AKP Hükümeti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
AKP Hükümeti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Kasım 2018 Perşembe

12 EYLÜL ASKERİ DARBESİ’NİN GENÇLİĞİN ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ. BÖLÜM 19

12 EYLÜL ASKERİ DARBESİ’NİN GENÇLİĞİN  ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ. BÖLÜM 19



6- AKP Hükümeti 


12 Eylül’ ün dezavantajını avantaja çevirenlerden bir gruptur AKP. 12 Eylül ile birlikte sol iyiden iyiye çökmüş ve meydan sağ partilere kalmıştır. 12 Eylül sağ partilerin ekmeğine yağ sürmüştür. 

2 Kasım 2002 tarihi yeniden Türkiye’ ye başka siyasi sayfalar açar. Zira ülke 11 yıldır süren koalisyonlardan sıkılmış, siyasilerin ve yürütülen siyasi uygulamaların istikrarsızlığından rahatsızlık duymaya başlamıştır. Dolayısıyla 2002 seçimleri de bir milattır. Seçimler birçok partinin sonunu hazırlamış, barajı geçemedikleri için onları hüsrana uğratmıştır. Lakin yeni bir parti ve beraberinde CHP barajı geçmiştir. Mecliste 363 sandalye ile ülke yeniden tek parti iktidarına döner. Bu yeni parti AKP’ dir ve kurucusu da Recep Tayyip Erdoğan. 

Partinin önde gelen isimleri Milli Görüş felsefesi çerçevesinde yetişmiş, bir müddet Erbakan yanında saf tutmuşlardır. Partililerin bir bölümü ya kapatılan Fazilet Partisi’ ndendir ya da ona destek verenlerden. Parti 2001 yılında kurulduğunda temel felsefelerini ‘’muhafazakâr demokratlık’’ olarak açıklamışlar dır.
 Erdoğan ile ilgili ilk sıkıntı seçim sürecinde siyasi yasaklı olması ve milletvekili seçilememesidir. Dolayısıyla kurulacak 58. Hükümet’ in Başbakanlığı’ nı bir başka kurucu Abdullah Gül üstlenir. Erdoğan’ın siyasi yasağı, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ ın da desteği ile Anayasa’ nın 76. maddesindeki milletvekili seçilme koşullarına ilişkin hükümlerin değiştirilmesi ile kalkmıştır. 

Anayasa değişikliklerinin ardından, Tayyip Erdoğan’ a milletvekilliği ve başbakanlık yolu açılır. O sıralar cezaevinde bulunan Siirt Bağımsız Milletvekili Fadıl Akgündüz’ ün cezası onanır ve YSK Akgündüz’ ün milletvekilliğini iptal eder. Akabinde Siirt seçimleri yenilenir. 1. Sıradan aday olan Mervan Gül de adaylıktan çekilince Erdoğan için bütün kriterler hazırlanmış olur. Artık önünü kesecek hiçbir engel yoktur. Yokuşu tırmanmaya başlar. O artık, önce 59. Hükümeti arkasından 60. Hükümeti kuracak, adından çok söz ettirecek, oy potansiyeli ile dudak uçuklatacak, siyasi politikası ile çığır açacak ve fakat siyasi polemikler üzerine de direksiyonunu oturtacak olan; kimilerine göre kurtarıcı, kimilerine göre karizmatik, kimilerine göre patavatsız, gözü pek amma illaki Kasımpaşalı Türkiye’ nin yeni Başbakanı, siyasetin bir başka olaylı yeni yüzüdür.

‘’AKP 'nin siyasal varlığı geniş ölçüde türban olgusuna bağlıdır. Bu, türbanın ideolojik dokusundan kaynaklanıyor. O nedenle AKP ideolojik içerikli bir partidir. Fakat bu, AKP' nin modernleşmeyle belli ve özgül bir ilişki içinde olmadığı anlamına gelmez. Ne var ki, bu koşul türbanın modernleşmeyi belirleyen tek unsur olarak tanımlanmasını da gerektirmez. Bu açıdan bakılırsa AKP, yakın tarih içinde daima nötr bir kavram olarak ele alınan modernleşmeyi ilk kez ideolojik bir içerikle buluşturmayı başarmış bir siyasal harekettir. 

Çünkü bugüne dek, modernleşme ideoloji ötesi bir gerçeklik olarak topluma sunuluyordu. Modernleşme daha çok bir teknolojizm olarak ifade ediliyordu. Kalkınma, büyüme, zenginleşme olarak tanımlanıyordu. İlk kez DP' nin başlattığı, daha sonra özellikle AP' nin geliştirdiği bu anlayışın İslami bir içerikle bütünleşmesi, fakat o İslam' ın da milliyetçi bir ruh taşıması 'Milli Görüş' hareketiyle ortaya çıktı.237.’’ 

