CENTO etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
CENTO etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Aralık 2020 Cumartesi

27 Mayıs Yönetimi Dış Politika Prensipleri

27 Mayıs Yönetimi Dış Politika Prensipleri

     
         27 Mayıs Yönetimi Dış Politika Prensipleri


27 Mayıs darbesini yapan grup içinde ideolojik bir birlik söz konusu
olmamış, radikaller ve ılımlılar olarak ikiye ayrılan yönetimde darbeden bir
süre sonra ülkenin geleceği konusundaki fikirler farklılaşmaya başlamış, bu
durum da halk üzerinde ve yönetim içinde huzursuzluğa yol açınca, radikaller
olarak adlandırılan Alparslan Türkeş önderliğindeki grup yönetimden tasfiye
edilmişlerdir. İç politikada yaşanan ayrılıkçı düşünce yapısı dış politikaya da
yansımıştır.  27 Mayıs yönetimi ilke ve uygulama düzeyinde geleneksel Türk
dış politikasına bağlı kalacaklarını belirtirken, bir yandan da Türkiye’nin
yaşadığı tarih gereği Bağlantısızlar Hareketi’ne yakın olması gerektiğini
belirtmiş, Bağlantısızlara duydukları sempatiyi söylemekten geri kalmamışlar dır.97  
Duyulan bu sempatinin yanında geleneksel dış politika bağlılığın vurgulanması 27 Yönetimi açısından oldukça önemliydi, bu önem darbenin halka duyurulduğu radyo konuşmasında;

Müttefiklerimize, komşularımıza ve bütün dünyaya hitap ediyoruz.Gayemiz,
Birleşmiş Milletler Anayasası’na ve insan hakları prensiplerine tamamen riayettir.
Büyük Atatürk’ün “Yurtta Sulh,Cihanda Sulh” prensibi bayrağımızdır.Bütün
ittifaklarımıza ve taahhütlerimize sağdığız.NATO’ya inanıyoruz ve bağlıyız. 

'' CENTO’ya bağlıyız.Tekrar ediyoruz; düşüncelerimiz ,yurtta sulh, cihanda
sulhtur.'' Şeklinde belirtilmiştir. Batıyla yakın ilişkiler içinde, profesyonel bir diplomat olan Selim Sarper98 27 Mayıs yönetiminin dış işleri bakanı olarak
atandığında,dış politikada devamlılık sözü vermiş, 1 Haziran 1960’taki ilk
basın toplantısında bu sözünü teyit etmiştir.99Dış işleri Bakanlığı’na öncelikle
Fahri Korutürk’ün getirileceği kamuoyuna duyurulmuş, ancak Selim Sarper’in
Batıyla iyi ilişkiler içinde olması ve askerler tarafından politikaya karışmayan
biri olarak görülmesi nedeniyle getirilmiştir...

Sarper, 27 Mayıs’ın ilk saatlerinde evine gönderilen askeri bir ciple alınıp sıkı yönetim komutanlığına getirildiğinde ABD, NATO ve CENTO’ya bağlı kalınacağının belirtilmesini takdirle karşıladığını belirtmiştir100. Türkiye’nin geleneksel dış politikasını 27 Mayıs yönetiminin ABD’ye ve NATO’ya olan bağlılığını belirtmesinin en büyük nedeni ABD’nin 5 Mart 1959 tarihinde imzalanan Türk Amerikan
Güvenlik İşbirliği Anlaşması101’na dayanarak bir müdahalede bulunması
olasılığıdır. MBK bu durumdan duyduğu korku neticesinde bağlılığını bir çok
defa belirtmiştir.102

MBK yönetimi dış politikada, geleneksel dış politikaya bağlı kalıp, daha bağımsız bir politika izlemek istediği bir çok defa teyit etmiştir ancak, hem mevcut anlaşmalara bağlı kalıp hem de daha bağımsız bir dış politika izleneceği konusunda her hangi bir çözüm yolu önerilmemiştir.

MBK yönetiminin dış politikada sağlamak istediği öncelikli hedef darbeyle kurulan rejimin batı tarafından bir an önce tanınması olmuştur.

Sarper’in çalışmaları sonucunda 30 Mayıs’ta ilk olarak İngiltere ve ABD MBK
yönetiminin darbeyle kurduğu yeni rejimi tanıdıkları belirttiler, bu sayı 3
Haziran ‘a gelindiğinde Sovyetler Birliği de dahil 31 ‘ çıkmıştır. Bu dönemde
yayınlanan bildiriler, uygulanan politikalar ve programlar incelendiğinde
“bağımsız, bağlantısız” dış politika isteklerinin olduğunu ancak bu isteklerinin
gerçekleşmesinin olanak bulmadığı görülmüştür.103

MBK’ nın dış ilişkilerin tabanını genişletme ve bağımsız hale getirme
gereksinimi isteği doğrultusundaki ilk girişimi, 11 Temmuz 1960 hükümet
programının kamuoyuna duyurulmuştur. Bu duyuruda Cemal Gürsel
programın dış politika ilgili bölümlerinde “Türkiye’nin kimseye karşı düşmanlık
beslemediğini, uzatılan her dost elini sıkacağı ve kendisine karşı gösterilen
hakiki ve samimi dostluğa, aynen mukabele edeceğini” açıklamıştır.104Bu
program 4 Aralık 1957’de TBMM’de okunan hükümet programı ile
karşılaştırıldığında, hem iç hem de dış politikada önemli sayılabilecek
değişiklikler olmuştur.

