PKK - CUMHURİYETİ VE AK - PARTİ., BÖLÜM 16
2012’nin Temmuz ayından bu tarafa neredeyse 500’den fazla terörist öldürüldü. Bu verilen rakamlar daha önceki yıllarda güvenlik güçlerince ifade edilen abartılmış / şişirilmiş rakamlar gibi de değil. Hatta bunun fazlası vardır ama azı yoktur. Dağdaki silahlı teröristlerin 3500 kadar olduğu düşünülürse 1 / 7 kadar olan bir oranda teröristin ölü olarak ele geçirilmesi söz konusudur ve bu
oldukça da önemlidir diyerek, ilk makaleden sonra kaldığımız yerden maddeler halinde yazmaya devam edelim.
Şöyle ki;
16.Şu anda her yıl olduğu gibi bu yıl daha ateşkes sağlayamamış olan PKK, kış uykusuna geçemedi ve mağaralarına / inlerine giremedi. Çok sayıdaki öldürülen
teröristten dolayı da, PKK militanları dağlarda aç ve sefil olarak durmaktalar, mağaralarına girememekteler ve bunların da büyük bir çoğunluğunun yaşı da 15 ve civarında olan çocuklardan oluşmakta...
17.Bu anlamda BDP’nin ölüm oruçları şeklinde tavır sergilemesinin nedeni de, dağdaki PKK’nin sıkışmış olması ve örgütün kısmen de olsa rahatlatılması amaçlı...
18.Türkiye’deki başkanlık sistemine doğru rejimin yönlenmesi de güçlü bir başkanın yanında çok zayıflatılmış bir yargının, yetkileri budanmış bir
yasamanın ve güçsüz olan bakanların ortaya çıkmasına neden olur ki, bunun kabul edilmesi de çok da doğru değil…
19.Tek adam yönetiminin ve 3 dönemden beri devam eden tek parti iktidarının istikrar açısından faydaları olmakla birlikte, demokrasi siteminin neredeyse rayından çıkmasına da neden olmakta. Bu çerçevedeki Sn. Erdoğan’ın olduğu bir başkanlık sistemindense; yasama, yürütme ve yargının kuvvetler ayrılığı siteminde devam ettiği bir yapının olması çok daha sağlıklı olsa gerek…
20.PKK açısından 2012 yılı Kürt Baharı’nın olduğu bir yıl şeklinde geçirilecekken, neredeyse örgüt bağlamında hezimet yılı oldu. Örgütün hala bu sene içinde
sıklıkla yapılan operasyonlardan dolayı, kış tertiplenmesini yapamaması söz konusu. Yine terörle mücadelede, son 30 yıldır ilk kez sağlıklı, sabit karakol ve
karargahlardan beklenilme ve av olmak şekliyle değil, mobil sistemlerle hareketli ve Jandarma Özel harekat (JÖH) ve Polis Özel Harekatın (PÖH) ortaklaşa ve uyum içinde çalıştığı bir yöntemle, PKK ile mücadele söz konusu ve bunda da çok ciddi başarılar elde edilmekte...
21.Şemdinli de ilk kez 11 yaşındaki Faris Demirci’nin teröristlerce patlatılan bir bomba ile öldürülmesi sonrasında, ailesinin PKK’ya karşı takındığı tavır,
Şemdinli de bu olaydan dolayı PKK istediği için değil ve fakat PKK’ya tepki olarak dükkanların esnaflar tarafından kapatılması ve okullara yapılan terörist saldırılarda, çocuklarının okuma hakkının engellenmemesi için, velilerin PKK’lılara karşı tepkilerini göstermesi, son yıllarda bölgede asla gözükmeyen halkın PKK’ya karşı yaptıkları protestolar var ve bunlar da gerçekten de çok
önemli...
22. Eğer devlet ve hükümet; teröre karşı istikrarlı bir şekilde mücadele edecek olsalar ve güvenlik güçleri de teröristlerle yapılan çatışmalarda başarılı sonuçlarını arttırarak devam ettirseler, zaten PKK’den bıkkınlık duyan
yöre halkının da yeniden devletin yanında yer alması söz konusu olacak… Bunun tek handikapı ise teröristle müzakere yolunun yeniden açılma tehlikesinin
mevcudiyeti. Böylesi bir garabet ise maalesef ki, bir kez daha yeniden yöre halkının PKK’nin saflarına doğru yönlenmesine neden olacak…
23.Bir örgüt düşünün ki tabandan örgüte devşirilenler en fazla 8-10 yıl dağ hayatı yaşıyorlar ve sonrasında da ya öldürülüyorlar ya da hapse gidiyorlar. Ama üst düzey yöneticilerin hepsi de, en az 28 yıldır hala üst düzey yönetici olmaya devam ediyor ve bunlara da hiç bir şey de olmuyor. O zaman PKK üst düzey yönetimi acaba görevli muvazzaflar mıdır ki? O nedenle de hala onlar görevlerine mi devam etmektedirler? Ya da onlara karşı neden operasyonlar düzenlenmemektedir? İsrail’in Hamas liderlerine, İran’ın PJAK yöneticilerine, Rusya’nın Çeçen yöneticilerine yaptığı suikast saldırılarının aynısının tıpkısı, neden PKK’nın üst düzey yöneticilerine karşı düzenlenmemektedir? Bunlar o zaman ya devletin görevli elemanları mıdır ya da devletin istihbarat birimleri hiç de iyi çalışmadıkları için bunlara karşı bir operasyon düzenlenememektedir?
