MENDERES etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
MENDERES etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Eylül 2019 Cuma

Darağacı: Demokrasi Kahramanı Menderes

Darağacı: Demokrasi Kahramanı Menderes






Darağacı: Demokrasi Kahramanı Menderes.,

daragaci.jpg


İstiklal Madalyası sahibi olan Başbakan Adnan Menderes, 27 Mayıs Darbesi'nin ardından 17 Eylül 1961 tarihinde darağacında asılarak idam edildi.
Türkiye Cumhuriyeti tarihine kara bir leke olarak geçen Başbakan Adnan Menderes'in idam edilmesinin üzerinden 58 yıl geçti. 1950-1960 yılları arasında Başbakanlık yapan Adnan Menderes, 27 Mayıs darbesi sonrasında kurulan düzmece mahkemeler ve sahte delillerle 17 Eylül 1961 tarihinde idam edilmişti.
“Darağacı/ Demokrasi Kahramanı Menderes” isimli kitabımda Menderes’in hayatını ve yaşananları son arşiv bilgileri, belgeleri ve aktüel gelişmeler ışığında uzun bir kütüphane çalışması sonunda yazmaya çalıştım. Olayı hatırlayarak ders alınması dileğiyle.  Çünkü, hafızayı beşer, nisyan ile maluldür!.. Yani "insan unutur!.." İstiklal ve istikbalimiz açısından mazlum, şehit başbakanımızı unutmamamız ve unutturmamamız gerekiyor.
Yaşanan bazı hayatlar, dramla başlar ve yine dramla biter; ama sadece dramdır. Bazı hayatlar da vardır ki yine dramdır, ama sonu zaferdir. En azından, sonu itibariyle dram gibi gözükse de sonuçları itibariyle başka hayatlara zafer müjdeleyen bir dram…
Adnan Menderes’in hayatı ve dönemi işte aynen böyle...
Çarıktan medeniyete geçişin adıydı Menderes dönemi. Kimi “beyaz devrim” dedi ismine, kimi “altın yıllar”... Asırlardır hizmete susamış Anadolu insanı; baraja, yola, fabrikaya, okula, suya, elektriğe onunla kavuşmuştu. Anadolu insanı  Ezanına, Kur’an-ı Kerimine de onunla kavuşmuştu. Sevinç gözyaşları içinde duygularını yaşamıştı… Bunun için ona Bediüzzaman Said Nursi “İslam Kahramanı” denmişti. Artık millet huzurluydu, mutluydu. Mahsul para ediyor, elleri nasır tutan köylünün yüzü gülüyordu. Sefaletin, Anadolu’nun kaderi olmadığını anlıyordu artık insanlar. Halk horlanıp itilip kalkılmaz olmuştu. Devlet dairelerinin kapıları milletin girebilmesi için sonuna kadar açılmıştı. Sadece halkın değil, ülkenin itibarı da zirveye yükseliyordu. Türkiye için yeni dünya düzeninde öylesine bir ülke öngörenlerin hesaplarını şaşırtıyordu Menderes. Kendi halinde bir ülke gömleği dar gelmeye başlıyor, adeta geçmişteki şanlı yerine doğru başını yeniden doğrultuyordu Türkiye…
Türk siyasi hayatının on yılına Başvekil olarak damgasını vuran Adnan Menderes... Türk demokrasisinin geleceğini, "fikir, inanç ve teşebbüs hürriyetleri”nde görmüştür. Türkiye’nin ekonomik kalkınmasının ancak geniş bir hürriyetler ortamında mümkün olabileceğini vurgulamıştır.
13 Nisan 1949'da yapılan DP Aydın İl Kongresi'nde "Üyelerden biri, 'Sefaletin bulunduğu yerde hürriyet olamaz' dedi. Ben, aksini söyleyeceğim. Hürriyetin olduğu yerde sefalet olamaz." diyen Menderes, CHP iktidarlarında temel hak ve özgürlüklere getirilen kısıtlamalara da karşı çıkmıştır:
"Vatandaşın, Söz, Fikir ve Vicdan Hürriyeti, Demokrasinin temelini teşkil eder. Bir memlekette demokrasi vardır diyebilmek için de bu hürriyetin her türlü tehditten masun olması şarttır. Bu hürriyetlerin tehdit altında bulunması veya bulunabileceği korkusunun kalplerde hakim olması, kanunlarda yazılı olanlar ne olursa olsun o memlekette demokrasinin yer bulmamış olmasının şaşmaz delilidir…” (Demokrasinin temelleri, Adnan Menderes, Vatan Gazetesi, 22 Haziran 1946.)
1923-1950 döneminde söz, fikir ve vicdan hürriyetinden bahsetmek, özel teşebbüste bulunmak mümkün değildi. Bunlardan bahsetmek ve yapmak yasaklar listesindeydi. Bırakınız üretim yapmayı, hele ihracat yapmayı, bir şehirden diğerine mal götürmek bile zordu. Jandarma her şeydi. Geliri olmayandan vergi toplanır, vermeyenlere ceza yağardı. İslâmiyet zümrüdü anka kuşuna dönmüştü, adı var kendisi yoktu. Kur’ân bile toplatılan kitaplar arasındaydı. Müslüman’ın dinini öğrenmesi, anlaması, yaşaması yasaktı…
1950’ye kadar, köylere fazla bir şeyler götürülmediği için, köylüler, çiftçiler kentlere gelmeye başladılar. Onların çocukları da okumaya, meslek sahibi olmaya ve siyasete girmeye başladılar. ”Öküz Anadolulular” çiftçilik ve askerlik dışında da iş yapmaya başladılar. Milleti sürü sayan zihniyet bundan rahatsız olmaya başladı. Demokrat Parti iktidarı, ayrıcalıklı zümreye ve çocuklarına rezerve edilmiş mevki ve makamları ‘Hasolar’, ‘Memolar’ veya ‘ağzı çorba kokanlar’la paylaştırmaya başladı. 1950’lerde halkın; CHP’lilerin DP’lileri kast ederek;” Ne yani ülkeyi Hasolar, Memolar mı yönetecek” sözünü affetmeyip DP’yi büyük bir güçle iktidara getirmeleri buna bir misaldir. Halk kendine değer verenlere her zaman destek olmuş onları baş tacı yapmış ve yapmaya da devam etmektedir.
Cumhuriyet geçmişimize baktığımızda elit zümre her zaman kendini hissettirmiş, halkına hep tepeden bakan bu zümrenin, kendi dünya görüşü ve hayat biçimine uymayan, demokratik yollarla iktidar olmuş hükümetleri darbelerle yıkmışlardır.
14 Mayıs 1950’de ‘Yeter söz milletindir’ diyerek, milleti ile  bütünleşen, Adnan Menderes’in Demokrat Partisi 69’a karşı 408 milletvekili çıkararak, CHP’ye tarihi bir ders verdi. Bu öyle bir dersti ki, milleti hor gören, ona “Öküz Anadolulular” gözüyle bakan CHP zihniyeti  bir daha tek başına iktidar yüzü görmedi.
Artık millet söz sahibiydi. Millet söz sahibi olduğu için de, yıllar yılı onun rağmına yapılan icraatlara son veriliyor, milletin istediği işler yapılmaya başlıyordu.
Yıllardan beri millete karşı yürütülen dinî baskılar, dine yönelik yasak ve engellemeler DP gelince son buluyordu. Menderes hükümeti daha ilk ayında 18 yıllık aslına uygun olarak okutulması yasaklanan ezana hürriyetini veriyor, ezan serbest bırakılıyordu. İktidarın iki ayı dolmadan da radyoda dinî program yasağı kaldırılmış ve haftada iki gün Kur’ân okunmasına başlanmıştı.
Başbakan Adnan Menderes’in dine ve dindarlara tavrı ise açık ve kesin idi. Daha 1951’de “irtica” iddiasıyla dindarlara baskı yapılmasının hesabını kuranlara karşı, “DP, vicdan hürriyetine riayet edeceğini beş yıl evvel programıyla millete vaad etmiştir” cevabını veriyordu. “Türk Milleti Müslümandır ve Müslüman olarak kalacaktır. Evvela kendine ve gelecek nesillere dinini telkin, onun esasını ve kaidelerini öğrenmesi, ebediyen Müslüman kalmasının münakaşa götürmez bir şartıdır” diyen Menderes’ti. Bunun için, ezanın aslına çevrilmesine sebep olduğu için Menderes, Bediüzzaman’ın ifadesiyle “İslâm kahramanıdır.” Çünkü, ezanın hikmeti sadece Müslümanları namaza çağırmak değildir. Onun yanında bütün insanlık namına, insanlığın ve kâinatın yaradılışının büyük neticesi olan tevhid ve rububiyete karşı, ubudiyetin izahına vesiledir. Bunun yerini de ezandaki mübarek ifadelerden başka hiçbir şey tutamaz.
Menderes devri, demokrasi, hürriyet ve dini inkişaf devri olduğu kadar, fakirlikten kurtuluşun diğer bir adıydı…
