MANDACI İSMET etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
MANDACI İSMET etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Şubat 2016 Cumartesi

28 ŞUBAT TÜRK SİYASETİNİN ACI VEREN YÜZÜ, ÖNCESİ VE SONRASI,, BÖLÜM 17




28 ŞUBAT  TÜRK SİYASETİNİN  ACI VEREN YÜZÜ, ÖNCESİ VE SONRASI,, BÖLÜM 17


.


   MENDERES  DÖNEMİ ;

MENDERES DÖNEMİ

Bu yazımızda MENDERES DÖNEMİ'ni (1950-1960) ele alacak ve ATATÜRKÇÜLÜK'ten nasıl uzaklaşıldığını gözler önüne sereceğiz.

Aslen bir Sabatayist, yani Yahudi kökenli olan MENDERES'i iktidara getiren DEMOKRAT PARTİ'nin doğuş sebebinin, İSMET PAŞA'nın tepkisini çektiği köylüye yaranmak için çıkartmak istediği TOPRAK REFORMU kanunu olduğunu çok az kimse dile getirir... İSMET PAŞA'nın bütün beceriksizliklerine, diktatörce uygulamalarına, hatalarına göz yuman TOPRAK AĞASI MENDERES, 1945 yılında çıkan TOPRAK REFORMU kanunudan sonra Bayar, Koraltan ve Fuat Köprülü ile meşhur Dörtlü Takrir'i vererek menfaatine dokunulduğu için başkaldırmıştır. (1) Ama Takrir'de bu gerçek gizleniyor, ve ülkenin demokrasiye olan ihtiyacından dem vuruluyordu.

Halbuki bu kanunun önemli maddeleri hiç uygulanmadığı gibi, Medeni Kanun'un 635. Maddesi çarpıtılarak bir toprak yağmasına girişilmişti. Üstelik gördüğü tepki üzerine İSMET fırt diye dönmüş, toprak ağası Cavit Oral'ı Zıraat Vekili yapmış, 1950'de bu kişinin hazırladığı "tadilat" yasası ile Toprak Reformu kanunu tarihe karışmıştı!

MENDERES'in, HALKIN YARARINA olan bir kanuna karşı çıkmasına rağmen, büyük HALK DESTEĞİ görerek iktidara gelmesindeki sebep; İSMET'in HALKI BEZDİREN genel politikasıdır.

MENDERES'in köylüye inme siyaseti, aslında ATATÜRK'ün " Köylü milletin efendisidir " düsturuna uygundu. Yol götürdü, traktör verdi. Ancak bunda PLANSIZ bir şekilde davrandı, aşırıya gitti. Neticede köyler kalkınıp geliyeceğine, şehirler köy haline geldi!..

CHP'nin 6 OK'u DP'nin programında da yer almıştı. Hele DEVLETÇİLİK ilkesi CHP'ninkinden bile daha ileridir...Öyleyse 1946-1960 döneminde bu iki parti arasındaki mücadele neydi?..

Mücadele, her iki parti mensuplarının da aslında kendi programları muvacehesin de eğitilmemeleri ve şahısların hırsı idi. İSMET ile BAYAR memleket işlerinin ele alındığı bir masada, 10 yılda iki defa bile karşı karşıya gelmemişlerdir!.

Bu hep böyle olmuştur. DYP ile ANAP, CHP ile SHP farklı neyi savunuyorlar ki?.. İşte o yüzden her iki taraf ta SİYASET değil, POLİTİKA yapmakta, şahsi menfaatini DEVLET ve MİLLET'ten üstün tutmaktadır.

MENDERES döneminin en vahim tavrı, tekrar YABANCI HEGOMONYASI 'nı pekiştirmesi, İNÖNÜ ile başlıyan MANDACILIK anlayışını resmileştirmesi olmuştur. İNÖNÜ (1946-64), MENDERES (1950-60), DEMİREL (1963-96), ÖZAL (1980-93) hep AMERİKAN yanlısıdırlar. ÇİLLER ise İNGİLTERE, FRANSA ve ALMANYA'nın menfaatlerini birleştirdiği AVRUPA BİRLİĞİ yanlısıdır... Mesut YILMAZ'ın ne halt olduğu belli değildir, bu Pontus kırması herif cebinden başkasını düşünmez. ECEVİT son iktidarında KARAOĞLAN imajını tamamen kaybetmiş, Amerika'nın "Irak'ta kitle imha silahları olduğu" iddiası hakkında ne düşündüğü sorulduğunda, "Amerika diyorsa, doğrudur," diyecek kadar uşaklaşmıştır. GÜL ve ERDOĞAN ise hem AB'ci, hem ABD'cidir, onlara yaranmak iç in KIBRIS konusunda "tavizde hep bir adım önde" olma sözü dahi verebilmişler, askerin başına cuval geçirenlere dahi ses çıkartamamışlardır! Ama tekrar edelim, bu tavrın bir GAYRIMİLLİ POLİTİKA haline gelmesi, TEAMÜL halini alması MENDERES'in suçudur!

MENDERES ilk nutkunda 1923-1950 arasındaki dönemi "müdahaleci bir kapitalizm" olarak vasıflandırır. Açıkça olmasa da ATATÜRK'e çatar. Zaten ne MENDERES, ne 1963-1991 arası DEMİREL, ne de ÖZAL'ın ATATÜRKÇÜLÜK gibi bir iddiaları olmamıştır.

MENDERES'in İSMET PAŞA dönemiyle ilgili tesbitleri şunlardır:

Devlet iktisadi teşebbüsleri (KİT'ler) verimsiz çalışmaktadır. Harp yıllarında 214 ton olan altın stoğu 130 tona inmiştir. 4 ton altın yabancılara rehine verilmiştir. DEVLET borçları artmaktadır. Bütçe açık vermekte, açık MARSHALL yardımı ile kapatılmaktadır. Maliyetlerin yüksek oluşu ihracatı engellemektedir. DEVLET ormancılığı ızdırap vericidir. Kredi hacmi kısıktır.

MENDERES bunlarda haklı idi!.. Ancak kendisinin uygulamaları çözüm yerine yeni sorunlar getirmiş, tenkit ettiklerini kendisi daha kötüye götürmüştür. Altın stoğu 130 tondan 19 tona inmiştir... Borçlanma, hayat pahalılığı, verimsizlik ve orman yağmasında CHP dönemi mumla aranır olmuştur... DP anlayışının başarısızlığı, bu problemlerin hala var olmasından bellidir.

1950 seçimlerinde DP 408, CHP 69, MP 1 milletvekili çıkarttı. Seçim sisteminden dolayı CHP oyların %41'ini almış, ancak MECLİS'te %14 temsil edilebilmişti. Aslında bu da İSMET'in kendisinin biraz daha fazla oy alacağını düşünerek hazırladığı seçim kanununun bir cilvesi idi.

Kemal Tahir'in tabiri ile "milletin aydını, okumuşu hep egemen olmuştur halk üzerinde, ta 1950'lere kadar...1950 yılı, halkın aydını sırtında taşımaktan kurtulduğu yeni bir sürecin başlangıcıdır!" Sözde inkilapçıların yerini "kalabalığın temsilcisi" olduğunu öne sürenler alır... Yani gelenlerin bir çoğu gidenlerden daha cahil, daha hazırlıksızdı.

MENDERES'in lise diploması bile yoktu. Ancak milletvekili seçildikten sonra dilekçe ile Hukuk fakültesine başvurmuş, kabul edilmiş, tahsilini böylece tamamlamıştı!.. Bu kültür ve yapıdaki bir insanın EKONOMİ, DIŞ SİYASET, DEVLET İDARESİ, ASKERLİK, STRATEJİ, TAKTİK gibi konuları bilmesi zaten düşünülemezdi. Kalkınmış dünya ülkelerini bırakın, gerikalmış ülkelerin pek çoğunda dahi bu kadar niteliksiz bir şahsın 15 yıl memleket gündeminde kalması, söz sahibi olması görülmemiştir.

MENDERES'in bu cahilliği çevresine topladığı adamlara, milletvekillerine de yansıdı. Yassıada'da yargılanan DP milletvekilleri arasında İLKOKUL diploması bile olmayanlar vardı!..

DP iktidarı MENDERES'in MECLİS'teki ilk nutku ile sadece CHP'ye değil, ATATÜRK siyasetine de karşı olduğunu, ondan hiç söz etmiyerek ortaya koydu. (2)

DP iktidarı, işbaşına gelir gelmez İSMET PAŞA'yı desteklediği endişesi ile 1950 yılında ORDU'da bir ayıklama yaptı. Bu onların ORDU ile ilk sürtüşmesidir. Hatta, ALLAH bilir ya, ORDU'nun NATO emrine verilmesinde komutanları ABD'ye denetletip endişeden kurtulmak arzusu da olabilir.

DP ayrıca DEVLETÇİLİK prensibine de karşı çıkıp DEVLET fabrikalarını yok pahasına yakınlarına satmaya kalkıştı. Şevket Süreyya bu gelişme üzerine "Ben Hissemi Satmam!" diye yazı yazdığını, ancak CHP'den hiç itiraz gelmediğini, havanın "ortalıktan silinmek, göze çarpmamak" olduğunu yazar... Yani kurt İSMET PAŞA kediye dönmüş, kendi döneminin icraatını bile savunamıyacak hale düşmüştü!

Despot İSMET iktidarında jandarma dayağından bezmiş köylüler, kasketlerini yana yıkıp, DP'li ocak başkanları ile valinin makam odasına bile selamsız girer oldular. İSMET, bu tutumun aslında DEVLET mekanizmasını çökerteceğini dile getirmekten bile kaçındı. Hatta için için sevindi. Çünkü DP döneminde ezilmeye başlıyan memur kesimi CHP'yi desteklemekten başka çare bulamıyacaktı!.. Böylece zamanla köhnemiş CHP, "HALK'ın partisi" hüviyetini alan DP karşısında "memur partisi" haline dönüştü. Gün geçtikçe de halktan koptu.

