Milli Görüş Hareketi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Milli Görüş Hareketi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Nisan 2020 Cuma

Kur'an'da Başörtüsü yok, Refah Partisi'nin Kapatılması doğruydu...

Kur'an'da Başörtüsü yok, Refah Partisi'nin Kapatılması doğruydu...



Yekta Güngör Özden: Kur'an'da başörtüsü yok, Refah Partisi'nin kapatılması doğruydu...



Anayasa Mahkemesi Onursal Başkanı Yekta Güngör Özden, “Özel yaşamımda olsun, devlet görevinde olsun yaptıklarımdan hiçbir pişmanlık 
duymuyorum. Başörtüsünün üniversitelerde kötü niyetli kullanılmasına karşıydık. Sokaktaki başörtüsüne karşı olduk mu? 
Kur’an-ı Kerim’de tesettür ve başörtüsü ile ilgili ayet yok.” şeklinde skandal sözler sarf etti.

Gündem 30 Ekim 2019 
Çarşamba 02:15 

28 Şubat sürecinde başkanlığını yaptığı Anayasa Mahkemesi’nde başörtüsü yasağının en ateşli savunuculuğunu yürüten Yekta Güngör Özden, yeniakit.com.tr ’ye dikkat çeken açıklamalarda bulundu. 28 Şubat’ın yasakçı zihniyetini bugün dahi savunan 88 yaşındaki Yekta Güngör Özden, yine başörtüsü yasağını savundu ve özgürlüklerin önünü açan AK Parti hükümetini suçladı. Mehmet Özmen sordu, Yekta Güngör Özden yanıtladı.

"Yanlış bir iş yaptım kanısında değilim"

- Geçmişle ilgili bir pişmanlığınız var mı?

Hayır. Hiçbir pişmanlığım yok. Özel yaşamımda olsun, devlet görevinde olsun yaptıklarımdan hiçbir pişmanlık duymuyorum. Yanlış bir iş yaptım kanısında değilim. Olsa öncelikle ulusumdan, ailemden, kamuoyundan özür dilerim.

"Bülent Ecevit’in 26 sene avukatlığını yaptım"

- Bizi görünce ilk akla gelen, herhalde Akit, neyi soracak bize….Refah Partisi’ni soracak, Milli Görüş’ü soracak….

Sorun...Şimdi tabii davanın yanları olanların duygusal nitelemelerden kurtulmaları olanaksız. Ama dava ile hiçbir kişisel bağı olmayanların, görevi nedeniyle o davada yer alanların kanıları daha objektif olur. O bakımdan ben söylüyorum, baktığımız davalarda yürürlükteki kurallara göre ve dosyadaki kanıtlara göre karar vermekten hiçbir zaman uzak kalmadık. Bugün beni beğenmeyen, benimle araları hiç olmayan iktidar mensupları bile dönüp de ‘Yekta Bey’in döneminde Anayasa Mahkemesi şu kararı verdi, şu yanlıştı’ diye kimse söyleyemiyor. Bu kolay bir şey değildir. Ben 1953’te tanıştığım 1956’da avukatlığını aldığım Bülent Ecevit’in 26 sene avukatlığını yaptım. Benim başkanlık dönemimde onun bize davası geldi, reddettik. O bile bana karşı tutum aldı ama tutup da ‘şöyle şöyle yaptılar’...O kadar objektif davrandık ki biz yıllarca avukatlığını yaptığım insanın bile Anayasa Mahkemesi’nde davasını reddettik. Hakim dediğin insan vicdanını yastık yapar, yatar.

"Refah Partisi için bir milyon para teklif ettiler"

- Vicdanıyla dediniz ama… Refah Partisi’nin kapatılmasıyla ilgili öteden beri ‘Refah Partisi dış güçlerin baskısıyla, talimatıyla kapatıldı’ şeklinde iddia dile getiriliyor. Ne dersiniz?

Hayır efendim. İnanır mısınız, bilmem bizler evimizde, özel yaşamımızda resmi işlerimizi konuşmayız, görüşmeyiz. Hiç kimsenin Refah Partisi ile ilgili bir önerisi, baskısı, etkisi olmadı. Bunu da inşallah yayınlarsınız… Ankara’nın en zengin adamlarından biri beni evimde ziyaretime geldi. ‘Sizi ziyaret etmek istiyorum’ dedi. ‘Buyurun’ dedim, eşiyle evime geldi. Benim rahmetli eşim çay yapmıştı… ‘Ağabey senin resim sergini görmek istiyorum’ dedi. İçeri geçtik. Dedi ki; ‘Ben buraya mahsus geldim. İsmini vermeyeceğim Refah Parti’li Yekta Bey ne isterse vermeye hazırız, bir milyon bile, bu davayı halletsin’ dedi bana. Kendisine ‘derhal eşini alıp evini terk edeceksin’ dedim. Karısına ‘telefon geldi acele gideceğiz’ dedi ve hemen çıktı dışarı. Masadaki pastaları, çayı yarım bırakıp ayrıldılar.

- Bunu ilk kez mi dile getiriyorsunuz?

Evet, ilk kez söylüyorum.

- Kim bu işadamı?

Söyleyemem onu…

- Tanınan bilinen bir iş adamı mı?

Evet, meşhur birisi… Ankara’nın meşhurlarından birisi… Ben emekli olduktan 7 gün sonra parti kapatıldı. Benim zamanımda kapatılmadı. Ben yönetim aşamasında, dinleme aşamasında vardım. Karar aşamasında yoktum. Rahmetli Erbakan’ı ben dinledim, o oturumda vardım. Ben emekli olduktan 7 veya 8 gün sonra Anayasa Mahkemesi yeni başkan Ahmet Necdet Sezer’in yönetiminde kararını verdi.

"Erbakan benim dostumdu"

- Rahmetli Erbakan’la ilgili ne düşünüyorsunuz?

Kendisi benim dostumdu.

- ‘Dostum’ dediniz adamın partisini kapattınız...

Ben kapatmadım. Benden 7 gün sonra parti kapatıldı.

"Söylemler, eylemler RP’nin kapatılmasını haklı gösteriyordu"

- Sizce RP’nin kapatılma kararı yanlış mıydı?

Yanlış da değildi... Bugünün koşullarında o günün anayasa kurallarına ve siyasi parti yasası kurallarına göre eylemler, söylemler ve ortaya gelen olaylar Refah Partisi’nin kapatılmasını haklı gösteriyordu. İddianameye göre konuşuyorum. Ama ben karar aşamasında olsaydım nasıl oy verirdim, onu bugünden söylemem mümkün değil.

- ‘Dostum’ dediniz merhum Erbakan’la ilgili...Nasıl bir dostluğunuz vardı?

Bir araya geldiğimiz olmadı. Şöyle dostumdu benim… Birkaç toplantıda yan yana oturduk: özel bir üniversitenin açılışında. Bir de başkentte açılan bir üniversite açılışının çıkışında ‘oğlum Fatih, gel Yekta Bey’in elini öp’ dedi. Sonra da Fatih’le birlikte bir nikahta karşılıklı şahitlik ettik.

"Bana göre bugünkü iktidarın suyu ısınmıştır"

- Bugünkü Türkiye ile ilgili biraz konuşalım. İçinde bulunduğumuz Türkiye fotoğrafını nasıl ortaya koyuyorsunuz?

Bugünkü Türkiye fotoğrafını bugünkü iktidarın yönetiminde olumlu bulmuyorum. Bana göre bugünkü iktidarın suyu ısınmıştır. Çünkü Türkiye’yi Türkiye olmakta yücelten, yükselten, değerlendiren ve güçlendiren ilkelere karşı bir anlayışın yavaş yavaş yürürlüğe konulmak istendiğini, Türkiye’nin tek adam yönetimine sokulmak istendiğini, bir din devleti özleminin bugünkü yönetimin içinde büyük bir dalga olarak bulunduğu kanısındayım.

"Bunlar din devleti özlemcileri gibi görünüyorlar"

- Yekta Bey, inanın şimdi gülüyorum...İzleyicilerimiz de lütfen bağışlasınlar. ‘Din devleti’ dediniz, 28 Şubat sürecinde ‘irtica’ dediniz... Müslümanlara yönelik şunları, bunları söylediniz… ‘ Din devleti’ hâlâ olmadı.

Olmadı… Bakın ne diyorum… Bunlar din devleti özlemcileri gibi görünüyorlar.

- Ne zararı var?

Dünyanın bu çağında bir devletin ‘din devleti’ olması yanlıştır. Değişik inançta bulunan insanların yaşadığı bir ülkede dinle değil, hukukla yönetilir devlet.

"Cumhuriyet sulandırılmış ve çizgisinde saptırılmış bir durumdadır"

- Yıllar geçti… AK Parti icraatlarıyla sizi bu konuda tatmin edici bir cevap vermedi mi?

Vermedi hayır. Ben AK Parti’nin hiçbir eylemini ve işlevini hiçbir şekilde geçerli ve değerli bulmuyorum. Siyasetçi olmadığım halde söylüyorum bunu, bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak söylüyorum bunu. Ben Türkiye Cumhuriyeti’ni Atatürk’ün kurduğu ve özleyerek nitelikleriyle çok üstün çok özel bir duruma gelmesini dilediği ve beklediği bir yapı olarak düşünüyorum. Dinle yoğrulan bir devleti asla gözetmiyorum. Devlet hukuk devleti olabilir, devlet cumhuriyet olabilir. Bugün bana göre cumhuriyet sulandırılmış ve çizgisinden saptırılmış bir durumdadır, açıkça söylüyorum.

" Müslümana ayrı ders, Hristiyana ayrı ders yoktur"

- Müslümanlara yönelik eylemlerden söz ettik. Yüzde 99’u Müslüman olan bir Türkiye Cumhuriyetinde yaşıyoruz ama, onların değerlerine yönelik, başörtüsüne yönelik, inançlarına yönelik birçok saldırı oldu. Bu saldırıların bazı noktalardaki bir parçası oldunuz. Örneğin başörtüsüne karşı çıktınız.

Anayasa mahkemesinin başörtüsüne ilişkin kararını okursanız, bilimsel değerlendirme yaparak gerçeklere yakın durursanız, başörtüsünün üniversitelerde kötü niyetli kullanılmasına karşıydık. Sokaktaki başörtüsüne karşı olduk mu? Üniversitede bilimsel bir alanda kimsenin ırkına, dinine bakmadan herkes dersini verir, dersini alır. Müslümana ayrı ders, Hristiyana ayrı ders yoktur.

" Bilimsel ortamlarda başörtülü gelip gitmenin sakıncasına değindik"

- 28 Şubat döneminde başörtülü öğrenciler üniversitelerde okuyamadı...

Onu söylüyorum, siz beni iyi dinleyin. Bakın Anayasa Mahkeme kararı var. Biz sokaktaki başörtüsüne karışmadık. Bilimsel ortamlarda başörtüsüyle gelip gitmenin sakıncasına değindik. Bilimsel gelişme ve toplumsal barış açısından.

- 2019 yılında da bunu mu düşünüyorsunuz?

Bugün de aynı şekilde düşünüyorum. Başörtüsünü ne amaçla takıyorlar çoğunluğu biliyor musunuz?

- İnancı gereği takıyorlar…

İnancı gereği takmıyorlar, siz öyle diyorsunuz. Çoğu da simge olarak takıyorlar, inandığından falan değil.

- Neyin simgesi?

Dincilik örgütü gibi çalışıyorlar. Din, inanç sömürüsü yapıyorlar. Hepsini demiyorum. Üniversitede ne gereği başörtüsünün? Çeşitli dinlerden öğrenciler yok mu? Herkes istediği gibi mi giyinsin? Olacak şey değil. Hukuk devletleri düzen devletleridir. Onların dinle yönetilmesi, dinle biçimlendirilmesi olanağı yoktur. Bunu iyice bilmek gerekiyor. Bunu bilmeyen de yoktur. Bilimsel yönden karşılanması, her yönden bir arada bulunması, her yönden ders verilmesi ve onlara hiçbir inancı gözetilmeden insanlığın ve bilimin gereklerinin anlatılması zorunludur.

- Bizi izleyenlerin bir kısmı ‘Yekta Güngör Özden Bey, hala bu yobaz düşüncesini sürdürüyor mu?’ diyor olabilir.

Ben yobaz değilim. Bana bunu yakıştıranların kendileri yobazdır.

"Burası at tarlası değil, üniversite"

- AK Parti iktidarı ile birlikte üniversitelerde ve kamu kuruluşlarında başörtüsü serbest hale geldi. Şimdi sizce ne zararı oldu?

Bu görüntü iktidarın inanç sömürüsüne dayanması, onunla beslenmesi, ondan medet ummasının sonucudur. Bu kadar açık söylüyorum. Bir hukuk devletinde, bir laik yönetimde insanları inançlarına göre değil, yaşamlarını o günün ortamına göre çağdaş bir biçimde sürdürmeleri gerekir. Bak dedim, sokağa karışmıyoruz. Delvet ayrı sokak ayrı, üniversite ayrı. Burası at tarlası değil, üniversite.

- Çok ilginç.. Gerçekten 2019 yılında da bu düşünceleri savunuyor olmanız çok ilginç….

Benim için de siz ilginçsiniz.