C-12 EYLÜL ASKERİ DARBESİNİN GENÇLER ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ / TOPLUMSAL DEĞİŞİM 

‘’12 Eylül çok tartışıldı, ama bu hareketin Türkiye’ yi bir üçüncü dünya ülkesi olma yoluna sokan gerici bir süreci zincirlerinden boşaltmasının pek üzerinde durulmadı. Evet, 12 Eylül öncesinde Türkiye’ de kan dökülüyordu, darbe bunu önledi, ama binlerce gencin birbirine silah çekmesinin hangi yüksek desteklerle gerçekleştiğini ve kan gölünün darbe yapılmadan, demokratik yollardan önlenebilir olduğunu artık biliyoruz ve işin kötüsü, darbeyi yapanlar bunu o gün de biliyorlardı. Ve kan dökülmesini tahrik edenlerin, bunu bahane ederek 
Türkiye’nin demokratikleşme sürecini, Avrupalılaşma gayretini, modernleşme iştiyakını yarı yolda tevkif ederek geriye döndürdüklerini de biliyoruz. 12 Eylül’ ün beslendiği ve sonradan toplumun büyük bir kesiminde egemen kıldığı ideolojiden kaçış ortamı içinde siyasal zemin sığlaşmış, kadroların tasfiyesi maceracıları ve kifayetsiz muhterisleri iktidara taşımış, Türkiye’nin entelektüel zemini yüzlerce yıl geriye kaymış ve sonuçta demagojik söylemler her alanı istila etmişlerdir. Bundan beteri, insanlar bilgiden, eğitimden, entelektüel faaliyetten 
korkutulmuş; sığlık, düşük beğeniler, vur patlasın çal oynasınlar revaç bulmuşlardır.238. 
12 Eylül askeri darbesinin ardından öyle kuşatıcı bir acı ki yaşandı bugün onu yeni nesil in her şeyden bihaber tavırlarıyla çözümlemeye çalışmak imkânsız. Üzerini ne kadar birileri örtmeye çalışsa da, bugün bu topraklarda her ne yaşanıyorsa bu 12 Eylül’ ün travmatik, gölgeli, acımasız ve hukuk dışı politikasından kaynaklanmaktadır. 12 Eylül’ ün izleri bu topraklara öyle kazınmıştır ki, silip atmak imkânsızdır. Her ne olursa olsun, her ne 
yapılırsa yapılsın daha uzun yıllar 12 Eylül karanlık ellerini toplumun üzerinden 
çekmeyecektir. 

Önce hemen siyaset yasaklanmıştır. Arkası arkasına tutuklanmalar, idamlar, cezaevleri ve yasaklar gelmiştir. Depolitizasyon başlamış, işçi kesimi köşeye sıkışmış, hak hukukbirbirine karışmıştır. İşçi olmak neredeyse suç haline dönüşmüştür. 12 Eylül sonrası işçi olmak işkence çeken anlamına gelmektedir. 

12 Eylül darbesi emekçilerin, emeklilerin ve işsizlerin kimyasını bozdu. Herkes 
bulduğuyla yetiniyor. Emeğinin karşılığını istemiyor. Öyle ya atalarımız umduğunla değil bulduğunla yetin demişti. Atalarımızın isteğini fazlasıyla yerine getiren bir toplum olduk…1980 yılında nüfusumuz 42 milyon, sendikalara üye işçi sayısı 2.5 milyon. Bugün nüfusumuz 72 milyon sendikalara üye sayısı 750 bin…239 

Kenan Evren ve ekibi, Türkiye’nin bir daha böyle bir kutuplaşmaya, iç savaş haline sürüklenmemesinin çaresini, demokratik çoğulculuk ve hoşgörü değerlerinin yerleşmesinde değil, tam tersine, topluma düşünsel bir kışla disiplini empoze edilmesinde aradı. “Birlik ve beraberlik” yeknesaklık, homojenlik olarak yorumlandı. “Ülkesi ve milletiyle bölünmez” lik, düşünsel türdeşlikle garanti edilebilir — ve böyle bir tek çizgililik pratikte gerçekleştirilebilir, sanıldı. “Tek yol devrim”in yerini “tek yol Atatürkçülük” aldı. MGK üyesi, Kara Kuvvetleri 
Komutanı Nurettin Ersin, bütün gençleri “Nutuk’ u ezberlemeye” çağırdı240. 
MGK’ nın ilk icraatı halkı ama özellikle gençleri depolitize etmekti. Sonuçta ülkeyi siyasi düşünceler, siyasetçiler ve onların etrafında nemalanıp büyümeye çalışan fanatikleri bu hale getirmişti. Dolayısıyla ülke bir müddet siyasetten uzak dursa kimseye bir şey olmazdı. Önce siyaset yasaklandı, sonra partiler kapatıldı. Tüm siyasi örgütler, sendikalar da beraber kapatıldı. Arkasından gençlere oyalanacakları eskimeyen öğretiler verildi. Birisi Atatürkçülük ülküsü, ilkeleriydi. Hemen okullarda Atatürk İlkeleri İnkılâp Tarihi dersleri zorunlu hale getirildi, Nutuk ezberletme kampanyası başlatıldı. Hatta cezaevlerinde bile en çok kullanılan işkencelerden birisi bilumum marşları okutmak ve en önemlisi defalarca İstiklal Marşı okutmak olmuştu. 

Halka verilen 2. öğreti ise yeniden dinlerini keşfetmeleriydi. İnsanlar dinleri ile 
uğraşacaklar, kendilerine dönecekler ve böylece tehlikeli işlerden uzak duracaklardı. Bu sayede hem kendi huzurlarını yakalayacaklar ve ülkeyi de huzura erdireceklerdi. Kenan Evren bizzat kendisi bile gittiği her yerde icraatlarını anlatıp, kendilerini aklamaya çalışırken hadisler okuyordu. Hadisler ile 12 Eylül’ ü temize çıkarıyor, sözde huzur dağıtıyordu. Kenan Evren ve ekibi siyasetin karşısına daha güçlü bir imgeyi koymuşlardı: İslam 

‘’Dinsiz millet olmaz işte Sovyet Rusya böyleydi. Ne hale geldi, gördük…Onu 
inandırmak için hadis okudum. Peki niye hadis okudum? Çünkü o dini şeye inanmış. Ben onu yıkmak için onun silahıyla mukabele ettim241.’’ 

