12 EYLÜL ASKERİ DARBESİ’NİN GENÇLİĞİN ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ. BÖLÜM 19
6- AKP Hükümeti
12 Eylül’ ün dezavantajını avantaja çevirenlerden bir gruptur AKP. 12 Eylül ile birlikte sol iyiden iyiye çökmüş ve meydan sağ partilere kalmıştır. 12 Eylül sağ partilerin ekmeğine yağ sürmüştür.
2 Kasım 2002 tarihi yeniden Türkiye’ ye başka siyasi sayfalar açar. Zira ülke 11 yıldır süren koalisyonlardan sıkılmış, siyasilerin ve yürütülen siyasi uygulamaların istikrarsızlığından rahatsızlık duymaya başlamıştır. Dolayısıyla 2002 seçimleri de bir milattır. Seçimler birçok partinin sonunu hazırlamış, barajı geçemedikleri için onları hüsrana uğratmıştır. Lakin yeni bir parti ve beraberinde CHP barajı geçmiştir. Mecliste 363 sandalye ile ülke yeniden tek parti iktidarına döner. Bu yeni parti AKP’ dir ve kurucusu da Recep Tayyip Erdoğan.
Partinin önde gelen isimleri Milli Görüş felsefesi çerçevesinde yetişmiş, bir müddet Erbakan yanında saf tutmuşlardır. Partililerin bir bölümü ya kapatılan Fazilet Partisi’ ndendir ya da ona destek verenlerden. Parti 2001 yılında kurulduğunda temel felsefelerini ‘’muhafazakâr demokratlık’’ olarak açıklamışlar dır.
Erdoğan ile ilgili ilk sıkıntı seçim sürecinde siyasi yasaklı olması ve milletvekili seçilememesidir. Dolayısıyla kurulacak 58. Hükümet’ in Başbakanlığı’ nı bir başka kurucu Abdullah Gül üstlenir. Erdoğan’ın siyasi yasağı, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ ın da desteği ile Anayasa’ nın 76. maddesindeki milletvekili seçilme koşullarına ilişkin hükümlerin değiştirilmesi ile kalkmıştır.
Anayasa değişikliklerinin ardından, Tayyip Erdoğan’ a milletvekilliği ve başbakanlık yolu açılır. O sıralar cezaevinde bulunan Siirt Bağımsız Milletvekili Fadıl Akgündüz’ ün cezası onanır ve YSK Akgündüz’ ün milletvekilliğini iptal eder. Akabinde Siirt seçimleri yenilenir. 1. Sıradan aday olan Mervan Gül de adaylıktan çekilince Erdoğan için bütün kriterler hazırlanmış olur. Artık önünü kesecek hiçbir engel yoktur. Yokuşu tırmanmaya başlar. O artık, önce 59. Hükümeti arkasından 60. Hükümeti kuracak, adından çok söz ettirecek, oy potansiyeli ile dudak uçuklatacak, siyasi politikası ile çığır açacak ve fakat siyasi polemikler üzerine de direksiyonunu oturtacak olan; kimilerine göre kurtarıcı, kimilerine göre karizmatik, kimilerine göre patavatsız, gözü pek amma illaki Kasımpaşalı Türkiye’ nin yeni Başbakanı, siyasetin bir başka olaylı yeni yüzüdür.
‘’AKP 'nin siyasal varlığı geniş ölçüde türban olgusuna bağlıdır. Bu, türbanın ideolojik dokusundan kaynaklanıyor. O nedenle AKP ideolojik içerikli bir partidir. Fakat bu, AKP' nin modernleşmeyle belli ve özgül bir ilişki içinde olmadığı anlamına gelmez. Ne var ki, bu koşul türbanın modernleşmeyi belirleyen tek unsur olarak tanımlanmasını da gerektirmez. Bu açıdan bakılırsa AKP, yakın tarih içinde daima nötr bir kavram olarak ele alınan modernleşmeyi ilk kez ideolojik bir içerikle buluşturmayı başarmış bir siyasal harekettir.
Çünkü bugüne dek, modernleşme ideoloji ötesi bir gerçeklik olarak topluma sunuluyordu. Modernleşme daha çok bir teknolojizm olarak ifade ediliyordu. Kalkınma, büyüme, zenginleşme olarak tanımlanıyordu. İlk kez DP' nin başlattığı, daha sonra özellikle AP' nin geliştirdiği bu anlayışın İslami bir içerikle bütünleşmesi, fakat o İslam' ın da milliyetçi bir ruh taşıması 'Milli Görüş' hareketiyle ortaya çıktı.237.’’