"Kur’an-ı Kerim’de tesettür ayeti yok"

- Kur’an’ı Kerim’deki başörtüsü / tesettür ayetleri hakkında birçok ayet var…

Yok yok, onlar da yalan. Kur’an-ı Kerim’de tesettür ve başörtüsü ile ilgili ayet yok.

- İlahiyatçı gibi konuşuyorsunuz...

Açıkça söylüyorum yok… ‘Göğsünüzü örtün’ dediği zaman ‘başınızı örtün, başınızı türbana sokun’ anlamı çıkmıyor.

- Diyanet İşleri Başkanı bile böyle demiyor!

Diyanet İşleri Başkanının söylediğine de katılmıyorum. Diyanet İşleri Başkanı siyasi etkilerle konuşuyor.

"Dinde yoktur’ demedi ama…"

- Sizin döneminizdeki Diyanet İşleri Başkanı ‘başörtüsü dinde yoktur’ dedi mi?

‘Dinde yoktur’ demedi ama ‘dinde vardır, mutlaka örteceksininiz’ de demedi. Aradaki farkı iyi düşünmemiz lazım. Başka var mı?

- Var… Son olarak Barış Pınarı Harekatı ile ilgili ne düşünüyorsunuz?

Siyasi askeri bir harekattır. Benim uzmanlık alanıma girmiyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi bağımsızlığını korumak , sınırlarını aydınlıklar içinde tutmak ve terörden arındırmak için yapacağı her girişimin ben de yanında olurum.

- Yaşınızı biraz önce söylemiştiniz, izleyenlerimiz ile paylaşmak ister misiniz?

Gelinlik kızlara sorulur bu… Bana soruyorsun. Ben 1932 doğumluyum. 88’in içindeyim.

-Peki, Allah hayırlı ömürler versin.

Yeniakit.com.tr-Mehmet Özmen


https://www.habervakti.com/gundem/yekta-gungor-ozden-kur-an-da-basortusu-yok-refah-h83555.html


***

22 Kasım 2018 Perşembe

12 EYLÜL ASKERİ DARBESİ’NİN GENÇLİĞİN ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ. BÖLÜM 19

12 EYLÜL ASKERİ DARBESİ’NİN GENÇLİĞİN  ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ. BÖLÜM 19



6- AKP Hükümeti 


12 Eylül’ ün dezavantajını avantaja çevirenlerden bir gruptur AKP. 12 Eylül ile birlikte sol iyiden iyiye çökmüş ve meydan sağ partilere kalmıştır. 12 Eylül sağ partilerin ekmeğine yağ sürmüştür. 

2 Kasım 2002 tarihi yeniden Türkiye’ ye başka siyasi sayfalar açar. Zira ülke 11 yıldır süren koalisyonlardan sıkılmış, siyasilerin ve yürütülen siyasi uygulamaların istikrarsızlığından rahatsızlık duymaya başlamıştır. Dolayısıyla 2002 seçimleri de bir milattır. Seçimler birçok partinin sonunu hazırlamış, barajı geçemedikleri için onları hüsrana uğratmıştır. Lakin yeni bir parti ve beraberinde CHP barajı geçmiştir. Mecliste 363 sandalye ile ülke yeniden tek parti iktidarına döner. Bu yeni parti AKP’ dir ve kurucusu da Recep Tayyip Erdoğan. 

Partinin önde gelen isimleri Milli Görüş felsefesi çerçevesinde yetişmiş, bir müddet Erbakan yanında saf tutmuşlardır. Partililerin bir bölümü ya kapatılan Fazilet Partisi’ ndendir ya da ona destek verenlerden. Parti 2001 yılında kurulduğunda temel felsefelerini ‘’muhafazakâr demokratlık’’ olarak açıklamışlar dır.
 Erdoğan ile ilgili ilk sıkıntı seçim sürecinde siyasi yasaklı olması ve milletvekili seçilememesidir. Dolayısıyla kurulacak 58. Hükümet’ in Başbakanlığı’ nı bir başka kurucu Abdullah Gül üstlenir. Erdoğan’ın siyasi yasağı, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ ın da desteği ile Anayasa’ nın 76. maddesindeki milletvekili seçilme koşullarına ilişkin hükümlerin değiştirilmesi ile kalkmıştır. 

Anayasa değişikliklerinin ardından, Tayyip Erdoğan’ a milletvekilliği ve başbakanlık yolu açılır. O sıralar cezaevinde bulunan Siirt Bağımsız Milletvekili Fadıl Akgündüz’ ün cezası onanır ve YSK Akgündüz’ ün milletvekilliğini iptal eder. Akabinde Siirt seçimleri yenilenir. 1. Sıradan aday olan Mervan Gül de adaylıktan çekilince Erdoğan için bütün kriterler hazırlanmış olur. Artık önünü kesecek hiçbir engel yoktur. Yokuşu tırmanmaya başlar. O artık, önce 59. Hükümeti arkasından 60. Hükümeti kuracak, adından çok söz ettirecek, oy potansiyeli ile dudak uçuklatacak, siyasi politikası ile çığır açacak ve fakat siyasi polemikler üzerine de direksiyonunu oturtacak olan; kimilerine göre kurtarıcı, kimilerine göre karizmatik, kimilerine göre patavatsız, gözü pek amma illaki Kasımpaşalı Türkiye’ nin yeni Başbakanı, siyasetin bir başka olaylı yeni yüzüdür.

‘’AKP 'nin siyasal varlığı geniş ölçüde türban olgusuna bağlıdır. Bu, türbanın ideolojik dokusundan kaynaklanıyor. O nedenle AKP ideolojik içerikli bir partidir. Fakat bu, AKP' nin modernleşmeyle belli ve özgül bir ilişki içinde olmadığı anlamına gelmez. Ne var ki, bu koşul türbanın modernleşmeyi belirleyen tek unsur olarak tanımlanmasını da gerektirmez. Bu açıdan bakılırsa AKP, yakın tarih içinde daima nötr bir kavram olarak ele alınan modernleşmeyi ilk kez ideolojik bir içerikle buluşturmayı başarmış bir siyasal harekettir. 

Çünkü bugüne dek, modernleşme ideoloji ötesi bir gerçeklik olarak topluma sunuluyordu. Modernleşme daha çok bir teknolojizm olarak ifade ediliyordu. Kalkınma, büyüme, zenginleşme olarak tanımlanıyordu. İlk kez DP' nin başlattığı, daha sonra özellikle AP' nin geliştirdiği bu anlayışın İslami bir içerikle bütünleşmesi, fakat o İslam' ın da milliyetçi bir ruh taşıması 'Milli Görüş' hareketiyle ortaya çıktı.237.’’ 

C-12 EYLÜL ASKERİ DARBESİNİN GENÇLER ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ / TOPLUMSAL DEĞİŞİM 

‘’12 Eylül çok tartışıldı, ama bu hareketin Türkiye’ yi bir üçüncü dünya ülkesi olma yoluna sokan gerici bir süreci zincirlerinden boşaltmasının pek üzerinde durulmadı. Evet, 12 Eylül öncesinde Türkiye’ de kan dökülüyordu, darbe bunu önledi, ama binlerce gencin birbirine silah çekmesinin hangi yüksek desteklerle gerçekleştiğini ve kan gölünün darbe yapılmadan, demokratik yollardan önlenebilir olduğunu artık biliyoruz ve işin kötüsü, darbeyi yapanlar bunu o gün de biliyorlardı. Ve kan dökülmesini tahrik edenlerin, bunu bahane ederek 
Türkiye’nin demokratikleşme sürecini, Avrupalılaşma gayretini, modernleşme iştiyakını yarı yolda tevkif ederek geriye döndürdüklerini de biliyoruz. 12 Eylül’ ün beslendiği ve sonradan toplumun büyük bir kesiminde egemen kıldığı ideolojiden kaçış ortamı içinde siyasal zemin sığlaşmış, kadroların tasfiyesi maceracıları ve kifayetsiz muhterisleri iktidara taşımış, Türkiye’nin entelektüel zemini yüzlerce yıl geriye kaymış ve sonuçta demagojik söylemler her alanı istila etmişlerdir. Bundan beteri, insanlar bilgiden, eğitimden, entelektüel faaliyetten 
korkutulmuş; sığlık, düşük beğeniler, vur patlasın çal oynasınlar revaç bulmuşlardır.238. 
12 Eylül askeri darbesinin ardından öyle kuşatıcı bir acı ki yaşandı bugün onu yeni nesil in her şeyden bihaber tavırlarıyla çözümlemeye çalışmak imkânsız. Üzerini ne kadar birileri örtmeye çalışsa da, bugün bu topraklarda her ne yaşanıyorsa bu 12 Eylül’ ün travmatik, gölgeli, acımasız ve hukuk dışı politikasından kaynaklanmaktadır. 12 Eylül’ ün izleri bu topraklara öyle kazınmıştır ki, silip atmak imkânsızdır. Her ne olursa olsun, her ne 
yapılırsa yapılsın daha uzun yıllar 12 Eylül karanlık ellerini toplumun üzerinden 
çekmeyecektir. 

Önce hemen siyaset yasaklanmıştır. Arkası arkasına tutuklanmalar, idamlar, cezaevleri ve yasaklar gelmiştir. Depolitizasyon başlamış, işçi kesimi köşeye sıkışmış, hak hukukbirbirine karışmıştır. İşçi olmak neredeyse suç haline dönüşmüştür. 12 Eylül sonrası işçi olmak işkence çeken anlamına gelmektedir. 

12 Eylül darbesi emekçilerin, emeklilerin ve işsizlerin kimyasını bozdu. Herkes 
bulduğuyla yetiniyor. Emeğinin karşılığını istemiyor. Öyle ya atalarımız umduğunla değil bulduğunla yetin demişti. Atalarımızın isteğini fazlasıyla yerine getiren bir toplum olduk…1980 yılında nüfusumuz 42 milyon, sendikalara üye işçi sayısı 2.5 milyon. Bugün nüfusumuz 72 milyon sendikalara üye sayısı 750 bin…239 

Kenan Evren ve ekibi, Türkiye’nin bir daha böyle bir kutuplaşmaya, iç savaş haline sürüklenmemesinin çaresini, demokratik çoğulculuk ve hoşgörü değerlerinin yerleşmesinde değil, tam tersine, topluma düşünsel bir kışla disiplini empoze edilmesinde aradı. “Birlik ve beraberlik” yeknesaklık, homojenlik olarak yorumlandı. “Ülkesi ve milletiyle bölünmez” lik, düşünsel türdeşlikle garanti edilebilir — ve böyle bir tek çizgililik pratikte gerçekleştirilebilir, sanıldı. “Tek yol devrim”in yerini “tek yol Atatürkçülük” aldı. MGK üyesi, Kara Kuvvetleri 
Komutanı Nurettin Ersin, bütün gençleri “Nutuk’ u ezberlemeye” çağırdı240. 
MGK’ nın ilk icraatı halkı ama özellikle gençleri depolitize etmekti. Sonuçta ülkeyi siyasi düşünceler, siyasetçiler ve onların etrafında nemalanıp büyümeye çalışan fanatikleri bu hale getirmişti. Dolayısıyla ülke bir müddet siyasetten uzak dursa kimseye bir şey olmazdı. Önce siyaset yasaklandı, sonra partiler kapatıldı. Tüm siyasi örgütler, sendikalar da beraber kapatıldı. Arkasından gençlere oyalanacakları eskimeyen öğretiler verildi. Birisi Atatürkçülük ülküsü, ilkeleriydi. Hemen okullarda Atatürk İlkeleri İnkılâp Tarihi dersleri zorunlu hale getirildi, Nutuk ezberletme kampanyası başlatıldı. Hatta cezaevlerinde bile en çok kullanılan işkencelerden birisi bilumum marşları okutmak ve en önemlisi defalarca İstiklal Marşı okutmak olmuştu. 

Halka verilen 2. öğreti ise yeniden dinlerini keşfetmeleriydi. İnsanlar dinleri ile 
uğraşacaklar, kendilerine dönecekler ve böylece tehlikeli işlerden uzak duracaklardı. Bu sayede hem kendi huzurlarını yakalayacaklar ve ülkeyi de huzura erdireceklerdi. Kenan Evren bizzat kendisi bile gittiği her yerde icraatlarını anlatıp, kendilerini aklamaya çalışırken hadisler okuyordu. Hadisler ile 12 Eylül’ ü temize çıkarıyor, sözde huzur dağıtıyordu. Kenan Evren ve ekibi siyasetin karşısına daha güçlü bir imgeyi koymuşlardı: İslam 

‘’Dinsiz millet olmaz işte Sovyet Rusya böyleydi. Ne hale geldi, gördük…Onu 
inandırmak için hadis okudum. Peki niye hadis okudum? Çünkü o dini şeye inanmış. Ben onu yıkmak için onun silahıyla mukabele ettim241.’’ 

