BEKİR YILDIZ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BEKİR YILDIZ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Temmuz 2017 Pazar

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 17

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM  SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 17

3.2.1.9. Tarikat liderlerine başbakanlık konutunda verilen resmi iftar yemeği 

 “Biz din işlerini millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kötü niyet ve zora dayanan fanatik hareketlerden sakınıyoruz. Bizi yanlış yola sevk eden kötü kişiler, biliniz ki, çoğunlukla din perdesine bürünmüştür, saf ve temiz ahlaklı halkımızı hep şeriat sözleri ile aldata gelmişlerdir.” M. Kemal ATATÜRK 

 28 Şubat sürecini hazırlayan gelişmeler ve nedenler arasına her geçen gün bir tanesi daha ekleniyordu. 1997 yılı Ocak ayının ilk haftaları da oldukça hareketli 
geçeceğe benziyordu. Çünkü Kuvvet Komutanlarının Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e brifing verdiği gün toplumda yükselen tansiyonu ve TBMM’de ki muhalefet gruplarının seslerini duymazdan gelen Başbakan Necmettin Erbakan tarikat ve dini liderlere resmi konutta iftar yemeği vererek adeta laik çevrelere meydan okuyor ve bütün şimşekleri kendi üzerine çekiyordu. Sarıklı, cüppeli, sakallı tarikat liderleri, Cumhuriyet tarihinde bir ilki gerçekleştirerek Başbakanlık Konutunda ki iftar yemeğinde bir araya gelmişlerdi (Öztürk, 2006, s.77). Beklenen olay gecikmemiş ve ilk skandal olay 11 Ocak 1997 tarihinde patlak vermişti. Başbakan Necmettin Erbakan 11 Ocak 1997 Cumartesi akşamı Başbakanlık Resmi Konutu’nda bir iftar yemeği düzenlemişti. 

Ramazan ayının başlamasıyla birlikte hükümet, kamu kurum ve kuruluşlarının çalışma saatleri yeniden düzenledi yayınlanan bir genelgeyle çalışma saatleri iftar vaktine göre ayarlandı. Daha sonra Ramazan genelgesi bir vatandaşın Danıştay’a yaptığı itiraz sonucu iptal edildi. Daha sonra gelişen olaylar kamu oyunda bazı çevreler tarafından tepkiyle karşılandı bu girişim, Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir Başbakan Erbakan’ın tarikat şeyhlerine Başbakanlık Konutu’nda iftar yemeği verdi. Bu yemeğe yaklaşık yüz kişi katıldı. Erbakan bu yemekte söz aldı ve şöyle dedi; (Özer, 2011, s.59) “Hükümeti zarara uğratacak davranışlardan herkesin kaçınması gerekir. Ülkemizde birlik ve bütünlüğü tehlikeye sokacak davranışlardan uzak durulmalıdır” (Aksoy, 2000, s.193). 

11 Ocak 1997 tarihinde Başbakan Necmettin Erbakan tarafından Başbakanlık Resmi Konutu’nda, Diyanet temsilcileri, Diyanet İşleri Eski başkanları, İlahiyat 
Fakültelerinin dekan ve öğretim üyeleri, Müftü ve Vaizler ile din adamlarının aralarında bulunduğu toplam kırka yakın kanaat önderine iftar yemeği verilmiştir. Organize edilen iftar yemeğine birtakım görevli ve resmi din adamlarının katılması, kamuoyunda günlerce tartışılmıştır. Bu kişilerin Başbakanlık Konutuna girişlerinde sakallı, sarıklı ve cüppeli görüntüleri televizyonlarda günlerce yayımlanmıştır. Basında “Tarikat Yemeği” olarak lanse edilen haberlerde, bu olay “İrtica Kalkışması” olarak yansıtılmıştır (Komisyon, 2012, s.60). Televizyon kameraları tarafından alınan görüntülerde “kanunlara aykırı” şekilde giyinen, dini cemaatlere mensup oldukları düşünülen kişilerin Başbakanlık Resmi Konuta girmeleri ve bu kişilerin sakallı, sarıklı ve cüppeli görüntüleri televizyonlarda yayınlanması ve bu görüntülerin basında iftar yemeği olarak değil de tarikat yemeği olarak lanse edilmesi toplumda “İrtica Kalkışması” olarak algılanmış olmakla beraber o andan itibaren adeta Genelkurmay Başkanlığının telefonları kilitlenmişti. 

Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı Karadayı, Çankaya Köşkü'ne hemen çıkmamış, 16 Ocak Perşembe günkü haftalık görüşmeyi beklemiş, rahatsız olduklarını ve irtica tehdidi dolayısıyla endişeli olduklarını dile getirmiştir. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Anayasa'nın kendisine 104'üncü madde ile verdiği yetkileri kullanarak, MGK’yı işletmeyi planlamıştır (Özgan, 2008, s.67). 

Hürriyet Gazetesi yazarı Sedat Ergin, bu olayın “Bardağı Taşıran Son Damla” olduğunu ifade etmiştir (Yüksel, 2004, s.56). CHP ise olayı Başbakanlık önüne siyah çelenk bırakarak protesto etmiş, RP’liler tepkilerin aşırı ve kasti olduğunu düşünmekteydiler. O dönem yapılan bu eleştirilere karşılık parti içinden bazı 
milletvekilleri, gayrimüslimlerin ve diğer inanç sahibi kesimlere de yemek verilmesi yönünün de parti yönetimine talepte bulundular ama bu talepleri yönetimde kabul görmedi (Aksoy, 2000, s.193-194). Yine bu olayla ilgili 16 Ocak 1997 tarihinde CHP Genel Sekreteri Adnan Keskin ve 33 milletvekili arkadaşı ile Başbakan Erbakan’ın Başbakanlık Resmi Konutta verdiği iftar yemeği hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuşlardır. Bu suç duyurusu daha sonra parti kapatma iddianamesinde ki yerini almıştır. 

Başbakanlık konutunda verilen bu iftar davetine Erbakan’ın, Refah-Yol’a muhalif çevrelere bilinen yolda yürüyeceği mesajı verdiği anlamına geldiği, bunun 
sınırları zorlamak olduğu iddia edilmiştir. Yüksek yargı da bu konudan rahatsız olmuş ve isimsiz demeçlerle kamuoyuna ve RP’ye mesajlar iletilmiştir. Bu süre zarfında toplumsal gerilim de iyiden iyiye tırmanmış, bu olay askerlerin “düğmeye basmasının” gerekçesi olarak gösterilmiştir (Arikan, 2010, s.97). 

Bu yemekli toplantı bazı çevrelere göre irticanın ayak sesleriydi, bazı kesimlere göre ise din âlimlerinin toplandığı birlik ve beraberliğe vurgu yapılan bir yemekli 
toplantıydı. Bu yemekli toplantı bazılarına göre büyük bir yanlış, bazılarına göre ise pekte abartılacak bir şey değildi. Bu yaygaralar koparan olayın yankıları uzun sürdü o dönem DSP lideri Bülent Ecevit bu olayı sert bir dille eleştirdi; “Tarikatların tartışma konusu olduğu bir dönemde tarikatçılığı devletin kanatları altına alma eğilimi olumlu karşılanmamıştır”(Özer, 2011, s.60) bu eleştiriye toplum kesimlerinden de destek gelmiştir. 

Günümüzde de zaman zaman 28 Şubat süreci sıcak tutulmak istenmekle beraber, 28 Şubat süreci ile ilgili haberlerde bu olay basın tarafından gündeme getirilmekte, çekilen görüntüler tekrardan televizyon programlarında yayınlamaktadır. Özellikle yaşanan bu olay 28 Şubat sürecinin en önemli gerekçelerinden olduğu iddia edilmekte ve 28 Şubat sürecini hazırlayan önemli gelişmeler arasında yer almaktadır. Yaşanan bu olaylar, başta siyaset gündemini uzun süre meşgul etmiş olmakla beraber, basın ve medya kuruluşları tarafından uzun süre gündemde tutulmuş, muhalefet gurupları tarafından iftar yemeği değil de tarikat yemeği şeklinde algılanmış olması ile beraber toplumda “irtica algısı” oluşturulmak istenmiş ve bu gelişmeler Refah-Yol Hükümeti’nin sonunu hazırlamış, ülkeyi de “post modern” olarak tanımlanan bir askeri müdahalenin eşiğine getirmiştir. 

Refah-Yol Hükümeti’nin sonunu hazırlayan bu gelişmeler laik kamuoyu tarafından büyük bir tepki ile karşılanmış olmakla beraber Mehmet Altan’ın 
“Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” başlıklı yazısında “… Dinin sosyolojik ve kültürel boyutunun inkâr edildiği, sanki toplumda bilimin alternatifi dinmiş gibi yanlış bir ikilem yaratıldığı için, Türkiye’de kültürel yapının çok önemli bir kaynağı olan din konusunda çok sancılı bir ülke haline geldi. Devlet dini kendi kontrolü altına aldı. Toplumun kültürel olarak kendi dinini yeterince tanıyamaması İslam’ın siyasallaşmasına, dini kendine alet eden siyaset senaryolarının ortaya çıkmasına sebep oldu. Bu yüzden toplumun kültürel kaynaklarının “askeri bir laiklik” anlayışı takınması nedeniyle din normalleşemedi normalleşemeyince de siyasallaşma eğilimine girdi.” (4 Ocak 1997) Sabah, s.13 şeklinde ifade etmiştir. 