Aslında bu ideolojik yaklaşımın amacı, yetişen nesillere devlet kontrolü altında bir din algısı kazandırmaktı. İşte bu amaçla İmam Hatip Okulları’ nın sayısı arttırıldı, okullara zorunlu din dersleri konuldu, Kur’ an kursları yaygınlaştırıldı, tarikatlara müsamahakâr davranıldı, devlet televizyonlarında dini sohbetlere yer verildi ve Kenan Evren her konuşmasında dinden bahsederek, Kuran’ dan hadisler okuyarak dini politik söylemin vazgeçilmez bir unsuru haline getirdi. İşin özü din ve siyaseti iç içe soktu… 

Toplumda her kesimden insan darbe öncesinde darbeyi bekler vaziyetteydi. Bir şeyler olsa da kan dursa, anarşizm yok olsa diye umutlanır olunmuştu. Gerçekten de ilk günler sorunsuz gibi görünüyordu ama bir yandan tutuklamalar, her eve amansız ve zamansız dalan postallar, öte yandan cezaevleri ve işkenceler, işkenceciler, işkence mağdurları küstürdü 
toplumu. Zamanla beklentilerin ötesine geçmişti 12 Eylül ve 12 Eylülcüler… 
‘’12 Eylül’ ü değerlendirirken demokrasiden yana ve darbelerin karşısındayız diye her yaptıklarına kötü diyeceğiz diye bir şey yoktur, bu yanlış olur. 12 Eylülcülerin yaptıkları müspet işler yanında, aynı 27 Mayısçılar gibi, 12 Martçılar ve 28 Şubatçılar gibi çok daha kötü menfi işleri de vardır. Hedeflerin hiçbirisine ulaşılamamıştır. En başta demokrasiye ulaşılamamıştır. ‘’Kem aletle kemalat olmaz’’ diye bir eski düstur var. Yanlış bir yolla, tam tersi bir hedefe ulaşmak mümkün mü? Demokrasiye, demokratik yoldan ulaşabilirsiniz.242.’’ 
Halk bir anda sus pus olmuştu, sinmişti, sindirilmişti. Gençlerin boynu bükülmüştü. Herkes bir tarafa savrulmuştu ve başının çaresine bakmaya çalışıyordu. Dayanışma da kalmamıştı. Herkes kendi bireysel hayatından endişelendiği için doğal olarak kendini sağlama almak adına ihbarcılık da yapar olmuştu. Öğrenciler ve diğer devrimciler bir anda kendilerine yer yuva arar hale geldiler. Zira kendi akrabaları ve komşuları bile onları polise afişe edebiliyordu. Devrim yoktu artık, devrim peşinde koşmak hayaldi. Şimdi sadece canı 
kurtarmak vardı…canı sağlam tutabilmek vardı. 

12 Eylül, tek bir cümlede özetlemek gerekirse, Türkiye toplumunun modernleşme sürecine karşı gösterilmiş sert bir muhafazakâr tepkidir. Modernleşme,' özerkleşme' yi içerir, onsuz olamaz. Bu, toplumun kendi kaderini kendi eline alması demektir. Yani demokratikleşme demektir. Yani, toplumun, kendini güden iktidar seçkinleri karşısında özerkliğini kazanması demektir. 12 Eylül buna karşı bir tepkiydi (27 Mayıs' ın, onu izleyen şubat-mayıs girişimlerinin ve 12 Mart' ın da olduğu gibi). Toplumun ve toplum adına hareket 
etme iddiasında birtakım siyasi grupların bu 'modernleşme' girişiminde gösterdikleri felaket ehliyetsizlik, 12 Eylül gibi bir tepkiye meşruiyet zemini kazandırdı.243.’’ 
12 Eylül sonrası oligarşi her şeye hâkimdi, her yolu tıkamıştı ve halkın o dönem 
yapabileceği çok fazla bir şey yoktu. Her türlü düşünce yok ediliyor, her anlamda pasifizasyon yerleştirilmeye çalışılıyordu. İş askeri ve siyaset bazında tamamlanınca ekonomiye de el atıldı. 24 Ocak 1980 günü Demirel' in azınlık hükümeti tarafından ilan edilen ekonomik kararlar, tüm yönleriyle uygulamaya sokuldu ve dünya ekonomik buhranının ülkemize yansıyan boyutları kitlelerin sırtına acımasızca yüklendi. Toplum ses vermedi…tepki hiç vermedi…sadece söylenenlere uydu… 

