmamış.

   Eğer bu haber doğru ise soru şudur:

Fırat Kalkanı isimli hareketla Suriye’ye sürülen 71 Mehmetçik neden şehit oldu?

Türk Silahlı Kuvvetleri Suriye’ye niçin girdi ve şimdi nerede duruyor?

https://www.aydinlik.com.tr/kose-yazilari/sabahattin-onkibar/2017-nisan/iki-mit-ci-fetullah-ile-ocalan-in-ihanet-hikayesi

*******

İşte Öcalan'ın MİT'çi Kayınpederi.,

Abdullah Öcalan,  MİT çi Kayınpederi, Ali Yıldırım, Atatürk, Cumhuriyet Halk Partisi, İsmet İnönü, PKK, Hollanda,Türkiye, Habertürk,Uğur Mumcu, Milli Emniyet Hizmetleri,


11/11/2010 


Abdullah Öcalan'ın MİT'te çalışan kayınpederi Ali Yıldırım'ın fotoğrafı ortaya çıktı.


Habertürk gazetesi Abdullah Öcalan'ın yıllarca MİT'te çalışan kayınpederi Ali Yıldırım'ın fotoğrafına ulaştı. 
Ancak Ali Yıldırım'ın nerede olduğu halen bilinmiyor. 
Kızı ve aynı zamanda bir dönem Öcalan'ın eşi olan Kesire Öcalan ise Hollanda'da yaşıyor. 
Öcalan eşi hakkında " Son derece iyi eğitilmiş biri. Ajan olup olmadığını çözemedim " demişti.

KIZININ ÖCALAN EVLİLİĞİ.,

Ali Yıldırım Türkiye 'nin ilk istihbarat teşkilatı olan Milli Emniyet Hizmetleri Riyaseti'nde (MAH) çalıştığı biliniyor. 
Ali Yıldırım karşı çıksa da kızı Kesire'nin 1978'de 
Öcalan ile evlenmesine engel olamamış. Uğur Mumcu'nun bu konuyla ilgili araştırma yaptığı biliniyor.

ŞEYH SAİT VE DERSİM İSYANINDA ATATÜRK 'ÜN YANINDA,

Ali Yıldırım'ın 1970'lerde MİT ile bağlantısını kesse de Öcalan hakkında teşkilata bilgi verdiği iddia ediliyor. 
Şeyh Sait isyanında Atatürk'ün safında yer aldı. 
Kurulan İstiklal Mahkemeleri'nde sanıklara yöneltiler suçlamaların bilgi kaynağı ondan geldi. 
İsyan sonrası Şeyh Sait taraftarları arasında sarık ve cübbe giyerek bilgi topladı.

Dersim isyanında da devletin yanında yer aldı. O isyana katılmayan tek aşiret Ali Yıldırım'ın da üyesi olduğu Şadi aşireti oldu. 
General Abdullah Alpdoğan aracılığıyla İsmet İnönü ile görüşüyordu. 1970'li yıllarda Karakoçan'da CHP 'de belediye başkan adayı oldu. 
Ancak Adalet Partisi taraftarlarınca linç edilmek istendi.

ÖCALAN İLE KAVGALI AYRILDILAR

Kızı Kesire ise halen Öcalan ile evli görünüyor. 10 yıl birlikte yaşadıktan sonra Öcalan'ı diktatörlükle suçladı. 
Örgüt tarafından "Hain ve işbirlikçi" ilan edilen Kesire, Hollanda'ya kaçtı. 22 yıldır PKK ve Öcalan hakkında konuşmadı.

http://www.radikal.com.tr/turkiye/iste-ocalanin-mitci-kayinpederi-1028554/

***

27 Şubat 2016 Cumartesi

28 ŞUBAT TÜRK SİYASETİNİN ACI VEREN YÜZÜ, ÖNCESİ VE SONRASI,, BÖLÜM 4




    28 ŞUBAT  TÜRK SİYASETİNİN  ACI VEREN YÜZÜ, ÖNCESİ VE SONRASI,, BÖLÜM 4




Yine 15 Şubat'ta Eskişehir Cezaevi'nde " Karagümrük Çetesi " olarak tanınan bir grup Özdemir Sabancı'yı öldürmekten sanık Mustafa Duyar'ı öldürdü, örtülü ödenek davasından hüküm giymiş olan Selçuk Parsadan'ı yaraladı

16 Şubat'ta Özdemir Sabancı'nın kaatillerinden DHKP-C'li Mustafa Duyar'ı öldüren ve Tansu Çiller'i dolandırıp Örtülü Ödenek'ten para sızdıran Selçuk Parsadan'ı da yaralayan Karagümrük Çetesi mensuplarından 3'ü Amasya, 3'ü Samsun, 2'si de Trabzon kapalı cezaevlerine gönderildi. Böylece çete dağıtılmış oldu... Çete reisi Nuriş'in marifetleri, vahşeti ise inanılmaz boyutlarda idi.

18 Şubat'ta operasyondan kendisine pay çıkaran Ecevit, "operasyon kararının 4 Şubat'ta Çankaya Köşkü'nde alındığını, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kıvrıkoğlu ve MİT Müsteşarı Atasagun'un toplantıda olduğunu" açıkladı... Aynı Ecevit bir süre sonra "Amerika niye Abdullah Öcalan'ı verdi, anlamadım," diyecekti! Ama aslında plan yapılmış, pimpirik bir ihtiyar haline gelmiş olan Bülent Ecevit başkanlığında bir hükûmetle Türkiye'nin ABD ve AB, hatta İsrail menfaatine daha uygun hareket edeceği düşünülmüştü. 18 Nisan seçimlerinde Ecevit'in DSP'si birinci olmalıydı, öyle de oldu!