Aslında bu ideolojik yaklaşımın amacı, yetişen nesillere devlet kontrolü altında bir din algısı kazandırmaktı. İşte bu amaçla İmam Hatip Okulları’ nın sayısı arttırıldı, okullara zorunlu din dersleri konuldu, Kur’ an kursları yaygınlaştırıldı, tarikatlara müsamahakâr davranıldı, devlet televizyonlarında dini sohbetlere yer verildi ve Kenan Evren her konuşmasında dinden bahsederek, Kuran’ dan hadisler okuyarak dini politik söylemin vazgeçilmez bir unsuru haline getirdi. İşin özü din ve siyaseti iç içe soktu… 

Toplumda her kesimden insan darbe öncesinde darbeyi bekler vaziyetteydi. Bir şeyler olsa da kan dursa, anarşizm yok olsa diye umutlanır olunmuştu. Gerçekten de ilk günler sorunsuz gibi görünüyordu ama bir yandan tutuklamalar, her eve amansız ve zamansız dalan postallar, öte yandan cezaevleri ve işkenceler, işkenceciler, işkence mağdurları küstürdü 
toplumu. Zamanla beklentilerin ötesine geçmişti 12 Eylül ve 12 Eylülcüler… 
‘’12 Eylül’ ü değerlendirirken demokrasiden yana ve darbelerin karşısındayız diye her yaptıklarına kötü diyeceğiz diye bir şey yoktur, bu yanlış olur. 12 Eylülcülerin yaptıkları müspet işler yanında, aynı 27 Mayısçılar gibi, 12 Martçılar ve 28 Şubatçılar gibi çok daha kötü menfi işleri de vardır. Hedeflerin hiçbirisine ulaşılamamıştır. En başta demokrasiye ulaşılamamıştır. ‘’Kem aletle kemalat olmaz’’ diye bir eski düstur var. Yanlış bir yolla, tam tersi bir hedefe ulaşmak mümkün mü? Demokrasiye, demokratik yoldan ulaşabilirsiniz.242.’’ 
Halk bir anda sus pus olmuştu, sinmişti, sindirilmişti. Gençlerin boynu bükülmüştü. Herkes bir tarafa savrulmuştu ve başının çaresine bakmaya çalışıyordu. Dayanışma da kalmamıştı. Herkes kendi bireysel hayatından endişelendiği için doğal olarak kendini sağlama almak adına ihbarcılık da yapar olmuştu. Öğrenciler ve diğer devrimciler bir anda kendilerine yer yuva arar hale geldiler. Zira kendi akrabaları ve komşuları bile onları polise afişe edebiliyordu. Devrim yoktu artık, devrim peşinde koşmak hayaldi. Şimdi sadece canı 
kurtarmak vardı…canı sağlam tutabilmek vardı. 

12 Eylül, tek bir cümlede özetlemek gerekirse, Türkiye toplumunun modernleşme sürecine karşı gösterilmiş sert bir muhafazakâr tepkidir. Modernleşme,' özerkleşme' yi içerir, onsuz olamaz. Bu, toplumun kendi kaderini kendi eline alması demektir. Yani demokratikleşme demektir. Yani, toplumun, kendini güden iktidar seçkinleri karşısında özerkliğini kazanması demektir. 12 Eylül buna karşı bir tepkiydi (27 Mayıs' ın, onu izleyen şubat-mayıs girişimlerinin ve 12 Mart' ın da olduğu gibi). Toplumun ve toplum adına hareket 
etme iddiasında birtakım siyasi grupların bu 'modernleşme' girişiminde gösterdikleri felaket ehliyetsizlik, 12 Eylül gibi bir tepkiye meşruiyet zemini kazandırdı.243.’’ 
12 Eylül sonrası oligarşi her şeye hâkimdi, her yolu tıkamıştı ve halkın o dönem 
yapabileceği çok fazla bir şey yoktu. Her türlü düşünce yok ediliyor, her anlamda pasifizasyon yerleştirilmeye çalışılıyordu. İş askeri ve siyaset bazında tamamlanınca ekonomiye de el atıldı. 24 Ocak 1980 günü Demirel' in azınlık hükümeti tarafından ilan edilen ekonomik kararlar, tüm yönleriyle uygulamaya sokuldu ve dünya ekonomik buhranının ülkemize yansıyan boyutları kitlelerin sırtına acımasızca yüklendi. Toplum ses vermedi…tepki hiç vermedi…sadece söylenenlere uydu… 

Aslında toplumların vardıkları olumlu ya da olumsuz sonuçların tek bir sorumlusu, tek bir suçlusu yoktur. Konuya 11 Eylül 1980 günü varılan nokta açısından bakarsak, suçlu, sağda ve solda tetik çeken katillerle birlikte, dışarıdan Türkiye’ ye silah sokanlar, çıkarları gereği, ülkenin güçlenmesini istemeyenler, Anadolu’ yu bölmek isteyenler, cinayet şebekelerine, maddi ve manevi destek sağlayanlar, terör ve anarşiye yeterince başkaldırmayanlar, gerekli 
önlemleri almayan ve aldırmayanlardır diyebiliriz. Sözün kısası, suçlu tüm toplumdur. Ancak tüm toplum da suçlunun ancak yarısıdır, çünkü öteki yarı dış dünyadadır.244. 24 Ocak Kararları ile birlikte ekonomide önce bir sıçrama olmuştu ama sonrasında ekonomik değerler dibe vurdu. Bir anda ortalıkta fırsatçılar dolaşmaya başladı. Vurgunculuk, bulduğu yeri köşe kapmacılık, ufak ufak sermayeleri bankalara yatırarak küçük işletmecilik rolüne bürünmecilik, yiyicilik trend haline geldi. Bankerler dört bir yanı tutmuş hayal dağıtıyordu ve ona kanan halk bir müddet sonra hayallerinin kurbanı oluyordu. 

1981 Banker faciası ile biterken, 1982’ de yeni anayasanın ve cumhurbaşkanın 
seçileceği yıl oldu. Üstelik hem anayasa hem cumhurbaşkanı birlikte oylandı. İnsanlar pusulaların içinde şeffaf zarflar içerisine olması gerekeni değil arzu edileni oylamışlardı. Evren artık Cumhurbaşkanı ve 12 Eylül’ den sonra MGK’ nın uyguladıkları da anayasa olmuştu. 

‘’O anayasa (61 Anayasası) bize bol geldi, içinde oynamaya başladık. Oynaya oynaya 12 Eylül’ e geldik, dedim ve yine ilave ettim: toplumun güvenliği, toplumun huzuru için kişi hak ve menfaatlerinden bazı fedakârlıkta bulunmalıyız.(Evren/Afyon konuşması, 29.08.1982)245.’’ 

MGK 1982 yılında anayasayı da değiştirerek olaya son noktayı koyuyordu. 82 Anayasası ile MGK 12 Eylül’ den itibaren yaptıklarını teyit etmiş oluyordu. Her şeyi tamamladıklarına inanıp da sahneden inecekleri zaman arkalarında yadigâr olarak anayasayı bırakacaklardı. Kutsal emanet, görevi, onlara sadık bir şekilde yürütecekti. ‘’Anayasayı suçlu ilan edip, toplumu biçimlendirmek için yeni bir anayasa yaparsanız ve bu yeni anayasadan birtakım gelişmeleri engellemesini beklerseniz, o zaman yeni anayasa temel hak ve özgürlükler açısından koruyucu değil sınırlayıcı ve kısıtlayıcı bir nitelik taşır. Bu da yeni bir anayasa sorunu ve yeni bir toplumsal bunalım yaratmaktan başka bir işe yaramaz. 
Aynen 1982 Anayasası’ nın yaptığı gibi.246.’’ 

1982 yılı itibarıyla bir başka gelişme elbette YÖK’ ün kurulması ve YÖK ile birlikte eğitim sisteminin allak bullak olmasıydı. Öyle ki 80 öncesi bulduğu her şeyi okuyan ama gerçekten çok okuyan, araştıran, sorgulayan bir nesil yerine artık okumayı bırakacak, okumaktan korkacak, düşünme ve sorgulamaktan yoksun yeni bir nesil gelecekti. Müfredat hantallaşacak, yoğunlaştırılacak fakat içi kof kalacaktı. Öğrenciler okullarda askeri disiplini öğrenecek ve nasıl silik olunur öğretisi üzerine öğretmenlerinden tavsiyeler alarak yetişeceklerdi. Öğretmenlerin en önemli öğüdü ruhun ve bedenin temizliğiydi. Ruh ve beden temizliği sağlanırsa nasıl olursa olsun etrafta her şey temiz kalabilirdi. Ufku daraltma hedefi  12’ den vurulmuştu. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

237 Hasan Bülent Kahraman, ‘’Radikalizm, Devlet ve AKP’’, Radikal Gazetesi, 13.12.2002 
238 Mehmet Ali Kılıçbay, ‘’11 -12 Eylül arasında Türkiye’’, Zaman Gazetesi, 30.09.2002 
239 Yalçın Bayer, ‘’Türk İş Hak Arayamıyor’’, Hürriyet Gazetesi, 14.07.2009 
240 Halil Berktay, ‘’Türkiye 12 Eylül Darbesi’ ne Adım Adım Hazırlanmıştı’’, Taraf Gazetesi, 01 Ekim 2008 
241 Mehmet Ali Birand-Rıdvan Akar, ‘’12 Eylül-Türkiye’ nin Miladı’’, Doğan Kitap-İstanbul, 5. baskı, Eylül- 2006, s.169 
242 Doç. Dr. Davut Dursun, -Hasan Celal Güzel’ le söyleşi-‘’12 Eylül Darbesi / Hatıralar, Gözlemler, Düşünceler’’, Şehir Yayınları, İstanbul, Ocak 2005, s.227 
243 Murat Belge, ‘’12 Eylül’ den bugünlere’’, Radikal Gazetesi, 29.07.2003 
244 Emre Kongar, ‘’ 12 Eylül Kültürü’’, Remzi Kitapevi-5. Basım, İstanbul- Temmuz 2007, s.132 
245 Mehmet Ali Birand-Rıdvan Akar, ‘’12 Eylül-Türkiye’ nin Miladı’’, Doğan Kitap-İstanbul, 5. baskı, Eylül- 2006, s. 214 
246 Emre Kongar, ‘’ 12 Eylül Kültürü’’, Remzi Kitapevi-5. Basım, İstanbul- Temmuz 2007, s.132 


20 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

16 Aralık 2015 Çarşamba

28 ŞUBAT SÜRECİ ARİFESİNDE VE ERTESİNDE İKİ MİLLİ GÖRÜŞ PARTİSİ: REFAH PARTİSİ (RP) - FAZİLET PARTİSİ (FP) ( KARŞILAŞTIRMALI BİR ANALİZ ), 5




28 ŞUBAT SÜRECİ ARİFESİNDE VE ERTESİNDE İKİ MİLLİ GÖRÜŞ  PARTİSİ: REFAH PARTİSİ (RP) - FAZİLET PARTİSİ (FP)  ( KARŞILAŞTIRMALI BİR ANALİZ ), 5


5. İKİ MİLLİ GÖRÜŞ PARTİSİNİN KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ 


Çalışmada incelenen siyasi partilerden RP’nin selefi olan Milli Görüş Partileri (MNP ve MSP), AP döneminde büyük sanayici ve serbest piyasadan yana izlenen, küçük ve bağımsız esnaf, zanaatkâr ve çiftçinin aleyhine olan politikalardan dolayı beliren sınıfsal ayrışmanın ürünü olarak ortaya çıkmış ve bu süreçte aleyhine politika izlenen ‘mağdur’ kitlelerce desteklenmiştir (Sarıbay, 1985: 96). 12 Eylül 1980 Askeri Müdahalesi’yle kapatılan İkinci Milli Görüş partisi MSP’nin halefi olarak 13 Temmuz 1983’te Avukat Ali Türkmen’in 
başkanlığında 33 kişi tarafından kurulan RP de (Çakır, 2005: 548), kendisini İslamcılık çeperi içinde ifade etmiş küçük ölçekli işadamları ve Anadolu’da henüz palazlanmaya başlayan yeni burjuva ile yoksul ve yeni kentleşmiş kitleler tarafından desteklenen bir Milli Görüş partisidir. Dünya görüşünü Milli Görüş şeklinde tanımlayan RP, dini motifleri ve mesajları olabildiğince açık bir şekilde kullanan hem İslamcı hem de milliyetçi bir parti olarak nitelenebilir. 28 Şubat 1997 tarihli MGK bildirisinin ve 21 Mayıs 1997’de RP’nin aleyhine açılan kapatma davasının ardından Partinin kapatılma tehlikesini gören yetkililerce (Mert, 2008: 79) Avukat İsmail Alptekin’in başkanlığında kurulan dördüncü Milli Görüş 
partisi FP de selefi RP gibi Meclis dışından isimlerce kurulan; ancak RP’nin Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatılmasından sonra, siyasi yasaklı isimler dışındaki bütün partililerin katılımıyla Meclis’te temsil edilme olanağına kavuşan bir siyasi partidir (Karaalioğlu, 2001: 10-11). RP’den farklı olarak Parti Programı’nda demokrasi ve insan haklarının öncelendiği, liberal değerlerin vurgulandığı ve RP’nin devamı gibi algılanmamak için Parti üst yönetiminde bir kısım eski ANAP’lı yöneticilerin yer aldığı FP (Poyraz, 2010: 326), her ne kadar RP’nin siyasi ve ideolojik mirasını görünüşte terk etmek zorunda kalsa da sayısız meşruiyet sınavından geçmek zorunda kalmış (Dursun, 2004: 7) ve 
nihayet RP’yle aynı kaderi paylaşmıştır. Milli Görüş Hareketi içinde yer alan her iki parti genel merkezden mahallelere kadar inmeyi başaran bir örgüt yapısına ve devasa bir üye sayısına sahip olduğu gibi, özellikle kadının kamusal alana çıkışı ve siyasallaşmasında öncü rol üstlenen RP, Hanım Komisyonları gibi örgütleri sayesinde en ücra köşedeki ailelerle bile irtibata geçerek geniş bir kitlenin Partiye üyeliğini sağlamış ve beğenisini kazanmıştır. Maurice Duverger tarafından kadro partileri ve kitle partileri şeklinde yapılan ayrım göz 
önünde tutulduğunda; her iki partinin de kitle partisi olduğu sonucuna erişilmektedir. 