23.PKK’nin üst düzey yöneticilerine yapılacak operasyonlarda başarı sağlanması, beraberinde örgütün tabanının da moral kaybına neden olacak ve örgütün
çözülmesine de katkı sağlayacaktır…
24.ABD, terörle mücadele bize yeterince bilgi vermemekte ve fakat bizim yapacağımız operasyonlarda ise mutlaka / kesinlikle 24 saat öncesinden kendisine bilgi verilmesini ve gidilecek koordinatların nereleri olduğunu
da istemektedir. ABD operasyonel bilgileri bizimle paylaşmamakta ve verdiği bilgiler bağlamında da oldukça bayat verileri paylaşmaktadır…
25.Örgütün kendi içinde de son dönemlerde operasyon üstüne operasyon yemesi nedeniyle ve çok sayıda ölü vermesinden dolayı, ciddi anlamda iç mücadeleler ve kendi kendisini sorgulamaları söz konusudur. Alandaki
başarısız olan liderlerin hepsi de tabandaki genç militanlar tarafından da artık sorgulanmakta / eleştirilmektedir…
26.PKK’nin terör sorununu, Öcalan ile uzlaşarak çözeceğiz yaklaşımının tek nedeni ise güvenlik güçleri ile mücadelede başarısız olan terör örgütünün bitmesini önleme çabası olsa gerektir. Beşir Atalay’ın bunu istemesi de sanki farklı bir acem-i oyunu mu diye de düşünülebilir…
27.PKK tamamıyla uluslararası taşeron bir projedir ve asla ama asla Kürt halkının haklarını savunmamaktadır…
28.AKP içindeki bir damar da yeni bir fitne vesilesi olarak, ‘doğuda PKK ile mücadele eden the cemaattir söylemi geliştirdi. Ve şiddete başvuran güvenlik güçleri de the cemaatin elemanlarıdır’ şeklinde olayı çarpıtıyor.
Bunu da AKP’nin içindeki acem(l)-i bir grup da benzer şekilde ifade etmektedir… Hâlbuki bu durum, güvenlik güçlerinin hepsini de Erdoğan Hükümetinin tayin ettiği ve göreve getirirken de 3 hafta kadar MİT’te de istihbaratlarının yaptırıldığı kişilerdir… Ama AKP’de başının sıkıştığı her yerde ve özellikle terör ile ilgili
konularda; ‘ben yapmadım, onlar yaptılar’ deme sendromundan kurtulmalıdır (66).
Türkiye’nin en çok konuştuğu kişilerden biri Abdullah Öcalan’dır ama medyada derli toplu bir Öcalan analizi yapılmamıştır. Türkiye’de yazılan kitaplar ekseriyetle ya Öcalan’ı kutsamak için ya da yerin dibine batırmak için
yazılan psikolojik harekât amaçlı kitaplardır. Bunun için kuşkusuz bir kitap yazılmalı. Gazeteci ve akademisyen Emre Uslu, maddeler hâlinde Öcalan’ın PKK içindeki konumunu, ne istediğini, ve neyi yapabileceğini şöyle anlattı:
1) Abdullah Öcalan KCK yapılanması kurulup oturduktan bu yana PKK’nın lideri değil sözcüsüdür.
2) PKK’yı yöneten KCK Yürütme Kurulu’dur ve bunun en etkili ayakları da Avrupa kanadıdır.
3) Abdullah Öcalan’ın üzerlerinde etkisinin en az olduğu PKK yapısı Kandil ve HPG iken en fazla olduğu yapı hapishanedeki örgütçülerdir. Özellikle
hapishanelerdeki örgütçülere yazdığı özel mektuplar nedeniyle bu etkisini giderek derinleştirmiştir. Son açlık grevlerini bu ilişkiyi bilmeden anlamak mümkün değildir. Bu bağlamda açlık grevleri öncesinde, Öcalan’ın
İmralı’dan giden mektupları vasıtasıyla veya başka bir biçimde PKK’lı mahkûmlarla Öcalan arasında ne gibi temaslar olmuştur? Sorusu önemlidir.
4) Abdullah Öcalan kendisi özellikle halk üzerindeki etkisini kullanarak pozisyonunu koruma siyaseti gütmektedir. Bu nedenle PKK içindeki değişen güç
dengelerine göre kendisini ayarlamakta duruma göre pozisyon almaktadır.
5) En son Silvan saldırısı ile birlikte Abdullah Öcalan’a gündem dayatma ile başlayan ve şahinlerin PKK’da liderliği ele geçirmesinden sonra Abdullah
Öcalan da pozisyonunu belirleme çabasına girmiştir.
6) Abdullah Öcalan 2010 yılından sonra bir dönem bitiğini iktidarı AKP’nin ele geçirdiğini düşünüyordu. Bu nedenle de Başbakan ve Cumhurbaşkanı’na mektuplar yazmaya başlamıştı. Ancak Uludere faciasından sonra o eski derin devletin halen yaşadığını görmüş ve tavrını belirleme konusunda aceleci davrandığını düşünerek PKK içindeki güç dengelerin bakımından şahinlerden yana tavır koymuştur.
7) 2004 yılındaki avukat görüşmeleri incelenirse o dönem de böyle bir sürecin yaşandığını, Abdullah Öcalan’ın kendisine gündem dayatan Duran Kalkan ve
Cemil Bayık’a hesap soracağını söylediğini görürsünüz. Ancak savaşı başlatarak kazanan taraf Bayık ve Kalkan ekibi olunca Öcalan da dümeni Bayık ve Kalkan tarafına kırmış ve kendi pozisyonunu KCK Yürütme Konseyi kurarak kurtarmaya çalışmıştır. Bundan sonraki süreçte de Öcalan PKK’nın sözcüsü olmuştur. Silvan saldırısıyla birlikte sözcülük pozisyonu da sarsılmıştır. Bu arka planı bilmeden Öcalan hakkında yapılan yorumlar boştur.
8) Öcalan devlete sürekli “bu şartlar altında örgütle bağım yokken örgüt üzerinde etkili olamam. Bana örgütle irtibat kuracağım gerekli araçları vermeden bir şey yapamam” şeklinde çağırılar yapar. Devlet bu çağırıları Öcalan’ın kendini İmralı’dan kurtarmak için yaptığı taktik çağırılar olarak okur. Bu nedenle de Öcalan’ın ev hapsi istediğini düşünür. Ben de uzun süre böyle düşünmüştüm.
Ancak Öcalan devlete “elimi güçlendirin” çağırısı yaparken aslında bir stratejik akılla hareket ediyor.
Şunu demek istiyor: “Ben PKK’nın lideri değilim. Ancak devletten bir şeyler koparabilirsem, devletin beni ciddiye aldığını gösterebilirsem, halkın üzerindeki etkimi de kullanıp PKK’nın etkililerine Öcalan geri geliyor mesajı verip devletten aldığım ‘ödün’ ile PKK’daki liderliğimi geri alabilirim. Bu nedenle beni tekrar PKK’nın lideri yapacak gerekli araçları verin.”