20 Şubat'ta İmralı'da ölüm korkusunu bir türlü üzerinden atamayan Öcalan, dağdaki teröristlere "teslim olun" çağrısı yapacağını açıkladı!

21 Şubat'ta Öcalan bülbül gibi ötmeye başladı. Yakalandığında üstünde çıkan kırmızı Kıbrıs Rum pasaportu için "Bunu bana Yunan yetkililer verdi. Yunanistan PKK hareketini hep destekledi. Bize her zaman hem silah, hem füze yardımı yaptı. Görevli Yunan subaylar Atina yakınlarındaki Lavrion Kampı'nda PKK militanlarına sürekli olarak gerilla ve bomba eğitim verdiler," dedi.

22 Şubat'ta canının derdine düşmüş olan ödlek Abdullah Öcalan, "Pişmanım. Beni asmayın, her şeyi anlatacağım. Atina civarında PKK'lıların eğitildiği iki askerî kamp daha var. Yunan subayları oralarda yüzlerce militan silah ve bomba eğitimi veriyor," dedi.

25 Şubat'ta Öcalan'ın savcılara 36 sayfa ifade verdiği ortaya çıktı. "Kişisel olarak 2.250.000 dolarım var. Bunun 50 bin dolarını alıp ayrıldım. Kalanı Suriye'deki adamımda. Örgütün parası ise Avrupa bankalarında," dediği öğrenildi. Ardından, "Ben Abdullah Öcalan. PKK lideriyim. TÜRKİYE'ye yönelik silahlı eylemler yaptım. Terörün hata olduğunu anladım. 35.000 kişinin ölmesinden dolayı çok üzgünüm," açıklamasını yaptı.

26 Şubat'ta Jet-Pa Holding sahibi Fadıl Akgündüz'ün, "10-20 milyara milletvekili satın alınır. İstesem ben de alırdım," tarzındaki gerçekçi sözleri, Meclis'te infial yarattı. Akgündüz'ün seçimlerde destek verdiği Fazilet Partililer dahi, "çirkin sözler," dedi. Halbuki yarası olan gocunur.

27 Şubat'ta trilyonlarıyla öğünen Fadıl Akgündüz'ün sahip olduğu 4 şirket, 1 holding adına 1997 gelirleri üzerinde sadece 5 milyar kurumlar vergisi ödediği ortaya çıktı!... İyi de, sanki vergi kaçıran işadamı bir tek o!.. İyi ki, tümünü zararda göstermemiş!

5 Mart 1999'da Yunanistan'daki Dimitri Elen kampında bomba eğitimi almış olan teröristler bombalı bir otomobille Çankırı Valisi'ne saldırdılar. Olay yeri bir anda cehenneme döndü. Ağır yaralanan Vali Ayhan Çevik hurda yığınına dönen otomobilinden halkın yardımı ile çıkarıldı. Koruma polisi ile iki lise öğrencisi olayda can verdi.

7 Mart'ta Devlet Çankırı'yı kana bulayan TİKKO militanı Bülent Ertürk'ü İstanbul'da, kardeşi Kemal Ertürk'ü Sivrihisar'da ele geçirdi.

10 Mart'ta gündüz bir taksiyi havaya uçuran teröristlerden sonra, akşam üzeri de müşteri gibi 34 TEH 85 plakalı taksiye binen bir terörist arka koltuğa bombalı paket bırakarak Caroussel Alışveriş Merkezi yanında indi. LPG ile çalışan taksi havaya uçtu. Şoför Ufuk Akdoğan can verdi. İki araç daha yandı.

13 Mart'ta Göztepe'deki 6 katlı Mavi Çarşı mağazasına gelen üç terörist ellerindeki molotof kokteyllerini parfüm reyonuna fırlattılar. Çıkan yangın Cumartesi olması sebebiyle kalabalık olan mağazada panik yarattı. Giriş alevlerle kaplandığından müşteriler çatıya koştu. İtfaiye bir kısmını kurtardı ama, çatıda 11, 5. katta 2 kişi öldü, 5 kişi de yaralandı... Bunlar hep bölücülerin "biz daha ölmedik," mesajı idi.

16 Mart'ta sözde Birleşmiş Milletler'in, aslında ABD ile AB'nin Kosova'da, 70 gün sürecek hava harekatı başladı. Sırplara göre 2.000, Amerikalılara göre ise 5.000 kişinin öldüğü savaşın sonunda Sırp kuvvetleri Kosova'dan çekildi.

17 Mart'ta seçim listelerine giremeyen küskün milletvekilleri ve Fazilet Partililer'in oyları ile hükûmet hakkındaki gensoru önergesi gündeme alındı.

19 Mart'ta Ankara DGM Fethullah Gülen hakkında "laik devlet düzenini yıkmak" hususunda faaliyet gösterdiği iddiasıyla soruşturma açtı. Bir süre sonra Fethullah Hoca Amerika'ya kaçtı.