Çünkü kitle partileri, parlamento dışında ortaya çıkan, geniş üye tabanlarına ve güçlü bir parti teşkilatlanmasına sahip (Türköne, 2003: 260), eşraftan, tüccardan, bankacılardan az sayıda ama yoğun bir yardım görmedikleri için çok sayıda kişiden meblağı az; ancak devamlı ödenti toplamak başka bir ifadeyle üye sayısını yüksek (Çam, 1999: 442) tutmak durumunda olan, faaliyetleri seçim zamanlarıyla sınırlı olmayan, parti bürokrasisinin gelişkin, örgütü disipline olmuş ve meclis gruplarının da örgüte katı bir disiplinle bağlı olduğu partilerdir. Esnek olmayan bir ideolojiye sahip olan kitle partilerinde, bu ideoloji doğrultusunda eğitim faaliyetleri ve parti içi propaganda ve seminerler de örgüt yapısını 
disiplinli ve canlı tutmanın yanı sıra, partinin ideolojisinin pekiştirilmesine de katkıda bulunmaktadır (Yücekök, 1987: 92). Meclis dışından kişilerce kurulmaları, küçük ölçekli işadamları ve Anadolu burjuvazisi ile yoksul ve yeni kentleşmiş kitlelerce desteklenmeleri, örgütsel ve siyasi faaliyetlerinin süreklilik arz etmesi, dozajı farklılık gösterse de Milli Görüş diye adlandırdıkları ideolojinin izlerini taşımaları bakımından her iki parti, kitle partisi olarak nitelenebilir. 


RP ve FP, vatandaş-devlet ikileminde tercihini vatandaştan yana yaptığını beyan eden, adalet, bayındırlık, içişleri gibi konularda büyük bir hamleye ve revizyona gidilmesi gerektiği inancını paylaşan, gittikçe daha az dinsel kavramlardan oluşan, daha demokrat ve daha sivil toplumcu bir söyleme yönelen ve ehlileşen birer parti profili çizmiştir. Ordunun ve yargının soğuk nefesini sürekli ensesinde hisseden Milli Görüş Hareketi’ne mensup olan her iki parti, askeri müdahaleler ya da kapatma davalarıyla ülkenin yüzleştiği ‘yukarıdan ayarlı’ dönemlerin ürünü ve mağduru olan, ortak makûs kaderi paylaşan ‘talihsiz siyasi partiler’ olarak addedilebilir. İncelenen partilerden RP, kuruluşundan kapatılmasına kadar 
sürekli ordunun gözetiminde ve tesiri altında tutulmak istenen, selefi olan Milli Görüş partileri gibi karşı devrimci ya da Atatürk karşıtı bir siyasi parti olarak damgalanmaktan kurtulamayan bir partidir. Şöyle ki, henüz kurulmasının ardından ordunun kamu yaşamında İslam’ın rolüyle ilgili sert düzenlemeleri sürdürmeye karar vermesinden dolayı MGK tarafından kurucu üyeleri veto edilen ve bu yüzden 6 Kasım 1983 genel seçimlerine katılamayan (Yavuz, 1997: 71) RP’nin geniş bir halk desteği aldığı 24 Aralık 1995 genel seçimlerinden sonra da RP’siz hükümet arayışlarında ordu bizzat yer alarak birtakım etki ve telkinlerde bulunmuş, Refahyol Hükümeti’nin ilk altıncı ayından sonra da Batı Çalışma 
Grubu, Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi ve Türkiye-İsrail Askeri Eğitim Anlaşması’nın Başbakan Erbakan’a imzalatılması gibi ordunun günlük politikada inisiyatifi ele alma hususundaki kararlılığını gösterdiği ve nihayet 28 Şubat 1997 tarihli MGK bildirisinin açıklanmasıyla Hükümetin iyice sıkışmış bir alanda MGK’nın gözetim ve denetimi altında yürütme faaliyetini icra etmeye mahkûm hale geldiği görülmüştür (Erdoğan, 2007: 15). 28 


Şubat 1997 tarihli MGK bildirisinin ardından kurulan FP de selefi RP gibi katıldığı ilk genel seçimlerde ordunun telkin ve tesirlerinden nasibini almıştır. Şöyle ki, siyasal faaliyet alanını bir ölçüde belirleyen meşruiyet ölçülerini MGK dolayımıyla takip eden Cumhurbaşkanı Demirel tarafından 18 Nisan 1999 genel ve yerel seçimleri öncesinde seçim kampanyalarının 28 Şubat süreciyle hesaplaşmaya dönüştürülmemesi ve askerin siyasete alet edilmemesi telkin edilmiş (Dursun, 2004: 7), seçimlerden önce çeşitli platformlarda üst düzey ordu mensuplarınca FP’yle irticayı özdeşleştiren veya “28 Şubat süreci gerekirse bin yıl sürer” gibi keskin beyanlarda bulunulmuş, FP’nin Genel Başkanı Kutan’la da ordu 
arasında başlayan restleşmeler FP’yi iyice çıkmaza sokmuştur. 7 Mayıs 1999’da FP aleyhine açılan kapatma davası da kapatılma baskısı altında geçecek yirmi altı aylık sancılı bir dönemi beraberinde getirmiş ve nihayet FP de halefi RP gibi Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatılmıştır. 

Adil Düzen retoriğine sahip olan RP, selefi olan Milli Görüş partilerinden farklı olarak, devletçi ve korumacı politikalardan vazgeçerek piyasa ekonomisi modeline yönelmiştir (Yavuz, 2005: 597). Ancak RP’nin Adil Düzen modeli, Batı’nın serbest piyasa ekonomisiyle Doğu Bloku ülkelerinin devlet kontrollü Sosyalizmi arasında karma bir ekonomik yapıyı canlandıran, devletin temel altyapı ve bölüşüm desteği sağlanmasında önemli rol oynadığı özel girişimin teşkilinin ekonominin lokomotifi olarak görüldüğü, özellikle faizsiz bankacılık gibi bir grup İslami elementi de içeren (Öniş, 1997: 754), hızlı ekonomik gelişme ve ulusal gelirin adil dağıtımı ana temalarına dayanan, kronik ekonomik 
problemlere ve toplumda algılanan ahlaki erozyona karşı geliştirilen eklektik, kompleks ve ütopik bir ekonomik yapıyı ifade etmektedir (Yılmaz, 2012: 368). RP’nin halefi FP ise, birincil hedefi olarak Adil Düzen’i kurmak değil, insan hakları, siyasi özgürlük ve Türkiye’de özgürlük gibi alanları yeğlemiş (Küçükcan, 2003: 497); selefi RP’nin iktisadi liberalizmine aykırı, kolektif iktisadi anlayışından hayli uzaklaşmış bir görüntü sergilemiştir (Çaha, 2000: 171). 

FP’nin Programına göz atıldığında, bu durum daha iyi anlaşılmaktadır. Parti Programı’na bakıldığında, devletin imkânlar dahilinde ticari ve sınai 
faaliyetlerin dışında tutulması ve bu çalışmaların özel sektör eliyle yaptırmanın gerekliliği, devletin asli fonksiyonu olan güvenlik, adalet, eğitim, sağlık ve altyapı hizmetlerini üstlenmesi, denetleyici, düzenleyici ve yol gösterici olarak özel teşebbüsün gelişebilmesi amacıyla serbest piyasa ekonomisinin gereklerini hazırlaması gerektiği, ana amaçlarının üretim ekonomisine geçmek olduğu (Fazilet Partisi, 1998: 15-16) şeklinde liberal ekonominin gereklerine vurgu yapılmış ve RP’den farklı olarak faizsiz bankacılık gibi İslami elementleri içermeyen, daha açık ve tutarlı bir söylemin hâkim olduğu görülmektedir. 

MGK vetosu sebebiyle 6 Kasım 1983 genel seçimlerine katılamayan RP, ilk katıldığı 25 Mart 1984 yerel seçimlerinden başlamak üzere, 29 Kasım 1987 genel seçimlerinde, 26 Mart 1989 yerel seçimlerinde, 20 Ekim 1991 genel seçimlerinde oy oranını sürekli olarak yükselten, en büyük başarısını 27 Mart 1994 yerel seçimlerinde elde eden ve en son katıldığı 24 Aralık 1995 genel seçimlerinden de %21.3’lük oy oranıyla birinci parti olarak çıkmayı başararak popülaritesini zirveye taşıyan bir siyasi partidir. 18 Nisan 1999 genel ve yerel seçimlerinde genelde %15.4 oranında oy alan FP’nin oylarında ise, düşme olmuştur. Çünkü 24 Aralık 1995 genel seçimlerinde RP’nin aldığı oy oranı göz önünde tutulduğunda, genel oylarda FP’nin %29’luk bir oy kaybının olduğu söylenebilir. Ancak yerelde belediyelerde %18.4, büyükşehir belediyelerinde %23.7 oy oranını yakalayan FP, her ne kadar RP’nin 27 Mart 1994 yerel seçimlerindeki başarısının altında kalsa da, yerel seçimlerde birinci parti olarak çıkmayı başarmıştır. Seçimlerdeki performansı bu şekilde betimlenebilen iki Milli Görüş partisinin dış politika anlayışı birbirinden oldukça farklılık göstermektedir. Dış politikada Batı ve AB karşıtı bir politika izleyen RP’nin dış politikadaki temel hedefini, Türkiye ile geri kalan İslam ülkeleri arasında sıkı bir birlik oluşturmak teşkil etmektedir. Türkiye’yi ekonomik potansiyeli ve jeopolitik pozisyonu 
bakımından İslam dünyasının liderliği için doğal bir ülke olarak gören RP (Öniş, 1997: 754), 

AB’yi kültürel, ekonomik ve dini bakımdan farklı olması, karar alma sürecinin muğlak ve Türkiye’ye kapalı olması, Müslüman toplulukların AB içinde uğradığı baskıyı belirterek yoğun bir şekilde eleştirmekte ve reddetmektedir. Ayrıca özellikle Türkiye’nin AB’nin resmi karar alma sürecine dahil olmadan AB’nin dış ticaret politikasına uymak zorunda kaldığı gerekçesiyle Gümrük Birliği’ne de karşı çıkmıştır (Robins, 1997: 86). RP’nin halefi FP ise, selefinden farklı olarak ve biraz da varlığını garanti altına almak gayesiyle Batı’yla bütünleşme yanlısı, liberal ekonomi taraftarı ve demokratik hukuk devleti savunucusu bir parti görünümüne bürünmeyi yeğlemiştir (Okutan, 2006: 317). 
Türkiye’nin coğrafi konumu ve tarihi itibariyle Avrupa ile ilişkilerden uzak kalamayacağını ve bu ilişkilerin düzeyinin ülkenin uluslararası konumunu etkilemeye devam edeceğini vurgulayan FP (Fazilet Partisi, 1999: 45), bir an önce AB’ye tam üye olunmasını istemiştir. 

İslam Birliği ile ilişkili olarak G-7’nin alternatifi olarak D-8’in kurulmasını önermesi, Başbakan sıfatıyla Erbakan’ın ilk yurtdışı gezisini İran, Pakistan, Malezya, Singapur ve Endonezya gibi Asya ülkelerine yapması, Parti Programı’nda milli eğitim ve öğretimde din eğitimine ayrı bir önem verdiğini belirtmesi, başörtüsüyle üniversitelere devam edilmesine öncülük ederek destek vermesi, Erbakan’ın Başbakanlık Konutu’nda tarikat liderlerine ve din adamlarına iftar yemeği vermesi gibi çok sayıda örnek RP’nin dini motifleri ve mesajları olabildiğince açık şekilde kullanan İslamcı bir siyasi parti olduğunu göstermekte dir. Kendisi için siyasetin başlıca bağlamı kapatılma korkusu olan FP ise, İslamiyet’e ve İslami değerlere açıkça göndermede bulunmadan kaçınarak, yerel yönetimlere yetki aktarımını vurgulayan, Türkiye’nin Avrupalı (AB yanlısı) dış politikasına bağlı olduğunu ilan eden; demokrasiye, birey ve insan haklarına vurgu yapan çok daha ılımlı bir programı ve söylemi benimsemiştir (Yavuz, 2011: 95). FP, Şen (2004: 275)’in belirttiği gibi, kendinden önceki Milli Görüş partilerince Müslümanların haklarının korunmasına yönelik yapılan laiklik tanımının kapsamını da tüm inanç gruplarını kapsayacak şekilde genişleten bir ifade şeklini tercih etmiştir. Birçok platformda devletin müdahaleciliğinin yanı sıra, farklı inanç gruplarının birbirleri üzerinde baskı kurmalarına da karşı olduğunu ifade eden FP, kısmen de olsa Milli Görüş Hareketi’nin varolan laiklik anlayışının dışına çıkmaya başlamıştır. 