İlk olarak; Menderes hükümeti uluslar arası sistemin tanımlamasını
yaparken barışın sağlanmasını temel dış politika amacı olarak belirlemişti.
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yıllar geçmiş olmasına rağmen ülkeler
arasında uluslar arası sistem içinde kalıcı barışın tam olarak sağlamadığını
belirtmiş ve “Hür milletlerin adil bir sulh nizamı bulmak ve bunu kabul
ettirebilmek hususunda ki bunca gayretlerin, teessürle ifade edelim ki henüz
neticesi alınmamıştır. Buna mükabil harp giderek şiddetini arttırmakta ve her
gün biraz daha tehlikeli bir hal almaktadır” açıklamasını yaparak dünyanın
bloklaşmış yapısını ve barışı sağlamak için gösterilen çabanın Batılı ülkeler
tarafından geldiğini vurgulamıştır. Sovyetler Birliği’ne karşı Batı desteklenmiş tir. Ayrıca; Menderes hükümeti” bağlantısızlar hareketi” ni savununa ülkelere tepki ile bakmış NATO ve Bağdat Paktı’na bağlılığı belirterek Türkiye’nin daha açık olması gerektiğini belirtmişlerdir.

27 Mayıs hükümetinin dış politika vurgusunda en önemli sorun barışın
sağlanması olarak belirtilmiş, bloklaşma ve Soğuk Savaş üzerine herhangi bir
vurgu yapılmamış, sosyalist blok Sovyetler Birliği barışı bozan taraf olarak
gösterilmemiştir. Soğuk Savaş döneminde bir bloğa kesin taraf olduğunu
belirtilmesi yerine Türk milletinin çıkarları ön planda tutulmuş buna göre
hareket edilmiştir. DP hükümeti dış politika uygulamalarının da bu yönde
olduğu,27 Mayıs hükümetinin dış politika uygulamalarında herhangi bir
farklılık getirmediği açıkça belli olmuştur.

Dış siyasetin temelleri bu şekilde belirtildikten sonra, BM, NATO ve
CENTO barışı sağlamanın bir aracı olarak görülmüştür. Ancak, Menderes
hükümetindeki NATO’ya bakış değişime uğramıştır. Eşitlik ve egemenlik
ilkelerine vurgu yaparak,”dost ve müttefik memleketlerle münasebetlerimizi
her sahada eşitlik ve egemenlik esasları dairesinde yürütmek ve geliştirmek
siyasetimizin başlıca prensiplerindendir” şeklinde belirtilmiştir.105

İkinci olarak; Menderes hükümetinin dış politika programında Sovyetler Birliği’ ne bakış NATO’nun bir üyesi olarak temkinli bir şekilde sürdürülmüştür.106 

Bu durum Menderes programında;

“Sovyetler ile münasebetlerimize gelince; Bu münasebetlerin mensup
bulunduğumuz müdafaa topluluklarından tecrit edilerek mütalaasına imkan
yoktur.NATO ve Bağdat teşekkülleri azası olarak vaziyeti mütalaa edip
hissedeceğimiz emniyet nispetinde ve müttefiklerimizle aynı seviyede olmak
üzere Rusya ile olan münasebetlerimizi devam ettirmek kararındayız”107
şeklide belirtilmiştir. Sovyetler Birliği ile kolektif bir ilişki kurma yolu tercih
edilmiştir.

27 Mayıs hükümeti ise hükümet programında Sovyetler ile kuracağı ilişkilerin esasını ; ”Sovyetler Biriliği ile münasebetlerimizi karşılıklı saygı esasına müstenit iyi komşuluk çerçevesinde ilerletmeyi samimiyetle arzu etmekteyiz” vurgusunu yaparak belirtmiştir. NATO dışında da komşuluk temellerinin oluşturulmak istenmiştir.108Sovyetler Birliği ile genel anlamda bakıldığında dış politika da 
27 Mayıs hükümetinin getirdiği ciddi bir fark olmamıştır. Eğer 27 Darbesi gerçekleşmeyip,DP hükümeti iktidarda olsaydı, Başbakan Menderes Temmuz 1960’da SSCB ile ilişkilerin daha iyi noktaya gelmesini sağlayacak bir gezide bulunmayı planlamıştır.