22 Mart'ta Türkiye yurtdışından bölücü-kürtçü yayın yapan Med TV'nin susturulmasını sağladı.

23 Mart'ta Emniyet Genel Müdürü Necati Bilican Mavi Çarşı'da 13 kişinin yanarak ölmesine sebep olan 5 PKK'lıdan 3'ünün yakalandığını açıkladı.

25 Mart'ta Sırbistan kendisini bombalayan NATO'ya savaş ilan edince, NATO üyesi Türkiye de istemeden savaşa girmiş oldu. Yapılan anlaşmalarda bu gibi hususlara dikkat etmek gerekir. Bilhassa İngliizler gerçek amaçları kelimeler arkasına gizlemekte çok mahirdirler.

26 Mart'ta Karases diye bilinen Cemalettin Kaplan'ın oğlu Metin Kaplan Almanya'da tutuklandı.

27 Mart'ta PKK Kurban Bayramı'nı da kana bulamak istedi. Taksim'deki Çevik Kuvvet'e saldırmak isteyen kadın terörist üzerindeki bombaları zamansız patlatınca bir tek kendisi can verdi.

30 Mart'ta Mavi Çarşı kaatillerinden dördüncüsü Metin Yamalak Nevruz eylemlerini örgütlemek için gittiği Mersin'de tutuklandı.

3 Nisan'da "üniversiteli" diye tanıttığı kızları 200 dolardan pazarlarken yakalanan Huriye Karabacak'ın İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi'nde memur olduğu anlaşıldı. YÖK Karabacak'ı işten attı. Hapis cezası da cabası!

5 Nisan'da PKK'lı bir intihar bombacısı Bingöl Valisi Süleyman Kamçı'ya saldırdı. Vali şans eseri kurtulurken terörist ve 15 yaşında bir kız çocuğu öldü, 20 kişi yaralandı.

7 Nisan'da hapisten kaçtıktan sonra Bulgaristan'da yakalanan Kürşat Yılmaz'ın Türkiye'ye iadesi kararlaştırıldı.

8 Nisan'da Hakkari Valisi Nihat Canpolat'a, Yüksekova ilçesinde bombalı saldırı düzenlendi. Canpolat saldırıdan küçük sıyrıklarla kurtuldu, şoförü öldü, yedi kişi yaralandı.

10 Nisan'da 12 Eylül öncesinde öldürülen DİSK Başkanı Kemal Türkler'in kaatili Ünal Osman Ağaoğlu'nun, kendisine çok benzeyen kardeşinin kimliği ile 19 yıl Kuşadası'nda yaşadığı anlaşıldı.

12 Nisan'da askerlik yapmadığı halde milletvekili, hatta Bakan olan Bahattin Şeker'e dövizli askerlik hakkı tanınmadı, o da Ağrı'nın Doğubeyazıt ilçesindeki 1. Mekanize Piyade Tugay'ına teslim oldu.

14 Nisan'da Türkiye, Sırplar tarafından iki köyü işgâl edilen Arnavutluk'a 100 asker göndermeye karar verdi. Aynı NATO savaş uçakları yanlışlıkla Kosovalı Arnavut mültecilerin konvoyunu bombaladı, 75 kişi öldü... Olur böyle hatalar, NATO'lu subaylar sık sık tekrarlar!

18 Nisan 1999 genel seçiminde DSP birinci parti oldu. MHP oylarını büyük ölçüde arttırdı, 2. parti oldu. CHP barajı aşıp Meclis'e bile giremedi. ANAP ve DYP oy kaybetti. Fazilet Partisi de Refah Partisi'nden daha az oy aldı.

19 Nisan'da CHP Başkanı Deniz Baykal istifasını verdi. Türkiye'de ilk defa seçim kaybeden bir partinin başkanı istifa ediyordu!

21 Nisan'da ABD'de Denver kentinde bir liseyi basan iki saldırgan 13 kişiyi öldürdüler. Ardından intihar ettiler.

24 Nisan'da Prof. Dr. Tansu Çiller'in seçimlerden önce kullandığı "Harvard Üniversitesi bana fahri doktora verdi" ifadesi asılsız çıktı.

27 Nisan'da Albayraklar Şirketi ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi şirketlerinin yöneticisi 59 kişi İGDAŞ yolsuzluğu ile ilişkili olarak gözaltına alındı. Ardından İGDAŞ yolsuzluğu, İSFALT yolsuzluğu, ve STON soruşturmaları geldi. Ne var ki, İstanbul Belediyesi tek yolsuzluk yapılan belediye, TAYYİP ERDOĞAN da yolsuzluk yapan tek Belediye Başkanı değildi... Birileri "rüşvetin belgesi olmaz," demiş. Belki "yolsuzluğun da belgesi olmaz," demek istemiş!.. Ama bal gibi olur!.. Yedi göbek ötesine, yedinci derece akrabasına kadar inceler, servet beyanı alırsan, "Nerden buldun bunları?" diye sorarsan, "altınlar babaannnemin yastık kılıfından çıktı," veya "oğlumun sünnet düğününde takıldı," palavralarını yutmaz, "Peki, altınları hangi kuyumcuda bozdurdun? Ne kadar vergi ödedin?" diye sorarsan, rüşvetin de, yolsuzluğun da somut belgesini bulursun!