Ayrıca FP, selefi Milli Görüş partilerinden farklı olarak sivil toplumun güçlendirilmesi ve sivil toplum kuruluşlarıyla ilişkilere öncelikli konuları arasında yer vermeyi yeğlemiştir. Sivil toplum kuruluşlarıyla demokrasi arasında kurulan ilişkinin uzantısında, sivil toplum kuruluşlarının güçlendirilmesiyle demokrasinin güçlendirileceğini, demokrasinin güçlendirilmesiyle de halkın katılımının ve ülkenin güçlenmesinin sağlanacağını, toplumsal sorunların çözümündeki araçlardan biri olarak betimlediği sivil toplum kuruluşlarının önemini vurgulamıştır (Öner ve Tan, 2000: 162-163). 

İslamcı bir parti olan RP’nin Programı’nda, ailenin milletin temeli olduğuna, fertlerin manevi eğitim ve gelişiminin aileden başladığına, ailenin güçlenmesi, huzur ve saadet içinde yaşaması ve her türlü yıkıcı maddi ve manevi tehditten korunması için gereken bütün önlemlerin alınacağına değinilmiş (Refah Partisi Programı, 1986: 8-9) olup, FP’nin Programı’nda da ailenin toplumun temel sosyal kurumu olarak görüldüğü ve ailenin korunup geliştirilmesinin partinin temel politikalarından biri olduğu ifade edilmiştir (Fazilet Partisi, 1998: 8). Muhafazakâr kimliğe sahip olan her iki partideki aile vurgusu, aileye gelenekleri üretmesi, bireye kimlik ve kişilik kazandırması, temel eğitim kurumlarından biri 
olma işlevini üstlenmesi bakımından kutsiyet atfeden muhafazakâr düşünceyle tutarlılık göstermektedir (Şeyhanlıoğlu, 2011:34). Ancak muhafazakâr düşüncenin aile içine hapsettiği, anne ve eş rolünde değer verdiği; geleneksel tarihsel rolünden sıyrılarak ekonomik, siyasi ve toplumsal alanda bağımsız bir birey olarak yer almasına sıcak bakmadığı kadın, RP döneminde muhafazakâr düşüncenin teamüllerine ve önceki Milli Görüş partilerinden farklı olarak kamusal ve siyasal alanda görünmeye başlamış (Çakır, 2000: 32), fikirlerini sahiplendiği İslami düşünürlerin karşı oldukları “kadının kamusal alana çıkışı” konusunda büyük bir yol kat etmiştir. Bu süreçte RP’nin kadınlara karşı siyasette uyandırdığı ilgi kadının geleneksel ev kadını rolünden sıyrılıp politik bireye dönüşmesinde önemli rol üstlenmiştir (Çaha, 2010: 257). Aileden bağımsız olarak birey 
olarak kadına Parti Programı’nda değinmemesine rağmen izlediği politikayla Türkiye’de kadının kamusal ve siyasal alanda görünürlüğünün artmasında yadsınamayacak düzeyde katkısı olan RP’nin aksine FP’nin Program ve Seçim Beyannamesinde kadına yer verilmiştir. Parti Programı’nda kadının ailenin ve toplumun temel direği olarak görüldüğü, ekonomik ve sosyal hayatta daha başarılı olabilmesi için eğitim ve öğrenimine özel ilgi gösterileceğini belirten FP, Seçim Beyannamesi’nde de çalışan kadının korunmasının, kadının toplumsal konumu ve haklarının güvence altına alınmasının, eğitimde, siyasi ve ekonomik hayatta erkeklerle eşit haklara sahip olmasının öncelikleri arasında yer aldığı ve 
bunlara dönük somut projelerinin olduğuna değinmiştir (Fazilet Partisi, 1999: 102-137). 

Ancak FP’nin Parti Programı ve Seçim Beyannamesi’ndeki bu farklılığın izlediği siyasete yansımadığı görülmüştür. 

Yukarıda değinildiği gibi, 28 Şubat süreciyle miadı dolan RP’nin yerine Milli Görüş Hareketi’nin dördüncü partisi olarak FP geçmiş ve kapatılan RP’nin siyasi yasaklı isimleri dışındaki bütün partililer FP’ye katılmıştır. Ancak FP’nin kapatılmasından sonra Milli Görüş Hareketi’nin tek bir siyasi partiye kanalize olmadığı ve iki siyasi partiye bölündüğü görülmüştür. FP’de 28 Şubat süreciyle RP’nin kapatılmasından Parti’nin efsanevi lideri Erbakan’ı sorumlu tutan, Milli Görüş Hareketi’nin geçmişte yaptığı hataların sorgulanması gerektiğini düşünen, demokratik, hukuki, liberal ve Batı eksenli politikalara yönelmeyi tercih eden muhalif bir kanat olan “Yenilikçiler”in belirmesiyle Parti içinde devrim niteliğinde gelişmeler gözlenmiştir. FP’deki statükocu yapıyı savunan “Gelenekçi” kanada rağmen Parti içinde arzu ettiği siyaseti savunamayacağını anlayan “Yenilikçiler”in 14 


Mayıs 2000’de yapılan FP Kongresi’nde “Gelenekçiler”in adayı olan Recai Kutan’a karşı kendi adayı olan Abdullah Gül’ü çıkarması, Milli Görüş Hareketi’ndeki kırılmaya işaret etmektedir. Nihayet FP’nin Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatılmasıyla da, Milli Görüş Hareketi’nden iki siyasi parti doğmuştur. Bunlardan biri aynı çizgide yer alan beşinci Milli Görüş partisi olan Saadet Partisi ve “Milli Görüş gömleğini çıkararak” siyasi hayatına “ Muhafazakâr Demokrat ” kimliğiyle başladığını ifade eden AK Parti’dir. 


6. SONUÇ 


Milli Görüş Hareketi’nin ilk partileri olan MNP ve MSP, sırtını Batı’ya dönerek ülkenin dış politika yönelimini tersine çevirmeye çalışan, küçük sanayici ve tüccara dayalı bir ulusal gelişmeyi öngören, karşı devrimci ya da Atatürk karşıtı birer siyasi parti olarak damgalanmaktan, yargı ve ordunun tesir ve nüfuzundan, kendilerine biçtiği akıbetten kurtulamayan ‘talihsiz” İslamcı partilerdir. 12 Eylül 1980 Askeri Müdahalesi’nin ardından cuntanın demokratik hayata dönüş kararıyla kurulan üçüncü Milli Görüş partisi olan RP de selefi Milli Görüş partileri gibi ordu ve yargının “bıktırıcı”/baskın tesirinden kurtulamayan, anti Batıcı ve yönelimi İslam ülkelerine dönük olan dış politika anlayışına sahip, dini motif 
ve mesajları alabildiğince açık bir şekilde kullanan; ancak selefi Milli görüş partilerine göre daha az dinsel kavramlardan oluşan, daha demokratik bir söyleme sahip olan, içinde birtakım İslami elementleri barındıran, eklektik, kompleks ve ütopik bir ekonomi yaklaşımı olan Adil Düzen retoriğini benimseyen, katıldığı yerel ve genel seçimlerde siyasi başarısını sürekli artırarak popülaritesini zirveye taşıyan, ‘Milli Görüş Hareketi’nin kalesi’ olarak nitelenebilen bir siyasi partidir. RP’nin kapatılma tehlikesini gören yetkililerce kurulan ve RP’nin kapatılmasıyla bağımsız kalan milletvekillerinin katılımıyla Meclis’te temsil edilme olanağına kavuşan FP, başta RP olmak üzere selefi Milli Görüş partilerinden farklı olarak dış politikada yönünü Batı’ya çeviren, söylemini demokrasi, insan hakları ve özgürlükler üzerine bina eden, Adil Düzen projesinden uzaklaşarak liberal ekonominin gereklerine vurgu yapan, İslami elementleri içermeyen bir ekonomi anlayışını benimseyen; ancak değişmesine rağmen selefi Milli Görüş partileri gibi ordu ve yargının soğuk nefesini sürekli 
ensesinde hisseden ve kendinden önceki Milli Görüş partilerinin makûs kaderini paylaşan bir diğer siyasi partidir. Başka bir ifadeyle FP, 28 Şubat sürecinden ders çıkaran, bu bağlamda değişen; ancak kaderi değişmeyen bir siyasi partidir. 

Sonuç olarak sosyolojik kökenler ve sınıfsal temsiliyet açısından benzerlik gösteren her iki partinin, Maurice Duverger tarafından yapılan kadro partileri ve kitle partileri şeklindeki ayrım göz önünde tutulduğunda kitle partisi olduğu, vatandaş-devlet ikileminde tercihini vatandaştan yana yaptığını beyan eden, adalet, içişleri, bayındırlık gibi konularda ortak düşüncelere sahip olan, ülkenin ordu ve yargının müdahaleleriyle yüzleştiği ‘yukarıdan ayarlı’ dönemlerin ürünü ve mağduru olan, doğuşu ve akıbeti benzerlik gösteren talihsiz Milli Görüş partileri olduğu görülmektedir. Ancak ekonomi anlayışı olarak hızlı ekonomik gelişme ve ulusal gelirin adil dağıtımı ana temalarına dayanan, birtakım İslami elementleri de içerecek şekilde dini, örfi ve ahlaki yönlere uzanan eklektik, kompleks ve ütopik bir proje olan Adil Düzen’i benimseyen RP’nin aksine, FP’nin İslami elementleri içermeyen, daha açık ve tutarlı argümanlara dayanan bir ekonomi anlayışını benimsediği; katıldığı yerel ve genel seçimlerde siyasi başarısını sürekli artıran, Batı ve AB karşıtı bir politika izleyen RP’ye rağmen, katıldığı genel seçimlerde oylarını düşüren FP’nin 28 Şubat sürecinden ders çıkararak biraz da kendi varlığını garanti altına almak için Batı’yla bütünleşme yanlısı ve AB’ye tam üyeliği savunan bir parti olduğu anlaşılmaktadır. Dini motifleri ve mesajları selefi Milli Görüş partilerine göre daha az; ancak olabildiğince açık şekilde kullanan İslamcı parti RP’nin aksine FP’nin, dinsel kavramlardan imtina ederek liberal değerleri vurgulayan, insan hakları ve demokrasiyi önceleyen bir söyleme yöneldiği, demokrasiyle ilişkili olarak gördüğü sivil topluma öncelikli konuları arasında yer veren bir parti olduğu tespit edilmiştir. Aile konusundaki vurgu benzerliğine rağmen kadının siyasal 
alanda görünümüne katkı sağlaması ve politize olmasında önemli roller üstlenen RP’ye karşın program ve seçim beyannamesinde kadına daha fazla yer veren FP’nin bunu izlediği politikaya aktaramadığı; miadı dolan her iki partiden sonra Milli Görüş Hareketi’ndeki bütünlüğün aynı şekilde korunamadığı, FP deneyimiyle Milli Görüş Hareketi’nde “Gelenekçiler” ve “Yenilikçiler” ayrımının belirdiği ve FP’nin kapatılmasıyla da SP ve AK Parti şeklinde Milli Görüş Hareketi’nden iki siyasi partinin doğduğu sonucuna erişilmiştir. 


KAYNAKÇA 

AHMAD, F. (2011). Modern Türkiye’nin Oluşumu, (Çev.) ALOGAN, Y., Kaynak Yayınları, İstanbul. 

AKDOĞAN, Y. (2005). “Adalet ve Kalkınma Partisi”, (Ed.) BORA, T. ve GÜLTEKİNGİL, M., Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce İslamcılık (Cilt 6), 
İletişim Yayınları, İstanbul. 

AKEL, A. (1999). Erbakan ve Generaller, Şura Yayınları, İstanbul. 

AKIN, K. (2000). Milli Nizam’dan 28 Şubat’a Olaylı Adam Erbakan, Birey Yayıncılık, İstanbul. 

AY, Ş. (2004). “Türkiye’de Siyasal İslam”, Mevzuat Dergisi, (83): 1-13. 

AYDIN, M. (2012). “Darbecilikte Son Perde: 28 Şubat”, (Ed.) BABACAN, A., Bin Yılın Sonu 28 Şubat: Süreklilik ve Kopuş, Cilt: 3, Pınar Yayınları, İstanbul. 

AYKOL, H. (2009). Türkiye’de Siyasi Parti Kapatmanın Tarihi, İmge Kitabevi, İstanbul. 

BAKAN, S. ve ARPACI, I. (2012). “Liberal Değişim Sürecinde Dönüşen ve Dönüştüren Muhafazakârlık”, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi İktisadi ve İdari 
Bilimler Dergisi, 2(2): 131-140. 

BAYRAMOĞLU, A. (2007). 28 Şubat Bir Müdahalenin Güncesi, İletişim Yayınları, İstanbul. 

BİLGİN, H. D. (2008). “Foreign Policy Orientation of Turkey’s Pro-Islamist Parties: A Comparative Study of the AKP and Refah”, Turkish Studies, 9(3): 407-421. 

BÖLÜKBAŞI, M. (2012). “Milli Görüş’ten Muhafazakâr Demokrasiye: Türkiye’de 28 Şubat Süreci Sonrası İslami Elitlerin Dönüşümü”, İnsan ve Toplum Bilimleri 
Araştırmaları Dergisi, 1(1): 166-187. 