Üçüncü olarak; Menderes hükümeti Soğuk Savaş döneminde, Türkiye’nin Ortadoğu’daki coğrafyası nedeniyle stratejik önemini arttırmış, askeri ve siyasi pozisyonu açısından en fazla ihtiyaç duyulan ülke durumuna gelmiştir. 109

Başbakan Menderes, Ortadoğu’da Suriye ile olan sorunlara dikkat çekmiş ve bu bölgede bölge dışındaki bir devletin emniyeti ve istikrarı tehlikeye düşürmesi sadece bu Ortadoğu’daki barışı değil tüm dünya barışını tehlikeye düşüreceğini belirtmiş ve daha dar kapsamlı Ortadoğu politikası izlemeyi tercih etmiştir.110 27 Mayıs yönetimi dış politika programında Arap ülkeleriyle, özellikle de Birleşik Arap Cumhuriyet’i ve Irak ile uluslar arası sistem düzeyinde ilişkilerinin önemi vurgulanmış daha küresel Ortadoğu politikası benimsemiştir.111 Soğuk Savaş konjonktür, başta Ortadoğu bölgesi olmak üzere Balkanlar, Yugoslavya, Afrika ve Latin Amerika ile yakın ilişkiler içinde olunması verilmesi gerektiğini belirtmiştir.

Son olarak Menderes hükümeti ve 27 Mayıs hükümetlerin dış politikaları arasında ki farklılık Avrupa ile olan ilişkiler noktasında olmuştur. DP hükümeti 1957 yılında kamuoyuna sunduğu dış politika programında Avrupa’nın bütünleşme yolunda bir örgütlenme içinde olduğunu, bu bütünleşme içinde az gelişmiş ülkelere yapılan yardımlardan Türkiye’nin yararlanması, payını alması gerektiğini belirtilmiştir.27 Mayıs hükümeti Avrupa ile olan ilişkiler de Avrupa Konseyi’ne yer vermiş,konseyin
çalışmalarına her bireyin insan hakları ve hürriyetlerinden faydalanmasını
sağlamak amacıyla aktif bir şekilde katılmak gerektiğini belirtmiştir.Ancak 27
Mayıs hükümeti, Avrupa Konseyi demokrasiyi rafa kaldırdığı gerekçesi ile
Türkiye’yi dışlamış,Türkiye için temel sorun kaybettiği bu imajı yeniden
kazanıp,ilişkileri normal seviyeye getirmek için çaba sarf etmiştir.112

27 Mayıs darbesi uluslar arası sistemde büyük yankı uyandırmış, darbe öncesinde ve sonrasında Türkiye’nin iç ve dış politika uygulamaları yabancı ülkeler tarafından dikkatle incelenmiştir. Örneğin; Türk siyasetini ve devletin durumunu iyi bir şekilde çözen, Ankara’daki İngiliz Büyükelçisi Burrows, ülkesini Türkiye’de yaşanan tüm olaylar hakkında bilgilendirmiştir.

22 Nisan 1960 tarihli raporunda Menderes’in kendisine karşı oluşan
muhalefete ve basına karşı bir önlem aldığını alınan bu önlemin son derece
hatalı olduğunu belirtmiş, ülke içinde taşrada çıkan olayları, ordu içindeki
kaynamaları ve oluşan genel havayı birebir ülkesine iletmiştir. Büyükelçi
Burrows, darbeden bir ay önce de darbe ortamının var olabileceğini
öngörmüş, ancak yapılabilecek her hangi bir müdahalenin de Türkiye’nin bir
iç meselesi olarak görmüş, onları ilgilendiren konunun Türkiye’de yaşayan
İngiliz vatandaşlarının ve Kıbrıs’ın durumunun olduğunu vurgulamıştır. İngiliz
dış politikasında Kıbrıs meselesinin çözümü Türkiye’nin siyasi ortamından
daha önemli olmuştur. Darbe gerçekleştikten bir hafta sonra İngiliz
makamlarına ulaştırdığı genel durumu belirten raporunda; Menderes
hükümetinin, 1955-1960 yılları arasında özellikle entelektüel kesimin
desteğini geniş ölçüde yitirdiğini, DP iktidarından hoşlanmayan kesimlerin
darbeden önce var olduğunu bildirmiştir.113

Genel olarak bakıldığında;

Türkiye’de 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra da yeni yönetimin dış
politikası eskiye göre kayda değer herhangi bir değişiklik göstermemiştir.
Zaten 27 Mayıs yönetimi, darbenin ertesi günü yayınladığı bildiride de,
Türkiye’nin bütün ittifaklarına ve taahhütlerine sadık kalacağını NATO’ya ve
CENTO’ya bağlı olduğunu bildirmiştir. Yani, dış politikada herhangi bir
değişikliğin olmayacağı darbenin ilk günün de açıklamıştır. Dış politika da
Türkiye’yi ileriye taşıyacak bir değişiklik olmazken, 1960’lı yılların ortasında
Soğuk Savaş dönemindeki yumuşamayla birlikte Türkiye iki blok arasındaki
önemini kaybetmeye ve uluslar arası sistemde yalnızlaşmaya başlamıştır.114