İSMET PAŞA paralardan, pullardan, DEVLET dairelerinden ATATÜRK'ün resmini kaldırmış, kendi resmini koydurmuştu. ATATÜRK'e özenip kendi heykellerini diktirmişti. MENDERES iktidara gelince paraları değiştirdi, İSMET'in heykellerini yıktırdı. İnönü Ansiklopedisi adıyla yayınlanan ansiklopedinin adı değiştirildi. Anayasa 1924'deki diline döndürüldü. Ceza Kanunu'nun 526. maddesi ile 1928'de yasaklanmış olan EZAN tekrar getirildi... Biz MENDERES'in bu uygulamalarını onun SEVAP hanesine yazarız.

Halkevleri kapatıldı. Malları TÜRK OCAKLARI'na devredildi. Aslında Halkevleri Türkocakları'nın yerine 1931 yılında kurulmuş, ancak TÜRK OCAKLARI gibi insanımıza ülkü veren, hedef gösteren kuruluşlar olamamıştı. Daha ziyade kütüphane ve tiyatro, müzik gibi faaliyetlerde bulunurdu. Kapatıldığında 478 Halkevi ve 4332 Halkodası vardı.

CHP'nin mallarına el konuldu. Bunlar tek parti olduğu dönemde tümüyle hazine yardımı ile edinilmiş idi. Bu açıdan çok partili rejime geçildiğinde DEVLET'e iade edilmesi uygundu... Ancak MENDERES ileri giderek CHP'yi iflasa sürükliyecek bir müsadere ve borçlandırma girişti.

Ondan sonra KORE SAVAŞI ve NATO geldi. Daha doğrusu, MENDERES iktidara gelir gelmez, KORE'ye asker göndererek DIŞ İLİŞKİLER'de radikal bir politika ortaya koydu. (3) MENDERES'in MECLİS'te yaptığı şu konuşmadaki ifadeleri dikkate değer:

- "BİRLEŞMİŞ MİLLETLER TEŞKİLATI'na girmek suretiyle MİLLETLER, kendi HÜKÜMRANLIK HAKLARI'ndan esaslı takyitler kabul ve kendi MİLLİ İRADE'leri HARİCİNDE bir makamın lüzum göstereceği faaliyetlere girişilmesine, prensip itibariyle muvafakat etmiş bulunmaktadırlar!"

MENDERES bu sözleri ile BİRLEŞMİŞ MİLLETLER, NATO ve AVRUPA TOPLULUĞU gibi kurumlara girmekle temel HÜKÜMRANLIK HAKLARIMIZ'dan vazgeçtiğimizi açıkça belirtmekte ve buna razı olduğunu söylemektedir!..Bizce bu zatın sılmasına esas sebep, işte bu anlayışın İLK TEMSİLCİSİ olmasıdır!.. Ondan sonra aynı tarz düşünenlerin de aynı akıbete uğraması gerekirdi!(4)

MENDERES hükümeti Temmuz 1951'de NATO'ya girmek için müracaatta bulundu.(5) Böylece kendini Rusya'nın önüne "NATO'nun güneydoğu kanadı" olarak atmış oldu. ABD bu başvuruyu sevinerek benimsedi, ama AVRUPA devletlerinin bizi "TÜRKİYE bir ASYA devletidir, ATLANTİK savunma hattının dışındadır" diye oyalamalarına ses çıkarmadı ki, koparacağı tavizler artsın!.. Halbuki TÜRKİYE'nin bir AVRUPA ÜLKESİ sayıldığı, 1878 BERLİN ANLAŞMASI'nda yer almıştı!..Nedense BATILILAR imza koydukları hususları sonradan unuturlar!

Nihayet bizi 21 Eylül 1951'de NATO'ya kabul ettiler. MENDERES bunu bir zafer olarak ilan etti. Tıpkı ÇİLLER'in Gümrük Birliği'ne girişimizi zil takarak kutlaması gibi!..

SOVYETLER BİRLİĞİ gerek NATO'ya girdiğimiz, gerekse ABD'ye üs verdiğimiz için Kasım 1951'de TÜRKİYE'ye nota vermiş, ve "doğacak sorumlulukların ve neticelerinin TÜRKİYE'ye ait olacağı" tehdidini savurmuştu!.. Yani İSMET'ten sonra MENDERES te durup dururken SOVYETLER'i TÜRKİYE'ye düşman etmekte büyük başarı göstermişti!..

MENDERES hükümeti Brüksel'de, hiç kimseye danışmadan, hiç kimse bizden böyle bir talepte bulunmadan DEVLET'in bütün silahlı kuvvetlerini NATO'da yabancı bir kumandanın emrine soktu.(6) Bunun ne mahzurlar doğuracağını, ancak 1963 KIBRIS müdahalemiz ve KÜBA krizi sırasında öğrendik...

Ancak akıllanmıyan politikacılarımız ve bilhassa Özal zibidisi, daha sonra ÇEKİÇ GÜÇ gibi bir yabancı işgal gücünü ülkemize davet etti, yine yabancıların böyle bir talebi olmamasına rağmen!.. Düşündükçe insanın çıldırası geliyor!

MENDERES, bir ara ATATÜRK'e özenip bir Balkan Paktı kurmaya kalktı. Ancak BALKAN ülkelerinin çoğu SOVYET kontrolünde idi. 28.3.1953'de SOYYET etkisi dışındaki Yugoslavya ve Yunanistan ile bir dostluk ve işbirliği anlaşması imzalandı. Ancak vizyonu olmayan MENDERES'in bu girişimi, KIBRIS meselesinin ortaya çıkması ile işe yaramadı. Üstelik Yugoslavya da SOVYETLER'e yanaşınca, anlaşma 1955'de silindi gitti.

20 Mart 1954'de TBMM'de kabul edilen ikili anlaşma "NATO Kuvvetler Statüsü Sözleşmesi" ile ABD'ye Türkiye'de üsler, askerî tesisler kurma, ve askeri personel bulundurma imkânı tanındı. Bu anlaşmanın haysiyet ve şeref kırıcı yönü Türk topraklarında suç işleyen Amerikan askerî personelinin yargılanmasında ABD'ye müdahale hakkı tanınması idi!.. Adlî kapitülasyonlar geri dönmüştü!

Öte yandan 1950-1960 arası sömürge devletlerinin birer ikişer bağımsızlıklarına kavuştukları dönemdir... ATATÜRK bunu 1933 yılında görmüştü, ama MENDERES olayın içinde iken bile kördü. Zaten Çin, Hindistan daha önce kurtulmuştu. Viyetnam 1945'den 1954'e kadar Fransa'ya direnmiş, onları kaçmaya mecbur etmiş, ancak ABD'nin pençesine düşmüştü...Kısacası, başkaları SÖMÜRGE olmaktan kurtulurken, biz tekrar boyunduruğa giriyorduk!

En kötüsü ne idi, biliyor musunuz? Endonezya'nın Bandung kentinde 18-24 Nisan 1955'te toplanan, ve o dönem yeni bağımsızlığını kazanan Asya-Afrika devletlerini bir araya getiren konferansta, herkes TÜRKİYE'ye "dünyada emperyalizme karşı ilk savaş veren ve kazanan ülke" olarak bakıyor, ve yeni bağımsız olmuş ülkelerin liderliğini yapmasını bekliyordu!.. Bandung'daki konferansa 24 devlet EMPERYALİZM'e karşı yürüttükleri savaşta birbirlerini desteklemek amacıyla katılmışlardı.Ne var ki, uşak ruhlu Menderes'in gönderdiği TÜRKİYE'yi temsil eden Fatin R. ZORLU, BATI SÖMÜRGECİLİĞİ'nin avukatlığını üstlendi. Tarafsızlar'ın liderliğine oynayan Hindistan başbakanı NEHRU ile gereksiz tartışmalara girdi. Toplantıya katılan MAZLUM ÜLKELER'in temsilcileri, EMPERYALİZM'e ilk direnen ATATÜRK'ün TÜRKİYE'sini ZORLU'nun ezik-uşak şahsiyetinde hayretle seyrediyorlardı!.. ZORLU bu ülkelere "Amerika ve Avrupa'ya bağlı kalmalarını" tavsiye ederek büyük hayal kırıklığı yarattı! Türkiye o konferansta büyük prestij kaybetti ve hâlâ da bunu geri kazanamadı!

MENDERES bir de Bağdat Paktı hevesine kapıldı. Ancak o da ölü doğdu. (1955) Zira asıl teşebbüs, bölgeyi TÜRKİYE aracılığı ile kontrol etmek isteyen ABD'den geliyordu. O dönemde Arap ülkelerinin liderliğine oynayan Mısır, TÜRKİYE'nin bu teşebbüsünden rahatsız oldu.(7) Zaten TÜRKİYE ne İngiltere ile mücadele eden MISIR'a, ne de Fransa'ya direnen CEZAYİR'e destek olmamıştı. MENDERES'in BATI UŞAKLIĞI, özellikle Birleşmiş Milletler'deki Fransa'nın bile "evet" dediği TUNUS ve CEZAYİR oylamasında ÇEKİMSER kalmasıyla, gözler önüne serildi!..

1955'de IRAK'la imzalanan anlaşmaya, daha sonra İngiltere, İran, Pakistan katıldı. İngiltere'nin Pakt'a girmesi, bölge ülkelerinde tekrar Ortadoğu'ya el atması olarak yorumlandı ve TÜRKİYE'nin de buna zemin hazırladığı düşünüldü. MISIR, SURİYE gibi bazı Arap ülkeleri bunun üzerine SOVYETLER'e yakınlaştılar... Kısacası, MENDERES özel bir gayretle ARAP ve MÜSLÜMAN ülkeleri hem bölmeyi, hem de TÜRKİYE'YE DÜŞMAN etmeyi başardı!