C-12 EYLÜL ASKERİ DARBESİNİN GENÇLER ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ / TOPLUMSAL DEĞİŞİM
‘’12 Eylül çok tartışıldı, ama bu hareketin Türkiye’ yi bir üçüncü dünya ülkesi olma yoluna sokan gerici bir süreci zincirlerinden boşaltmasının pek üzerinde durulmadı. Evet, 12 Eylül öncesinde Türkiye’ de kan dökülüyordu, darbe bunu önledi, ama binlerce gencin birbirine silah çekmesinin hangi yüksek desteklerle gerçekleştiğini ve kan gölünün darbe yapılmadan, demokratik yollardan önlenebilir olduğunu artık biliyoruz ve işin kötüsü, darbeyi yapanlar bunu o gün de biliyorlardı. Ve kan dökülmesini tahrik edenlerin, bunu bahane ederek
Türkiye’nin demokratikleşme sürecini, Avrupalılaşma gayretini, modernleşme iştiyakını yarı yolda tevkif ederek geriye döndürdüklerini de biliyoruz. 12 Eylül’ ün beslendiği ve sonradan toplumun büyük bir kesiminde egemen kıldığı ideolojiden kaçış ortamı içinde siyasal zemin sığlaşmış, kadroların tasfiyesi maceracıları ve kifayetsiz muhterisleri iktidara taşımış, Türkiye’nin entelektüel zemini yüzlerce yıl geriye kaymış ve sonuçta demagojik söylemler her alanı istila etmişlerdir. Bundan beteri, insanlar bilgiden, eğitimden, entelektüel faaliyetten
korkutulmuş; sığlık, düşük beğeniler, vur patlasın çal oynasınlar revaç bulmuşlardır.238.
12 Eylül askeri darbesinin ardından öyle kuşatıcı bir acı ki yaşandı bugün onu yeni nesil in her şeyden bihaber tavırlarıyla çözümlemeye çalışmak imkânsız. Üzerini ne kadar birileri örtmeye çalışsa da, bugün bu topraklarda her ne yaşanıyorsa bu 12 Eylül’ ün travmatik, gölgeli, acımasız ve hukuk dışı politikasından kaynaklanmaktadır. 12 Eylül’ ün izleri bu topraklara öyle kazınmıştır ki, silip atmak imkânsızdır. Her ne olursa olsun, her ne
yapılırsa yapılsın daha uzun yıllar 12 Eylül karanlık ellerini toplumun üzerinden
çekmeyecektir.
Önce hemen siyaset yasaklanmıştır. Arkası arkasına tutuklanmalar, idamlar, cezaevleri ve yasaklar gelmiştir. Depolitizasyon başlamış, işçi kesimi köşeye sıkışmış, hak hukukbirbirine karışmıştır. İşçi olmak neredeyse suç haline dönüşmüştür. 12 Eylül sonrası işçi olmak işkence çeken anlamına gelmektedir.
12 Eylül darbesi emekçilerin, emeklilerin ve işsizlerin kimyasını bozdu. Herkes
bulduğuyla yetiniyor. Emeğinin karşılığını istemiyor. Öyle ya atalarımız umduğunla değil bulduğunla yetin demişti. Atalarımızın isteğini fazlasıyla yerine getiren bir toplum olduk…1980 yılında nüfusumuz 42 milyon, sendikalara üye işçi sayısı 2.5 milyon. Bugün nüfusumuz 72 milyon sendikalara üye sayısı 750 bin…239
Kenan Evren ve ekibi, Türkiye’nin bir daha böyle bir kutuplaşmaya, iç savaş haline sürüklenmemesinin çaresini, demokratik çoğulculuk ve hoşgörü değerlerinin yerleşmesinde değil, tam tersine, topluma düşünsel bir kışla disiplini empoze edilmesinde aradı. “Birlik ve beraberlik” yeknesaklık, homojenlik olarak yorumlandı. “Ülkesi ve milletiyle bölünmez” lik, düşünsel türdeşlikle garanti edilebilir — ve böyle bir tek çizgililik pratikte gerçekleştirilebilir, sanıldı. “Tek yol devrim”in yerini “tek yol Atatürkçülük” aldı. MGK üyesi, Kara Kuvvetleri
Komutanı Nurettin Ersin, bütün gençleri “Nutuk’ u ezberlemeye” çağırdı240.
