Varlık Vergisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Varlık Vergisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Ocak 2021 Pazartesi

TÜRKİYE’DE ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞTE ETKİLİ OLAN DIŞ FAKTÖRLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ. BÖLÜM 4

TÜRKİYE’DE ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞTE ETKİLİ OLAN DIŞ FAKTÖRLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ. BÖLÜM 4


Çok Partili Hayata Geçiş, Süreç, Dış Faktörler, Milli Şef Dönemi,Abdulvahap AKINCI, Sefa USTA,Türk Siyasal Hayatı, Türk Dış Politikası, Türk
Demokrasisi, Dörtlü Takrir,Varlık Vergisi,


DP, bu dönemde uygulamak istediği program ve politikalarını, 7 Ocak 1947’de yapılan ilk büyük kongresinde kamuoyuna duyurmuştu. Kongrede, “Ana Davalar” adlı bir rapor hazırlanmış ve şu konuların altı çizilmiştir 
(Apuhan, 2007:78; Dursun, 2007:30):

_ Anayasaya aykırı anti-demokratik hükümlerin ve kanunların kaldırılması,
_ Devlet Başkanlığı ve parti başkanlığının birbirinden ayrılması,
_ Yargıç güvencesinde demokratik bir seçim kanunun hazırlanması,
_ Hükümetin ve idarenin faaliyetlerinde tarafsızlığın sağlanması,
Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçişte Etkili Olan Dış Faktörlerin Değerlendirilmesi
Bu rapor, çok partili demokratik yaşama geçişte, Türk halkına iktidarın gerçek sahibinin halk olduğunu hatırlatması bakımından özel bir öneme sahipti (Karatepe, 2001:101). 
DP hem birinci kongresinde hem de 20 Haziran 1947’de yapmış olduğu ikinci büyük kongresinde ayrıca önemli konulara değinmiştir. “Okullarda din derslerinin konulması, vatandaş oyunun güvence altına alınması, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi, Köy Enstitülerinin programlarının yeniden düzenlenmesi, Devlet Ticari Kuruluşlarının kapatılması" gibi taleplerin politikalarına aktarılacağı vurgulanmıştı (Dursun, 2007: 30).
DP’nin bu çıkışı ve halktan gördüğü destek, CHP’nin hem parti programında değişiklikler yapmasına, hem de halkın tepkisini çeken uygulamalarda geri adım atmasına sebep olmuştu. Bu doğrultuda İnönü nispeten daha liberal, daha ılımlı bir başbakanı göreve getirmek istemişti.
1946 seçimleri sonrasında, DP’nin kamuoyunda gördüğü ilgi CHP’nin laiklik anlayışında değişikliklere gitmesine yol açmış, partinin dini konularda halka yönelik bazı tavizlerde bulunmasına sebep olmuştu (Kaçmazoğlu, 1988: 30). 

1947 yılında 12 Temmuz Beyannamesi ile İnönü tarafsızlığını ilan etmiş ve muhalefet partisinin yasal çerçevede hareket ettiğini belirtmişti. Ayrıca, Peker’in ihtilalci olarak suçladığı DP’lileri destekleyerek, bir anlamda Peker’e karşı çıkmıştı (Gürkan, 1998:272). Bu bildiriden sonra Peker, mecliste güvenoyuna başvurmuş, oylama sonucu aleyhine 35 oy çıkmasına karşın güvenoyu almıştı. Bu durum karşısında sağlık nedenleri bahanesiyle Recep Peker 9 Eylül 1947’de görevinden istifa etmiş ve 10 Eylül günü Başbakan olarak Hasan Saka atanarak hükümeti kurmuştu (Sertkaya, 2007: 78-79). Saka Hükümeti nispeten daha liberal bir
politika izlemişti. Bu dönemde hükümetin din karşısındaki tutumunda yumuşamaya gidilmiş, okullarda din dersleri konulmuş, Ankara’da İlahiyat Fakültesi açılmıştı. II. Dünya Savaşı döneminden beri süren sıkıyönetim, Aralık 1947’de kaldırılmıştı (Erdoğan, 2003: 76-77). 

Daha sonraki dönemde hükümeti kuran, Şemsettin Günaltay da, liberal politikaları
sürdürmüştü. 16 Şubat 1950 tarihinde, gizli oy, açık sayım ve yargı güvencesi getiren yeni bir seçim kanunu çıkarılmıştı (Kocacık, 2002: 44). Gerçekleştirilen bu değişiklikler çok partili düzenin kurumsallaşmasını hızlandırmıştı (Dursun, 1999: 51). Gizli oy, açık sayım ilkesini CHP’nin, muhalefet partisinin seçimi boykot etme tehdidi karşısında kabul ettiği de vurgulanması gereken bir husustur.

Bu seçim kanununa göre, 14 Mayıs 1950 tarihinde yapılan genel seçimlerde, DP 408, CHP 69 ve Millet Partisi 1 milletvekilliği kazanmıştı. Seçimleri DP’nin ezici bir çoğunlukla kazanaması, II. Meşrutiyet ve tek parti döneminde sekteye uğrayan çok partili demokratik siyasal hayat sürecini yeniden başlatmıştır (Erdoğan, 2003: 75-77). 

14 Mayıs 1950 tarihi, Türkiye’nin demokratik dönüşümünde önemli bir dönüm noktası olmuştur. Türkiye’de ilk kez, serbest seçimlerle ve halkın isteğiyle iktidar el değiştirmiştir. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana ülkeyi  yöneten seçkinci elit kadro, yerini yeni siyasi seçkinlere terk etmiştir (Dursun, 2007: 31).

5. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Osmanlı’da asıl olarak Tanzimat’la birlikte başladığı söylenebilecek olan değişim ve
dönüşüm süreci, Cumhuriyet dönemine kadar devam etmiş, Cumhuriyetle birlikte daha köklü bir değişim projesi uygulanmaya başlanmıştır. Bu dönemde, geleneksel yapı ve kurumlar kaldırılmış, bunun yerine batı tarzı yapı ve kurumların yerleştirilmesi daha devrimci bir tarzda gerçekleştirilmiştir. Yaşanan bu genel çizgi kapsamında yer alan bir gelişme de demokratikleşme/demokrasiye geçiş sürecidir. Cumhuriyetin ilk döneminde,  milli egemenlik ilkesinin siyasal sistemin temeline yerleştirilmesi radikal bir değişiklik olmakla birlikte, çok partili bir siyasal hayatın uygulanması mümkün olmamıştır.

II. Meşrutiyet döneminde bir müddet devam eden çok partili siyasi hayat süreci,
Cumhuriyetin kurulmasına müteakip, tek partinin hüküm sürdüğü 1923-1930 yılları arasında iki muhalefet girişimi (Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Cumhuriyet Fırkası) ile yeniden oluşturulmak istenmiş, ancak dönemin siyasi koşulları bu teşebbüslerin kalıcı olmasına izin vermemiştir. Bunlardan, Cumhuriyet dönemindeki ilk çok partili hayat girişimi olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Şeyh Sait İsyanı bahane edilerek kapatılmıştır. İkinci çok partili hayat denemesi olan Serbest Fırka deneyimi de kısa süreli olmuş ve partinin kurucusu Rauf Orbay partiyi feshetmiştir. Bu muhalefet girişimlerinden sonra, ülke 1945 yılına gelene kadar tek partinin merkeziyetçi ve baskıcı yönetim anlayışıyla idare edilmiştir.

Bu arada, uluslararası konjonktür değerlendirildiğinde, II. Dünya Savaşı ve sonuçlarının etkileri de dikkati çekmektedir. Bu süreçte, II. Dünya Savaşı’nı demokrasi cephesi olarak ifade edilen ülkelerin kazanması ile birlikte, otoriter tek parti sistemleriyle yönetilen rejimler değer kaybetmiştir. Savaş sonrasında oluşturulan yenidünya düzenine uyum sağlayabilmek, Birleşmiş Milletlere kurucu üye olabilmek, batıdan askeri ve ekonomik yardım alabilmek ve kendisine yöneltilen Sovyet tehdidine karşı durabilmek amacıyla, Türkiye’nin batıya yaklaştığı görülmektedir. Bütün bu dış faktörlerin, Türkiye’de otoriter
tek parti yönetiminden vazgeçilerek, demokratik hayata geçilmesi ihtiyacını ortaya
çıkardığı söylenilebilir.

Yukarıda bahsedilen dış faktörlerin de etkisiyle Türkiye’de çok partili siyasi hayatın yolu açılmıştır. CHP içinden çıkan bir muhalif grup tarihe “Dörtlü Takrir” olarak geçecek olan bir önergeyi parti grubuna vererek, partiden ipleri koparmış, önergeyi veren milletvekilleri partiden ihraç edilmiştir. Bu gelişme, 7 Ocak 1946’da Demokrat Parti’nin kurulmasıyla sonuçlanmıştır. Demokrat Partinin kurulmasından önce Milli Kalkınma Partisi (5 Eylül 1945) kurulmuştu ve siyasal süreçte yer almasına dönemin yönetimince izin verilmişti.

Demokrat Parti, kalıcı, kurumsallaşan ve etki gücü yüksek bir muhalefet partisi olduğu için, Türk siyasi literatüründe gerçek anlamda çok partili hayata geçiş, bu partinin siyasi hayata girmesiyle başlatılmaktadır.
Çok partili hayata geçişte Milli Şef İnönü’nün etkili bir rol oynadığı da söylenilebilir. Bu dönemde, hem iç hem dış şartları iyi okuduğu söylenebilecek olan İnönü’nün ileri görüşlü devlet adamlılığı vasfını ön plana çıkararak, aslında çok partili demokratik hayata geçişe çok da taraftar olmamasına rağmen, bu yöndeki gidişatı engellemediği ifade edilebilir. İç faktörlerin, çok partili hayata geçiş için etkili olduğu asıl belirleyici olanın ise, dış aktörlerdeki değişim olduğu altı çizilmesi gereken bir husustur. Tanzimat döneminden bu yana gerçekleştirilen hemen tüm değişim ve dönüşüm hareketleri, dış dünyadaki gelişmeler dikkate alınarak yapılmıştır. Çok partili döneme geçişin de bu çerçevede değerlendirilmesi
gerektiği söylenilebilir. Çalışma sonucunda ortaya çıkan temel sonuç, siyasal iktidarın meşruiyetinin aşınması ve uluslararası konjonktürün etkisiyle Türkiye’de çok partili siyasi hayata geçildiğinin tespitidir.

Çok partili hayata geçilmesi ile birlikte, Türk demokrasisinin önündeki engellerin tam anlamıyla ortadan kaldırıldığı söylenemez. Çok partili hayata geçildikten sonra, demokrasisinin bir türlü kurumsallaşamaması, Türk siyasal hayatının en önemli sorunu olarak öne çıkmaktadır. Bu durumun en önemli sebebi, demokratik gelişmede, içeriden gelen demokratik taleplerin değil, yukarıda ifade edildiği gibi dış koşulların büyük oranda etkili olması gösterilebilir. 

Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçişte Etkili Olan Dış Faktörlerin Değerlendirilmesi
Demokrasinin içselleştirilememesi ve kurumsallaşamaması sorununa yönelik olarak, katılımcı ve müzakereci demokrasi anlayışının tam anlamıyla hayata geçirilmesi, sivil toplum ve sivil toplum kuruluşlarına gereken önem verilerek, halkın yönetim sürecine aktif katılımının sağlanmasıyla çözüm üretilebileceği, atılacak bu adımların ülkede olumlu yönde bir siyasal gelişme sağlayabileceği vurgulanması gereken önemli bir hususlardır.