1958'de Irak'ta ihtilal oldu. Irak Pakt'tan çekildi. ABD'nin gayrıresmi katılmasıyla pakt CENTO'ya dönüştü. ABD'nin bölgedeki faal kuruluşu haline geldi. "İkili anlaşmalar", askeri üsler, yabancılara yargı imtiyazları, o tarihten sonra hergün artarak TÜRKİYE'nin başına belâ oldu. Hâlâ da kaç tane, ne mahiyette olduğu bilinmeyen bu anlaşmalardan çoğu yürürlüktedir. 1960'dan bu yana gelmiş geçmiş hiç bir iktidar da bunları ne açıklıyabilmiş, ne de tümüyle ortadan kaldırabilmiştir. 1969'da bunların tek bir anlaşma altında toplanması dahi pek bir işe yaramamıştır.

Şevket Süreyya'ya göre gizli "İkili Anlaşmalar"ın ilki işte bu günlerde (5.3.1959'da), yani Menderes döneminin çöküş yılında imzalanmıştır. CENTO'nun üç üyesi İran, Türkiye ve Pakistan'ın ABD ile ikili anlaşmalar imzalaması öngörülmüştü.

Resmi "ikili anlaşmalar" böyle başlamış olabilir... Ama bizce İSMET PAŞA'nın MARSHALL Yardımı'na el açtığı 1947 yılından itibaren hem İSMET, hem de MENDERES tarafından ister sözlü ister yazılı olsun, pek çok taahhüde girilmiş olduğu, ABD'nin tavrından bellidir.

Bu "ikili anlaşmalar"ın temeli, EISENHOWER DOKTRİNİ'dir... Bu doktrine göre ABD Ortadoğu ülkelerine askeri ve mali yardım yapar. Üsler, tesisler kurar...Ancak bütün yardımlarda takdir hakkı ABD'ye aittir. Taahhütler ABD Kongresi'nin Başkan'a verdiği yetkilerden ibarettir. ABD tatbikatı sadece DİKTE eder. Diğer üye ülkeler sadece DİREKTİFLERE UYARLAR... O yüzdendir ki, "ikili" anlaşmalar, aslında TEK TARAF'tan dikte edilmiş ve DİĞER TARAF'ça imzalanarak itirazsız kabul edilmiş belgelerdir!..

Bu anlaşmalarda ABD'nin bir taahhüdü yoktur!... TAAHHÜT ve İTAAT BİZE ait, YETKİ ve TALEP hakkı ABD'YE aittir. Bu anlaşmaların 34 ile 100 arasında olduğu söylenir. Tam sayısını kimse bilmediği gibi, çoğu Dışişleri arşivlerinde bulunmaz! Üsler ve tesislere TÜRK komutanlar giremez! Oradaki nükleer silahları ve yürütülen faaliyetleri denetliyemez! TÜRKİYE'de görevli ABD personeli eğer herhangi bir suç işlerse, tıpkı KAPİTÜLASYON döneminde olduğu gibi, TÜRK makamlarınca tutuklanıp yargılanamaz! (8) Halbuki ABD'de görevli bir TÜRK elemanın böyle bir hakkı yoktur. Derhal deliğe tıkılır.

En önemlisi bu anlaşmalar, bir " Tecavüz " durumunda TÜRKİYE'ye ABD müdahalesine imkan sağlıyordu!.. Neyin "tecavüz" sayılacağı ise, ABD'nin yorumuna kalmıştı.

Bu "Anlaşmalar"dan çoğu zaman dönemin hükümetinin, MECLİS'in, muhalefetin haberi yoktu. Esas sorumlular asılan MENDERES ile, yine boynunu yağlı ipe uzatan Dışişleri Bakanı FATİN RÜŞTÜ ZORLU idi.

Bizim KOMUTAN, BAKAN, hatta BAŞBAKAN olarak imzaladığımız bu belgelerin çoğunda, YÜZBAŞI, hatta ÇAVUŞ, veya ELÇİLİK KÂTİBİ gibi çok düşük seviyeli ABD'lilerin imzası vardır!.. Yani "ikili anlaşmalar"da uğradığımız HAKARET, yenir yutulur hazmedilir cinsten değildir!

CENTO'da ise ABD, üye ülkeler ile ikili anlaşmalar imzalıyacaktı. Ancak Dışişleri Bakanı DULLES'in imzası, ABD Anayasası'na göre BAŞKAN'ın imzası ve KONGRE'nin taahhüdü anlamına gelmiyordu!... Yani bu "ikili" anlaşmalar da aslında TEK TARAFLI TAAHHÜTLER'den ibaretti!

ABD bu dümeni pek çok ülkeye karşı, hatta kendi topraklarında yaşayan Kızılderililer'e karşı kullanmıştır. Bir generalin Kızılderili kabileler ile "Başkan adına" imzaladığı bir anlaşmayı, diğer bir general göreve gelince "Bunda Başkan'ın imzası yok" diye kabul etmemiş ve ne olup bittiğini anlamayan zavallı Kızılderililer'e saldırmıştır! O yüzden "Beyaz adamın sözü havadaki duman gibi" Kızılderili deyişi meşhurdur!

Bu anlaşmalardan kısa bir süre sonra ABD üye olmadığı, davet edilmediği halde LÜBNAN'a asker çıkardı, Hükümetimize haber vermeden IRAK'a müdahale için ADANA'ya asker indirdi!

25 Ekim 1959'da başlatılan " Jüpiter Anlaşması " ile TÜRKİYE'ye SOVYETLER BİRLİĞİ'ne karşı nükleer füzeler yerleştirilmeye başladı. MENDERES'in devrilmesi bu olayı durdurtmadı, yerleştirme askerî yönetim döneminde, 1962 yılında tamamlandı.

O günlerin en önemli olaylarından biri de 6-7 Eylül (1955) hadiseleridir.(1955) Aslında KIBRIS'ta azıtan, BATI TRAKYA'da TÜRKLER'e eziyen eden, ve asla dost olmıyan YUNAN Hükümetine bir gözdağı verilmek istenmiştir. Olayların başlamasına sebep SELANİK'te ATATÜRK'ün evine konan bomba gösterildi. Sonradan bu bombayı Milli Emniyet mensuplarından birinin koyduğu ve olayların başlamasında Hükümetin parmağı olduğu öne sürüldü.

Ne şekilde olursa olsun, milliyetçi duygularla hareket edenlerin arasına çapulcular da karıştı. Rum mağaza ve dükkanları yağma edildi, bazıları dövüldü, hatta bir papaz da tutulup sünnet edildi.

Hadiselerin "müttefik"lerimiz tarafından sert biçimde kınanması üzerine Hükümet tazminat ödemeye karar verdi. Ama gözleri korkmuş olan Rumlar İstanbul'u terkettiler.

Bazıları bu " Terketme " işleminin MENDERES döneminde değil de, 27 Mayıs ihtilalinden sonra askerler tarafından baskıyla gerçekleştiğini söyler... Hatta 1963 Kıbrıs bombalamasından sonra olduğu da söylenir...Hangi şekilde olursa olsun, bizce iyi olmuştur. Yoksa 1980'lı yıllarda artan ve 1996'da PATRİK BARTALEMOS'un gayretleri ile doruğa ulaşan "İstanbul'u BİZANSLAŞTIRMA" faaliyetinin RUM dayanağı kalmamıştır.

1956'da MISIR'ın SÜVEYŞ kanalını millileştirmesi üzerine, İNGİLTERE ve FRANSA bu ülkeye çakallar gibi saldırdı!.. MENDERES sadece saldırganları tutmakla kalmadı. Adeta "köpektir zevk alan sayyad-I bi-insafa hizmetten" mısraını doğrulamak istercesine, MISIRLILAR'a karşı asker göndermeyi teklif etti!.. NASIR'ı da BATILI efendilere kafa tuttuğu için azarladı!..Şevket Süreyya UŞAK RUHLU MENDERES'in:

- "AHH! İNGİLİZLER ile FRANSIZLAR iki gün daha dayansaydılar!.."

diye hayıflandığını anlatır!.. Biz, BATI'yı dize getiren ATATÜRK'ten BATI karşısında iki büklüm olan bu adamlara nasıl geldik, anlamak mümkün değildir!

NATO, CENTO ve İkili Anlaşmalar karşısında İSMET ne yaptı?.. Onu her fırsatta metheden Şevket Süreyya bile " İNÖNÜ hiç bir zaman NATO'nun aleyhinde olmadı " diyerek, onun "dış politikada önemli bir konuşması"ndan şu sözlerini nakleder:

" AMERİKA ile yakın temaslarla başlıyan münasebetler, NATO içinde kesin şeklini almıştır. Hülasa bizim memleketin NOTRALİST bir politika takip etmesi tasavvur olunamaz. CENTO ittifakı IRAK'ın ayrılmasından sonra ehemmiyetini arttırmıştır. AMERİKA'nın asli bir aza olmaması eksiği henüz durmaktadır. İKİLİ ANLAŞMALAR, AMERİKA'nın ilgisini daha yakından gösterme fırsatını vermiştir. Bütün bunları memnuniyetle karşılıyoruz!.." (2. Adam, cilt 3, sf. 346-47)

Gördünüz mü?.. Demek ki, biz "BATI'ya uşaklık İSMET PAŞA dönemi ile başladı" derken, hata etmemişiz!..(9) İSMET'in daha sonraki sözlerindeki tek şikayeti, MENDERES'in sırtını AMERİKA'ya dayıyarak DİKTATÖR olması!..Onu da şöyle dile getiriyor:

"AMERİKA emin olmalıdır ki, kendisi için en sağlam MÜTTEFİK TÜRKİYE, DEMOKRASİ ile idare edilen TÜRKİYE olacaktır!"

Yani"Sen bizi bu herifin diktasından kurtar, biz sana daha iyi UŞAKLIK ederiz" demeye getiriyor!.. Yarabbi, sen TÜRK MİLLETİ'ni KUR'AN'da övmüş yüceltmiş iken, nasıl bunların eline terkettin?.. Günahımız neydi?..