Anadolu köylüsünün şartlarını, tarım ekonomisine dayanan Türkiye’de toprağın, toprakta çalışan insanın durumunu çok iyi bilen Menderes, bu ülkenin fakir tabakalarının, köylüsünün, şehirlisinin, kasketli, çarıklı, poturlu, ve şalvarlıların hayat şartlarını çok iyi bildiği için, çok kısa zamanda Türkiye gerçeğini, tepeden görüldüğü gibi değil, tabanda yaşandığı gibi çok iyi kavrayabilmiştir. Türkiye’de hürriyet içinde refah, demokrasi içinde medeniyet mücadelesini yapmanın imkân dahilinde olduğunu göstermiş bir iktidarın parlak başbakanıdır.
Anadolu köylüsünün şartlarını, tarım ekonomisine dayanan Türkiye’de toprağın, toprakta çalışan insanın durumunu çok iyi bilen Menderes, bu ülkenin fakir tabakalarının, köylüsünün, şehirlisinin, kasketli, çarıklı, poturlu ve şalvarlıların hayat şartlarını çok iyi bildiği için, çok kısa zamanda Türkiye gerçeğini, tepeden görüldüğü gibi değil, tabanda yaşandığı gibi çok iyi kavrayabilmiştir. Türkiye’de hürriyet içinde refah, demokrasi içinde medeniyet mücadelesini yapmanın imkân dahilinde olduğunu göstermiş bir iktidarın parlak başbakanıdır.
Menderes dönemi gerçeğinin rakamlardaki ifadesi ise gözler kamaştırıyordu. Cumhuriyetin ilk 27 yılında en fazla yüzde 3’lerde ve genel ortalama yüzde 2’lerde kalan büyüme hızı, DP ile birlikte yüzde 12’lere fırlamıştı. Ülke, CHP’nin 20 senede getirdiği yere, DP’nin dört senesinde gelmişti. Bu devirde ülke çapında bir imar ihtilâli yaşanıyordu. Tarım ve sanayide, eğitimde, sağlıkta büyük yatırımlar, temel altyapı yatırımları yapılıyordu. Büyük hidroelektrik santralleri, liman inşaatları, sulama tesisleri, şehir içinde, şehirler arasında, köylerde karayolu yapımına bu dönemde büyük önem verilmiştir. Köylü cebine para girince, yapılan yollarla şehre, kasabaya giderek sosyal ve ekonomik hayatında olumlu değişiklikler yaşamıştır.
Tek parti devrinin bir iki göstermelik barajına karşılık, Menderes Türkiye’ye 42 yeni baraj hediye etmiştir. (Geniş bilgi: Demokrat Partinin İktisat Politikası [1950-1954] Mehmet Abidin Kartal, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Master Tezi, İstanbul-2000)
Adnan Menderes’in, DP’si Türk tarihinde, köylerdeki fakirlik ve cehalet fasit dairesini kırmayı başarmış ilk siyasî partidir. Uyguladığı ekonomi politikası sonucu kalkınma hamlesini köylere kadar götürebilmiş en başarılı ilk Türk hükümetidir.
Bu başarılı hükümet bazı çevrelerce hazmedilemedi. 27 Mayıs 1960’da Başkanlığını Orgeneral Cemal Gürsel’in yaptığı Millî Birlik Komitesi, Demokrat Parti iktidarını devirip yönetime el koydu.
İhtilâlden sonra ABD Cumhurbaşkanı Dwight Eisenhower’in, MBK başkanı, Devlet başkanı, Başbakan ve Millî Savunma Bakanı Cemal Gürsel’e hareketten duyduğu memnuniyeti bildiren bir dostluk ve kutlama mesajı göndermesi düşündürücüydü… Yine ABD’nin ihtilâlden kısa bir süre sonra, Türkiye’ye 400 milyon dolarlık yardımda bulunması da, ihtilâldeki CIA parmağı ise 21 Ocak 1972 tarihli The Daily Telegraph’ta açıklanacaktı. O günkü Türk hükümetinin bu iddiayı yalanlayacağı yerde, ilgili gazete nüshasının yurda girişini yasaklaması ise, bu açıklama karşısında tereddüde mahal bırakmıyordu…
Diğer taraftan, Sovyetler Birliği de Menderes yönetiminden memnun değildi. Sovyetlerin Türkiye üzerindeki emelleri 1940’ların ortalarında dile getirilmişti ve Türkiye’nin 1952’ de NATO’ya dahil olması bu emelleri suya düşürmüştü. Yurttaki komünist faaliyetlere set çekilmesi, Moskova’nın hoşuna gitmiyordu. 1957 seçimleri sırasında Moskova Radyosu Türk halkını CHP’ye oy vermeye çağırmıştı. Komünist Bizim Radyo da, ihtilâli “27 Mayıs hareketi Bayar-Menderes faşist diktatörlüğünü devirdi” diye haber veriyordu.
1946 devalüasyonu ve ikinci dünya savaşı bunalımında “yön arayışı” ile iyice bunalan Türkiye, dışarıdaki yerleşik yapının içeride türetmeye başladığı “burjuva sınıfına” ve onların uzantısı olan siyaset adamlarına teslim oluyordu... 1950-1960 arasında “kendini bu yapıdan” kurtarmayı deneyen Menderes ve ekibi, Türkiye’yi bu kalıptan çıkarmayı denese de “içerideki taşeronların tahrikleri” ve dış odakların “tezgahı” ile başarılı on altın yıl sonunda askeri darbe ile darağacında  linç edildiler... Aynı durum 1960’tan 1977’lere kadar devam etti. Ekonominin kanını emen imtiyazlı yapı palazlandı, halkın varlıkları transfer edildi. 1977-1980 arasında “Türkiye’de başlayan fikri ve maddi” kıpırdanmaya izin verilemezdi, 1980’de yine aynı çark çalıştı ve 1960’da Türkiye’yi “asker süngüsüyle” tuzağa yeniden çeken düzen , bu sefer yine aynı yola başvurdu. 1980-2003 arası yöntemin “sadeleştiğini” fakat 28 Şubat ve elektronik darbe denemeleri dahil yapının aynen çalıştığını gördük. Sistemin özü hep aynıydı; “dışarıdaki düzen-içerideki taşeronlar-medya ile meydana getirilen sanal kamuoyu” gibi unsurlar el ele vererek, askeri de kullanarak, bu devletin asıl sahiplerinin önünü kesmek, Türkiye’ye diz çökertmek…
2003 bu yapının yıkılmaya başladığı, Türkiye’nin bu tuzaktan çıkmaya başladığı sürecin başlangıcı. Çıkış bir günde olmadı hatta 2008’de IMF ile bağ kopana kadar eski ağırlık ve “askeri darbe dahil birçok deneme hayata geçmese de, yaşandı”! eski model  ve uzantıları kanımızı emmeye devam etti!
Bütün bu süreçte özellikle 1946-2003 arasında Türkiye ekonomisi asla Yiğit Bulut’un ifadesiyle “üretim-bilgi-vizyon temelli” olmadı. Montaj endüstrisine dayanan sanal üretim ve arkasında “dağ gibi faiz ile” halkın varlıklarını emen bir yapı sürekli çalıştı.
Ülkemizde  zaman zaman meydana gelen müdahalelerin, kanlı terör olaylarının, her türlü vesayetin arka plandaki amacı “dağ gibi faiz ile” halkın varlıklarını emmeye  devam eden yapının devamlılığını sağlamaktır.
1950-1960 arasında ekonomide neler yapıldığın ‘Darağacı – Demokrasi Kahramanı Menderes’ kitabımda  geniş bir şekilde yazdım... Menderes “ekonomiyi” ayağa kaldırmış, milletin cebine para girmesine, refahtan pay almasına, insanca yaşamasına sebep olmuştur. 1946 sonrası “teslim alınan” dinamikleri “özgürleştirme-millileştirme” yolunu seçmiş bundan dolayı küresel güçler ve onların içerdeki taşeronları tarafından “istenmeyen adam” ilan edilmişti! 1958’de ilk küresel darbeyi yedi ve Menderes hükümeti, IMF ve Dünya Bankası’nın dayatmasını kabul ederek 4 Ağustos tarihinde istikrar önlemlerini açıklayarak doları 2.80 TL’den 9 TL’ye çıkardı... 4 sene boyunca Dünya Bankası dayatmalarına direnen Menderes 1958’de teslim olmak zorunda kaldı ve 1960’ın da yolu açılmış oldu. Ülkeyi sömüren küresel güçler ve içerdeki taşeronlar milletin zenginleşmesini, ülkenin kalkınmasını istemiyorlardı. Fikir, inanç ve teşebbüs özgürlükleri ortamında, milletinin zenginleşmesi  ve kalkınma yolunda aldığı kararlarda ısrarı, 27 Mayıs 1960 ihtilali ile milletin iradesini hançerleyenler hainler tarafından,  Menderes’in  hayatının Darağacında sona ermesine sebep oluyordu.
‘Darağacı – Demokrasi Kahramanı Menderes’ kitabımda Adnan Menderes’in hayatını ve yaşananları son arşiv bilgileri, belgeleri  ve aktüel gelişmeler ışığında yazmaya çalıştım. Başbakanlık Yassıada belgelerini tek tek tasnif edilerek kamunun hizmetine 2006 yılında sundu. Bu belgeler bilhassa 27 Mayıs darbesinin öncesi ve sonrasını aydınlatıyor. Bu belgeler dikkate alınmadan yazılan Adnan Menderes hakkındaki araştırmalar geçerliliğini kaybetmektedir. Çalışmamız bu belgeler ışığında yapılmıştır.