28 Nisan'da terörist başı, PKK lideri Abdullah Öcalan hakkında Başsavcı Cevdet Volkan idam cezası istedi. PKK'nın tüm eylem talimatlarını Öcalan'ın verdiği belirten Başsavcı, onun "Kendine bomba sarıp gidecek binlerce insanımız var," ifadesini delil gösterdi.

29 Nisan'da "muteber işadamı" olarak tanınan trilyoner Ramazan Yıldız, uluslararası uyuşturucu ve silah kaçakçılığı çetesinin başı çıktı. Beykoz'daki villasında yakalandı.

30 Nisan'da 4 trilyon liralık naylon fatura iddialarının bulunduğu İGDAŞ Genel Müdürü Fuat Şengül ile 4 üst düzey yönetici gözaltına alındı. Daha önce tutuklanan 61 AKBİL mensubundan 16'sı serbest bırakıldı.

1 Mayıs'ta ÖSS soru kitapçığının çalındığı anlaşılınca sınav son anda iptal edildi.

2 Mayıs 1999'da, Fazilet Partisi İstanbul milletvekili Amerikan pasaportlu Merve Kavakçı'nın TBMM'deki yemin töreni sırasında genel kurula başörtüsüyle girmesi krize neden oldu. Ecevit'in "İndirin şu kadını!" diye bağırarak ortalığı kışkırtması ise unutulmadı.

6 Mayıs'ta " Telekulak Skandalı" patlak verdi.

7 Mayıs 1999'da dönemin Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş Fazilet Partisi'nin kapatılması için dava açtı. (Parti 22 Haziran 2001'de kapatıldı.)

15 Mayıs'ta FP milletvekili Merve Kavakçı Türk vatandaşlığını kaybetti. Böylece milletvekilliğini de kaybetmiş oldu.

16 Mayıs'ta daha önce iki kez hapisten kaçmış olan ve uyuşturucu kaçakçısı Nejat Daş'ın da firarını organize etmiş olan, müebbede mahkûm mafya tetikçisi Yakup Süt, 3. defa firar etti!

20 Mayıs'ta PKK'nın ikinci adamı "Parmaksız Zeki" kod adıyla bilinen Şemdin Sakık ve kardeşi Arif Sakık idam cezasına çarptırıldı.

22 Mayıs'ta CHP kurultayında Altan Öymen parti başkanı seçildi. Ne var ki, CHP'yi artık kimse kurtaramazdı. İlelebed muhalefete mahkûmdu. Aslında ATATÜRK'ün bıraktığı İş Bankası hisseleri olmasa parti kapanıp gidecekti. Ama onları kim yiyecekti???

25 Mayıs'ta Mersin'de yakalanan PKK bağlantılı "Şirinler Çetesi"nin sahte polis ve asker kimliği ile eylemler yaptığı ortaya çıktı... Aslında bu PKK'nın Doğu'da uyguladığı bir taktiktir. Asker veya özel tim üniforması giyen militanlar köyleri basar, köylülere eziyet eder. Böylece köylülerin Devlet'ten soğumasını sağlanır.

31 Mayıs 1999'da Abdullah Öcalan'ın yargılanması başladı. "Saygılarımla efendim," diye söze başlayan Öcalan "Barış içini hayatta kalması gerektiğini" iddia etti. Duruşmada söz alan bir şehit babası, Başbağlar Katliamı 'nda oğlunu kaybeden Ahmet Beşkardeş, Öcalan'a hitaben, Kırmanç (Kürt) ağzı ile "ez kırmanç im" diye başlayıp "Sen Kürt değilsin, Ermenisin!.. Eğer Kürt isen, ben şimdi seninle Kürtçe konuşuyorum, bana Kürtçe cevap ver!.." dedi!.. Ve tabii hiç bir cevap alamadı!.. Kürtleri bağımsızlığa kavuşturacağını iddia edip, Türk ten çok Kürt öldüren, sözde Kürt "gerilla" kamplarında Türkçe eğitim yaptıran Abdullah Öcalan takma adlı Artin Agopyan, gerçekten Ermeni idi, ve Kürtçe bilmiyordu!.. Böylece "Apo" diye bilinen katilin aslında Ermeni olduğu kendi yüzüne haykırıldı, ve kayıtlara geçti!

1 Haziran'daki duruşmada Öcalan'ın açıklamaları devam etti. İsveç Başbakanı Olaf Palme'yi eski eşi Kesire Öcalan'ın öldürttüğünü iddia etti.

8 Haziran'da DGM savcısı, Öcalan'ın 125. Madde'den idamını istedi.

9 Haziran 1999'da seçim sonrası DSP, MHP ve ANAP'ın Bülent Ecevit başkanlığında oluşturduğu 57. Hükûmet Meclis'ten 354 oyla güvenoyu aldı. Böylece Öcalan'ın Türkiye'ye teslimi ile yıldızı parlayan Bülent Ecevit tekrar Başbakan oldu. Hüsamettin Özkan, Devlet Bahçeli ve Cumhur Ersümer Başbakan Yardımcısı, dönme İsmail Cem Dışişleri Bakanı, Saadettin Tantan İçişleri Bakanı, Osman Durmuş Sağlık Bakanı, Enis Öksüz Ulaştırma Bakanı, Zeki Çakan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı idi. Sonradan Cumhur Ersümer oldu. Mesut Yılmaz 1 yıl kadar hükûmet dışı kaldı ama türlü fırıldak çevcirmekten geri kalmadı. Bu uyduruk hükûmette tam 36 tane Devlet Bakanı görev yaptı, Sürüsüne bereket!.. Biri gitti, diğeri geldi.