MGK’ nın ilk icraatı halkı ama özellikle gençleri depolitize etmekti. Sonuçta ülkeyi siyasi düşünceler, siyasetçiler ve onların etrafında nemalanıp büyümeye çalışan fanatikleri bu hale getirmişti. Dolayısıyla ülke bir müddet siyasetten uzak dursa kimseye bir şey olmazdı. Önce siyaset yasaklandı, sonra partiler kapatıldı. Tüm siyasi örgütler, sendikalar da beraber kapatıldı. Arkasından gençlere oyalanacakları eskimeyen öğretiler verildi. Birisi Atatürkçülük ülküsü, ilkeleriydi. Hemen okullarda Atatürk İlkeleri İnkılâp Tarihi dersleri zorunlu hale getirildi, Nutuk ezberletme kampanyası başlatıldı. Hatta cezaevlerinde bile en çok kullanılan işkencelerden birisi bilumum marşları okutmak ve en önemlisi defalarca İstiklal Marşı okutmak olmuştu.
Halka verilen 2. öğreti ise yeniden dinlerini keşfetmeleriydi. İnsanlar dinleri ile
uğraşacaklar, kendilerine dönecekler ve böylece tehlikeli işlerden uzak duracaklardı. Bu sayede hem kendi huzurlarını yakalayacaklar ve ülkeyi de huzura erdireceklerdi. Kenan Evren bizzat kendisi bile gittiği her yerde icraatlarını anlatıp, kendilerini aklamaya çalışırken hadisler okuyordu. Hadisler ile 12 Eylül’ ü temize çıkarıyor, sözde huzur dağıtıyordu. Kenan Evren ve ekibi siyasetin karşısına daha güçlü bir imgeyi koymuşlardı: İslam
‘’Dinsiz millet olmaz işte Sovyet Rusya böyleydi. Ne hale geldi, gördük…Onu
inandırmak için hadis okudum. Peki niye hadis okudum? Çünkü o dini şeye inanmış. Ben onu yıkmak için onun silahıyla mukabele ettim241.’’
Aslında bu ideolojik yaklaşımın amacı, yetişen nesillere devlet kontrolü altında bir din algısı kazandırmaktı. İşte bu amaçla İmam Hatip Okulları’ nın sayısı arttırıldı, okullara zorunlu din dersleri konuldu, Kur’ an kursları yaygınlaştırıldı, tarikatlara müsamahakâr davranıldı, devlet televizyonlarında dini sohbetlere yer verildi ve Kenan Evren her konuşmasında dinden bahsederek, Kuran’ dan hadisler okuyarak dini politik söylemin vazgeçilmez bir unsuru haline getirdi. İşin özü din ve siyaseti iç içe soktu…
Toplumda her kesimden insan darbe öncesinde darbeyi bekler vaziyetteydi. Bir şeyler olsa da kan dursa, anarşizm yok olsa diye umutlanır olunmuştu. Gerçekten de ilk günler sorunsuz gibi görünüyordu ama bir yandan tutuklamalar, her eve amansız ve zamansız dalan postallar, öte yandan cezaevleri ve işkenceler, işkenceciler, işkence mağdurları küstürdü
toplumu. Zamanla beklentilerin ötesine geçmişti 12 Eylül ve 12 Eylülcüler…
‘’12 Eylül’ ü değerlendirirken demokrasiden yana ve darbelerin karşısındayız diye her yaptıklarına kötü diyeceğiz diye bir şey yoktur, bu yanlış olur. 12 Eylülcülerin yaptıkları müspet işler yanında, aynı 27 Mayısçılar gibi, 12 Martçılar ve 28 Şubatçılar gibi çok daha kötü menfi işleri de vardır. Hedeflerin hiçbirisine ulaşılamamıştır. En başta demokrasiye ulaşılamamıştır. ‘’Kem aletle kemalat olmaz’’ diye bir eski düstur var. Yanlış bir yolla, tam tersi bir hedefe ulaşmak mümkün mü? Demokrasiye, demokratik yoldan ulaşabilirsiniz.242.’’