           Uluslar arası Sistemde Diğer Devletlerle Olan İlişkiler

27 Mayıs darbesinin dış işleri bakanı Selim Sarper 11 Temmuz 1960’taki ilk basın toplantısında dış politikada, NATO, CENTO, VE BM’ye bağlı kalacağını birdirmiş, batıya bu yolla devamlılık sözü vererek batı karşısında Türkiye’nin durumunu garantiye almıştır.115

Dış politika konusunda son derece duyarlı olan İsmet İnönü, Selim Sarper’le yaptığı görüşmede Batı Bloğunda kalmanın Türkiye açısından son derece yararlı olacağını, NATO, CENTO ve BM’ye olan devamlılık ve bağlılığın bildirilmesinin çok doğru ve yerinde bir açıklama olduğunu belirtmiş, bu birliklerde olan üye ülkeler arasında istenmeyen bir üye konumunda olmanın Türkiye için çok olumsuz sonuçlar doğuracağını bu yüzden uyumlu bir üyelik sürdürülmesi gerektiğini eklemiştir.

27 Mayıs hükümeti genel olarak dış politikada içe ve dışa dönük davranışlar içinde olmuştur. İç politikada ve dış politikada radikal değişikler yapmaktan kaçınmıştır. Yani dış politikada darbe ile gelen hiçbir değişiklik olmamıştır. 116


                      Amerika Birleşik Devletleri- Türkiye İlişkileri


Yakın tarihe bakıldığında ABD ‘nin askeri rejimlerle daha içli dışlı ilişkiler içinde olduğu, daha iyi ilişkiler kurduğu görülmüştür. DP milletvekillerinden Adnan Selekler, 27 Mayıs müdahalesinin ertesi gününde, harp okulunda tutuklu oldukları sırada Fatin Rüştü Zorlu’ya:
“Beyefendi Amerika askeri müdahaleye ne der?” şeklinde bir soru yöneltmiştir. Zorlu’nun yanıtı ise :
“…Amerika askeri rejimleri tercih eder. Amerikalılar askerlerle daha kolay
anlaşırlar.”Şeklinde olmuştur.

Amerika’nın askeri rejimlerle anlaşmasının en önemli nedeni; askeri
rejimle yönetilen ülkedeki subayların Amerikan eğitimi almaları ve genelde
dünyayı Amerikan perspektifinden bakamaya koşullandırılmış olmaları
olmuştur.117Örnek olarak 2009 yılında Honduras’ta Cumhurbaşkanı Manuel
Zelaya karşı darbe yapan Romeo Vasquez, Amerika’da ABD Okulu’nda
eğitim almıştır.ABD Honduras’daki darbeyi yakından izlemiş, olup biteni
dikkatle takip etmiştir.118

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın 17 Nisan 1961 günlü 8453 sayılı ,

”Türk Siyasetinde Silahlı Kuvvetlerin Rolü” adındaki gizli raporunda 27 Mayıs
darbesi şu şekilde değerlendirilmiştir:

27 Mayıs 1960 tarihinde başbakan Adnan Menderes hükümetini deviren
Türkiye Silahlı Kuvvetlerince yapılan darbe Türkiye dışında genellikle ağırlık taşıyan, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin apolitik olduğu ve ciddi bir siyasi bunalımda müdahale etmeyeceği yolundaki inancı yıkılmıştır…Ordunun Türk Siyasi hayatı üzerindeki etkisi,bu nedenle hiç şüphe yok ki ,devam edecektir ve ordu, yeni bir siyasi bunalım ortaya çıkması halinde ,eskiye oranla müdahale etmeye daha hazır olacaktır.”119

Washington büyükelçisi Melih Esenbel Türkiye’nin bütün uluslar arası
yükümlülüklerine bağlı kalacağını Amerikan hükümetine bildirmiş, darbe
sonrasında Türk- ABD ilişkilerinin geleceğini garantiye almaya çalışmıştır.
Amerikan Büyükelçisi Fletcher Warren darbenin iç politikadan kaynaklandığını, bu durumunda Amerikan karşıtı bir politika olmadığını belirten bir mesaj göndererek 27 Mayıs Darbesi hakkında ABD’nin görüşünü bildirmiştir. Büyükelçi Warren daha sonra darbe hakkında daha fazla bilgiye sahip olmak istemiş ve darbenin ertesi günü 28 Mayıs 1960’da Cemal Gürsel ile bir görüşme yapmıştır.120 

Bu görüşme sırasında Warren Gürsel’e ;

”Şimdiye kadar şahit olduğum en kesin, etkili ve çabuk darbe. 