28 ŞUBAT SONRASI TÜRKİYEDE NELER OLDU ? - 1 - vidyo



28 ŞUBAT SONRASI TÜRKİYEDE NELER OLDU ? - 2 - vidyo


Mesut Yılmaz'ın Başbakanlık yaptığı, ve ANAP'ın iktidarda olduğu dönemler hep yolsuzluklar, banka hortumlamaları, enerji yolsuzlukları, pahalı santraller dönemidir.

Rusya'dan "Mavi Akım" anlaşması 15 Aralık 1997'dedir. Turusgaz'la yapılan anlaşmayı ANAP'lı Şinasi Altıner imzalamıştır. Bulgaristan üzerinden gelen boru hattıyla 8 milyar metre küp gaz naklini 14 milyar metre küpe çıkarmak için yapılmıştır. Kapasitesi yeterli olmayan hatlara yeni paralel hatlar çekilecek, yeni kompresörler kurulacaktı. Asıl yolsuzluk mevcut olan formülün yanlış uygulanmasıyla yapılmıştır. Bu da 1998’de olmuştur. Türkiye bu ilave masraflar karşılığında, fiyatta bir miktar artışı kabul etti. Ancak bu ilave fiyatın yüzde 35’i, bizim BOTAŞ da ortak olduğu için BOTAŞ’ a geliyor artışın önemli bir kısmı, vergi olarak geri alınıyordu. Adamlar şart koştular, dediler ki,

- "İlâve 6 milyar metreküp gaz verebilmemiz için boru hattının geçtiği ülkeler Ukrayna, Romanya, Bulgaristan’daki boru hatları üzerinde yeni yatırımlar, yeni pompa istasyonları kurmamız lâzım. Dolayısıyla eski şartlarla bizim bu gazı vermemiz mümkün değil.: Pazarlamada da şartımız şudur; bizim Avrupa ülkelerinde şirketten şirkete değil, doğrudan Turusgaz aracılığıyla dağıtım yapıyoruz."

Fazla bir araştırma yapılmadan, fazla görüşmeler yapılmadan o anlamda bir ön anlaşma yapıldı, imzalandı. O yüzden Turusgaz aracılığıyla alınan her biin metre küp gaz için 12 dolar fazla ödemek durumunda kaldık.

BEYAZ ENERJİ OPERASYONU: 1998'in ilk günlerinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Cumhur Ersümer, bakanlıktaki yedi bürokratı görevden aldı. Aralarında TEAŞ Genel Müdürü Muzaffer Selvi, yardımcısı Ünal Peker, TEAŞ Yük Tevzii Başkanı Mustafa Aslan'ın bulunduğu bürokratların görevden alınmasının gerekçesi ise Konya Yeşilhisar iletim hattı ihalesinde 4 trilyonluk yolsuzluk yapıldığı iddiasıydı.

Ancak operasyon ilerledikçe Park Holding'in işletme hakkını aldığı Çayırhan Enerji Santrali ve 1997 yılındaki nükleer enerji ihalesinde de yolsuzluk ve rüşvet iddiaları ortaya atıldı. Ankara DGM Savcısı Talat Şalk'ın talimatıyla gözaltılar başladı. Aralarında Devlet Bakanı ve eski TEAŞ Yönetim Kurulu üyesi Birsel Sönmez'in de bulunduğu 5 bürokrat, jandarma tarafından gözaltına alındı. "Neden polis değil de jandarma?" sorularını Şalk, "Olay yeri jandarmanın bölgesi" diyerek yanıtladı. Halbuki sebep farklıydı.

İddialar çok ciddiydi: Rüşvet karşılığında enerji ihalesi vermek, ihalelere fesat karıştırmak, usulsüzluk, yolsuzluk... SAY SAYABİLDİĞİNCE!

Ancak " Beyaz Enerji Operasyonu "nun başlamasından bir kaç gün sonra, üst düzey bir komutan,

- "Operasyonu biz başlattık. Düğmeye Ersümer değil biz bastık,"

diyerek Cumhur Ersümer'in balonunu söndürdü. Ortalık karıştı. Üst düzey komutan, yolsuzluğu askerlerin ortaya çıkardığını söylüyor ve "Ersümer'in üstünü çizin," diyordu.

Operasyonu yürüten üst düzey bir komutan, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Cumhur Ersümer'in olaydan son anda haberi olduğunu belirterek, "Bakan’ın düğmeye basıp operasyonu başlattığı iddiasının doğru olmadığını" bildirdi. "Bu olay PKK ile mücadele kadar önemli," diyen komutan, rüşvet çarkını ortaya çıkarmak için uğraştıklarını bildirdi. Bundan böyle "Pisliğe, rüşvete bulaşan kim varsa üzerine gitmekte kararlı olduklarını" vurgulaydı. Aının yazılmasını istemeyen komutan, şunları söyledi:

- "Holding'in sahibi Hüseyin Arabul (Dünya Enerji Konseyi Türk Milli koümitesi Yönetim Kurulu Başkanı) da gözaltına alındı. Bağlantı durumları tesbit edilmeye çalışılıyor. Bu kişi Angora Evleri'ni yapmış. Kesinlikle şunu bilin; bizim soruşturma farklı bir şey. Rüşvet çarkı ortaya çıkarılmaya çalışılıyor."