KAYNAKÇA

AHMAD, F. (1994), Demokrasi Sürecinde Türkiye, Hil Yayınları, İstanbul.
AHMAD, F. ve AHMAD, B. T. (1976), Türkiye’de Çok Partili Politikanın Açıklamalı
Kronolojisi, 1945-1971, Bilgi Yayınevi, İstanbul.
AKANDERE, O. (1998), Milli Şef Dönemi, Çok Partili Hayata Geçişte Rol Oynayan İç ve
Dış Tesirler, 1938-1945, İz Yayıncılık, İstanbul.
AKINCI, A. (2014), “Türkiye’nin Darbe Geleneği: 1960 ve 1971 Müdahaleleri”, Eskişehir
Osmangazi Üniversitesi İİBF Dergisi, 9(1): 55- 72
AKINCI, A. ve USTA, S. (2015), "Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçişte Etkili Olan İç
Faktörlerin Analizi", KMÜ Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi 17 (29): 41- 52.
APUHAN, R. Ş. (2007), 27 Mayıstan Yassıada Mahkemelerine Menderes, Resmi Tarihi
Değiştirecek Gerçekler, Timaş Yayınları, İstanbul.
ÇUFALI, M. (2005), “Çok Partili Hayata Geçiş Dönemi: 1945–1950”, (Ed.) KÜÇÜK,
A., BAKAN, S. ve KARADAĞ, A., 21. Yüzyılın Eşiğinde Türkiye’de Siyasal
Hayat, I. Cilt, Aktüel Yayınları, İstanbul.
DURSUN D. (2001), 27 Mayıs Darbesi, Hatıralar, Gözlemler ve Düşünceler, Şehir
Yayınları, İstanbul.
DURSUN, D. (1999), Demokratikleşemeyen Türkiye, İşaret Yayınları, İstanbul.
DURSUN, D. (2000), Ertesi Gün, Demokrasi Krizlerinde Basın ve Aydınlar, İşaret Yayınları, İstanbul.
DURSUN, D. (2005), “Demokratikleşemeyen Cumhuriyet”, (Ed.) KÜÇÜK, A., BAKAN,
S. ve KARADAĞ, A., 21. Yüzyılın Eşiğinde Türkiye’de Siyasal Hayat, I. Cilt, Aktüel Yayınları, İstanbul.
DURSUN, D. (2007), “Türkiye’nin Dönüşüm Süreci, Dinamikleri ve Genel Özellikleri”,
(Ed.) DURSUN, D., DURAN, B. ve AL, H., Dönüşüm Sürecindeki Türkiye, Aktörler, Alanlar, Sorunlar, 
Alfa Yayınları, İstanbul.
EKİNCİ, N. (1997), Türkiye’de Çok Partili Düzene Geçişte Dış Etkenler, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul.
ERDOĞAN, M. (2003), Türkiye’de Anayasalar ve Siyaset, Liberte Yayınları, Ankara.
EROĞLU, C. (2003), “Çok Partili Düzenin Kuruluşu: 1945-71, (Der.) SCHIK, I. C. ve
TONAK, E. A., Geçiş Sürecinde Türkiye, Belge Yayınları, İstanbul.
GÜNGÖR, Süleyman (2010), “14 Mayıs 1950 Seçimleri ve CHP’de Bunalım”, SDÜ Fen
Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 21, 193-208.
GÜRKAN, N. (1998), Türkiye’de Demokrasiye Geçişte Basın, 1945-1950, İletişim Yayınları, İstanbul.
HUNTINGTON, S. P. (1996), Üçüncü Dalga Yirminci Yüzyıl Sonlarında Demokratlaşma,
(Çev.) ÖZBUDUN, E., Yetkin Yayınları, Ankara.
HUNTİNGTON, S. P. (1999). “Üçüncü Demokrasi Dalgası”, (Çev.) YALÇIN, E. ve
YAYLA, A., (Ed.) YAYLA, A., Sosyal ve Siyasal Teori Seçme Yazılar, Siyasal
Kitabevi, Ankara.
İNCİOĞLU, N. K. (2007), “Türkiye’de Çok Partili Sisteme Geçiş ve Demokrasi Sorunları,
(Ed.) KALAYCIOĞLU, E. ve SARIBAY, A. Y., Türkiye’de Politik Değişim ve
Modernleşme, Alfa Yayınları, İstanbul.
KAÇMAZOĞLU, H. B. (1988), Demokrat Parti Dönemi Toplumsal Tartışmaları, Birey
Yayıncılık, İstanbul.
KARADAĞ, A. (2005), “Türkiye’de Demokratikleşme ve Demokratik Sistem”, (Ed.)
KÜÇÜK, A., BAKAN, S. ve KARADAĞ, A., 21. Yüzyılın Eşiğinde Türkiye’de
Siyasal Hayat, Cilt: 1, Aktüel Yayınları, İstanbul.
KARAÖMERLİOĞLU, M. A. (1998), “Bir Tepeden Reform Denemesi, Çiftçiyi
Topraklandırma Kanunun Hikâyesi”, Birikim Dergisi, S:107: 31-47.
KARATEPE, Ş. (2001), Tek Parti Dönemi, İz Yayıncılık, İstanbul.
KOCACIK, F. (2002), “Demokrasiye Geçiş Sürecinde 1946-50 Seçimleri”, Yeni Türkiye
Dergisi, Y:8, S:44: 532-536.
KONGAR, E. (1999), 21. Yüzyılda Türkiye, Remzi Kitabevi, İstanbul.
ÖZBUDUN, E. (1993), Demokrasiye Geçiş Sürecinde Anayasa Yapımı, Bilgi Yayınevi, Ankara.
SARIBAY, A. Y. (2001), Türkiye’de Demokrasi ve Politik Partiler, Alfa Yayınları, İstanbul.
SERTKAYA, İ. (2007), Demokrasi Şehidi Adnan Menderes, Yağmur Yayınları, İstanbul.
SHAW, S. J. ve SHAW, E. K. (1994), Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, (Çev.)
HARMANCI, M., E Yayınları, İstanbul.
SOYSAL, İ. (1983), Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları, 1920-1945, 1. Cilt, Türk Tarih Kurumu, Ankara.
SOYSAL, İ. (1997), Soğuk Savaş Dönemi ve Türkiye Olaylar Kronolojisi (1945-1975), İsis Yayınları, İstanbul.
SÖNMEZOĞLU, F. (1994), “II. Dünya Savaşı Döneminde Türkiye’nin Dış Politikası:
Tarafsızlıktan NATO’ya”, (Der.) SÖNMEZOĞLU, F., Türk Dış Politikasının Analizi, Der Yayınları, İstanbul.
TİMUR, T. (2003), Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçiş, İmge Yayınevi, Ankara.
TUNA, S. (2007), “Cumhuriyet Ekonomisinin İlk Devalüasyonu: 7 Eylül 1946”, Akdeniz
İ.İ.B.F. Dergisi, 7(13): 86-121.
TUNÇAY, M. (1989), Türkiye Tarihi-4-Çağdaş Türkiye 1908-1980, Cem Yayınevi, İstanbul.
TURAN, Ş. (2003), İsmet İnönü, Yaşamı, Dönemi ve Kişiliği, Bilgi Yayınevi, Ankara.
ZÜRCHER, E. J. (2007), Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, (Çev.) SANER GÖNEN, Y., İletişim Yayınları, İstanbul.

https://iibfdergi.sdu.edu.tr/assets/uploads/sites/352/files/yil-2016-cilt-21-sayi-1-yazi16-10032016.pdf

***

TÜRKİYE’DE ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞTE ETKİLİ OLAN DIŞ FAKTÖRLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ. BÖLÜM 3

TÜRKİYE’DE ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞTE ETKİLİ OLAN DIŞ FAKTÖRLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ. BÖLÜM 3


Çok Partili Hayata Geçiş, Süreç, Dış Faktörler, Milli Şef Dönemi,Abdulvahap AKINCI, Sefa USTA,Türk Siyasal Hayatı, Türk Dış Politikası, Türk
Demokrasisi, Dörtlü Takrir,Varlık Vergisi,

3.4. ABD ile Ekonomik İlişkilerin Artırılması: 

Truman Doktrini ve Marshall Planı.,

Truman Doktrini ve Marshall Planı, Sovyetler Birliği’nin yayılmacı politikasına yönelik hazırlanmıştır (Ekinci, 1997:343-344). ABD, yerle bir olmuş ve henüz Sovyetler Birliği’nin kontrolüne girmemiş ülkelere ekonomik destek vererek, bu ülkelerin tekrar toparlanmasını istemekteydi. Aksi takdirde bu ülkelerde de komünizm yayılabilir ve liberal demokrasi ile yönetilen ülkelerin sayısı çok azalırdı.
Dönemin ABD Dışişleri Bakan Yardımcısının, “Amerikan yardımlarının hedefinin bu
memleketlerde demokrasiyi yerleştirmek olduğu” sözleri, demokrasiye geçişe verilen önemi ortaya çıkarmış, İnönü de o dönemde batılı devlet adamlarıyla yapmış olduğu görüşmelerde demokrasiye verdiği önemi vurgulamıştır. Adnan Menderes ise o dönemde yapmış olduğu konuşmalarda, “hiçbir memleketin dünyada meydana gelen olaylar ve hâkim olan fikir cereyanlarının etkisinden uzak olamayacağını, Türkiye’de de bu tesirin etkisini göstermeye başladığı” (Çufalı, 2005:404-405) sözleriyle çok partili demokratik düzenin önemine vurgu yapmıştır.
7 Mayıs 1946 tarihinde, Türkiye ile Amerika arasında, ABD’nin Türkiye’ye yaptığı
yardımlardan doğan borçların silinmesine dair bir anlaşma imzalanmıştır (Soysal, 1997: 23). 

Yine aynı yıl ABD’den 50 milyon dolarlık kredi alınmış, 1947 yılında ise ABD
Truman Doktrini kapsamında SSCB tehlikesini göz önünde tutarak, Türkiye ile
Yunanistan’a 400 milyon dolarlık bir yardım öngörmüştür (Tuna, 2007: 91). 12 Mart 1947 tarihinde, ABD meclisinde Truman Doktrininin yürütülebilmesi için, Türkiye’nin Amerikan kamuoyunu demokratik bir yönetime gittiği yönünde ikna etmesi gerektiği görüşü dile getirilmiştir. Truman doktrini 22 Mayıs 1947’de yürürlüğe girmiş ve 12 Temmuz 1947 yılında ise anlaşma imzalanmıştır (Eroğlu, 2003:118). Türkiye 1947 ve 1949 yılları arasında ABD’den yaklaşık 150 milyon dolarlık yardım almıştır (Tuna, 2007: 91). Dönemin şartları içerisinde değerlendirildiğinde, II. Dünya Savaşı’na fiili olarak girmediği halde, Türkiye’nin ekonomik olarak çok kötü bir duruma düşmüş olması sebebiyle, ülke
ekonomisinin toparlanabilmesi için ABD yardımlarına ihtiyaç duyulduğu yönünde
çıkarımda bulunulması mümkündür.

Truman Doktrini’nin dışında, ABD tarafından Sovyet tehlikesini önlemek ve Avrupa’nın imarını sağlamak hedefiyle bir yardım programı çerçevesinde Haziran 1947’de Marshall Planı hazırlanmıştır. Bu planın amacı; Avrupalıların toparlanmaları na yardımcı olmak, Amerikan sanayi için ihracat pazarlarını korumak ve komünizme neden olan yoksulluğu kaldırmaktır (Zürcher, 2007:304). Türkiye bu yardımdan yararlanmak istemiş, ancak Türkiye’nin savaşta tahrip olmadığı gerekçesiyle ABD buna yaklaşmamıştır (Tuna, 2007: 92).