Aslında toplumların vardıkları olumlu ya da olumsuz sonuçların tek bir sorumlusu, tek bir suçlusu yoktur. Konuya 11 Eylül 1980 günü varılan nokta açısından bakarsak, suçlu, sağda ve solda tetik çeken katillerle birlikte, dışarıdan Türkiye’ ye silah sokanlar, çıkarları gereği, ülkenin güçlenmesini istemeyenler, Anadolu’ yu bölmek isteyenler, cinayet şebekelerine, maddi ve manevi destek sağlayanlar, terör ve anarşiye yeterince başkaldırmayanlar, gerekli 
önlemleri almayan ve aldırmayanlardır diyebiliriz. Sözün kısası, suçlu tüm toplumdur. Ancak tüm toplum da suçlunun ancak yarısıdır, çünkü öteki yarı dış dünyadadır.244. 24 Ocak Kararları ile birlikte ekonomide önce bir sıçrama olmuştu ama sonrasında ekonomik değerler dibe vurdu. Bir anda ortalıkta fırsatçılar dolaşmaya başladı. Vurgunculuk, bulduğu yeri köşe kapmacılık, ufak ufak sermayeleri bankalara yatırarak küçük işletmecilik rolüne bürünmecilik, yiyicilik trend haline geldi. Bankerler dört bir yanı tutmuş hayal dağıtıyordu ve ona kanan halk bir müddet sonra hayallerinin kurbanı oluyordu. 

1981 Banker faciası ile biterken, 1982’ de yeni anayasanın ve cumhurbaşkanın 
seçileceği yıl oldu. Üstelik hem anayasa hem cumhurbaşkanı birlikte oylandı. İnsanlar pusulaların içinde şeffaf zarflar içerisine olması gerekeni değil arzu edileni oylamışlardı. Evren artık Cumhurbaşkanı ve 12 Eylül’ den sonra MGK’ nın uyguladıkları da anayasa olmuştu. 

‘’O anayasa (61 Anayasası) bize bol geldi, içinde oynamaya başladık. Oynaya oynaya 12 Eylül’ e geldik, dedim ve yine ilave ettim: toplumun güvenliği, toplumun huzuru için kişi hak ve menfaatlerinden bazı fedakârlıkta bulunmalıyız.(Evren/Afyon konuşması, 29.08.1982)245.’’ 

MGK 1982 yılında anayasayı da değiştirerek olaya son noktayı koyuyordu. 82 Anayasası ile MGK 12 Eylül’ den itibaren yaptıklarını teyit etmiş oluyordu. Her şeyi tamamladıklarına inanıp da sahneden inecekleri zaman arkalarında yadigâr olarak anayasayı bırakacaklardı. Kutsal emanet, görevi, onlara sadık bir şekilde yürütecekti. ‘’Anayasayı suçlu ilan edip, toplumu biçimlendirmek için yeni bir anayasa yaparsanız ve bu yeni anayasadan birtakım gelişmeleri engellemesini beklerseniz, o zaman yeni anayasa temel hak ve özgürlükler açısından koruyucu değil sınırlayıcı ve kısıtlayıcı bir nitelik taşır. Bu da yeni bir anayasa sorunu ve yeni bir toplumsal bunalım yaratmaktan başka bir işe yaramaz. 
Aynen 1982 Anayasası’ nın yaptığı gibi.246.’’ 

1982 yılı itibarıyla bir başka gelişme elbette YÖK’ ün kurulması ve YÖK ile birlikte eğitim sisteminin allak bullak olmasıydı. Öyle ki 80 öncesi bulduğu her şeyi okuyan ama gerçekten çok okuyan, araştıran, sorgulayan bir nesil yerine artık okumayı bırakacak, okumaktan korkacak, düşünme ve sorgulamaktan yoksun yeni bir nesil gelecekti. Müfredat hantallaşacak, yoğunlaştırılacak fakat içi kof kalacaktı. Öğrenciler okullarda askeri disiplini öğrenecek ve nasıl silik olunur öğretisi üzerine öğretmenlerinden tavsiyeler alarak yetişeceklerdi. Öğretmenlerin en önemli öğüdü ruhun ve bedenin temizliğiydi. Ruh ve beden temizliği sağlanırsa nasıl olursa olsun etrafta her şey temiz kalabilirdi. Ufku daraltma hedefi  12’ den vurulmuştu. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

237 Hasan Bülent Kahraman, ‘’Radikalizm, Devlet ve AKP’’, Radikal Gazetesi, 13.12.2002 
238 Mehmet Ali Kılıçbay, ‘’11 -12 Eylül arasında Türkiye’’, Zaman Gazetesi, 30.09.2002 
239 Yalçın Bayer, ‘’Türk İş Hak Arayamıyor’’, Hürriyet Gazetesi, 14.07.2009 
240 Halil Berktay, ‘’Türkiye 12 Eylül Darbesi’ ne Adım Adım Hazırlanmıştı’’, Taraf Gazetesi, 01 Ekim 2008 
241 Mehmet Ali Birand-Rıdvan Akar, ‘’12 Eylül-Türkiye’ nin Miladı’’, Doğan Kitap-İstanbul, 5. baskı, Eylül- 2006, s.169 
242 Doç. Dr. Davut Dursun, -Hasan Celal Güzel’ le söyleşi-‘’12 Eylül Darbesi / Hatıralar, Gözlemler, Düşünceler’’, Şehir Yayınları, İstanbul, Ocak 2005, s.227 
243 Murat Belge, ‘’12 Eylül’ den bugünlere’’, Radikal Gazetesi, 29.07.2003 
244 Emre Kongar, ‘’ 12 Eylül Kültürü’’, Remzi Kitapevi-5. Basım, İstanbul- Temmuz 2007, s.132 
245 Mehmet Ali Birand-Rıdvan Akar, ‘’12 Eylül-Türkiye’ nin Miladı’’, Doğan Kitap-İstanbul, 5. baskı, Eylül- 2006, s. 214 
246 Emre Kongar, ‘’ 12 Eylül Kültürü’’, Remzi Kitapevi-5. Basım, İstanbul- Temmuz 2007, s.132 