3.2.1.10. Taksim’e Cami Projesi ve yaşanan kriz 

 Taksim’e cami projesinin geçmişi Adnan Menderes’in iktidarda olduğu 1950 yılına kadar uzanmaktaydı. Sağ kesimin o dönemden günümüze kadar hayalinde Taksim’e cami yapma projesi vardı ama her seferinde bu proje muhaliflerin tepkisine neden olmuştur. Bu projenin en çok tartışılıp, gündeme taşındığı dönem hiç kuşkusuz Refah-Yol Hükümeti dönemiydi. Bu dönemde cami projesi yine ülkenin gündemine oturmuştu (Özer, 2011, s.61). 

Başbakan Necmettin Erbakan’ın ramazan çadırında, Taksim’e cami yapacaklarını söylemesi medyanın harekete geçmesi için yeni bir vesile oluşturmuştur 
(Ilıcak, 2013, s.47). Özellikle, Milliyet, Yeni Yüzyıl ve Radikal gazeteleri başta olmak üzere “cami” konusu gündemde adeta bomba etkisi yaratmıştı. RP’nin Taksim’e cami projesi büyük tartışmalara neden olmuştu Anıtlar Yüksek Kurulu’nun isteği doğrultusunda RP’li Kültür Bakanı İsmail Kahraman Taksim’e cami projesini onaylamıştır. Daha sonra Refah Partili Beyoğlu belediye başkanı cami temelinin yılsonunda bizzat Başbakan Necmettin Erbakan tarafından atılacağını duyurmuştur (Özer, 2011, s.61). Bu konuyla ilgili tartışmalar sürerken Erbakan bu projeye karşı çıkanlara “Sen kimsin yüzde üçsün konuşamasın…” diye gönderme yaptı (Akpınar, 2001, s. 96). O dönem Taksim’e cami bir siyasi yatırım ve politik tartışma olarak algılanıyor ve yorumlanıyordu (Donat, 1999, s.368). 

1997 yılı Ocak ayı, aynı zamanda Taksim’e cami projesi, türban yasağının kaldırılması ve karayolu ile Hacca gidiş tartışmalarını kamuoyunun gündeminde yer almış ve uzun süren tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Dönemin Bakanı Necati Çelik’e göre “Türkiye’de çok ciddi bir gerilim ortamı yaşanırken, böyle bir ortamda Sayın Başbakan’ın torunlarına, torunlarının bakıcılarına varıncaya kadar büyük bir kafileyle hacca gitmiş olması başlı başına yapılmış tarihi bir hataydı, hiçbir izahı yoktur” (Çelik, 2004, s. 77) şeklinde ki açıklaması oldukça dikkat çekicidir. 

Taksim’e Cami Projesi aslında 1970’li yılların başlarından beri düşünülmüş ve ilk ciddi çalışma 1977 yılında Süleyman Demirel’in başbakanlığında ki “Milliyetçi 
Cephe” hükümeti zamanında yapılmıştır. Dönemin Kültür Bakanlığı, Taksim’e Cami yapım projesi için Anıtlar Yüksek Kurulu’na başvurmuştur. Taksim’e Cami projesi aslında siyasal İslamcı kesime karşı bu bakış açısının göstergesidir. “Taksim’e Cami” projesi olarak zihinlere kodlanan bu projenin geçmişi 1977 yılına dayanmaktadır. Yukarıda da izah edildiği gibi o zaman da bu projeyi yapmaya çalışmakla itham edilen siyasal oluşum 28 Şubat sürecinde Cumhurbaşkanlığı görevini yürüten Süleyman Demirel liderliğindeki Milliyetçi Cephe Hükümeti olmuştur. Bu durum ilginç bir çelişkiyi de ortaya koymakta ve bazı konuların zaman zaman kullanılmak üzere adeta yedekte bekletildiğine işaret etmektedir (Arikan, 2010, s.85). 

Hükümetin inisiyatifiyle, Ziraat Bankası'na ait Sular İdaresi'nin arkasındaki 1624 metrekarelik arsa, cami yapılmak için Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne devir edilmiştir.  Ancak devir yapılmasına rağmen, arsaya yıllarca cami yapılmamıştır. Bunun üzerine Ziraat Bankası, satış devir sözleşmesinde yer alan ilgili maddeye dayanılarak, 10 yıl içinde devir amacına uygun kullanılmadığı gerekçesiyle arsayı geri istemiştir. İstek yerine getirilmeyince, banka 1990 yılında dava açmıştır (28 Mayıs 1998), Hürriyet. Mahkeme, Ziraat Bankasını haklı bularak arsanın iadesine karar vermesi üzerine Vakıflar Genel Müdürlüğü Yargıtay’a giderek itiraz etmiştir. Yargı sonrasında ise mahkeme Taksim’de ki arsanın Ziraat Bankası’na ait olduğu kararını vermiştir. Banka arsanın kendisine verilmesi kararı ardından yönetim olarak toplanmış ve Taksim’de ki arsanın yeşil alan ilan edilmesi ve “Ziraat Park” adı ile bir park yapılıp İstanbul için sosyal yaşam alanı olarak kullanılması kararı alınmıştır. 

Ülke gündemi ve siyaset atmosferinin tansiyonu bu kadar yüksek bir ortamda kutuplaşmaların oluşması, laik kesim ve İslami çevrelerin karşı karşıya gelmesi, 
İslam’ın demokrasi karşıtlığı şeklinde bir zihniyetin ortaya çıkması beraberinde derin ayrılıklar açacak bir kutuplaşmayı beraberinde getirecektir. 

3.2.2. 28 Şubat Süreci ve Dış Politika 

28 Şubat döneminde, başta ABD olmak üzere dış güçler, resmi düzeyde Türkiye’de demokrasinin sekteye uğratılmaması koşuluyla, iktidarda bulunan Refah-Yol Hükümeti’nin uluslararası alanda atmış olduğu bir kısım adımlardan rahatsızlıklarına dair açıklamalar yaparken, bu güçlerin fiili bir darbeye de ışık 
yakmaması, darbe heveslisi kesimlerde hayal kırıklığına yol açmıştır (TBMM, 2012, s.959). 

Özellikle 28 Şubat sürecinde ABD’nin ve AB’nin, 28 Şubat 1997 MGK Kararları sonrasında ciddi bir açıklama yapmadıkları ya da tarihi MGK kararları olarak 
bilinen 28 Şubat kararları hakkında bir eleştiride bulunmamaları 28 Şubat sürecini açıkça desteklediklerinin bir göstergesi olarak yorumlanabilir. Yine bununla beraber siyaset atmosferinin yüksek ve gergin olduğu 28 Şubat sürecinde ABD’nin ve AB’nin bu sürece müdahil olduğunu gösteren herhangi bir açıklaması da mevcut değildir. 

Öte yandan, Avrupa Komisyonu tarafından 1998 yılından itibaren yayımlanan İlerleme Raporlarında ve diğer resmi belgelerde, “sivil-asker ilişkileri” başlığı altında, üst düzey askerlerin demeçleri, MGK ve MGK Genel Sekreterliği’nin yapısı ve rolü, MGK Kararlarının siyaset üzerindeki etkisi, YAŞ, Jandarmanın konumu ve diğer hususlarda çeşitli eleştirilerin mevcut olduğu aşikârdır (TBMM, 2012, s.959). 

Refah-Yol Koalisyon Hükümeti’nin Programında, bir yandan “Ankara Antlaşması ve Gümrük Birliği’yle amaçlanan nihaî hedeflere ulaşılabilmesi için, yasal 
düzenlemeler dâhil gerekli çalışmaların yapılacağı” belirtilirken; diğer yandan da “Türk Cumhuriyetleri ve İslam ülkeleriyle ekonomik, ticarî, sosyal ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesi için yürütülen faaliyetlere hız kazandırılacak; bu ülkelerle olan, işgücü, mal, hizmet ve sermaye dolaşımının kolaylaştırılması için gerekli tedbirler alınacaktır” çok boyutlu ve “şahsiyetli” dış politika yürütüleceği” vurgusu yapılmıştır. Hükümet Programında kullanılan “Batı” ve “Doğu” arasındaki bu dengeli dil, hükümetin görevi süresince yumuşak karnı olarak görülecekti (Komisyon, 2012, s.61). 

Necmettin Erbakan, Başbakan olarak ilk resmi gezisini KKTC’ye yapmış, daha sonrada İran, Pakistan, Singapur, Malezya ve Endonezya’yı kapsayan başka bir gezi programı planlanmıştır. Gezilere çıkarken yaptığı konuşmada asıl amacının bu ülkelerle ticari ilişkileri geliştirmek olduğunu ifade etmiştir (Arikan, 2010, s.87). 

 3.2.2.1. Başbakan Erbakan’ın islam ülkeleriyle olan temasları 

 Başbakan Necmettin Erbakan, Türkiye’nin kuruluşundan bu yana devam eden “Yüzünü Batıya Dönme” tavrını bir nebze olsun değiştirmek, İslam ülkeleri arasında alternatif bir işbirliği modeli oluşturulmasına öncelik etmek ve Ortadoğu, Asya ve Afrika ülkeleriyle ilişkileri geliştirmek maksadıyla, Ağustos ve Ekim 1996 aylarında, Müslüman ülkeleri ziyaret etmiştir (Komisyon, 2012, s.61). 