Daha sonraki süreçte, Amerika’nın askeri ve siyasi desteğinden yararlanmak için, ABD’nin çok önem verdiği demokrasi ve serbest girişim gibi ilkelere uymanın Türkiye için yararlı olacağını düşünen hükümet, buna göre düzenlemelere gitmiştir (Zürcher, 2007:304). 

Bu  olaylar üzerine, 4 Temmuz 1948’de “Türkiye-ABD Ekonomik İşbirliği Anlaşması” imzalanmış ve Marshall Planı yardımları başlamıştır. Türkiye, 1948–1952 yılları arasında 352 milyon dolarlık yardım almıştır (Tuna, 2007 92).
Truman Doktrini, Marshall Planı ve Türkiye’nin Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütüne
alınması, Türkiye ile Amerika arasındaki siyasi ve ekonomik ilişkileri yakın boyutlara taşımış (Shaw ve Shaw, 1994:473) bu şekilde ABD ile olan mesafe aşamalı olarak ortadan kalkmıştır. Bütün bu faktörler, Türkiye’de tek partili yönetime dayalı sistemden vazgeçilerek, demokratik hayata geçilmesi ihtiyacını ortaya çıkarmıştır.

4. TÜRKİYE’DE ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞ SÜRECİ

1939 yılında, CHP’nin 5. Büyük Kurultayında devlet-parti arasındaki bağlar gevşetilerek, mecliste, “sadık muhalefet rolü oynaması” için tüzük değişikliğine gidilerek, “müstakil grup” adıyla Halk Partisinden bağımsız olarak hareket edecek bir grup kurulmuştu (Ahmad, 1976: 21; İncioğlu, 2007: 266). 

Bu grup, parti başkanlığına bağlı olarak çalışacak, partinin faaliyetlerini eleştirebilecekti. Ancak bu grubun, parti grubundaki görüşme ve eylemlere
katılmasına izin verilmemiş ve grup iktidarı etkileyecek ölçüde muhalefet gücü gösterememiştir  (Karatepe, 2001: 93-94).

1 Ocak 1945’de meclise gelen Çiftçiyi Topraklandırma Kanun Tasarısı sırasında uzun ve sert tartışmalar olmuş (Karaömerlioğlu, 1998: 34), yasa tasarısı 11 Haziran’da kabul edilmiştir. CHP içinde parti içi muhalefetin ilk önemli çıkışı da toprak reformu yasa tasarısı ve bütçenin mecliste görüşülmesi sırasında olmuştur (Ahmad, 1994: 24; Erdoğan, 2003:73).

Celal Bayar, Refik Koraltan, Adnan Menderes ve Fuat Köprülü 29 Mayıs 1945’de bütçe için red oyu kullanmışlar ve ardından CHP meclis grubuna “Anayasaya uygun olarak çoğulcu demokratik bir sisteme geçilmesini öneren” bir önerge vermişlerdir (Erdoğan, 2003: 73). 
Bu önergede, milli egemenlik ilkesinin uygulanması, parti işleyişinin demokrasinin temel ilkelerine göre yürütülmesi istenmiştir. 
7 Haziran 1945’de verilen Türk Demokrasi tarihine, “Dörtlü Takrir” olarak geçen bu önerge meclis grubu tarafından, önerinin grubun yetkisi dışında olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir (Ahmad, 1994: 26).
Önerge sahipleri bu dönemde ayrı bir parti kurmaktan çok, parti ve meclis içindeki
hoşnutsuzluğu dile getirmişler, hatta İnönü “Bunu parti içinde yapmasınlar, ayrı bir parti olarak mücadele etsinler (İncioğlu, 2007:270), Türkiye için çok partili sisteme geçmek zamanı gelmiştir, ikinci partinin Celal Bayar ve arkadaşları tarafından kurulması iyi olacaktır” (Timur, 2003: 18) sözlerini kullanarak muhalefetin önünü açmıştı.
Önergenin reddi üzerine, Menderes ve Köprülü, Tan ve Vatan gazetelerinde yazdıkları yazılarla partiyi eleştirmeye başlamışlar, bu durum parti disiplinini bozma olarak değerlendirilerek, parti divanı tarafından Menderes ve Köprülü partiden ihraç edilmiştir. Bu olayın parti tüzüğüne aykırı olduğunu belirterek, bir basın bildirisiyle tepki gösterdiği için Refik Koraltan da partiden çıkartılmıştır. Bu durumu protesto eden Celal Bayar ise hem milletvekilliğinden hem de partiden istifa etmiştir (Sarıbay, 2001: 52-53).

19 Mayıs 1945’de İnönü, “Cumhuriyetle kurulan halk idaresinin ilerlemeye devam edeceği ve savaş döneminin ortaya çıkardığı darlıklar ortadan kalkınca, ülkede siyaset ve fikir hayatında demokrasi prensiplerinin hüküm süreceğini” vurgulamıştı (Timur, 2003: 17-20).

Halk Partisi içinde bu gelişmeler olurken, 5 Eylül 1945’de işadamı Nuri Demirağ
tarafından muhalif parti olarak Milli Kalkınma Partisi kurulmuştu (Erdoğan, 2003:74). 
     Ancak 1 Kasım 1945’de meclis açılış konuşmasında İnönü, bu partiyi yok sayıp, Türk siyasi sisteminin eksiğinin muhalif bir parti olduğunu söyleyerek, Bayar ve arkadaşlarını muhalefet partisi halinde örgütlenmeye davet etmiştir. Bundan bir ay sonra Celal Bayar parti kuracaklarını açıklamıştır. Partinin kuruluşunda önce, Bayar, İnönü ile görüşerek parti programı hakkında bilgi vermiştir (Karatepe, 2001: 99).

Bu gelişmeler, 7 Ocak 1946’da Bayar’ın liderliğinde DP’nin resmen kurulmasıyla
sonuçlanmıştı (Erdoğan, 2003: 73). Muvazaa iddiasıyla kurulan DP kısa zamanda geniş halk kesiminin ilgisini çekmeye başlamıştı (Karatepe, 2001:100).
Bu durumu gören CHP, bu geçiş döneminde, kendi örgüt yapısında ve ideolojisinde
değişikliklere giderek, genel olarak siyasal sistemde liberalleşme adımları atmıştı (Erdoğan, 2003: 75). 

CHP, 10 Mayıs 1946 tarihindeki olağanüstü kurultayda aldığı kararlarla
dönüşüm ve değişimin yolunu açmıştı. Bu kurultayda alınan kararlar şu şekilde sıralanabilir
(Dursun, 2007: 30):
_ Sınıf esasına dayalı dernek veya siyasi parti kurulmasına izin verilmesi,
_ Tek dereceli seçim sistemine geçilmesi,
_ Parti başkanının değişmezliğinin kaldırılıp, şef yerine genel başkanın kullanılması
_ Mecliste müstakil grubun kaldırılması gibi kararların alınması kurultayda değişim ve dönüşüm yolunda atılan önemli adımlar olmuştur.

Bu doğrultuda, Basın Kanunu’nda değişikliklere gidilmiş, üniversitelere özerklik tanınmış, tek dereceli seçime geçilmesini öngören seçim kanunu çıkarılmıştır (Erdoğan, 2003:75).
CHP, Demokrat Partinin teşkilatlanmasına ve seçimlere hazırlanmasına imkân vermeden, 1947 yılında yapılacak genel seçimleri, erken seçim kararı alarak bir yıl öne almıştı. 21 Temmuz 1946’da yapılan seçimlere CHP, DP ve Milli Kalkınma Partisi katılmıştır.
Seçimlerde, CHP 395 ve DP ise 62 sandalye kazanmıştı. 1946 seçimleri, sonuçları
bakımından Türk siyasi hayatı açısından önemli bir gelişmedir. Zira Birinci Meclisten bu yana, mecliste hiçbir zaman muhalefet milletvekilleri yer almamıştı. DP’nin mecliste temsil edilmesi muhalefetin meşruiyet zeminine oturmasını sağlamıştı. Diğer yandan, bu seçimler açık oy, gizli sayım esasına göre yapılıp, adli denetim yerine idari denetim uygulandığı için, seçimin sonuçları üzerine uzun süreli tartışmalar olmuştur (Dursun, 1999: 47; Timur, 2003: 54).

DP’nin başarısından rahatsız olan İnönü, hükümeti kurma görevini otoriter eğilimlere sahip ve muhalefete karşı sert tutumları olan Recep Peker’e vermişti. Bu durum, çok partili düzene geçme amacıyla çelişmişti. Peker döneminde, baskı yöntemleri tekrar uygulanmaya başlamış ve basına yasaklar getirilmişti. Peker’in uyguladığı politikaları DP’liler sürekli eleştirerek hükümeti zor durumda bırakmıştı (Karatepe, 2001:101). 

Buradan yola çıkarak, aslında CHP’nin herhangi bir muhalif partinin güçlenerek kendilerine alternatif oluşturmasını istemediği sonucuna ulaşılabilir.

***

TÜRKİYE’DE ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞTE ETKİLİ OLAN DIŞ FAKTÖRLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ. BÖLÜM 2

TÜRKİYE’DE ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞTE ETKİLİ OLAN DIŞ FAKTÖRLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ. BÖLÜM 2


Çok Partili Hayata Geçiş, Süreç, Dış Faktörler, Milli Şef Dönemi,Abdulvahap AKINCI, Sefa USTA,Türk Siyasal Hayatı, Türk Dış Politikası, Türk
Demokrasisi, Dörtlü Takrir,Varlık Vergisi,


Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçişte Etkili Olan Dış Faktörlerin Değerlendirilmesi

3.1. İkinci Dünya Savaşının Etkisi ve İzlenen Tarafsızlık Politikası

İkinci Dünya Savaşı, 1 Eylül 1939 yılında Almanya’nın Polonya’ya saldırmasıyla
başlamıştır. 3 Eylül’de İngiltere ve Fransa, Almanya’ya savaş açmıştır (Soysal, 1983:668). Savaş kısa zamanda geniş bir coğrafyaya yayılmıştır.
İkinci Dünya Savaşı’nda stratejik ve jeopolitik önemi sebebiyle, müttefik ve mihver devletler tarafından, kendi yanlarında savaşa girmesi için Türkiye yoğun baskılara maruz bırakılmıştır. Ancak, Türkiye hem toprak bütünlüğünü korumak hem de bağımsızlığından taviz vermemek amacıyla tarafsızlık politikası izlemiştir (Akandere, 1998:269). Türkiye, II. Dünya Savaşı sırasında, tarafsızlık stratejisini kullanarak, savaş dışı kalma amacına ulaşmıştır (Sönmezoğlu, 1994: 83). Savaşa girmede isteksiz davranılmasında, I. Dünya Savaşı'nın olumsuz sonuçlarının etkili olduğu söylenilebilir.

İngiliz hükümeti ve Churchill sürekli olarak, Türkiye’nin savaşa katılmasını istemiş, 1943 yılının Aralık ayında, Roosevelt ve Churchill’in Kahire’de buluşmasında ve 1944 yılındaki, İkinci Kahire Konferansı’nda bu husus vurgulanmıştır. Amerika ise, İngiltere’ye göre daha esnek davranmış, Türkiye’nin savaşa katılması noktasında çok ısrarcı olmamıştır  (Soysal, 1983:674: Sönmezoğlu, 1994: 85; Timur, 2003:53-54).