20 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

2 Aralık 2017 Cumartesi

AKP Hükümeti Kerkük’ü Peşmerge Kuşatmasına Terk Etti

  AKP Hükümeti Kerkük’ü Peşmerge Kuşatmasına Terk Etti 


Prof. Dr. Ümit Özdağ
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü                         
Anayasal Düzen-Hukuk-Adalet Araştırmaları Merkezi
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü                            
Orta Doğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi


13 Mart 2011 Pazar

AKP Hükümeti Kerkük’ü Peşmerge Kuşatmasına Terk Etti


Sayın DAVUTOĞLU, tarih herkesi bir şekilde hatırlar. Tarihin sizi Kerkük’ü Barzani’ye veren ve Türkmenlere terk eden 
Türk Dış İşleri Bakanı olarak hatırlamasına izin vermeyin.


Ortadoğu'daki gelişmeler, Irak'ta yaşananların çoğu kez ön plana çıkmasını engelliyor. Özellikle son 1 aydır, Ortadoğu denilince Türkiye'nin gündemine 
Tunus, Mısır ve Libya gibi ülkelerde yaşanan ayaklanmalar geliyor. Buna paralel olarak Türkiye için en önemli stratejik direnç noktalarından birisi olan 
Kerkük'te yaşanan gelişmeler görmezden geliniyor. Son bir aydır gerginliğin tırmandığı Kerkük'te Irak'ın işgali sırasında yaşanan peşmerge istilasından beri 
en büyük ikinci peşmerge işgali yaşanmaktadır. Fakat, nedense Türkiye'de olup bitenler konusunda tek bir satır yazılmıyor. Bu nedenle, Kerkük'teki olayların 
aydınlatılması her zamankinden fazla önem taşıyor.

Kerkük'te son dönemdeki gelişmeler, Kerkük'ün statüsünün uzun zamandan beri çözümsüzlüğe sürüklenmesi ve kentin Kürtler tarafından yönetilmesinin 
sürdürülmesi ile yakından ilişkilidir. Son 7 yılda şehirde dağıtılan gıda karnelerine göre nüfus 840.707'den 1.276.409'a çıktı. Şehrin gerçek nüfusu ise 
1.6 milyonun üzerindedir. Yani, Kerkük'ün nüfusu 7 yılda resmi olarak %50, gerçekte ise %100 artmıştır. 

Bu nüfus artışının başka şehirlerden, hatta ülkelerden getirilen Kürtlerden kaynaklandığını sadece Iraklılar değil, bütün dünya biliyor.. Ancak, Saddam 
tarafından yapılan ve tüm Iraklılara zarar veren Araplaştırma politikasının sanki tek mağduru Kürtlermiş gibi konu uluslararası platformlarda tarihi bir 
hakkın geri alınması gibi resmediliyor. 

Oysa, Saddam tarafından şehirden zorla gönderilen Kürtler ile 2003'ten sonra şehre yerleşenler arasında onlarca kat fark var. Dahası, aynı dönemde evlerini 
ve topraklarını kaybeden, devletin zorla kamulaştırmasına maruz kalan ve hatta kamulaştırılan toprakları Saddam tarafından Araplara verildiği için geri alma 
umudu bile kalmayan Türkmenleri kimsenin dikkate aldığı bile yok. Kerkük'te 2003'ten beri değişen sadece nüfusu dağılımı olmadı. Aynı zamanda kentin 
yönetimi de siyasi olarak da büyük ölçüde Kürtlerin kontrolüne geçti. 2005'te yapılan Vilayet Meclisi seçiminden beri şehrin yönetimi haksız bir biçimde büyük 
ölçüde Kürtlerin kontrolündedir. 

Demografik değişikliğin meşrulaştırılmaması için gösterilen direnç nedeniyle ülkenin kuzeyi hariç tüm Irak'ta 2009'da vilayet meclisi seçimi yapılırken 
Kerkük bunun dışında kaldı. Geçen yıl yapılan genel seçimde ise Türkmenler ve Arapların yarattığı güç dengesinin Kürtlere denk olduğu ortaya çıktı. Gerek 
milletvekili sayısı gerekse oyların dağılımı Kürtlerin tüm yaptıklarına rağmen şehirdeki diğer milletleri silemediğini gösterdi. Bu durum, Kerkük'te yeni bir 
güç mücadelesini başlattı. KDP ve KYB yeni Maliki hükümetinin kurulmasıyla birlikte Kerkük konusundaki taleplerini harekete geçirmeye başladı. İşte, bugün 
Kerkük'te yaşanan gelişmeler temelde bu gelişmelere dayanmakta.

Ancak, son 3 aydır Kerkük'te gerginliğin artmasının bazı özgün ve yeni dinamikleri olduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Bunların başında Irak hükümeti 
tarafından çıkarılan bir kanunla devlet tarafından taşınmazları ellerinden alınan kişilere bu taşınmazların geri dönüşünü nerdeyse olanaksız hale getiren 
yasa gelmektedir. Son 35 yıldır Kerkük'teki Türkmen kimliğinin silinmesinin en önemli yolu, Türkmenlerin mallarının ellerinden alınması oldu. Böylece ekonomik kaynaklardan yoksuz bırakılan Türkmenler göç etmek zorunda bıraktırıldılar. 