Yalnız hakkını yemeyelim, uzun süre MENDERES'e uyarak Amerikan uşaklığı yapmış olan FATİN RÜŞTÜ ZORLU, sonradan uyanmış, Amerikalılar'ın ne kadar kötü niyetli hareket ettiğini görmüş ve dayanamayıp:

- " Bizim EN BÜYÜK HATAMIZ, KAYITSIZ-ŞARTSIZ AMERİKA'YA TÂBİ OLMAMIZ!.. TÜRKİYE sırtını AMERİKA'ya dayamakla hiç bir sonuca varamaz! Aksine, kendimizden çok şey veririz, yine de onları memnun edemeyiz!"

- "TÜRKİYE, NATO ve AMERİKA'nın yanısıra, ÜÇÜNCÜ DÜNYA ÜLKELERİ ve SOVYETLER ile belli ölçüde ve TÜRKİYE'nin çıkarları doğrultusunda yeni bir politika izlemek zorundadır!" demişti!.. belki de kendisini ipe götüren bu sözler ile MOSKOVA seyyahati olmuştur!

Buraya kadar DIŞ SİYASİ GELİŞMELER'i inceledik...Şimdi bir de MENDERES Dönemi'nin EKONOMİK değerlendirmesini yapalım...

1948'de TÜRKİYE'de 1766 traktör vardı. 1950'de traktör sayısı 7500'ü MARSHALL Yardımı'ndan olmak üzere, 10.227'e; 1952'de 26.000'i serbest ithalat olmak üzere, 36.000'e; 1954'de 37.743'e ulaştı... Bu kadar çok traktör alımı, ancak Zıraat Bankası'nın kredileri ile mümkün olabilmişti. Buna paralel olarak ekilen arazi ve tahıl üretimi de arttı.

Ancak YEDEK PARÇA'sı düşünülmemiş bu makinalaşmanın yanısıra, PLANSIZ tarım politikası ormanları, mer'aları yoketti! Motorun teptiği yerde ot bitmedi. Mer'alar 1950'de 38 milyon hektar iken 1954'de 32 milyon hektara; 1960'da ise 28 milyon hektara indi!.. Tabii bu bir TOPRAK YAĞMASI demekti, ama kimse üzerinde durmadı. İSMET PAŞA muhalefeti dahil!..

TOPRAK YAĞMASI orada kalmadı. TRAKTÖR yüzünden işsiz kalan köylüler şehirlere hücüm ederek ilk GECEKONDULAR'ı oluşturdular. (10)

Öte yandan CHP zamanındaki 4 şeker fabrikası 17'ye çıktı. Karne ile şeker alınırken, şeker ihrac edecek duruma geldik. Pancar ekimi köylünün yüzünü güldürdü.

DP döneminde tütün üretimi 2 kat, patates 8 kat, pancar 8 kat, pamuk 4 kat, zeytinyağı 4 kat, narenciye 9 kat arttı. En önemlisi tahıl depolanabilecek silolar yapıldı. 1950'de 10.000 tonluk 2-3 depo varken, 1957'de 1.6 milyon tonluk yaklaşık 300 tesis vardı.

1923-1949 arasında TÜRKİYE'de 4370 km. yol yapılmıştı. 1950-1960 arasında 20.000 km. yol yapıldı.

Bunları inkar etmek mümkün olmadığı gibi, beğenilmeyecek gelişmeler de değildir.

Ancak DP bunları çakıl taşı ile yapmadı. 1950-1960 arasında 545 milyonu hibe olmak üzere dışardan 1.018 milyon dolar para girdi ülkeye!.. ALTIN stoklarımız düştü, HAZİNE boşaldı. KREDİ'nin arkası kesilince, BORÇLAR'I ödeme zamanı gelince, kerametin MENDERES'te olmadığı anlaşıldı! (11)

DP dışardan para dilenmeye 1954 yılında başladı... Zaten ilk günden itibaren döviz kontrolü, fiyat kontrolü, yatırımlar hep bir kargaşa içinde cereyan etmişti. AMERİKALILAR'ın elinde biriken ve ancak onların istedikleri yere sarfedilebilen Türk liralarının (Karşılıklı Paralar Fonu) BÜTÇE'ye dahil edilmesi de, ekonominin tamamen yabancıların kontrolüne girmesi demekti! (12)

Tabii ENFLASYON da etkisini gösterdi. Cumhuriyet altını 1947'de 37.5 TL iken, 1950'de 35, 1955'de 66, 1957'de 109, 1960 da 130 TL oldu. Yani DP döneminde 3.5 kat arttı. Tedavüldeki para 1949'da 806 milyon TL. iken, 1955'de 1.751, 1957'de 2.854, 1960'da 3.699 milyon TL.ya çıktı. Yani 4.5 kat arttı. Toptan eşya endeksi 1949'da 106 iken, 1950'de 96'ya inmiş; 1955'de 134, 1957'de 183, 1960'da 280 olmuştu.

Milli gelir 1949'da 8.3 milyar TL. iken 1954'de 15.5'e, 1957'de 27.4'e, 1958'de 35.2 milyar TL.ya çıktı. Milli gelir de yaklaşık 3 kat artmış görünürken, altın olarak değerlendirilirse, hiç artmadığı; hatta gerilediği çok açık olarak tesbit edilebilir.

DP döneminin başladığı 1950'de ithalat 507 milyon lira, ihracat 651 m. TL idi... 1952'de ithalat 1.280 milyon lira, ihracat 796 milyon TL; 1953'de ithalat 1201 milyon, ihracat 858; 1954'de ithalat 1.ll2 milyon TL, ihracat 704 milyon TL. oldu... 1957'de ithalat 741 milyon, ihracat 581 milyon lira idi. Aslında MENDERES'in pili ilk 3 yılda bitmişti. Tıpkı DEMİREL ve ÖZAL gibi!.. İlerde onları da anlatacağız.

1958 yılında Celal BAYAR AMERİKA'ya gidip bir dilenci gibi avuç açtı, ama umduğunu bulamadı. Aynı yıl Hükümet istimlâk bedellerini ödeyemedi. Transferler ve dış tediyeler de yapılamıyordu. Ama banka kredileri kapanın elinde kalıyor, ihaleler şaibeli tarzda yapılmaya devam ediyordu. O günlerin popüler mizah sanatçısı Celal Şahin, radyoda akordiyonla çaldığı:

İndir kaldırımı 
Kaldır kaldırımı

adlı parçası ile MENDERES'in " Kalkınma " palavrasının gerçek yüzünü anlatıyordu.
TÜRKİYE, İktisadi İşbirliği Teşkilatı'na 1958 yılında bir istikrar programı sundu. Sonunda binbir kayıt, şart ve gizli anlaşma sonucu TÜRKİYE'ye 350 milyon dolarlık bir kredi verilmesi kararlaştırıldı. Bunun 234 milyonunu ABD verecekti. Ancak bu paranın büyük kısmı "eski borçlar ve faizleri" için alıkonacaktı!.. Bir de 400 milyon dolarlık vadesi gelmiş borç ertelenecekti. Peki, ertelenecekti de, bu borç ne zaman ve nasıl ödenecekti?.. İMF'ye üyeliğimiz bu yıl gerçekleşti. Yani BATILILAR borçlarını tahsil için başımıza JANDARMA dikmişlerdi. Şunu hemen hatırlatalım ki, İMF çağın DÜYUN-U UMUMİYE'sidir!

Ve bizi işaşırtan nedir, biliyor musunuz?.. MANDACI İSMET'ten başlayarak, MENDERES, DEMİREL, ÖZAL, ÇİLLER, YILMAZ, ECEVİT, ERDOĞAN... hepsinin son derece fütursuzca borca girmesi, hiç birinin bu paraların nasıl geri ödeneceğini düşünmemesidir!.. Bu heriflerin hepsi sorumsuz kredi kartı sahipleri gibi davranmış, aldıkları borçları çarçur etmişlerdir!.. Hele şu ERDOĞAN'ın dünya faiz haddinin üç-dört katı ile borç alıp borç kapatması, akıllara durgunluk verecek bir enayiliktir! Yani bir kredi kartıyla borç para çekip birbaşka kredi kartının borcunu ödeyen çâresiz vatandaş bile ondan daha mantıklı davranmaktadır!

TÜRKİYE'nin aldığı tedbirler arasında doların 2.80'den 9.00 TL.ya çıkarılması da vardı. Aslında dolar 2.80'lik fiyatına da 1946 yılında, İsmet'in BATI'ya kapılanmaya hazırlandığı sırada çıkartılmıştı!.. Bir süre sonra iyice bunalmış olan memurlara %100 maaş zammı yapıldı.

DP döneminde sadece YOLSUZLUK yapılmakla kalınmadı, yolsuzluklara imkân tanıyan ihale sistemi, bütün ikazlara rağmen muhafaza edildi. DP yolsuzluğundan şikayet ettiği CHP dönemini aratır biçimde, yolsuzluk batağına düştü. Ancak hakkını yememek gerekir... Demirel gelince DP'nin, Özal gelince Demirel'in, SHP gelince Özal'ın, Mesut YILMAZ gelince Karayalçın'ın yedikleri yedikleri, yedirdikleri HİÇ mesabesinde kaldı!..


18 Cİ BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR,

http://www.angelfire.com/rnb/atadiyar/ata34.html



28 ŞUBAT TÜRK SİYASETİNİN ACI VEREN YÜZÜ, ÖNCESİ VE SONRASI,, BÖLÜM 15


28 ŞUBAT  TÜRK SİYASETİNİN  ACI VEREN YÜZÜ, ÖNCESİ VE SONRASI,, BÖLÜM 15


DEMİREL DÖNEMİ;


DEMİREL DÖNEMİ,

Ispartalı Dolaksızoğlu Süleyman Demirel'in son derece enteresan, ve biz VATANSEVERLER için ibret verici bir politik hayatı vardır... 1924 Isparta-İslamköy doğumlu, İTÜ mezunu bu genç mühendis, nasıl oldu da Menderes zamanında DSİ Genel Müdürü iken, ihtilalden snora birden bire kurt politikacıların arasından sıyrılıp, Adalet Partisi'nin başına geçti?.. Nasıl oldu da, 1964-1991 arasında 2 kere darbe ile gitmesine rağmen HACIYATMAZ gibi doğrulup varlığını sürdürdü?..Bu soruların cevabını herhalde ilerde bazı yerli ve yabancı belgeler açıklandığında öğrenebileceğiz.