2000 yılında İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türkiye Cumhuriyeti Ana Bilim Dalında ‘Demokrat Partinin İktisat Politikası (1950-1954) ‘ konulu tezi hazırlayarak Yüksek lisans yaptım. Bu tezi hazırlarken Adnan Menderes ve Demokrat Parti hakkında geniş bir arşiv, kitap, gazete araştırması çalışması içinde bulundum. Kitabın şekillenmesinde bu çalışmaların çok faydası oldu.
27 Mayıs 1960 darbesi, tarihe kara bir leke olarak geçti. Dönemin Başbakanı Merhum Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan, bu darbenin ardından idam edildiler. Onların darbeye giden süreçte ve darbenin ardından kaleme aldıkları sözler, ailelerine ve siyasetçi arkadaşlarına gönderdikleri mektup ve telgraflara yansıdı. Merhum Adnan Menderes'in idam edilmeden önce cuntacılara yazdığı mektup yıllarca çok konuşuldu. Peki Adnan Menderes idamından önce cuntacılara yazdığı mektupta hangi ifadeleri kullandı?
Merhum Adnan Menderes, idam edilmeden önce cuntacılara hitaben yazdığı mektupta onlara dargın olmadığını belirtiyor. Menderes, mektubunda şu ifadelere yer veriyordu:
"Kellemi onlara götürdüğünüzde deyiniz ki 'Adnan Menderes hürriyet uğruna koyduğu başını 17 sene evvel almadığınız için sizlere müteşekkirdir.' İdam edilmek için ortada hiçbir sebep yok. Ölüme kadar metanetle gittiğimi, silahların gölgesinde yaşayan kahraman efendilerinize acaba söyleyebilecek misiniz?Şunu da söyleyeyim ki milletçe kazanılacak hürriyet mücadelesinde sizi ve efendinizi yine de 1950'de olduğu gibi kurtarabilirdim. Dirimden korkmayacaktınız ama şimdi milletle el ele vererek Adnan Menderes'in ölüsü ebediyete kadar sizi takip edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir. Buna rağmen duam sizlerle beraberdir."
Menderes’in infazının öğleden sonra saat 14:26’da tamamlanmasından sonra, bir fırtına koptu, gelen gök gürültüsünün ardından yağan şiddetli yağmur, herkese kendisini ülkesine adamış bir büyük devlet adamının tertemiz ruhunun rahmeti olduğunu düşündürdü.
1960’dan bu yana bu milletin değerlerini yok sayanları, onları sürü sayanları, onları sömürenleri, Menderes’in yolunda olanlar takip etmektedirler. Takip edenlerin zaman zaman yolları kesildi ve kesilmeye çalışılıyor. Bugün de yaşadığımız olaylar bunu bütün açıklığıyla gösteriyor.  Menderes ne demişti, “Yeter! Söz milletin!” dedi. Ezanı aslına çevirdi. Milleti sürü olmaktan kurtardı. Milletle devleti barıştırdı. Sen misin millete gücünü ve asaletini hatırlatan! Sen misin sözün millette olduğunu söyleyen! Sen misin ezanı aslına çeviren! Haydi darağacına! Senin asıl suçun, bu ülkede millete millet olduğunu hatırlatmak ve ona özgüven aşılamaktır. Onun sevgisini kazanmaktır. 
Aslında asılan Adnan Menderes değildi. 
Asılan milletin gücüydü. 
Asılan milletin değerleriydi. 
Asılan milletin ta kendisiydi. 
Ülkemizde zaman zaman perde arkasında aynı senaryo uygulanmaya çalışılıyor.
Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan, 17-25 Aralık 2013’te yargı içindeki bir çetenin Emniyet’teki bir grupla birlikte, hükümete ve şahsına yönelik darbe hazırlığı içinde olduğunu ifade ederek, bu çeteyi ‘Tabanı ibadet, ortası ticaret, tavanı ihanet’ olarak tanımlıyordu.
15 Temmuz 2016 tavanın ihanetini bu milletin hepsi gördü. Bütün millet, bütün medya, bütün partiler, bütün sivil örgütler, Erdoğan’ın söylediği gerçekleri gözleri ile görmüşlerdir ve tepkilerini göstermişlerdir. Bu ülkemizde birlik ve kardeşliğin tesisi açısından, demokrasinin değerinin anlaşılması açısından çok önemlidir.
15 Temmuz gecesinde bu aziz milletin ortaya koyduğu mücadeleyi ve verilen şehitleri Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı ruhu ile birlikte yan yana yazacaktır. 15 Temmuz  darbesi durdurulmasaydı Türkiye emperyalizme teslim edilecek, bir Irak, bir Suriye olacaktık. 15 Temmuz 2016 gecesinde millî irade ayağa kalktı. Küresel taşeron FTÖ çetesinin darbe girişimini millet dik durarak, eğilmeyerek önledi. 15 Temmuz 2016 da millet ‘Menderes’i astınız, Özal’ı zehirlediniz, Erdoğan’ı yedirmeyiz diyordu.’
Darbelerin hedefi, Milletin iradesinin önünü kesmek. Milli iradenin tecelli etmesini engellemek. Millet olarak bu oyunları bozmamız gerekiyor. 15 Temmuzda bu millet  canını vererek bu son oyunu bozmuştur. Biz milletiz, Türkiye’yi darbeye, teröre yedirmeyiz demiştir. Bu oyunları bozmak için Darağacında bir Başbakanı şehit verdiğimizi unutmamalıyız… Millet Menderes’te, Özal’da yaptığı hatayı 15 Temmuz darbe girişiminde yapmadı. Başkomutanının etrafından tek yürek, tek bilek oldu. Darbeye karşı sonuç, dik duran milletin başarısıdır ve çok değerlidir. Milletimiz demokrasiye, millî iradeye ölümüne sahip çıkmıştır. Bu başarı hikâyesinin kahramanı milletimizin her bir ferdidir.
15 Temmuz hain Fetö örgütü darbe girişiminden sonra, kripto Fetö’cülerin masum insanlara çamur atması sonucu mağduriyetlerin yaşanmaya başlanması da olayın diğer bir yönü,  Cumhurbaşkanımızın ifadesiyle, ‘at izi, it izine karıştırıldı.’ Bu duruma hükümetin kalıcı çözüm getirmesi  sosyal barışın tesisi açısından elzemdir. Hainler ülkemizde emellerine ulaşmak için kaos ortamının devam etmesini istiyorlar. Devletle millet arasında sosyal barışı baltalamak için mağduriyetlerin devam etmesini istiyorlar. Mağduriyetlerin devam etmesi hainlerin, ekmelerine yağ sürüyor.
Siyasi tarihimizdeki acı olayların yaşanmaması için, yeni Mendereslerin önünün kesilmemesi için, halkın demokrasiyi kararlı ve şuurlu bir şekilde savunması, müdahalelere, darbelere, teröre, her türlü vesayete de teslim olmaması gerekiyor. Demokrasinin temeli, sözde, kararda milletindir. Millet seçtiklerine sahip çıkmalıdır. İdareciler milletin hizmetkarıdır. Devlet millete hizmet için vardır.
Gönüllerde, omuzlarda, milletin bağrındaki Menderes kimdir?  Onu yoğurup yetiştiren nedenleri bilmeden,  Adnan Menderesi tanımak mümkün değildir. Milletle devleti barıştıran, milleti sürü olmaktan kurtararak devletin kapılarını onlara sonuna kadar açan, ona gerçek değeri veren ve  onun ayağına  maddi manevi her türlü hizmeti götüren, milletini ezanı buluşturan, bunun için Asrın Müceddidi tarafından, ‘İslam Kahramanı’  diye tesmiye edilen Adnan Menderes’i ‘Darağacı – Demokrasi Kahramanı Menderes’ adlı kitabımda,  sizleri baş başa bırakıyorum… Adım adım Menderesi tanıyalım… Çocuklarımıza, gençlerimize tanıtalım.
Kitaptan bazı başlıklar…
Yetim Adnan, Milli Mücadeleye Katkısı, Atatürk’le Tanışma, Başvekil Adnan Menderes, Adnan Menderes’in Kişiliği, Ezanın Aslına Çevrilmesi, Bağdat Paktı, Menderes İmamı Azamın Türbesinde Neler Düşündü, 6-7 Eylül olayları kimin işi?, Menderes dönemi ekonomi politikaları,  İstanbul’un imarı, Menderes’in Acısına dayanamayan imam, Dokuz subay olayı, Ankara’ya mabetsiz  şehir denirdi, Adnan Menderes’in Kahraman Milletvekili, Gıyaseddin Emre, Londra’da Yaşanan Uçak Kazası, Menderes’in üç aşkı, Adnan Menderes ve Bediüzzaman,  Menderes Neden  Demokrasi ve İslam kahramanı, Prof. Dr. Cevat Akşit Hocanın Menderes’i Ziyareti, 27 Mayıs’ta  C.H.P Öğrencileri Kullandı, Cemal Gürsel’in Sansürlenen Mektubu, Yassı ada Gerçeği….