Birçok Türkmen ise şehrin en değerli yerlerinde arazilere sahip olmasına rağmen mallarının siyasi gücü elinde tutanların eline geçişine karşı koyamadı. Amerikan 
işgaline kadar, Arap ırkçısı politikaların kurbanı olan Türkmenler binlerce dönüm topraklarını kaybettiler. Bu topraklar ülkenin başka kesimlerinden gelen 
Araplara dağıtıldı. 

Amerikan işgalinden sonra, ise Kerkük'ün göbeğinde ya da kenar mahallerinde binlerce Kürt hiçbir hakkı olmadığı halde çoğu Türkmenlerin olmak üzere planlı 
bir şekilde Kerkük'te yeni yerleşimler yarattı. Bu ikinci dalgada Türkmenleri daha büyük bir sıkıntıya soktu. Üstelik, kendisine eski rejim tarafından toprak 
dağıtılan Arapların bir kısmı, kendilerinin olmayan bu toprakları işgalden hemen sonra Kürtlere satarak şehri terk etti. Bir kısmı ise hala üzerinde oturmaya, 
bina yapmaya ve ekip biçmeye devam etmektedir. Çıkarılan yasa ise devlet kamulaştırılan bu taşınmaları kendi kontrolüne almaktadır. Bu durum Türkmenlerde mallarının geri dönmesinin güçleştiği düşüncesini yaratırken, Araplar'da merkezi hükümetteki Şiilere duyulan güvensizlik nedeniyle tedirginlik yarattı. 

Kerkük'te ekonomik, siyasi, sosyal ve stratejik boyutları olan "arazi" meselesi, yeni dönemdeki gelişmelerin en kritik dönüm noktalarından birisidir. Fakat, 
Kerkük'ün peşmergeler tarafından işgalinin perde arkasında bir faktör daha var. 3 hafta kadar önce Kerkük'te KDP binası ve Kürt silahlı güçlerini hedef alan 
saldırılardan sonra şehirde güç gösterisi yapmak için fırsat arayan Kürtler bu fırsatı Havice'deki olaylarla buldular. Ortadoğu'daki ayaklanmalardan 
etkilenerek Havice'de yönetimi protesto gösterisiyle başlayan olaylar ABD tarafından kurulan silahlı milisler olan Sahva'daki adamlarıyla bazı Arap 
aşiretlerinin Kerkük merkezine doğru yola çıkmasıyla tırmandı. Bunun üzerine Kerkük'e 5000 civarında peşmerge gücü konuşlandırıldı. Bu güçler peşmerge 
birlikleri değil, Zerevani denilen KDP'ye bağlı özel silahlı birliklerdir. Kerkük, kuzeydeki yerel yönetimin yetki sınırlarının dışında kalmasına rağmen bu 
birlikler Kerkük'ü kuşatma altına alarak adeta güç gösterisi yaptı. Kerkük'teki Kürtleri korumak için şehre geldiklerini ve Kürtlerin güvenliğini sağlamadan 
çıkmayacaklarını söyleyen bu güçleri ne ABD, ne Irak hükümeti ne de Türkiye engellemedi. ABD ve Irak hükümetinin bu silahlı grupları şehri terk etmeye "ikna çabası" ise henüz sonuç üretmedi. Asıl sorun ise Kerkük'ün kuzeye bağlanmasını ve Türkmenlere zarar gelmesini bir dönem kendisi için kırmızı çizgi ilan eden Türkiye'nin Kerkük abluka altına alınmışken bu kadar sessiz kalması. Türkiye'nin Irak politikasının bir süredir, ekseninin kaydığı zaten Irak'ın kuzeyinde olup bitenlere Türkiye'nin yaklaşımından bellidir. 

Kerkük'ün bu kadar göz ardı ediliyor olması, hiçbir yönden açıklanabilecek bir durum değildir. Galiba, Türkiye'nin Kerkük'ü tekrar hatırlaması için şehrin 
tamamen işgal edilmesi veya Türkmenleri hedef alan büyük bir şiddet dalgasının başlaması gerekmekte. Son yıllarda Türkmenleri sinsice vuran şiddet görmezden geliniyor. Gelişmelerin böyle devam etmesi Kerkük'ü ve Türkmenleri her geçen gün daha fazla tehlike altına atmaktadır. Ve meselenin en önemli boyutu kendisinin de bir Türkmen olduğunu unutan Ahmet Davutoğlu'nun her yerde "uzlaştırıcı" rolü oynarken Kerkük'te soydaşlarını peşmerge zulmüne terk etmesi, Telaferlilere de kulağa hoş gelen fakat sonuç doğurmayacak konuşmalar yapmasıdır. 