BULAÇ, A. (2009). Göçün ve Kentin Siyaseti (MNP’den SP’ye Milli Görüş Partileri), Çıra Yayınları, İstanbul. 

CEVİZOĞLU, H. (2003). 28 Şubat Bir Hükümet Nasıl Devrildi, Ceviz Kabuğu Yayınları, Ankara. 

ÇAHA, Ö (2010). Sivil Kadın Türkiye’de Kadın ve Sivil Toplum, Savaş Yayınevi, Ankara. 

ÇAHA, Ö. (2007). Dört Akım Dört Siyaset, Orion Kitabevi, Ankara. 

ÇAHA, Ö. (2000). “Türkiye’de Siyasal Partiler ve Avrupa Birliği”, İslâmî Araştırmalar Dergisi, 13(2): 163-170. 

ÇAKIR, R. (2005). “Milli Görüş Hareketi”, (Ed.) BORA, T. ve GÜLTEKİNGİL, M., Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce İslamcılık (Cilt 6), İletişim Yayınları, İstanbul. 

ÇAKIR, R. (2000). “Dindar Kadının Serüveni”, Birikim, (137): 27-35. 

ÇALMUK, F. (2005). “Necmettin Erbakan”, (Ed.) BORA, T. ve GÜLTEKİNGİL, M., Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce İslamcılık (Cilt 6), İletişim Yayınları, İstanbul. 

ÇAM, E. (1999). Siyaset Bilimine Giriş, Der Yayınları, İstanbul. 

ÇAYHAN, E. (1997). Dünden Bugüne Türkiye Avrupa Birliği İlişkileri ve Siyasal Partilerin Konuya Bakışı, Boyut Yayıncılık, İstanbul. 

DEMİREL, A. (2013). “Çok Partili Hayat, Siyaset, Partiler, Seçimler”, (Ed.) DEMİREL, A. ve SÖZEN, S., Türk Siyasal Hayatı, Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 
Yayınları, Eskişehir. 

DURSUN, Ç. (2004). “Televizyon Haberlerinde Siyasal İslamcı Partinin Temsili: 1999 Seçimlerinde Fazilet Partisi”, Selçuk İletişim, 3(3): 5-20. 

DURSUN, Ç. (2003). “İslamcı Basında Kemalizm Karşıtlığının Kurulması”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 58(4): 47-82. 
Erbakan Hükümeti Koalisyon Protokolü (RP-DYP) (1996), 
http://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/KP54.htm, 17.06.2014. 

ERDOĞAN, M. (2006). “Soğuk Savaş Sonrasında Türkiye Avrupa Birliği İlişkileri”, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi ve Siyaset 
Anabilim Dalı Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara. 

ERDOĞAN, M. (2007). “28 Şubat Darbesi”, (Ed.) Birey Yayıncılık, 28 Şubat Postmodern Bir Darbenin Sosyal ve Siyasal Analizi, Birey Yayıncılık, İstanbul. 

ERMAĞAN, İ. (2011). “Bir Medya Aktörü Olarak Milli Gazete’nin Avrupa Birliği Algısı”, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, (24): 225-245. 

ESER, H. B. (2013). “Türk Siyasal Kültürü İçinde Dinin Rolü Üzerine Bir Açıklama Çabası: Milli Görüş Hareketi ve Milli Nizam Partisi”, Süleyman Demirel 
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 18( 3): 201-224. 

Fazilet Partisi (1998). “Fazilet Partisi “Öncü Türkiye İçen Elele” Demokrasi İnsan Hak ve 
Özgürlükleri, Barış, Adalet ve Öncü Bir Türkiye İçin Kalkınma Programı”, 
http://www.tbmm.gov.tr/eyayin/gazeteler/web/kutuphanede%20bulunan%20dıjıtal%20kaynaklar/kıtaplar/sıyası%20partı%20yayınları/199801418%20fazılet%20partısı%20oncu%20turkıye%20ıcın%20elele/199801418%20fazılet%20partısı%20oncu%20turkıye%20ıcın%20elele.pdf, 11.03.2014. 

Fazilet Partisi (1999). “Günışığın Türkiye 18 Nisan 1999 Seçim Beyannamesi”, 
http://www.tbmm.gov.tr/eyayin/gazeteler/web/kutuphanede%20bulunan%20dıjıtal%20kaynaklar/kıtaplar/sıyası%20partı%20yayınları/199902131%20fazılet%20partı%20secım%20beyannamesı%201999/199902131%20fazılet%20partı%20secım%
20beyannamesı%201999.pdf, 04.03.2014. 

GÜLALP, H. (1999). “Political Islam in Turkey: The Rise and Fall of the Refah Party”, The Muslim World, 89(1): 22-41. 

HEPER, M. (2006). Türkiye’de Devlet Geleneği, Doğu Batı Yayınları, Ankara. 

KARAALİOĞLU, M. (2001). Hilal ve Ampul Fazilet’ten Saadet ve AK Parti’ye Bir Hareketin Öyküsü, Bakış Yayınları, İstanbul. 

KOCABAŞ, S. (1997). Refahyol Hükümeti Sonunun Perde Arkası, Vatan Yayınları, İstanbul. 

KONGAR, E. (2006). 21. Yüzyılda Türkiye 2000’li Yıllarda Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, Remzi Kitabevi, İstanbul. 

KÜÇÜKCAN, T. (2003). “State, Islam, and Religious Liberty in Modern Turkey: Reconfiguration of Religion in the Public Sphere”, Brigham Young University 
Law Review, (2): 475-506. 

KÜÇÜKYILMAZ, M. (2010). Türkiye’de Siyasal Katılım Tek Partiden AK Parti’ye Siyasal İslam ve Demokrasi Tartışmaları, Birey Yayıncılık, İstanbul. 

MERT, L. Y. (2008). Cumhuriyet Döneminde Kapatılan Siyasi Partiler Kapatma Davaları, Gerekçeleri ve Sonuçları, İlkim Basın Yayın Dağıtım, Ankara. 

OKUTAN, M. Ç. (2006). “Adalet ve Kalkınma Partisi: Muhafazakâr Demokrat mı, Hıristiyan Demokrasinin Müslüman Versiyonu mu?”, Dokuz Eylül Üniversitesi 
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 8(1): 307-324. 

ÖNER, Ş. ve TAN, M. (2000). “Türkiye’de Siyasi Partilerin Sivil Toplum ve Sivil Toplum Kuruluşlarına Kavramsal-Kuramsal Yaklaşımları”, Muğla Üniversitesi SBE 
Dergisi, 1(1): 151-171. 

ÖNİŞ, Z. (1997). “The Political Economy of Islamic Resurgence in Turkey: The Rise of the Welfare Parti in Perspective”, Third World Quarterly, 18(4): 743-766. 

ÖRMECİ, Ö. (2008). İttihat ve Terakki’den AKP’ye Türk Siyasal Hayatı, Güncel Yayıncılık, İstanbul. 

POYRAZ, F. (2010). “Milli Nizam Partisinden AK Parti’ye “İslami Hareketin Partileri ve Değişim””, (Ed.) UZUN, T., İttihat ve Terakki’den Günümüze Siyasal Partiler 
Orion Kitabevi, Ankara. Refah Partisi Programı (1986). Eser Matbaası, Samsun. 

Refah Partisi (1995). “24 Aralık 1995 Refah Partisi Seçim Beyannamesi (Özet)”, 
http://www.tbmm.gov.tr/eyayin/GAZETELER/WEB/KUTUPHANEDE%20BULUNAN%20DIJITAL%20KAYNAKLAR/KITAPLAR/SIYASI%20PARTI%20YAYINLARI/199601072%20RP%20SECIM%20BEYANNAMESI%201995/199601072%20RP%20SECIM%20BEYANNAMESI%201995.pdf, 06.04.2014. 

ROBINS, P. (1997). “Turkish Foreign Policy under Erbakan”, Survival: Global Politics and Strategy, 39( 2): 82-100. 

SAFİ, İ. (2007). Türkiye’de Muhafazakâr Siyaset ve Yeni Arayışlar, Lotus Yayınevi, İstanbul. 

SARIBAY, A. Y. (2005). “Milli Nizam Partisi’nin Kuruluşu ve Programının İçeriği”, (Ed.) 

BORA, T. ve GÜLTEKİNGİL, M., Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce İslamcılık (Cilt 6), İletişim Yayınları, İstanbul. 

SARIBAY, A. Y. (1985). Türkiye’de Modernleşme Din ve Devlet Politikası “MSP Örnek Olayı”, Alan Yayıncılık, İstanbul. 

ŞEN, S. (2004). AKP Milli Görüşçü Mü? (Parti Programlarında Milli Görüş), Nokta Kitap, İstanbul. 

ŞEYHANLIOĞLU, H. (2011). Türk Siyasal Muhafazakârlığının Kurumsallaşması ve Demokrat Parti, Kadim Yayınları, Ankara. 

TEKİN, Y. (2004). AKP’nin Muhafazakâr Demokrat Kimliği, Orient Yayınları, Ankara. 

TEKİN, Y. ve OKUTAN, Ç. (2011). Türk Siyasal Hayatı, Orion Kitabevi, Ankara. 

TETİK, G. (2000). “Uluslararası Avrupa Birliği Şurası”, Diyanet Aylık Dergi, (114): 25-26. 

TORUK, İ. (2011). “Türkiye’de Başörtüsü Sorunu ve Yazılı Medyada Sunumu”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, (30): 483-514. 

TUTAR, H. (2007). Türk Siyasetinde Sancılı Yıllar, Bizim Kitaplar, İstanbul. 

TÜRKÖNE, M. (2003). “Siyasi Partiler”, (Ed.) TÜRKÖNE, M., Siyaset, Opus Yayınları, İstanbul. 

TÜRKÖNE, M. (1994). Modernleşme Laiklik ve Demokrasi, Ark Yayınları, İstanbul. 

ÜNAL, M. (19 Ekim 1996). “Refah Değişiyor mu, Değiştiriyor mu?”, 
http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/haber-1862-33-refah-degisiyor-mu-degistiriyor-mu.html, 06.07.2014. 

ÜSTE, B. (2006). “Türkiye’de Siyasal İktidara Gelen Partilerin AET/AT/AB İlişkileri Hakkındaki Görüşleri ve Yönetim Yapısına Etkileri”, Dokuz Eylül Üniversitesi 
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 8(3): 332-349. 

YAVUZ, M. H. (1997). “Political Islam and the Welfare (Refah) Party in Turkey”, Comparative Politics, 30(1): 63-82. 

YAVUZ, M. H. (2005). “Milli Görüş Hareketi: Muhalif ve Modernist Gelenek”, (Ed.) 

BORA, T. ve GÜLTEKİNGİL, M., Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce İslamcılık (Cilt 6), İletişim Yayınları, İstanbul. 

YAVUZ, M. H. (2011). Erbakan’dan Erdoğan’a Laiklik, Demokrasi, Kürt Sorunu ve İslam, (Çev.) ADALI, L., Kitap Yayınevi, İstanbul. 

YEŞİLADA, B. A. (2002). “The Virtue Party”, Turkish Studies, 3(1): 62-81. 

YILMAZ, M. E. (2012). “The Rise of Political Islam in Turkey: The Case of the Welfare Party”, Turkish Studies, 13(3): 363-378. 

YILMAZ, N. (2005). “İslamcılık, AKP, Siyaset”, (Ed.) BORA, T. ve GÜLTEKİNGİL, M., Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce İslamcılık (Cilt 6), İletişim Yayınları, İstanbul. 

YILMAZ, Z. (2011). “Küresel İslam Hareketinde Kadının Yeni Temsil Biçimleri: Türkiye Örneği”, (Ed.) SANCAR, S., Birkaç Arpa Boyu... 21. Yüzyıla Girerken 
Türkiye'de Feminist Çalışmalar. Prof. Dr. Nermin Abadan Unat'a Armağan, Koç 
Üniversitesi Yayınları, İstanbul. 

YÜCEKÖK, A. N. (1987). Siyasetin Toplumsal Tabanı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara. 




..