İnançlı ve şuurlu kadroların çekirdeğini RP teşkilatının temsil ettiğine işaret eden RP Genel Başkanı Necmettin Erbakan “İslam Birliği Kurulması” yolunda önemli 
adımlar atmakla beraber şu 5 maddeyi sıralıyordu; 

1. Taklitçilik bırakılacak, Milli Görüşe geçilecek, 
2. Kapitalizm bırakılacak, Adil düzene geçilecek, 
3. Uşaklıktan vazgeçilerek, yeniden büyük Türkiye kurulacak, 
4. Hristiyan birliği değil, İslam birliği kurulacak, 
5. Zulme dayanan bir dünya değil barışı esas alan bir dünya kurulacak (25 Şubat 1995) Milli Gazete, s.7. 


KAYNAK
BİLĞİSAYARINIZA PDF İNDİRİNİZ;

http://earsiv.atauni.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/123456789/1219/%C4%B0smail_G%C3%9CLMEZ_tez.pdf?sequence=1

18 NCU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


***

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 16


28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM  SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 16


Belediye Başkanı Bekir Yıldız, Kudüs Gecesinde yaptığı konuşma nedeniyle 17,5 yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. Sincan’da düzenlenen Kudüs Günü etkinliği 28 
Şubat sürecinin en tartışmalı hadiselerinden birisini teşkil etmiştir (Komisyon, 2012, s.55). Bu gecenin en önemli mimarı olan Sincan eski Belediye Başkanı Bekir Yıldız, cezaevinden tahliye olduktan sonra 17 Ekim 1997’de “Ceviz Kabuğu” programında; “Kudüs Gece” si ile ilgili olarak gecenin Filistin’le ilgili bir gece olduğunu, tekrar belediye başkanı olsa böyle bir geceyi yeniden düzen leyeceğini ancak bu ülkede her doğrunun yapılamayacağından İran Büyük elçisi’ni davet etmeyeceğini ancak bunun sebebinin kamuoyunun mahzur görmesinden değil kamuoyuna mahzur gösterilmesi için bazı hesapların yapılması olduğunu, bir takım olaylarla zaten gerilmiş olan ortama biraz da katkı olsun düşüncesiyle böyle bir programın düzenlenmediğini, Ramazan Ayı boyunca 30 gece program düzenlendiğini ve Kudüs Gecesi’nin bunlardan sadece biri olduğunu, daha önce ki gecelerde de Kafkas, Çeçen ve Bosna ile ilgili geceler düzenlendiğini ancak sadece bu gecenin birilerinin hoşuna gitmediğini” belirtmiştir (Cevizoğlu, 2001,s. 77). 

Dönemin Çalışma Bakanı Necati Çelik ise “Sağlıklı bir parti yönetimi söz konu olsaydı Sincan Belediye Başkanı böyle bir faaliyet yapmayı düşünemezdi, düşünecek olsa da partiden müsaade alırdı. Sorulma ihtiyacı duyulmadığına göre parti yönetimi sureti vardır ancak pratikte parti yönetimi yoktur. Böyle bir geceden sonra oluşan gergin ortamda da yapılması gereken ise başkanın çağrılıp ikaz edilmesi ve gerekirse partiden ihraç edilmesidir. Tansiyonu düşürmek için mutlaka bir şey yapılmalıdır. Ancak bunlar yapılmadığı gibi bir de sahiplenil miştir” şeklinde bir yorum yapmıştır (Çelik, 2004, s.79). 

Kudüs Gecesi, laik kamuoyunu yeterince rahatsız etmişti. Kışlalardaki kıpırdanmaların haberi artık yayılmaya başlıyordu. Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız hakkında soruşturma açılmıştı. Ancak olaylar asıl şimdi başlıyordu. Zira Kudüs Gecesi ile haber yapmak isteyen Star televizyonu muhabiri Işın Gürel’in Sincan’da yediği tokat milat oldu. Işın Gürel’in Sincan’da başına gelen olaya başta medya ve muhalefet büyük bir tepki göstermiştir. Tansu Çiller yaşanan bu kötü olayı kınamış, DYP Kilis Milletvekili Doğan Güreş, “Sincan olayı rezalettir, Türkiye İran değildir. Türkiye laikliğe tamamen yapışmıştır. Türkiye Atatürk ilkelerine tamamen yapışmıştır. Bunun dışına kimse çıkaramaz, kimse…!” şeklindeki açıklamaları ile dikkat çekmiştir. Bu devleti bir tane bez değil 6 milyar adam eline bez alsa gelse gene sarsamaz. Kimi 
aldatıyorsunuz? Türkiye laik bir ülkedir… Vb. sözleri Türkiye ve siyaset yaşamındaki yüksek olan tansiyonu düşürmekten uzaktı (Birand, Yıldız, 2012, s.199). 

Türkiye gündeminde büyük bir etki yaratan ve kamuoyunu uzun bir süre meşgul eden hatta 28 Şubat sürecini hazırlayan gelişmeler arasında önemli bir yer teşkil eden “Kudüs Gecesi” sonrasında, Hükümet Sincan’da ki olaylarla yükselen tansiyonu düşürmek yerine hala türban ve Taksim’e Cami tartışmaları ile ilgileniyordu. Bunun yanında Başbakan Erbakan Taksim’e cami projesini eleştirenlere kızıyordu, “Garipsenecek tek şey bazı fosil denilen kişilerin % 99’u Müslüman olan ülkenin herhangi bir yerine cami yapılmasına karşı çıkmalarıdır” (Akpınar, 2006, s.159) şeklindeki açıklamaları ile bu konu hakkında ki tutumunu değiştirmek istemiyordu. 

Başbakan Necmettin Erbakan, partisinin grup toplantısında “Ankara’nın Sincan ilçesinde düzenlenen Kudüs Gecesi’ni değerlendirirken, demokratik bir ülkede bu tür etkinlikler olabileceğini; Türkiye’nin büyük atılımlar yaptığını, ancak bazı çevrelerin yeniden büyük Türkiye'nin kurulmasından rahatsızlık duyduklarını savunarak; “Bazı çevreler, bazı fosiller, acaba ne yapsak da ülkenin havasını bozsak, huzuru, barışı, kardeşliği engellesek diye düşünüyorlar” şeklindeki açıklaması ve Adalet Bakanı Şevket Kazan da TBMM Genel Kurulu'nda ANAP Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in Sincan'da yaşanan olaylara ilişkin konuşmasını yanıtlarken, “Hiç kimsenin demokratik rejim üzerine oyun oynamaya hakkı olmadığını belirterek, Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız'ın, RP'nin 400 belediye başkanından biri olduğunu” söylemiştir. 
Şevket Kazan, “Ankara DGM'nin olayla ilgili soruşturma başlattığını, RP’si Meclis Grubu'nun da duyarlığını ortaya koyarak, üç milletvekilini olayı soruşturmakla 
görevlendirildiğini” söylemiştir (Komisyon, 2012, s.56). 

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, “Sincan'da yaşanan olaylar için RP'nin laik, demokratik cumhuriyete dönük bir tepki içinde olduğunu herkesin görmesi gerektiğini belirterek, cumhuriyeti savunan herkesi, karşı tepki göstermeye çağırmıştır”. 

BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu ise “Türkiye’de asla Nusayri iktidarının oluşmasına izin vermeyeceğiz” diyerek tepkisini ortaya koymuştur. Cumhurbaşkanı 
Süleyman Demirel, “Neden demokrasiyi işletmeye çalışmıyoruz da darbe tartışması yaratıyoruz?” demiştir (Komisyon, 2012, s.56). 

Başbakan Necmettin Erbakan hala türban, karayolu ile hacca gidiş, üniversitelerde başörtüsünü serbest bırakılmasını öngören Bakanlar Kurulu 
kararnamesini Türkiye’nin içinde bulunduğu bu bunalımlı günlerde imzaya açmış olması gibi gündemlerle meşgul olurken, İran Büyükelçisi’nin, “Şeriat Çağrısı” 
yapması vb. gibi nedenler artık 28 Şubat sürecinin önemli bir ayağının başladığını, 3 Şubat 1997 günü Genelkurmay Başkanlığı’nda ki olağanüstü bir hareketlilik yaşanması ve Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı başkanlığında gizli bir toplantı yapılmıştır. O günün savunma muhabirleri toplantı hakkında, toplantıda konuşulanlar hakkında bilgi almak istemiş ancak çabaları boşa çıkmıştır. Toplantıda Kudüs Gecesi konuşulmuş ancak asker resmi bir açıklama yapmamıştır. 

4 Şubat 1997 günü Sincanlılar tank sesleri ile uyandı. Lala Mahallesinde 5 tank ve 20 kariyer, ağır ağır Sincan’ın merkezine doğru ilerliyordu. Sincan halkı ise 
camlardan bakıyor, dükkânlarını yeni açan esnaf ise şaşkınlık içerisindeydi. Herkes darbe olduğunu düşünüyordu, bir kısım halk ise şaşkınlığı üzerlerinden atmış yol kenarlarında dizilmiş tankları alkışlıyorlardı (Akpınar, 2006, s.160-161). Böyle bir ortamda RP’nin işi zordu. Karşı tarafın tavrını değiştirmenin mümkün olmadığı, siyasi manevra sahasının azaldığı, hükümetin reflekslerinin kaybettiği bir döneme girdiğini (Bayramoğlu, 2007, s.109) şeklinde yorumlamak mümkündür. 