9) Abdullah Öcalan PKK’nın sözcüsü olduğundan dolayı müzakere sürecinde etkisi sanıldığı kadar büyük değildir. Öcalan bu süreçte ancak bir ortam yumuşatıcı olarak değerlendirilebilir. Müzakerede PKK’nın tutumuna ancak KCK Yürütme Konseyi karar verebilir.
10) Bu nedenle Öcalan’a yüksek düzeyde siyasal tanınmayı da çağrıştıracak heyetler göndermek yanlıştır. Öcalan ile veya PKK liderleri ile yapılacak görüşme alt düzey istihbaratçılar aracılığıyla yapılmalıdır. Ne zaman ki PKK sınır dışına çekilmeyi kabul eder o zaman görüşme sürecinde kıdem arttırılabilir.
11) Unutmayın ki Abdullah Öcalan gibi liderler için en önemli mesele yola çıktıkları projelerini tamamlamaktır. Yapamıyorlarsa onun altyapısını kurup
tarihe iz bırakmak isterler. Dolayısıyla Abdullah Öcalan’ın yola çıkış projesini tamamlaması için elindeki en güçlü enstrümanı, PKK’yı tasfiye etmesini beklemek dünyanın en saçma beklentisidir. Yaser Arafat nasıl FKÖ’yü tasfiye etmeden, örgütü koruyarak bir barış sürecini başlattıysa Öcalan da benzer bir model ile barış getirmek istiyor. Bunu bilmek gerek…
12) Öcalan’ın en güçlü tarafı devleti Tayyip Erdoğan’dan bile iyi tanıması ve Türkiye’deki siyasetçilerin çoğundan çok daha iyi analitik düşünebilme
yeteneğine sahip olmasıdır. En zayıf tarafı ise komplo teorilerine fazla inanması ve narsist yapısı ile aşırı kuşkuculuğudur (67).
Kırmızı PKK ‘Yeşil’leşirken kazanıyor mu? AK Parti’nin geçen on yılık başarısının en önemli sırrı algı yönetimini kusursuz yapması. Bu süre içerisinde toplumun
algılarını öylesine güzel yönetti ki hem kendi tabanını dönüştürmeyi başardı, hem de ülkede oluşabilecek toplumsal muhalefetin önünü kesmiş oldu. AK Parti algı yönetimi konusunda sanırım bir stratejik akla göre hareket ediyor. Yaptıkları her şeyi planlı yapıyor, her lafı planlı konuşuyor, her adımı planlı atıyor ve her süreci planlı yürütüyor.
• Bu sürecin yönetimine ilişkin en güzel örnek yüzde 50 psikolojik sınırı algısını yerleştirip yönetmek. Herhangi bir anket şirketi AK Parti oylarını yüzde 50’nin
altında gösterdiği anda bir AK Parti yetkilisi çıkıp bir başka anket sonucu açıklayarak “acaba AK Parti yüzde 50’nin altına mı düşüyor” algısının tabana yayılmasını önlüyor. Yine bu kapsamda alternatif oluşturabilecek Numan Kurtulmuş gibi kişileri transfer ederek algı yönetimi noktasında gerçekten pürüzsüz bir övgüyü hak ettiklerini kayda geçirmem gerekiyor. Emre Uslu, algı yönetimi konusunda bu kadar başarılı olan AK Parti’nin Kürt sorununun çözümü konusunda aynı başarıyı göster(e)mediğini düşünüyor. Şöyle devam ediyor:
Türkiye genelinde algı yönetimini bu kadar kusursuz yapan bir partinin Kürt sorunu konusunda özellikle PKK’nın ekmeğine yağ sürecek birtakım işler yapıp “PKK vurdukça kazanıyor” algısını oluşturmadaki başarısızlığını doğrusu ben AK Parti’nin aklıyla bağdaştıramıyorum. Bu büyük tezat ancak bilinçli yapılır gibi de düşündüğüm oluyor. Aslında AK Parti PKK ile anlaştı ve“sözde mücadeleci özde müzakereci” bir tutumla Türk tarafına yönelik bir algı inşası mı yapıyor diye de düşündüğüm oluyor. Zira bir yanda sözüne en güvenilir bir siyaset
adamı BaşbakanErdoğan çıkıp “APO’yu asarım” diye nutuk atarken, perde arkasında müsteşarını Öcalan’la görüşmeye gönderiyorsa, Oslo’ya taviz vermeye gönderiyorsa o zaman aslında Başbakan bu mücadeleci çıkışlarıyla Türk milliyetçilerinin algılarını maniple ederken Kürt milliyetçileri ile pazarlık mı yapıyor, diye sormadan edemiyor insan. En son açlık grevlerinde de
durum aynısı olmadı mı? Erdoğan Almanya’da “öyle bir oruç eylemi yok”dedi “halk idamı istiyor” dedi ama KCK sanıklarını salacak dördüncü paketin çıkacağının da sinyalini verdi. Yani Türklere vurucu Kürtlere verici bir
siyaset anlayışında algı yönetimi nerede? Bütün bu süreçlerden hep PKK kazançlı çıkmıyor mu? AK Parti’nin amacı Kürtlerin haklarını teslim etmek mi yoksa gerçekten de Oslo’da uzlaşıldığı gibi KCK’yı bölgede büyütüp, psikolojik üstünlüğünü temin edip bölgeyi KCK’ya bırakmak mı? Eğer AK Parti’nin politikası Kürtlerin haklarını vermek ise, ki bunu sonuna kadar destekliyorum, o hâlde neden PKK ile pazarlık yapıyor, neden bir takvim açıklayıp bunu bir takvime bağlayarak vereceğini açıklamıyor da her PKK eyleminden sonra bir kısmını
verip PKK’ya pirim kazandırıyor? En son anadilde savunma hakkını örnek alalım. 30 Eylül 2012’deki AK Parti’nin 2023 vizyon belgesinde bu hakkın tanınacağı
açıklanmıştı. Peki, ne oldu? PKK’lılar açlık grevine gitti.
Başbakan çok sert açıklamalar yaptı. PKK’yı ve Öcalan’a idamı gündeme getirdi. Sonra dün bakanlar kurulu kararı ile anadilde Savunma hakkı apar topar gündeme getirildi ve bütün krediler PKK’ya aktarıldı. Bunun amacı nedir?