Türkiye savaşın ilk üç yılında dış ilişkilerinde denge politikası izlemiş, hem İngiliz
İttifakına sadık kalmayı sürdürmüş hem de Almanya ile ilişkilerini güçlendirmiştir. 19 Ekim 1939’da İngiltere ve Fransa ile imzalanan Üçlü İttifak Antlaşması (Akandere, 1998: 273); 1941’de Almanya ile Saldırmazlık Paktı imzalanması (Sönmezoğlu, 1994: 83) bu durumun bir göstergesidir. Türkiye bu süreçte Almanya ile ilişkilerini sıcak tutarak, 1943 ve 1944 yıllarında Almanya ile ticari anlaşmalar imzalamıştır (Timur, 2003: 54).
Daha sonraki süreçte, İngiltere ve ABD Türkiye’ye verdikleri bir nota ile Almanya’ya yapılan krom sevkiyatı nın durdurulmasını istemişlerdir (Akandere, 1998:301). Bu durum karşısında 1941–43 yılları arasında, savaşta üstünlüğü elinde tutan Almanya ile sıkı ilişkiler içinde olan Türkiye (İncioğlu, 2007: 258), 21 Mart 1944 tarihinde, Almanya’ya yapılan ve stratejik önem taşıyan krom ihracatını durdurmuş (Turan, 2003:255), boğazlardan geçen Alman gemilerine sıkı bir denetim uygulamıştır (Sönmezoğlu, 1994: 85).

Diğer taraftan, İngiltere ve ABD, Türkiye’den Almanya ile ekonomik ve diplomatik
ilişkilerini kesmelerini istemiş (Akandere, 1998: 305), bu durum CHP meclis grubunda ele alınmış ve 2 Ağustos 1944’de Almanya ile diplomatik ilişkiler, 6 Ocak 1945'de ise Japonya ile siyasi ve ticari ilişkiler kesilmiştir. (Soysal, 1983:674-675). Dönemin şartları içinde değerlendirildiğinde, savaşın kaybedenlerinin belli olması, Türkiye’yi bu adımları atmaya zorlamıştır şeklinde bir çıkarımda bulunulabilir.
İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle, Almanya, İtalya ve Japonya’da faşist yönetimler yıkılmış, otoriter ve totaliter akımların çekiciliği kaybolmuştur (Erdoğan, 2003: 72). 
Bu durum, tüm dünyada tek partili diktatörlük yönetimine dayanan siyasal sistemlerin gözden düşmesine ve serbest seçime dayanan liberal demokrasilerin canlanmasına yol açmıştır (Tunçay, 1989:138).

Bununla birlikte, savaşı ABD ve İngiltere gibi demokratik cepheyi oluşturan müttefiklerin kazanması ile birlikte, Türkiye yeni bir yol ayrımına girmiş ve bu durum ülkedeki siyasal rejimin yeniden gözden geçirilmesi ihtiyacını doğurmuştur (Dursun, 2000: 15). Türkiye savaştan sonra ya tek parti rejimini koruyacak ya da çok partili demokratik düzene geçecekti (Dursun, 2007: 29). II. Dünya Savaşı sırasında tarafsızlık politikası izleyen Türkiye, savaş sonrası ortaya çıkan iki kutuplu dünyada batı bloku içinde yer alarak tercihini yapmıştır (Sönmezoğlu, 1994: 83). 

İkinci Dünya Savaşı sonrasında, uluslararası ortamda en geçerli rejimin liberal demokrasiler olması, BM Anayasasının ortaya koyduğu temel ilkelerin, devletlerin demokrasiye geçmelerini zorunlu kılması, Türkiye’nin çok partili hayata geçişini hızlandırmıştır (Akandere, 1998:344). 
Tüm bu gelişmelerin yeni dünya düzenine uyum çabaları olarak değerlendirilmesi mümkündür.

3.2. Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin İmzalanması ve Birleşmiş Milletlere Üyelik Süreci

4-11 Şubat 1945 tarihleri arasında savaş sonrası kurulacak, yenidünya düzeninin ilkelerini belirlemek amacıyla Kırım’ın Yalta şehrinde Yalta Konferansı düzenlenmiştir (Ekinci, 1997:251-252). Yalta Konferansı sonrasında Avrupa’da demokratik yönetimlerin oluşturulacağına dair “Kurtarılmış Avrupa Demeci” yayınlanmıştı (Çufalı, 2005:402). Bir kısım ülkeler savaşı kaybettikten sonra galip devletler tarafından demokratikleştirilirken, içlerinde Türkiye’nin de bulunduğu bir grup devlet de sırf demokratik blok savaşı kazandığı için kendilerini demokratikleşmeye mecbur hissetmişlerdir (Dursun, 2005:178-179;
Huntington, 2007: 42; Karadağ, 2005:316). Kazananlarla birlikte olmanın ve onların değerlerini paylaşmanın Batılı devletler tarafından kabul görmede etkili olacağı düşüncesiyle hareket edildiği de vurgulanması gereken bir husustur (Akıncı, 2014:57). Bu konferansta 8 Şubat 1945 günü, o güne kadar Almanya’ya savaş ilan etmiş devletlerin San Francisco Konferansı’na katılabilecekleri belirtilmiştir. Türkiye’nin de 1 Mart 1945’e kadar Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etmesi durumunda, San Francisco Konferansı’na katılabileceği kararlaştırılmıştır. Türkiye, İngiliz Hükümeti tarafından, kendilerine verilen
bu notayı mecliste görüşerek karara bağlamıştır (Akandere, 1998:309-311; Soysal, 1983:675-676).
Daha sonra Yalta Konferansı kararları uyarınca (Sönmezoğlu, 1994:82), savaşın son günlerinde 23 Şubat 1945 tarihinde Türkiye, Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etmiştir (Ahmad ve Ahmad; 1976:12). Savaş ilanı verildiği günün ertesi günü, ABD ile “Ödünç Verme ve Kiralama Antlaşması” imzalanmıştır (Dursun, 1999:36). Ayrıca, Almanya ve Japonya’ya yapılan savaş ilanı Türkiye’nin San Francisco Konferansı’na katılmasını sağlamış ve bu sayede, Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Beyannamesi’ni imzalama hakkı doğmuştur. Bu durum Türkiye’yi batı dünyasına ve özellikle ABD’ye daha da yaklaştırmıştır (Erdoğan, 2003: 72). 5 Mart 1945’de müttefik devletler, Türkiye’yi San Francisco toplantısına resmen davet etmişlerdir (Akandere, 1998:314).

İkinci Dünya Savaşını Almanya ve İtalya gibi totaliter tek partili rejimlere sahip ülkelerin başlatmış olması sebebiyle, otoriter ve totaliter rejimlere karşı şiddetli bir tepki dile getirilmiştir. Bu eleştirilerden milli şefin hâkim olduğu tek partili bir siyasal rejime sahip olan Türkiye de nasibini almış, savaş sonrası, İngiliz yayın organları, Türkiye’yi eleştiren yayınlar yapmışlardır (Akandere, 1998:337-338).
Bu tepkiler karşısında, Yalta Konferansı sonrası, San Francisco’ya çağrılan Türkiye’de bu konferanstan önce bir dizi değişikliklere gidilmiştir. Tan, Vatan, Tasvir-i Efkâr gazetelerine yayın izni verilmiş, Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak 1944’de emekliye ayrılarak, silahlı kuvvetler üzerinde sivil denetim yetkisi kurulmak istenmiştir (Çufalı, 2005:402- 403). 

Bu konferansa giden Türk heyetinde yer alan Feridun Erkin’in ifadelerine göre,
İnönü, Amerikalıların sorması halinde, “en kısa zamanda demokrasiye geçileceği nin” söylenmesi talimatını vermiştir (Karatepe, 2001: 95). Söz konusu beyan dahi Türkiye’nin demokrasiye geçişinde dış faktörlerin belirleyici rolünü ortaya koymaktadır.
Bu arada, Türkiye’yi Dışişleri Bakanı, Hasan Saka’nın başkanlığında bir heyetin temsil ettiği San Francisco Konferansı 25 Nisan 1945’de toplanmıştır. 
Hasan Saka bu konferansta Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçişte Etkili Olan Dış Faktörlerin Değerlendirilmesi “Savaştan sonra her türlü demokratik akımların gelişmesine izin verileceğini” vurgulamıştır (Çufalı, 2005:403). Saka, Reuters Ajansına verdiği demeçle, “Cumhuriyet rejiminin modern demokrasi yolu üzerinde azimle gelişeceğini” ifade ederek, Türkiye’nin yeni bir yola girdiğinin işaretlerini vermiştir (Dursun, 2001: 13). Bununla birlikte, 19 Mayıs 1945 tarihli konuşmasında İnönü, “Cumhuriyetle kurulan halk idaresinin, gelişmeye devam
edeceği ve savaş bittikten sonra, Türkiye’nin siyaset ve fikir hayatında demokrasi
prensiplerinin hüküm süreceğini” açıklamıştır (Dursun, 1999: 37).
Bütün bu açıklamalar ve girişimler sonucunda, 26 Haziran 1945’de Türkiye, diğer
devletlerle birlikte Birleşmiş Milletler Antlaşmasını onaylamış, bu antlaşma 15 Ağustos 1945 tarihinde TBMM tarafından kabul edilmiştir (Akandere, 1998: 336-337). 

Birleşmiş Milletler Yasası 24 Ekim 1945 tarihinde yürürlüğe girmiştir (Soysal, 1983:677).
Türkiye Birleşmiş Milletler Anayasası’nı onaylayarak, çok partili demokrasiye geçmeyi kabul etmiştir. Menderes, mecliste yapmış olduğu konuşmada bunu şu şekilde dile getirmiştir: “Birleşmiş Milletler Sözleşmesini kabul eden ülkelerin demokrasi prensiplerine uygun olarak vatandaşlarının özgürlüklerinin ve siyasi haklarının saklı tutulmasını taahhüt ettiklerini kabul etmişlerdir…” diyerek çok partili demokratik hayata geçişin gerekli olduğunu vurgulamıştır (Akandere, 1998:343-344). Buradan yola çıkılarak, Türkiye'de çok partili hayata geçişin, oluşturulan yenidünya düzeninde yer alabilmek için bir zorunluluk olarak görüldüğü yönünde bir değerlendirmede bulunulabilir.

3.3. Sovyetler Birliği Tehdidi: SSCB'nin Türkiye’den Toprak ve Üs Talebinde Bulunması

Çok partili hayata geçiş sürecini hızlandıran en önemli dış etkenlerden birisi de, SSCB ile Türkiye’nin dış ilişkilerinin bozulmasıdır (Karatepe, 2001: 95). Sovyetler Birliği ile yakın ilişkiler 1920’li ve 1930’lu yıllarda Türk dış siyasetinin önemli köşe taşlarından birisi olmuştur (Zürcher, 2007:302). SSCB ile Türkiye arasında 1921 Moskova Antlaşması ile başlayan, 1925 Antlaşmasıyla yenilenen ikili ilişkiler, 1939’da SSCB’nin boğazlara ilişkin bazı istekleri nedeniyle bozulmuştur (Sönmezoğlu, 1994: 85). Sovyetler Birliği ile olan iyi ilişkiler dolayısıyla Türkiye, dengeli bir dış politika izlemek ve ondan faydalanmak amaçlamaktayken, kendi topraklarına dönük talepler, zorunlu olarak Türkiye’nin batıya yanaşmasına yol açmıştır.
SSCB, 1945 yılının Mart ayında Ankara’ya bir nota vererek, 17 Aralık 1925 Saldırmazlık Antlaşmasını uygulamayacağını bildirmiştir. SSCB, yeni şartlara uyum sağlayabilmek için bu antlaşmada değişikliğe gidilmesi gerektiğini belirtmiş, boğazlarda üs ve doğu sınırında toprak talebinde bulunmuştur (Karatepe, 2001: 95). SSCB’nin 7 Ağustos ve 24 Eylül 1946 tarihlerinde Türkiye’ye gönderdiği notalar (Sönmezoğlu, 1994: 86) karşısında ABD hükümeti Türkiye’nin kararlı bir yol tutmasını tavsiye etmiş (Zürcher, 2007:303) ve bu durumdan cesaret alan Türkiye 22 Ağustos ve 18 Ekim tarihlerinde verdiği notalarla SSCB’nin isteklerini reddetmiştir (Soysal, 1997: 27-33).