Halk bir anda sus pus olmuştu, sinmişti, sindirilmişti. Gençlerin boynu bükülmüştü. Herkes bir tarafa savrulmuştu ve başının çaresine bakmaya çalışıyordu. Dayanışma da kalmamıştı. Herkes kendi bireysel hayatından endişelendiği için doğal olarak kendini sağlama almak adına ihbarcılık da yapar olmuştu. Öğrenciler ve diğer devrimciler bir anda kendilerine yer yuva arar hale geldiler. Zira kendi akrabaları ve komşuları bile onları polise afişe edebiliyordu. Devrim yoktu artık, devrim peşinde koşmak hayaldi. Şimdi sadece canı
kurtarmak vardı…canı sağlam tutabilmek vardı.
12 Eylül, tek bir cümlede özetlemek gerekirse, Türkiye toplumunun modernleşme sürecine karşı gösterilmiş sert bir muhafazakâr tepkidir. Modernleşme,' özerkleşme' yi içerir, onsuz olamaz. Bu, toplumun kendi kaderini kendi eline alması demektir. Yani demokratikleşme demektir. Yani, toplumun, kendini güden iktidar seçkinleri karşısında özerkliğini kazanması demektir. 12 Eylül buna karşı bir tepkiydi (27 Mayıs' ın, onu izleyen şubat-mayıs girişimlerinin ve 12 Mart' ın da olduğu gibi). Toplumun ve toplum adına hareket
etme iddiasında birtakım siyasi grupların bu 'modernleşme' girişiminde gösterdikleri felaket ehliyetsizlik, 12 Eylül gibi bir tepkiye meşruiyet zemini kazandırdı.243.’’
12 Eylül sonrası oligarşi her şeye hâkimdi, her yolu tıkamıştı ve halkın o dönem
yapabileceği çok fazla bir şey yoktu. Her türlü düşünce yok ediliyor, her anlamda pasifizasyon yerleştirilmeye çalışılıyordu. İş askeri ve siyaset bazında tamamlanınca ekonomiye de el atıldı. 24 Ocak 1980 günü Demirel' in azınlık hükümeti tarafından ilan edilen ekonomik kararlar, tüm yönleriyle uygulamaya sokuldu ve dünya ekonomik buhranının ülkemize yansıyan boyutları kitlelerin sırtına acımasızca yüklendi. Toplum ses vermedi…tepki hiç vermedi…sadece söylenenlere uydu…
Aslında toplumların vardıkları olumlu ya da olumsuz sonuçların tek bir sorumlusu, tek bir suçlusu yoktur. Konuya 11 Eylül 1980 günü varılan nokta açısından bakarsak, suçlu, sağda ve solda tetik çeken katillerle birlikte, dışarıdan Türkiye’ ye silah sokanlar, çıkarları gereği, ülkenin güçlenmesini istemeyenler, Anadolu’ yu bölmek isteyenler, cinayet şebekelerine, maddi ve manevi destek sağlayanlar, terör ve anarşiye yeterince başkaldırmayanlar, gerekli
önlemleri almayan ve aldırmayanlardır diyebiliriz. Sözün kısası, suçlu tüm toplumdur. Ancak tüm toplum da suçlunun ancak yarısıdır, çünkü öteki yarı dış dünyadadır.244. 24 Ocak Kararları ile birlikte ekonomide önce bir sıçrama olmuştu ama sonrasında ekonomik değerler dibe vurdu. Bir anda ortalıkta fırsatçılar dolaşmaya başladı. Vurgunculuk, bulduğu yeri köşe kapmacılık, ufak ufak sermayeleri bankalara yatırarak küçük işletmecilik rolüne bürünmecilik, yiyicilik trend haline geldi. Bankerler dört bir yanı tutmuş hayal dağıtıyordu ve ona kanan halk bir müddet sonra hayallerinin kurbanı oluyordu.
1981 Banker faciası ile biterken, 1982’ de yeni anayasanın ve cumhurbaşkanın
seçileceği yıl oldu. Üstelik hem anayasa hem cumhurbaşkanı birlikte oylandı. İnsanlar pusulaların içinde şeffaf zarflar içerisine olması gerekeni değil arzu edileni oylamışlardı. Evren artık Cumhurbaşkanı ve 12 Eylül’ den sonra MGK’ nın uyguladıkları da anayasa olmuştu.