DARAĞACI: DEMOKRASİ KAHRAMANI MENDERES, MEHMET ABİDİN KARTAL 

KİTABIN ARKA KAPAK YAZISI
Anadolu köylüsünün şartlarını, tarım ekonomisine dayanan Türkiye’de toprağın, toprakta çalışan insanın durumunu çok iyi bilen Menderes, bu ülkenin fakir tabakalarının, köylüsünün, şehirlisinin, kasketli, çarıklı, poturlu ve şalvarlıların hayat şartlarını çok iyi bildiği için, çok kısa zamanda Türkiye gerçeğini, tepeden görüldüğü gibi değil, tabanda yaşandığı gibi çok iyi kavrayabilmiştir. Türkiye’de hürriyet içinde refah, demokrasi içinde medeniyet mücadelesini yapmanın imkân dahilinde olduğunu göstermiş bir iktidarın parlak başbakanıdır.
27 Mayıs 1960’ta kalkınmaya, özgürlüklere, millete dur denilmişti. 
27 Mayıs, istikrarlı ve sağlıklı bir siyasi bünyenin gelişmesine, güçlü, rasyonel ve çevik bir devlet cihazının kurumlaşmasına engel olmuştur. Demokrasiyi tahrip etmiş, siyasî kimlikleri yok etmiş ve sivil siyasi aktörlere duyulan güveni mesnetsiz bırakmıştır. Sürekli düşmanlardan bahsetmek, topluma korku salmak geleneği de 27 Mayıs’ın bakiyesidir.
Neydi Menderes’in suçu? Menderes geldi, “Yeter! Söz milletin!” dedi. Sen misin millete gücünü ve asaletini hatırlatan?!. Sen misin sözün millette olduğunu söyleyen?!. Haydi darağacına! Senin asıl suçun, bu ülkede millete millet olduğunu hatırlatmak ve ona özgüven aşılamaktır. Onun sevgisini kazanmaktır. Bebek-Köpek davası mı? Bunlar prosedür gereği. Hani, “Siz asın, gerekçesi arkadan gelir” misali. Aslında asılan Adnan Menderes değildi. Asılan milletin gücüydü. Asılan milletin değerleriydi. Asılan milletin ta kendisiydi.


27 Şubat 2016 Cumartesi

28 ŞUBAT TÜRK SİYASETİNİN ACI VEREN YÜZÜ, ÖNCESİ VE SONRASI,, BÖLÜM 17




28 ŞUBAT  TÜRK SİYASETİNİN  ACI VEREN YÜZÜ, ÖNCESİ VE SONRASI,, BÖLÜM 17


.


   MENDERES  DÖNEMİ ;

MENDERES DÖNEMİ

Bu yazımızda MENDERES DÖNEMİ'ni (1950-1960) ele alacak ve ATATÜRKÇÜLÜK'ten nasıl uzaklaşıldığını gözler önüne sereceğiz.

Aslen bir Sabatayist, yani Yahudi kökenli olan MENDERES'i iktidara getiren DEMOKRAT PARTİ'nin doğuş sebebinin, İSMET PAŞA'nın tepkisini çektiği köylüye yaranmak için çıkartmak istediği TOPRAK REFORMU kanunu olduğunu çok az kimse dile getirir... İSMET PAŞA'nın bütün beceriksizliklerine, diktatörce uygulamalarına, hatalarına göz yuman TOPRAK AĞASI MENDERES, 1945 yılında çıkan TOPRAK REFORMU kanunudan sonra Bayar, Koraltan ve Fuat Köprülü ile meşhur Dörtlü Takrir'i vererek menfaatine dokunulduğu için başkaldırmıştır. (1) Ama Takrir'de bu gerçek gizleniyor, ve ülkenin demokrasiye olan ihtiyacından dem vuruluyordu.

Halbuki bu kanunun önemli maddeleri hiç uygulanmadığı gibi, Medeni Kanun'un 635. Maddesi çarpıtılarak bir toprak yağmasına girişilmişti. Üstelik gördüğü tepki üzerine İSMET fırt diye dönmüş, toprak ağası Cavit Oral'ı Zıraat Vekili yapmış, 1950'de bu kişinin hazırladığı "tadilat" yasası ile Toprak Reformu kanunu tarihe karışmıştı!

MENDERES'in, HALKIN YARARINA olan bir kanuna karşı çıkmasına rağmen, büyük HALK DESTEĞİ görerek iktidara gelmesindeki sebep; İSMET'in HALKI BEZDİREN genel politikasıdır.

MENDERES'in köylüye inme siyaseti, aslında ATATÜRK'ün " Köylü milletin efendisidir " düsturuna uygundu. Yol götürdü, traktör verdi. Ancak bunda PLANSIZ bir şekilde davrandı, aşırıya gitti. Neticede köyler kalkınıp geliyeceğine, şehirler köy haline geldi!..

CHP'nin 6 OK'u DP'nin programında da yer almıştı. Hele DEVLETÇİLİK ilkesi CHP'ninkinden bile daha ileridir...Öyleyse 1946-1960 döneminde bu iki parti arasındaki mücadele neydi?..

Mücadele, her iki parti mensuplarının da aslında kendi programları muvacehesin de eğitilmemeleri ve şahısların hırsı idi. İSMET ile BAYAR memleket işlerinin ele alındığı bir masada, 10 yılda iki defa bile karşı karşıya gelmemişlerdir!.

Bu hep böyle olmuştur. DYP ile ANAP, CHP ile SHP farklı neyi savunuyorlar ki?.. İşte o yüzden her iki taraf ta SİYASET değil, POLİTİKA yapmakta, şahsi menfaatini DEVLET ve MİLLET'ten üstün tutmaktadır.

MENDERES döneminin en vahim tavrı, tekrar YABANCI HEGOMONYASI 'nı pekiştirmesi, İNÖNÜ ile başlıyan MANDACILIK anlayışını resmileştirmesi olmuştur. İNÖNÜ (1946-64), MENDERES (1950-60), DEMİREL (1963-96), ÖZAL (1980-93) hep AMERİKAN yanlısıdırlar. ÇİLLER ise İNGİLTERE, FRANSA ve ALMANYA'nın menfaatlerini birleştirdiği AVRUPA BİRLİĞİ yanlısıdır... Mesut YILMAZ'ın ne halt olduğu belli değildir, bu Pontus kırması herif cebinden başkasını düşünmez. ECEVİT son iktidarında KARAOĞLAN imajını tamamen kaybetmiş, Amerika'nın "Irak'ta kitle imha silahları olduğu" iddiası hakkında ne düşündüğü sorulduğunda, "Amerika diyorsa, doğrudur," diyecek kadar uşaklaşmıştır. GÜL ve ERDOĞAN ise hem AB'ci, hem ABD'cidir, onlara yaranmak iç in KIBRIS konusunda "tavizde hep bir adım önde" olma sözü dahi verebilmişler, askerin başına cuval geçirenlere dahi ses çıkartamamışlardır! Ama tekrar edelim, bu tavrın bir GAYRIMİLLİ POLİTİKA haline gelmesi, TEAMÜL halini alması MENDERES'in suçudur!