Yaşanan bütün bu gelişmeler sonrasında olay yaratan ve birçok açıdan tepki alan olaylı “Kudüs Gecesi” sonrasında askerin tepkisi çok sert olmuştur. Dönemin Hürriyet Gazetesi “Dün sabah 20 kadar tank ve 15 kariyer, Sincan’dan geçerek Yenikent tatbikat alanına gitti” şeklinde başlığı askerin yaşanan geceden ne kadar rahatsız olduğunu göstermekteydi. 

Sabahın erken saatlerinde tankları ve üzerlerinde ki askerleri gören Sincanlılar, darbe olduğunu sanarak büyük bir panik içerisine girmişlerdir. Bununla beraber bazı Sincanlıların evlerine kapandığı bazılarının ise geçen askerlere destek verip alkışladıkları gözlenmiştir. (5 Şubat 1997) Hürriyet, s.1. 

4 Şubat 1997 tarihinde Ankara'nın Sincan ilçesinde Etimesgut Zırhlı Birlikler Okulu ve Eğitim Tümen Komutanlığı'na bağlı çeşitli askeri araçlardan oluşan konvoy, ilçe sokaklarından Akıncı Üssü'ne "motorlu yürüyüş" gerçekleştirmiştir. Bu yürüyüş, ülke genelinde heyecana neden olurken, Milli Savunma Bakanı Turhan Tayan, olayın normal bir tatbikat olduğunu, eğitim çalışmaları kapsamında gerçekleştirildiğini söylemiştir. Olay gazetelere “Sincan’dan Ordu Geçti” başlığı ile yansımıştır (Komisyon, 2012, s.55). Düzenlenen Kudüs Gecesinin akabinde 4 Şubat sabahı Etimesgut'taki Zırhlı Birlikler Tümeni'nden yola çıkan 20 kadar tank ve çok sayıda askeri kariyer, Sincan'a yönelmiştir. Genelkurmay Başkanlığı’ndan yapılan kısa açıklama ise bunun yalnızca bir Motorlu yürüyüş tatbikatı olduğu şeklindeki açıklamasıdır. Konvoyun açıklanan görev talimatı, Akıncı (Mürtet) Hava Üssü yakınlarındaki Yenikent tatbikat alanına gitmektir. Ancak, konvoydaki iki tank ve bazı kariyerler, Kubbetüs Sahra şeklindeki çadırı yıkacaklardır. RP'li belediye tepkiler üzerine bir gece önce çadırı söktüğü için tanklar meydanda bir süre oyalanıp geri dönmüşlerdir. Bu oyalanma sırasında, sözde arızayı gidermek için tanklara “Balans Ayarı” yapılmıştır. İşte bu deyim, “Demokrasiye Balans Ayarı” olarak 28 Şubat sürecinin sloganı haline gelmiştir. Ertesi gün Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir'in sözleri ardından bu deyim “post-modern darbe” deyimi çıkana dek, yaygın biçimde kullanılmıştır (Özgan, 2008, s.70). 

Genelkurmay Başkanlığı, “6 ayda bir yapılan normal eğitim faaliyeti” olarak açıkladığı bu geçişin, “tesadüfen bu tarihe denk geldiğini” bildirmiştir. Daha sonra bu olay Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir tarafından “Demokrasiye balans ayarı yapıldı” veya “rejime ince ayar yapıldı” şeklinde değerlendirilmiştir. Askere ait olduğu öne sürülen bu sözlere tepki gösteren RP’li Kahraman Emmioğlu, “Bu kafaları duvara çarpmalı. Eğer sen politika yapacaksan çıkar elbiseni. Güreş Paşa gibi politika yap” demiştir (Bölügiray, 1999, s.91). Bununla beraber Genelkurmay Başkanlığı normal faaliyet olarak açıklamış ve motorlu yürüyüş denilen bu geçişin 6 ayda bir icra edildiğini ve Kudüs Gecesi sonrasına gelmesinin ise tamamen bir tesadüf olduğunu açıklamıştır. 

Başbakan Necmettin Erbakan ise, yaşanan gelişmeleri suni gündem olarak değerlendirmiş, tankların yürüdüğü gün meclis grup toplantısında yapmış olduğu konuşmada, “…Mesele laiklik değil, laikliği din düşmanı olarak kullanmak isteyenlerin rahatsızlığıdır. Bunları yapmak isteyenlerde bir avuçtur. Onlar da fosil olmuştur” ifadelerini kullanmıştır. Başbakan Erbakan’ın daha sonra, Sincan olaylarını değerlendirmesini isteyen gazetecilere sinirlenerek vermiş olduğu yanıt da unutulmayanlar arasında yerini almıştır. Erbakan’ın cevabı “Cumhuriyet Bayramı’nda da 240 tane tank geçiyor” şeklinde olmuştur (Öztürk, 2006, 81-82). 

KAYNAK
BİLĞİSAYARINIZA PDF İNDİRİNİZ;

http://earsiv.atauni.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/123456789/1219/%C4%B0smail_G%C3%9CLMEZ_tez.pdf?sequence=1


17 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***

16 Aralık 2015 Çarşamba

28 ŞUBAT SÜRECİ ARİFESİNDE VE ERTESİNDE İKİ MİLLİ GÖRÜŞ PARTİSİ: REFAH PARTİSİ (RP) - FAZİLET PARTİSİ (FP) ( KARŞILAŞTIRMALI BİR ANALİZ ), 5




28 ŞUBAT SÜRECİ ARİFESİNDE VE ERTESİNDE İKİ MİLLİ GÖRÜŞ  PARTİSİ: REFAH PARTİSİ (RP) - FAZİLET PARTİSİ (FP)  ( KARŞILAŞTIRMALI BİR ANALİZ ), 5


5. İKİ MİLLİ GÖRÜŞ PARTİSİNİN KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ 


Çalışmada incelenen siyasi partilerden RP’nin selefi olan Milli Görüş Partileri (MNP ve MSP), AP döneminde büyük sanayici ve serbest piyasadan yana izlenen, küçük ve bağımsız esnaf, zanaatkâr ve çiftçinin aleyhine olan politikalardan dolayı beliren sınıfsal ayrışmanın ürünü olarak ortaya çıkmış ve bu süreçte aleyhine politika izlenen ‘mağdur’ kitlelerce desteklenmiştir (Sarıbay, 1985: 96). 12 Eylül 1980 Askeri Müdahalesi’yle kapatılan İkinci Milli Görüş partisi MSP’nin halefi olarak 13 Temmuz 1983’te Avukat Ali Türkmen’in 
başkanlığında 33 kişi tarafından kurulan RP de (Çakır, 2005: 548), kendisini İslamcılık çeperi içinde ifade etmiş küçük ölçekli işadamları ve Anadolu’da henüz palazlanmaya başlayan yeni burjuva ile yoksul ve yeni kentleşmiş kitleler tarafından desteklenen bir Milli Görüş partisidir. Dünya görüşünü Milli Görüş şeklinde tanımlayan RP, dini motifleri ve mesajları olabildiğince açık bir şekilde kullanan hem İslamcı hem de milliyetçi bir parti olarak nitelenebilir. 28 Şubat 1997 tarihli MGK bildirisinin ve 21 Mayıs 1997’de RP’nin aleyhine açılan kapatma davasının ardından Partinin kapatılma tehlikesini gören yetkililerce (Mert, 2008: 79) Avukat İsmail Alptekin’in başkanlığında kurulan dördüncü Milli Görüş 
partisi FP de selefi RP gibi Meclis dışından isimlerce kurulan; ancak RP’nin Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatılmasından sonra, siyasi yasaklı isimler dışındaki bütün partililerin katılımıyla Meclis’te temsil edilme olanağına kavuşan bir siyasi partidir (Karaalioğlu, 2001: 10-11). RP’den farklı olarak Parti Programı’nda demokrasi ve insan haklarının öncelendiği, liberal değerlerin vurgulandığı ve RP’nin devamı gibi algılanmamak için Parti üst yönetiminde bir kısım eski ANAP’lı yöneticilerin yer aldığı FP (Poyraz, 2010: 326), her ne kadar RP’nin siyasi ve ideolojik mirasını görünüşte terk etmek zorunda kalsa da sayısız meşruiyet sınavından geçmek zorunda kalmış (Dursun, 2004: 7) ve 
nihayet RP’yle aynı kaderi paylaşmıştır. Milli Görüş Hareketi içinde yer alan her iki parti genel merkezden mahallelere kadar inmeyi başaran bir örgüt yapısına ve devasa bir üye sayısına sahip olduğu gibi, özellikle kadının kamusal alana çıkışı ve siyasallaşmasında öncü rol üstlenen RP, Hanım Komisyonları gibi örgütleri sayesinde en ücra köşedeki ailelerle bile irtibata geçerek geniş bir kitlenin Partiye üyeliğini sağlamış ve beğenisini kazanmıştır. Maurice Duverger tarafından kadro partileri ve kitle partileri şeklinde yapılan ayrım göz 
önünde tutulduğunda; her iki partinin de kitle partisi olduğu sonucuna erişilmektedir. 