Algı yönetiminde bu kadar başarılı bir parti bu işi bilinçli yapmıyorsa, bu yöntemin PKK’nın işine yaratığını, PKK’yı büyüttüğünü görmüyor mu? Aynı şeyi anadilde eğitim için de söyleyebiliriz. Bunu sağlamak için bir takvim açıklayıp, bir pilot proje başlatmak için yeni bir PKK eylemi mi bekliyor AKP? Bu süreç yeni de değil. Geçen seçimlerden bu yana devam eden bir süreç. AK Parti bölgede kaybedeceğini bile bile hem yerel seçimlerde hem de genel seçimlerde bölgede zayıf adaylar çıkardı. Bu yöntemin bölgeyi BDP’ye terketmek olduğunu
sağır sultan bile biliyordu. AK Parti bunu neden yaptı o hâlde? Aynı şeyi Büyükşehir Belediyeleri Yasası’nda da yapıyor. Yeni yasa ile Mardin ve Van bir daha geri kazanılamayacak şekilde BDP’ye terk ediliyor. Bundan sonra haritaya baktığımızda bölgede AK Parti’nin kazandığı adacıklar olmayacak. Tamamen BDP’ye terk edilmiş olacak. Bu da insanların zihinlerinde algısal bölünmeyi daha da netleştirecek. Peki, AK Parti bu algı yanlışını neden yapıyor? İnsanın söylemeye dili varmıyor ama Cemil Bayık 4. Stratejik Mücadele Dönemi’ni
anlatırken amaçlarının “bölgeden AKP’nin silinmesi” olduğunu belirtip “böylece devlet bizimle masaya bizim istediğimiz şartlarda oturacak” demişti. AKP Parti
Kütlerin haklarını bir bütün olarak, PKK eylemlerinden bağımsız olarak bir takvime bağlayıp deklere etmek yerine PKK eylemlerinden sonra veriyor. Hâliyle PKK bölgede psikolojik üstünlük elde ediyor kendi tabanında da “vurdukça alıyoruz” algısı ile daha net dayanışma sağlıyor. Bu da PKK’nın daha da güçlenmesine yol açıyor. Bu yapılanlara bütüncül pencereden bakınca Cemil Bayık’ın argümanlarının haklı çıktığı görünüyor. Maalesef en azından bölgedeki algı bakımından PKK kazanıyor Türkiye kaybediyor. Buna da AK Partinin bu tuhaf politikaları etken oluyor.
Soru şu: bölgede psikolojik üstünlüğünü kabul ettirmiş, açlık grevleriyle iktidarın bileğini bükmüş, devleti Öcalan’ın ailesine yalvartıp Öcalan’dan yardım
dileyen pozisyonuna düşürmüş, Suriye’de fiili bir devlet kurmuş bir PKK, açılımın başladığı 2009 öncesinden daha mı güçlü daha mı zayıf görünüyor? Açılımın amacı PKK’yı zayıflatmak terör sorununu çözmek değil miydi? Bu açılım yöntemi PKK’yı güçlendirdi mi zayıflattı mı? Daha da önemlisi AK Parti ne yapmaya çalışıyor; amaç Kürt haklarını vermek mi PKK’yı güçlendirmek mi?
Bu bir akıl tutulması mı bir planın parçası mı? Plansa kimin planı? (68).
Türkiye'yi 12 parçaya bölerek yönetmeyi hedefleyen terör örgütünün, 2010-2011 yıllarında 'topyekün savunma' stratejisi için mesafe almaya çalıştığı ama 2012’de polis özel timin başarılı operasyonları karşısında ne serhildan
denilen halk ayaklanmasınja cesaret edebildi nede Hakkari’yi kurtarılmış bölge ilan edebildi. Güvenlik güçlerinin operasyonları, örgüt açısından strateji
değişikliği sürecini baltaladı. Terör örgütü PKK/KCK sözleşmesi, örgütün 'anayasası' hükmünde. Sözde Yasam-Yürütme-Yargı hiyerarşi ile 'Önderliği' şekillendiriyor. 46 asıl, 4 ek maddeden müteşekkil metinde organlarla temel
faaliyetlerin nasıl yürütüleceği anlatıyor. 11. maddesi 'Kürdistan Demokratik Toplum Konfederalizmi'nin kurulduğunu, liderinin Abdullah Öcalan olduğu ifade
ediliyor. KCK'nın Türkiye'nin yanında Suriye, Irak ve İran'ı kapsadığına dikkat çekiliyor. KCK'nın Suriye'de
Demokratik Birlik Partisi (PYD), Irak'ta Kürdistan Çözüm Partisi (PÇDK), İran'da Kürdistan Özgür Yaşam Partisi (PJAK) üzerinde faaliyette olduğu vurgulanıyor.
Ankara'nın Kumrular Caddesi'nde 5 kişinin öldüğü 40 kişinin de yaralandığı bombalı terör saldırısıyla ilgili hazırlanan iddianamede, terör örgütü PKK/KCK
yapılanması anlatılıyor. KCK veya KCK/PKK terör örgütü, hangi harf grubunu kullanırsa kullansın aynı terörist örgüt olduğunun altı çiziliyor.
Terör örgütünün 5 bin ile 5 bin 500 civarında silahlı bir kadroya sahip olduğu belirtiliyor. Örgüt tarafından Türkiye eyaletlere bölünmüş ve 12 bölgeye ayrılmış. Her bölgeye bir isim verilirken, buralarda kaç kişilik terörist grubu olduğu da anlatılıyor. Bunlar sırasıyla şöyle: "Samsun-Tokat-Amasya-Giresun (Karadeniz Açılım Grubu) hattında 20-25 kişilik grup; Sivas ve çevresindeki alanını kapsayan alanda (Koçgiri Eyaleti) 5-10 kişilik grup; Malatya-Adıyaman-Gaziantep-Kahramanmaraş (Güneybatı Eyaleti) bölgesinde 9-10 kişilik grup; Tunceli ve çevresinde (Dersim Eyaleti) 180-200 kişilik grup; Elazığ'ı da kapsayacak şekilde Diyarbakır ve çevresinde (Amed Eyaleti) 170-190 kişilik grup; Erzurum'dan Bingöl'e kadar uzanan (Erzurum Eyaleti) bölgede 80-85 kişilik grup; Batman-Bitlis-Muş bölgesini (Garzan Eyaleti) kapsayan alanda 90-95 kişilik grup; Mardin ve çevresinde (Mardin Eyaleti) 35-40 kişilik grup; Siirt ilini de kapsayacak şekilde Şırnak çevresinde (Botan Eyaleti) 315-350 kişilik grup; Ardahan-Kars-Iğdır hattında (Serhat Eyaleti) 75-80 kişilik grup; Van ve çevresinde (Van Eyaleti) 110-120 kişilik grup; Hakkari ve çevresini kapsayan alanda (Zağros Eyaleti) 370-410 kişilik gruplar bulunuyor."