Savaşın galiplerinden olan SSCB’nin 1945 ve 1946 yıllarında iki defa Türkiye’ye nota göndererek, taleplerde bulunması, Türkiye’nin güvenlik kaygılarıyla ABD’ye yanaşmasını çabuklaştırmıştır (Erdoğan, 2003: 72). Bu durum, Türkiye’nin batılı ülkelerin desteğini almak üzere girişimlerde bulunmasına sebep olmuştur (İncioğlu, 2007:258). O dönem içerisinde Türkiye'nin Batı bloğunun desteğini almadan Sovyetler Birliği’ne karşı kendini savunabilmesi mümkün görünmüyordu.
Türkiye-Sovyet İlişkilerinin bozulması, Türkiye’nin Amerikancı bir politika izlemesine de yol açmıştır (Timur, 2003: 66). SSCB tehdidi karşısında Türkiye, demokrasiyle yönetilen batılı ülkelere yönelmeye başlamıştır. Bunun için Türkiye’nin önünde iki seçenek vardı;  ya tek parti düzenini devam ettirecek ya da demokratik siyasal sistemi yerleştirecekti (Kongar, 1999:158). Bu durum karşısında, Türkiye, ABD’nin hem siyasi hem de ekonomik desteğini alabilmek için çok partili siyasal hayata geçişi hızlandırma düşüncesine girmiştir (Çufalı,  2005:404). 

Bu dönem içerisinde Türkiye’nin başka bir alternatifi mevcut değildi ve Sovyet
tehdidine karşı Amerika'ya ve batılı ülkelere yanaşması gerekmekteydi.
Hem Sovyet tehdidi altında olması hem de içinde bulunduğu ekonomik durum, Türkiye’nin ABD’den yardım talep etmesine sebep olmuştur (Dursun, 2000: 16). Daha sonraki süreçte, ABD’nin Truman Doktrini ile Sovyet tehdidine karşı Yunanistan ve Türkiye’ye yardım yapması da gündeme gelmiştir 
(Erdoğan, 2003: 72).

***

TÜRKİYE’DE ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞTE ETKİLİ OLAN DIŞ FAKTÖRLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ. BÖLÜM 1

TÜRKİYE’DE ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞTE ETKİLİ OLAN DIŞ FAKTÖRLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ. BÖLÜM 1



Çok Partili Hayata Geçiş, Süreç, Dış Faktörler, Milli Şef Dönemi,Abdulvahap AKINCI, Sefa USTA,Türk Siyasal Hayatı, Türk Dış Politikası, Türk
Demokrasisi, Dörtlü Takrir,Varlık Vergisi,

Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Y.2016, C.21, S.1, s.275-288.
Yrd. Doç. Dr. Abdulvahap AKINCI1
Yrd. Doç. Dr. Sefa USTA2
1 Kocaeli Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü,
   abdulvahap.akinci@kocaeli.edu.tr
2 Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü, 
   sefausta@kmu.edu.tr

ÖZET
Demokrasinin ulaşmış olduğu derinlik, Türk siyasal hayatının sürekli güncel kalan tartışma konularının başında yer almaktadır. Toplumların farklı yaşanmışlıkları ve birikimleri dolayısıyla siyaset tarzları ve uygulamaları farklılıklar göstermektedir. Kimi toplumlar uzun yüzyıllar boyunca verilen mücadeleler ile toplumdan gelen talepler doğrultusunda demokrasiye ve bu bağlamda çok partili hayata geçmişken, bazı toplumlar ise çok da uzun sayılmayacak bir süreç içerisinde, toplumdan ziyade uluslararası konjonktürün etkisiyle demokratik siyasal hayata geçmişlerdir. Bu çalışmada Türkiye’nin çok partili hayata geçiş sürecinde dış etkenlerin, en az iç etkenler kadar belirleyici olduğu tezinden yola çıkılarak, dış etkenler irdelenmekte dir.

1. GİRİŞ

Osmanlı İmparatorluğu’nda, 19. yüzyılın başlarında başlayan değişim ve dönüşüm
hareketleri, Tanzimat Dönemi ve Meşrutiyet Dönemlerinde hız kazanmıştır. 
Öyle ki, II. Meşrutiyet Döneminde 1909–1913 yılları arasında birçok siyasi parti kurulmuş ve çok partili siyasal hayatın temelleri atılmıştır.
Cumhuriyetin ilk dönemlerinde, çok partili siyasal hayata geçiş denemeleri olmuştur.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Cumhuriyet Fırkası bu dönemde kurulup, daha sonra kapatılan partilerdir. 1924 yılında kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve 1930 yılında kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası, dönemin toplumsal koşulları içinde meydana gelen olaylar ve halkın bu sürece hazır olmadığı ileri sürülerek, kapatılmış veya kapatılmak zorunda kalınmıştır. 

Bu şekilde muhalefet oluşturma girişimleri başarısız olmuş, demokratik hayata geçiş sonraki yıllara ertelenmiştir. 1940’lı yıllara gelindiğinde, Türkiye’nin içinde bulunduğu ortam, çok partili siyasal hayata geçişi ve bir muhalefet partisinin oluşturulmasını elzem hale getirmiştir.
Bu dönemde Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi durum, İkinci Dünya
Savaşı’ndan sonra meydana gelen dış gelişmeler çok partili demokratik süreci hazırlamıştır.
Bu durum, 1945 yılında Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) içinden ayrılan 4
milletvekilinin Demokrat Parti’yi (DP) kurmasıyla sonuçlanmıştır. 1946 yılında
gerçekleştirilen demokratikliği tartışmalı seçimlerde, bir muhalif siyasi parti, mecliste temsil imkânı bulmuştur. 14 Mayıs 1950 tarihinde gerçekleştirilen seçimlerde DP oyların %53.3’ünü alarak 408 milletvekili, CHP ise %39.9 ile 69 milletvekili çıkarmıştır (Güngör, 2010: 203) Bu seçimlerde, DP yüksek bir oy alarak iktidara gelmiştir. DP’nin iktidara gelişi, tek parti iktidarını sona erdirmiş ve tam manada çok partili hayata geçilmiştir.
Bu çalışmanın amacı, Türkiye’de çok partili hayata geçişte etkili olan dış faktörlerin neler olduğunun tespit edilip, genel bir değerlendirilmesinin yapılmasıdır. Bu amaç
doğrultusunda çalışmada, Türkiye’de çok partili hayata geçişte en az iç faktörler kadar dış faktörlerin de etkili olduğu tezinin gerekçeleri ortaya konulmaya çalışılmaktadır. Çalışma kapsamında öncelikle, demokrasinin dünyadaki gelişme sürecinden bahsedilerek, Türkiye’deki demokratikleşme süreci ile genel eğilim ve uluslararası konjonktür arasındaki bağlantı irdelenmektedir. Çalışmada daha sonra, Türkiye’de çok partili hayata geçişte etkili olan dış etmenlerin neler olduğu belirlenip, bunların bu sürece etkileri analiz edilmeye çalışılmakta, son olarak çok partili hayata geçişin sonuçlarının genel bir değerlendirmesi yapılmaktadır.

2. DEMOKRATİKLEŞME DALGALARI VE TÜRKİYE’DE DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİ

Dünyanın diğer bölgelerindeki gelişmeleri dikkate almadan Türkiye'deki gelişmeleri
anlamlandırmaya çalışmak doğru sonuçlara ulaşılmasını engellemektedir. Ülkelerin
demokrasiye geçişinde bir çok faktörün etkili olduğu ve bu etkenlerden birisinin de
uluslararası konjonktür olduğu söylenebilir. Nitekim Samuel P. Huntington (1996),
ülkelerin demokrasiye geçişlerini ve demokrasiden uzaklaşmasını uluslararası ilişkilerle ilintili olarak görmekte ve bunu ispatlayan bazı veriler ortaya koymakta dır. Huntington, otoriter yönetim anlayışının olduğu tek partili sistemi, daha sonraki dönemlerde de askeri veya kişisel diktatörlüğe dayalı rejimlerden çok partili demokratik düzene geçişi, tarihsel süreç içerisinde üç ayrı dalga şeklinde değerlendirmektedir.
Birinci Demokratikleşme Dalgası (1820-1926): Demokrasinin başlangıcı olarak 18.
yüzyılda ABD’de erkeklerin büyük çoğunluğuna oy verme hakkının tanınması kabul
edilmektedir. Erkek nüfusun büyük kısmına oy hakkı verilmesiyle başlamış olan birinci demokrasi dalgası yaklaşık 100 yıl devam etmiştir. 1860 yılında 37 ülkeden sadece 1’i demokrasi ile yönetilirken, 1870-1890 tarihleri arasında, 43 ülkeden 6’sı demokrasiyle tanışmıştır. Demokrasiyle tanışan ülkelerdeki asıl artış, I. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkmış, 51 ülkeden 15’i demokrasiye geçmiştir (Huntington, 1996: 14). 1920’li yıllara  Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçişte Etkili Olan Dış Faktörlerin Değerlendirilmesi gelindiğinde, hâkim demokrasi eğilimi sona ermiş ve bu durum bir geriye dönüş dalgası (ters demokrasi dalgası) olarak adlandırılmıştır. Bu süreçte, pek çok ülkede demokrasiler yerini diktatörlüklere bırakmıştır (Özbudun, 1993: 10). Bir taraftan Hitler ile Almanya’da Nasyonal Sosyalizmin (Nazizm), diğer taraftan da Mussolini ile İtalya’da faşizmin iktidara
gelişi, demokrasilerin zayıflamasına neden olmuştur.

İkinci Demokratikleşme Dalgası (1943-1962): II. Dünya Savaşı’nda müttefiklerin elde ettiği zaferlerle birlikte, ikinci demokrasi dalgası başlamış ve 36 ülke demokrasiye geçmiştir (Huntington, 1999: 129). İtalya, Almanya, Japonya, Avusturya ve Kore’de demokratik kurumlar teşvik edilmiştir. Güney Amerika ülkelerinde seçimlere dayalı sistemler yerleştirilmiştir. Türkiye ve Yunanistan bu bağlamda ikinci demokrasi dalgasıyla, çok partili hayata geçiş yapmışlardır (Dursun, 1999: 27). Türkiye’nin genel konjonktürle uyumlu olarak, zamanın ruhunun ve şartların etkisiyle demokrasiye geçtiği söylenebilir.

II. Dünya Savaşı’nı demokratik ülkelerin kazanmasıyla başlayan süreç, 1960’lı yılların başlarında duraklayarak ikinci ters dalgaya dönüşmüş, Latin Amerika ve bazı Asya ülkelerinde demokratik yönetimden uzaklaşılmış, diktatörlük rejimleri doğmuştur (Huntington, 1996: 16-17). 

İkinci ters dalga Türkiye’yi de etkilemiş ve 27 Mayıs 1960 darbesi yapılmış, demokratik yöntemlerle, yani halkın oyuyla iktidara gelen hükümet demokrasi dışı yollarla iktidardan indirilmiş, dönemin başbakanı ve iki bakanı idama mahkûm edilmiştir.