Çünkü kitle partileri, parlamento dışında ortaya çıkan, geniş üye tabanlarına ve güçlü bir parti teşkilatlanmasına sahip (Türköne, 2003: 260), eşraftan, tüccardan, bankacılardan az sayıda ama yoğun bir yardım görmedikleri için çok sayıda kişiden meblağı az; ancak devamlı ödenti toplamak başka bir ifadeyle üye sayısını yüksek (Çam, 1999: 442) tutmak durumunda olan, faaliyetleri seçim zamanlarıyla sınırlı olmayan, parti bürokrasisinin gelişkin, örgütü disipline olmuş ve meclis gruplarının da örgüte katı bir disiplinle bağlı olduğu partilerdir. Esnek olmayan bir ideolojiye sahip olan kitle partilerinde, bu ideoloji doğrultusunda eğitim faaliyetleri ve parti içi propaganda ve seminerler de örgüt yapısını 
disiplinli ve canlı tutmanın yanı sıra, partinin ideolojisinin pekiştirilmesine de katkıda bulunmaktadır (Yücekök, 1987: 92). Meclis dışından kişilerce kurulmaları, küçük ölçekli işadamları ve Anadolu burjuvazisi ile yoksul ve yeni kentleşmiş kitlelerce desteklenmeleri, örgütsel ve siyasi faaliyetlerinin süreklilik arz etmesi, dozajı farklılık gösterse de Milli Görüş diye adlandırdıkları ideolojinin izlerini taşımaları bakımından her iki parti, kitle partisi olarak nitelenebilir. 


RP ve FP, vatandaş-devlet ikileminde tercihini vatandaştan yana yaptığını beyan eden, adalet, bayındırlık, içişleri gibi konularda büyük bir hamleye ve revizyona gidilmesi gerektiği inancını paylaşan, gittikçe daha az dinsel kavramlardan oluşan, daha demokrat ve daha sivil toplumcu bir söyleme yönelen ve ehlileşen birer parti profili çizmiştir. Ordunun ve yargının soğuk nefesini sürekli ensesinde hisseden Milli Görüş Hareketi’ne mensup olan her iki parti, askeri müdahaleler ya da kapatma davalarıyla ülkenin yüzleştiği ‘yukarıdan ayarlı’ dönemlerin ürünü ve mağduru olan, ortak makûs kaderi paylaşan ‘talihsiz siyasi partiler’ olarak addedilebilir. İncelenen partilerden RP, kuruluşundan kapatılmasına kadar 
sürekli ordunun gözetiminde ve tesiri altında tutulmak istenen, selefi olan Milli Görüş partileri gibi karşı devrimci ya da Atatürk karşıtı bir siyasi parti olarak damgalanmaktan kurtulamayan bir partidir. Şöyle ki, henüz kurulmasının ardından ordunun kamu yaşamında İslam’ın rolüyle ilgili sert düzenlemeleri sürdürmeye karar vermesinden dolayı MGK tarafından kurucu üyeleri veto edilen ve bu yüzden 6 Kasım 1983 genel seçimlerine katılamayan (Yavuz, 1997: 71) RP’nin geniş bir halk desteği aldığı 24 Aralık 1995 genel seçimlerinden sonra da RP’siz hükümet arayışlarında ordu bizzat yer alarak birtakım etki ve telkinlerde bulunmuş, Refahyol Hükümeti’nin ilk altıncı ayından sonra da Batı Çalışma 
Grubu, Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi ve Türkiye-İsrail Askeri Eğitim Anlaşması’nın Başbakan Erbakan’a imzalatılması gibi ordunun günlük politikada inisiyatifi ele alma hususundaki kararlılığını gösterdiği ve nihayet 28 Şubat 1997 tarihli MGK bildirisinin açıklanmasıyla Hükümetin iyice sıkışmış bir alanda MGK’nın gözetim ve denetimi altında yürütme faaliyetini icra etmeye mahkûm hale geldiği görülmüştür (Erdoğan, 2007: 15). 28 


Şubat 1997 tarihli MGK bildirisinin ardından kurulan FP de selefi RP gibi katıldığı ilk genel seçimlerde ordunun telkin ve tesirlerinden nasibini almıştır. Şöyle ki, siyasal faaliyet alanını bir ölçüde belirleyen meşruiyet ölçülerini MGK dolayımıyla takip eden Cumhurbaşkanı Demirel tarafından 18 Nisan 1999 genel ve yerel seçimleri öncesinde seçim kampanyalarının 28 Şubat süreciyle hesaplaşmaya dönüştürülmemesi ve askerin siyasete alet edilmemesi telkin edilmiş (Dursun, 2004: 7), seçimlerden önce çeşitli platformlarda üst düzey ordu mensuplarınca FP’yle irticayı özdeşleştiren veya “28 Şubat süreci gerekirse bin yıl sürer” gibi keskin beyanlarda bulunulmuş, FP’nin Genel Başkanı Kutan’la da ordu 
arasında başlayan restleşmeler FP’yi iyice çıkmaza sokmuştur. 7 Mayıs 1999’da FP aleyhine açılan kapatma davası da kapatılma baskısı altında geçecek yirmi altı aylık sancılı bir dönemi beraberinde getirmiş ve nihayet FP de halefi RP gibi Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatılmıştır. 

Adil Düzen retoriğine sahip olan RP, selefi olan Milli Görüş partilerinden farklı olarak, devletçi ve korumacı politikalardan vazgeçerek piyasa ekonomisi modeline yönelmiştir (Yavuz, 2005: 597). Ancak RP’nin Adil Düzen modeli, Batı’nın serbest piyasa ekonomisiyle Doğu Bloku ülkelerinin devlet kontrollü Sosyalizmi arasında karma bir ekonomik yapıyı canlandıran, devletin temel altyapı ve bölüşüm desteği sağlanmasında önemli rol oynadığı özel girişimin teşkilinin ekonominin lokomotifi olarak görüldüğü, özellikle faizsiz bankacılık gibi bir grup İslami elementi de içeren (Öniş, 1997: 754), hızlı ekonomik gelişme ve ulusal gelirin adil dağıtımı ana temalarına dayanan, kronik ekonomik 
problemlere ve toplumda algılanan ahlaki erozyona karşı geliştirilen eklektik, kompleks ve ütopik bir ekonomik yapıyı ifade etmektedir (Yılmaz, 2012: 368). RP’nin halefi FP ise, birincil hedefi olarak Adil Düzen’i kurmak değil, insan hakları, siyasi özgürlük ve Türkiye’de özgürlük gibi alanları yeğlemiş (Küçükcan, 2003: 497); selefi RP’nin iktisadi liberalizmine aykırı, kolektif iktisadi anlayışından hayli uzaklaşmış bir görüntü sergilemiştir (Çaha, 2000: 171). 

FP’nin Programına göz atıldığında, bu durum daha iyi anlaşılmaktadır. Parti Programı’na bakıldığında, devletin imkânlar dahilinde ticari ve sınai 
faaliyetlerin dışında tutulması ve bu çalışmaların özel sektör eliyle yaptırmanın gerekliliği, devletin asli fonksiyonu olan güvenlik, adalet, eğitim, sağlık ve altyapı hizmetlerini üstlenmesi, denetleyici, düzenleyici ve yol gösterici olarak özel teşebbüsün gelişebilmesi amacıyla serbest piyasa ekonomisinin gereklerini hazırlaması gerektiği, ana amaçlarının üretim ekonomisine geçmek olduğu (Fazilet Partisi, 1998: 15-16) şeklinde liberal ekonominin gereklerine vurgu yapılmış ve RP’den farklı olarak faizsiz bankacılık gibi İslami elementleri içermeyen, daha açık ve tutarlı bir söylemin hâkim olduğu görülmektedir. 

MGK vetosu sebebiyle 6 Kasım 1983 genel seçimlerine katılamayan RP, ilk katıldığı 25 Mart 1984 yerel seçimlerinden başlamak üzere, 29 Kasım 1987 genel seçimlerinde, 26 Mart 1989 yerel seçimlerinde, 20 Ekim 1991 genel seçimlerinde oy oranını sürekli olarak yükselten, en büyük başarısını 27 Mart 1994 yerel seçimlerinde elde eden ve en son katıldığı 24 Aralık 1995 genel seçimlerinden de %21.3’lük oy oranıyla birinci parti olarak çıkmayı başararak popülaritesini zirveye taşıyan bir siyasi partidir. 18 Nisan 1999 genel ve yerel seçimlerinde genelde %15.4 oranında oy alan FP’nin oylarında ise, düşme olmuştur. Çünkü 24 Aralık 1995 genel seçimlerinde RP’nin aldığı oy oranı göz önünde tutulduğunda, genel oylarda FP’nin %29’luk bir oy kaybının olduğu söylenebilir. Ancak yerelde belediyelerde %18.4, büyükşehir belediyelerinde %23.7 oy oranını yakalayan FP, her ne kadar RP’nin 27 Mart 1994 yerel seçimlerindeki başarısının altında kalsa da, yerel seçimlerde birinci parti olarak çıkmayı başarmıştır. Seçimlerdeki performansı bu şekilde betimlenebilen iki Milli Görüş partisinin dış politika anlayışı birbirinden oldukça farklılık göstermektedir. Dış politikada Batı ve AB karşıtı bir politika izleyen RP’nin dış politikadaki temel hedefini, Türkiye ile geri kalan İslam ülkeleri arasında sıkı bir birlik oluşturmak teşkil etmektedir. Türkiye’yi ekonomik potansiyeli ve jeopolitik pozisyonu 
bakımından İslam dünyasının liderliği için doğal bir ülke olarak gören RP (Öniş, 1997: 754), 

AB’yi kültürel, ekonomik ve dini bakımdan farklı olması, karar alma sürecinin muğlak ve Türkiye’ye kapalı olması, Müslüman toplulukların AB içinde uğradığı baskıyı belirterek yoğun bir şekilde eleştirmekte ve reddetmektedir. Ayrıca özellikle Türkiye’nin AB’nin resmi karar alma sürecine dahil olmadan AB’nin dış ticaret politikasına uymak zorunda kaldığı gerekçesiyle Gümrük Birliği’ne de karşı çıkmıştır (Robins, 1997: 86). RP’nin halefi FP ise, selefinden farklı olarak ve biraz da varlığını garanti altına almak gayesiyle Batı’yla bütünleşme yanlısı, liberal ekonomi taraftarı ve demokratik hukuk devleti savunucusu bir parti görünümüne bürünmeyi yeğlemiştir (Okutan, 2006: 317). 
Türkiye’nin coğrafi konumu ve tarihi itibariyle Avrupa ile ilişkilerden uzak kalamayacağını ve bu ilişkilerin düzeyinin ülkenin uluslararası konumunu etkilemeye devam edeceğini vurgulayan FP (Fazilet Partisi, 1999: 45), bir an önce AB’ye tam üye olunmasını istemiştir. 