Ayrıca sınıra yakın alanlardan Haftanin Bölgesinde 270-300 kişilik grup; Behdinan Bölgesinde 700-750 kişilik ve Hakurk bölgesinde 290-310 kişilik gruplar yer alıyor.
Bunların dışında da ülkenin geri kalan kısımlarında metropollerde ve yurtdışında da azımsanmayacak sayıda örgüt mensubu bulunuyor. Terör örgütünün stratejisi, 'pasif-aktif-topyekün' savunma aşamalarından oluşan Meşru Savunma Stratejisi. Uzun süreli halk savaşının aksine aşamalar doğrusal olarak ilerliyor. Geri dönüşler söz konusu olabiliyor. Bugüne kadar 'pasif ve aktif savunma' süreçleri yaşanmış olması ve eylemlerin en yoğun olduğu dönemin örgütçe aktif savunmanın ileri aşaması olarak tanımlanması ise topyekün savunma aşamasına hiç geçilmediğini gösteriyor. 2011 yılı Haziran ayında yapılan genel seçimler sonrası örgüt ve müzahir yapılar tarafından sıklıkla dile getirilen Devrimci Halk
Savaşının stratejik açıdan karşılığı da bulunmuyor ve içeriğine ilişkin net açıklamalar yapılmıyor. Son dönemde yakalanan örgüt mensupları ise 'Devrimci Halk Savaşı tartışmalarının yaklaşık bir yıldır devam ettiği, tartışmanın özellikle 2010-2011 kış üstlenmesi sürecinde gerçekleştiği, stratejinin temel mantığının halkın da içerisine dahil edildiği topyekün bir mücadele olduğu, tam olarak uygulanması için bir psikolojik hazırlık süreci gerektiği, bunun da basın yayın organlarıyla yapılacak propaganda ile sağlanacağı, hazırlık aşamasında HPG
mensuplarının illerde-ilçelerde Öz Savunma Birliği (ÖSB) mensuplarının faaliyet yürüteceği' şeklinde konuşuyor.
2011 yılı içerisinde terör örgütünün kırsal ve metropol alan faaliyetlerinin şiddet eylemlerinin stratejik açıdan karşılığı meşru savunma stratejisi. Yurt içindeki ve yurt dışındaki konjoktürel gelişmeler, genel seçimler, Ortadoğu'daki gelişmeler, ABD'nin Irak'tan çekilme süreci ise terör örgütünü alan kazanmaya yönelik bir çabanın içine soktu. Alan kazanmaya yönelik kitlesel eylemler üzerinden örgütün mesafe almaya çalıştığı belirlendi.
Ancak örgüt kadrolarına, yapılanmalarına yönelik gerçekleştirilen polisiye operasyonları örgütü yeni strateji değişikliğine itti.
2011 yılında bölücü terör örgütü Meşru Savunma Stratejisi kapsamındaki kırsal metropol alan faaliyetleri, HPG ve bağlı silahlı unsurlar tarafından örgütün 2010 yılı Mayıs ayından itibaren takip ettiği eylem stratejisine uyumlu bir şekilde gerçekleştirilmiş kırsal alanda HPG'ye bağlı kırsal kadrolar ve sözde Özel Kuvvetler, metropollerde ve şehir merkezlerinde ise Öz Savunma Birliği, Özel Kuvvetler, Kürdistan Özgürlük Şahinleri (TAK) ve Apocu Gençlik İntikam Tugayı (AGİT) gibi yapılanmalar şiddet eylemleri üzerinden mesafe almaya çalıştı. 2011 yılı içerisinde özel kuvvetlerin faaliyetleri bağlamında mayınlı-bombalı saldırılarla, özellikle araçla seyir halindeki güvenlik kuvvetlerine yönelik saldırıların nitelik ve nicelik açısından arttığı, diğer sahalara patlayıcı aktarımında artış olduğu, kırsal alanda ilçelerde özellikle polis özel harekât birimleri ile çatışmaktan kaçınılmayan bir tavrın izlendiği tespit edildi. TAK ismi, örgütün
uluslararası alandaki terörist imajından kurtulmak ve örgüt üzerindeki baskıya hafifletmek amacıyla özellikle kullanılıyor. TAK adıyla üstlenilen tüm eylemlerin bizzat KCK terör örgütünce gerçekleştirildiğini vurgulanıyor. "Ayrıca amaç ve hedeflerine ulaşmak amacıyla sürekli yeni taktikler ve yöntemler geliştiren KCK terör örgütü, Kürt kökenli vatandaşları güvenlik güçleri ve devlete karşı
kışkırtmak amacıyla yan kuruluş olarak öz savunma birlikleri adlı yapıyı hayata geçirdiği, kent ve ilçe merkezlerinde örgütlenen bu oluşum farklı çıkarlar
sağlamak yoluyla bünyesine kattığı grupları halkta devlet unsurlarına karşı bir direniş oluşturmak maksadıyla kullandığı bu çerçevede Ankara Kızılay'da meydana gelen bu soruşturmanın konusu olan bombalı eylemin örgütün
eylemsizlik kararının kendileri için geçerli olmadığı tarzında açıklamalarla tak yapılanması tarafından üstlenildiği anlaşılmıştır." deniyor.