Üçüncü Demokratikleşme Dalgası (1974-1990): 1970’li yıllara gelindiğinde, 119 ülkeden 40’ı demokrasi ile yönetilmekteydi. 1974’de Portekiz’de demokratik sisteme geçilmesiyle birlikte, üçüncü demokrasi dalgası başlamıştır. Karanfil Devrimleri olarak da adlandırılan bu süreç, 1980’lerin sonunda SSCB’nin çöküşüyle birlikte daha da güçlenerek devam etmiştir (Huntington, 1996: 18-19).
İkinci Demokratikleşme dalgasının, en önemli gerekçesi, güvenlik ve savunma faktörüdür.
Demokratik olmayan ülkelerle, demokratik ülkeler arasında gerçekleşen II. Dünya
Savaşı’nı demokratik cephe kazanmış ve ikinci demokrasi dalgasına geçilmiştir (Dursun, 1999: 30). Bu bağlamda, Türkiye’nin ikinci dalga demokrasilerinden olduğu söylenebilir.
Türkiye’de de çok partili siyasi hayata geçiş İkinci Dünya Savaşı sonrasında
gerçekleşmiştir. II. Dünya Savaşı’nı demokrasiyi savunan ülkelerin kazanması, Türkiye’nin demokratik hayata geçmesindeki en önemli dış etkenlerden birisi olarak kabul edilebilir.

3.TÜRKİYE’DE ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞTE ETKİLİ OLAN DIŞ FAKTÖRLER

Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kurulduğu dönem ile Demokrat Parti’nin kurulduğu
yıllarda Türkiye’nin içinde bulunduğu durum, siyasi, sosyal ve ekonomik çerçevede
benzerlikler göstermektedir. Timur (2003: 11-12) bu yüzden, DP’nin, Serbest Fırka’nın bir devamı olarak görülebileceğini vurgulamaktadır. Kuruluşunda, DP’nin ortaya çıkışını hazırlayan etkenler II. Dünya Savaşı sırasında kendini hissettirmeye başlamıştır.
Türkiye’de çok partili siyasal hayata geçişte, İkinci Dünya Savaşı’nın önemli bir etkisi olmuştur. İkinci Dünya Savaşı’nı müttefikler (demokrasi cephesi) kazanmışlar ve otoriter tek parti yönetimine dayalı ülkeler kaybetmişlerdir. Bu yüzden tek partili, diktatörlük yönetimine dayanan siyasal sistemler gözden düşmüş, serbest seçime dayanan demokratik sistem öne çıkmıştır. Bu durumun bir sonucu olarak, batılı müttefiklerin yanında yer almak isteyen ülkeler, kendi sistemlerini yeniden gözden geçirmek zorunda kalmışlardır. Türkiye de batıya yönelerek, demokratik hayata geçişi istediğini belli etmiştir (Akandere, 1998:266). 

Bu istek aslında tek parti yönetiminin kendi konumunu güçlü görmesinden ve
ortaya çıkan uluslararası şartlardan kaynaklanmaktaydı. Bu cümleden hareketle dış faktörlerin, demokrasiye geçiş sürecinde önemli bir etkisinin olduğu yönünde bir çıkarımda bulunulabilir.
Toplumsal değişim ve dönüşümde dış faktörlerle birlikte iç faktörlerin de önemli rol oynadığı söylenilebilir. Türkiye'de çok partili hayata geçişte etkili olan iç etmenler 3 şu şekilde sıralanabilir.

 (Akıncı ve Usta, 2015: 47-50; Akandere, 1998: 145-146; Çufalı, 2005: 405):
_ Çıkarılan kanunların anayasaya aykırı olması, bu kanunların uygulamaya konulmasının toplum üzerinde olumsuz etki ortaya çıkarması,
_ Yönetimde yozlaşmanın ortaya çıkması, işe alımlarda kayırmacılık ve suistimalin yaşanması, yönetim kadrolarında keyfi uygulamalar yürütülmesi,
_ Savaşın yaşandığı yıllarda uygulanan ekonomi politikaları ve bu politikaların toplum üzerindeki olumsuz etkisi,
_ Varlık vergisi, toprak mahsulleri vergisi ve yol vergisi gibi uygulanan vergi politikaları ve bu politikaların toplum üzerindeki olumsuz etkisi,
_ Savaş döneminde, savaş zenginleri sınıfının oluşması,
_ Savaş döneminde, Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik durumun kötüleşmesi,
_ Cumhuriyet Halk Partisi içerisindeki iki ayrı grubun ekonomi anlayışlarının çatışması ve bununla bağlantılı olarak askeri bürokrat seçkinlerle, zengin toprak sahipleri arasındaki işbirliğinin azalması.
Yukarıda da ifade edildiği üzere, Türkiye'de çok partili hayata geçişte sadece iç etmenler etkili olmamıştır. 
İç faktörlerle birlikte, dış faktörler de çok partili hayata geçişte önemli rol oynamıştır. 
Dış faktörler genel hatlarıyla şu şekilde sıralanabilir (Dursun, 2005:382; Çufalı, 2005:402; Karatepe, 2001: 94):
_ II. Dünya Savaşı sonrasında, otoriter sistemlerle yönetilen devletlerin savaştan yenik ayrılmaları,
_ Tek parti diktatörlüklerinin ve otoriter rejimlerin değerini kaybetmesi,
_ Savaşı demokratik cepheyi oluşturan müttefiklerin kazanması,
_ Savaş sonrasında kurulan yenidünya düzeni ve ABD’nin demokrasiyi dünyaya yaygınlaştırmaya yönelmesi,
_ Sovyetler Birliği’nin savaş sonrası bölgede, çok güçlü bir devlet haline gelmesi, bundan dolayı dönemin devlet adamlarının Sovyet tehdidi endişelerinin artması,
_Sovyetler Birliği’nin Türkiye’yi tehdit ederek, Türkiye’den toprak ve boğazlardan üs talep etmesi ve bunun sonucunda Türkiye’nin batı dünyasına yönelmesi,
_ Türkiye’nin Birleşmiş Milletlere (BM) kurucu üye olarak katılma isteği,
_Türkiye’nin, batıdan ve özellikle ABD’den ekonomik ve askeri yardım alma isteği.
Türkiye’yi demokrasiye geçmesi yönünde teşvik eden hatta zorlayan gelişmeleri, diğer bir ifadeyle çok partili hayata geçişe zemin hazırlayan dış tesirlerin irdelenmesinin çalışmanın bütünlüğü açısından faydalı olacağı düşünülmektedir.

3 İç faktörler de en az dış faktörler kadar demokrasiye geçiş sürecinde etkili olmuştur. İç faktörlerin irdelenmesi başka bir çalışmanın konusunu oluşturmakta dır. Hem iç hem de dış faktörleri aynı çalışmada irdelemek, çalışma alanının fazla genişlemesine neden olma riski taşıdığından, iç faktörler sadece başlıklar halinde  verilmekle yetinilmiştir.


***

17 Aralık 2020 Perşembe

TEK PARTİ DÖNEMİNDE PARTİ-DEVLET BÜTÜNLEŞMESİNE BİR ÖRNEK., BÖLÜM 5

TEK PARTİ DÖNEMİNDE PARTİ-DEVLET BÜTÜNLEŞMESİNE BİR ÖRNEK: “DİLEK SİSTEMİ”  BÖLÜM 5


Milli Şef, Varlık Vergisi, Dilek Sistemi, 1939 CHP V. Kurultayı, CHP, Tek Parti Dönemi, Parti-Devlet Bütünleşmesi,Sevda MUTLU,


Dilek Encümenine intikal eden neredeyse hiç siyasi içerikli bir dilekle karşılaşılmadı. 
Dileklerin ağırlıklı olarak, ekonomi, eğitim, sağlık, adliye işleri ile ilgili olduğuna tanık oluyoruz. Halkın gündelik yaşam pratiği ile ilgili sorunlarını dile getirip, hükümetten bu sorunları çözümünü talep ettiği gözlenmektedir. Dilekler, dönemi sosyo-ekonomik koşullarının iyi olmadığını ve ülkenin imkânsızlıklarını yansıtmaktadır. Dilekler, 4 yılda sadece 46 ortaokul inşaa edildiği, yeni dönemde sadece 122 doktor atanabileceği, hastanelerde 10.000 nüfusa yedi yatak düştüğü gerçeğini bize sunmaktadır. Dilekler; eczanesi, mahkemesi, hastanesi, doğumevi, hükümet binası, hakimi, hekimi, ebesi olmayan ilçelerin, illerin varlığını da bize göstermektedir. 

Sonuç 

20. yüzyılın birinci çeyreğinde kurulan yeni Türkiye devleti, imparatorluk anlayışından tamamen uzak, ulus-devlet temelinde kendini inşaa etmeye 
çalışmıştır. Türkiye, bu inşaa sürecinde hukuk, ekonomi, siyasal anlayış, eğitim, kültür ve toplumsal yapının diğer alanlarında kendine Batı’yı örnek almış ve 
yeniden yapılanmada bu yolu seçmiştir. Dilek Sisteminin bu yapılanma ve demokratikleşme sürecinde de önemli bir işleve sahip olmuştur. 

Çalışma boyunca, Dilek Sisteminin gerekliliği ve işlevselliği farklı açılardan tartışıldı, 1939 V. CHP Kurultay’ında görüşülen dilek ve istekler, dönemin sosyo-
ekonomik koşulları açısından değerlendirildi. Son olarak, Dilek Sisteminin işlerliğine ilişkin yapılan saptamaları, birkaç noktada burada özetlemek yararlı 
olacaktır: 

1. Dilek Sistemi çerçevesinde, isteklerin tümünün gerçekleştirilmesi söz konusu değildi. Genellikle, isteklerin büyük bir çoğunluğuna, isteksiz ve olumsuz 
cevap verildiğini, sürüncemede bırakılarak askıya alındığı görülmektedir. Her ne kadar CHP, ülkede sivil toplumun yokluğu, halkçılık politikası ve yakın 
süreçte yaşanan SCF gerçeği gibi gerekçelerle, Dilek Sistemini daha etkin devreye sokmuş olsa da, ülke ekonomisi ve koşulları iyi olmadığı için gelen dilek ve 
istekleri tam anlamıyla karşılayamadığına ve dilek ve istekleri sınırlı, koşullu ve çoğunluğunu da sürüncemede bırakır şekilde yanıtladığına tanık oluyoruz. 

Encümen raporunda dilek ve isteklere verilen yanıtların fiil cümlelerine kısaca göz atacak olunursa, şu ifadeleri sıklıkla yer aldığı görülecektir: 

Yapılacak olan görüşme ve araştırmalarla belirleneceği (havza kaplıcaları ıslahı dileği), göz önüne alınacağı (futbol sahası yapımı dileği), temine çalışılmakta 
(Adliye binası dileği) bildirildi, kadro boşluklarının doldurulmasına çalışıldığı (Hakim Tayini dileği), girişimde bulunulacağı (Belediye gelirlerinin arttırılması dileği), takibine gidilmesinin düşünüldüğü (belediye memurlarının emeklilik hakkı dileği), tetkiki münasip görüldüğü (nahiye-kaza olma dilekleri), 

Bir plan dahilinde devam etmekte olduğu (Hükümet konağı dileği) görüldü, Mecliste tetkik edilmekte olduğu (Köy işleri), dikkate alınacağı (Demiryolu inşaatı 
dileği) bildirildi, çalışılmakta olduğunu görüldüğü (iller için şehirlerarası telefon açılması), yeni tedbirlerin alınacağı (Tabip sayısının arttırılması dileği), fabrika açılmasının düşünüleceği (İspirto fabrikası dileği), çarelerin aranacağı (orman mahsüllerinin toplama işinin kolaylaştırılması dileği), şube hatlarının nazara dikkate alınacağı (Demiryolu ile ilgili dilek) bildirildi, bir program ve sistem dahilinde ikmaline çalışılmakta olduğu (zahire hangarları ile ilgili dilek) açıklandı, hükümetçe gözden geçirilip ona göre haklarında bir karar verileceği (bataklık kurutulması dileğine ilişkin) anlaşıldı, vs türünden ifadelerinin Encümen  Raporu’nun tümüne hakim olduğuna tanık oluyoruz. 