Biz bu yazıda ATATÜRK'ün tesbit ettiği MİLLİ SİYASET'ten ve koyduğu MİLLİ HEDEF'ten ne kadar saptığımızı göstermeye devam ederken; bu kişiyle ilgili hususları, yakın tarih olması sebebiyle, ancak gazete haberlerinden ve kendi değerlendirmelerimizle vereceğiz.

Muhakkak olan bir husus var ki, o da Demirel'in DSİ Genel Müdürü olduğu 1950'li yıllar ile AP'nin başına geçtiği 1964 yılı arasında bir kaç "Amerika seyyahati" ve Johnson'la çekilmiş resimleri olduğudur... TÜRK SİYASİ HAYATI'nda rol almasında bunların büyük payı vardır.

27 MAYISÇILAR'ın idareyi sivillere terketmeye hazırlandığı günlerde eski DEMOKRAT PARTİLİLER iki yeni parti kurdular. Bunlardan ADALET PARTİSİ, Emekli Orgeneral Ragıp Gümüşpala'nın başkanlığında ve Tahsin Demiray (eski Köylü Partisi başkanı), Necmi Öktem (general), Şinasi Osma (albay), Cevdet Perin (doçent), Kamuran Evliyaoğlu (gazeteci) gibi önemli, tanınmış kişilerin gayreti ile kurulmuştu... İkinci Parti YENİ TÜRKİYE PARTİSİ idi. Onun da başında eski Maliye Bakanı Ekrem Alican vardı. Eski milletvekilleri İrfan Aksu, Raif Aybar, Hikmet Belmez, Hasan Kangal, Mithat San, Cahit Talas (eski Çalışma Bakanı), Sırrı Öktem (general) gibi tecrübeli kişiler vardı.

6.1.1961'de Kurucu Meclis göreve başladı. Yeni Anayasa'yı, seçim kanunu gibi önemli kanunları çıkardı, 26.10.1961'de de görevi yeni seçilen Meclis'e devretti. Anayasa halkoyuna sunuldu ve kabul edildi. Bu arada bir de Senato kurulmuştu.

Bütün dış baskılara rağmen askerler memleketi iflasa ve sömürge olmaya sürükleyenleri cezalandırmak istiyorlardı. Verilen 15 idam cezasından 3'ü, bu amaçla uygulandı. Diğerleri bir süre hapis yatıp paçayı kurtardılar.

İsmet Paşa sonunda mesuliyetin kendisine yükleneceğini düşünerek, Yassıada mahkemelerinden çıkan idam kararlarının uygulanmamasını istemiştir... Biz o idamları yerinde bulduğumuz gibi, hapse çevrilen ve sonradan affedilenlerin idamını dahi gerekli görürdük.

Eğer 1961'de " Bebek "le, " Köpek "le uğraşılmasaydı; eğer o dönem politikacılarının ATATÜRK'ün TAM BAĞIMSIZLIK, MİLLİ HAKİMİYET ve MİLLİ SİYASET anlayışından uzaklaştıkları, ülkeyi DIŞA BAĞIMLI hale getirdikleri için cezalandırıldığı açıklansaydı; belki MANDACI İSMET ve AMERİKANCI MENDERES zihniyeti bir daha doğmamak üzere silinir giderdi!.. DEMİREL gibileri hiç ortaya çıkamazdı. Eğer daha sonraki ihtilallerde, sorumlular idam ve hapis edilseydi; biz bugün DEMİREL hakkında bu kadar uzun bir yazı yazmak zorunda kalmazdık!

Menderes ve İsmet'in savunduğu NATO, CENTO ve İkili Anlaşmalar gibi, şimdi de Çiller ve destekçileri bizi GÜMRÜK BİRLİĞİ, AB gibi ittifaklara sokmaya çalışıyor, girdikçe de bayram ilan ediyor!.. Eğer suçlu politikacılar gereği gibi cezalandırılsaydı, ülke şu anda siyasi açıdan 1950'lerdeki durumuna dönmezdi!

İsmet Paşa BATI tarzı "demokrasi"yi 1946'da ülkeye getirmişti (!) ama, 1960'da bile halk DEMİR-KIR-AT dediği Menderes'in partisini AT ile bağdaştırıyordu. Bu yüzden AP kendisine amblem olarak AT'ı seçti. Demirel üç kere gidip gidip geldi, kurduğu bütün partilerde AT'tan vazgeçmedi!

Aslında ne AP, ne YTP, ne de DYP; DP'nin devamı değildirler! Demirel 1960'larda Bayar'ın affedilmesini adeta engellemiştir, kendisine rakip olacağı için!.. Bayar ve eski DP'lileri affedilmesini sağlayıp onları AP ile kapıştıran, aslında "eski düşman" İsmet Paşa'dır!..(1974)

1961 seçimlerinde CHP %36.7, AP %34.7, CKMP %13.9, YTP %13.7 oy aldı. Meclis ve Senato dağılımı ise şöyle idi: CHP 173-36, AP 158-71, CKMP 54-16, YTP 65-13.. Milli Birlik Komitesi üyeleri de hayat boyu tabii senatör idiler.

Hiç bir parti tek başına iktidara gelemedi. Gürsel Cumhurbaşkanı seçildi. İsmet Paşa 1961-1964 arasında üç ayrı koalisyon hükümeti kurdu... İlk açıklaması da "Milletlerarası çalışmalarımızda NATO ve CENTO ittifaklarının hususi bir yeri vardır" diyerek kapitülasyonların devamına itirazı olmadığını belirtmek olmuştur.

BATI uşağı bu hükümetlere, BATI tabii ki destek oldu. 1962'de ABD ile bir kredi anlaşması imzalandı. Avrupa devletleri ve Amerika tarafından "TÜRKİYE'ye Yardım Klubü (Konsorsiyum)" kuruldu. Menderes'i sürüm sürüm süründürenler, nedense İsmet Paşa'ya kesenin ağzını açmışlardı!..Aslında bu, "komaya girmiş hastaya serum takılması" gibi idi.

Aynı yıl TÜRKİYE AET'ye ORTAK ÜYE kabul edildi. Yani biz 1996'larda hala GÜMRÜK BİRLİĞİ-KAPİTİLASYON anlaşması ile hala alınmayı bekliyoruz ya, aslında o tarihlerde kabul edilmiştik!.. Sonradan bu Ankara Anlaşması ile teyid edildi. (1963) Ancak BATILILAR gene verdikleri sözü unuttular.

Ragıp Gümüşpala'nın başında olduğu AP, bu dönemde iktidarda olduğu zaman dahi, itilip kakılan parti durumunda idi. 1963'de Genel Merkezi tahrip edildi. Hakkında Meclis'te genel görüşme açıldı. Ne Demokrat Parti artıklarını, ne de 80 yaşındaki İsmet Paşa'yı istemeyen genç subaylar, 2 kere ihtilal teşebbüsünde bulundular.

Dış olaylara gelince; 1962 yılı Ocak ayında ABD, KÜBA ile ilişkilerini kesti!..Hemen arkasından PAPA 6. PAUL, Hıristiyanlığa zarar verdiği iddiasıyla KASTRO'yu AFAROZ etti!..Şubat ayında da Katolik başkanı Kennedy KÜBA'ya ambargo uygulamaya başladı. Bu ambargo Rus ve Amerikan gemilerini karşı karşıya getirdi. Bütün dünya nükleer bir savaş olacağı korkusuna kapıldı. Bilhassa mevcudiyetinden sonradan haberdar olduğumuz nükleer füzeler dolayısiyle, TÜRKİYE topun ağzında idi!. Gerek Hükümet, gerekse askerler o günlerde atlattığımız tehlikeden habersizdiler!

Sonunda Kruşçev geri adım attı, Kasım ayında KÜBA'daki nükleer füzeler söküldü, imha edildi, ambargo kalktı. Bir kaç gün sonra da Amerika TÜRKİYE'deki JÜPİTER füzelerini kaldıracağını açıkladı. Ancak bu suretle pazarlık konusu olduğumuzu anladık. İşte Menderes'in dış politikası ve Amerikan uşaklığının bizi getirdiği nokta buydu!

Mayıs ayında askerlerin gayreti ile oluşturulan Küçükçekmece Atom reaktörü hizmete girdi. TÜRKİYE böylece NÜKLEER enerji konusunda ilk adımı atmış oldu, ancak arkası gelmedi. Bilhassa dönemin solcuları, DOĞU BLOĞU'nun sahip olduğu NÜKLEER silahları unutup, TÜRKİYE'de "barış" teraneleri ile Hiroşima sömürüsü yapıyorlardı!.. TÜRKİYE'nin NÜKLEER gücünün olmaması, BATI'nın da işine geldiği için onlar da ses çıkarmadılar. Bugün dahi aynı kısır tartışma sürüp gitmektedir.

DPT'den bazı uzmanlar "Hükümet'in Toprak Reformu ile ilgili bütün girişimleri engellediği" söylediler. Bazıları istifa etti. Bu arada AP Merkez Yönetim Kurulu, Toprak Reformu'nun "temel bir hak olan kişinin mülkiyet hakkına aykırı" olduğunu iddia ediyordu! Yani aslında CHP ile AP'nin TOPRAK ve ORMAN konusundaki tutumları birbirinden farklı değildi. Ayrıca AP, CHP'yi "Devletçilik" güderek ilerlemeyi engellemekle suçluyor ve planlı yatırımlara karşı çıkıyordu! Zaten Demirel başa geçtikten bir süre sonra "Millet plan değil plav istiyor" diye parti görüşünü veciz(!) ifadeyle ortaya koyacaktı!