MENDERES ilk nutkunda 1923-1950 arasındaki dönemi "müdahaleci bir kapitalizm" olarak vasıflandırır. Açıkça olmasa da ATATÜRK'e çatar. Zaten ne MENDERES, ne 1963-1991 arası DEMİREL, ne de ÖZAL'ın ATATÜRKÇÜLÜK gibi bir iddiaları olmamıştır.

MENDERES'in İSMET PAŞA dönemiyle ilgili tesbitleri şunlardır:

Devlet iktisadi teşebbüsleri (KİT'ler) verimsiz çalışmaktadır. Harp yıllarında 214 ton olan altın stoğu 130 tona inmiştir. 4 ton altın yabancılara rehine verilmiştir. DEVLET borçları artmaktadır. Bütçe açık vermekte, açık MARSHALL yardımı ile kapatılmaktadır. Maliyetlerin yüksek oluşu ihracatı engellemektedir. DEVLET ormancılığı ızdırap vericidir. Kredi hacmi kısıktır.

MENDERES bunlarda haklı idi!.. Ancak kendisinin uygulamaları çözüm yerine yeni sorunlar getirmiş, tenkit ettiklerini kendisi daha kötüye götürmüştür. Altın stoğu 130 tondan 19 tona inmiştir... Borçlanma, hayat pahalılığı, verimsizlik ve orman yağmasında CHP dönemi mumla aranır olmuştur... DP anlayışının başarısızlığı, bu problemlerin hala var olmasından bellidir.

1950 seçimlerinde DP 408, CHP 69, MP 1 milletvekili çıkarttı. Seçim sisteminden dolayı CHP oyların %41'ini almış, ancak MECLİS'te %14 temsil edilebilmişti. Aslında bu da İSMET'in kendisinin biraz daha fazla oy alacağını düşünerek hazırladığı seçim kanununun bir cilvesi idi.

Kemal Tahir'in tabiri ile "milletin aydını, okumuşu hep egemen olmuştur halk üzerinde, ta 1950'lere kadar...1950 yılı, halkın aydını sırtında taşımaktan kurtulduğu yeni bir sürecin başlangıcıdır!" Sözde inkilapçıların yerini "kalabalığın temsilcisi" olduğunu öne sürenler alır... Yani gelenlerin bir çoğu gidenlerden daha cahil, daha hazırlıksızdı.

MENDERES'in lise diploması bile yoktu. Ancak milletvekili seçildikten sonra dilekçe ile Hukuk fakültesine başvurmuş, kabul edilmiş, tahsilini böylece tamamlamıştı!.. Bu kültür ve yapıdaki bir insanın EKONOMİ, DIŞ SİYASET, DEVLET İDARESİ, ASKERLİK, STRATEJİ, TAKTİK gibi konuları bilmesi zaten düşünülemezdi. Kalkınmış dünya ülkelerini bırakın, gerikalmış ülkelerin pek çoğunda dahi bu kadar niteliksiz bir şahsın 15 yıl memleket gündeminde kalması, söz sahibi olması görülmemiştir.

MENDERES'in bu cahilliği çevresine topladığı adamlara, milletvekillerine de yansıdı. Yassıada'da yargılanan DP milletvekilleri arasında İLKOKUL diploması bile olmayanlar vardı!..

DP iktidarı MENDERES'in MECLİS'teki ilk nutku ile sadece CHP'ye değil, ATATÜRK siyasetine de karşı olduğunu, ondan hiç söz etmiyerek ortaya koydu. (2)

DP iktidarı, işbaşına gelir gelmez İSMET PAŞA'yı desteklediği endişesi ile 1950 yılında ORDU'da bir ayıklama yaptı. Bu onların ORDU ile ilk sürtüşmesidir. Hatta, ALLAH bilir ya, ORDU'nun NATO emrine verilmesinde komutanları ABD'ye denetletip endişeden kurtulmak arzusu da olabilir.

DP ayrıca DEVLETÇİLİK prensibine de karşı çıkıp DEVLET fabrikalarını yok pahasına yakınlarına satmaya kalkıştı. Şevket Süreyya bu gelişme üzerine "Ben Hissemi Satmam!" diye yazı yazdığını, ancak CHP'den hiç itiraz gelmediğini, havanın "ortalıktan silinmek, göze çarpmamak" olduğunu yazar... Yani kurt İSMET PAŞA kediye dönmüş, kendi döneminin icraatını bile savunamıyacak hale düşmüştü!

Despot İSMET iktidarında jandarma dayağından bezmiş köylüler, kasketlerini yana yıkıp, DP'li ocak başkanları ile valinin makam odasına bile selamsız girer oldular. İSMET, bu tutumun aslında DEVLET mekanizmasını çökerteceğini dile getirmekten bile kaçındı. Hatta için için sevindi. Çünkü DP döneminde ezilmeye başlıyan memur kesimi CHP'yi desteklemekten başka çare bulamıyacaktı!.. Böylece zamanla köhnemiş CHP, "HALK'ın partisi" hüviyetini alan DP karşısında "memur partisi" haline dönüştü. Gün geçtikçe de halktan koptu.

İSMET PAŞA paralardan, pullardan, DEVLET dairelerinden ATATÜRK'ün resmini kaldırmış, kendi resmini koydurmuştu. ATATÜRK'e özenip kendi heykellerini diktirmişti. MENDERES iktidara gelince paraları değiştirdi, İSMET'in heykellerini yıktırdı. İnönü Ansiklopedisi adıyla yayınlanan ansiklopedinin adı değiştirildi. Anayasa 1924'deki diline döndürüldü. Ceza Kanunu'nun 526. maddesi ile 1928'de yasaklanmış olan EZAN tekrar getirildi... Biz MENDERES'in bu uygulamalarını onun SEVAP hanesine yazarız.

Halkevleri kapatıldı. Malları TÜRK OCAKLARI'na devredildi. Aslında Halkevleri Türkocakları'nın yerine 1931 yılında kurulmuş, ancak TÜRK OCAKLARI gibi insanımıza ülkü veren, hedef gösteren kuruluşlar olamamıştı. Daha ziyade kütüphane ve tiyatro, müzik gibi faaliyetlerde bulunurdu. Kapatıldığında 478 Halkevi ve 4332 Halkodası vardı.

CHP'nin mallarına el konuldu. Bunlar tek parti olduğu dönemde tümüyle hazine yardımı ile edinilmiş idi. Bu açıdan çok partili rejime geçildiğinde DEVLET'e iade edilmesi uygundu... Ancak MENDERES ileri giderek CHP'yi iflasa sürükliyecek bir müsadere ve borçlandırma girişti.

Ondan sonra KORE SAVAŞI ve NATO geldi. Daha doğrusu, MENDERES iktidara gelir gelmez, KORE'ye asker göndererek DIŞ İLİŞKİLER'de radikal bir politika ortaya koydu. (3) MENDERES'in MECLİS'te yaptığı şu konuşmadaki ifadeleri dikkate değer:

- "BİRLEŞMİŞ MİLLETLER TEŞKİLATI'na girmek suretiyle MİLLETLER, kendi HÜKÜMRANLIK HAKLARI'ndan esaslı takyitler kabul ve kendi MİLLİ İRADE'leri HARİCİNDE bir makamın lüzum göstereceği faaliyetlere girişilmesine, prensip itibariyle muvafakat etmiş bulunmaktadırlar!"

MENDERES bu sözleri ile BİRLEŞMİŞ MİLLETLER, NATO ve AVRUPA TOPLULUĞU gibi kurumlara girmekle temel HÜKÜMRANLIK HAKLARIMIZ'dan vazgeçtiğimizi açıkça belirtmekte ve buna razı olduğunu söylemektedir!..Bizce bu zatın sılmasına esas sebep, işte bu anlayışın İLK TEMSİLCİSİ olmasıdır!.. Ondan sonra aynı tarz düşünenlerin de aynı akıbete uğraması gerekirdi!(4)

MENDERES hükümeti Temmuz 1951'de NATO'ya girmek için müracaatta bulundu.(5) Böylece kendini Rusya'nın önüne "NATO'nun güneydoğu kanadı" olarak atmış oldu. ABD bu başvuruyu sevinerek benimsedi, ama AVRUPA devletlerinin bizi "TÜRKİYE bir ASYA devletidir, ATLANTİK savunma hattının dışındadır" diye oyalamalarına ses çıkarmadı ki, koparacağı tavizler artsın!.. Halbuki TÜRKİYE'nin bir AVRUPA ÜLKESİ sayıldığı, 1878 BERLİN ANLAŞMASI'nda yer almıştı!..Nedense BATILILAR imza koydukları hususları sonradan unuturlar!