Dileklere verilen olumlu yanıtlar oldukça sınırlı kalmaktaydı. Ancak merkezin gözünde durum farklıydı. İnönü’nün 1940 Ankara il kongresinde yapmış olduğu konuşmasında, dilek ve isteklere ilişkin bakış açısını göstermesi açısından şu sözleri dikkat çekicidir; 

“Şikâyet ve dileğin bir defada, bir lahzada tatmin edilmesi, şimdiye kadar hiçbir memlekete nasip olmadı, nasip olmayacaktır. Ancak şikâyet ve dilekler hülasa olunan milletim ameli arzusu, hiçbir teşkilatta, bizim partimizin sinesinde olduğu kadar, esas tutulmamıştır. 

Hepimizin en kıymetli alakamız, milletin en ehemmiyetsiz zann olunacak şikayetlerine kadar vukuf sahibi olmak ve milletin en pahalı en güç sayılabilecek 
dileklerine kadar tedbir bulmaya çalışmaktır. Kanunlarla Büyük Millet Meclisinin emanetler ile vazife almış olan memurlar, vekiller, hepimiz millet hizmetinde şeref bulan vatandaşlar olarak, onun ihtiyaçlarına ye-tişmek hislerine mecburuz. Büyük küçük bütün vazifelerin, iyi ve temiz ifa olunması emellerimizin başındadır. Parti toplantılarının temiz ve pürüzsüz çalışmanın sonunda bu sözlerimde arzu ettiğiniz manayı bularak muhitlerinize döneceğinizi umut ediyorum.”115 

2. Encümen Raporu’nda, Kurultay’da görüşülen bazı dileklerle ilgili kanuni düzenlemelerin hali hazırda başlatılmış olduğu yönünde açıklamalarının 
yapılmış olduğunu görüyoruz. Örneğin, evlenme harçlarının 600 kuruştan, 261 kuruşa indirilmesi için mecliste bir kanun layihasının tevdi eylediği ve halka ucuz radyo verilmesi konusunda bir kanun layihası teklif edilmek üzere bulunduğu belirtilmişti. Bu açıklamalar karşısında iki soru akla gelmektedir: 

Birincisi, acaba Parti Genel Sekreterliği’ne gelen dileklerden öne çıkanlar ve önemli görülenler Kurultay öncesi incelenmeye alınıp, buna ilişkin kanuni düzenlemeler yapılıyordu muydu? Bunun mümkün olabileceği, CHP 1931 Kurultayı Layiha Encümeni Raporu’ndaki şu ifadelerden anlaşılmaktadır; “Vilayet Kongrelerinin dileklerini tetkik için Büyük Kongrece seçilen encümenimiz bu kongrelerin toplanan tekliflerini ve bunlara daha evvelden vekaletlerden verilmiş olan tahriri cevapları ve bazı mümessillerin kongre riyasetinden havale olunan takrirlerinin Vekil Beyefendiler de hazır bulundukları halde tetkik ve müzakere edilmiştir.”116 İkincisi, yoksa hükümetin halihazırdaki uygulama ve politikaları Dilek Encümeni’ne taşınarak halkın dikkatine sunulmak mı isteniyordu? 

Bilgi ve belge yetersizliğinden dolayı bu soruların cevabını vermek mümkün görünmemekle birlikte, bazı yorumların yolunu açacağı düşüncesinden hareketle bu soruların akılda tutulması faydalı olacaktır. 

3. Hükümet temsilcileri daha önceki uygulamaları örnek göstererek bazı dilekleri yerine getiremeyeceğini vurgulamaktaydı. Örneğin Şeker, mazot ve gazın 
ucuzlatılması dileklerine ilişkin, “Şekerin daha fazla ucuzlatılmasına imkan olmadığı ifade olundu…. Gaz ve mazotta da geçen sene yapılan gümrük tarife 
tenzilatı ile maksat hasıl olduğu söylendi… Çimentonun tonu esasen 15 liraya indirilmiş olduğundan daha aşağı düşürülmesine şimdilik imkân olmadığı  öğrenildi.”117 Hayvan vergisinde indirim yapılması ve vergi alınmaması dileklerine ilişkin, “zaman zaman 931, 936, 937’ de olmak üzere üç defa indirildiği 
at ve kısrak gibi hayvanlardan son senelerde tamamen kaldırıldığı”118 açıklaması yapılmıştır. “İspirto fiyatında da geçen sene %35 nispetinde ucuzluk yapıldığından daha fazla indirilemeyeceği bildirildi.”119 Her ne kadar hükümet temsilcileri önlerine gelen dileklere ilişkin daha önceki senelerde yapılan indirimleri gerekçe olarak göstererek reddetmiş olsa da, söz konusu dilekler, halkın daha önce yapılan indirimlerden tatminkar olmadığının da göstergesidir. 

4. Halkın yerel yönetimlerin yapması gereken bazı işleri de merkeze taşıdığına tanık oluyoruz. Örneğin, mezarlıklarla ilgili dilekler, 1580 sayılı kanunla 
mezarlıkların belediyelere devrolunduğu ve vakıf bütçesinin de müsait olmadığından dolayı Uşak Vilayeti’nce istenen mezarlık yardımın yapılmasına imkân görülmediğinin belirtilmiş120 olmasıdır. Burada yerel yönetimlerin işletilmediği ya da zayıf olduğu noktasına ulaşılabilir. Yerel yönetimlerin zayıf olduğu, işletilemediği bir durumda bazı dileklerin merkeze aktarıldığı gözlenmektedir. 

5. Dileklerin iletilmesi, görüşülmesi, karara bağlanması ve en önemlisi de uygulamaya konması oldukça zaman alıyordu. Öyle ki, bazı dileklerin görüşülüp 
karara bağlanma sürecine gelene kadar, yerine getirildiği anlaşılmaktadır. 

Örneğin; 

“Köy kâtiplerinin kaldırılması hakkındaki Maraş Vilayeti dileğinin de yerine getirildiği anlaşılmaktadır.”121 Dileklerin uzun bir süreçten geçerek merkeze iletiliyor olması, dileklerin geç yanıtlanmasına neden olmakta ve bu da 
halk tabanının sesini yeterince duyuramamasına neden olmaktadır. 

6. “Tek Partili yıllar boyunca dilekler genellikle siyasal konuları kapsamamıştır.”122 Siyasi içerikli, Hatay delegelerinin Türkçenin Eti Türkleri 
arasında yaygınlaştırılması dileği dışında, hiçbir dilekle karşılaşılmaması da ilgi çekicidir. Tek Parti yönetiminde, Askeri bürokrasi ve sivil bürokrasinin seçkinciliği 
ve belirleyiciliği, bu tür dileklerin getirilmesine engel olmuştur. Halk siyasi bir dilekte bulunma gereği mi duymadı, yoksa merkeze kadar gelen süreçte, bu 
türden dilekler dikkate mi alınmadı sorusu meçhuldür. Siyasi istek ve dilekle karşılaşılmadığı gibi askeri konularda da, halkın istek ve dileği oldukça sınırlı 
kalmıştı. Antalya (Korkuteli) ve Kırşehir’de birer askeri alay veya Kıt’a bulundurulması istekleri de “Askeri kıtaların konuşunun daha ziyade askeri lüzum 
ve icaplarına göre tespit ve tayin edildiği için bu dileklerin tervicine (destekleme) imkân görülmedi” şeklinde geri çevrilmişti. Sadece, memnu mıntıkalar 
(girilmesi yasak yerler) işaretlenmesi ile ilgili Kırıkkale dileği, encümenimizce nazarı dikkate alınması gerekli bir dilek olarak kaydedilmiştir.123 Ticari hayatın 
oldukça durgun olduğu ülkede ticaretle ilgili sadece bir dileğin olduğuna tanık oluyoruz. O da Afyon işinin gündeme gelmesidir. Dileklerin yoğunlaştığı 
konular ekonomi, sağlık, eğitim, adalet içerikli olduğunu gözlemliyoruz. Halk sosyo-ekonomik içerikli günlük yaşam pratiklerine dair dileklerde bulunuyor. 
Halk çok yoksul olduğu için hayat onlara pahalı geliyor. Bu nedenle, vergilerin affı ya da indirilmesi, temel tüketim mallarında fiyatların indirilmesi yönünde 
dilekler göze batıyor.
 
7. Tek Parti döneminde, koyu bir merkeziyetçilik söz konusudur. Tek Partili yıllarda, devletçi politika izlediğinden dolayı, yerel yönetimin de, merkezi 
yönetimin de tek bir partinin elinde olması durumu söz konusuydu. Böylelikle, yerel yönetimin tutumunun merkeze ya da merkezi yönetimin yerele sorun 
yaşatmıyordu. “1930 ve 1940’lı yıllar Türkiye’de Tek Parti yönetiminin hakim olduğu ve devletçi politikaların uygulandığı bir dönemdir. Bu nedenle, yönetim 
kademeleri arasındaki politik tercih ve öncelik farklılıkları, sonraki dönemlerde kıyaslanmayacak kadar belirsizdir. Diğer bir anlatımla, merkezi ve yerel düzeyler de net bir biçimde ayrışmış kamu harcama ve gelir sisteminden söz etmek zordur.”124 Bu bakış açısını da ardımıza alarak, bu dileklerden bazılarının kime ait olduğu (halkın mı, yerel yöneticilerin mi, parti yöneticilerinin ya da parti delegelerinin mi?) net olmadığını dile getirebiliriz. Maalesef eldeki kaynaklar, 
bunun net bir şekilde görülmesi için yeterli değil. Yine de, bucak, kaza ve vilayet kongrelerine yerel yöneticiler de katıldığı için bazı dileklerin içeriklerinden, yerel 
yöneticilerin ve parti temsilcilerinin dilekleri olabileceği yorumunu yapabiliyoruz. Örneğin, hükümet binası yapımını halktan kimler isteyebilir? Hükümet 
binası sorunu olsa olsa yerel yöneticilerin sorunudur diyebiliriz. 

8. Hükümetin, yerelden ve halktan gelen dileklerden bazılarını, çözüm noktasında, tekrar yerel yönetimlere, bazen de halka devrettiğine tanık oluyoruz. 

Örneğin, Ebe gönderilmesi dileğine ilişkin, “belediyeler tarafından ödeme yapılması koşuluyla hemen ebe gönderilecektir”125 şeklinde cevap verilmesi. Yine Encümen Raporu’nda, ortaokul yapımı dileğine ilişkin, bina yapımını yapacak olan yerlere (halkın da desteği beklentisi ile) öncelik verelim kararının çıkması 
da bu durumun göstergeleridir. 

9. Hatay sorunları ve dileklerinin de yurdun sorunları ve dilekleri ile benzer olduğuna tanık oluyoruz (Tablo 1). Tek farklı ve öne çıkan dilek, Eti Türkleri 
arasında Türkçe dilinin yayılması dileğidir. 