İslam Birliği ile ilişkili olarak G-7’nin alternatifi olarak D-8’in kurulmasını önermesi, Başbakan sıfatıyla Erbakan’ın ilk yurtdışı gezisini İran, Pakistan, Malezya, Singapur ve Endonezya gibi Asya ülkelerine yapması, Parti Programı’nda milli eğitim ve öğretimde din eğitimine ayrı bir önem verdiğini belirtmesi, başörtüsüyle üniversitelere devam edilmesine öncülük ederek destek vermesi, Erbakan’ın Başbakanlık Konutu’nda tarikat liderlerine ve din adamlarına iftar yemeği vermesi gibi çok sayıda örnek RP’nin dini motifleri ve mesajları olabildiğince açık şekilde kullanan İslamcı bir siyasi parti olduğunu göstermekte dir. Kendisi için siyasetin başlıca bağlamı kapatılma korkusu olan FP ise, İslamiyet’e ve İslami değerlere açıkça göndermede bulunmadan kaçınarak, yerel yönetimlere yetki aktarımını vurgulayan, Türkiye’nin Avrupalı (AB yanlısı) dış politikasına bağlı olduğunu ilan eden; demokrasiye, birey ve insan haklarına vurgu yapan çok daha ılımlı bir programı ve söylemi benimsemiştir (Yavuz, 2011: 95). FP, Şen (2004: 275)’in belirttiği gibi, kendinden önceki Milli Görüş partilerince Müslümanların haklarının korunmasına yönelik yapılan laiklik tanımının kapsamını da tüm inanç gruplarını kapsayacak şekilde genişleten bir ifade şeklini tercih etmiştir. Birçok platformda devletin müdahaleciliğinin yanı sıra, farklı inanç gruplarının birbirleri üzerinde baskı kurmalarına da karşı olduğunu ifade eden FP, kısmen de olsa Milli Görüş Hareketi’nin varolan laiklik anlayışının dışına çıkmaya başlamıştır. 

Ayrıca FP, selefi Milli Görüş partilerinden farklı olarak sivil toplumun güçlendirilmesi ve sivil toplum kuruluşlarıyla ilişkilere öncelikli konuları arasında yer vermeyi yeğlemiştir. Sivil toplum kuruluşlarıyla demokrasi arasında kurulan ilişkinin uzantısında, sivil toplum kuruluşlarının güçlendirilmesiyle demokrasinin güçlendirileceğini, demokrasinin güçlendirilmesiyle de halkın katılımının ve ülkenin güçlenmesinin sağlanacağını, toplumsal sorunların çözümündeki araçlardan biri olarak betimlediği sivil toplum kuruluşlarının önemini vurgulamıştır (Öner ve Tan, 2000: 162-163). 

İslamcı bir parti olan RP’nin Programı’nda, ailenin milletin temeli olduğuna, fertlerin manevi eğitim ve gelişiminin aileden başladığına, ailenin güçlenmesi, huzur ve saadet içinde yaşaması ve her türlü yıkıcı maddi ve manevi tehditten korunması için gereken bütün önlemlerin alınacağına değinilmiş (Refah Partisi Programı, 1986: 8-9) olup, FP’nin Programı’nda da ailenin toplumun temel sosyal kurumu olarak görüldüğü ve ailenin korunup geliştirilmesinin partinin temel politikalarından biri olduğu ifade edilmiştir (Fazilet Partisi, 1998: 8). Muhafazakâr kimliğe sahip olan her iki partideki aile vurgusu, aileye gelenekleri üretmesi, bireye kimlik ve kişilik kazandırması, temel eğitim kurumlarından biri 
olma işlevini üstlenmesi bakımından kutsiyet atfeden muhafazakâr düşünceyle tutarlılık göstermektedir (Şeyhanlıoğlu, 2011:34). Ancak muhafazakâr düşüncenin aile içine hapsettiği, anne ve eş rolünde değer verdiği; geleneksel tarihsel rolünden sıyrılarak ekonomik, siyasi ve toplumsal alanda bağımsız bir birey olarak yer almasına sıcak bakmadığı kadın, RP döneminde muhafazakâr düşüncenin teamüllerine ve önceki Milli Görüş partilerinden farklı olarak kamusal ve siyasal alanda görünmeye başlamış (Çakır, 2000: 32), fikirlerini sahiplendiği İslami düşünürlerin karşı oldukları “kadının kamusal alana çıkışı” konusunda büyük bir yol kat etmiştir. Bu süreçte RP’nin kadınlara karşı siyasette uyandırdığı ilgi kadının geleneksel ev kadını rolünden sıyrılıp politik bireye dönüşmesinde önemli rol üstlenmiştir (Çaha, 2010: 257). Aileden bağımsız olarak birey 
olarak kadına Parti Programı’nda değinmemesine rağmen izlediği politikayla Türkiye’de kadının kamusal ve siyasal alanda görünürlüğünün artmasında yadsınamayacak düzeyde katkısı olan RP’nin aksine FP’nin Program ve Seçim Beyannamesinde kadına yer verilmiştir. Parti Programı’nda kadının ailenin ve toplumun temel direği olarak görüldüğü, ekonomik ve sosyal hayatta daha başarılı olabilmesi için eğitim ve öğrenimine özel ilgi gösterileceğini belirten FP, Seçim Beyannamesi’nde de çalışan kadının korunmasının, kadının toplumsal konumu ve haklarının güvence altına alınmasının, eğitimde, siyasi ve ekonomik hayatta erkeklerle eşit haklara sahip olmasının öncelikleri arasında yer aldığı ve 
bunlara dönük somut projelerinin olduğuna değinmiştir (Fazilet Partisi, 1999: 102-137). 

Ancak FP’nin Parti Programı ve Seçim Beyannamesi’ndeki bu farklılığın izlediği siyasete yansımadığı görülmüştür. 

Yukarıda değinildiği gibi, 28 Şubat süreciyle miadı dolan RP’nin yerine Milli Görüş Hareketi’nin dördüncü partisi olarak FP geçmiş ve kapatılan RP’nin siyasi yasaklı isimleri dışındaki bütün partililer FP’ye katılmıştır. Ancak FP’nin kapatılmasından sonra Milli Görüş Hareketi’nin tek bir siyasi partiye kanalize olmadığı ve iki siyasi partiye bölündüğü görülmüştür. FP’de 28 Şubat süreciyle RP’nin kapatılmasından Parti’nin efsanevi lideri Erbakan’ı sorumlu tutan, Milli Görüş Hareketi’nin geçmişte yaptığı hataların sorgulanması gerektiğini düşünen, demokratik, hukuki, liberal ve Batı eksenli politikalara yönelmeyi tercih eden muhalif bir kanat olan “Yenilikçiler”in belirmesiyle Parti içinde devrim niteliğinde gelişmeler gözlenmiştir. FP’deki statükocu yapıyı savunan “Gelenekçi” kanada rağmen Parti içinde arzu ettiği siyaseti savunamayacağını anlayan “Yenilikçiler”in 14 


Mayıs 2000’de yapılan FP Kongresi’nde “Gelenekçiler”in adayı olan Recai Kutan’a karşı kendi adayı olan Abdullah Gül’ü çıkarması, Milli Görüş Hareketi’ndeki kırılmaya işaret etmektedir. Nihayet FP’nin Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatılmasıyla da, Milli Görüş Hareketi’nden iki siyasi parti doğmuştur. Bunlardan biri aynı çizgide yer alan beşinci Milli Görüş partisi olan Saadet Partisi ve “Milli Görüş gömleğini çıkararak” siyasi hayatına “ Muhafazakâr Demokrat ” kimliğiyle başladığını ifade eden AK Parti’dir. 