Prof. Dr. Ümit Özdağ
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü                         
Anayasal Düzen-Hukuk-Adalet Araştırmaları Merkezi
Uzmanın Diğer Yazıları

  Ordu Astsubayların Omuzlarında Yürür 
  AKP’nin Kürt Açılımı Politikası Milletten Gizlenerek Devam Etmektedir 
  AKP Hükümeti Kerkük’ü Peşmerge Kuşatmasına Terk Etti 
  Öcalan İle Gerçekten Bir Protokol İmzalandı Mı? 
  PKK'nın Girişim Üstünlüğü ve AKP Hükümeti 
  2011 Başında PKK Terörü Nereye Gitmeye Hazırlanıyor? 
  Amerikancı "Başarılı" Dış Politika ve Ermenistan 
  İsrail AKP Hükümetine Tazminat Ödeyecek 
  Neden Üniter-Milli Devlet Modeli Üstündür? 
  Yunan İşbirlikçi Abdullah Öcalan 
  Ateşkes Ya Da Öcalan İle Müzakere Sürecinin Başlaması 
  İnegöl ve Dörtyol Olayları Nasıl Tahlil Edilmeli? 
  İskenderun’da Deniz Kuvvetlerine Yapılan PKK Terör Eylemi Beklenmeyen Bir 
  Baskın Mıydı? 
  Şok Teröre Karşı Alınması Gereken Şok Önlemler 
  Terörle Mücadelenin Ekonomik Maliyeti veya 300 milyar Dolar Safsatası 
  Bir PKK Propagandası: 17 Bin Faili Meçhul Yalanı 
  Demek ki Halk Kürt Açılımının Muhatabı Değilmiş 
  KAMU DİPLOMASİSİ KOORDİNATÖRLÜĞÜ VEYA PROPAGANDA BAKANLIĞI MI? 
  AMERİKAN ORDUSU KUZEY IRAK'A YERLEŞİYOR MU? 
  DTP ANAYASA MAHKEMESİ TARAFINDAN KAPATILMAMALIDIR 
  10 VE 13 KASIM SONRASINDA KÜRT AÇILIMI 
  10 KASIM'DA KÜRT AÇILIMINI TARTIŞMAK 
  Prof. Dr. Ümit Özdağ-Kürt Açılımı Hangi Şartlar Oluşur İse Başarılı Olur? 
  AKP, Irak Türkmen Cephesi’ne Ne Yapıyor? (2) 
  AKP, Irak Türkmen Cephesi’ne Ne Yapıyor? (1) 
  AKP, 1000 Yıllık Telafer'i Barzani'ye Teslim Ediyor 
  3 Mayıs Türkçüler Bayramı 
  Yeni Bir “Süleymaniye” Girişimi 
  Prof. Özdağ'ın Güler Kömürcü'ye Yazdığı Mektubun Tam Metni 
  Türk-Amerikan İlişkilerinde Girilmesi Zorunlu Aşama: Kontrollü Kriz 
  22 Temmuz 2007 Seçimleri ve MHP 
  PKK Liderlerini Öldürmek 
  Terör Zirvesi Sonrasında Terör Değerlendirmesi 
  Türkiye-İran İlişkilerinde Son Durum 
  Edip Başer Paşa'nın Görevden Alınması 
  Mitingler; Protestolar, Duruşlar 
  Mitingler; Protestolar, Duruşlar 
  Partiler Seçime Hazır Mı? 
  İran Bir Örnek Olabilir mi? 
  Partiler Seçime Hazır mı? 

***

13 Haziran 2016 Pazartesi

AKP Hükümeti PYD/PKK ile Neden Anlaştı?



AKP Hükümeti PYD/PKK ile Neden Anlaştı?



Yazar: Ümit Özdağ
03 Agustos 2013  Cuma

AKP Hükümeti çok zor bir süreçten geçiyor. Erdoğan, Türkiye’de tavizsiz kendisini destekleyen dar bir zemin dışında herkes ile çatışıyor. Başbakan % 50-50 karşıtlığı kursa da durum hiç öyle değil. AKP % 35 civarına çekilmiş durumda. En iyi anketlerde % 43 civarında. Ancak bu %35-43 aralığındaki AKP oyu, Erdoğan’ı tavizsiz desteklemiyor. Daha ziyade “Başbakan ne yapıyor?” endişeli sorusu ile izliyor.
Çünkü Erdoğan, CHP ve MHP dışında, içinde futbol taraftarlarının da olduğu çok dinamik bir Gezi Parkı muhalefeti ile, Koç Grubu başta olmak üzere sermaye ile, Gülen Cemaati ile aynı anda sert bir çatışma sürecinden geçiyor. Erdoğan bu çatışma sırasında da bu grupların hepsine karşı daha sert önlemler alma çabası içinde görülüyor. Stadyumlar F Tipi stadyumlar haline getiriliyor. Gezi parkı muhalefeti mensupları ömür boyu hapis ile tehdit ediliyor. Koç’a adi kaçakçı muamelesi yapılıyor. Cemaatin kadroları tasfiye ediliyor, basında hedef haline getiriliyor. Ancak Erdoğan sadece dışarıda tanımladığı düşmanlar ile değil, AKP içinde tanımladığı tavizciler ile de mücadele ediyor. Başbakan yardımcı Bülent Arınç ile Erdoğan arasındaki gerilim artık gizlenebilir gibi değil. Erdoğan’ın Türk Ordusunu TSK’dan AK Silahlı Kuvvetlere dönüştürmek için yürüttüğü büyük tasfiye operasyonları ise bir başka milli felaketi oluşturuyor.

Erdoğan içeride bu çok boyutlu çatışmayı sürdürürken, dışarıda da çok dostunun kaldığı söylenemez. Ortadoğu’da AKP Hükümeti İran-Irak-Suriye-Hizbullah bloğu ile çatışıyor. Rusya, Erdoğan’a karşı hep tedbirli. Mısır ile İsrail ile de düşman. Suudiler ile arası Mısır’dan dolayı bozuk. Katar’da yeni emir ile birlikte ilişkiler gerilecek. Ortadoğu’da tek dost, Barzani. ABD-AKP ilişkileri konusunda çok şey söyleniyor. Artık eskisi kadar iyi olduğu söylenemez. Batı Dünyasının son on sene Erdoğan’ı “ululayan” kamuoyu oluşturucuları, şimdi Erdoğan’ı sert bir şekilde hırpalıyorlar. AB ile ilişkiler ise Mısır sonrasında bir kez daha gerilmiş durumda.