Nihayet bizi 21 Eylül 1951'de NATO'ya kabul ettiler. MENDERES bunu bir zafer olarak ilan etti. Tıpkı ÇİLLER'in Gümrük Birliği'ne girişimizi zil takarak kutlaması gibi!..

SOVYETLER BİRLİĞİ gerek NATO'ya girdiğimiz, gerekse ABD'ye üs verdiğimiz için Kasım 1951'de TÜRKİYE'ye nota vermiş, ve "doğacak sorumlulukların ve neticelerinin TÜRKİYE'ye ait olacağı" tehdidini savurmuştu!.. Yani İSMET'ten sonra MENDERES te durup dururken SOVYETLER'i TÜRKİYE'ye düşman etmekte büyük başarı göstermişti!..

MENDERES hükümeti Brüksel'de, hiç kimseye danışmadan, hiç kimse bizden böyle bir talepte bulunmadan DEVLET'in bütün silahlı kuvvetlerini NATO'da yabancı bir kumandanın emrine soktu.(6) Bunun ne mahzurlar doğuracağını, ancak 1963 KIBRIS müdahalemiz ve KÜBA krizi sırasında öğrendik...

Ancak akıllanmıyan politikacılarımız ve bilhassa Özal zibidisi, daha sonra ÇEKİÇ GÜÇ gibi bir yabancı işgal gücünü ülkemize davet etti, yine yabancıların böyle bir talebi olmamasına rağmen!.. Düşündükçe insanın çıldırası geliyor!

MENDERES, bir ara ATATÜRK'e özenip bir Balkan Paktı kurmaya kalktı. Ancak BALKAN ülkelerinin çoğu SOVYET kontrolünde idi. 28.3.1953'de SOYYET etkisi dışındaki Yugoslavya ve Yunanistan ile bir dostluk ve işbirliği anlaşması imzalandı. Ancak vizyonu olmayan MENDERES'in bu girişimi, KIBRIS meselesinin ortaya çıkması ile işe yaramadı. Üstelik Yugoslavya da SOVYETLER'e yanaşınca, anlaşma 1955'de silindi gitti.

20 Mart 1954'de TBMM'de kabul edilen ikili anlaşma "NATO Kuvvetler Statüsü Sözleşmesi" ile ABD'ye Türkiye'de üsler, askerî tesisler kurma, ve askeri personel bulundurma imkânı tanındı. Bu anlaşmanın haysiyet ve şeref kırıcı yönü Türk topraklarında suç işleyen Amerikan askerî personelinin yargılanmasında ABD'ye müdahale hakkı tanınması idi!.. Adlî kapitülasyonlar geri dönmüştü!

Öte yandan 1950-1960 arası sömürge devletlerinin birer ikişer bağımsızlıklarına kavuştukları dönemdir... ATATÜRK bunu 1933 yılında görmüştü, ama MENDERES olayın içinde iken bile kördü. Zaten Çin, Hindistan daha önce kurtulmuştu. Viyetnam 1945'den 1954'e kadar Fransa'ya direnmiş, onları kaçmaya mecbur etmiş, ancak ABD'nin pençesine düşmüştü...Kısacası, başkaları SÖMÜRGE olmaktan kurtulurken, biz tekrar boyunduruğa giriyorduk!

En kötüsü ne idi, biliyor musunuz? Endonezya'nın Bandung kentinde 18-24 Nisan 1955'te toplanan, ve o dönem yeni bağımsızlığını kazanan Asya-Afrika devletlerini bir araya getiren konferansta, herkes TÜRKİYE'ye "dünyada emperyalizme karşı ilk savaş veren ve kazanan ülke" olarak bakıyor, ve yeni bağımsız olmuş ülkelerin liderliğini yapmasını bekliyordu!.. Bandung'daki konferansa 24 devlet EMPERYALİZM'e karşı yürüttükleri savaşta birbirlerini desteklemek amacıyla katılmışlardı.Ne var ki, uşak ruhlu Menderes'in gönderdiği TÜRKİYE'yi temsil eden Fatin R. ZORLU, BATI SÖMÜRGECİLİĞİ'nin avukatlığını üstlendi. Tarafsızlar'ın liderliğine oynayan Hindistan başbakanı NEHRU ile gereksiz tartışmalara girdi. Toplantıya katılan MAZLUM ÜLKELER'in temsilcileri, EMPERYALİZM'e ilk direnen ATATÜRK'ün TÜRKİYE'sini ZORLU'nun ezik-uşak şahsiyetinde hayretle seyrediyorlardı!.. ZORLU bu ülkelere "Amerika ve Avrupa'ya bağlı kalmalarını" tavsiye ederek büyük hayal kırıklığı yarattı! Türkiye o konferansta büyük prestij kaybetti ve hâlâ da bunu geri kazanamadı!

MENDERES bir de Bağdat Paktı hevesine kapıldı. Ancak o da ölü doğdu. (1955) Zira asıl teşebbüs, bölgeyi TÜRKİYE aracılığı ile kontrol etmek isteyen ABD'den geliyordu. O dönemde Arap ülkelerinin liderliğine oynayan Mısır, TÜRKİYE'nin bu teşebbüsünden rahatsız oldu.(7) Zaten TÜRKİYE ne İngiltere ile mücadele eden MISIR'a, ne de Fransa'ya direnen CEZAYİR'e destek olmamıştı. MENDERES'in BATI UŞAKLIĞI, özellikle Birleşmiş Milletler'deki Fransa'nın bile "evet" dediği TUNUS ve CEZAYİR oylamasında ÇEKİMSER kalmasıyla, gözler önüne serildi!..

1955'de IRAK'la imzalanan anlaşmaya, daha sonra İngiltere, İran, Pakistan katıldı. İngiltere'nin Pakt'a girmesi, bölge ülkelerinde tekrar Ortadoğu'ya el atması olarak yorumlandı ve TÜRKİYE'nin de buna zemin hazırladığı düşünüldü. MISIR, SURİYE gibi bazı Arap ülkeleri bunun üzerine SOVYETLER'e yakınlaştılar... Kısacası, MENDERES özel bir gayretle ARAP ve MÜSLÜMAN ülkeleri hem bölmeyi, hem de TÜRKİYE'YE DÜŞMAN etmeyi başardı!

1958'de Irak'ta ihtilal oldu. Irak Pakt'tan çekildi. ABD'nin gayrıresmi katılmasıyla pakt CENTO'ya dönüştü. ABD'nin bölgedeki faal kuruluşu haline geldi. "İkili anlaşmalar", askeri üsler, yabancılara yargı imtiyazları, o tarihten sonra hergün artarak TÜRKİYE'nin başına belâ oldu. Hâlâ da kaç tane, ne mahiyette olduğu bilinmeyen bu anlaşmalardan çoğu yürürlüktedir. 1960'dan bu yana gelmiş geçmiş hiç bir iktidar da bunları ne açıklıyabilmiş, ne de tümüyle ortadan kaldırabilmiştir. 1969'da bunların tek bir anlaşma altında toplanması dahi pek bir işe yaramamıştır.

Şevket Süreyya'ya göre gizli "İkili Anlaşmalar"ın ilki işte bu günlerde (5.3.1959'da), yani Menderes döneminin çöküş yılında imzalanmıştır. CENTO'nun üç üyesi İran, Türkiye ve Pakistan'ın ABD ile ikili anlaşmalar imzalaması öngörülmüştü.

Resmi "ikili anlaşmalar" böyle başlamış olabilir... Ama bizce İSMET PAŞA'nın MARSHALL Yardımı'na el açtığı 1947 yılından itibaren hem İSMET, hem de MENDERES tarafından ister sözlü ister yazılı olsun, pek çok taahhüde girilmiş olduğu, ABD'nin tavrından bellidir.

Bu "ikili anlaşmalar"ın temeli, EISENHOWER DOKTRİNİ'dir... Bu doktrine göre ABD Ortadoğu ülkelerine askeri ve mali yardım yapar. Üsler, tesisler kurar...Ancak bütün yardımlarda takdir hakkı ABD'ye aittir. Taahhütler ABD Kongresi'nin Başkan'a verdiği yetkilerden ibarettir. ABD tatbikatı sadece DİKTE eder. Diğer üye ülkeler sadece DİREKTİFLERE UYARLAR... O yüzdendir ki, "ikili" anlaşmalar, aslında TEK TARAF'tan dikte edilmiş ve DİĞER TARAF'ça imzalanarak itirazsız kabul edilmiş belgelerdir!..