6. SONUÇ 


Milli Görüş Hareketi’nin ilk partileri olan MNP ve MSP, sırtını Batı’ya dönerek ülkenin dış politika yönelimini tersine çevirmeye çalışan, küçük sanayici ve tüccara dayalı bir ulusal gelişmeyi öngören, karşı devrimci ya da Atatürk karşıtı birer siyasi parti olarak damgalanmaktan, yargı ve ordunun tesir ve nüfuzundan, kendilerine biçtiği akıbetten kurtulamayan ‘talihsiz” İslamcı partilerdir. 12 Eylül 1980 Askeri Müdahalesi’nin ardından cuntanın demokratik hayata dönüş kararıyla kurulan üçüncü Milli Görüş partisi olan RP de selefi Milli Görüş partileri gibi ordu ve yargının “bıktırıcı”/baskın tesirinden kurtulamayan, anti Batıcı ve yönelimi İslam ülkelerine dönük olan dış politika anlayışına sahip, dini motif 
ve mesajları alabildiğince açık bir şekilde kullanan; ancak selefi Milli görüş partilerine göre daha az dinsel kavramlardan oluşan, daha demokratik bir söyleme sahip olan, içinde birtakım İslami elementleri barındıran, eklektik, kompleks ve ütopik bir ekonomi yaklaşımı olan Adil Düzen retoriğini benimseyen, katıldığı yerel ve genel seçimlerde siyasi başarısını sürekli artırarak popülaritesini zirveye taşıyan, ‘Milli Görüş Hareketi’nin kalesi’ olarak nitelenebilen bir siyasi partidir. RP’nin kapatılma tehlikesini gören yetkililerce kurulan ve RP’nin kapatılmasıyla bağımsız kalan milletvekillerinin katılımıyla Meclis’te temsil edilme olanağına kavuşan FP, başta RP olmak üzere selefi Milli Görüş partilerinden farklı olarak dış politikada yönünü Batı’ya çeviren, söylemini demokrasi, insan hakları ve özgürlükler üzerine bina eden, Adil Düzen projesinden uzaklaşarak liberal ekonominin gereklerine vurgu yapan, İslami elementleri içermeyen bir ekonomi anlayışını benimseyen; ancak değişmesine rağmen selefi Milli Görüş partileri gibi ordu ve yargının soğuk nefesini sürekli 
ensesinde hisseden ve kendinden önceki Milli Görüş partilerinin makûs kaderini paylaşan bir diğer siyasi partidir. Başka bir ifadeyle FP, 28 Şubat sürecinden ders çıkaran, bu bağlamda değişen; ancak kaderi değişmeyen bir siyasi partidir. 

Sonuç olarak sosyolojik kökenler ve sınıfsal temsiliyet açısından benzerlik gösteren her iki partinin, Maurice Duverger tarafından yapılan kadro partileri ve kitle partileri şeklindeki ayrım göz önünde tutulduğunda kitle partisi olduğu, vatandaş-devlet ikileminde tercihini vatandaştan yana yaptığını beyan eden, adalet, içişleri, bayındırlık gibi konularda ortak düşüncelere sahip olan, ülkenin ordu ve yargının müdahaleleriyle yüzleştiği ‘yukarıdan ayarlı’ dönemlerin ürünü ve mağduru olan, doğuşu ve akıbeti benzerlik gösteren talihsiz Milli Görüş partileri olduğu görülmektedir. Ancak ekonomi anlayışı olarak hızlı ekonomik gelişme ve ulusal gelirin adil dağıtımı ana temalarına dayanan, birtakım İslami elementleri de içerecek şekilde dini, örfi ve ahlaki yönlere uzanan eklektik, kompleks ve ütopik bir proje olan Adil Düzen’i benimseyen RP’nin aksine, FP’nin İslami elementleri içermeyen, daha açık ve tutarlı argümanlara dayanan bir ekonomi anlayışını benimsediği; katıldığı yerel ve genel seçimlerde siyasi başarısını sürekli artıran, Batı ve AB karşıtı bir politika izleyen RP’ye rağmen, katıldığı genel seçimlerde oylarını düşüren FP’nin 28 Şubat sürecinden ders çıkararak biraz da kendi varlığını garanti altına almak için Batı’yla bütünleşme yanlısı ve AB’ye tam üyeliği savunan bir parti olduğu anlaşılmaktadır. Dini motifleri ve mesajları selefi Milli Görüş partilerine göre daha az; ancak olabildiğince açık şekilde kullanan İslamcı parti RP’nin aksine FP’nin, dinsel kavramlardan imtina ederek liberal değerleri vurgulayan, insan hakları ve demokrasiyi önceleyen bir söyleme yöneldiği, demokrasiyle ilişkili olarak gördüğü sivil topluma öncelikli konuları arasında yer veren bir parti olduğu tespit edilmiştir. Aile konusundaki vurgu benzerliğine rağmen kadının siyasal 
alanda görünümüne katkı sağlaması ve politize olmasında önemli roller üstlenen RP’ye karşın program ve seçim beyannamesinde kadına daha fazla yer veren FP’nin bunu izlediği politikaya aktaramadığı; miadı dolan her iki partiden sonra Milli Görüş Hareketi’ndeki bütünlüğün aynı şekilde korunamadığı, FP deneyimiyle Milli Görüş Hareketi’nde “Gelenekçiler” ve “Yenilikçiler” ayrımının belirdiği ve FP’nin kapatılmasıyla da SP ve AK Parti şeklinde Milli Görüş Hareketi’nden iki siyasi partinin doğduğu sonucuna erişilmiştir. 


KAYNAKÇA 

AHMAD, F. (2011). Modern Türkiye’nin Oluşumu, (Çev.) ALOGAN, Y., Kaynak Yayınları, İstanbul. 

AKDOĞAN, Y. (2005). “Adalet ve Kalkınma Partisi”, (Ed.) BORA, T. ve GÜLTEKİNGİL, M., Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce İslamcılık (Cilt 6), 
İletişim Yayınları, İstanbul. 

AKEL, A. (1999). Erbakan ve Generaller, Şura Yayınları, İstanbul. 

AKIN, K. (2000). Milli Nizam’dan 28 Şubat’a Olaylı Adam Erbakan, Birey Yayıncılık, İstanbul. 

AY, Ş. (2004). “Türkiye’de Siyasal İslam”, Mevzuat Dergisi, (83): 1-13. 

AYDIN, M. (2012). “Darbecilikte Son Perde: 28 Şubat”, (Ed.) BABACAN, A., Bin Yılın Sonu 28 Şubat: Süreklilik ve Kopuş, Cilt: 3, Pınar Yayınları, İstanbul. 

AYKOL, H. (2009). Türkiye’de Siyasi Parti Kapatmanın Tarihi, İmge Kitabevi, İstanbul. 

BAKAN, S. ve ARPACI, I. (2012). “Liberal Değişim Sürecinde Dönüşen ve Dönüştüren Muhafazakârlık”, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi İktisadi ve İdari 
Bilimler Dergisi, 2(2): 131-140. 

BAYRAMOĞLU, A. (2007). 28 Şubat Bir Müdahalenin Güncesi, İletişim Yayınları, İstanbul. 

BİLGİN, H. D. (2008). “Foreign Policy Orientation of Turkey’s Pro-Islamist Parties: A Comparative Study of the AKP and Refah”, Turkish Studies, 9(3): 407-421. 

BÖLÜKBAŞI, M. (2012). “Milli Görüş’ten Muhafazakâr Demokrasiye: Türkiye’de 28 Şubat Süreci Sonrası İslami Elitlerin Dönüşümü”, İnsan ve Toplum Bilimleri 
Araştırmaları Dergisi, 1(1): 166-187. 

BULAÇ, A. (2009). Göçün ve Kentin Siyaseti (MNP’den SP’ye Milli Görüş Partileri), Çıra Yayınları, İstanbul. 

CEVİZOĞLU, H. (2003). 28 Şubat Bir Hükümet Nasıl Devrildi, Ceviz Kabuğu Yayınları, Ankara. 

ÇAHA, Ö (2010). Sivil Kadın Türkiye’de Kadın ve Sivil Toplum, Savaş Yayınevi, Ankara. 

ÇAHA, Ö. (2007). Dört Akım Dört Siyaset, Orion Kitabevi, Ankara. 

ÇAHA, Ö. (2000). “Türkiye’de Siyasal Partiler ve Avrupa Birliği”, İslâmî Araştırmalar Dergisi, 13(2): 163-170. 

ÇAKIR, R. (2005). “Milli Görüş Hareketi”, (Ed.) BORA, T. ve GÜLTEKİNGİL, M., Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce İslamcılık (Cilt 6), İletişim Yayınları, İstanbul. 

ÇAKIR, R. (2000). “Dindar Kadının Serüveni”, Birikim, (137): 27-35. 

ÇALMUK, F. (2005). “Necmettin Erbakan”, (Ed.) BORA, T. ve GÜLTEKİNGİL, M., Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce İslamcılık (Cilt 6), İletişim Yayınları, İstanbul. 

ÇAM, E. (1999). Siyaset Bilimine Giriş, Der Yayınları, İstanbul. 

ÇAYHAN, E. (1997). Dünden Bugüne Türkiye Avrupa Birliği İlişkileri ve Siyasal Partilerin Konuya Bakışı, Boyut Yayıncılık, İstanbul. 

DEMİREL, A. (2013). “Çok Partili Hayat, Siyaset, Partiler, Seçimler”, (Ed.) DEMİREL, A. ve SÖZEN, S., Türk Siyasal Hayatı, Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 
Yayınları, Eskişehir. 

DURSUN, Ç. (2004). “Televizyon Haberlerinde Siyasal İslamcı Partinin Temsili: 1999 Seçimlerinde Fazilet Partisi”, Selçuk İletişim, 3(3): 5-20. 

DURSUN, Ç. (2003). “İslamcı Basında Kemalizm Karşıtlığının Kurulması”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 58(4): 47-82. 
Erbakan Hükümeti Koalisyon Protokolü (RP-DYP) (1996), 
http://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/KP54.htm, 17.06.2014. 

ERDOĞAN, M. (2006). “Soğuk Savaş Sonrasında Türkiye Avrupa Birliği İlişkileri”, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi ve Siyaset 
Anabilim Dalı Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara. 