Ankara halkının sonuçtan memnun olduğunu gösteriyor” demiştir 121
Görüşmede, Türkiye’nin mali açıdan ABD yardımına ihtiyacı olduğu açık
bir dille Cemal Gürsel tarafından bildirilmiş, ABD hükümeti bu görüşmeden
kısa bir süre sonra 27 Mayıs yönetimine istediği krediyi vermiştir. Ayrıca ABD
hükümeti 30 Mayıs 1960’da 27 Mayıs hükümetini tanığını belirtmiş, bu durum
diğer Avrupa ülkelerinin Türkiye’de darbe sonrasında kurulan yeni hükümeti
tanımaları açısından örnek teşkil etmiş ve etkili olmuştur. 122

ABD, MBK yönetimini tanıdığını ilan etmiş ancaki Menderes hükümeti
döneminde yapılmış olan ve büyük bir kısmı TBMM’ye getirilmeden yürürlüğe
girmiş olan ikili anlaşmaların geçerli olup olmayacağı ABD tarafından merak
edilen bir konu olmuştur.27 Mayıs hükümeti dış işleri bakanı Selim Sarper 
Haziran 1960, Türkiye’nin eski dönemlerde yapılan anlaşmalarının hepsinin
geçerli olduğunu ve yükümlülüklerine bağlı kalınacağını belirtmiştir. 

Bu durum ABD tarafından son derece olumlu bir şekilde karşılanmıştır.123
11 Haziran 1960 tarihinde ABD başkanı Dwight D.Eisenhower MBK
hükümetinin başkanına gönderdiği iyi niyet mektubunda Gürsel hükümetinin
seçimlerin yapılması ve hükümeti iradesinin sivil idareye devredilmesi
hususunda gösterdiği azmi takdir ettiğini ayrıca, Türkiye’nin NATO, CENTO
ve BM olan bağlılığını devam ettireceğinin açıklanmasını memnuniyetle
karşıladığını, bundan sonraki süreçte de iki ülke arasındaki ilişkilerin dostluk
ve işbirliği içinde devam edeceğini belirtmiştir. ABD başkanı tarafından
gönderilen bu iyi niyet mektubuna cevaben Gürsel, ABD ve Türkiye
arasındaki sağlam temellere dayanan ilişkilerin hiçbir şekilde sekteye
uğramadan dostluk ve barış içinde devam edeceğini dile getiren bir mesaj
göndermiştir.124

Bu durum akla 27 Mayıs darbesinden, ABD’nin önceden haberi olup
olmadığı, darbenin ABD desteği ile yapılıp yapılmadığı sorusunu getirmiştir.
Bu sorunun ortaya çıkması ve bir çok çevre tarafından tartışılmasının nedeni;
Büyükelçi Warren’in Washington’a yollamış olduğu raporda Türkiye’ de
ordunun müdahalesinin söz konusu olmadığını, Menderes hükümeti ile iyi
ilişkiler içinde bulunan Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun’ nun hükümet
ile olan ilişkilerinin dengeli olduğunu, Genelkurmay’ın herhangi bir müdahale
olursa destekte bulunmayacağını bildirmiştir. Ancak bir taraftan da CIA’ nın
ve MİT ile ordu içinde yakın haber alma kaynaklarını kullanarak aslında
darbenin tüm hazırlıklarından haberdar olduğunu ve bu konuda merkezi
uyardığının düşünülmesi olmuştur.125

Menderes hükümetinin on yıllık iktidarı boyunca ABD siyasetini
sorgusuz bir şekilde desteklemiş, ABD’ye karşı eksiksiz sadakat
göstermiştir.126 Ordunun yönetime el koymasıyla birlikte dış politika
devamlılık için söz verirken bir yandan da Arap ülkeleri ve bağlantısızlar
hareketi ile ilişkileri geliştirmek istediğini belirtmiştir.127

27 Mayıs hükümetinin her fırsatta batıya bağlılığını belirtmesinin en büyük nedeni, dışarıdan gelebilecek herhangi bir müdahaleye karşı yanında batıyı destek olarak görmek istemesi olduğu kadar, ekonomik sorunlar içinde olup, ülkenin istikrara kavuşması ve kalkınmasını sağlamak için almak istediği acil ekonomik yardımlarında etkisi önemli olmuştur.128 İhtiyaç duyulan ekonomik yardımlar için ABD ve Batı dünyasının desteğinin alınması gerektiği düşüncesi MBK ‘nın radikal ve ılımlı kanadının da hemfikir olduğu bir düşünce olmuştur.129