- "Sağlam olmayan bir işe girmeyiz. Bu örümcek ağı gibi sarmış. Mümkün mü her tarafa ulaşmak? Üzüntü verici bir şey bürokratların bu pisliğin içine girmesi. İlk defa devletin içindeki bürokratlara yönelik. Bu bir örnek olması lâzım. Herkesin elini taşın altına sokması lâzım. Özellikle siz değerli basın mensuplarının; dürüst, namuslu, temiz bir şekilde bu olayların üzerine gidip, kim ne varsa gidip aklanması lâzım. Olay bu."

- "Bu operasyonun amaçlarından bir tanesi de kirli işlerin ve ilişkilerin ortaya çıkarılmasıdır. Kesinlikle ucu nereye giderse gitsin. Takdir edersiniz ki, delilden suçluya gitmek lâzım. Delil olmayınca tıkanılırsa bir şey diyemeyiz. Ama görev açısından bir sorun olmaz."

- "Devlet'in hayatî, stratejik kararları satılıyor. Böyle şey olmaz. Çocukların geleceği satılıyor. Ondan sonra yarın da çocuklar, enerji darboğazı... Bir sürü sıkıntı... İşin mâlî boyutu için, ben size 100 milyar dolar, 500 milyar dolar desem ne olur. Usulsüzlükler girmiş, çark öyle işliyor. Sistem oturmuş gidiyor. Belli kulvarlar oluşturulmuş. Yani, bir kulvarı tutsanız ne olur?"

Demek ki TÜRK ORDUSU'nda vatanperver, mert, dürüst subayları tükenmemiş!.. 28 Şubat'ın mason-dönme generallerinin karşısında onlar da varmış!.. ALLAH onları başımızdan ve ordudan eksik etmesin!

Haberin yayınlandığı gün önce Başbakan Bülent Ecevit sert bir açıklama yaparak "Hükümet devre dışı bırakılmak isteniyor," dedi ama orada kaldı... Hükûmet yolsuzluğa bulaşmışsa, elbette devreden çıkarılır. Hele vatanı satmaya kalkmışsa, devrilir gider. Demokrasi, memokrasi işe yaramaz!..

Sonra Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz,

- "Bazı çevreler siyaseti ve siyasetçiyi kirli göstermeye çalışıyor. Askerî yönetim özlemi mi var?"

diye sordu. Arkasından, "Askerler yönetime gelince yolsuzluk olmayacak mı? En büyük yolsuzluklar o dönemde olur," dedi. Askerler içinde daima yolsuzluk yapanlar olmuştur, ama siviller ile yarışmaları, hele banka hortumlama, ihale kapma, İzmit'teki gibi susuz baraj yapma leklinde olmaz!.. Önemli olan asker-sivil bütün namussuzları yakalamak, yaptıkları yolsuzlukları fitil fitil burunlarından getirmektir.

Tartışmalar hararetlenince bu kez Genelkurmay Başkanlığı bir açıklama yaptı. "Beyaz Enerji Operasyonu'nun Türk Silahlı Kuvvetleri ile doğrudan ilişkisi olmadığını" belirtti. Herkesin bildiği gibi Jandarma İçişleri Bakanlığı'na bağlıydı. İçişleri Bakanı da dürüstlüğü ile meşhur Sadettin Tantan idi.

Bir iddiaya göre Enerji Bakanlığı'yla çalışan ve ismi gizli tutulan bir müteahhit 3 ay önce jandarmaya başvurarak ihalelerdeki yolsuzlukları ihbar etmişti!.. Jandarma gerekli istihbaratı Emniyet'le birlikte yaptıktan sonra Ankara DGM Başsavcılığı ile irtibat kurmuş, savcı Talat Şalk görevlendirilmiş, soruşturmadan icraatı şaibeli Ersümer bile haberdar edilmemişti.

Başka bir iddiaya göre ise düğmeye basan eski TEAŞ Genel Müdürü Zeki Köseoğlu'ydu!.. Köseoğlu bir politikacıya gönderilmesi gereken 3 milyon doları geciktirdiği için görevden alınmıştı. Danıştay'a dava açıp kazanmasına rağmen makamına dönmeyen eski bürokrat bakanlığı yakın takibe almış ve zamanı geldiğinde de düğmeye basmıştı.

DGM Savcısı Talat Şalk ise bir gazeteye yaptığı açıklamada "Cumhuriyet'in bağımsız bir savcısı olarak düğmeye ben bastım,' dedi. Şalk operasyonun her aşamasında kontrolün kendisinde olduğunu, Tantan dışında kimseye haber vermediğini vurgularken soruşturmanın JANDARMA'DAN GELEN BİR İHBAR üzerine başladığını söyledi. E, öyleyse düğmeye basan Jandarma!..

Şaibeli Bakan Cumhur Ersümer ise bir gazeteye verdiği röportajda, "Bürokratları İçişleri Bakanı Tantan'ın uyarısı üzerine görevden aldığını" söyledi. Demek ki, düğmeye basan o değil!..

Tutuklu eski Bakan Birsel Sönmez ve TEAŞ bürokratlarının Ersümer'i "rüşvet almakla" suçlayan ifadelerinin Anadolu Ajansı'nda yayınlanmasıyla, Beyaz Enerji Operasyonu bir krize daha neden oldu.