Aynı günlerde Dışişleri Bakanı Feridun Cemal Erkin, bir konuşmasında TÜRKİYE'nin dışarıya sattığı KROM hakkında ciddi endişeleri olduğunu açıkladı!.. Madenlerimizin sömürülmesi, o dönemde de sorun idi, hala bir çare bulunamadı.

Türkiye'nin AET ortak üyeliği anlaşması da 1963'de Ankara'da imzalandı. ABD ile "zırai maddeler" anlaşması imzalandı. Böylece radyoaktif olduğu için kendi ülkelerinde deneyemedikleri "Meksika Buğdayı"nı bize gönderip deneme imkanı buldular. Ayrıca "fenni" tohum, sunni gübre, tarım ilacı, hatta zararlı hormonların ülkeye girmesine fırsat verilmiş oldu.

Bütün bunlar, 1950'lerde Menderes'in düşüncesiz traktör atılımı gibi, tarım ürünlerinde bir artış sağladı. Ancak ünü dünyaca meşhur tütünümüzün, çayımızın, pamuğumuzun, İzmir üzümümüzün, Amasya elmamızın, Ayaş domatesimizin, hatta etimizin, sütümüzün bozulmasına yol açtı.

22 Kasım'da zencileri savunan Kennedy, zenci düşmanı Teksas-Dallas'ta uğradığı bir suikastte öldürüldü. Yerine yardımcısı Johnson geçti. Kennedy'nin kaatili Oswald da Ruby adında bir barcı tarafından öldürüldü. Sonra o da ortadan kaldırıldı. Böylece Kennedy'nin planlı bir şekilde devre dışı bırakıldığı anlaşıldı.

1964'de Amerika ile bir kredi anlaşması daha imzalandı. TÜRKİYE'ye yardım konsorsiyumu istediğimiz 250 m. doların ancak 100 milyonunu verdi! TÜRKİYE bir de Dünya Gıda Programı anlaşması imzaladı. TÜRKİYE Finlandiya ve Almanya ile teknik işbirliği, Avusturya ile işçi anlaşması imzalandı. İsveç, Norveç ve Lüksemburg ile kredi anlaşmaları yapıldı. TÜRKİYE OECD kredi anlaşmasına katıldı. Yani Menderes'in batırdığı ülke ancak gavur parası ayakta durabiliyordu. Gavur da parayı babasının hayrına vermiyordu!

Bu arada Sovyetler Keban Barajı için kredi teklif etti. Ancak Hükümet, "Kıbrıs politikasını değiştirmediği takdirde kabul etmiyeceğimizi" bildirdi. Sanki Sovyetler'in Kıbrıs politikası aleyhimize de, Amerika ve İngiltere'ninki farklı!.. Yine de Aralık ayında bir ticaret heyeti Rusya'ya gitti. Sovyetler ile 1965 yılı için bir ticaret anlaşması bir de kültür anlaşması imzalandı. Pakistan ile ticaret anlaşması yapıldı.

15 Mayıs'ta karasularımızı 6 mile çıkardık!.. O tarihe kadar 3 mil idi!.. Halbuki Yunanistan ta 1930'larda 6 mil yapmış, İsmet Paşa Hükümeti uyumuş, ATATÜRK te her nasılsa konuyu atlamıştı!

Kıbrıs'ta Rumlar'ın TÜRKLER'e saldırısı 1963 yılı ortalarında başlamıştı. Bu olaylar artınca İsmet, TÜRK jetlerini Kıbrıs üzerinde şöyle bir uçurttu. Kısa bir süre için saldırılar kesilir gibi oldu.

Ama 1964 başında iyice azıttılar. Yağmacılığa, hırsızlığa başladılar. Ocak ayında saldırdıkları TÜRKLER'den 21'i öldü, 6'sı kayboldu. Tarihi BAYRAKTAR CAMİİ 3. defa bombalandı, Subat ayında Rumlar köylere saldırdı. 50 TÜRK öldürüldü. Kurtulanlar göçe başladılar. İsmet Paşa hükümeti uzun tereddütten sonra ancak 13 Mart'ta Makarios'a "müdahale hakkını kullanacağını" bildiren bir nota verdi.

Ardından Hükümet MÜDAHALE kararı aldı. Aslında bu bize anlaşmalarla tanınmış bir haktı. Bir yandan da Birleşmiş Milletler'de ve Londra'da görüşmeler sürmekteydi.

TÜRKİYE'nin çıkışı, hiç beklenmedik bir karardır! ABD, uzun yıllar BATI UŞAĞI bilinen İsmet'in bu hayret verici tavrı üzerine o kadar şaşırır ki, tepkisini nezaket kurallarına bile uymadan hemen gösterir. Cumhurbaşkanı Vekili, sığır çobanı kılıklı Johnson o meşhur mektubunu yazıp kulağımızı çeker! "Haddinizi bilin haa!" der... Bu haysiyet kırıcı JOHNSON MEKTUBU' nun tercümesini EK olarak vereceğiz, dişlerimizi gıcırdatarak ve ABD EZELİ DÜŞMAN olduğunu bir kere daha hatırlayarak okuyacaksınız!..

Bu herifin Kennedy'inin vurulmasında parmağı olduğu iddiası bir yana, mektuptan iki ay sonra Viyetnam Savaşı'nı başlatması HIRİSTİYAN BATI EMPERYALİST zihniyetin neme nem bir şey olduğunu, nasıl çift standart uyguladığını gözler önüne serer!..İsmet Paşa ise, ABD'ye "kararı askıya aldığını, ancak mektubu da hayal kırıcı bulduğunu" bildirmekle yetinir!

Birleşmiş Milletler hemen adaya asker gönderdi. Kısa bir zaman sonra bu askerlerin adaya TÜRK halkını korumak için değil; TÜRKİYE'yi müdahaleden caydırmak için geldiği anlaşıldı. Çünkü Rum saldırıları durmadı.

Temmuz ayında TÜRKLER'in sıkıştığı Girne (Saint Hilarion) kalesini kuşattılar. Bir avuç TÜRK mücahit kaleyi günlerce savundu. Bu arada Rumlar kadın-çocuk-yaşlı demeden katliama devam ettiler. Nihayet 8 Ağustos günü TÜRK jetleri harekete geçti. Erenköy civarındaki Rum askeri hedeflerini bombaladı. Ayrıca askeri birlikler gemilere bindirildi. Durumun ciddiyetini gören Makarios ateşkes istedi. Rumlar bu arada uçağı düşürülen Pilot Cengiz Topel'i işkenceyle şehit ettiler.

O zaman anlaşılır ki, DIŞA BAĞIMLI EKONOMİK VE ASKERİ POLİTİKA sonucu TÜRKİYE'nin NATO'dan aldığı jetlerin BENZİN'i yoktur!.. ÇIKARTMA GEMİSİ yoktur!..Bütün bu yıllar boyunca biz kendimizi değil, BATI'NIN MENFAATLERİ'ni savunup durmuşuzdur. Üstüne üstlük Johnson da sözüm ona NATO ortak savunması için verilmiş silahları " Rusya bize saldırırsa kullanamıyacağımızı " bildirmiştir!..Yani politikacıların BATI UŞAKLIĞI'na soyunduğu şu son 15 yılda, TÜRKİYE tam anlamıyla "ayvayı yemiş"tir!..

İsmet, nihayet uyanır ve şu sözleri kullanır:" Gerekirse yeni bir dünya düzeni kurulur, ve TÜRKİYE'de bu düzende yerini alır!.."

TÜRKİYE aslında ta ATATÜRK zamanında, 1918'de yerini MAZLUM ÜLKELER'in safında almıştı, ama İSMET PAŞA ve MENDERES 1940'lardan itibaren BATI'ya kaymışlardı... MENDERES asıldığına, İSMET te uyandığına göre, ABD'ye yeni bir uşak gerekmektedir. Bu sözler İsmet'in sonu olur.

O tarihlerde Ragıp Gümüşpala ölmüş (Haziran 1964), AP'nin başına ABD destekli Bayar'ın eski " Su müdürü", Amerikan Morrison firmasının temsilcisi Demirel, adeta "gökten zembille inerek" gelmiştir.

Öyle ki, rakibi Saadettin Bilgiç'in bir Mason arkadaşından temin ettiği Demirel'in " Mason kaydı " delegelere dağıtılınca, Mason Demirel dernek başkanı ve üstadı Necdet Egeran'ı kullanarak sahte bir "mason değildir" belgesi almış, bunu AP kongresinde dağıtarak seçimi kazanmıştı!.. Demirel'in bu kongrede Masonluk ne kelime, "her sabah KUR'AN okumadan kahvaltıya oturmayan bir aileden geldiğini" iddia etmesi meşhurdur!...

Halbuki Bilgiç'in belgesi gerçekti. Demirel Ankara BİLGİ LOCASI'na 43 sıra ve 48 matrikül numarasıyla kayıtlı su katılmamış bir MASON idi!..Ne manevra değil mi?

Bu Demirel'in politik hayatında belki ilk söylediği yalandı ama, hiç te sonuncu olmadı. Bütün ömrü yalan, palavra, demogoji, boş vaatler ve dümenle geçti!

Gene bu kongrede Demirel'in Johnson'la çekilmiş resimleri çoğaltılarak dağıtıldı!..

Bu durumda akla iki ihtimal gelmektedir... Birincisi, ABD genç mühendis Demirel'e kendisi açısından önem vermiş, onu özel bir şekilde yetiştirmiş; o dönemde Cumhurbaşkanı Yardımcısı olan Johnson bir ara kendisini çağırıp, "Bak evladım, sana çok emek verdik. Göreyim seni, bizi mahçup etme" diyerek sırtını sıvazlamıştır. Demirel de, "Sayın Johnson, izin verirseniz, bu mubarek anı bir fotoğrafla tesbit edelim, torunlarım tosunlarım benimle iftihar etsinler!" demiş, resim öyle çekilmiştir...Ne var ki, Demirel'in çocuğu olmaz, böylece torunların da Johnson'lu resimle övünme hayali boşa çıkar.