Erdoğan içeride ve dışarıda çok taraflı bir “savaş” sürdürürken, ekonomi dünyadaki gelişmelerin de sonucu 2008’den sonra en ağır sarsılma sürecine doğru ilerliyor. Bu konuda Türkiye Ekonomisinin Görünümü adlı kısa fakat özlü çalışma çok açık verileri ortaya koyuyor.

 Dünyanın en borçlu 6. Ülkesi olan Türkiye, 2008’de son çeyrek açısından Cumhuriyet tarihinin 1945’in son çeyreğinden sonra ikinci büyük küçülme yaşanmıştı. Ve ancak büyük dış kaynak ile bu sıkıntı aşılmıştı. Şimdi ekonomik sıkıntı daha da güçlü bir şekilde geliyor. Merkez Bankası kaynakları sınırlı; 40 milyar Dolar rezerv var. Türk şirketlerinin borç yükü inanılmaz ölçüde büyük. Cari açık sürekli artıyor.

Bütün bu gelişmeler göz önünde tutulmadan AKP Hükümetinin PKK ve PYD politikalarını anlamak mümkün değildir. Bu kadar çok taraflı bir mücadele içinde olan Erdoğan, bir de PKK ile çatışmanın yükü altına girmek istemiyor. PKK, müzakere-mütareke sürecinde terör eylemlerini durdurmamakla birlikte, asker ve polise şehit ile biten bir saldırı düzenlemediği için AKP Hükümeti “şehit gelmiyor” propagandasını yapabilmektedir. Bunun karşılığında AKP, PKK’nın çekilmemesine, aksine Türkiye içindeki militan sayısını artırmasına Hakkari-Şırnak ekseninde dağlarda alan hakimiyeti kurmasına, şehirlerde ise PKK otoritesi tesis etmesine razı olmaktadır. Buna Güneydoğu’da “ikili otorite” sisteminin kurulması diyebiliriz. Ancak PKK bununla tatmin olmuyor, tek otorite olmak istiyor. Diğer bir ifade ile “Kürdistan’ı biz yönetiriz, Türkiye’yi birlikte” diyor PKK. Özetle, şehit gelmemekte ancak vatan toprakları PKK’nın denetimi altına girmektedir.  

PKK ile müzakere-mütareke sürecinde PKK’nın söz vermiş olmasına rağmen Türkiye dışına çekilmemiş olmasına rağmen Öcalan ve Kandil AKP Hükümetini, “ikinci aşama” olan PKK lehine anayasal ve yasal düzenlemelerin yapılması talebi ile karşı karşıya bırakmıştır. PKK, bu talebinin karşılanmaması durumunda terör eylemlerini tekrar başlatacağı tehdidini gündeme getirmiştir. AKP ise oy kaybettiği bir süreçte PKK lehine yapılacak anayasal ve yasal düzenlemeleri gündeme getirmesinin oy kaybını artıracağını görüyor.

İşte bu aşamada Suriye’nin kuzeyinde üç ayrı bölgenin (doğudan batıya Cezire, Koban, Afrin) kontrolünü Esad güçlerinin boşaltmasından sonra ele geçiren PKK/PYD güçleri son bir senede bu bölgeler küçük PKK devletçikleri kurmuşlardı. Çok kısa bir süre Esad güçleri ile çarpışsalar da büyük ölçüde Suriye iç savaşının dışında kalmış ve sonucunu beklemişlerdir.

PKK/PYD ile El Kaide arasında beklemeyen bir gelişme sonrasında çıkan çatışmalar PKK’nın El Kaide karşısında ilerlemesi ile sonuçlanınca, bir seneden bu yana PKK’nın bölgedeki faaliyetleri karşısında sessiz bekleyen Ankara büyük bir endişe göstermiş görünmüştür. PKK/PYD, Ankara’nın kendisine karşı askeri bir önlem almasının Türkiye’de PKK ile ateşkesin kesilmesi sonucunu doğuracağı tehdidi ile hem Ankara’nın “geri durmasını” hem de sınır kapılarını açarak, PKK/PYD’ye yardım etmesi talebini kabul ettirmiştir. Ankara ise PYD’den şimdilik özerklik ilan etmemesi ricasında bulunmuştur.  

Bu PKK/PYD’nin Suriye’nin kuzeyindeki varlığının Ankara tarafından meşrulaştırılması anlamına geliyor.

Özetle, AKP Hükümeti, iktidarı için CHP’yi, MHP’yi, cemaati, Gezicileri, Koç Grubunu PKK’dan daha büyük tehdit olarak gördüğünden dolayı onlar ile savaşmaya devam ederken, PKK ile Güneydoğu Anadolu’da, PYD ile Suriye’nin kuzeyinde anlaşmayı tercih etmiş görünüyor.  
http://www.21yyte.org/ sitesinden 13.06.2016 tarihinde yazdırılmıştır

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/terorizm-ve-terorizmle-mucadele/2013/08/03/7141/akp-hukumeti-pydpkk-ile-neden-anlasti