19 Ocak'ta Anadolu Ajansı'ndan geçen haberde, sanıkların yedek hâkimlik ifadeleri yer aldı. İfadelerde bürokratlar rüşvet aldıklarını itiraf ederek, Cumhur Ersümer'i de ihaleleri yönlendirmek, özellikle 1997 yılındaki nükleer enerji ihalesinin Kanada firmasına verilmesi için baskı yapmakla suçladılar. Devletin kontrolündeki Anadolu Aajansı'nın Bbakanı suçlayan ifadeleri yayınlaması, "Bbu kez düğmeye AA bastı" yorumlarına neden oldu. Üstelik AA bu haberi Cumhuriyet Başsavcısı'nın "önsoruşturmaların açıklanmasının suç olduğunu" hatırlatan haberiyle aynı saatlerde yayınlamıştı.

Muhalefet partileri şaibeli Bakan Ersümer'ın istifasını istedi, ancak koalisyon liderlerini arkasına alan Ersümer, hakkında verilen gensorudan kurtuldu!.. Ondan sonra kalk, Ecevit'i "aptaldı, saftı, ama dürüsttü," de!.. Yolsuzluğun üstünü örten dürüst olur mu hiç? Kendi çalmasa da, çalana gözyuman da namussuzdur!

Muzaffer Selvi'nin (TEAŞ eski Genel Müdürü) yazılı ifadesi:

- "Eski Devlet Bakanı Birsel Sönmez bana yardım niyetinde 195 bin dolar verdi. Çayırhan Enerji Santralının işletme hakkını devralan Park Holding ortaklarından Erhan Aygün'den yine yardım niyetinde 100 bin dolar aldım. Silopi'deki Gezer Elektrik Santralı ihalesini alan Doğan Karadeniz de bana yine yardım niyetinde 50 bin dolar verdi. Bakan Ersümer'in nükleer enerji santrali ihalesinin Kanada Firması'na verilmesi yönünde baskısı oldu."

Bayılırım böyle "yardım"lara!.. Bizim bildiğimiz yardım, karnını doyuramıyacak kadar fakir olanlara yapılır. Üstünde lojman damı, altında lüks devlet otomobili, cebinde kıyak maaş ve ödenekler olana değil!

Birsel Sönmez'in (Eski Bakan, eski TEAŞ Yönetim Kurulu Üyesi) yazılı ifadesi:

- "Ünal Peker'e 60 bin dolar, Muzaffer Selvi'ye de 40 bin dolar verdim. Önceden de Selvi'ye 150 bin dolar verdim. Nükleer enerji ihalesine teklif veren firmaların tekliflerinin değerlendirilmesi sonucunda, Siemens Firması'nın birinci olduğu sonucuna varıldı. Ancak Enerji Bakanı Ersümer), özellikle Kanada Konsorsiyumu'nun birinci gösterilmesini istiyormuş. Bu bize hissettirildi."

ALLAH ALLAH!.. Acaba Kanada Konsorsiyumu Bakan Ersümer'e ne kadar "yardım" niyetinde para vermiş???

Ünal Peker'in (TEAŞ Genel Müdür Yardımcısı) yazılı ifadesi:

- "Birsel Sönmez çocuklarımın kurduğu Kandera İnşaat Şirketi'ne 'yardım olsun' diye karşılıksız 15 bin dolar verdi. Sönmez, Demir Enerji Şirketi'nden yaptığı iş için 30 bin dolar aldı, bunun 15 bin dolarını bana verdi, 15 bin dolarını da Muzaffer Selvi'ye vereceğini söyledi. Park Holding ortaklarından Erhan Aygün de bana 30 bin dolar verdi. Bu parayı iş için değil, 'yardım olsun' diye verdi. Orhan Karadeniz önce 18 bin dolar, bayramdan önce de 10 bin dolar verdi. Parayı iade etmek istedim, almadı. Doğan Karadeniz (Karadeniz Enerji Şirketi'nin sahibi): Selvi'ye 'yardım' amacıyla 50 bin dolar verdim. Ünal Peker'e de yine yardım amaçlı 28 bin dolar verdim. Mustafa Arslan'a da tatile gitmesi için 3 bin dolar para verdim."

İşte böyle... Beyaz Erenji Yolsuzluğu Operasyonu'na Eski Devlet Bakanı ve TEAŞ eski Yönetim Kurulu üyesi Birsel Sönmez, TEAŞ Genel Müdürü Muzaffer Selvi, TEAŞ Genel Müdür Yardımcısı Ünal Peker, TEAŞ Yük Tevzi Daire Başkanı Mustafa Aslan, TEAŞ Yönetim Kurulu eski üyesi Hanefi Baş ve TEAŞ avukatı Duran Belge'nin adı karıştı.