Bu anlaşmalarda ABD'nin bir taahhüdü yoktur!... TAAHHÜT ve İTAAT BİZE ait, YETKİ ve TALEP hakkı ABD'YE aittir. Bu anlaşmaların 34 ile 100 arasında olduğu söylenir. Tam sayısını kimse bilmediği gibi, çoğu Dışişleri arşivlerinde bulunmaz! Üsler ve tesislere TÜRK komutanlar giremez! Oradaki nükleer silahları ve yürütülen faaliyetleri denetliyemez! TÜRKİYE'de görevli ABD personeli eğer herhangi bir suç işlerse, tıpkı KAPİTÜLASYON döneminde olduğu gibi, TÜRK makamlarınca tutuklanıp yargılanamaz! (8) Halbuki ABD'de görevli bir TÜRK elemanın böyle bir hakkı yoktur. Derhal deliğe tıkılır.

En önemlisi bu anlaşmalar, bir " Tecavüz " durumunda TÜRKİYE'ye ABD müdahalesine imkan sağlıyordu!.. Neyin "tecavüz" sayılacağı ise, ABD'nin yorumuna kalmıştı.

Bu "Anlaşmalar"dan çoğu zaman dönemin hükümetinin, MECLİS'in, muhalefetin haberi yoktu. Esas sorumlular asılan MENDERES ile, yine boynunu yağlı ipe uzatan Dışişleri Bakanı FATİN RÜŞTÜ ZORLU idi.

Bizim KOMUTAN, BAKAN, hatta BAŞBAKAN olarak imzaladığımız bu belgelerin çoğunda, YÜZBAŞI, hatta ÇAVUŞ, veya ELÇİLİK KÂTİBİ gibi çok düşük seviyeli ABD'lilerin imzası vardır!.. Yani "ikili anlaşmalar"da uğradığımız HAKARET, yenir yutulur hazmedilir cinsten değildir!

CENTO'da ise ABD, üye ülkeler ile ikili anlaşmalar imzalıyacaktı. Ancak Dışişleri Bakanı DULLES'in imzası, ABD Anayasası'na göre BAŞKAN'ın imzası ve KONGRE'nin taahhüdü anlamına gelmiyordu!... Yani bu "ikili" anlaşmalar da aslında TEK TARAFLI TAAHHÜTLER'den ibaretti!

ABD bu dümeni pek çok ülkeye karşı, hatta kendi topraklarında yaşayan Kızılderililer'e karşı kullanmıştır. Bir generalin Kızılderili kabileler ile "Başkan adına" imzaladığı bir anlaşmayı, diğer bir general göreve gelince "Bunda Başkan'ın imzası yok" diye kabul etmemiş ve ne olup bittiğini anlamayan zavallı Kızılderililer'e saldırmıştır! O yüzden "Beyaz adamın sözü havadaki duman gibi" Kızılderili deyişi meşhurdur!

Bu anlaşmalardan kısa bir süre sonra ABD üye olmadığı, davet edilmediği halde LÜBNAN'a asker çıkardı, Hükümetimize haber vermeden IRAK'a müdahale için ADANA'ya asker indirdi!

25 Ekim 1959'da başlatılan " Jüpiter Anlaşması " ile TÜRKİYE'ye SOVYETLER BİRLİĞİ'ne karşı nükleer füzeler yerleştirilmeye başladı. MENDERES'in devrilmesi bu olayı durdurtmadı, yerleştirme askerî yönetim döneminde, 1962 yılında tamamlandı.

O günlerin en önemli olaylarından biri de 6-7 Eylül (1955) hadiseleridir.(1955) Aslında KIBRIS'ta azıtan, BATI TRAKYA'da TÜRKLER'e eziyen eden, ve asla dost olmıyan YUNAN Hükümetine bir gözdağı verilmek istenmiştir. Olayların başlamasına sebep SELANİK'te ATATÜRK'ün evine konan bomba gösterildi. Sonradan bu bombayı Milli Emniyet mensuplarından birinin koyduğu ve olayların başlamasında Hükümetin parmağı olduğu öne sürüldü.

Ne şekilde olursa olsun, milliyetçi duygularla hareket edenlerin arasına çapulcular da karıştı. Rum mağaza ve dükkanları yağma edildi, bazıları dövüldü, hatta bir papaz da tutulup sünnet edildi.

Hadiselerin "müttefik"lerimiz tarafından sert biçimde kınanması üzerine Hükümet tazminat ödemeye karar verdi. Ama gözleri korkmuş olan Rumlar İstanbul'u terkettiler.

Bazıları bu " Terketme " işleminin MENDERES döneminde değil de, 27 Mayıs ihtilalinden sonra askerler tarafından baskıyla gerçekleştiğini söyler... Hatta 1963 Kıbrıs bombalamasından sonra olduğu da söylenir...Hangi şekilde olursa olsun, bizce iyi olmuştur. Yoksa 1980'lı yıllarda artan ve 1996'da PATRİK BARTALEMOS'un gayretleri ile doruğa ulaşan "İstanbul'u BİZANSLAŞTIRMA" faaliyetinin RUM dayanağı kalmamıştır.

1956'da MISIR'ın SÜVEYŞ kanalını millileştirmesi üzerine, İNGİLTERE ve FRANSA bu ülkeye çakallar gibi saldırdı!.. MENDERES sadece saldırganları tutmakla kalmadı. Adeta "köpektir zevk alan sayyad-I bi-insafa hizmetten" mısraını doğrulamak istercesine, MISIRLILAR'a karşı asker göndermeyi teklif etti!.. NASIR'ı da BATILI efendilere kafa tuttuğu için azarladı!..Şevket Süreyya UŞAK RUHLU MENDERES'in:

- "AHH! İNGİLİZLER ile FRANSIZLAR iki gün daha dayansaydılar!.."

diye hayıflandığını anlatır!.. Biz, BATI'yı dize getiren ATATÜRK'ten BATI karşısında iki büklüm olan bu adamlara nasıl geldik, anlamak mümkün değildir!

NATO, CENTO ve İkili Anlaşmalar karşısında İSMET ne yaptı?.. Onu her fırsatta metheden Şevket Süreyya bile " İNÖNÜ hiç bir zaman NATO'nun aleyhinde olmadı " diyerek, onun "dış politikada önemli bir konuşması"ndan şu sözlerini nakleder:

" AMERİKA ile yakın temaslarla başlıyan münasebetler, NATO içinde kesin şeklini almıştır. Hülasa bizim memleketin NOTRALİST bir politika takip etmesi tasavvur olunamaz. CENTO ittifakı IRAK'ın ayrılmasından sonra ehemmiyetini arttırmıştır. AMERİKA'nın asli bir aza olmaması eksiği henüz durmaktadır. İKİLİ ANLAŞMALAR, AMERİKA'nın ilgisini daha yakından gösterme fırsatını vermiştir. Bütün bunları memnuniyetle karşılıyoruz!.." (2. Adam, cilt 3, sf. 346-47)

Gördünüz mü?.. Demek ki, biz "BATI'ya uşaklık İSMET PAŞA dönemi ile başladı" derken, hata etmemişiz!..(9) İSMET'in daha sonraki sözlerindeki tek şikayeti, MENDERES'in sırtını AMERİKA'ya dayıyarak DİKTATÖR olması!..Onu da şöyle dile getiriyor:

"AMERİKA emin olmalıdır ki, kendisi için en sağlam MÜTTEFİK TÜRKİYE, DEMOKRASİ ile idare edilen TÜRKİYE olacaktır!"

Yani"Sen bizi bu herifin diktasından kurtar, biz sana daha iyi UŞAKLIK ederiz" demeye getiriyor!.. Yarabbi, sen TÜRK MİLLETİ'ni KUR'AN'da övmüş yüceltmiş iken, nasıl bunların eline terkettin?.. Günahımız neydi?..

Yalnız hakkını yemeyelim, uzun süre MENDERES'e uyarak Amerikan uşaklığı yapmış olan FATİN RÜŞTÜ ZORLU, sonradan uyanmış, Amerikalılar'ın ne kadar kötü niyetli hareket ettiğini görmüş ve dayanamayıp:

- " Bizim EN BÜYÜK HATAMIZ, KAYITSIZ-ŞARTSIZ AMERİKA'YA TÂBİ OLMAMIZ!.. TÜRKİYE sırtını AMERİKA'ya dayamakla hiç bir sonuca varamaz! Aksine, kendimizden çok şey veririz, yine de onları memnun edemeyiz!"