İkinci ihtimal, gerçekten tilki gibi kurnaz olan Demirel, o günlerde daha sosyeteye bulaşmamış olan " Meşhurlar ile Fotomontaj " tekniği kullanarak kendini Johnson'la yanyana getirip, sahte bir fotoğraf hazırlatıp, onu dağıtmasıdır ki, pek yabana atılmaz.

Başka bir ihtimal var ise, siz söyleyin!.. Yani, ABD Cumhurbaşkanı ve yardımcısı, her 3. kademe yabancı bürokratın (öyle ya, Cumhurbaşkanı-Başbakan, Bakanlar ve 3. grup Genel Müdürler) her Amerika'ya gidişinde ziyaret edip bir çayını içtiği, Disneyland misali turistik bir mekanda mıdır ki, Demirel resim çektirebilmiş olsun?.. Johnson inşaat mühendisi de değildi ki, İTÜ'den Demirel'in sınıf arkadaşı çıksın!..

Temmuz ayında SSK ve Danıştay Kanunları kabul edildi. Bu arada Ecevit'in çıkarttığı sendika ve grev yasasına sırtını dayayan işçiler problem olmaya başlamıştı. Tam Kıbrıs olayları sırasında Ataş'ta sendika greve gitmeye kalktılar!.. Yani orduyu benzinsiz bırakacaklardı. Hükümet grevi erteledi. O tarihten beri sendikalar sanki bu ülkede başka bir devletin adamları imiş gibi faaliyet gösterirler.

Ağustos ayında ABD Viyetnam'a savaş açtı. Aslında olay Rus yapısı Viyetnam torpil gemilerinin bir ABD destroyerine saldırmasıyla başlamıştı ama, ABD'nin orada ne işi vardı ki?.. Bunun üzerine ABD gemi ve uçakları saldırdı, 25 viyetnam torpil gemisini batırdı, bir petrol platformunu imha etti. ALLAH bilir kaç kişi öldü! Bu olay bizim Kıbrıs'ı bombalamamızdan bir gün önce oldu!

Ekim ayında Kruşçev, bir Kremlin darbesi ile KP liderliğinden düşürüldü, yerine Leonid Brejnev geçti. Kosigin başbakan oldu. Kruşçev katıldığı son politbüro toplantısında endüstriyi, tarımı ve parti organizasyonunu kötü idare etmekle suçlandı. Kruşçev Stalin'in kurduğu bir çok çalışma kampını kapatmış, gizli polisin de gücünü azaltmıştı. Küba hezimeti de sonunu hazırlamıştı.

AP'nin çiçeği burnunda başkanı Demirel'in ilk icraatı, Johnson'un başkanlık törenleri için ABD'ye giden İsmet'i, kalleşce bir tutumla yurt dışında iken hükümetten düşürmek olmuştur!...(Ocak 1965)

ABD'den ümit kesen Menderes nasıl ihtilalle devrilmiş ve idam edilmişse, BATI yanlısı İsmet te ufak bir MİLLİ SİYASET uygulama temayülü gösterdiği için, alaşağı edilir!

Halbuki aynı günlerde Sovyet Yüksek Şura Başkanı Podgorny TÜRKİYE'yi ziyarete gelmişti. Sovyetler'in Keban Barajı'na ilgisi devam ediyordu. Dışişleri Bakanı Feridun Cemal Erkin de, Meclis'te "TÜRK-SOVYET ilişkilerinin gelişmesinden dolayı AMERİKA kızgn değildir" diye açıklama yapmıştı!

Ne var ki, bu kalleşçe devirme olayı halkın İsmet'e duyduğu tepkiyi kaldırmaya yetmez. Bir sonraki seçimde halk İsmet Paşa'dan kurtulmak için Süleyman Demirel'i destekler!..Ta ki, o da BATICILIK ÇARKI'na kapılıncaya kadar! (1)

Her ne ise... Gürsel, Demirel'i tecrübesiz bulduğu için başbakanlığı ona vermez. Bunun üzerine CHP'nin dışarda kaldığı, bütün diğer partilerin katıldığı Suat Hayri Ürgüplü Başkanlığı'nda bir hükümet kurulur ve DEMİREL Efendi bu kabinede MECLİS dışından Başbakan Yardımcısı olur. Müzmin muhalif Osman Bölükbaşı'nın ayrıldığı CKMP'nin başına eski Milli Birlik Komitesi üyesi Alparslan Türkeş geçer. Bir süre sonra da partinin adı MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ'ne çevrilir.(1969)

DEMİREL'in Demokrat Parti'nin devamı olduğunu(2) her fırsatta dile getirdiği AP'si, 1965 seçimlerinde ilk ve son defa %53 oy alarak tek başına iktidar olur... İSMET PAŞA'nın aksak CHP'si ancak %29 alabilmiştir. Nisbi sistem ve milli bakiyenin uygulandığı bu seçimde marjinal oy alan diğer partiler de onar onbeşer milletvekili ile MECLİS'e girerler. Behice Boran'ın başkanlığını yaptığı Türkiye İşçi Partisi bile 15 milletvekilliği kazanmıştır.

Bu arada Birleşmiş Milletler Teşkilatı denen DOMUZLAR DİKTATORYASI, KIBRIS konusunda Makarios'un tezini destekliyen bir karar alır. Buna göre "KIBRIS bağımsızdır, müdahale edilemez," der! Hükümet tabii KIBRIS konusunda bir şey yapamaz!..

ABD sözüm ona bizim lehimize oy kullanır. Ama karar aleyhimize çıkar. Çünkü haksız İSRAİL'in kınanmasına bile VETO kullanan ABD, "dost ve müttefik" TÜRKİYE'yi destekleme lüzumunu hissetmez. Böylece bu Teşkilat'ın ve ABD'nin daha önce varılmış olan Londra ve Zürih anlaşmalarını hiçe saydığı görülür!.. Hiç kalkıp ta artık BİRLEŞMİŞ MİLLETLER'e ve ABD'ye bel bağlanır mı?.

1965 yılının önemli olaylarından biri de Churchill ölmesi idi. Kendisi 60 yıllık Avam Kamarası üyeliği yapmıştı... Gambiya bağımsızlığına kavuştu... ABD'de zenci müslüman lider Malcom X vurularak öldürüldü. Johnson Martin Luther King ile görüşme ihtiyacı duydu... Iran Şahı Rıza Pehlevi'ye suikast yapıldı, ama Şah kurtuldu.

1966 yılında Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel hastalandı vefat etti. Yerine eski Genel Kurmay Başkanı Cevdet Sunay seçildi... Yine aynı yıl başımıza 20 yıldır bela olmuş İKİLİ ANLAŞMALAR sorunu ele alındı. Hepsinin tek metinde toplanması, üslerdeki uçakların cephane yüklerinden TÜRKİYE'nin hiç olmazsa mutabakatının alınması ABD'den istendi. Sonuç ne oldu, bilinmez, ama 1967 yılında ABD ile bir anlaşmaya varıldığı söylenir.

Bu arada ABD'de ırkçı politikaya karşı zenci gösterileri başladı... Başı sıkışan Mao da Çin'de sözüm ona bir Kültür Devrimi başlattı. Kendine yakın hissettiği gençlere bütün yetişmiş aydınları dövdürttü, hatta öldürttü! Çin'in yüzyıllardır duran kültür ve sanat eserleri tahrip edildi.

Herkes bir şey yapar da, İSMET durur mu?.. (1966) O da AP'nin %53'lük başarısına karşılık ORTANIN SOLU diye garip bir tabirle ortaya çıktı. Ne olduğu bir türlü anlaşılamıyan bu kavram, bir süre sonra ECEVİT'in işine yaradı.

MANDACI İSMET Küçük Kurultay'da şu konuşmayı yapmıştı:

- "Demokratik rejimi, komünist düşmanlığı perdesi altında kuşa çevirmek istiyen dikta heveslilerine yardımcı olmıyacağım. Bütün memlekete ilan ediyorum: CHP sosyalist parti değildir, ve olmıyacaktır!"

Kısacası CHP az-maz solcudur... Veya orta yolcudur da, sola yakındır...Veya SOLCU partiler, solda, SAĞCI partiler sağdadır; ORTA'da olanlar da vardır, CHP işte o ortada olanlar ile solda olanların arasındadır...Velhasıl kimse bunun içinden çıkamaz!.. Sonunda 48 CHP'li ayrılıp Turhan Feyzioğlu başkanlığında koç sembollü Güven Partisi'ni kurarlar.

Demirel'in o günlerdeki sloganı "her şoföre bir araba"dır!.. Bunu kendi kesesinden verecek değildir elbette! Ancak Koç o tarihte TÜRKİYE'de otomobil imaline başlamış ve ANADOL'u üretmeye başlamıştır. Reklamını yapmak ta "özel teşebbüsçü" Demirel'e düşer.

Bu arada AET ile anlaşma imzaladık ya, BATILILAR bizi kazıkladıkça kazıklarlar. "Salçamızı sizden alacağız, sizden giyineceğiz" diyerek bize bol miktarda SALÇA ve TEKSTİL fabrikası makinaları satarlar. Verdikleri kredileri bir kısmı eski teknoloji bu makinaların yüksek bedelleri karşılığı geri alırlar.

Öyle olur ki, kurulan SALÇA ve TEKSTİL fabrikaları TAM KAPASİTE çalışsa, biz sadece AVRUPA'ya değil; ORTA DOĞU ve AFRİKA'ya yetecek miktarda mal üretebilecek duruma geliriz... Makarna ve bizküvi fabrikası enflasyonu da bu dönemdedir.