28 ŞUBAT SÜRECİ ARİFESİNDE VE ERTESİNDE İKİ MİLLİ GÖRÜŞ  PARTİSİ: REFAH PARTİSİ (RP) - FAZİLET PARTİSİ (FP)  ( KARŞILAŞTIRMALI BİR ANALİZ ), 4



4. 28 ŞUBAT SÜRECİ ERTESİNDE MİLLİ GÖRÜŞ HAREKETİ’NİN SİLUETİ FAZİLET PARTİSİ: DEĞİŞEN ANCAK KADERİ DEĞİŞMEYEN SİYASİ PARTİ 

28 Şubat 1997 tarihli MGK bildirisinin ve 21 Mayıs 1997’de RP aleyhine açılan kapatma davasının ardından RP’nin kapatılma tehlikesini gören yetkililer (Mert, 2008: 79), geçmişte MSP’nin avukatlığını yaparak Erbakan’ın ve Milli Görüş camiasının takdirini kazanan İsmail Alptekin’in başkanlığında 17 Aralık 1997’de FP’yi kurmuştur. 16 Ocak 1998’de RP’nin kapatılmasına dair Anayasa Mahkemesi kararının verilmesinin ardından bağımsız kalan RP’li milletvekillerinin FP’ye geçişinde fazla sorun yaşanmamış olup, siyasi yasaklı isimler dışındaki bütün partililer FP’ye geçmiştir (Karaalioğlu, 2001: 10-11). Böylece TBMM’de temsil olanağına kavuşan FP’nin genel başkanlığına, 14 Mayıs 1998’de Recai 
Kutan getirilmiştir. 18 Nisan 1999 genel ve yerel seçimlerinde genelde %15.4, yerelde belediyelerde %18.4, büyükşehir belediyelerinde %23.7 oy oranını yakalamasına rağmen, FP’nin kaderi de selefi RP’ninki gibi olmuştur (Mert, 2008: 80). Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, Anayasanın 69. ve 88. maddelerinin ihlal edilmesi ve FP’nin RP’nin devamı olması, ayrıca kapatılan partinin yöneticilerinin bir başka partinin yöneticisi ya da denetleyicisi olamayacağı ve partinin laikliğe aykırı eylemlerin odağı olduğu gerekçeleriyle 7 Mayıs 1999’da Anayasa Mahkemesi’ne kapatma davası açılmış ve 22 Haziran 2001’de Anayasa Mahkemesi kararıyla FP kapatılmıştır (Aykol, 2009: 258). 

Kısa siyasi hayatı bu şekilde özetlenebilen FP’nin genel amaçlarına bakıldığında, “gerçek demokrasiye, en geniş anlamda insan hak ve özgürlüklerine, millet iradesinin üstünlüğüne inanmak; düşünce ve ifade, din ve vicdan ile hür teşebbüs özgürlüklerinin en geniş ve tam manada kullanımına olanak sağlamak; ülkedeki haksızlığı, adaletsizliği, çifte standardı, yolsuzluğu, insanlara zulmü ve baskıyı kaldırarak, dürüst, temiz, adaletli, güvenilir ve millete hizmeti esas alan bir devlet yönetimini tesis etmek…” (Fazilet Partisi, 1998: 3) şeklinde demokrasi ve insan haklarının öncelendiği, liberal değerlerin vurgulandığı bir söylemin hâkim olduğu görülmektedir. FP, Programı kadar üst yönetiminde bir kısım eski 
ANAP’lı yöneticilerin yer alması ve Milli Görüş söyleminin tamamen terk edilerek liberal bir söylemin benimsenmesi bakımından selefi RP’den farklı bir parti profili çizmektedir (Poyraz, 2010: 326). 

RP’den farklı bir söylemle siyaset arenasında boy gösteren FP, kendi tabanının taleplerini formüle ederken ciddi gerilimler taşıyan karşıtlıkları ve çelişkileri yeniden üretme yoluna gitmektedir. Ancak ürettiği karşıtlıkları, artık sistemin varolan hegemonik söylemi olan Atatürkçülük ve laiklikle bağlantılı şekilde kurmaktan ziyade, yukarıda değinildiği gibi daha çok demokrasi, insan hakları ve özgürlükler gibi evrensel bir söylemle ilişkilendirmeye çalışmaktadır. Böylece RP’nin kapatılma sürecinde ve FP’nin yeniden kurulma süreci arifesinde reddettiği AB’nin ahlaki ve siyasi talepleri, kendisini hukuk dışı ilan eden onlara göre “laikçi” sistemin temsilcileriyle mücadelede kullanılabilecek önemli 
bir argüman olarak benimsemiştir (Dursun, 2004: 7). 
Başka bir ifadeyle RP’nin ardından Milli Görüş Hareketi’ni temsil eden FP, selefinden farklı olarak ve biraz da varlığını garanti altına almak kaygısıyla Batı’yla bütünleşme yanlısı, liberal ekonomi taraftarı, demokratik hukuk devleti savunucusu bir parti görünümüne bürünmeye çalışmıştır (Okutan, 2006: 317). 
FP’nin RP’den farklı bir siyasi parti olduğunu FP Genel Başkanı Kutan da, Pro İslamist televizyon kanalı Kanal 7’de yaptığı bir röportajda açıklamıştır. Röportajda Kutan; “FP’nin birincil hedefinin Adil Düzen’i kurmak olmadığı, insan hakları, siyasi özgürlük ve Türkiye’de özgürlük” olduğunu açıklamıştır. Kutan’a neden diye sorulduğunda, “geçmiş tecrübelerinden demokrasinin öncelikli olduğu ve onsuz hiçbir şeyin başarılamayacağı” cevabını vermiştir (Küçükcan, 2003: 497). 
FP’yle Milli Görüş Hareketi’nin dış politika yöneliminde görülen Batı ve AB yanlısı değişimi de Kutan’ın açıklamalarında görmek mümkündür. Şöyle ki, 3-4 Mayıs 2000’de İstanbul’da Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından düzenlenen Uluslararası Avrupa Birliği Şurası’nın açılışında konuşan Kutan; “21. yüzyılın eşiğinde gerek coğrafi açıdan, gerekse ekonomik, sosyal ve siyasal açıdan Türkiye’nin 
önemli ilişkiler içinde olduğu AB’ye adaylık statüsü kazanmasının, kendileri için bu konuyu daha önemli hale getirdiğini” belirtmiştir. AB’nin son yıllarda geldiği nokta itibariyle artık sırf Avrupa’yı kapsayan bir coğrafyayı aştığını, bununla kalmayıp kültürel ve dini bakımdan Hıristiyan dünyasındaki Ortodoks sınırı aşıp, Türkiye’yle birlikte bir Müslüman ülkeyi de içine aldığını belirten Kutan, önemli bir tarihi gelişme ve insanlığın geleceği açısından bir dönüm noktası olarak nitelediği bu süreçte AB’yi sadece ekonomik bir birlik olarak değil, aynı zamanda insanlığın ulaştığı evrensel değerlerin bir ifadesi olduğuna inandığını dile getirmiştir. Bu değerlere en yakın İslam ülkesi olan Türkiye’nin 
bu değerlere ulaşmak için daha fazla gayret göstermesi gerektiğini belirtmiştir. İnsanı bizatihi bir değer olarak kabul eden İslam inancıyla insan haklarına tartışmasız bir kutsallık atfeden AB’nin bu açıdan örtüştüğüne değinen Kutan, AB ilkeleriyle Türkiye’nin inanç değerleri ve kültürel birikimleri arasındaki benzeşmenin Türkiye’nin en büyük kolaylığı olduğunu, ülkenin AB’ye üyelikte sancılı bir dönüşüm geçirmeyeceğini ve nihayet Türk toplumunun hem dini açıdan, hem de sosyal açıdan AB’ye hazır olduğunu belirtmiştir (Tetik, 2000: 26). 

FP, selefi RP’nin kolektif iktisadi anlayışından hayli uzaklaşmış bir görüntü sergilemiştir. FP’nin Programı’na bakıldığında bu daha iyi anlaşılmaktadır. Parti Programı’nda, devletin imkânlar dahilinde ticari ve sınai faaliyetlerin dışında tutulması ve bu çalışmaları özel sektör eliyle yaptırmanın gerekliliği, devletin asli fonksiyonu olan güvenlik, adalet, eğitim, sağlık ve altyapı gibi tam kamusal ve yarı kamusal mal ve hizmetleri üstlenmesi, denetleyici, düzenleyici ve yol gösterici olarak özel teşebbüsün gelişebilmesi amacıyla serbest piyasa ekonomisinin gereklerini sağlaması gerektiği, üretim ekonomisine geçişin sağlanması ana amacına ulaşmak istedikleri belirtilmiştir (Fazilet Partisi, 1998: 15-16). 

RP’nin sol partiler gibi demokrasi söylemini sıkça kullanan bir parti olmasına rağmen, demokrasinin siyasal ve iktisadi altyapısıyla ilgili ciddi sorunları bulunmaktaydı. Adil Düzen projesine dayanan iktisadi anlayışı, devletin rolünü artıran ve ekonomiyi kolektif ilişkiler yumağı içinde sürdüren bir anlayışı barındırmaktaydı. Bununla birlikte RP safında Batı’ya karşı açıktan ya da gizliden duyulan nefret, demokrasiye karşı bir kuşkuya dönüşmekteydi. Oysa FP, selefinin gösterdiği belirsizlikleri giderecek tarzda bir ifade netliğine kavuşmuş, siyasi liberalizm konusunda birçok partiden daha açık bir üslup kullanmıştır. Zira ordunun ve yargının soğuk nefesini sürekli ensesinde hisseden Milli Görüş Hareketi’ne mensup olan FP açısından siyasal sistemin demokrasiyle bağdaşmayan, hatta demokrasiye engel teşkil eden boyutları oldukça rahatsızlık verici ve özgürlükleri kısıtlayıcı nitelik arz etmekteydi. Bunun farkında olan FP, 28 Şubat sürecinde demokrasi söylemine özel olarak sarılmış, Türkiye’nin Batı’yla bütünleşme yönündeki ana hedefine ve bu hedefin gereği olan demokratik değerlere yönelmiştir (Çaha, 2000: 171). 
FP’yle Milli Görüş Hareketi’nde yaşanan bu değişim, Parti Programı’na ve özellikle 18 Nisan 1999 genel ve yerel seçimleri için FP’nin hazırladığı Fazilet Partisi Günışığında Türkiye 18 Nisan 1999 Seçim Beyannamesi’ne bakıldığında daha iyi anlaşılmaktadır. Parti Programı’nda “ülkenin Batı ile özellikle de AB ve ABD ile olan ilişkilerinin önemli olduğu, bu ülkelerle olan mevcut ilişkilerin güvensizlik ortamından kurtarılması, karşılıklı güven ve anlayışa dayalı bir politika izlenmesi” gerektiğine vurgu yapılmıştır (Fazilet Partisi, 1998: 35). Söz konusu Seçim Beyannamesi’nde Türkiye’nin bulunduğu coğrafi konum ve tarihi 
birikim bakımından Avrupa ile ilişkilerden uzak kalamayacağı, bu ilişkilerin düzeyinin ülkenin uluslararası konumunu etkilemeye devam edeceği belirtilmiştir. Bununla birlikte imzalanan Gümrük Birliği anlaşmalarının siyasi ipotekten uzak ve karşılıklı çıkarlar ekseninde gözden geçirilmesi gerektiği inancının paylaşıldığı Seçim Beyannamesi’nde, 


Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecinin tamamlanmasının hedeflendiği ifade edilmiştir (Fazilet Partisi, 1999: 45). Görüldüğü gibi FP, varlığını ve ideolojik meşruiyetini Batı karşıtlığı üzerine oturtan, iç politikada Batı yanlısı rakiplerine de “Batı kulüpçüler” olarak karşı çıkan diğer Milli Görüş partilerinden farklı olarak bu karşıt tutumu terk etmiştir. Hatta diğer partilerden daha ileride batıcı gözükmüş, AB’ye karşı çıkmamış ve bir an önce AB’ye tam üye olunmasını istemiştir (Poyraz, 2010: 327-328). 

Selefi Milli Görüş partilerinden farklı olarak sivil toplumun güçlendirilmesini ve sivil toplum kuruluşlarıyla ilişkilere öncelikli konuları arasında yer veren FP, sivil toplum kuruluşlarıyla demokrasi kavramı arasında kurulan ilişkinin uzantısında, sivil toplum kuruluşlarının güçlendirilmesiyle demokrasinin güçlendirileceği, demokrasinin güçlenmesiyle halkın katılımının ve nihayetinde ülkenin güçlenmesinin sağlanacağını vurgulamaktadır. Gelecek yüzyılda temsili demokrasiden doğrudan demokrasiye geçişin yaşanacağını savunan FP, bu bağlamda toplumsal sorunların çözümündeki araçlardan biri olarak betimlediği sivil toplum kuruluşlarından, işçi-işveren temsilcilerine ekonomik sorunların çözümünde devletle birlikte hareket etme ve alternatif çözümler üretmelerine olanak tanıma hedeflerine de yer vermektedir. Katılımcı yönetim anlayışı nın kurumsallaşması amacına yönelik olarak sergilenen ekonomik kararlara çalışan kesimin katılımına dönük bu düzenlemenin yanı sıra, FP yerel yönetimlerde de sivil inisiyatiflerin etkin rol üstlenmelerinin sağlanmasını öngörmektedir (Öner ve Tan, 2000: 162-163). 
Bu yaklaşım, FP’nin Seçim Beyannamesi’nde de dikkat çekmektedir. Halkın yerel yönetim birimlerinin kararlarına katılabilmesi ve bu kararları denetleyebilmesi için tüm katılım kanallarının açılacağı ve bunların yasal güvenceye kavuşturulacağının belirtildiği Seçim Beyannamesi’nde, seçimlerde oluşturulan il genel meclisi, belediye meclisi ve köy yönetimleri şeklindeki organlara sivil toplum kuruluşları başta olmak üzere örgütlü halk katılımının sağlanmasının yasal güvenceye kavuşturulacağı belirtilmiştir (Fazilet Partisi, 1999: 15). 
FP’yi başta Milli Görüş partileri olmak üzere diğer partilerden ayıran 
özelliklerden biri de, katılımcı yönetim anlayışını “kültür ve sanat” etkinliklerine uyarlama vaadidir (Öner ve Tan, 2000: 164). Bu bağlamda FP, Seçim Beyannamesi’nde tamamen sivil bir alan olarak gördüğü kültür ve sanatın sivil toplum örgütleri, vakıflar ve gönüllü kuruluşların desteklenmesiyle güçleneceği inancını dile getirmiştir (Fazilet Partisi, 1999: 124). 