‘’O anayasa (61 Anayasası) bize bol geldi, içinde oynamaya başladık. Oynaya oynaya 12 Eylül’ e geldik, dedim ve yine ilave ettim: toplumun güvenliği, toplumun huzuru için kişi hak ve menfaatlerinden bazı fedakârlıkta bulunmalıyız.(Evren/Afyon konuşması, 29.08.1982)245.’’
MGK 1982 yılında anayasayı da değiştirerek olaya son noktayı koyuyordu. 82 Anayasası ile MGK 12 Eylül’ den itibaren yaptıklarını teyit etmiş oluyordu. Her şeyi tamamladıklarına inanıp da sahneden inecekleri zaman arkalarında yadigâr olarak anayasayı bırakacaklardı. Kutsal emanet, görevi, onlara sadık bir şekilde yürütecekti. ‘’Anayasayı suçlu ilan edip, toplumu biçimlendirmek için yeni bir anayasa yaparsanız ve bu yeni anayasadan birtakım gelişmeleri engellemesini beklerseniz, o zaman yeni anayasa temel hak ve özgürlükler açısından koruyucu değil sınırlayıcı ve kısıtlayıcı bir nitelik taşır. Bu da yeni bir anayasa sorunu ve yeni bir toplumsal bunalım yaratmaktan başka bir işe yaramaz.
Aynen 1982 Anayasası’ nın yaptığı gibi.246.’’
1982 yılı itibarıyla bir başka gelişme elbette YÖK’ ün kurulması ve YÖK ile birlikte eğitim sisteminin allak bullak olmasıydı. Öyle ki 80 öncesi bulduğu her şeyi okuyan ama gerçekten çok okuyan, araştıran, sorgulayan bir nesil yerine artık okumayı bırakacak, okumaktan korkacak, düşünme ve sorgulamaktan yoksun yeni bir nesil gelecekti. Müfredat hantallaşacak, yoğunlaştırılacak fakat içi kof kalacaktı. Öğrenciler okullarda askeri disiplini öğrenecek ve nasıl silik olunur öğretisi üzerine öğretmenlerinden tavsiyeler alarak yetişeceklerdi. Öğretmenlerin en önemli öğüdü ruhun ve bedenin temizliğiydi. Ruh ve beden temizliği sağlanırsa nasıl olursa olsun etrafta her şey temiz kalabilirdi. Ufku daraltma hedefi 12’ den vurulmuştu.
BU BÖLÜM DİPNOTLARI;
237 Hasan Bülent Kahraman, ‘’Radikalizm, Devlet ve AKP’’, Radikal Gazetesi, 13.12.2002
238 Mehmet Ali Kılıçbay, ‘’11 -12 Eylül arasında Türkiye’’, Zaman Gazetesi, 30.09.2002
239 Yalçın Bayer, ‘’Türk İş Hak Arayamıyor’’, Hürriyet Gazetesi, 14.07.2009
240 Halil Berktay, ‘’Türkiye 12 Eylül Darbesi’ ne Adım Adım Hazırlanmıştı’’, Taraf Gazetesi, 01 Ekim 2008
241 Mehmet Ali Birand-Rıdvan Akar, ‘’12 Eylül-Türkiye’ nin Miladı’’, Doğan Kitap-İstanbul, 5. baskı, Eylül- 2006, s.169
242 Doç. Dr. Davut Dursun, -Hasan Celal Güzel’ le söyleşi-‘’12 Eylül Darbesi / Hatıralar, Gözlemler, Düşünceler’’, Şehir Yayınları, İstanbul, Ocak 2005, s.227
243 Murat Belge, ‘’12 Eylül’ den bugünlere’’, Radikal Gazetesi, 29.07.2003
244 Emre Kongar, ‘’ 12 Eylül Kültürü’’, Remzi Kitapevi-5. Basım, İstanbul- Temmuz 2007, s.132
245 Mehmet Ali Birand-Rıdvan Akar, ‘’12 Eylül-Türkiye’ nin Miladı’’, Doğan Kitap-İstanbul, 5. baskı, Eylül- 2006, s. 214
246 Emre Kongar, ‘’ 12 Eylül Kültürü’’, Remzi Kitapevi-5. Basım, İstanbul- Temmuz 2007, s.132
20 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***