Ama gavur sözünde durmaz. Onun amacı sadece makinayı satmaktır. Fabrikalar kurulur, ama atıl kalır. BATILILAR daha sonra da bize "serbest ticaret" telkin ederken, kendileri tekstil ve tarım ürünlerimize kotalar koyarlar!

Burada bir oyunu daha dile getirmekte fayda vardır... BATILILAR bize daima yanlış yön vermişlerdir. Menderes zamanında "sizin sanayileşmenize ihtiyaç yok. Dünyada işbirliği var. Siz bizim TAHIL AMBARI'mız olun, biz de size SANAYİ MALLARI satalım," demişlerdir. Menderes bunu yutmuştu. Sadece 3 yıl içinde SANAYİ ile TARIM'ın bir arada gitmezse yürümiyeceği, TRAKTÖRLER'in tarlada kalacağı, öküzlere çektirileceği görülmüştür.

Ama bundan ders alınmamıştır... Demirel zamanında " Aman siz AĞIR SANAYİ'e kalkmayın, beceremezsiniz. Siz GIDA SANAYİİ, GİYİM SANAYİİ, MONTAJ SANAYİİ ile uğraşın; kalanını biz size satarız. Sizden de bunları alırız," demişlerdir. Sonucu yukarda söyledik. Astarı yüzünden pahalıya mal oldu. Ürettiğimiz elimizde kaldı.

İşte ERBAKAN'ın oyunu farkedip AĞIR SANAYİ diye ortaya çıkması (1977) bu yüzdendir. Bu konuya ve Özal'ın tavrına ilerde değineceğiz. Burada sadece ilk televizyon yayınının 1967 yılında başladığını, ancak bunda da dönemin GERİ TEKNOLOJİ'si olan VHF' li Televizyon ithali ve montajı yapıldığını belirtmek istiyoruz. Bu teknolojiyle üretim 20 yıl kadar sürdü. 2 kanal başlayınca ve renkli yayına geçilince pek çok kimse yeni almış olduğu televizyonda UHF sistemi olmadığı için bir televizyon daha almak durumunda kaldı... Gavurun bu konudaki hilesi, kazığı saymakla bitmez.

Bizimkiler bunlarla uğraşırken Nasır liderliğindeki Araplar her zamanki şamatalarına başlamışlar, onlar atıp tutarken tek gözlü Moşe Dayan komutasındaki İsrail ordusu 6 günde Araplar'ı silip süpürmüştü. (3)(1967) Yine aynı yıl Yunanistan'da darbe oldu. askerler idareye el koydu, Kral Konstantin 8 ay sonra ülkeden kaçmak zorunda kaldı... Sosyalist devrimci gerilla lideri Che Guevara Bolivya'da öldürüldü.

1968 olaylı başladı. Çekoslovakya'da Dubçek Moskova yanlısı Novotaş'ı saf dışı bırakarak Komünist Partisi'nin başına geçti. Ruslar Çekoslovakya'yı işgal ettiler. İlk defa olmak üzere devrimci-ihtilalci öğrenci olayları Paris Nanterre üniversitesi'nde başladı, Sonra bütün Avrupa'ya yayıldı. ABD'de zenci lider Martin Luter King öldürüldü. 5 ay sonra Cumhurbaşkanı adayı Robert Kennedy mücadele ettiği sendikacılar tarafından öldürüldü. (4) Viyetnam harbini durduracağını söyliyen Nixon Cumhurbaşkanı oldu ama savaşı daha da şiddetlendirdi.

Öğrenci olayları bize farklı yansıdı... 16 Haziran'da camiden çıkan sağcıların "masum" solcu öğrencilere ilk defa saldırdığı, solcu hareketin buna karşı bir savunma olarak silahlandığı hep öne sürülmüşse de, gerçek hiç te öyle değildi.

Öğrenci olayları Mart ayında Paris'te üniversite öğrencilerinin ABD'nin Viyetnam işgalini protesto etmesiyle başlamıştı. Polisle çatışmışlar, binaları işgal etmişler, sonradan bazı reform taleplerinde bulunmuşlardı.

Her nedense diğer Avrupa ülkelerinde de aynı tarz gösteri ve işgaller oluyordu... TÜRKİYE'de de solcu öğrenciler ilk olarak 12 Haziran'da İstanbul Hukuk Fakültesi'ni işgal etmişlerdi. Bu işgal hemen diğer fakültelere ve Ankara'ya yansıdı. Kısa sürede öğrenciler kendi problemlerimizi, KIBRIS meselesini bırakmış, sokaklarda "Daha fazla Viyetnam, Ernesto'ya bin selam" diye bağırarak yürür oldular!.. Arkasından daha fazla üniversite işgalleri, polis ve askerle çatışma geldi. Yani 16 Haziran olayı, solcuların bu eylemlerine karşı milliyetçi ve dindar kesimin ilk tepkisi idi.

Ancak kabul etmek gerekir ki, bir kere kontrol DEVLET'in elinden çıkıp sokağa düştü mü, idarenin kimde olduğu bilinmez!.. Demirel'in meşhur "sokaklar yürümekle aşınmaz" sözü bu günlere ait, vurdumduymaz bir ifadedir. Buna karşılık Solcular "üniversite özerkliği"ni öne sürerek polisin üniversiteye giremiyeceğini iddia ettiler. (5)

Büyük bir ihtimalle çatışmalar aynı merkezden, veya hakimiyet isteyen iki dış merkezden destekleniyordu. Bu iki merkez Çekoslovakya'nın işgalini gözdene uzak tutmak isteyen KGB ile, Viyetnam işgalini gözden uzak tutmak isteyen CİA idi. İkisi de anarşist öğrenci gruplarına büyük paralar, silahlar akıttılar. Öğrenci gösterileri TEDHİŞ-TERÖR olaylarına dönüştü ve bütün büyük şehirlere yayıldı. Che Guevara'ya özenen bazı öğrenciler Lübnan'daki Filistin Kurtuluş Örgütü kamplarında eğitim gördükten sonra dağa çıktılar. (6)

TÜRK emniyet güçleri ve MİT çaresiz kaldı. E, Dışişleri Bakanı İhsan S. Çağlayangil, "CİA benim altımı oymuş" dememiş miydi?..Bir devlet yabancılarla bu kadar içli dışlı olursa, yabancı ajanlar altını oymakla kalmaz, altından VATAN'ı çekip alırlar da haberin olmaz!

Bu arada Genel Kurmay Başkanı Cemal Tural "Yeni bir ATATÜRK çıkar" gibi laflar etmeye, DEVLET kurumlarını ziyaret etmeye başladı. Herhalde kendini kastediyordu! Demirel kendinden beklenmiyecek bir cesaretle onu emekliye sevketti. Tural bir süre sonra unutulup gitti.

1969'da Libya'da 27 yaşındaki albay Kaddafi, Kral İdris'i devirerek iktidarı ele geçirdi... Pakistan'da General Yahya Han idareye el koydu... İsrail'de eski kadın gerilla Golda Meir başbakan oldu. Nijerya'da askeri birlikler bağımsızlık isteyen Biafra'yı kuşatarak yüzbinlerce kişinin açlıktan ölmesine sebep oldular da kimsenin kılı kıpırdamadı... Amerika AY'a adam indirdi ve bayrağını dikerek oraya da EMPERYALİZM'i bulaştırdı... Kuzey Viyetnam Devlet Başkanı Ho Şi Mihn öldü.

Ecevit modaya uyarak "toprak işleyenin, su kullananın" sosyalist sloganını ortaya attı! Böylece toprak işgallerinin, gecekondu yapımının artmasına yol açtı. Artık "ortanın solu"nun pek geçerliliği kalmamıştı. İSMET'in karşı çıkmasına rağmen, Ecevit CHP Genel Sekreteri oldu.

DEMİREL ekonomik politikasını "vatandaş plan değil, plav istiyor" vecizesiyle(!) götürmekte idi, ama 27 Mayıs'ın getirdiği uygulamalardan biri olduğu için uyulmasa da 2. 5 yıllık plan kabul edildi. Boğaz köprüsü ihale edildi. (7)

1970'de ilk defa bir SOSYALİST, seçimle işbaşına geldi. Allende Şili seçimlerinde %36 oy alarak Devlet Başkanı oldu.(8) Fransa'da General De Gaulle, Mısır'da Nasır öldü. Enver Sedat Cumhurbaşkanı oldu. Nixon Kamboçya'ya da saldırdı. ABD'de savaş aleyhtarı gösterilerde çatışmalar çıktı, ölenler oldu.

Aynı yıl Demirel'in yeni kurduğu hükümete giremiyen "küskün"ler ayrılıp Ferruh Bozbeyli başkanlığında Demokratik Parti'yi kurdular. Demirel hükümeti MECLİS'te çoğunluğu kaybetti. Bu dönemde Demirel "karnı tok, sırtı pek vatandaş" sloganını kullanıyordu.

1971 başında öğrenci ve işçi olayları gittikçe şiddetlenerek yayıldı. İstanbul'da bir zenci Amerikalı kaçırıldı, ama " Mazlum " sayıldığı için serbest bırakıldı. Amerikalılar'ın kontrolündeki Gölbaşı Radar Merkezi'nde çalışan 4 Amerikalı Türkiye Halk kurtuluş Ordusu adlı bir terörist grup adına kaçırıldı. 400.000 dolar fidye istendi. Bu olaylar üzerine Silahlı Kuvvetler Hükümet'e bir MUHTIRA verdiler. (12 Mart )

Bundan sonra dönemin en komik olayları yaşandı. Başta Demirel olmak üzere bütün politik liderler "bu muhtıranın muhatabanın kendileri olmadığını" açıklama yarışına girdiler. Kabahat samur kürk olsa, kimse üstüne almaz, derler ya, o misal... Ancak Demirel şapkasını bırakıp kaçmak zorunda kaldı. (9)

Bu onun hayatındaki "REFAH DEVLETİ" döneminin kapanması demekti.

16 CI  BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR,


http://www.angelfire.com/rnb/atadiyar/ata35.html