Demokrasinin güçlendirilmesi için sivil toplum kuruluşlarının da güçlendirilmesi gerektiği vurgusunu yapan FP, Parti Programı’nda devletin hâkim konumda değil, hizmet eden bir unsur olmasını, başka bir ifadeyle “devlet için millet değil, millet için devlet ve halka hizmet” prensiplerini esas aldığını; Partinin hukuka ve adalete bağlı, hukukun üstünlüğüne dayanan hukuk devleti anlayışı içinde temel hak ve hürriyetlerin teminatı olduğunu ifade etmektedir. Adaletin vatandaşlar arasında ayrım yapmaksızın gerçekleştirilmesi ve yasa önünde eşitliğin sağlanması şeklindeki devletin asli görevinin sağlıklı bir şekilde icra edilmesi için, adli teşkilat ve personelde yapısal düzenlemelere gidilmesi gerektiğinin 
belirtildiği Parti Programı’nda, ülkenin en önemli kaynağının maddi ve manevi bakımdan iyi eğitilmiş insanlar olduğu, bu bakımdan fırsat eşitliğine olanak sağlayan, çağdaş eğitimi izleyen ve geliştiren, bilgi çağını yakalamış, eğitim ve öğretim veren her kademedeki eğitim kurumunun desteklenmesi gerektiği dile getirilmiştir. Ayrıca FP her kademedeki okullarda tek tip birey yetiştirme anlayışından uzaklaşarak, dünyadaki gelişmeleri izleyen, küreselleşen dünyada uluslararası rekabete dayalı yarışmada yerini alabilecek kuşaklar yetiştirecek tarzda, bilim ve teknolojiye dayanan ve bu alandaki araştırmacıları destekleyen bir eğitim ve bilim politikasını savunduğunu belirtmektedir. Ailenin toplumun temel sosyal kurumu olarak görüldüğünün ve ailenin korunup geliştirilmesinin Partinin temel politikalarından biri olduğunun belirtildiği Parti Programı’nda, kadının ailenin ve toplumun temel direği olarak görüldüğü, kadının ekonomik ve sosyal hayatta daha başarılı olabilmesi için eğitim ve öğretimine özel önem verileceği ifade edilmiştir (Fazilet Partisi, 1998: 6-8, 28-30). 
FP Seçim Beyannamesi’nde de çalışan kadınların haklarının korunmasının öncelikli çözüm bekleyen sorunlar arasında gördüğünü ve buna dönük somut projelerinin olduğunu, kadının toplumsal konumu ve haklarının korunması, eğitimde, siyasi ve ekonomik hayatta erkeklerle eşit haklara sahip olması gerektiğini belirtmiştir (Fazilet Partisi, 1999: 102, 137). 

FP’nin Parti Programı ve Seçim Beyannamesi’ndeki bu farklılık, maalesef izlediği siyasete yansımamıştır. Nihayet 18 Nisan 1999 genel seçimlerinde de Parti tabanından gelmeyen iki kadın –Ayşe Nazlı Ilıcak ve Merve Safa Kavakçı- milletvekili olarak aday gösterilmiş ve her ikisi de İstanbul’dan milletvekili olarak seçilmiştir. Ancak Meclis’te 2 Mayıs günü yapılan yemin törenine başörtüsüyle gelen Kavakçı, DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit’in müdahalesi üzerine harekete geçen DSP ve bazı ANAP milletvekilleri tarafından Meclis’ten çıkartılmıştır. Daha sonra da Kavakçı, Bakanlar Kurulu kararıyla ABD vatandaşlığını bildirmediği gerekçesiyle Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkartılmıştır (Toruk, 2011: 488). Yılmaz (2011: 784)’ın belirttiği gibi, her ne kadar FP’li erkeklerce Kavakçı olayı bir mağduriyet hikâyesi olarak kullanılmış olsa da FP’li erkeklerin 
tamamına yakının Kavakçı’nın Meclis’e başörtüsüyle girmesine destek vermemiştir. İktidarı ele geçiren FP’li erkekler seçimlerin ardından Meclis’e girmesine destek vermeyerek onu bir kadın olarak da yalnızlaştırmışlardır. 

Kısacası başta ekonomi ve dış politika anlayışı olmak üzere, birçok açıdan selefi Milli Görüş partilerinden farklı olduğu görülen FP, her ne kadar RP’nin kapatılma süreci sonrasında siyasi ve ideolojik mirasını görünüşte terk etmek zorunda kalsa da, her an sayısız meşruiyet sınavından geçmek durumunda kalmıştır. RP’nin ardılı olan FP, meşruiyet arayışı boyunca daha doğrudan biçimde sistem içine dahil edilme operasyonlarının gerilimleriyle başa çıkmak ve kendisini yeniden kimliklendirmek durumunda kalmıştır. FP’nin sürekli bir meşruiyet bunalımı içine sürüklenebileceğine dair beklentileri canlı tutan ve besleyen koşullar, özellikle 18 Nisan 1999 genel ve yerel seçimleri öncesinde sürmüştür. Askeri otoritenin siyasal faaliyet alanını bir ölçüde belirleyen meşruiyet ölçülerini MGK dolayımıyla takip eden Cumhurbaşkanı, 18 Nisan 1999 genel ve yerel seçimleri öncesi siyasi partilere gelecek seçim kampanyasının ordu ve 28 Şubat süreciyle hesaplaşmaya dönüştürülmemesini, hem dinin hem de askerin siyasete alet edilmemesini ve bölücülük yapılmamasını telkin etmiştir (Dursun, 2004: 7). 

Bu telkinler altında sürdürülen seçimlerde siyasi ittifaklar ve güç dengesi dramatik bir şekilde değişmiştir. RP’nin halefi FP, bu seçimlerde güç kaybetmiştir. RP’nin kısa süreli iktidarı boyunca İslamcılarla laikler arasında çıkan gerilim, birçok oy verenin her ikisi de dini konuları seçim kampanyaları dışında tutan DSP ve MHP’ye dönmesine yol açmıştır (Küçükcan, 2003: 498). Yukarıda da değinildiği gibi seçimlerde %15.4 oranında oy alarak 111 milletvekili çıkarmasına rağmen, FP makus kaderinden kurtulamamıştır. Genel seçimlerin ardından Merve Safa Kavakçı’nın yemin törenine başörtüsüyle gelmesi üzerine, ülkede türban tartışmaları alevlenmeye başlamıştır. Böylece FP’yle ilgili dosyalar, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca toplanmaya başlamış (Mert, 2008: 80), nihayet 7 Mayıs 1999’daYargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş tarafından FP’nin kapatılması istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne dava açılmış ve kapatma davasından bir gün önce FP’den istifa eden İstanbul Milletvekili Aydın Menderes dışındaki FP’li milletvekillerinin tümünün milletvekilliğinin sona erdirilmesi istenmiştir. Böylece FP açısından kapatılma baskısı altında geçecek iki yıl iki aylık süreç başlamıştı (Karaalioğlu, 2001: 81). 
Kapatma davasının ardından FP açısından yaşanan başka bir talihsiz olay da Kutan’ın grup toplantısında yaptığı konuşmada Hizbullah konusunda orduyu suçlayan ifadeler kullanması üzerine, Genelkurmay Genel Sekreterliği tarafından adeta ordunun FP hakkında beslediği bütün duyguları ortaya koyan sert bir bildiri yayınlamasıdır. Bu bildirinin akabinde kapatma davasının ardından orduyla yaşanacak bir polemiğin aleyhte sonuç doğuracağı endişesiyle FP kanadında birçok girişimde bulunulmuş; ancak durum kotarılamamıştır. 
Çünkü bu, FP ile ordu arasında yaşanan ilk gerilim değildi. Daha önceden de seçimlerden önce Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir’e aktif bir siyaset izleyememesine rağmen FP’nin birinci parti olduğunun gözlendiği aktarılmış ve bununla ilgili görüşü sorulduğunda Bir, “FP’nin hala birinci parti, irticanın da birinci tehdit olduğu” cevabını vermiştir. Bunun akabinde Kutan da “sandıktan çıkana razı olmak zorunda oldukları, kimsenin Cumhuriyeti kendi emelleri için kullanmaması ve topluma biçtiği elbiseyi giydirmeye çalışmaması 
gerektiği” şeklinde sert bir açıklama yapmıştır. Askerin siyaset üzerindeki ve özellikle de FP üzerindeki “bıktırıcı” etkisi sürekli devam etmiş ve 28 Şubat komuta heyetinin değişmesi dört gözle beklenmiştir. Ancak Ağustos 1998’deki Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısında Genelkurmay Başkanlığı koltuğuna oturan Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, toplumda ordunun üst kademesindeki değişimle ordunun siyasi hayata daha az müdahale edileceği yönündeki beklentileri boşa çıkaracak bir açıklama yapmıştır. Kıvrıkoğlu’nun açıklamaları arasında sonradan sloganlaşacak olan “28 Şubat süreci gerekirse bin yıl sürer” sözü konunun hayatiyetini göstermektedir (Karaalioğlu, 2001: 38-39, 102). 

Ancak FP’nin sorunu yalnızca kapatma davası ve başından beri ordunun FP’ye karşıt tutumu değildi. FP’deki bir diğer sorun da kuruluşundan sonra yönetiminde kimlerin yer alacağı sorunuydu. Aslında baştan beri, RP yönetiminde üst düzey görev yapan isimlerin bu partide de etkin rol oynayacakları belliydi. Sorun daha çok kimin genel başkanlık koltuğuna 
oturacağıydı. Tayini Erbakan’ın yapacağı herkesçe kabul edilmiş, tartışma daha çok Erbakan’a tesir edebilme düzeyinde sürdürülmüştür. Nevzat Yalçıntaş, Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül gibi isimlerin telaffuz edildiği bu süreçte, Erbakan’ın adayı Recai Kutan olmuştur. Ancak 14 Mayıs 2000’de yapılan FP Kongresi’nde Parti içindeki “Gelenekçi” kanadın adayı Kutan’ın karşısına “Yenilikçi” kanat tarafından Abdullah Gül çıkarılmıştır. Kutan’la Gül arasında yapılan kıyasıya yarış, 521 oya karşılık 633 oyla Kutan’ın birinci olmasıyla sona ermiştir (Karaalioğlu, 2001: 11-12). FP Kongresi’nde yaşanan bu deneyim, FP’nin RP’nin devamı ya da yalınkat tekrarı olmadığını göstermekteydi. Çünkü ilk kez bir kongreye iki adayla gidilmişti. Milli Görüş Hareketi’nin meşruiyet temeli ve geleneği bakımından cesur bir teşebbüs sayılan “Yenilikçi” kanadın 
“serbest iradeye dayalı yarış talebi” otuz yıllık geçmişi olan bu siyasi çizginin büyük bir kırılmaya uğradığını göstermekteydi (Bulaç, 2009: 548). “Yenilikçi” kanat, artık salt kendilerini siyasi sahneden uzaklaştırmaya çalışan ‘karşı kitlenin’ varlığı üzerinden siyaset yapmakla mesafe kat edemeyeceklerini, aynı zamanda Milli Görüş çizgisinin de geçmişte yaptığı hataların sorgulanması gerektiğini anlamış olup, sistemle uyumlu, demokratik, hukuki, liberal ve Batı eksenli politikalara yönelmeyi tercih etmiştir. Bu yüzden 28 Şubat 
süreciyle RP’nin kapatılmasından Partinin “efsanevi lideri” Erbakan sorumlu tutulmuş ve Milli Görüş geleneğinde adeta devrim niteliğinde gelişmeler gözlenmiştir (Tekin, 2004: 53). 
Yaşanan gelişmeler neticesinde örgütlü bir muhalefet yürüten “Yenilikçiler”in parti içinde arzu ettikleri siyaset tarzını yürütemeyecekleri anlaşılmıştır. Ancak “Yenilikçiler”in FP’den ayrılmasına gerek kalmadan, Anayasa Mahkemesi kararıyla 15 Aralık 2000’de FP kapatılmıştır (Akdoğan, 2005: 624). Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kapatma kararı, Milli Görüş Hareketi içinde iki siyasi partinin doğmasına yol açmıştır. 28 Şubat sürecindeki yenilgiyi mevzi kayıp olarak niteleyen İslamcı kesimlerde, farklı kurumlar altında örgütlenmeye, FP’nin ardından Saadet Partisi (SP)’ni kurmaya ve Milli Görüş Hareketi’nde siyaset yapmaya devam edenler olmuştur. Ancak toplumda “ne zaman iktidara gelseler 
engellenecekler” şeklinde yaratılan algıya, yaşanan sorunların İslamcılığın “ideolojik” yenilgisine dayandığı tespitini yapanlar da eklenince, farklı bir çatı altında daha popüler örgütlenmelere gitmeyi tercih edenler ve Milli Görüş Hareketi içinde sivrilen “Yenilikçiler” Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti)’nin kuruluş sürecinde yer almıştır (Yılmaz, 2005: 615). 


5.Cİ  BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR,

.