Terör örgütü, yandaşlarınca işletilen işyerlerinden gelir sağlanıyor. Özellikle İstanbul’da eğlence merkezleri para basıyor. Kaçakçılık faaliyetlerinde haraç alınıyor. Sağlanan paralar ise kuryeler vasıtasıyla örgüt kadrolarına
aktarılıyor. Bazen küçük miktardaki rakamlar güvenilir örgüt mensuplarının hesapları aracılığıyla ya da para transfer şirketleri üzerinden gerçekleştiriliyor. Yüksek miktardaki para transferleri ise genellikle bizzat Avrupa'daki örgütlenmelerin başındaki kişiler üzerinden sağlanıyor. Terör örgütü, her türlü teknik haberleşmenin yanı sıra doğrudan kurye de kullanıyor. Uydu üzerinden
yayın yapan tv kanalları, radyolar, çeşitli dergi ve gazeteler, internet siteleri aracılığıyla iletişim faaliyetlerini gerçekleştiriyor. Terör örgütü KCK, 2007 yılında aktif hale geldi. Irak'ın Kuzey'inde KCK Yürütme Konseyinin başında Cemal kod adlı Murat Karayılan bulunuyor. Türkiye topraklarında örgütsel faaliyetleri yürütmekle görevli KCK/TM yapılanmasının başında ise Refah kod adlı Sabri Ok yer alıyor. Remzi Kartal da örgütsel yapı içerisinde Kongre-Gel Başkanı olarak gösteriliyor. Duran Kalkan, Cemil Bayık, Mehmet Tören, Mustafa Karasu,
Nuriye Kesbir, Newroz Ceren gibi örgüt mensupları da KCK sözde Yürütme Konseyi üyeleri. Yurt dışındaki örgüt yöneticileri Nizamettin Toğuç, Tahir Kemalizade, Hasan Yirik, Aynur Hülakü, Dolakay Şanlı, Muzaffer Ayata, Fahrettin Gülşen dönemsel olarak rolleri değişecek biçimde örgütsel faaliyetlere katkı sunuyor.
PKK içerisinde Ergenekon'un bir kolu olduğunu vurgulayan Kürt aydınları Kemal Burkay ve İbrahim Güçlü gibi BDP'nin özgürce siyaset yapamadığını ifade
ediyorlar. BDP'nin, Kandil ve İmralı'dan gelen talimatlara göre hareket ettiğini dile getiren Burkay, "Farklı sesler yükseldiğinde ise PKK tarafından susturuluyor. Silahların gölgesinde özgürce siyaset yapılamaz. Oysa talepler silahsız dile getirilmeli." dedi. Kanal 5'de konuşan Burkay, geçmişte açlık eylemlerinden dolayı bir çok insanın hayatını kaybettiğini hatırlatarak, böyle ansızın açlık
grevine gitmenin insanın kendi kendisine yaptığı bir işkence olduğunu kaydetti. Gençlerin hayatlarının tehlikede olduğuna dikkat çeken Burkay, "İnat ile sonuç
alınmaz. Bu kabul edilemez bir durum. Sesleri duyuldu ve belli adımlar atılıyor. Kamuoyunda duyarlılık var. Artık açlık grevleri sona erdirilmelidir." diye konuştu. "PKK, pek umut vermiyor. İnsan hayatına değer veren bir örgüt değil." diyen Burkay, şöyle devam etti: "BDP, etkilerini kullanmalıdır. 'Devam edin' şeklinde tavır takınmamalıdır. Ölümlerin gelmesi soruna çözüm sağlamaz, aksine
gerilimi yükseltir. Olaylar iyice karmaşık hale gelir."
Ergenekon davasında tanık olarak ifade veren Şemdin Sakık'ın; Doğu Perinçek, Yalçın Küçük ve Ergenekon hakkındaki iddialarını da değerlendiren Burkay, "PKK
içerisinde Ergenekon'un bir kolu olduğundan şüphem yok. Ergenekon, 1950 yıllarında kurulan kontrgerillanın devamıdır. NATO tarafından kurulan Gladio'dur. Özel Harp Dairesi'ne hizmet etti, Ergenekon adını aldı ama kuruluşu kontrgerilla idı. Sadece devletin kurumları içerisinde değil, sağ ve sol örgütlerin içine de girmişti.
Bunlardan biri de PKK'dır. Perinçek ve Küçük olayı hayli ilginçtir. Perinçek, bir dönem 'PKK'ya destek vermeyen Kürtler bölücüdür' diyordu. Yalçın Küçük de farklı değil. İşin içerisinde çok derin bağlar var. PKK ile ilişki kurulurken ince hesaplar var. Bunlar tam olarak açığa kavuşmadı. Fırat'ın ötesindeki Ergenekon eylemleri açığa kavuşursa çok şey anlaşılır." şeklinde konuştu. "Kürt sorununun çözümü için öncelikle şiddet eylemleri terk edilmeli, silahlar susmalıdır." diyen diyen Burkay, şöyle dedi: "Silah ile bir çözüm sağlanamaz. Çok büyük bedeller
ödendi. Kürtlerin şiddete sarılması hiçbir çözüm getirmedi. Devletin inkar politikaları da çözümsüzlük üretti. Hepimiz artık ders çıkartmalıyız. Şiddet ile sonuca varılamayacağı görülmeli ve sağduyu hakim olmalıdır. Son yıllarda hükümet ciddi reformlar yaptı. Eksiklikler olabilir ama sonuçta var olan iyileşmeler görülmelidir. Gerilimden uzak durulmalıdır. Sonra reform süreçlerinde ciddi provokatif olaylara tanıklık ettik. Statükodan yana
olan çevreler, hükümete geri adım attırmak için her yolu denedi. Oslo süreci, Habur olayı ve sonrasında yaşananlar bunun göstergesidir."
Hükümetin önemli iyileştirmelere imza attığına dikkat çeken Burkay, askeri vesayetle mücadele edildiğini ve başarılı olunduğunu ifade etti. Bu olumlu gelişmelerin bile eleştirildiğini, hatta soldan bile değişime tepki geldiğini
anlatan Burkay, "Oysa sol, değişime açık olmalıdır. Ama aksini gördük.
Bir devrim olmasa da demokratikleşme yolunda ciddi adımlar atıldı ve atılan adımlar halktan yanaydı. Bu süreçte Kürtler de bir bütün olarak olumlu davranamadı. Bu değişime karşı çıktılar. Atılan iyi adımları tuzak olarak göstermek istediler. BDP, CHP gibi TRT Şeş'e karşı çıktı. PKK, insanları tehdit etti. Toplumun beklentilerinin aksine gelişmeler yaşanmasına neden
olundu. Kaldı ki PKK halk savaşı tezine sarıldı. Bu tez sürüldü ortaya. Hedeflerinin de açıkça AK Parti olduğunu deklare ettiler. Silahların susması beklenirken, PKK aksi bir duruş sergiledi. PKK süreç içerisinde Öcalan'ı bile
bypass etti. Bu gelişmeler ile diyalog ortamı darbe yedi.