- "TÜRKİYE, NATO ve AMERİKA'nın yanısıra, ÜÇÜNCÜ DÜNYA ÜLKELERİ ve SOVYETLER ile belli ölçüde ve TÜRKİYE'nin çıkarları doğrultusunda yeni bir politika izlemek zorundadır!" demişti!.. belki de kendisini ipe götüren bu sözler ile MOSKOVA seyyahati olmuştur!

Buraya kadar DIŞ SİYASİ GELİŞMELER'i inceledik...Şimdi bir de MENDERES Dönemi'nin EKONOMİK değerlendirmesini yapalım...

1948'de TÜRKİYE'de 1766 traktör vardı. 1950'de traktör sayısı 7500'ü MARSHALL Yardımı'ndan olmak üzere, 10.227'e; 1952'de 26.000'i serbest ithalat olmak üzere, 36.000'e; 1954'de 37.743'e ulaştı... Bu kadar çok traktör alımı, ancak Zıraat Bankası'nın kredileri ile mümkün olabilmişti. Buna paralel olarak ekilen arazi ve tahıl üretimi de arttı.

Ancak YEDEK PARÇA'sı düşünülmemiş bu makinalaşmanın yanısıra, PLANSIZ tarım politikası ormanları, mer'aları yoketti! Motorun teptiği yerde ot bitmedi. Mer'alar 1950'de 38 milyon hektar iken 1954'de 32 milyon hektara; 1960'da ise 28 milyon hektara indi!.. Tabii bu bir TOPRAK YAĞMASI demekti, ama kimse üzerinde durmadı. İSMET PAŞA muhalefeti dahil!..

TOPRAK YAĞMASI orada kalmadı. TRAKTÖR yüzünden işsiz kalan köylüler şehirlere hücüm ederek ilk GECEKONDULAR'ı oluşturdular. (10)

Öte yandan CHP zamanındaki 4 şeker fabrikası 17'ye çıktı. Karne ile şeker alınırken, şeker ihrac edecek duruma geldik. Pancar ekimi köylünün yüzünü güldürdü.

DP döneminde tütün üretimi 2 kat, patates 8 kat, pancar 8 kat, pamuk 4 kat, zeytinyağı 4 kat, narenciye 9 kat arttı. En önemlisi tahıl depolanabilecek silolar yapıldı. 1950'de 10.000 tonluk 2-3 depo varken, 1957'de 1.6 milyon tonluk yaklaşık 300 tesis vardı.

1923-1949 arasında TÜRKİYE'de 4370 km. yol yapılmıştı. 1950-1960 arasında 20.000 km. yol yapıldı.

Bunları inkar etmek mümkün olmadığı gibi, beğenilmeyecek gelişmeler de değildir.

Ancak DP bunları çakıl taşı ile yapmadı. 1950-1960 arasında 545 milyonu hibe olmak üzere dışardan 1.018 milyon dolar para girdi ülkeye!.. ALTIN stoklarımız düştü, HAZİNE boşaldı. KREDİ'nin arkası kesilince, BORÇLAR'I ödeme zamanı gelince, kerametin MENDERES'te olmadığı anlaşıldı! (11)

DP dışardan para dilenmeye 1954 yılında başladı... Zaten ilk günden itibaren döviz kontrolü, fiyat kontrolü, yatırımlar hep bir kargaşa içinde cereyan etmişti. AMERİKALILAR'ın elinde biriken ve ancak onların istedikleri yere sarfedilebilen Türk liralarının (Karşılıklı Paralar Fonu) BÜTÇE'ye dahil edilmesi de, ekonominin tamamen yabancıların kontrolüne girmesi demekti! (12)

Tabii ENFLASYON da etkisini gösterdi. Cumhuriyet altını 1947'de 37.5 TL iken, 1950'de 35, 1955'de 66, 1957'de 109, 1960 da 130 TL oldu. Yani DP döneminde 3.5 kat arttı. Tedavüldeki para 1949'da 806 milyon TL. iken, 1955'de 1.751, 1957'de 2.854, 1960'da 3.699 milyon TL.ya çıktı. Yani 4.5 kat arttı. Toptan eşya endeksi 1949'da 106 iken, 1950'de 96'ya inmiş; 1955'de 134, 1957'de 183, 1960'da 280 olmuştu.

Milli gelir 1949'da 8.3 milyar TL. iken 1954'de 15.5'e, 1957'de 27.4'e, 1958'de 35.2 milyar TL.ya çıktı. Milli gelir de yaklaşık 3 kat artmış görünürken, altın olarak değerlendirilirse, hiç artmadığı; hatta gerilediği çok açık olarak tesbit edilebilir.

DP döneminin başladığı 1950'de ithalat 507 milyon lira, ihracat 651 m. TL idi... 1952'de ithalat 1.280 milyon lira, ihracat 796 milyon TL; 1953'de ithalat 1201 milyon, ihracat 858; 1954'de ithalat 1.ll2 milyon TL, ihracat 704 milyon TL. oldu... 1957'de ithalat 741 milyon, ihracat 581 milyon lira idi. Aslında MENDERES'in pili ilk 3 yılda bitmişti. Tıpkı DEMİREL ve ÖZAL gibi!.. İlerde onları da anlatacağız.

1958 yılında Celal BAYAR AMERİKA'ya gidip bir dilenci gibi avuç açtı, ama umduğunu bulamadı. Aynı yıl Hükümet istimlâk bedellerini ödeyemedi. Transferler ve dış tediyeler de yapılamıyordu. Ama banka kredileri kapanın elinde kalıyor, ihaleler şaibeli tarzda yapılmaya devam ediyordu. O günlerin popüler mizah sanatçısı Celal Şahin, radyoda akordiyonla çaldığı:

İndir kaldırımı 
Kaldır kaldırımı

adlı parçası ile MENDERES'in " Kalkınma " palavrasının gerçek yüzünü anlatıyordu.
TÜRKİYE, İktisadi İşbirliği Teşkilatı'na 1958 yılında bir istikrar programı sundu. Sonunda binbir kayıt, şart ve gizli anlaşma sonucu TÜRKİYE'ye 350 milyon dolarlık bir kredi verilmesi kararlaştırıldı. Bunun 234 milyonunu ABD verecekti. Ancak bu paranın büyük kısmı "eski borçlar ve faizleri" için alıkonacaktı!.. Bir de 400 milyon dolarlık vadesi gelmiş borç ertelenecekti. Peki, ertelenecekti de, bu borç ne zaman ve nasıl ödenecekti?.. İMF'ye üyeliğimiz bu yıl gerçekleşti. Yani BATILILAR borçlarını tahsil için başımıza JANDARMA dikmişlerdi. Şunu hemen hatırlatalım ki, İMF çağın DÜYUN-U UMUMİYE'sidir!

Ve bizi işaşırtan nedir, biliyor musunuz?.. MANDACI İSMET'ten başlayarak, MENDERES, DEMİREL, ÖZAL, ÇİLLER, YILMAZ, ECEVİT, ERDOĞAN... hepsinin son derece fütursuzca borca girmesi, hiç birinin bu paraların nasıl geri ödeneceğini düşünmemesidir!.. Bu heriflerin hepsi sorumsuz kredi kartı sahipleri gibi davranmış, aldıkları borçları çarçur etmişlerdir!.. Hele şu ERDOĞAN'ın dünya faiz haddinin üç-dört katı ile borç alıp borç kapatması, akıllara durgunluk verecek bir enayiliktir! Yani bir kredi kartıyla borç para çekip birbaşka kredi kartının borcunu ödeyen çâresiz vatandaş bile ondan daha mantıklı davranmaktadır!

TÜRKİYE'nin aldığı tedbirler arasında doların 2.80'den 9.00 TL.ya çıkarılması da vardı. Aslında dolar 2.80'lik fiyatına da 1946 yılında, İsmet'in BATI'ya kapılanmaya hazırlandığı sırada çıkartılmıştı!.. Bir süre sonra iyice bunalmış olan memurlara %100 maaş zammı yapıldı.

DP döneminde sadece YOLSUZLUK yapılmakla kalınmadı, yolsuzluklara imkân tanıyan ihale sistemi, bütün ikazlara rağmen muhafaza edildi. DP yolsuzluğundan şikayet ettiği CHP dönemini aratır biçimde, yolsuzluk batağına düştü. Ancak hakkını yememek gerekir... Demirel gelince DP'nin, Özal gelince Demirel'in, SHP gelince Özal'ın, Mesut YILMAZ gelince Karayalçın'ın yedikleri yedikleri, yedirdikleri HİÇ mesabesinde kaldı!..


18 Cİ BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR,

http://www.angelfire.com/rnb/atadiyar/ata34.html