Ekonomiyi iyi bir noktaya taşımak isteyen 27 Mayıs hükümeti, Devlet
Planlama Teşkilatı’nın hazırlıklarına başlamış, ordu içindeki gereksiz
fazlalıkları azaltmak için tasfiyeler yapmıştır. Amaç, ordu içindeki muhalif
kesimi çıkarmaktır. ABD’nin verdiği 12 milyon dolarlık yardım ile tasfiye
gerçekleştirilmiş, DP döneminin sonlarında uygulanan ekonomik yardım
kesintilerine son verilmiştir. ABD Büyükelçisi Warren Türkiye’ye yapılan
yardımların devam edeceğini belirtmiştir. 1960 yılı içinde Türkiye dış
yardımının %75’ni ABD’den almıştır. Menderes hükümeti zamanında
bozulmaya başlayan Türk-Amerikan ilişkileri MBK yönetimi döneminde tekrar
canlanmaya başlamıştır.130

1960’lar boyunca Amerikancı, ABD destekli dış politika çizgisinden
vazgeçilmesinin gerektiği kamuoyunda giderek artan bir şekilde dile
getirilmeye ve talep edilmeye başlamıştır. ABD’ye bağımlı dış politika
istemeyen kamuoyu içinde anti-Amerikancı hareketlerin yayılmaya
başlaması, uluslar arası sistemdeki ülkeler arasındaki bloklaşmanın
azalması, Türkiye’nin bağlantısızlar hareketine olan yakınlığının artması gibi
durumlardan dolayı bu dönemde Türk –Amerikan ilişkilerinde sarsıntılar
yaşanmaya başlamıştır.131

DİPNOTLAR:

97 Fırat.a.g.e.,29
98 “ Türk siyaset adamı. İstanbulda doğmuştur. Amerikan Kolejinde lise öğrenimini gördükten
sonra, Almanya’da hukuk öğrenimi yapmıştır. Memuriyet hayatına öğretmenlikle başlamış,
sonradan Dışişleri Bakanlığına girerek, çeşitli memuriyetlerde bulunmuştur. İkinci Dünya
Savaşı yıllarında Matbuat Umum Müdürlüğü yapmış, Moskova büyükelçisi olmuş, Birleşmiş
Milletlerdeki devamlı delegeliğimize getirilmiştir. 27 Mayıs, 1960 hareketinde Dışişleri
Bakanlığına getirilmiş, 15 Ekim 1961 genel seçimlerinde C.H.P. adayı olarak İstanbuldan
milletvekili seçilmiştir ”Bkz.”Selim Sarper”. http://www.bibilgi.com/Selim-Sarper-(1899--?)
99 Ahmad.a.g.e.512
100 Fırat.a.g.e.,s.30-31
101 5 Mart 1959’da imzalanan Türk Amerikan Güvenlik İşbirliği Anlaşmasına göre; Türk-ABD
ilişkileri Eisenhower Doktrini temelinde en üst düzeye çıkarılmıştır. Bu doktrin özetle;
ABD’nin dolaylı ya da dolaysız bir şekilde komünizmin saldırısına hedef olacak Ortadoğu
ülkelerine, gerekirse silahlı kuvvetlerini de kullanarak yardım etmesini öngörülmüştür.ABD
anayasasına uygun olarak Türkiye’ye herhangi bir saldırı olması durumunda Türk
hükümetinin de isteği ile her türlü uygun harekette bulanabilecektir.Bkz.”Atatürk Sonrası
Türkiye”, http://www.ait.hacettepe.edu.tr/egitim/ait203204/II12.pdf
102 Müge Aknur.”27 Mayıs Darbesi ve Dış Politika”.(der.)Haydar Çakmak.Türk Dış Politikası
(1918-2008).s.549-551
103 Fırat.a.g.e.,s.29-33
104 Aknur.a.g.e.,s.550
105 Fırat.a.g.e.s,32-33
106 Aknur.a.g.e.,s.551
107 Fırat.a.g.e.,s.34
108 Fırat.a.g.e.,s.34
109 Sönmezoğlu.a.g.e.s,95
110 Fırat.a.g.e.,s.34.
111 Ahmad.a.g.e.s.512
112 Fırat.a.g.e.,s.34-36
113 İngiliz Kaynaklarına Göre 27 Mayıs Darbesi, 
      http://www.vaziyet.net/ingiliz-kaynaklarinagore-27-mayis-darbesi/.20 Ocak 2010
114 Sadık Can.Atatürk Sonrası Dış Politika. 
      http://www.sadikcan.com/13-konu-ataturksonrasi-dis-politika.html.20 Ocak 2010
115 Ahmad,a.g.e.,s.512
116 Fırat.a.g.e.,s.42-43
117 Yetkin.a.g.e.s.76
118 “Generals Who Led Honduras Military Coup Trained at the School of the”Americas.
       http://www.democracynow.org/2009/7/1/generals_who_led_honduras_military_coup.23 Ocak 2011.
119 Yetkin.a.g.e.s.83
120 Fırat.a.g.e.,s.42-43
121 Kamil Karavelioğlu.Bir Devrim İki Darbe.Gürer Yayınları,İstanbul,2007,s.89
122 Aknur.a.g.e.,s.551
123 Baskın Oran,Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar. İletişim Yayınları, İstanbul ,2009.s.681
124 Aknur.a.g.e.,s.551
125 Fırat.a.ge.,s.43-44
126 Burcu Bostanoğlu.”Türk Dış Politikasında Çok Odaklılık Arayışı”. Türkiye-ABD ilişkilerinin Politikası.İmge Kitapevi,Ankara,2008.
127 Yakup Beriş, Aslı Gürkan.”Türk Amerikan İlişkilerine Bakış Ana Temalar ve Güncellemeler”.Temmuz 2002, 
       http://www.tusiad.us/Content/uploaded/TURKIYEABD_ILISKILERI-UPDATE2.PDF.24 Ocak 2010.
128 Fırat.a.g.e.,45
129 Aknur.a.g.e.s,652
130 Fırat.a.g.e.,s.45-46
131 Bostancıoğlu,a.g.e.,s.373-374