Tabi bu durumda hükümetin duruşu da sertleşti. Geçmiş hükümetlerle kıyaslarsak çözüm için en önemli adımları bu hükümet attı. Ama stratejiyi, AK Parti'yi yıkmak üzerine belirlemek doğru değildir. Kaldı ki önceki dönemlerde yaşananlar var. Sistematik işkenceler, köy boşaltmalar ve faili meçhuller... Onlar bu dönemde sona erdi. Geçmiş dönemleri unutmamak lazım. AK Parti düşmanlığı üzerinden siyaset yapılmamalı. Gerçekçi olmak zorundayız." dedi.
Hükümetin, askeri vesayet ile ciddi bir mücadele içine girdiğini belirten Burkay, ancak bu süreçte terör örgütü PKK'nın silahlarının Kürt siyaseti üzerinde vesayetine devam ettiğine dikkat çekti. Bunun, Demoklesin kılıcı gibi
halen durduğunu dile getiren Burkay, "BDP, özgürce siyaset yapamıyor. BDP, Kandil ve İmralı'dan gelen talimatlara göre hareket ediyor. Farklı sesler yükseldiğinde ise PKK tarafından susturuluyor. Silahların gölgesinde özgürce siyaset yapılamaz. Oysa talepler silahsız dile getirilmeli. Silahlar dışında siyaset yapılsa Kürtler daha memnun olur. Çok acılar çekildi. Artık bu acılar sona
ermeli." ifadelerini kullandı. "Fırat'ın ötesinde sadece Kürtler öldürülmedi. Oradaki çete ile ters düşen generaller ve albaylar da ortadan kaldırıldı." diyen Burkay, şöyle devam etti: "Bugün savcıların olayları incelediğini görüyoruz. Bu, çok önemli... JİTEM mutlaka ortaya çıkartılmalıdır. Çok geç kalındı. Çeteler ve JİTEM ortaya çıkartılmalıdır. Kontrgerilla eylemleri, Özal suikastı, Eşref
Bitlis olayı, Bahtiyar Aydın, gazeteci ve aydınlara yapılan suikastlar devlet sırrı gibi saklanıyor. Bu nasıl sırdır ki cumhurbaşkanına suikast, Gaffar Okkan'a yapılan saldırı açığa çıkartılmıyor. Büyük bir tuzak var. Bu tuzak Kürt sorununun çözümsüzlüğe itilmesidir. Bu tuzağı bozmak, Fırat'ın ötesindeki yapıya ulaşmak ile mümkündür. Nasıl ki Özal bu konuyu çözmek için uğraştığında 33 er olayı
oldu, suikast girişimi yaşandıysa benzer tuzakları yaşamaya hep devam ettik. Belli ki çözüm istemeyen iç ve dış yapılar var. PKK'nın ve devletin derinlerinde
çatışmalardan faydalananlar var. Gerçekler ortaya çıkartılmalı ki yangın sönsün" (69).
AK Parti Diyarbakır İl Başkanı Halit Advan’ın Genel Merkez’e sunduğu rapor, Güneydoğu’da uyuşturucu bağımlılığının ulaştığı boyutu gözler önüne serdi. Raporda uyuşturucu kullanım yaşının 11’e kadar düştüğü ve terörle
anılan mahallelerde yaygınlaştığı belirtiliyor. Rapora göre, son iki yılda uyuşturucu ekimi ve satışı ile ilgili 600 olay gerçekleşti. 50 kilodan fazla eroin, 21 ton esrar, 2 bin adet ecstasy hap ve 6 milyon Hint keneviri kökü ele geçirildi.
Savcılığın verilerinde de son üç yılda 342 çocuğun madde bağımlılığı sebebiyle denetimli serbestliğe tabi tutulduğu ifade edildi. Raporda, 400 aile ile yapılan görüşmelere de yer veriliyor. Aileler, Diyarbakır’da uyuşturucu pazarının
her sokakta, parkta ve okul önünde kurulduğunu söylüyor. Halit Advan, bu tabloyu şöyle özetliyor: “Maalesef esrar, bölgenin geleneksel tarım ürünü haline geldi. İntihar vakaları artıyor.” 30 yılı aşkın süredir terörle boğuşan Doğu ve Güneydoğu Anadolu, bir yandan da uyuşturucu tehdidi altında. Terörün en yoğun olduğu bölgelerde esrar tarlaları boy gösteriyor. Diyarbakır-Bingöl arasında uçsuz bucaksız uyuşturucu tarlaları bulunuyor. Diyarbakır kırsalında yılda ortalama 500 ton esrar yetiştiriliyor. Bu korkunç tablo karşısında harekete geçen AK Parti Diyarbakır İl Başkanlığı bünyesinde Uyuşturucu ile
Mücadele Komisyonu oluşturuldu. Komisyon, yaptığı alan tarama çalışmalarını bir rapor halinde Genel Merkez’e sundu. Rapora göre terör örgütü faaliyetlerinin yoğun olduğu Bağlar ilçesi Kaynartepe, 5 Nisan ve Muradiye
mahalleleri, Yenişehir ilçesi Seyrantepe, Dicle, Ferit Köşk ve Fiskaya mahalleleri ile Sur ilçesi Saraykapı ve Hançepek mahallelerinde uyuşturucu madde kullanımı ve satıcılığı had safhada.
Bu durum raporda şöyle anlatılıyor: “Uyuşturucu kullanımının ve satımının birinci dereceden etkisinin yoksulluğun ve terör örgütü faaliyetlerinin birleştiği alan
üzerinde yoğunluğu komisyonumuz tarafından fark edilmiştir. Diyarbakır kentimizde yine çocukların terör örgütü eylem faaliyetlerinin içinde yer almaları, kuşkusuz çocukların ailelerinin denetim eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Çocukların uyuşturucu madde kullandıktan sonra yapmış oldukları terör örgütü
gösterilerinde bir banka binasının yakılması girişiminde bulunmaları kısa bir örnek olarak durumun ciddiyetini ortaya koyabilir niteliktedir.”