Son söz olarak, bugünkü bulunduğumuz noktadan geçmişi değerlendirirken anakronizme düşmemek gerekir. Ele alınan tarihsel, siyasal ve benzeri olgu kendi 
döneminin yapısal özellikleri çerçevesinde değerlendirmek gerekir. İşte bu bağlamda, parti-devlet bütünleşmesinin bir göstergesi olarak ele alınıp değerlendirilen Dilek Sistemi, işlerliği tartışmalı olmakla birlikte, Tek Parti döneminde, katılımcı demokrasinin yaşatılma çabası ve küçük çapta da olsa bir demokrasi platformu oluşturması açısından, demokrasiye geçiş hazırlığı olarak değerlendirilebilir. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI:

115 CHP 1940 Kongre Dilekleri, CHP Genel Sekreterliği Neşriyatı, 1940, s. 3. 
116 CHF Üçüncü Büyük Kongre Zabıtları, 10-18 Mayıs 1931, s. 108. 
117 CHP Beşinci Büyük Kurultay Dilek Encümeni Raporu, s. 21. 
118 a.g.e., s. 14. 
119 a.g.e., s. 25. 
120 a.g.e., s. 5. 
121 a.g.e., s. 13. 
122 Uyar, Tek Parti Dönemi ve Cumhuriyet Halk Partisi, s. 240. 
123 CHP Beşinci Büyük Kurultay Dilek Encümeni Raporu, s. 9. 
124 Ersoy Melih, Tarihsel Perspektif İçinde Türkiye’de Merkezi Yönetim-Yerel Yönetim İlişkisi, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Dergisi (1989), C: 9, n. 1, 
S: 45-66 , s. 52. 
125 CHP Beşinci Büyük Kurultay Dilek Encümeni Raporu, s. 23. 

KAYNAKÇA 

AHMAD, Feroz, İttihatçılıktan Kemalizme, Kaynak Yayınları, IV. Basım, İstanbul, 1999. 
AHMAD, Feroz, Modern Türkiye’nin Oluşumu, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2002. 
AKANDERE, Osman, Millî Şef Dönemi Çok-Partili Hayata Geçişte Rol Oynayan İç ve Dış Tesirler 1938-1945, İz Yayıncılık, İstanbul, 1998. 
ALTAN, Mehmet, Birinci Cumhuriyet Üzerine Notlar, Birey Yayıncılık, İstanbul, 2001. 
ARON, Raymond, Demokrasi ve Totalitarizm, Çeviren: Vahdi Atalay, Kültür Bakanlığı Millî Eğitim Basımevi, İstanbul, 1976. 
AYDEMİR, Şevket Süreyya, İkinci Adam II, Remzi Kitabevi, 1999. 
BAŞAR, Ahmet Hamdi, Atatürk’le Üç Ay, AİTİA Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Okulu Basımevi, İstanbul, 1945. 
BOZKURT, Mahmut Esat, “Barış Politikamızın Anlamı”, Ulus Gazetesi 26 Mayıs 1939. 
“CHP Kurultaylar Tarihi”, Bugün Gazetesi, 20 Mayıs 2010. 
Cumhuriyet Halk Fırkası Nizamnamesi (1927), Mete Tuncay, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931) (iç.), Tarih 
Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1999, S. 398-412. 
CHF Üçüncü Büyük Kongre Zabıtları 1931, 10-18 Mayıs 1931, İstanbul Devlet Matbaası, 1931. 
C.H.F. Nizamname ve Programı 1931, Mete Tuncay, Türkiye 
Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931) (iç.), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1999, S. 451-473. 
CHP Dördüncü Büyük Kurultay Görüşmeleri Tutulgası 9-16 Mayıs 1935. Ankara, Ulus Basımevi, 1935. 
CHP Tüzüğü, Partinin Dördüncü Kurultay’ında Onaylanmış Mayıs 1935, Ankara, Ulus Basımevi, 1935. 
CHP Beşinci Büyük Kurultay Zabıtları 29 Mayıs 1939- 3 Haziran 1939, Ulus Basımevi, Ankara, 1939. 
CHP Nizamnamesi 29 Mayıs 1939, Ulus Basımevi, Ankara, 1939. 
CHP Beşinci Büyük Kurultay Dilek Encümeni Raporu, Ankara, 29.05.939, y.e.b. (Yayınevi bilinmiyor). 
CHP 1940 Kongre Dilekleri, CHP Genel Sekreterliği Neşriyatı, 1940. “Cumhurreisimizin 2’nci Yılı”, Ulus Gazetesi 12 Aralık 1940, s. 1. 
DOĞAN, İlyas, “Türkiye’de Tek Partili Dönemde Sivil Toplum”, SBARD, Mart 2007, Sayı 9, s. 1 – 19. 
ERDOĞAN, Aydın, Cumhuriyet Halk Partisi Tüzükleri Dünü Bugünü 1923-2000, Kitap Yayınları, Ankara, 2000. 
ESMER, A. Şükrü, “CHP ve Cihan Sulhu” Ulus Gazetesi, 31 Mayıs 1939. 
ERSOY, Melih, “Tarihsel Perspektif inde Türkiye’de Merkezi Yönetim-Yerel Yönetim İlişkisi”, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Dergisi (1989), C: 9, n.1, S: 4566. 
ERYILMAZ, Tuğrul, “Radyo ve Radyoculuk”, Radyo ve Radyoculuk (iç.), Der. Sevda Alankuş, IPS İletişim Vakfı Yayınları: 8, 2003, İstanbul, s. 79-104. 
GIORGETTI, Filiz Meşeci, Betül Batır; “İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı Döneminde Eğitim Politikaları”, Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları 
Dergisi, S: 13-14, 2008, s. 27-55. 
GÖKMEN, Özgür, “Tek Parti Dönemi Cumhuriyet Halk Partisinde Muhafazakâr Yönelimler”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Muhafazakârlık 
(iç), Cilt: 5 İletişim Yayınları, 2005, s. 132-153. 
GÖKÜŞ, Mehmet Ş., “Osmanlı İmparatorluğu’ndan Modern Türkiye’ye Yöneten-Yönetilen İlişkilerinin Gelişimi”, Süleyman Demirel Üniversitesi, İktisadi 
ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Y. 2010, C: 15, S: 3 s. 227-249. 
GÜLCAN, Yılmaz, Cumhuriyet Halk Fırkası (1923–1946), Alfa Yayıncılık, İstanbul, 2001. 
Halk Fırkası (1923) Nizamnamesi, Mete Tuncay, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931) (iç), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 
İstanbul, 1999, S: 375-384. 
HEPER, Metin, Türkiye’de Devlet Geleneği, Doğu-Batı Yayınları, 2006. 
KEANE, John, Demokrasi ve Sivil Toplum Avrupa Sosyalizminin Açmazları, Toplumsal ve Siyasal İktidarın Denetlenmesi Sorunu ve Demokrasi 
Beklentileri Üzerine, Çeviren: Necmi Erdoğan, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1994. 
KOÇAK, Cemil, “Tek Parti Yönetimi, Kemalizm ve Şeflik Sistemi: Ebedi Şef/Millî Şef”, Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce Kemalizm (iç.), C: 2, 
İletişim Yayınevi, İstanbul, 2002. 
KOÇAK, Cemil, Türkiye’de Millî Şef Dönemi (1938-1945) C: 2, İletişim Yayınları, İstanbul, 2003. 
KOÇAK, Cemil, Umumi Müfettişlikler (1927-1952), İletişim Yayınları, İstanbul, 2010. 
KOÇAK, Cemil, Türkiye’de İki Partili Siyasi Sistemin Kuruluş Yılları, İktidar ve Demokratlar C: 2, İletişim Yayınları, İstanbul, 2012. 
“Kurultayda Hararetli Müzakereler”, Ulus Gazetesi, 1 Haziran 1939. 
OKYAR, Fethi; “Ali Fethi Okyar’ın SCF Anıları”, Fethi Okyar’ın Anıları 
Atatürk, Okyar ve Çok Partili Türkiye (iç.), Osman Okyar-Mehmet Seyitdanlıoğlu, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara, 1999, s. 91-162. 
ÖZ, Esat, Türkiye’de Tek-Parti Yönetimi ve Siyasal Katılım, 1923-1945, 2. Cilt/Siyaset/sosyoloji dizi, Yayıncı, Gündoğan Yayınları, 1992. 
ÖZÇAĞLAYAN, Mehmet, “Türkiye’de Radyo Yayıncılığının Gelişimi 1926–1991”, İstanbul Üniversitesi, İletişim Fakültesi Dergisi, S: 14, 2002, s. 529- 557. 
PEKER, Recep, “Karar Günleri”, Ulus Gazetesi 29 Mayıs 1939, s. 1. 
SARIBAY, Yaşar Ali, Türkiye’de Demokrasi ve Politik Partiler, Alfa Yayınları, İstanbul, 2001. 
SEMİZ, Yaşar, “1923–1950 Döneminde Türkiye’de Nüfusu Arttırma Gayretleri ve Mecburi Evlendirme Kanunu (Bekârlık Vergisi), Selçuk Üniversitesi 
Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 27 (2010): 423-469. 
SÖNMEZ, Selahattin, “Büyük Kurultayın İçindeki Hava”, Ulus Gazetesi, 9 Haziran 1943. 
TANÖR, Bülent, Osmanlı- Türk Anayasal Gelişmeleri, Kaynak Yayınları, 4. Basım, İstanbul, 1999. 
TUNCAY, Mete, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1999. 
TURAN, İlhan, (Hazırlayan), İnönü Konuşma, Demeç, Makale, Mesaj ve Söyleşiler 1933-1938, TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları 
No:98, Ankara, 2003. 
TURAN, Kemal, “Büyük Parti Kurultayında Dilekler”, Ulus Gazetesi, 14 Haziran 1943. 
TURAN, Murat, CHP’nin Doğu’da Teşkilatlanması (1923-1950), Libra Kitap, İstanbul, 2011. 
Ulus Gazetesi 27 Aralık 1938. 
Ulus Gazetesi, 25 Mayıs 1939. 
Ulus Gazetesi, 28 Mayıs 1939. 
Ulus Gazetesi, 30 Mayıs 1939. 
Ulus Gazetesi 31 Mayıs 1939. 
Ulus Gazetesi, 1 Haziran 1939. 
Ulus Gazetesi, 12 Aralık 1940. 
Ulus Gazetesi, 9 Haziran-14 Haziran 1943. 
Ulus Gazetesi, 19 Kasım 1947. 
Ulus Gazetesi, 24 Kasım 1947. 
Ulus Gazetesi, 2 Temmuz 1950. 
Ulus Gazetesi, 26 Kasım 1951. 
US, Asım, Asım Us’un Hatıra Notları, 1930’dan 1950’ye Kadar Atatürk ve İnönü Devirlerine Ait Seçme Fıkralar, Vakit Matbaası, İstanbul, 1966. 
UYAR, Hakkı, 1923’ten Günümüze CHP Tüzükleri Üzerine Genel Bir Değerlendirme, TÜSES İstanbul, İzmir, 2000. 
UYAR, Hakkı, Tek Parti Dönemi ve Cumhuriyet Halk Partisi, Boyut Yayınları, İstanbul, 2012. 
UZUN, Hakan, “Tek Parti Döneminde Yapılan Cumhuriyet Halk Partisi Kongreleri Temelinde Değişmez Genel Başkanlık, Kemalizm ve Milli Şef Kavramları”, 
ÇTTAD, IX/20-21 (2010/Bahar-Güz), s. 233-271. 
Yeni Sabah Gazetesi, 31 Mayıs 1939. 
YETKİN, Çetin, Karşı Devrim 1945-1950, Otopsi Yayınevi, 3. Basım, İstanbul, 2003. 
YARESİMOS, Stefanos, “Tek Parti Dönemi”, Geçiş Sürecinde Türkiye (iç.), Der. İrvin Cemil Schick- Ertuğrul Ahmet Tonak, Belge Yayınları, 2003. 
YILMAZ, Nihat, Doğan Kadir Can, İnankul Hakan, “Tek Parti Döneminde Bürokrasi Siyaset İlişkisinin Weberyan Değerlendirilmesi”, Ankara Üniversitesi 
İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, C: 27, S: 3, 2013, s. 263-284. 

***