***

27 Şubat 2016 Cumartesi

28 ŞUBAT TÜRK SİYASETİNİN ACI VEREN YÜZÜ, ÖNCESİ VE SONRASI,, BÖLÜM 15


28 ŞUBAT  TÜRK SİYASETİNİN  ACI VEREN YÜZÜ, ÖNCESİ VE SONRASI,, BÖLÜM 15


DEMİREL DÖNEMİ;


DEMİREL DÖNEMİ,

Ispartalı Dolaksızoğlu Süleyman Demirel'in son derece enteresan, ve biz VATANSEVERLER için ibret verici bir politik hayatı vardır... 1924 Isparta-İslamköy doğumlu, İTÜ mezunu bu genç mühendis, nasıl oldu da Menderes zamanında DSİ Genel Müdürü iken, ihtilalden snora birden bire kurt politikacıların arasından sıyrılıp, Adalet Partisi'nin başına geçti?.. Nasıl oldu da, 1964-1991 arasında 2 kere darbe ile gitmesine rağmen HACIYATMAZ gibi doğrulup varlığını sürdürdü?..Bu soruların cevabını herhalde ilerde bazı yerli ve yabancı belgeler açıklandığında öğrenebileceğiz.

Biz bu yazıda ATATÜRK'ün tesbit ettiği MİLLİ SİYASET'ten ve koyduğu MİLLİ HEDEF'ten ne kadar saptığımızı göstermeye devam ederken; bu kişiyle ilgili hususları, yakın tarih olması sebebiyle, ancak gazete haberlerinden ve kendi değerlendirmelerimizle vereceğiz.

Muhakkak olan bir husus var ki, o da Demirel'in DSİ Genel Müdürü olduğu 1950'li yıllar ile AP'nin başına geçtiği 1964 yılı arasında bir kaç "Amerika seyyahati" ve Johnson'la çekilmiş resimleri olduğudur... TÜRK SİYASİ HAYATI'nda rol almasında bunların büyük payı vardır.

27 MAYISÇILAR'ın idareyi sivillere terketmeye hazırlandığı günlerde eski DEMOKRAT PARTİLİLER iki yeni parti kurdular. Bunlardan ADALET PARTİSİ, Emekli Orgeneral Ragıp Gümüşpala'nın başkanlığında ve Tahsin Demiray (eski Köylü Partisi başkanı), Necmi Öktem (general), Şinasi Osma (albay), Cevdet Perin (doçent), Kamuran Evliyaoğlu (gazeteci) gibi önemli, tanınmış kişilerin gayreti ile kurulmuştu... İkinci Parti YENİ TÜRKİYE PARTİSİ idi. Onun da başında eski Maliye Bakanı Ekrem Alican vardı. Eski milletvekilleri İrfan Aksu, Raif Aybar, Hikmet Belmez, Hasan Kangal, Mithat San, Cahit Talas (eski Çalışma Bakanı), Sırrı Öktem (general) gibi tecrübeli kişiler vardı.

6.1.1961'de Kurucu Meclis göreve başladı. Yeni Anayasa'yı, seçim kanunu gibi önemli kanunları çıkardı, 26.10.1961'de de görevi yeni seçilen Meclis'e devretti. Anayasa halkoyuna sunuldu ve kabul edildi. Bu arada bir de Senato kurulmuştu.

Bütün dış baskılara rağmen askerler memleketi iflasa ve sömürge olmaya sürükleyenleri cezalandırmak istiyorlardı. Verilen 15 idam cezasından 3'ü, bu amaçla uygulandı. Diğerleri bir süre hapis yatıp paçayı kurtardılar.

İsmet Paşa sonunda mesuliyetin kendisine yükleneceğini düşünerek, Yassıada mahkemelerinden çıkan idam kararlarının uygulanmamasını istemiştir... Biz o idamları yerinde bulduğumuz gibi, hapse çevrilen ve sonradan affedilenlerin idamını dahi gerekli görürdük.