Raporda ayrıca, şehrin diğer problemlerine de dikkat çekiliyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre son 5 yılda 333 kişinin intihar ettiği, İş-Kur
verilerine göre işsiz sayısının 50 bin civarında olduğu, Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü istatistiklerine göre de kentte 11 bin 500 sabıkalı hırsız bulunduğu bilgileri sıralanıyor. Terör örgütünün dini de kullanmaya başladığına vurgu yapılan raporda, “Mele açılımı, müftülüklerin iyi yönlendirememelerinden ötürü beklenen sonuçları henüz verememiştir.” itirafı da yapılıyor. Buna karşılık ‘PKK’lı imamlar’ın çok iyi organize olarak ciddi anlamda propaganda yaptığına ve kimi yerlerde başarılı olduğuna dikkat çekiliyor. “Bölgede cami cemaatinin
sayısı batı illerine nazaran ciddi ölçüde fazladır. Ancak bu denli inançlı bir toplumun BDP’ye yüzde 58 oranında oy vermesinin altında yatan gerçeklerin sosyolojik analize muhtaç olduğu aşikardır.” deniliyor. AK Parti Diyarbakır
İl Başkanı Halit Advan, raporu şöyle yorumluyor: “Maalesef esrar, bölgenin geleneksel tarım ürünü haline geldi. Uyuşturucu kullanımı ve intihar vakaları artıyor. İşsizlik yüksek. İnsanlar mutsuz.” Advan, yetkilileri tedbir almaya çağırıyor (70).
Gazeteci ve akademisyen Önder Aytaç, KCK ve PKK’nın nereye koştuğunu özetleyen makalesiyle kitabımıza son noktayı koyuyoruz: Abdullah Öcalan’ın
2011 yılında Suriye’ye ilişkin verdiği talimatlarda; “Suriye Kürtlerinin hem Beşir Esad hem de muhalif gruplar ile diyalog içerisinde olunmasını, hangi taraf olumlu yaklaşıyorsa da o tarafa taleplerini dayatmalarını ve gerektiğinde silah da kullanarak öz savunmalarını yapmalarını” istemekte. Bu şekliyle hareket tarzını
sürdüren örgüt, Suriye’de, özellikle de Suriye’nin kuzeyine kalıcı bir şekilde yerleşmeyi hedeflemekte… PKK / KCK terör örgütü, Birleşik Kürdistan amacı ile son zamanlarda Suriye’deki faaliyetlerine büyük bir önem vermekte. Bu durum yalnızca Türkiye açısından değil, bölgedeki diğer Kürt kesimler ve Irak Bölgesel Kürt Yönetimi (IBKY) bağlamında da öncelikli bir konudur. Suriye’deki Kürt kesimlerin derin-milliyetçi bilinci ve dolayısıyla da temel refleksleri IBKY lehine bir görüntü ortaya koyarken, aktif gençlik hareketleri ise daha çok PKK / KCK’nın paravan örgütlenmesi olan PYD yanlısı görüntüler sergilemekte. IBKY, Suriye Kürtlerinin, Suriye Ulusal Muhalefetiyle işbirliği içinde bir duruş sergilemesini, bununla birlikte, Kürtlerin temel taleplerinden taviz verilmeden birlik içinde hareket edilmesini arzulamakta. PKK / KCK ise, bir yandan PYD üzerinden Barzani’nin desteğine haiz diğer Kürtlerle işbirliği içinde hareket ederken, diğer yandan da Suriye Kürtleri üzerindeki ağırlığını arttırmaya çalışmakta…
Abdullah Öcalan’ın 2011 yılında Suriye’ye ilişkin verdiği talimatlarda; “Suriye Kürtlerinin hem Beşir Esad hem de muhalif gruplar ile diyalog içerisinde olunmasını, hangi taraf olumlu yaklaşıyorsa da o tarafa taleplerini dayatmaları nı ve gerektiğinde silah da kullanarak öz savunmalarını yapmalarını” istemekte. Bu şekliyle hareket tarzını sürdüren örgüt, Suriye’de, özellikle de Suriye’ nin kuzeyine kalıcı bir şekilde yerleşmeyi hedeflemekte…
İşte bu nedenle de; bölgedeki faaliyetlerini her geçen gün hızlandırarak, özerkliğin ilan edilmesine yönelik çalışmalarını yoğunlaştırmaktadır. Bu bağlamda;
1. PKK-KCK, PYD üzerinden; Afrin, AynElArap (Koban) ve Kamışlı civarında, gençliğin organize edilmesi ve Suriye Kürtleri üzerinde hâkimiyet kurulduğu izlenimi yaratılması hedeflenmekte,
2. Kanımızca 2013 Nevruz’undan önce Suriye’de özerklik ilan edilmesi arzulanmakta,
3. Yine; "Kürt Dil Okulu" adı altında eğitim ve kültür merkezi bu bölgede açılmakta,
4. Politika ile ilgili eğitimler verilmekte ve örgütlenme çalışmaları yapılmakta,
5. Örgüte ait kamplarda ideolojik ve askeri eğitimler verilmekte,
6. Suriye’den örgüte katılımlarda da bir hayli artış yaşanmakta,
7. Irak’ın kuzeyinde olduğu gibi, Suriye’de de köklü bir yerleşim hedeflenmektedir…
Suriye’de PKK militanı olarak yaklaşık 1500 kadar kişi bulunmakta ve her hafta Irak’ın kuzeyinden yeni yeni geçiş yapan grupların katılımlarıyla da bu sayı
artmaktadır. Yine bazı bölgelerde örgüt mahkemeler kurulduğu, cezaevleri oluşturulduğu ve kaçakçılık / vergilendirme, şehirlerin giriş ve çıkışlarında da inzibat faaliyetleri yürütmektedir.
BU BÖLÜM DİPNOTLARI;
66 Aytaç, Önder. Kasım içinde PKK terörü ve iktidar. Rotahaber 22.11.2012.
67 Uslu, Emre. Abdullah Öcalan ne düşür. Taraf gazetesi. 07.11.2012.
68 Uslu, Emre. PKK kazanıyor. Taraf gazetesi. 10.11.2012.
69 Burkay, Kemal. İşte PKK'nın yeni stratejisi! Kanal 5. Cihan Haber Ajansı. 12.11.2012.
70 Dönmez, Ahmet. Kürt çocukları esrarın pençesinde. Zaman gazetesi. 30.10.2012. 17 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder