FATMA SIRMA EVCAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
FATMA SIRMA EVCAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ekim 2018 Cumartesi

PKK - CUMHURİYETİ VE AK - PARTİ., BÖLÜM 16

PKK - CUMHURİYETİ VE AK - PARTİ., BÖLÜM 16




2012’nin Temmuz ayından bu tarafa neredeyse 500’den fazla terörist öldürüldü. Bu verilen rakamlar daha önceki yıllarda güvenlik güçlerince ifade edilen abartılmış / şişirilmiş rakamlar gibi de değil. Hatta bunun fazlası vardır ama azı yoktur. Dağdaki silahlı teröristlerin 3500 kadar olduğu düşünülürse 1 / 7 kadar olan bir oranda teröristin ölü olarak ele geçirilmesi söz konusudur ve bu 
oldukça da önemlidir diyerek, ilk makaleden sonra kaldığımız yerden maddeler halinde yazmaya devam edelim. 
Şöyle ki; 
16.Şu anda her yıl olduğu gibi bu yıl daha ateşkes sağlayamamış olan PKK, kış uykusuna geçemedi ve mağaralarına / inlerine giremedi. Çok sayıdaki öldürülen 
teröristten dolayı da, PKK militanları dağlarda aç ve sefil olarak durmaktalar, mağaralarına girememekteler ve bunların da büyük bir çoğunluğunun yaşı da 15 ve civarında olan çocuklardan oluşmakta... 
17.Bu anlamda BDP’nin ölüm oruçları şeklinde tavır sergilemesinin nedeni de, dağdaki PKK’nin sıkışmış olması ve örgütün kısmen de olsa rahatlatılması amaçlı... 
18.Türkiye’deki başkanlık sistemine doğru rejimin yönlenmesi de güçlü bir başkanın yanında çok zayıflatılmış bir yargının, yetkileri budanmış bir 
yasamanın ve güçsüz olan bakanların ortaya çıkmasına neden olur ki, bunun kabul edilmesi de çok da doğru değil… 
19.Tek adam yönetiminin ve 3 dönemden beri devam eden tek parti iktidarının istikrar açısından faydaları olmakla birlikte, demokrasi siteminin neredeyse rayından çıkmasına da neden olmakta. Bu çerçevedeki Sn. Erdoğan’ın olduğu bir başkanlık sistemindense; yasama, yürütme ve yargının kuvvetler ayrılığı siteminde devam ettiği bir yapının olması çok daha sağlıklı olsa gerek… 
20.PKK açısından 2012 yılı Kürt Baharı’nın olduğu bir yıl şeklinde geçirilecekken, neredeyse örgüt bağlamında hezimet yılı oldu. Örgütün hala bu sene içinde 
sıklıkla yapılan operasyonlardan dolayı, kış tertiplenmesini yapamaması söz konusu. Yine terörle mücadelede, son 30 yıldır ilk kez sağlıklı, sabit karakol ve 
karargahlardan beklenilme ve av olmak şekliyle değil, mobil sistemlerle hareketli ve Jandarma Özel harekat (JÖH) ve Polis Özel Harekatın (PÖH) ortaklaşa ve uyum içinde çalıştığı bir yöntemle, PKK ile mücadele söz konusu ve bunda da çok ciddi başarılar elde edilmekte... 
21.Şemdinli de ilk kez 11 yaşındaki Faris Demirci’nin teröristlerce patlatılan bir bomba ile öldürülmesi sonrasında, ailesinin PKK’ya karşı takındığı tavır, 
Şemdinli de bu olaydan dolayı PKK istediği için değil ve fakat PKK’ya tepki olarak dükkanların esnaflar tarafından kapatılması ve okullara yapılan terörist saldırılarda, çocuklarının okuma hakkının engellenmemesi için, velilerin PKK’lılara karşı tepkilerini göstermesi, son yıllarda bölgede asla gözükmeyen halkın PKK’ya karşı yaptıkları protestolar var ve bunlar da gerçekten de çok 
önemli... 
22. Eğer devlet ve hükümet; teröre karşı istikrarlı bir şekilde mücadele edecek olsalar ve güvenlik güçleri de teröristlerle yapılan çatışmalarda başarılı sonuçlarını arttırarak devam ettirseler, zaten PKK’den bıkkınlık duyan 
yöre halkının da yeniden devletin yanında yer alması söz konusu olacak… Bunun tek handikapı ise teröristle müzakere yolunun yeniden açılma tehlikesinin 
mevcudiyeti. Böylesi bir garabet ise maalesef ki, bir kez daha yeniden yöre halkının PKK’nin saflarına doğru yönlenmesine neden olacak… 
23.Bir örgüt düşünün ki tabandan örgüte devşirilenler en fazla 8-10 yıl dağ hayatı yaşıyorlar ve sonrasında da ya öldürülüyorlar ya da hapse gidiyorlar. Ama üst düzey yöneticilerin hepsi de, en az 28 yıldır hala üst düzey yönetici olmaya devam ediyor ve bunlara da hiç bir şey de olmuyor. O zaman PKK üst düzey yönetimi acaba görevli muvazzaflar mıdır ki? O nedenle de hala onlar görevlerine mi devam etmektedirler? Ya da onlara karşı neden operasyonlar düzenlenmemektedir? İsrail’in Hamas liderlerine, İran’ın PJAK yöneticilerine, Rusya’nın Çeçen yöneticilerine yaptığı suikast saldırılarının aynısının tıpkısı, neden PKK’nın üst düzey yöneticilerine karşı düzenlenmemektedir? Bunlar o zaman ya devletin görevli elemanları mıdır ya da devletin istihbarat birimleri hiç de iyi çalışmadıkları için bunlara karşı bir operasyon düzenlenememektedir? 
23.PKK’nin üst düzey yöneticilerine yapılacak operasyonlarda başarı sağlanması, beraberinde örgütün tabanının da moral kaybına neden olacak ve örgütün 
çözülmesine de katkı sağlayacaktır… 
24.ABD, terörle mücadele bize yeterince bilgi vermemekte ve fakat bizim yapacağımız operasyonlarda ise mutlaka / kesinlikle 24 saat öncesinden kendisine bilgi verilmesini ve gidilecek koordinatların nereleri olduğunu 
da istemektedir. ABD operasyonel bilgileri bizimle paylaşmamakta ve verdiği bilgiler bağlamında da oldukça bayat verileri paylaşmaktadır… 
25.Örgütün kendi içinde de son dönemlerde operasyon üstüne operasyon yemesi nedeniyle ve çok sayıda ölü vermesinden dolayı, ciddi anlamda iç mücadeleler ve kendi kendisini sorgulamaları söz konusudur. Alandaki 
başarısız olan liderlerin hepsi de tabandaki genç militanlar tarafından da artık sorgulanmakta / eleştirilmektedir… 
26.PKK’nin terör sorununu, Öcalan ile uzlaşarak çözeceğiz yaklaşımının tek nedeni ise güvenlik güçleri ile mücadelede başarısız olan terör örgütünün bitmesini önleme çabası olsa gerektir. Beşir Atalay’ın bunu istemesi de sanki farklı bir acem-i oyunu mu diye de düşünülebilir… 
27.PKK tamamıyla uluslararası taşeron bir projedir ve asla ama asla Kürt halkının haklarını savunmamaktadır… 
28.AKP içindeki bir damar da yeni bir fitne vesilesi olarak, ‘doğuda PKK ile mücadele eden the cemaattir söylemi geliştirdi. Ve şiddete başvuran güvenlik güçleri de the cemaatin elemanlarıdır’ şeklinde olayı çarpıtıyor. 

Bunu da AKP’nin içindeki acem(l)-i bir grup da benzer şekilde ifade etmektedir… Hâlbuki bu durum, güvenlik güçlerinin hepsini de Erdoğan Hükümetinin tayin ettiği ve göreve getirirken de 3 hafta kadar MİT’te de istihbaratlarının yaptırıldığı kişilerdir… Ama AKP’de başının sıkıştığı her yerde ve özellikle terör ile ilgili 
konularda; ‘ben yapmadım, onlar yaptılar’ deme sendromundan kurtulmalıdır (66). 

Türkiye’nin en çok konuştuğu kişilerden biri Abdullah Öcalan’dır ama medyada derli toplu bir Öcalan analizi yapılmamıştır. Türkiye’de yazılan kitaplar ekseriyetle ya Öcalan’ı kutsamak için ya da yerin dibine batırmak için 
yazılan psikolojik harekât amaçlı kitaplardır. Bunun için kuşkusuz bir kitap yazılmalı. Gazeteci ve akademisyen Emre Uslu, maddeler hâlinde Öcalan’ın PKK içindeki konumunu, ne istediğini, ve neyi yapabileceğini şöyle anlattı: 

1) Abdullah Öcalan KCK yapılanması kurulup oturduktan bu yana PKK’nın lideri değil sözcüsüdür. 
2) PKK’yı yöneten KCK Yürütme Kurulu’dur ve bunun en etkili ayakları da Avrupa kanadıdır. 
3) Abdullah Öcalan’ın üzerlerinde etkisinin en az olduğu PKK yapısı Kandil ve HPG iken en fazla olduğu yapı hapishanedeki örgütçülerdir. Özellikle 
hapishanelerdeki örgütçülere yazdığı özel mektuplar nedeniyle bu etkisini giderek derinleştirmiştir. Son açlık grevlerini bu ilişkiyi bilmeden anlamak mümkün değildir. Bu bağlamda açlık grevleri öncesinde, Öcalan’ın 
İmralı’dan giden mektupları vasıtasıyla veya başka bir biçimde PKK’lı mahkûmlarla Öcalan arasında ne gibi temaslar olmuştur? Sorusu önemlidir. 
4) Abdullah Öcalan kendisi özellikle halk üzerindeki etkisini kullanarak pozisyonunu koruma siyaseti gütmektedir. Bu nedenle PKK içindeki değişen güç 
dengelerine göre kendisini ayarlamakta duruma göre pozisyon almaktadır. 
5) En son Silvan saldırısı ile birlikte Abdullah Öcalan’a gündem dayatma ile başlayan ve şahinlerin PKK’da liderliği ele geçirmesinden sonra Abdullah 
Öcalan da pozisyonunu belirleme çabasına girmiştir. 
6) Abdullah Öcalan 2010 yılından sonra bir dönem bitiğini iktidarı AKP’nin ele geçirdiğini düşünüyordu. Bu nedenle de Başbakan ve Cumhurbaşkanı’na mektuplar yazmaya başlamıştı. Ancak Uludere faciasından sonra o eski derin devletin halen yaşadığını görmüş ve tavrını belirleme konusunda aceleci davrandığını düşünerek PKK içindeki güç dengelerin bakımından şahinlerden yana tavır koymuştur. 
7) 2004 yılındaki avukat görüşmeleri incelenirse o dönem de böyle bir sürecin yaşandığını, Abdullah Öcalan’ın kendisine gündem dayatan Duran Kalkan ve 
Cemil Bayık’a hesap soracağını söylediğini görürsünüz. Ancak savaşı başlatarak kazanan taraf Bayık ve Kalkan ekibi olunca Öcalan da dümeni Bayık ve Kalkan tarafına kırmış ve kendi pozisyonunu KCK Yürütme Konseyi kurarak kurtarmaya çalışmıştır. Bundan sonraki süreçte de Öcalan PKK’nın sözcüsü olmuştur. Silvan saldırısıyla birlikte sözcülük pozisyonu da sarsılmıştır. Bu arka planı bilmeden Öcalan hakkında yapılan yorumlar boştur. 
8) Öcalan devlete sürekli “bu şartlar altında örgütle bağım yokken örgüt üzerinde etkili olamam. Bana örgütle irtibat kuracağım gerekli araçları vermeden bir şey yapamam” şeklinde çağırılar yapar. Devlet bu çağırıları Öcalan’ın kendini İmralı’dan kurtarmak için yaptığı taktik çağırılar olarak okur. Bu nedenle de Öcalan’ın ev hapsi istediğini düşünür. Ben de uzun süre böyle düşünmüştüm. 
Ancak Öcalan devlete “elimi güçlendirin” çağırısı yaparken aslında bir stratejik akılla hareket ediyor. 
Şunu demek istiyor: “Ben PKK’nın lideri değilim. Ancak devletten bir şeyler koparabilirsem, devletin beni ciddiye aldığını gösterebilirsem, halkın üzerindeki etkimi de kullanıp PKK’nın etkililerine Öcalan geri geliyor mesajı verip devletten aldığım ‘ödün’ ile PKK’daki liderliğimi geri alabilirim. Bu nedenle beni tekrar PKK’nın lideri yapacak gerekli araçları verin.” 
9) Abdullah Öcalan PKK’nın sözcüsü olduğundan dolayı müzakere sürecinde etkisi sanıldığı kadar büyük değildir. Öcalan bu süreçte ancak bir ortam yumuşatıcı olarak değerlendirilebilir. Müzakerede PKK’nın tutumuna ancak KCK Yürütme Konseyi karar verebilir. 
10) Bu nedenle Öcalan’a yüksek düzeyde siyasal tanınmayı da çağrıştıracak heyetler göndermek yanlıştır. Öcalan ile veya PKK liderleri ile yapılacak görüşme alt düzey istihbaratçılar aracılığıyla yapılmalıdır. Ne zaman ki PKK sınır dışına çekilmeyi kabul eder o zaman görüşme sürecinde kıdem arttırılabilir. 
11) Unutmayın ki Abdullah Öcalan gibi liderler için en önemli mesele yola çıktıkları projelerini tamamlamaktır. Yapamıyorlarsa onun altyapısını kurup 
tarihe iz bırakmak isterler. Dolayısıyla Abdullah Öcalan’ın yola çıkış projesini tamamlaması için elindeki en güçlü enstrümanı, PKK’yı tasfiye etmesini beklemek dünyanın en saçma beklentisidir. Yaser Arafat nasıl FKÖ’yü tasfiye etmeden, örgütü koruyarak bir barış sürecini başlattıysa Öcalan da benzer bir model ile barış getirmek istiyor. Bunu bilmek gerek… 
12) Öcalan’ın en güçlü tarafı devleti Tayyip Erdoğan’dan bile iyi tanıması ve Türkiye’deki siyasetçilerin çoğundan çok daha iyi analitik düşünebilme 
yeteneğine sahip olmasıdır. En zayıf tarafı ise komplo teorilerine fazla inanması ve narsist yapısı ile aşırı kuşkuculuğudur (67). 

Kırmızı PKK ‘Yeşil’leşirken kazanıyor mu? AK Parti’nin geçen on yılık başarısının en önemli sırrı algı yönetimini kusursuz yapması. Bu süre içerisinde toplumun 
algılarını öylesine güzel yönetti ki hem kendi tabanını dönüştürmeyi başardı, hem de ülkede oluşabilecek toplumsal muhalefetin önünü kesmiş oldu. AK Parti algı yönetimi konusunda sanırım bir stratejik akla göre hareket ediyor. Yaptıkları her şeyi planlı yapıyor, her lafı planlı konuşuyor, her adımı planlı atıyor ve her süreci planlı yürütüyor. 
• Bu sürecin yönetimine ilişkin en güzel örnek yüzde 50 psikolojik sınırı algısını yerleştirip yönetmek. Herhangi bir anket şirketi AK Parti oylarını yüzde 50’nin 
altında gösterdiği anda bir AK Parti yetkilisi çıkıp bir başka anket sonucu açıklayarak “acaba AK Parti yüzde 50’nin altına mı düşüyor” algısının tabana yayılmasını önlüyor. Yine bu kapsamda alternatif oluşturabilecek Numan Kurtulmuş gibi kişileri transfer ederek algı yönetimi noktasında gerçekten pürüzsüz bir övgüyü hak ettiklerini kayda geçirmem gerekiyor. Emre Uslu, algı yönetimi konusunda bu kadar başarılı olan AK Parti’nin Kürt sorununun çözümü konusunda aynı başarıyı göster(e)mediğini düşünüyor. Şöyle devam ediyor: 
Türkiye genelinde algı yönetimini bu kadar kusursuz yapan bir partinin Kürt sorunu konusunda özellikle PKK’nın ekmeğine yağ sürecek birtakım işler yapıp “PKK vurdukça kazanıyor” algısını oluşturmadaki başarısızlığını doğrusu ben AK Parti’nin aklıyla bağdaştıramıyorum. Bu büyük tezat ancak bilinçli yapılır gibi de düşündüğüm oluyor. Aslında AK Parti PKK ile anlaştı ve“sözde mücadeleci özde müzakereci” bir tutumla Türk tarafına yönelik bir algı inşası mı yapıyor diye de düşündüğüm oluyor. Zira bir yanda sözüne en güvenilir bir siyaset 
adamı BaşbakanErdoğan çıkıp “APO’yu asarım” diye nutuk atarken, perde arkasında müsteşarını Öcalan’la görüşmeye gönderiyorsa, Oslo’ya taviz vermeye gönderiyorsa o zaman aslında Başbakan bu mücadeleci çıkışlarıyla Türk milliyetçilerinin algılarını maniple ederken Kürt milliyetçileri ile pazarlık mı yapıyor, diye sormadan edemiyor insan. En son açlık grevlerinde de 
durum aynısı olmadı mı? Erdoğan Almanya’da “öyle bir oruç eylemi yok”dedi “halk idamı istiyor” dedi ama KCK sanıklarını salacak dördüncü paketin çıkacağının da sinyalini verdi. Yani Türklere vurucu Kürtlere verici bir 
siyaset anlayışında algı yönetimi nerede? Bütün bu süreçlerden hep PKK kazançlı çıkmıyor mu? AK Parti’nin amacı Kürtlerin haklarını teslim etmek mi yoksa gerçekten de Oslo’da uzlaşıldığı gibi KCK’yı bölgede büyütüp, psikolojik üstünlüğünü temin edip bölgeyi KCK’ya bırakmak mı? Eğer AK Parti’nin politikası Kürtlerin haklarını vermek ise, ki bunu sonuna kadar destekliyorum, o hâlde neden PKK ile pazarlık yapıyor, neden bir takvim açıklayıp bunu bir takvime bağlayarak vereceğini açıklamıyor da her PKK eyleminden sonra bir kısmını 
verip PKK’ya pirim kazandırıyor? En son anadilde savunma hakkını örnek alalım. 30 Eylül 2012’deki AK Parti’nin 2023 vizyon belgesinde bu hakkın tanınacağı 
açıklanmıştı. Peki, ne oldu? PKK’lılar açlık grevine gitti. 

Başbakan çok sert açıklamalar yaptı. PKK’yı ve Öcalan’a idamı gündeme getirdi. Sonra dün bakanlar kurulu kararı ile anadilde Savunma hakkı apar topar gündeme getirildi ve bütün krediler PKK’ya aktarıldı. Bunun amacı nedir? 
Algı yönetiminde bu kadar başarılı bir parti bu işi bilinçli yapmıyorsa, bu yöntemin PKK’nın işine yaratığını, PKK’yı büyüttüğünü görmüyor mu? Aynı şeyi anadilde eğitim için de söyleyebiliriz. Bunu sağlamak için bir takvim açıklayıp, bir pilot proje başlatmak için yeni bir PKK eylemi mi bekliyor AKP? Bu süreç yeni de değil. Geçen seçimlerden bu yana devam eden bir süreç. AK Parti bölgede kaybedeceğini bile bile hem yerel seçimlerde hem de genel seçimlerde bölgede zayıf adaylar çıkardı. Bu yöntemin bölgeyi BDP’ye terketmek olduğunu 
sağır sultan bile biliyordu. AK Parti bunu neden yaptı o hâlde? Aynı şeyi Büyükşehir Belediyeleri Yasası’nda da yapıyor. Yeni yasa ile Mardin ve Van bir daha geri kazanılamayacak şekilde BDP’ye terk ediliyor. Bundan sonra haritaya baktığımızda bölgede AK Parti’nin kazandığı adacıklar olmayacak. Tamamen BDP’ye terk edilmiş olacak. Bu da insanların zihinlerinde algısal bölünmeyi daha da netleştirecek. Peki, AK Parti bu algı yanlışını neden yapıyor? İnsanın söylemeye dili varmıyor ama Cemil Bayık 4. Stratejik Mücadele Dönemi’ni 
anlatırken amaçlarının “bölgeden AKP’nin silinmesi” olduğunu belirtip “böylece devlet bizimle masaya bizim istediğimiz şartlarda oturacak” demişti. AKP Parti 
Kütlerin haklarını bir bütün olarak, PKK eylemlerinden bağımsız olarak bir takvime bağlayıp deklere etmek yerine PKK eylemlerinden sonra veriyor. Hâliyle PKK bölgede psikolojik üstünlük elde ediyor kendi tabanında da “vurdukça alıyoruz” algısı ile daha net dayanışma sağlıyor. Bu da PKK’nın daha da güçlenmesine yol açıyor. Bu yapılanlara bütüncül pencereden bakınca Cemil Bayık’ın argümanlarının haklı çıktığı görünüyor. Maalesef en azından bölgedeki algı bakımından PKK kazanıyor Türkiye kaybediyor. Buna da AK Partinin bu tuhaf politikaları etken oluyor. 

Soru şu: bölgede psikolojik üstünlüğünü kabul ettirmiş, açlık grevleriyle iktidarın bileğini bükmüş, devleti Öcalan’ın ailesine yalvartıp Öcalan’dan yardım 
dileyen pozisyonuna düşürmüş, Suriye’de fiili bir devlet kurmuş bir PKK, açılımın başladığı 2009 öncesinden daha mı güçlü daha mı zayıf görünüyor? Açılımın amacı PKK’yı zayıflatmak terör sorununu çözmek değil miydi? Bu açılım yöntemi PKK’yı güçlendirdi mi zayıflattı mı? Daha da önemlisi AK Parti ne yapmaya çalışıyor; amaç Kürt haklarını vermek mi PKK’yı güçlendirmek mi? 
Bu bir akıl tutulması mı bir planın parçası mı? Plansa kimin planı? (68). 

Türkiye'yi 12 parçaya bölerek yönetmeyi hedefleyen terör örgütünün, 2010-2011 yıllarında 'topyekün savunma' stratejisi için mesafe almaya çalıştığı ama 2012’de polis özel timin başarılı operasyonları karşısında ne serhildan 
denilen halk ayaklanmasınja cesaret edebildi nede Hakkari’yi kurtarılmış bölge ilan edebildi. Güvenlik güçlerinin operasyonları, örgüt açısından strateji 
değişikliği sürecini baltaladı. Terör örgütü PKK/KCK sözleşmesi, örgütün 'anayasası' hükmünde. Sözde Yasam-Yürütme-Yargı hiyerarşi ile 'Önderliği' şekillendiriyor. 46 asıl, 4 ek maddeden müteşekkil metinde organlarla temel 
faaliyetlerin nasıl yürütüleceği anlatıyor. 11. maddesi 'Kürdistan Demokratik Toplum Konfederalizmi'nin kurulduğunu, liderinin Abdullah Öcalan olduğu ifade 
ediliyor. KCK'nın Türkiye'nin yanında Suriye, Irak ve İran'ı kapsadığına dikkat çekiliyor. KCK'nın Suriye'de 

Demokratik Birlik Partisi (PYD), Irak'ta Kürdistan Çözüm Partisi (PÇDK), İran'da Kürdistan Özgür Yaşam Partisi (PJAK) üzerinde faaliyette olduğu vurgulanıyor. 
Ankara'nın Kumrular Caddesi'nde 5 kişinin öldüğü 40 kişinin de yaralandığı bombalı terör saldırısıyla ilgili hazırlanan iddianamede, terör örgütü PKK/KCK 
yapılanması anlatılıyor. KCK veya KCK/PKK terör örgütü, hangi harf grubunu kullanırsa kullansın aynı terörist örgüt olduğunun altı çiziliyor. 

Terör örgütünün 5 bin ile 5 bin 500 civarında silahlı bir kadroya sahip olduğu belirtiliyor. Örgüt tarafından Türkiye eyaletlere bölünmüş ve 12 bölgeye ayrılmış. Her bölgeye bir isim verilirken, buralarda kaç kişilik terörist grubu olduğu da anlatılıyor. Bunlar sırasıyla şöyle: "Samsun-Tokat-Amasya-Giresun (Karadeniz Açılım Grubu) hattında 20-25 kişilik grup; Sivas ve çevresindeki alanını kapsayan alanda (Koçgiri Eyaleti) 5-10 kişilik grup; Malatya-Adıyaman-Gaziantep-Kahramanmaraş (Güneybatı Eyaleti) bölgesinde 9-10 kişilik grup; Tunceli ve çevresinde (Dersim Eyaleti) 180-200 kişilik grup; Elazığ'ı da kapsayacak şekilde Diyarbakır ve çevresinde (Amed Eyaleti) 170-190 kişilik grup; Erzurum'dan Bingöl'e kadar uzanan (Erzurum Eyaleti) bölgede 80-85 kişilik grup; Batman-Bitlis-Muş bölgesini (Garzan Eyaleti) kapsayan alanda 90-95 kişilik grup; Mardin ve çevresinde (Mardin Eyaleti) 35-40 kişilik grup; Siirt ilini de kapsayacak şekilde Şırnak çevresinde (Botan Eyaleti) 315-350 kişilik grup; Ardahan-Kars-Iğdır hattında (Serhat Eyaleti) 75-80 kişilik grup; Van ve çevresinde (Van Eyaleti) 110-120 kişilik grup; Hakkari ve çevresini kapsayan alanda (Zağros Eyaleti) 370-410 kişilik gruplar bulunuyor." 

Ayrıca sınıra yakın alanlardan Haftanin Bölgesinde 270-300 kişilik grup; Behdinan Bölgesinde 700-750 kişilik ve Hakurk bölgesinde 290-310 kişilik gruplar yer alıyor. 

Bunların dışında da ülkenin geri kalan kısımlarında metropollerde ve yurtdışında da azımsanmayacak sayıda örgüt mensubu bulunuyor. Terör örgütünün stratejisi, 'pasif-aktif-topyekün' savunma aşamalarından oluşan Meşru Savunma Stratejisi. Uzun süreli halk savaşının aksine aşamalar doğrusal olarak ilerliyor. Geri dönüşler söz konusu olabiliyor. Bugüne kadar 'pasif ve aktif savunma' süreçleri yaşanmış olması ve eylemlerin en yoğun olduğu dönemin örgütçe aktif savunmanın ileri aşaması olarak tanımlanması ise topyekün savunma aşamasına hiç geçilmediğini gösteriyor. 2011 yılı Haziran ayında yapılan genel seçimler sonrası örgüt ve müzahir yapılar tarafından sıklıkla dile getirilen Devrimci Halk 
Savaşının stratejik açıdan karşılığı da bulunmuyor ve içeriğine ilişkin net açıklamalar yapılmıyor. Son dönemde yakalanan örgüt mensupları ise 'Devrimci Halk Savaşı tartışmalarının yaklaşık bir yıldır devam ettiği, tartışmanın özellikle 2010-2011 kış üstlenmesi sürecinde gerçekleştiği, stratejinin temel mantığının halkın da içerisine dahil edildiği topyekün bir mücadele olduğu, tam olarak uygulanması için bir psikolojik hazırlık süreci gerektiği, bunun da basın yayın organlarıyla yapılacak propaganda ile sağlanacağı, hazırlık aşamasında HPG 
mensuplarının illerde-ilçelerde Öz Savunma Birliği (ÖSB) mensuplarının faaliyet yürüteceği' şeklinde konuşuyor. 

2011 yılı içerisinde terör örgütünün kırsal ve metropol alan faaliyetlerinin şiddet eylemlerinin stratejik açıdan karşılığı meşru savunma stratejisi. Yurt içindeki ve yurt dışındaki konjoktürel gelişmeler, genel seçimler, Ortadoğu'daki gelişmeler, ABD'nin Irak'tan çekilme süreci ise terör örgütünü alan kazanmaya yönelik bir çabanın içine soktu. Alan kazanmaya yönelik kitlesel eylemler üzerinden örgütün mesafe almaya çalıştığı belirlendi. 

Ancak örgüt kadrolarına, yapılanmalarına yönelik gerçekleştirilen polisiye operasyonları örgütü yeni strateji değişikliğine itti. 

2011 yılında bölücü terör örgütü Meşru Savunma Stratejisi kapsamındaki kırsal metropol alan faaliyetleri, HPG ve bağlı silahlı unsurlar tarafından örgütün 2010 yılı Mayıs ayından itibaren takip ettiği eylem stratejisine uyumlu bir şekilde gerçekleştirilmiş kırsal alanda HPG'ye bağlı kırsal kadrolar ve sözde Özel Kuvvetler, metropollerde ve şehir merkezlerinde ise Öz Savunma Birliği, Özel Kuvvetler, Kürdistan Özgürlük Şahinleri (TAK) ve Apocu Gençlik İntikam Tugayı (AGİT) gibi yapılanmalar şiddet eylemleri üzerinden mesafe almaya çalıştı. 2011 yılı içerisinde özel kuvvetlerin faaliyetleri bağlamında mayınlı-bombalı saldırılarla, özellikle araçla seyir halindeki güvenlik kuvvetlerine yönelik saldırıların nitelik ve nicelik açısından arttığı, diğer sahalara patlayıcı aktarımında artış olduğu, kırsal alanda ilçelerde özellikle polis özel harekât birimleri ile çatışmaktan kaçınılmayan bir tavrın izlendiği tespit edildi. TAK ismi, örgütün 
uluslararası alandaki terörist imajından kurtulmak ve örgüt üzerindeki baskıya hafifletmek amacıyla özellikle kullanılıyor. TAK adıyla üstlenilen tüm eylemlerin bizzat KCK terör örgütünce gerçekleştirildiğini vurgulanıyor. "Ayrıca amaç ve hedeflerine ulaşmak amacıyla sürekli yeni taktikler ve yöntemler geliştiren KCK terör örgütü, Kürt kökenli vatandaşları güvenlik güçleri ve devlete karşı 
kışkırtmak amacıyla yan kuruluş olarak öz savunma birlikleri adlı yapıyı hayata geçirdiği, kent ve ilçe merkezlerinde örgütlenen bu oluşum farklı çıkarlar 
sağlamak yoluyla bünyesine kattığı grupları halkta devlet unsurlarına karşı bir direniş oluşturmak maksadıyla kullandığı bu çerçevede Ankara Kızılay'da meydana gelen bu soruşturmanın konusu olan bombalı eylemin örgütün 
eylemsizlik kararının kendileri için geçerli olmadığı tarzında açıklamalarla tak yapılanması tarafından üstlenildiği anlaşılmıştır." deniyor. 

Terör örgütü, yandaşlarınca işletilen işyerlerinden gelir sağlanıyor. Özellikle İstanbul’da eğlence merkezleri para basıyor. Kaçakçılık faaliyetlerinde haraç alınıyor. Sağlanan paralar ise kuryeler vasıtasıyla örgüt kadrolarına 
aktarılıyor. Bazen küçük miktardaki rakamlar güvenilir örgüt mensuplarının hesapları aracılığıyla ya da para transfer şirketleri üzerinden gerçekleştiriliyor. Yüksek miktardaki para transferleri ise genellikle bizzat Avrupa'daki örgütlenmelerin başındaki kişiler üzerinden sağlanıyor. Terör örgütü, her türlü teknik haberleşmenin yanı sıra doğrudan kurye de kullanıyor. Uydu üzerinden 
yayın yapan tv kanalları, radyolar, çeşitli dergi ve gazeteler, internet siteleri aracılığıyla iletişim faaliyetlerini gerçekleştiriyor. Terör örgütü KCK, 2007 yılında aktif hale geldi. Irak'ın Kuzey'inde KCK Yürütme Konseyinin başında Cemal kod adlı Murat Karayılan bulunuyor. Türkiye topraklarında örgütsel faaliyetleri yürütmekle görevli KCK/TM yapılanmasının başında ise Refah kod adlı Sabri Ok yer alıyor. Remzi Kartal da örgütsel yapı içerisinde Kongre-Gel Başkanı olarak gösteriliyor. Duran Kalkan, Cemil Bayık, Mehmet Tören, Mustafa Karasu, 
Nuriye Kesbir, Newroz Ceren gibi örgüt mensupları da KCK sözde Yürütme Konseyi üyeleri. Yurt dışındaki örgüt yöneticileri Nizamettin Toğuç, Tahir Kemalizade, Hasan Yirik, Aynur Hülakü, Dolakay Şanlı, Muzaffer Ayata, Fahrettin Gülşen dönemsel olarak rolleri değişecek biçimde örgütsel faaliyetlere katkı sunuyor. 

PKK içerisinde Ergenekon'un bir kolu olduğunu vurgulayan Kürt aydınları Kemal Burkay ve İbrahim Güçlü gibi BDP'nin özgürce siyaset yapamadığını ifade 
ediyorlar. BDP'nin, Kandil ve İmralı'dan gelen talimatlara göre hareket ettiğini dile getiren Burkay, "Farklı sesler yükseldiğinde ise PKK tarafından susturuluyor. Silahların gölgesinde özgürce siyaset yapılamaz. Oysa talepler silahsız dile getirilmeli." dedi. Kanal 5'de konuşan Burkay, geçmişte açlık eylemlerinden dolayı bir çok insanın hayatını kaybettiğini hatırlatarak, böyle ansızın açlık 
grevine gitmenin insanın kendi kendisine yaptığı bir işkence olduğunu kaydetti. Gençlerin hayatlarının tehlikede olduğuna dikkat çeken Burkay, "İnat ile sonuç 
alınmaz. Bu kabul edilemez bir durum. Sesleri duyuldu ve belli adımlar atılıyor. Kamuoyunda duyarlılık var. Artık açlık grevleri sona erdirilmelidir." diye konuştu. "PKK, pek umut vermiyor. İnsan hayatına değer veren bir örgüt değil." diyen Burkay, şöyle devam etti: "BDP, etkilerini kullanmalıdır. 'Devam edin' şeklinde tavır takınmamalıdır. Ölümlerin gelmesi soruna çözüm sağlamaz, aksine 
gerilimi yükseltir. Olaylar iyice karmaşık hale gelir." 

Ergenekon davasında tanık olarak ifade veren Şemdin Sakık'ın; Doğu Perinçek, Yalçın Küçük ve Ergenekon hakkındaki iddialarını da değerlendiren Burkay, "PKK 
içerisinde Ergenekon'un bir kolu olduğundan şüphem yok. Ergenekon, 1950 yıllarında kurulan kontrgerillanın devamıdır. NATO tarafından kurulan Gladio'dur. Özel Harp Dairesi'ne hizmet etti, Ergenekon adını aldı ama kuruluşu kontrgerilla idı. Sadece devletin kurumları içerisinde değil, sağ ve sol örgütlerin içine de girmişti. 
Bunlardan biri de PKK'dır. Perinçek ve Küçük olayı hayli ilginçtir. Perinçek, bir dönem 'PKK'ya destek vermeyen Kürtler bölücüdür' diyordu. Yalçın Küçük de farklı değil. İşin içerisinde çok derin bağlar var. PKK ile ilişki kurulurken ince hesaplar var. Bunlar tam olarak açığa kavuşmadı. Fırat'ın ötesindeki Ergenekon eylemleri açığa kavuşursa çok şey anlaşılır." şeklinde konuştu. "Kürt sorununun çözümü için öncelikle şiddet eylemleri terk edilmeli, silahlar susmalıdır." diyen diyen Burkay, şöyle dedi: "Silah ile bir çözüm sağlanamaz. Çok büyük bedeller 
ödendi. Kürtlerin şiddete sarılması hiçbir çözüm getirmedi. Devletin inkar politikaları da çözümsüzlük üretti. Hepimiz artık ders çıkartmalıyız. Şiddet ile sonuca varılamayacağı görülmeli ve sağduyu hakim olmalıdır. Son yıllarda hükümet ciddi reformlar yaptı. Eksiklikler olabilir ama sonuçta var olan iyileşmeler görülmelidir. Gerilimden uzak durulmalıdır. Sonra reform süreçlerinde ciddi provokatif olaylara tanıklık ettik. Statükodan yana 
olan çevreler, hükümete geri adım attırmak için her yolu denedi. Oslo süreci, Habur olayı ve sonrasında yaşananlar bunun göstergesidir." 

Hükümetin önemli iyileştirmelere imza attığına dikkat çeken Burkay, askeri vesayetle mücadele edildiğini ve başarılı olunduğunu ifade etti. Bu olumlu gelişmelerin bile eleştirildiğini, hatta soldan bile değişime tepki geldiğini 
anlatan Burkay, "Oysa sol, değişime açık olmalıdır. Ama aksini gördük. 
Bir devrim olmasa da demokratikleşme yolunda ciddi adımlar atıldı ve atılan adımlar halktan yanaydı. Bu süreçte Kürtler de bir bütün olarak olumlu  davranamadı. Bu değişime karşı çıktılar. Atılan iyi adımları tuzak olarak göstermek istediler. BDP, CHP gibi TRT Şeş'e karşı çıktı. PKK, insanları tehdit etti. Toplumun beklentilerinin aksine gelişmeler yaşanmasına neden 
olundu. Kaldı ki PKK halk savaşı tezine sarıldı. Bu tez sürüldü ortaya. Hedeflerinin de açıkça AK Parti olduğunu deklare ettiler. Silahların susması beklenirken, PKK aksi bir duruş sergiledi. PKK süreç içerisinde Öcalan'ı bile 
bypass etti. Bu gelişmeler ile diyalog ortamı darbe yedi. 

Tabi bu durumda hükümetin duruşu da sertleşti. Geçmiş hükümetlerle kıyaslarsak çözüm için en önemli adımları bu hükümet attı. Ama stratejiyi, AK Parti'yi yıkmak üzerine belirlemek doğru değildir. Kaldı ki önceki dönemlerde yaşananlar var. Sistematik işkenceler, köy boşaltmalar ve faili meçhuller... Onlar bu dönemde sona erdi. Geçmiş dönemleri unutmamak lazım. AK Parti  düşmanlığı üzerinden siyaset yapılmamalı. Gerçekçi olmak zorundayız." dedi. 

Hükümetin, askeri vesayet ile ciddi bir mücadele içine girdiğini belirten Burkay, ancak bu süreçte terör örgütü PKK'nın silahlarının Kürt siyaseti üzerinde vesayetine devam ettiğine dikkat çekti. Bunun, Demoklesin kılıcı gibi 
halen durduğunu dile getiren Burkay, "BDP, özgürce siyaset yapamıyor. BDP, Kandil ve İmralı'dan gelen talimatlara göre hareket ediyor. Farklı sesler yükseldiğinde ise PKK tarafından susturuluyor. Silahların gölgesinde özgürce siyaset yapılamaz. Oysa talepler silahsız dile getirilmeli. Silahlar dışında siyaset yapılsa Kürtler daha memnun olur. Çok acılar çekildi. Artık bu acılar sona 
ermeli." ifadelerini kullandı. "Fırat'ın ötesinde sadece Kürtler öldürülmedi. Oradaki çete ile ters düşen generaller ve albaylar da ortadan kaldırıldı." diyen Burkay, şöyle devam etti: "Bugün savcıların olayları incelediğini görüyoruz. Bu, çok önemli... JİTEM mutlaka ortaya çıkartılmalıdır. Çok geç kalındı. Çeteler ve JİTEM ortaya çıkartılmalıdır. Kontrgerilla eylemleri, Özal suikastı, Eşref 
Bitlis olayı, Bahtiyar Aydın, gazeteci ve aydınlara yapılan suikastlar devlet sırrı gibi saklanıyor. Bu nasıl sırdır ki cumhurbaşkanına suikast, Gaffar Okkan'a yapılan saldırı açığa çıkartılmıyor. Büyük bir tuzak var. Bu tuzak Kürt sorununun çözümsüzlüğe itilmesidir. Bu tuzağı bozmak, Fırat'ın ötesindeki yapıya ulaşmak ile mümkündür. Nasıl ki Özal bu konuyu çözmek için uğraştığında 33 er olayı 
oldu, suikast girişimi yaşandıysa benzer tuzakları yaşamaya hep devam ettik. Belli ki çözüm istemeyen iç ve dış yapılar var. PKK'nın ve devletin derinlerinde 
çatışmalardan faydalananlar var. Gerçekler ortaya çıkartılmalı ki yangın sönsün" (69). 

AK Parti Diyarbakır İl Başkanı Halit Advan’ın Genel Merkez’e sunduğu rapor, Güneydoğu’da uyuşturucu bağımlılığının ulaştığı boyutu gözler önüne serdi. Raporda uyuşturucu kullanım yaşının 11’e kadar düştüğü ve terörle 
anılan mahallelerde yaygınlaştığı belirtiliyor. Rapora göre, son iki yılda uyuşturucu ekimi ve satışı ile ilgili 600 olay gerçekleşti. 50 kilodan fazla eroin, 21 ton esrar, 2 bin adet ecstasy hap ve 6 milyon Hint keneviri kökü ele geçirildi. 
Savcılığın verilerinde de son üç yılda 342 çocuğun madde bağımlılığı sebebiyle denetimli serbestliğe tabi tutulduğu ifade edildi. Raporda, 400 aile ile yapılan görüşmelere de yer veriliyor. Aileler, Diyarbakır’da uyuşturucu pazarının 
her sokakta, parkta ve okul önünde kurulduğunu söylüyor. Halit Advan, bu tabloyu şöyle özetliyor: “Maalesef esrar, bölgenin geleneksel tarım ürünü haline geldi. İntihar vakaları artıyor.” 30 yılı aşkın süredir terörle boğuşan Doğu ve Güneydoğu Anadolu, bir yandan da uyuşturucu tehdidi altında. Terörün en yoğun olduğu bölgelerde esrar tarlaları boy gösteriyor. Diyarbakır-Bingöl arasında uçsuz bucaksız uyuşturucu tarlaları bulunuyor. Diyarbakır kırsalında yılda ortalama 500 ton esrar yetiştiriliyor. Bu korkunç tablo karşısında harekete geçen AK Parti Diyarbakır İl Başkanlığı bünyesinde Uyuşturucu ile 
Mücadele Komisyonu oluşturuldu. Komisyon, yaptığı alan tarama çalışmalarını bir rapor halinde Genel Merkez’e sundu. Rapora göre terör örgütü faaliyetlerinin yoğun olduğu Bağlar ilçesi Kaynartepe, 5 Nisan ve Muradiye 
mahalleleri, Yenişehir ilçesi Seyrantepe, Dicle, Ferit Köşk ve Fiskaya mahalleleri ile Sur ilçesi Saraykapı ve Hançepek mahallelerinde uyuşturucu madde kullanımı ve satıcılığı had safhada. 
Bu durum raporda şöyle anlatılıyor: “Uyuşturucu kullanımının ve satımının birinci dereceden etkisinin yoksulluğun ve terör örgütü faaliyetlerinin birleştiği alan 
üzerinde yoğunluğu komisyonumuz tarafından fark edilmiştir. Diyarbakır kentimizde yine çocukların terör örgütü eylem faaliyetlerinin içinde yer almaları, kuşkusuz çocukların ailelerinin denetim eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Çocukların uyuşturucu madde kullandıktan sonra yapmış oldukları terör örgütü 
gösterilerinde bir banka binasının yakılması girişiminde bulunmaları kısa bir örnek olarak durumun ciddiyetini ortaya koyabilir niteliktedir.” 

Raporda ayrıca, şehrin diğer problemlerine de dikkat çekiliyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre son 5 yılda 333 kişinin intihar ettiği, İş-Kur 
verilerine göre işsiz sayısının 50 bin civarında olduğu, Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü istatistiklerine göre de kentte 11 bin 500 sabıkalı hırsız bulunduğu bilgileri sıralanıyor. Terör örgütünün dini de kullanmaya başladığına vurgu yapılan raporda, “Mele açılımı, müftülüklerin iyi yönlendirememelerinden ötürü beklenen sonuçları henüz verememiştir.” itirafı da yapılıyor. Buna karşılık ‘PKK’lı imamlar’ın çok iyi organize olarak ciddi anlamda propaganda yaptığına ve kimi yerlerde başarılı olduğuna dikkat çekiliyor. “Bölgede cami cemaatinin 
sayısı batı illerine nazaran ciddi ölçüde fazladır. Ancak bu denli inançlı bir toplumun BDP’ye yüzde 58 oranında oy vermesinin altında yatan gerçeklerin sosyolojik analize muhtaç olduğu aşikardır.” deniliyor. AK Parti Diyarbakır 
İl Başkanı Halit Advan, raporu şöyle yorumluyor: “Maalesef esrar, bölgenin geleneksel tarım ürünü haline geldi. Uyuşturucu kullanımı ve intihar vakaları artıyor. İşsizlik yüksek. İnsanlar mutsuz.” Advan, yetkilileri tedbir almaya çağırıyor (70). 

Gazeteci ve akademisyen Önder Aytaç, KCK ve PKK’nın nereye koştuğunu özetleyen makalesiyle kitabımıza son noktayı koyuyoruz: Abdullah Öcalan’ın 
2011 yılında Suriye’ye ilişkin verdiği talimatlarda; “Suriye Kürtlerinin hem Beşir Esad hem de muhalif gruplar ile diyalog içerisinde olunmasını, hangi taraf olumlu yaklaşıyorsa da o tarafa taleplerini dayatmalarını ve gerektiğinde silah da kullanarak öz savunmalarını yapmalarını” istemekte. Bu şekliyle hareket tarzını 
sürdüren örgüt, Suriye’de, özellikle de Suriye’nin kuzeyine kalıcı bir şekilde yerleşmeyi hedeflemekte… PKK / KCK terör örgütü, Birleşik Kürdistan amacı ile son zamanlarda Suriye’deki faaliyetlerine büyük bir önem vermekte. Bu durum yalnızca Türkiye açısından değil, bölgedeki diğer Kürt kesimler ve Irak Bölgesel Kürt Yönetimi (IBKY) bağlamında da öncelikli bir konudur. Suriye’deki Kürt kesimlerin derin-milliyetçi bilinci ve dolayısıyla da temel refleksleri IBKY lehine bir görüntü ortaya koyarken, aktif gençlik hareketleri ise daha çok PKK / KCK’nın paravan örgütlenmesi olan PYD yanlısı görüntüler sergilemekte. IBKY, Suriye Kürtlerinin, Suriye Ulusal Muhalefetiyle işbirliği içinde bir duruş sergilemesini, bununla birlikte, Kürtlerin temel taleplerinden taviz verilmeden birlik içinde hareket edilmesini arzulamakta. PKK / KCK ise, bir yandan PYD üzerinden Barzani’nin desteğine haiz diğer Kürtlerle işbirliği içinde hareket ederken, diğer yandan da Suriye Kürtleri üzerindeki ağırlığını arttırmaya çalışmakta… 

Abdullah Öcalan’ın 2011 yılında Suriye’ye ilişkin verdiği talimatlarda; “Suriye Kürtlerinin hem Beşir Esad hem de muhalif gruplar ile diyalog içerisinde olunmasını, hangi taraf olumlu yaklaşıyorsa da o tarafa taleplerini dayatmaları  nı ve gerektiğinde silah da kullanarak öz savunmalarını yapmalarını” istemekte. Bu şekliyle hareket tarzını sürdüren örgüt, Suriye’de, özellikle de Suriye’ nin kuzeyine kalıcı bir şekilde yerleşmeyi hedeflemekte… 

İşte bu nedenle de; bölgedeki faaliyetlerini her geçen gün hızlandırarak, özerkliğin ilan edilmesine yönelik çalışmalarını yoğunlaştırmaktadır. Bu bağlamda; 

1. PKK-KCK, PYD üzerinden; Afrin, AynElArap (Koban) ve Kamışlı civarında, gençliğin organize edilmesi ve Suriye Kürtleri üzerinde hâkimiyet kurulduğu izlenimi yaratılması hedeflenmekte, 
2. Kanımızca 2013 Nevruz’undan önce Suriye’de özerklik ilan edilmesi arzulanmakta, 
3. Yine; "Kürt Dil Okulu" adı altında eğitim ve kültür merkezi bu bölgede açılmakta, 
4. Politika ile ilgili eğitimler verilmekte ve örgütlenme çalışmaları yapılmakta, 
5. Örgüte ait kamplarda ideolojik ve askeri eğitimler verilmekte, 
6. Suriye’den örgüte katılımlarda da bir hayli artış yaşanmakta, 
7. Irak’ın kuzeyinde olduğu gibi, Suriye’de de köklü bir yerleşim hedeflenmektedir… 

Suriye’de PKK militanı olarak yaklaşık 1500 kadar kişi bulunmakta ve her hafta Irak’ın kuzeyinden yeni yeni geçiş yapan grupların katılımlarıyla da bu sayı 
artmaktadır. Yine bazı bölgelerde örgüt mahkemeler kurulduğu, cezaevleri oluşturulduğu ve kaçakçılık / vergilendirme, şehirlerin giriş ve çıkışlarında da inzibat faaliyetleri yürütmektedir. 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;


66 Aytaç, Önder. Kasım içinde PKK terörü ve iktidar. Rotahaber 22.11.2012. 
67 Uslu, Emre. Abdullah Öcalan ne düşür. Taraf gazetesi. 07.11.2012. 
68 Uslu, Emre. PKK kazanıyor. Taraf gazetesi. 10.11.2012. 
69 Burkay, Kemal. İşte PKK'nın yeni stratejisi! Kanal 5. Cihan Haber Ajansı. 12.11.2012. 
70 Dönmez, Ahmet. Kürt çocukları esrarın pençesinde. Zaman gazetesi. 30.10.2012. 

17 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

PKK - CUMHURİYETİ VE AK - PARTİ., BÖLÜM 15

PKK - CUMHURİYETİ VE AK - PARTİ., BÖLÜM 15



    13 Eylül 1974 yılında Madrid’de Polis karakoluna bitişik bir restoranda patlatılan  bomba ayrışmayı hızlandırdı. ETA müşterilerinin çoğunun polis olduğu varsayımıyla bombayı patlattı ve 13 kişi öldü. Bunlardan beşi çocuktu ve sadece bir tanesi polisti. Bu olay ETA içinde büyük tartışmalara neden oldu. Zaten stratejik tercihlerde ayrışan iki grup farklı yollara gitti ve ETApm ve ETAm olarak ikiye bölündü. Keşke PKK’nın içinde de siviller ölünce böyle tartışma olsa ama PKK’da böyle tartışmalar olmaz çünkü PKK’nın kodlarında demokrasinin ’D’si yoktur. Bu nedenle demokratikleşmenin PKK’yı zayıflatacağı tezi yanlıştır. 
Özipek ve tabii ki birçok aydın da bu bölünmeyi demokrasiyle ilişkilendiriyor. Eğer Özipek’in anlattığı gibi bölünme demokrasiyle ilgili olsaydı bölünme 1974 yılında değil demokrasiye geçişin olduğu 1978 ve sonrasında olması gerekirdi. 

Nitekim Batılı analistler de ETAm’in haklı çıktığını, Özipek’in anlattığının aksine, siyaset ve terör eylemlerini birlikte götürmeye karar veren ETApm’in rakamsal olarak ETAm’den daha büyük olmasına rağmen silahlı mücadeleyi uzun süre devam ettiremediğini, 1977 yılında kendi içinde bir bölünme daha yaşayarak ETApm’in içindeki askerî kanadın örgütten ayrılarak ETApm’in daha küçüldüğünü ve etkisizleştiğini vurgular. Bu süre içinde sadece askerî stratejiyi seçen 
ETAm’in ise militan ve silah gücü olarak daha güçlendiğine 1978 yılından itibaren eylemlerinin büyük tırmanışa geçtiğine ve silahlı mücadelenin dominant grubu 
olduğuna vurgu yapar. Rakamlar da bu analizi doğrular. Ayrılmadan önceki ETA’nın askerî kanadı üyelerinin toplamda daha az olduğunu, demokrasiye geçişin de olduğu 1978 yılında bu rakamın 300/350 civarında olduğunu, daha sonraki yıllarda bu rakamın 500’e kadar çıktığını biliyoruz. Yani demokratikleşme ETA’ya katılan hard-core militan sayısını azaltmadı arttırdı. 

1982’den itibaren ise ETA’ya katılan militan sayısında bir azalma görülüyor. Çünkü örgütün artan eylemleriyle birlikte İspanya kolluğu da hızlı bir şekilde tutuklamalar yapıyor. Bu dönemde tutuklanan ETA üyelerine bakıldığında çok sayıda tutuklamanın olduğu görülüyor. 

Çok kısa bir süre içinde çok fazla ETA üyesi ve sempatizanı tutuklanınca örgüt yeni eylemci bulmada zorlanıyor. Yeni örgüte katılım çarkı yavaşlatılıyor. ETA 
asıl darbeyi, Özipek’in söylediği gibi demokrasiyle değil, bizzat polis operasyonuyla 29 Mart 1992 tarihinde alıyor. Bu tarihte ETA’nın tüm liderleri Fransa’nın güneyinde tutuklanıyor. Bu gerçeği ETA üzerine çalışan tüm 
kaynaklar teyit ediyor. Bu tarihten sonra örgütün kendisine gelemediğini ve ana gövdeyi oluşturan militan sayısının yüzlerin altına düşütünü ve etkisizleştiğini biliyoruz. ETA’nın yeni eleman kazanımı ve varlığını sürdürmek için tıpkı PKK gibi geniş bir network ağı kurduğunu ve bu sayede 30 yıldan fazla yaşadığını biliyoruz. Sanırım buna Özipek de itiraz etmez. ETA’nın network’unu zayıflatan 
asıl darbenin de 1998 yılında İspanyol hâkim Garzon’un başlattığı bizdeki KCK operasyonlarının çok daha kapsamlısı operasyonlar zinciriyle ETA ile legal alanda çalışan tüm diğer network’ların arasında kurduğu ilişkinin belirlenip network’un illegal ilan edilip tüm üyelerinin tutuklanması ile birlikte, network’un çökertilmesi sayesinde olduğunu tüm literatür yazar. Eğer Hâkim Garzon’un yaptığı operasyonun oransal olarak bir benzeri bizde yapılsaydı; yani KCK operasyonları tüm PKK network’unu çökertecek biçimde ve tabii ki daha hassas yapılsaydı bugün PKK network’u çalışmazdı ve PKK çok zorlanırdı. Ancak devletin içindeki müzakereciler ve aydınların katkılarıyla bu operasyonlar durduruldu Uludere’de bilerek öldürülen köylülerle de dağdaki militanlara yönelik operasyonlar durduruldu PKK’ya can suyu verildi. 

Özipek teorik bir argümanla konuyu demokrasiyle ilişkilendirip, demokrasiyi bağımsız değişken gibi anlatıyor. Bu nedenle de ETA’nın militan yapısına ve çelik çekirdeğine bakmıyor. ETA’ya yönelik toplumsal destek azaldığı için ETA zayıfladı diyor. Oysa rakamlar da Özipek’i doğrulamıyor. 1978 yılında tam olarak siyasete giren, Özipek’in büyük ETA’yı şiddeti bitiren ETA olarak tanımladığı ETA’nın siyasi kanadının aldığı oy oranları demokrasi olgunlaştıkça artmadı. Aksine hep aynı kaldı hep yüzde 10 civarında, 150 bin civarında kaldı. Bir tek 1998 yılında oylarını 224 bin civarına çıkardılar, o da seçimlerden bir ay önce ateşkes ilan edildiği için. Yani ETA’ya destek veren kor sempatizan kitlenin siyasal 
tercihlerinde artma veya azalma yok. Bu nedenle de Özipek’in argümanı doğru değil. 

Eylemsellik rakamlarına bakıldığında da Özipek’in argümanını destekleyen rakamlar yok. ETA’nın eylemleri demokrasiye geçiş döneminde 78-81 yıllarında tavan yapıyor. Bunu Özipek mantıklı bir tez ile açıklayabiliyor. 
Ancak Özipek’in açıklaması gereken iki farklı dönem daha var. ETA eylemleri 1987 yılında ve 1991-92 yılında da tırmanışa geçiyor. Eğer ETA’nın eylemleriyle 
demokratikleşme arasında bir ilişki olsaydı demokrasiye geçişten sonra süreli bir azalma olması gerekirdi ve sonunda bitişi görmeliydik. Oysa ETA eylemlerinin 92 yılında liderlerin tutuklanmasından sonra birdenbire düştüğünü görüyoruz ki bu da benim argümanımı daha çok doğruluyor. 

Peki, ETA neden bitti? Elbette demokratikleşmenin ve insanlara farklı kanallar sunmanın etkisi olmuştur ama ETA’nın network’u çökertilmese ETA bugün de devam ederdi. ETA’nın çöküşünü anlamak için onun uyguladığı üç farklı stratejiyi anlamak gerekiyor. Kuruluş 1977 (ayaklanma), 1978-92 (yıldırma savaşı) ve 1992-2003 (Ulusal Cephe ya da Demokratik alternatif) stratejisi. ETA 
1977’ye kadar ayaklanma savaşı yürüttü. Ancak özellikle ılımlı Bask milliyetçilerinin ve diğer partilerin destek vermemesi nedeniyle bu strateji başarıya ulaşamadı. 1978-1992 arasında ETA da tıpkı PKK gibi, “silahlı 
mücadelenin amacını düşmanı yenmek değil, bu mümkün de değil, ama uzun süren savaşla onu bıktırıp istediğimiz bölgeden çekilmesini sağlamak olarak” benimsemişti. 

Bugün PKK’nın kabul ettiği 4. Stratejik Mücadele’nin mantığı ETA’nın uyguladığı stratejisiyle aynıdır. Bu yüzden AKP’yi bıktırıp bölgede izole edip çekilmesini 
veya taleplerine evet demesini istiyor. ETA 1978 yılında tıpkı PKK gibi neredeyse bire bir şartlar sürmüş ve stratejisini devleti bu şartları kabul ettirmeye zorlamak olarak belirlemişti. Bu şartlar, kendi kaderini tayin hakkı, hapisteki ETA üyeleri için af, Bask bölgesi için anayasal garanti, ve İspanyol güvenlik güçlerinin Bask ülkesinden geri çekilmesi. 

1988 yılında tıpkı PKK ve bugünkü bazı müzakerecilerin dediği şeyi söylüyordu ETA: “Biz İspanya’yı yenemeyeceğimizi biliyoruz. Bu bizim hedefimiz de değil. 
Ancak şunu da biliyoruz İspanya’da bizi yenemez.” Yine devlet ile ETA arasında 1975 yılından başlayıp 1976, 1977 yılında devam eden ve 1983 yılında sıklaşan görüşmeler oldu. ETA bu görüşmeleri yapan İspanya hakkında ne düşünüyordu? “İspanya zayıf olduğu için bizimle barış görüşmesi yapmak istiyor.” Tam da bu nedenle her görüşme öncesinde veya sonrasında tıpkı PKK’nın yaptığı gibi elini güçlendirmek için eylem yapıyor, insanları öldürüyordu. 

ETA bu eylemleri yaparken hükümete güçlü olduğumuzu göstermeliyiz onları bıktırmalıyız ki istediğimizi alalım düşüncesiyle yaptı. Yoksa ETA’nın 
içinde bir bölünme yoktu ve savaş isteyenler bu eylemleri yapmıyordu. Tıpkı PKK’nın devletin 2. Müzakere girişimi başlatmayı planladığı ve Avni Özgürel ile 2012’de zemin yokladığı haziran ayından hemen sonra eylemleri 
tırmandırması gibi. 

ETA 1992 yılında liderleri yakalandığında yeni stratejisini ilan etti: “Demokratik Alternatif” (Ulusal Cephe). Buna göre devletle görüşüp pazarlıkla istediğimizi 
almak yerine Bask bölgesindeki diğer Basklılar ile birleşip taleplerimizi tüm Basklıların talebi olarak sunalım. 
Böylece devlet bu toplumsal talebe karşı çıkamayacaktır düşüncesini geliştirdiler. Bu strateji çerçevesinde özellikle siyasileri hedef alan eylemler yaptılar. Demokratik alternatif size de tanıdık geldi mi? PKK da 2005’ten itibaren Demokratik Özerklik ilan edip DTK ile ulusal cephe kurmaya çalışmıyor mu? Ancak özellikle 1998 yılında Garzon’un ETA network’una başlattığı operasyon 
ile 9/11 ortamı birleşince ETA liderleri de zaten hapiste olduğundan ETA bitti. Yoksa ETA’ya destek veren tabanda hiçbir değişiklik olmadı hep yüzde 10 civarında kaldı ve demokrasi Özipek’in anlattığı gibi ETA’ya desteği azaltmadı. ETA’yı bitiren şey demokratikleşme değil uyguladığı üç farklı stratejinin de işe yaramaması ve zaman içinde anlamsızlaşmasıydı. Ayrıca ETA, bu stratejiyi uygularken devletin dayanıklılığının ne kadar olacağını hesaplayamadı. Kısaca İspanyol devleti ETA’nın beklediğinden daha dayanıklı çıktığı için ETA 30 yıl 
içinde eridi. 

Oysa bizde devletin en azından stratejik aklı kayış atmış durumda ve PKK’yı bitiremeyiz diye inanmış. Siyasetçileri de inandırmış durumda. İşte bu düşünce 
PKK’yı azdıran ve Devrimci Halk Savaşı’nı cesaretlendiren temel düşüncedir. Eyleminden stratejisine 

PKK il ETA arasında ne kadar da paralellikler var. Ne kadar da tanıdık değil mi? Fark bu gerçeği göremeyen, aynı yanlışları illa da yapmak zorunaymışız gibi bize yaşatan ve yaşatmak isteyen yöneticiler ve aydınlarda sanırım. ETA’ya dair bilgiler Cuenca’nın “The persistence of nationalist terrorism: The case of ETA” adlı makalesinden özetlendi (Uslu, 2012). 

Berat Özipek ve Murat Aksoy, Emre Uslu’nun ETA yorumuna itiraz ediyorlar. Özipek “Demokratikleşme konusunda ısrarla ve inatla yoluna devam eden sivil 
hükümet kazandı. ETA’nın taban desteği zayıfladı, örgütün ana kütlesi silah bıraktı. Tamam, ETA adlı bir örgüt saldırılarına daha yıllarca devam etti. Ama o ETA, artık o baştaki büyük ETA değildi” diyor. Doğru 2010 yılına geldiğinde ETA’nın desteği azaldı ancak buraya gelene kadar otuz yıl geçti. Kürt sorunu çözülürse PKK biter mi sorusu her Türk vatandaşının sorduğu bir soru. 

Emre Uslu bu soruya ve Özipek’in argümanına şöyle yanıt veriyor: Demokratik anayasadan sonra ETA 30 yıl daha varlığını sürdürdü. Özipek’in argümanı doğruysa şu soruya tatmin edici bir cevap vermesi gerekiyor: ETA’nın 
gücünün zayıflaması neden demokratik anayasanın kabulünden sonraki 15-20 yıl gibi uzun bir süre içinde gündeme gelmedi de 2001 yılından sonra oldu bu? 
Cevabını Uslu veriyor: ETA’nın desteğini yitirmesinin nedeni 2001 yılındaki kritik 9/11 saldırılarıdır. El-Kaide’nin New York’taki terör saldırılarıyla bir anda tüm 
dünya Amerika’nın önderliğinde terör örgütlerine karşı bir duruş sergiledi ve şiddetin meşrulaştırılması dönemi kapandı. Yani artık benim teröristim senin özgürlük savaşçın algısı yıkıldı. Bu dönemden sonra özellikle AB ve ABD terör örgütleri listeleri çıkardı. Bu listelerde ETA’da vardı. Hatırlayın bu konjonktür PKK’yı da etkilemişti. 

Özellikle 2004 yılındaki El-Kaide’nin Madrid bombaları İspanya’da terör algısını kökten değiştirdi. Artık insanlar Bask bölgesindekiler de dâhil terörün 
korkunç yüzünü global ölçekte gördü. 2004 Madrid bombasından sonra da tüm Avrupa gibi İspanya’nın gündeminde kendi lokal problemleri değil “ithal 
problemler” oturdu. Avrupa artık özellilikle Müslüman dünyadan gelen göçmen sorunu ve bununla ilişkilendirdikleri terör sorununu bir numaralı gündemlerine oturttu. Bu da hâliyle ETA’nın arada bir yaptığı eylemleriyle gündemde tutmaya çalıştığı ana gündemi bastırdı ve ETA’nın argümanlarını anlamsızlaştırdı. ETA’nın silah bırakma sürecine giden 2006 yılındaki ateşkes ilanının 2004 yılından sonra 
gelmesi çok tesadüf olmasa gerek. 

Bu noktada bir hatırlatma daha yapmak gerekiyor: PKK’dan farklı olarak ETA hiçbir zaman kendisinden farklı partileri tehditle yok etmedi. 1979 seçimlerinden beri Bask bölgesinde seçimlere giren ve önemli miktarda olan en az beş farklı parti var ki ETA’nın desteklediği partiler genellikle üçüncü sırada geliyor oy oranlarıyla. ETA’ya desteği azaltan network’lar işte Bask bölgesinde her zaman ETA’dan fazla oy alabilen diğer partilerdi. 

Ayrıca ETA’nın desteğinin azalmasına neden olan en kritik olay 2006 yılındaki Madrid Havaalanı bombasıydı. Hapisteki 400 ETA militanının yerlerinin değiştirilip Bask bölgesine daha yakın hapishanelere taşınması görüşmelerinin yapıldığı dönemde patlatılan o bombadan sonra ETA’ya destek veren parti ETA ile arasına mesafe koydu. Bu saldırıdan sonra ETA’nın siyasi kanadı ipleri eline aldı ve askerî kanadın söz söyleme üstünlüğü zayıfladı. Bu da ETA’ya verilen halk desteğini azalttı. 
Bizde durum böyle mi? Silvan saldırısından sonra BDP’nin bırakın PKK’ya mesafe koymasını PKK’nın sözcülüğünü yaparken hangi bilimsel veri ile 
demokratikleşme PKK tabanını zayıflatır diyorsunuz? Yeniden söyleyeyim, ETA’dan farklı olarak PKK alternatif hiçbir parti veya network’a izin vermiyor. O 
hâlde demokratikleşmenin yeni network’ların oluşumunu sağlayacağını, bunun da PKK’nın tabanını savunacağı argümanı (Murat Aksoy’un argümanı) tamamen 
temelsiz. Zira mevcut demokratik ortamda bölgede PKK’ya alternatif partilerin ve network’ların oluşumun engelleyen şey Türk devleti değil PKK. Demokratikleşme daha da gelişirse PKK’nın vicdanı mı kabaracak da alternatif network’ların oluşumuna izin verecek? Ayrıca PKK neden buna izin versin? 

ETA’nın zayıflamasında 2001 sonrasındaki polis operasyonlarının azımsanmayacak etkisi vardır. Bir nevi bizdeki KCK operasyonlarının benzerini İspanya hükümeti yapmış Fransa’nın da desteğiyle ETA’yı bitirme noktasına gelmiştir. Silah bırakma pazarlıkları da bu sürecin sonunda ETA’nın bileği bükülüp dışarıda sadece 30-50 arasında aktif ETA militanı kalınca başlamıştır. 
Pazarlıkların içeriği de bizdeki gibi bölgeyi KCK’ya bırakmak üzerine değil, ETA tutuklularına bir af sağlanıp sağlanmayacağı üzerine yürütülüyor. Özetle 11 Eylül sonrası ortamında değişen uluslararası ortam ETA’nın argümanlarını anlamsızlaştırdı ve ETA’nın desteği azaldı. ETA’nın bitiş süreci (salt) demokratikleşme sayesinde değil (öyle olsa 2001 öncesi 20 yılda bitmesi lazımdı) 2001 sonrasındaki konjonktürü İspanya hükümetinin iyi kullanıp etkili polis operasyonlarıyla ETA’nın bileğini bükmesi sonucunda akıllı bir pazarlık süreci yürütmesiyle mümkün olmuştur. Demokratikleşme PKK’nın tabanını 
zayıflatır diyenlerin bir diğer tezi şu: “PKK’nın kullandığı argümanları demokratikleşmeyle elinden alırsanız PKK hangi gerekçeyle dağda kalacak?  

” Bunu düşünenler PKK’nın toplumsal taleplerden doğan bir argümandan 
dolayı dağda kalmasını meşrulaştırdığını sanıyor. Oysa durum tam tersidir. PKK Kürt toplumuna kendi argümanlarını dikte ediyor, kabul ettiriyor. Yani bir 
argümanlar manzumesinin sonucu değil bizzat argümanların üreticisi. Dolaysıyla taleplerin de üreticisi. Hatırlayın 2002 yılında Kürt sorununda tek argüman vardı OHAL’in kaldırılması. Anadilde eğitim diye bir argümanı yoktu halkın kafasında. Sadece Kürtçe yayın hakkı gibi bir argüman vardı. Peki, kim üretti anadilde eğitim argümanını? Tabi ki PKK ve/veya Kürt entelektüeli. Bu bakımdan PKK’nın argümanını elinden almak diye bir şey sözkonusu değil. Demokratik talepleri 
karşıladıktan sonra da PKK kendi argümanını üretip dağda kalmaya devam edecektir. Tıpkı Kürtçe tv’lere izin verildikten sonra onları “korucu tv” diye ötekileştirip kendi argümanlarını ürettiği gibi. Bu argümanların üretim kapasitesi toplumsal taleplerin karşılanmasıyla değil PKK network’unun ne kadar etkin çalıştığıyla ilgilidir (57). 


Onuncu Bölüm PKK ve KCK Nereye Koşuyor? 

   Şırnak'ın Cudi Dağı'na yapılan sonbahar 2012 operasyonlarında PKK'nın sapık yüzü bir kez daha gözler önüne serildi. Bu operasyonlar terör örgütü PKK 'nın 
sapkın ilişkilerini bir kez daha ortaya çıkardı. Cudi Dağı 'na yapılan operasyonda aralarında Kadınlar Sorumlusunun da olduğu 5 terörist öldürüldü. Kış hazırlıkları yapan teröristlerin mağara ve sığınaklarında aramalar yapıldı. Ele geçirilen malzemeler arasından çıkan doğum kontrol hapları ve benzeri malzemeler kirli 
ilişkilerin delili. Bunlar örgüt içindeki ahlaksızlığın ilk delilleri değil. Terörist başının kürt kadınları ile ilgili konuşmaları örgütte nasıl bir iğrençlik yaşandığını ve tesis edildiğini anlatmaya yetiyordu. Terör örgütü KCK 'nın sahte Cuma imamı Abdullah Taş 'ın, kardeşinin eşi K.T. ile sapkın bir ilişkisi ortaya çıkmıştı. İstanbul'da BDP 'nin organize ettiği sivil cuma eylemi ile adını duyuran 5 çocuk 
babası Taş'ın, 4 çocuk annesi olan yengesi ile çarpık ilişkisi deşifre olmuştu. Taş'ın bütün yapıp ettikleri iddianamede yerini aldı. İşte terör örgütü PKK ve üst 
yapılanması KCK'daki bir başka ahlaksızlık skandalı daha. 

İstanbul'da 44 kişinin tutuklandığı KCK operasyonunda, Ümraniye'deki sözde siyaset akademisine de baskın yapılmıştı (58). 

Terör örgütü KCK'yı yönetenlerin kadın eğitmenlere tecavüz ettiği ortaya çıkmıştı. Kadın eğitmenin, 'KCK'lı yönetici bana tecavüz etti' diye yazdığı şikâyet mektubu, baskında polisin eline geçmişti. Genç kadın mektupta taciz ve tecavüz mağduru olduğunu anlatıyordu. PKK kamplarından kaçan Nemrut kod adlı bir kadın teröristin itirafları da tüyler ürpertiyordu. Nemrut, Örgüt içinde kadın teröristlere nasıl kötü muamele ve tecavüz edildiğinden bahsediyordu. Örgüt içinde defalarca kadın ve erkek teröristler arasındaki sapkınlıklar gündeme geldi. Terör Örgütünün öne çıkardığı isimlerin örgüt dışında da, Ehl-i namus bölge halkının aile ve kızlarına yönelik cinsel saldırılarda bulundukları daha önce de gündeme gelmişti (59). 

 Bu arada Hakkâri son teknoloji ürünü "şahin göz "kameralarına kavuştu. Kaşif adı verilen casus balonlarla artık kentte kuş uçurtulmayacaktı. Şehir eşkıyaları ve huzur kaçırmak isteyenlerin işi artık daha zordu. İçişleri bakanlığının desteği ile Hakkari'de kurulan mobese merkezi ve uydu takip sistemi polisin adeta eli ayağı oldu. Sokak ve caddeler adım adım bu merkezden takip ediliyor. 

Herhangi bir suç unsuru olduğunda ise anında müdahale geliyor. İl merkezi ve ilçelere 25 şahin göz ve 117 mobese kamerası yerleştirildi. Kameralar gece görüşüne sahip ve kendi ekseni etrafında dönebiliyor. Şahin gözler 10 kilometre ye kadar net görüntü sağlıyor. Nihayet devlet Hakkâri’ye geldi. Kullanılan teknoloji sadece kameralarla da sınırlı değil... İnsansız hava araçları da polis tarafından kullanılıyor. Teknolojinin kullanılmasından bu yana, yasa dışı gösterilerde kayda değer bir azalma var. 

Üstelik birçok olay da mobeseler yardımıyla aydınlatıldı. Yüksekova'da Kuran-ı Kerim kursuna malzeme almaya giderken saldırıya uğrayan polis memurunun katilleri kameralardan bulunmuştu. 6 Ekim 2012´de de yol kesen bir grup kameralar sayesinde anında tespit edildi. Uydu takibi ile saklandıkları yer belirlenen şüpheliler yakalandı. Şemdinli ilçesindeki 5 terörist ise böyle yakayı 
ele vermişti. Yeniliklerin bu kadarla da sınırlı kalmayacak ve bu mağdur ilimiz Türkiye’ye ait olduğunu hissedecek, şehri kurtarılmış PKK bölgesi yapmak isteyen iç ve dış güçlerin hevesleri kursaklarında kalacaktı. Yakın zamanda 
Hakkâri’de Aselsan tarafından üretilen Balonlu Keşif Gözetleme Sistemi kullanılmaya başlanacaktı. Sistem, yüksek irtifadan gerçek zamanlı gözetleme yapılabilecekti. 
Uzmanlar teknoloji kullanımının güvenlik açısından hayati öneme sahip olduğunun altını çiziyordu. 

KCK'nın eğitim boykotuna karşı çıkan, teröriste karşı öğretmenini koruyan Hakkâri’de eğitim için dev yatırım kararı alındı. 16 anaokulu, 15 ilkokul, 9 lise, 2 spor salonu, pansiyon ve öğretmenevi yapımı için 120 milyon dolarlık 
eğitim kompleksi kuruluyordu! Bugün'den Bilal Şahin'in haberine göre Hakkâri'de esnaftan memura, işadamından işçisine, taksiciden öğrenciye, her kesim terör örgütünün baskısından dert yanıyor. Yöre halkı, devletin kendilerine 
yüzde yüz güvenlik sağlaması halinde örgüte olan desteğin tamamen kırılacağını vurguluyor.KCK'nın talimatlarına aykırı hareket edenlerin "çocuklarını kaçırırız, dükkânını yakarız" diye tehdit edildiği belirtiliyor. Hakkârililer ilk olarak PKK'nın eğitim boykotuna karşı çıkarak örgüte toplu tepki gösterdi. Şemdinli Bağlar'da öğretmeni silahla tehdit eden teröristlerin karşısında veliler durdu. Ekim ayı 
başında boykot nedeniyle öğretmenleri tehdit edip propaganda yapan dört teröristi Bağlar halkının toplu tepkisi geri adım attırdı. Şemdinli merkeze bağlı bir köyde üç defa terörist baskınına uğrayan okulda da veliler gece-gündüz nöbet tutuyor. Okullara yönelik molotoflu ve bombalı saldırılara rağmen eğitim aralıksız devam ediyor. Hakkâri'de eğitimin önündeki engellerden birinin lojman 
ve derslik sıkıntısı olduğunu tespit eden İçişleri Bakanlığı gerekli çalışmaları başlattı. Buna göre kentteki okullar kampüs halinde bir yerde toplanacaktı. 120 milyon lira ödenek ile 16 anaokulu, ilköğretim için 79 derslikten oluşan 15 okul, 9 lise, 2 kapalı spor salonu, 20 odalı iki lojman, 300'er kişilik iki pansiyon ve barınma sıkıntısı çeken öğretmenler için 120 odalı öğretmen evi inşa ediliyordu. 2014 yılında bitecek olan eğitim kurumlarının temelleri atıldı. Yüksekova'da da eğitim kampüsü inşa edilecek. Liseler 2014'te bitecek olan kampus çatısı altında 
toplanacaktı. Mevcut liseler ortaokula çevrilerek sınıflar en fazla 30 kişilik olacak. Kampüste spor salonu, yemekhane, havuz ve pansiyon bulunacaktı. Güvenlik ve diğer hizmetler ihalelerle özel şirketlere devredilecek. 
Eğitim kampüsü uygulaması ilk olarak Eskişehir ve Hakkâri’de faaliyete girecek ardından Türkiye geneline yayılacaktı. 

Taş atan çocukların en çok gündeme geldiği Hakkâri ve Şırnak'ta çocukların vakit geçirebileceği bir tek oyun parkının dahi olmaması dikkat çekiyor. Bir lokanta işletmecisi belediyenin özellikle park yapmadığını iddia ediyordu. Hakkâri Belediyesine çocukların vakit geçirebileceği alan yapması talebinde bulunmalarına rağmen herhangi bir cevap alamadıklarını belirtiyordu. 

Daha önce İl Özel İdaresi tarafından yapılan parkların KCK tarafından çocuklara hedef gösterilerek kullanılamaz hale getirildiği aktarılıyordu. Bölgenin önemli 
sorunlarından biri de yatırım eksikliği. Hakkâri İşadamları Derneği Başkanı Hüseyin Biçer ildeki güvenlik sıkıntısı nedeniyle Hakkârili iş adamlarının bile farklı illerde yatırım yaptığını belirtti. Teşvikte Van, Gaziantep, Batman ve Şanlıurfa ile birlikte 6. Bölge il olmasının büyük dezavantaj getirdiğine dikkat çeken Biçer bu illerle aynı bölgede yer aldıklarından dolayı yatırımın 
gelmediğini vurguladı (60). 

PKK, uzun zamandır füze temin etme peşindeydi. Bunu 2012 sonbaharından beri başarmış görünüyor. Özellikle son dönemde Suriye üzerinden terör örgütüne 
uçaksavar ve füze girişi yapıldı. Bu donanımların iç bölgelere kadar da taşındığı söyleniyor. Duyumların maalesef bu bilgiyi teyit ettiği, KCK‘nın son dönemlerde 
özellikle Doçka ve füze tarzı silahları çok temin ettiği bir gerçek. İşin kötü tarafı bunları yurtiçine aktarmış olup, hakim noktalara yerleştirmiş olması. Irak merkezi yönetimine karşı Barzani‘yi ve Esad rejimine karşı Suriyeli muhalifleri açıktan destekleyerek sorunlara taraf olan Türkiye’nin bu tavrına karşılık, KCK bu silahları İran, Irak ve Suriye’den son dönemlerde rahatlıkla sağladı. 

Hatta İran PKK’ya doğrudan yardım ederek örgütün bu silahları Türkiye sınırına kadar getirmesine refakat etti. İran’ın her konuda, özellikle silah ve mühimmat 
konusunda PKK’ya daha çok yardım ettiği, PKK teröristlerinin İran topraklarından Türkiye’ye geçmelerini güvenle yoğun şekilde sağladığını istihbarat makamları 
biliyor. Bugün gazetesinde eski savcı Gültekin Avcı, Kandil’in nereye koştuğunu şöyle betimliyor: Ne gariptir ki bu konuda kamuoyunda daha çok Irak ve Suriye ön plana çıkartılıyor. Bu da devlet içinde konuşlu İran muhiplerinin psikolojik harekâtı olsa gerektir. Bunun yanında; PKK’nın bölgede kaçakçılık yapan 
vatandaşlardan şimdiye kadar komisyon adı altında para aldığını biliyoruz. 
Bu aşamadan sonra terör örgütünün planlaması değişiyor. Bundan sonra kaçakçılık yapan vatandaşları sınır geçişleriyle mühimmat ve silah taşımada 
daha aktif kullanabilecekleri istihbaratı alınmış durumda. 

Uludere olayıyla “vahim bir yanılgı”ya itilen devleti yumuşak karnından avlamak istiyorlar. Dolayısıyla terör örgütünün her fırsatta Uludere olayını kaçakçılara 
psikolojik baskı aracı olarak kullanabilecekleri güçlü bir ihtimaldir. Belli ki daha sofistike gelecekler. Propaganda faaliyetlerinde Kur’an ayetlerini bile kullanmayı 
tasarlıyorlar. Düşünebiliyor musunuz? 

Zerdüştlük ayinleri yapıp, İslam’a bin bir hakarette bulunan PKK, mütedeyyin Kürt kitlelerini Kur’an ayetleriyle avlamayı düşünüyor. “Ya tutarsa” kabilinden 
akla gelen ve gelmeyen her yolu deneyecekleri besbelli. 2 ay önce Kuzey Irak’ta faaliyet gösteren KCK üst yöneticileri tarafından eleman temin etmek gayesiyle Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi bölgesinde seferberlik ilan edildi.Bu amaçla her evden bir erkek-bir kız olmak üzere acil olarak birer kişinin örgüte çağırıldığı, çocuk olan bu örgüt mensuplarının büyük şehirler başta olmak üzere 
çeşitli bölgelere gönderilerek eylem yapacakları duyumları var. KCK emriyle yapılan eylemler sonucunda devletin yaptığı her kanuni düzenleme, KCK cephesinde galibiyet olarak algılanıyor. Vahim olan ise KCK’nın devletin attığı 
adımları Kürtler’e yönelik zafer ve propaganda aracı olarak kullanıp, baskıyla oturduğu zemini güçlendirmesidir. KCK okul boykotlarına çok önem 
veriyor. 
Özellikle bu boykotların Cizre, Şırnak ve Hakkâri‘de mutlaka uygulanmasını istiyor. Okulların boykot edilerek veliler tarafından bir süre işgal edilmesi, öğretmen ve öğrencilerin derse girmemeleri gibi planlamaları ise KCK 
Türkiye Meclisi yürütüyor. 

Bunlar bir yana, Kandil’in (KCK Yürütme Konseyi) verdiği çok ilginç bir talimat var.Kandil, BDP’li belediyelerden bölgede faaliyet gösteren Gülen Hareketi 
bünyesindeki dershane ve okulların deprem yönetmeliklerine uygun olmadıkları, yangın merdivenlerinin olmadığı gibi bahanelerle kapatılmasını istiyor. PKK bünyesindeki "Kürdistan Halk İnsiyatifi" tarafından yapılan 17 Kasım 2012 bildirisinde Gülen Cemaati de özel olarak hedef alındı. Kürtleri resmi eğitim 
müfredatını ve okulları şiddetle boykot etmeye çağıran İnisiyatif, Gülen cemaati bünyesindeki dersane ve yurtların “ajanlaştırma ve düşürme” yerleri olduğunu 
savundu. Cemaate ait bu kurumların hedef alınması ve bölgeden köklerinin kazınmasını isteyen İnisiyatif, “Özellikle özgürlük mücadelemize bağlı yurtsever Kürt ve demokratik öğretmenler sömürgeci AKP-devletine karşı net tavır almalı, kendi anadilinin öncüsü olmalıdır." dedi. 

Hatırlarsanız Karayılan‘ın devletten çok Gülen Hareketi’ne husumet beslediğini gösteren ifadeleri evvelce basına yansımıştı. PKK bunu neden ister? PKK, kardeşlik, hoşgörü, şiddeti reddetmek, gönülleri fethetmek, Kürt çocuklarının idrak seviyesini yükseltmek gibi slogan ve uygulamaların örgütle Kürtler arasına aşılmaz mânialar diktiğini iyi biliyor. Belli ki Türk-Kürt ekseninde ayrılıkları değil asırlara dayanan müşterekleri öne çıkaran Gülen Hareketi’nin eğitim sistemi, kanla beslenen KCK/PKK eksenini zehirliyor. PKK cinnetinin geniş Kürt kitleleri nezdinde kabul görmesini ve meşruiyet kazanmasını engelliyor (61). 

Kasım 2012 sonu Pakistan’a giden Başbakan Erdoğan’ın dönüşte uçakta gazetecilere söylediği birkaç cümle bir cilt kitaba denkti. “Silahların susturulması değil, silahların bırakılması” diyor önce ve sonra da ekliyor: 
“Silah bırakıldığı andan itibaren başka ülkelere gitmeleri gündeme gelebilir.” Bu sözlerin önünü, arkasını ve aradaki boşlukları uzun uzun doldurmak ve olup bitenlerle ilgili çok kritik sonuçlar çıkartmak mümkün. Birincisi: Demek ki uzlaşma sadece Öcalan’ın yeniden sahneye çıkışı ve açlık grevlerinin sona erdirilmesi ile sınırlı kalmamış. 

Masaya oturulmuş ve çözüm için müzakerelere başlanmış. Kiminle? Sahneye Öcalan çıktığına göre onunla olmalı. Peşinen Oslo’daki gibi, İmralı ile Kandil arasındaki ‘network’ün yeniden tesis edildiğini varsayabiliriz. 
İkincisi, Başbakan’ın iki cümlesinin gösterdiği üzere bu müzakerelerde PKK, ateşkes karşılığı lider kadronun güvenli bir şekilde bir üçüncü ülkeye yerleşmesi şartını öne sürmüş. Hükümet ise bu şartı kabul etmiş, sadece 
“ateşkes” yerine “silahlar bırakma” şartında ısrar ediyor. “Ateşkes” adı üzerinde elinizdeki silahın tetiğindeki parmağınızı çekmeniz; “silah bırakma” ise daha ileri bir adım. Beşir Atalay’ın sözleri aradaki boşlukları doldurmamıza imkân sağlıyor. Yurtdışına çıkacak PKK yöneticisi sayısı 130 civarında. Geri kalanı için eve 
dönüşü mümkün kılacak bir genel af planlanıyor. Üçüncü ülke ise Polonya veya Beyaz Rusya. Kısaca Oslo süreci, kaldığı yerden devam ediyor. 

Zaman yazarı Mümtaz’e Türköne’ye göre, başbakan’ın sözlerinden öte bu sözlerle kamuoyu önüne çıkmasından çıkartılacak çok önemli bir sonuç var: 
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin işbaşındaki hükümeti müzakereyi kamuoyuna açık yürütüyor. Bu şeffaflığın amacı, Kürt, Türk ve uluslararası kamuoyunun baskısını PKK’ya yönlendirmek olmalı. “Devlet terör örgütünü 
muhatap almaz” eşiği aşıldığına göre bu yaklaşım tutarlı. PKK’ya gelince: Hükümet ile masaya oturup yönetici kadronun sınır dışına çıkması, geri kalanının eve dönmesi karşılığında “ateşkes” yerine “silah bırakma” şartını müzakere ediyorsa kendi varlık sebebiyle ilgili üç ihtimal söz konusu. Birincisi, “silahlı mücadelede yenildik” tezi. Örgüt, askerî açıdan yenilmiş olsa da, bu gerekçeyi öne sürmez. İkincisi; silahlı mücadelenin gerekçesi olan “red ve inkâr” politikalarının sona erdiğini, böylece amacın gerçekleştiğini söylemek. Silahlı mücadele ile sonuç aldığını ve maksadın hasıl olduğunu öne sürmek. 
Üçüncüsü, ikisi arasında bir yer: “Silahlı mücadelenin gerekçeleri devam ediyor. Ama artık bu amaca silahla değil, sivil siyasetle ulaşacağız” tezi. 

İki taraf için de doğrusu şu olmalı: Başbakan PKK’ya güvenmiyor. Müzakere masasını ne zaman ve hangi saikle devireceğini kestiremiyor. Reşadiye, Silvan saldırıları bu güvensizliğin gerekçesi olarak yeterli. Ama açık müzakere 
yöntemi ile karşı tarafın elindeki argümanları çürütmeyi hesaplıyor. Böylece PKK’nın inandırıcılığını ve itibarını kendi sempatizan kitlesi önünde teste zorluyor. PKK ise, her zaman olduğu gibi kış kampına çekilmiş durumda. Bu 
sene askerî hedeflerinden hiçbirini gerçekleştiremedi. “Vur-kal” taktiği ve “devrimci halk savaşı” stratejisi iflas etti. Yaralarını sarmak ve bahara hazırlanmak için bu müzakereleri taktik bir nefes alma aralığı olarak 
kullanabilir. Zira bölgede PKK’nın elindeki silahla rol alabileceği diplomasinin şartları hâlâ devam ediyor. Yine de “Ne değişti de, PKK bu sefer silah bırakmaya razı oluyor?” sorusunun inandırıcı bir karşılığı yok. Tersine, uluslararası konjonktür PKK’ya fırsatlar sunuyor. Öyleyse umuda kapılmak için çok erken. Daha henüz işin başındayız (62). 

Bizde barış bir kasımpatı gibidir. Kasım ayında açar baharda solar. Barış çiçeğinin açması için her kasımda bir gazeteci Kuzey Irak’tan barış mesajları estirir. Bu kasımda kim gidip özlediğimiz barışı getirecek, diye sormuştum. Hasan Cemal sağ olsun zahmet edip oralara kadar gidip barış mesajları getirmiş. Fakat bu sefer daha kompleks bir barış ışığıyla karşı karşıyayız. Bir yandan 
Kuzey Irak’tan geldi barış mesajları öbür yandan da İmralı’dan açtı kasımpatı çiçekleri. Sanırım her sonbaharda oynanan bu barış tiyatrosu inandırıcılığını 
kaybettiğinden daha etkili bir senaryoya ihtiyaç duyuldu. 

Bu yüzden de uzun bir gerilimden sonra mutlu sonla bitecek bir açlık grevi tiyatrosu kondu sahneye. Sonunda Abdullah Öcalan İmralı’dan haber gönderdi 68 gün süren açlık grevi tiyatrosu son buldu. Bu, “bir gerilim tiyatrosu”ydu çünkü oyunu yazan zaten ne zaman ve nasıl sonlanacağını biliyordu. Başbakan da biliyordu bu tiyatronun detaylarını Abdullah Öcalan da. Zira tiyatroyu 
sahneye koyanlar aynı zamanda büyük başarı ile bu süreci sonlandırdık diye kendilerine pay çıkaranlardı. 

Sadece önümüzde oynanan ölüm oyununu dışarıdan seyreden bizler tiyatroyu gerçek sandık. Ne Abdullah Öcalan bizim medya kadar ciddiye aldı bu oyunu ne de Başbakan Erdoğan. İkisi de oyunun sonunu biliyordu. Bu arada bu ölüm oyunundan mutlaka ölüm çıkarmak isteyen KCK yapısı da vardı, ancak oyunu yazanlar yan etkileri de göze alarak oynadılar bu oyunu. Örneğin hapishanedeki açlık grevleri yapanların normal açlık grevlerinde alınmayan birtakım vitaminler aldıkları da bizzat yetkililer tarafından açıklandı. Açlık grevindeyken kilo almalar bu nedenledir. 

İmralı’dan her seferinde barış ışığı görenler de (bunlara bakılırsa yakında güneş İmralı’dan doğacak) adadan mucize çıkaranlar da şu sorulara neden cevap 
vermez: Madem Öcalan ölüm oruçlarına ilkesel olarak karşıydı, açlık grevlerini sonlandırın demek için neden 70 gün bekledi. Adaya koster kalkmıyordu da ondan mı? Oysa Ada’ya inen helikopterin sayısı Kato dağına operasyona giden helikopterin sayısından daha az değildi bu süreçte. Resmî açıklamalara bakılırsa MİT yetkilileri AKP kongresinden önce de sonra da görüştü Öcalan’la. Bu süreçte en az beş görüşme yapıldı. Bu da her hafta bir görüşmeye denk geliyor neredeyse. Yine, Mehmet Öcalan 21 Eylül 2012’de yani açlık grevleri başladıktan on gün sonra görüştü. Ekim ayı içinde biri üst düzey olmak üzere en az üç defa MİT yetkilileri Öcalan ile görüşmeler yaptı. Eğer gerçekten de ışık huzmeleri 
arasında gördüğünüz büyük barış mucizesi Abdullah Öcalan ilkesel olarak ölüm orucuna karşıysa neden bu ziyaretlerden birini vesile yapıp açlık grevlerini bitirin mesajı vermedi? Çünkü bu oyunda Abdullah Öcalan’a verilen rol gerilimin zirveye tırmandığı anda ortaya çıkıp bir mucize göstermesi ve bir sözüyle ölümleri durdurup üzerimize barış ışıkları saçmasıydı. Sonrası kendiliğinden 
gelecekti ve Öcalan büyük barış adamı olarak yeniden sahneye çıkacaktı. Çıktı da…Peki, bu tiyatro neden yazıldı? Gazeteci ve akademisyen Emre Uslu, bu soruyu şöyle cevaplıyor: Abdullah Öcalan son bir yılda PKK’daki İran eğilimine yakın şahin kanadın kontrolü ele geçirmesinden sonra kendi liderliğini sürdürebilmek için şahinlerden yana tavır koymaya başladı. Öcalan buna 
mecburdu, çünkü PKK’ya posta koyup oradan ayrılma lüksü yoktu. PKK Öcalansız da savaşabildiğini gösterdi. 

Daha önce de bir kaç defa belirttiğim gibi, PKK’nın Öcalan’a değil Öcalan’ın PKK’ya ihtiyacı var. Bu nedenle Öcalan tercihini PKK içindeki şahinlerden yana kullandı. Nitekim 21 Eylülde kardeşi ile yaptığı görüşmede “Silvan saldırısında PKK’nın sorumluluğu yok” diyor. Bu açıkça kendisine rağmen yapılmış Silvan saldırısını onaylıyorum demektir. 

Oysa tiyatroyu yazan istihbarat teşkilatının hesabına göre barış ancak Öcalan, Murat Karayılan çizgisi üzerinden müzakere ile mümkün. Bu nedenle de Öcalan’ın yeniden PKK’nı tartışmasız lideri olması gerekiyor, Karayılan’ın da pozisyonunu koruması. Bu nedenledir ki MİT’in etki alanı altındaki gazeteler ve gazeteciler Murat Karayılan’ı barış yapılabilir bir lider olarak sunuyor. Ona 
toz kondurtmuyor, hastaysan doktor gönderelim diye mesaj gönderiyorlar. Bütün şeytanlıkları da Bahoz Erdal’a yüklüyorlar. Öcalan için de aynı durum geçerli. 

Yani açlık grevi tiyatrosu Öcalan’ın geri dönüşü için büyük bir PR operasyonuydu. Başarılı da oldu. Hatırlayın, Öcalan, geçen yıl temmuz ayında Silvan saldırısıyla rütbeleri sökülüp onursal başkan konumuna düşürülmüştü. 
Son açlık grevi tiyatrosu Öcalan’a rütbelerini iade etme töreni için yazılmış bir gerilim tiyatrosuydu. Uzun süren gerilim sahneleri sonunda Öcalan ortaya çıkartıldı ve bir kurtarıcı olarak yeniden barış mucizesi gerçekleşti. Yeniden “ışıklar” içinde bir lider olarak doğdu. Tarihsel olarak Öcalan da PKK da istihbarat teşkilatının yazdığı bu tiyatrolar sayesinde büyümüştür. MİT 1978’de Türk 
solunu bölmek için oynadı bu oyunu. Kürt sorunu olarak karşımıza çıktı. Şimdi aynı oyunu oynuyor, yakında Kürt devleti olarak göreceğiz sonucunu. Acı olan şu: hükümet de bu illüzyona inanmış, kendi rolünü oynuyor: Türklere 
gaz veriyor Öcalan’a söz veriyor. Başbakan Türk mahallesinde Öcalan’ı asıyor, Kürt mahallesinde kurtarıyor. Bu bir gerilim tiyatrosundan skeç değilse ne? 

Bazıları Öcalan’ın bu tiyatro oyununu bir mucize göstererek gerçeğe dönüştürecek sihirli değneği olduğunu sanıyor. Oysa barış bir tiyatrodan daha ciddidir. Öcalan, “PKK ülke dışına çekilsin” çağırısı yapıp PKK da bu çağırıya uyana kadar bu tiyatroya inanmayacak kadar tecrübeli bir TC vatandaşıyım ben. Bu tiyatroya başlık seçseydim herhalde “Kışın seviş yazın savaş” olurdu. 
Ancak ölüm gerçeği İmralı’da Kandil’de ve Yeni 

Mahalle’de sahnelenen barış tiyatrosundan daha gerçek, barış mucizesinden daha sahici, barış ışıldaklarından daha yakıcıdır. Çünkü bunu sadece barış Pollyannaları değil herkes görür (63). 

   Gazeteci ve yazar Rıdvan Akar ise, açlık grevleri sayesinde Öcalan’ın tekrar liderlik rolünü kaptığını düşünüyor. Açlık grevleri iki biçimde bitebilirdi. Kandil 
açlık grevlerinin bitmesi talimatı verebilirdi. Ancak Kandil’in böylesi bir niyeti olmadığı KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’ın 22 Ekim 2012’de 
Roj TV’de yayınlanan mesajında ortaya çıkıyordu. Karayılan, cezaevlerinde yapılan açlık grevleri ile PKK’nın bir ilgisi olmadığını, eylemlerin “kendiliğinden” 
başladığına dikkati çekiyor ve “PKK geleneğinde cezaevlerinde bir eylemin yapılması kararı vermeyecekleri gibi, ‘bitir’ talimatını da kimsenin veremeyeceğini bu kararı sadece açlık grevi başlatanların verebileceğini” 
söylüyordu. Karayılan’a göre açlık grevlerini Öcalan değil, Başbakan Erdoğan bitirebilirdi. 

Her ne kadar Karayılan böyle dese de ikinci seçenek hiç kuşkusuz Öcalan’dı. Öcalan’ın “bitir” talimatı/çağrısı eylemin sonlandırılması için yetti de arttı. Ancak 
Öcalan’ın çağrısında “dışarıdakilere” dönük bir eleştiri de mevcuttu. “Dışarıdakilerin” kendilerinin yapmaları gerekeni cezaevlerindekilere yüklediği mealindeki eleştiri kulak ardı edildi. Oysa Karayılan aynı söyleşide açlık 
grevlerinin tarihi bir dönüşümün başlangıcı olabileceği yönündeki görüşleri mevcuttu. Yani açlık grevlerine böylesi bir mana ve ehemmiyet yüklendiği anlaşılıyordu. Şimdi bu yeni ahvalde iki ilginç tutum dikkati çekiyor. 
Birincisi, MİT doğrudan Öcalan ile yeniden iletişime geçmiş görünüyor. 
Bu iletişimi Hükümet-Öcalan diyaloğu olarak da tanımlayabiliriz. Zira Adalet Bakanı Sadullah Ergin “gerekirse Öcalan ile de görüşülebileceği” yönünde 
demeçler verirken, Başbakan Erdoğan’ın henüz dumanı üzerindeki “Biz iktidarda kaldığımız sürece ev hapsi olmaz. Cezasını İmralı’da çekecek” şeklindeki 
açıklamalarına rağmen, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç “silah bırakılması halinde Öcalan’a ev hapsinin de gündeme alınabileceğini” söylüyor. 

Peki bu keskin U dönüşüne neden gerek duyuldu? Erdoğan Öcalan’a görüş yasağının konulduğu 1.5 yıl içinde Kürt Sorunu’nun çözümünde muhatap arayışında ciddi bir sıkıntı yaşadı. Önce farklı mecralarla Kürt Sorunu’nu görüşeceğini söyledi. Olmadı. Sonra sadece yasal temsilcileriyle görüşeceğini belirtti. Yani BDP’yi muhatap alacaktı. O da olmadı. Hal böyle olunca da 
milliyetçiliğin hamaseti ile malul bir “silahla çözeriz” politikasına sarılındı. 

Ancak İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in “Öcalan’a görüş ambargosunu sürdürelim. Terörle mücadelede çok başarılı bir dönemden geçiyoruz” telkininin bir yumuşak karnı vardı. Dağda silahlı, şehirlerde taş ve molotoflu Kürt militanlar yerine siyaseti açlıkla terbiye/tehdit eden yepyeni bir direniş biçimi ezberleri bozdu. İşte bu ahvalde “terörle mücadeledeki azimli ve başarılı kararlılık” pek de etkili olamayacaktı. Oysa cezaevlerinden gelebilecek 
kitlesel ölüm haberleri ülkeyi yeniden kan ve ateşle imtihana sürükleyebilirdi. 
Bu koşullarda yeniden malum adrese başvuruldu. Öcalan devreye girdi ve sorunu çözdü. Krizin biricik kazananı da Öcalan oldu. Bir kez daha örgüt 
ve Kürtler üzerindeki etkisini kanıtladı. 1.5 yıllık uzaklığa rağmen gücünden hiçbir şey yitirmediğini gösterdi. Dahası belki tersten “çakarak” da olsa kendisinin uzak kaldığı dönemdeki cari dinamikler/muhataplar olan BDP/Kandil 
eksenine kifayetsizlik eleştirisi yapmış oldu. Şimdi Öcalan yeniden muhatap alınması gereken tek makam olarak öne çıkıyor. Dahası açlık grevlerindeki duruşu itibarıyla da “akil” bir konuma yükselmiş görünüyor. Hele avukatlara 
görüş izninin verilmesi halinde bu sürecin çok daha içerikli parametrelerini göreceğimizi ön görüyorum. 

Yani Öcalan giderek fiili siyaset yapan, örgütü yöneten kadrolarla arasına mesafe koyarak, eleştiri ve “silahla çözüm olmaz” yaklaşımıyla devletle PKK 
arasında “aracı” bir konum elde etmek isteyebilir ya da o konumu “pazarlıklar muvacehesinde” devlet tarafından öne çıkarılmak istenebilir. İlginç bir sürece gireceğiz. İmralı’da pazarlıklar sürecek. Öyle anlaşılıyor. Bakalım bu pazarlık sürecinde Kandil “biz de buradayız” vurgusunu yine kanla yazacak mı? Bakalım Öcalan ile devlet ve Öcalan inisiyatifi ile Kandil arasındaki bu bilek güreşini 
kim kazanacak? Umarız telaffuz edildiğinde bile adeta PKK söylemi gibi algılanan “barış” bu kez provokasyonlara daha dayanıklıdır (64). 

AKP içindeki bir damar da yeni bir fitne vesilesi olarak, Milat Gazetesinden Adem Çaylak’ın da ifade ettiği şekliyle; ‘doğuda PKK ile mücadele eden the cemaattir. 
Ve şiddete başvuran güvenlik güçleri de the cemaatin elemanlarıdır’ şeklinde absürt bir söylem geliştirmektedir. Gazeteci ve akademisyen Önder Aytaç, 
bu süreç içerisinde muhtemel olabilecek terör eylemlerini 30 madde halinde ve PKK sorununda gelinen noktaya parmak basarak iki makalesinde şöyle özetliyor. 

1. Öncelikle burada yazdıklarımız bizim öngörülerimiz ve bu konudaki uzmanlığımız sonucundaki çıkarsamalarımızdır demeliyim. 
2. Bu yazdıklarımızdan sonra, -daha önceden de defaatle olduğu gibi- ya bu olayları yapmalarında eylem sayısı bağlamında bir azalama ya da yapılma süresini öteleme / geciktirme ve hatta hiç yapamama söz konusu olabiliyor. Olabiliyor çünkü terör örgütlerinin yapacaklarının önceden söylenilmesi / yazılması, örgütte çok ciddi moral bozukluğuna vesile oluyor ve içsel 
hesaplaşmalara da neden oluyor ki bu da ülkemiz adına güzel bir durum… 
3. Sn. Muammer Güler bundan sonraki siyasi hayatına herhalde Mardin’de devam edemez. Edemez çünkü Büyükşehir Yasası sonucunda Mardin de BDP’nin 
dışındaki partiler sadece nal toplayacaklar. Bu nedenle, eğer bu büyükşehir yasası ile ‘Kürdistan’ın haritası çizilmiyorsa, yasanın uygulamasından geri adım atılmalı. Atılmazsa, çok kısa geçecek belli bir süre sonrasında ‘biz size demiştik ama anlamadınız’ demek zorunda kalacağız… 
4. Eğer Sn. Beşir Atalay’ı Sn. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül her ne hikmetse ısrarla tutmaya ve kollamaya devam ederse, terörle mücadele de ve açılım 
konusunda atılan adımlarda ciddi saçılımlar ve polis özel harekât ve jandarma özel harekâtın ortaklaşa yaptıkları nokta vuruşlu ve caydırıcı adımlar akim kalmış olacak… 
5. Yapılan bu açlık grevleri ile suni bir gündem oluşturdular ve bunu da Öcalan’a çözdürerek onu yeniden önemli ve kutsanmış hale getirdiler. 
6. Bölgede kaçakçılık yapan kaçakçılar da asla terörün bitmesini istemiyorlar. Özellikle de sigara ve mazot kaçakçılığı yapanlar için bu durum daha fazlası ile söz konusu. Sınır ötesinden 1’e getirilen mallar Türkiye’de 5’e satılabiliyor ki rantta bu konuda çok büyük. 
7. Sınırlar adeta kevgire dönmüş gibi. Sınır güvenliği çok önemli olmasına rağmen böylesi bir güvenlik nerede ise yok. Coğrafi şartların kötülüğü de bir diğer dezavantaj. Sınırda çok kör noktalar var. Yalnızca insana dayalı kontroller değil, onun yanında elektronik ve teknik kontroller de çoğaltılmalı. 
8. Emniyet güçleri, jandarma ve karacılar gerçekten de son 3-4 ayda terörle mücadelede çok başarılılar. Ama bu başarılarını yeterince anlatamıyorlar. Medyada da bu anlamda başarılar yeterince yer almıyor. PKK, psikolojik 
çöküntüsünü izale etmek ve tabanına moral aşılamak için yeni bir Uludere benzeri saldırı yapmak istiyor. Ya da batıdaki petropol şehir merkezlerinde terör saldırısı yapmaya çalışacaklar. 
9. Bu bağlamda güvenlik güçleri açısından en büyük engel ve en büyük terörle mücadeleyi yavaşlatacak unsur olarak gözüken ise AK Parti Hükümeti nin yeniden müzakereler diyerek görüşmelere başlaması ve mücadeleyi sonlandırma sı ki bu durum PKK’ya yeniden nefes almayı ve kendini düzenleme hakkını vermiş olacak… 
10. PKK’nın özellikle dağ kadrosunda da inanılmaz çarpıklıklar söz konusu. Çocuk yaşta dağa çıkan kızlara ve erkeklere kaşarlanmış teröristlerce tecavüz, yoz ilişkiler, homoseksüel çarpıklıklar, doğum kontrol hapları, pejmurdelik alabildiğine söz konusu ve bununla ilişkili terör örgütünün kendi içinde de çok ciddi sıkıntıları mevcut. 
11. Doğuda yapılan operasyonları azaltmak ve hatta engelleyebilmek için, batıdaki büyük illerde patlayıcı maddelerin yığınakları yapılmakta. Bu amaçla batı illerinde de bol bol eylemler gerçekleştirilecek… 
12. TSK belki de PKK ile mücadele tarihinde ilk kez şu anda en etkin şekilde mücadelesini yapmakta. Jandarma da bu anlamda gerçekten de çok başarılı bir şekilde JÖH olarakta gerçekten de başarılı adımlar atmakta. TSK’da artık etkin bir şekilde terörle mücadelede polisle birlikte aktif katılım sağlamakta. Darısı MİT’in de başına demekte de yarar var… Hakkari ve Şırnak da bu anlamda önemli olan 2 ilimiz.. 
13. Terör bölgesinde görev yapan valilerin çoğu başarı ancak bazı illerde adı yolsuzluğa bulaşan kişiler de acaba var mı? Kaymakamlar da eskiye göre daha aktifler. Ancak hala tırsık olan bazı kaymakamlarda var. Bunların yerine de aktif kaymakamların getirilmesinde yarar var… 
14. MİT kurumsal anlamda sanki oldukça sıkıntılı. Bir diğer anlatımla çağı yakalayamamış bir durumda adım atıyor. Hakan Fidan’ın MİT’i iyileştirme ve 
çağdaşlaştırma adımları olsa da maalesef ki hantal yapı karşısında yeterli olmuyor… 
15. Dağda olan terörist sayısı 3500 kadar olduğu ifade edilen bu yapının, Temmuz 2012’den bu tarafa neredeyse 500’e yakını ölü olarak ele geçirildi ki bu neredeyse son 30 yıldaki terörle mücadeledeki en başarılı olunan dönemdir bile denilmesine neden oluyor. Dağda yaşayanlar ise kış gelmesine rağmen mağaralarına giremiyorlar çünkü PÖH ve JÖH tarafından ortak operasyonlarla yakalanıyor ya da öldürülüyorlar. Bu nedenle de dağdaki teröristler de çok perişan bir durumdalar. BU durumda örgütte çok ciddi infiallere ve iç eleştirilere de neden olmakta (65). 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;


57 Uslu, Emre.ETA nasıl bitti, PKK ile paralellik kurabilir miyiz. 18 Eylül 2012. İnternet ulaşımı euslu.com 
58 Uslu, Emre. Kürt sorunu çözülürse PKK biter mi? (3) 12 Eylül 2012. İnternet ulaşımı 
http://euslu.com/2012/09/12/kurt-sorunu-cozulurse-pkk-biter-mi-3/ 
59 Samanyolu Haber, Bugün, Haber7. İşte PKK'nın sapık ve iğrenç ilişkileri! 17.11.2012. 
60 Şahin, Bilal. Hakkari’ye Dev Yatırım. Bugün gazetesi. 17.11.2012. 
61 Avcı, Gültekin. Kandil’in düşündüren talimatı. Bugün, 29.11.2012. 
62 Türköne, Mümtaz’er. PKK silah bırakacak mı? Zaman. 25.11.2012. 
63 Uslu, Emre. Kışın seviş yazın savaş. Taraf gazetesi. 18.11.2012. 
64 Akar, Rıdvan. Öcalan’a biçilen yeni rol. 25.11.2012. Internetden, 24.com.tr 
65 Aytaç, Önder. Kasım ve Aralık'ta terör takvimi! 21. 11.2012. İnternet ulaşımı 
http://www.medyafaresi.com/yazi/1018/onder-aytac-kasim-ve-aralik-ta-teror-
takvimi.html