Sonuç ne oldu?.. Mahkeme, eski TEAŞ Genel Müdürü Muzaffer Selvi hakkında 'rüşvet almak' suçundan 15 yıl, eski TEAŞ Yönetim Kurulu Üyesi Ünal Peker hakkında 10 yıl, eski Yönetim Kurulu Üyesi ve eski Bakan Birsel Sönmez hakkında ise 'rüşvete aracılık etmek' suçundan 3 yıl 4 ay hapis cezası verdi. Sanıklardan Mustafa Geçek hakkında 'rüşvet vermek' suçundan 10 ay hapis ve adli para cezası veren mahkeme, diğer sanıklar Nuri Doğan Karadeniz ve Erhan Aygün ile Mustafa Arslan'ı ise değişen miktarlarda adli para cezasına çarptırdı. Mahkeme, tüm sanıklar hakkında "suç işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak" suçundan beraatlerine karar verdi. Davada diğer sanıklar Mustafa M., Osman İ., Yavuz G., Hasan Hüseyin Ç., Haldun Atıf D., Mehmet Vehbi B., Ahmet Celal B., Mehmet Zeki K., Ahmet Ş., Necip Timuçin T., Zeki G., Selçuk G. ve Abdullah Oktay Ş. ise üzerlerine atılı suçlardan beraat etti.

Devlet'in ve Millet'in girdiği zarar, rüşvet alanların aldığı rüşvet ne oldu?.. Hâkim masaya bir bardak su getirdi, "soğuktur, buyrun için," dedi!..

Mavi Akım Projesi, Rusya Federasyonu topraklarında 396 km, Karadeniz’in altında 392 km ve Türkiye’nin Samsun sahillerinde kıyıya ulaştıktan sonra da Samsun–Ankara arasında 501 km kat ettikten sonra toplam 1.289 km’lik bir hat ile Türkiye’ye yılda 16 milyar metreküp gaz ulaştırmayı hedefleyen bir proje idi. Halbuki Türkmenistan'dan çok daha kolay doğal gaz temin edilebilirdi. Türkmenistan Devlet Başkanı Saparmurat Türkmenbaşı, Mavi Akım Projesi ile ilgili olarak Türk tarafına, "Biz Ruslar'a gazı 44 dolardan satıyoruz. Siz Ruslar'dan 133 dolara alıyorsunuz" şeklinde eleştiride bulunmuştu. "Ne kadar enayisiniz," demek istemişti. Enayi değildik te, başımızdakiler hırsız, soysuz idi.

Mavi Akım davası 2003 yılında sonuçlandı. BOTAŞ eski Genel Müdürü Gökhan Yardım ve eski Yönetim Kurulu üyelerinin her birine 6 milyon 46 bin lira ağır para cezası verildi. Ondan artık yedikleri, yedirdikleri yanlarına yanlarına kâr kaldı.

Mesut Yılmaz'ın Aydın Doğan'ın basın gücünden destek alarak nasıl paçasını kurtardığına dair enteresan bir basın hikâyesi vardır... Emin Çölaşan bir keresinde "benim gazetedeki yazılarımdan hiçbiri sansür edilemez. Böyle bir durum olursa gazeteyi bırakırım" gibi büyük lâflar etmişti köşesinde. Bu sözleri sarfedişinden bir süre sonra da, Hürriyet’te Mesut Yılmaz ile ilgili bir yazı hazırladı. Dönem ANAP’ın hükümette olduğu, ancak Yılmaz’ın kabine dışında kaldığı dönemdi. Yazı M. Yılmaz’ın Mavi Akım projesi hakkında Rusya’da sürdürdüğü temasların mahiyeti ile ilgili olup, Çölaşan bu temaslar ve sözkonusu proje yoluyla ANAP liderinin kendine maddî çıkarlar sağlama gayreti içinde olduğunu iddia ediyordu.

Bu yazı, Hürriyet’in internet nüshasında yayınlandı, ancak ertesi gün yayınlanan gerçek baskısında sansürlendi. Bunu ilk Fehmi Koru farketmiş ve tabii fırsatı kullanarak "Çölaşan, yazın sansürlendi, bas hadi istifanı,” demişti. Çölaşan gazete yönetimini ve patronunu protesto ederek birkaç gün gazeteye yazı yollamamıştı, ama istifa da etmemişti. Tabii o dönem Yılmaz’ın Doğan Grubu ve Ertuğrul Özkök’le arasının iyi olduğu, Özkök’ün Güneş Taner’le özelleştirme pazarlıklarını telefonlarda gayet yakışıksız ölçüde bir samimiyetle sürdürdüğü bir dönem idi. Şimdi Çölaşan’ın Yılmaz’ı enerji yolsuzluğuyla suçladığı yazısını sansürleyen de Hürriyet... Bu yolsuzlukta ANAPlıların payı olduğunu ima edercesine "düğmeye Enerji Bakanı değil, asker bastı" tartışmasını açan ve Bakan Cumhur Ersümer’in zan altındaki bürokratlara karşı hukukî süreci başlatmada kasıtlı olarak ihmali bulunduğunu iddia eden de Hürriyet... Ne oldu acaba? Hürriyet’le Yılmaz arasında bir çıkar çatışması mı? Yoksa Aydın Doğan'ın iki taraflı oynaması mı?..

Bu arada kendisi ile ilgili bir yazının Hürriyet tarafından sansürlenmesini pek de demokrasiye aykırı bulmayan, ve enerji ile ilgili yolsuzluk iddialarını "bunlar Türkiye’yi karanlıkta bırakmak isteyen vatan hainler" diye niteleyen Mesut Yılmaz, aynı gazetenin bir komutanın kendisini hedef alan sözlerini manşete taşımasını "demokrasi ayıbı" olarak görmüştü.

Aslında TÜRKİYE neler görmüş geçirmiş te, unutup gitmişiz!
5 Cİ  BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR


http://www.angelfire.com/rnb/atadiyar/ata38a.html