ERDOĞAN, M. (2007). “28 Şubat Darbesi”, (Ed.) Birey Yayıncılık, 28 Şubat Postmodern Bir Darbenin Sosyal ve Siyasal Analizi, Birey Yayıncılık, İstanbul. 

ERMAĞAN, İ. (2011). “Bir Medya Aktörü Olarak Milli Gazete’nin Avrupa Birliği Algısı”, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, (24): 225-245. 

ESER, H. B. (2013). “Türk Siyasal Kültürü İçinde Dinin Rolü Üzerine Bir Açıklama Çabası: Milli Görüş Hareketi ve Milli Nizam Partisi”, Süleyman Demirel 
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 18( 3): 201-224. 

Fazilet Partisi (1998). “Fazilet Partisi “Öncü Türkiye İçen Elele” Demokrasi İnsan Hak ve 
Özgürlükleri, Barış, Adalet ve Öncü Bir Türkiye İçin Kalkınma Programı”, 
http://www.tbmm.gov.tr/eyayin/gazeteler/web/kutuphanede%20bulunan%20dıjıtal%20kaynaklar/kıtaplar/sıyası%20partı%20yayınları/199801418%20fazılet%20partısı%20oncu%20turkıye%20ıcın%20elele/199801418%20fazılet%20partısı%20oncu%20turkıye%20ıcın%20elele.pdf, 11.03.2014. 

Fazilet Partisi (1999). “Günışığın Türkiye 18 Nisan 1999 Seçim Beyannamesi”, 
http://www.tbmm.gov.tr/eyayin/gazeteler/web/kutuphanede%20bulunan%20dıjıtal%20kaynaklar/kıtaplar/sıyası%20partı%20yayınları/199902131%20fazılet%20partı%20secım%20beyannamesı%201999/199902131%20fazılet%20partı%20secım%
20beyannamesı%201999.pdf, 04.03.2014. 

GÜLALP, H. (1999). “Political Islam in Turkey: The Rise and Fall of the Refah Party”, The Muslim World, 89(1): 22-41. 

HEPER, M. (2006). Türkiye’de Devlet Geleneği, Doğu Batı Yayınları, Ankara. 

KARAALİOĞLU, M. (2001). Hilal ve Ampul Fazilet’ten Saadet ve AK Parti’ye Bir Hareketin Öyküsü, Bakış Yayınları, İstanbul. 

KOCABAŞ, S. (1997). Refahyol Hükümeti Sonunun Perde Arkası, Vatan Yayınları, İstanbul. 

KONGAR, E. (2006). 21. Yüzyılda Türkiye 2000’li Yıllarda Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, Remzi Kitabevi, İstanbul. 

KÜÇÜKCAN, T. (2003). “State, Islam, and Religious Liberty in Modern Turkey: Reconfiguration of Religion in the Public Sphere”, Brigham Young University 
Law Review, (2): 475-506. 

KÜÇÜKYILMAZ, M. (2010). Türkiye’de Siyasal Katılım Tek Partiden AK Parti’ye Siyasal İslam ve Demokrasi Tartışmaları, Birey Yayıncılık, İstanbul. 

MERT, L. Y. (2008). Cumhuriyet Döneminde Kapatılan Siyasi Partiler Kapatma Davaları, Gerekçeleri ve Sonuçları, İlkim Basın Yayın Dağıtım, Ankara. 

OKUTAN, M. Ç. (2006). “Adalet ve Kalkınma Partisi: Muhafazakâr Demokrat mı, Hıristiyan Demokrasinin Müslüman Versiyonu mu?”, Dokuz Eylül Üniversitesi 
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 8(1): 307-324. 

ÖNER, Ş. ve TAN, M. (2000). “Türkiye’de Siyasi Partilerin Sivil Toplum ve Sivil Toplum Kuruluşlarına Kavramsal-Kuramsal Yaklaşımları”, Muğla Üniversitesi SBE 
Dergisi, 1(1): 151-171. 

ÖNİŞ, Z. (1997). “The Political Economy of Islamic Resurgence in Turkey: The Rise of the Welfare Parti in Perspective”, Third World Quarterly, 18(4): 743-766. 

ÖRMECİ, Ö. (2008). İttihat ve Terakki’den AKP’ye Türk Siyasal Hayatı, Güncel Yayıncılık, İstanbul. 

POYRAZ, F. (2010). “Milli Nizam Partisinden AK Parti’ye “İslami Hareketin Partileri ve Değişim””, (Ed.) UZUN, T., İttihat ve Terakki’den Günümüze Siyasal Partiler 
Orion Kitabevi, Ankara. Refah Partisi Programı (1986). Eser Matbaası, Samsun. 

Refah Partisi (1995). “24 Aralık 1995 Refah Partisi Seçim Beyannamesi (Özet)”, 
http://www.tbmm.gov.tr/eyayin/GAZETELER/WEB/KUTUPHANEDE%20BULUNAN%20DIJITAL%20KAYNAKLAR/KITAPLAR/SIYASI%20PARTI%20YAYINLARI/199601072%20RP%20SECIM%20BEYANNAMESI%201995/199601072%20RP%20SECIM%20BEYANNAMESI%201995.pdf, 06.04.2014. 

ROBINS, P. (1997). “Turkish Foreign Policy under Erbakan”, Survival: Global Politics and Strategy, 39( 2): 82-100. 

SAFİ, İ. (2007). Türkiye’de Muhafazakâr Siyaset ve Yeni Arayışlar, Lotus Yayınevi, İstanbul. 

SARIBAY, A. Y. (2005). “Milli Nizam Partisi’nin Kuruluşu ve Programının İçeriği”, (Ed.) 

BORA, T. ve GÜLTEKİNGİL, M., Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce İslamcılık (Cilt 6), İletişim Yayınları, İstanbul. 

SARIBAY, A. Y. (1985). Türkiye’de Modernleşme Din ve Devlet Politikası “MSP Örnek Olayı”, Alan Yayıncılık, İstanbul. 

ŞEN, S. (2004). AKP Milli Görüşçü Mü? (Parti Programlarında Milli Görüş), Nokta Kitap, İstanbul. 

ŞEYHANLIOĞLU, H. (2011). Türk Siyasal Muhafazakârlığının Kurumsallaşması ve Demokrat Parti, Kadim Yayınları, Ankara. 

TEKİN, Y. (2004). AKP’nin Muhafazakâr Demokrat Kimliği, Orient Yayınları, Ankara. 

TEKİN, Y. ve OKUTAN, Ç. (2011). Türk Siyasal Hayatı, Orion Kitabevi, Ankara. 

TETİK, G. (2000). “Uluslararası Avrupa Birliği Şurası”, Diyanet Aylık Dergi, (114): 25-26. 

TORUK, İ. (2011). “Türkiye’de Başörtüsü Sorunu ve Yazılı Medyada Sunumu”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, (30): 483-514. 

TUTAR, H. (2007). Türk Siyasetinde Sancılı Yıllar, Bizim Kitaplar, İstanbul. 

TÜRKÖNE, M. (2003). “Siyasi Partiler”, (Ed.) TÜRKÖNE, M., Siyaset, Opus Yayınları, İstanbul. 

TÜRKÖNE, M. (1994). Modernleşme Laiklik ve Demokrasi, Ark Yayınları, İstanbul. 

ÜNAL, M. (19 Ekim 1996). “Refah Değişiyor mu, Değiştiriyor mu?”, 
http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/haber-1862-33-refah-degisiyor-mu-degistiriyor-mu.html, 06.07.2014. 

ÜSTE, B. (2006). “Türkiye’de Siyasal İktidara Gelen Partilerin AET/AT/AB İlişkileri Hakkındaki Görüşleri ve Yönetim Yapısına Etkileri”, Dokuz Eylül Üniversitesi 
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 8(3): 332-349. 

YAVUZ, M. H. (1997). “Political Islam and the Welfare (Refah) Party in Turkey”, Comparative Politics, 30(1): 63-82. 

YAVUZ, M. H. (2005). “Milli Görüş Hareketi: Muhalif ve Modernist Gelenek”, (Ed.) 

BORA, T. ve GÜLTEKİNGİL, M., Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce İslamcılık (Cilt 6), İletişim Yayınları, İstanbul. 

YAVUZ, M. H. (2011). Erbakan’dan Erdoğan’a Laiklik, Demokrasi, Kürt Sorunu ve İslam, (Çev.) ADALI, L., Kitap Yayınevi, İstanbul. 

YEŞİLADA, B. A. (2002). “The Virtue Party”, Turkish Studies, 3(1): 62-81. 

YILMAZ, M. E. (2012). “The Rise of Political Islam in Turkey: The Case of the Welfare Party”, Turkish Studies, 13(3): 363-378. 

YILMAZ, N. (2005). “İslamcılık, AKP, Siyaset”, (Ed.) BORA, T. ve GÜLTEKİNGİL, M., Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce İslamcılık (Cilt 6), İletişim Yayınları, İstanbul. 

YILMAZ, Z. (2011). “Küresel İslam Hareketinde Kadının Yeni Temsil Biçimleri: Türkiye Örneği”, (Ed.) SANCAR, S., Birkaç Arpa Boyu... 21. Yüzyıla Girerken 
Türkiye'de Feminist Çalışmalar. Prof. Dr. Nermin Abadan Unat'a Armağan, Koç 
Üniversitesi Yayınları, İstanbul. 

YÜCEKÖK, A. N. (1987). Siyasetin Toplumsal Tabanı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara. 




..