Eğer 1961'de " Bebek "le, " Köpek "le uğraşılmasaydı; eğer o dönem politikacılarının ATATÜRK'ün TAM BAĞIMSIZLIK, MİLLİ HAKİMİYET ve MİLLİ SİYASET anlayışından uzaklaştıkları, ülkeyi DIŞA BAĞIMLI hale getirdikleri için cezalandırıldığı açıklansaydı; belki MANDACI İSMET ve AMERİKANCI MENDERES zihniyeti bir daha doğmamak üzere silinir giderdi!.. DEMİREL gibileri hiç ortaya çıkamazdı. Eğer daha sonraki ihtilallerde, sorumlular idam ve hapis edilseydi; biz bugün DEMİREL hakkında bu kadar uzun bir yazı yazmak zorunda kalmazdık!

Menderes ve İsmet'in savunduğu NATO, CENTO ve İkili Anlaşmalar gibi, şimdi de Çiller ve destekçileri bizi GÜMRÜK BİRLİĞİ, AB gibi ittifaklara sokmaya çalışıyor, girdikçe de bayram ilan ediyor!.. Eğer suçlu politikacılar gereği gibi cezalandırılsaydı, ülke şu anda siyasi açıdan 1950'lerdeki durumuna dönmezdi!

İsmet Paşa BATI tarzı "demokrasi"yi 1946'da ülkeye getirmişti (!) ama, 1960'da bile halk DEMİR-KIR-AT dediği Menderes'in partisini AT ile bağdaştırıyordu. Bu yüzden AP kendisine amblem olarak AT'ı seçti. Demirel üç kere gidip gidip geldi, kurduğu bütün partilerde AT'tan vazgeçmedi!

Aslında ne AP, ne YTP, ne de DYP; DP'nin devamı değildirler! Demirel 1960'larda Bayar'ın affedilmesini adeta engellemiştir, kendisine rakip olacağı için!.. Bayar ve eski DP'lileri affedilmesini sağlayıp onları AP ile kapıştıran, aslında "eski düşman" İsmet Paşa'dır!..(1974)

1961 seçimlerinde CHP %36.7, AP %34.7, CKMP %13.9, YTP %13.7 oy aldı. Meclis ve Senato dağılımı ise şöyle idi: CHP 173-36, AP 158-71, CKMP 54-16, YTP 65-13.. Milli Birlik Komitesi üyeleri de hayat boyu tabii senatör idiler.

Hiç bir parti tek başına iktidara gelemedi. Gürsel Cumhurbaşkanı seçildi. İsmet Paşa 1961-1964 arasında üç ayrı koalisyon hükümeti kurdu... İlk açıklaması da "Milletlerarası çalışmalarımızda NATO ve CENTO ittifaklarının hususi bir yeri vardır" diyerek kapitülasyonların devamına itirazı olmadığını belirtmek olmuştur.

BATI uşağı bu hükümetlere, BATI tabii ki destek oldu. 1962'de ABD ile bir kredi anlaşması imzalandı. Avrupa devletleri ve Amerika tarafından "TÜRKİYE'ye Yardım Klubü (Konsorsiyum)" kuruldu. Menderes'i sürüm sürüm süründürenler, nedense İsmet Paşa'ya kesenin ağzını açmışlardı!..Aslında bu, "komaya girmiş hastaya serum takılması" gibi idi.

Aynı yıl TÜRKİYE AET'ye ORTAK ÜYE kabul edildi. Yani biz 1996'larda hala GÜMRÜK BİRLİĞİ-KAPİTİLASYON anlaşması ile hala alınmayı bekliyoruz ya, aslında o tarihlerde kabul edilmiştik!.. Sonradan bu Ankara Anlaşması ile teyid edildi. (1963) Ancak BATILILAR gene verdikleri sözü unuttular.

Ragıp Gümüşpala'nın başında olduğu AP, bu dönemde iktidarda olduğu zaman dahi, itilip kakılan parti durumunda idi. 1963'de Genel Merkezi tahrip edildi. Hakkında Meclis'te genel görüşme açıldı. Ne Demokrat Parti artıklarını, ne de 80 yaşındaki İsmet Paşa'yı istemeyen genç subaylar, 2 kere ihtilal teşebbüsünde bulundular.

Dış olaylara gelince; 1962 yılı Ocak ayında ABD, KÜBA ile ilişkilerini kesti!..Hemen arkasından PAPA 6. PAUL, Hıristiyanlığa zarar verdiği iddiasıyla KASTRO'yu AFAROZ etti!..Şubat ayında da Katolik başkanı Kennedy KÜBA'ya ambargo uygulamaya başladı. Bu ambargo Rus ve Amerikan gemilerini karşı karşıya getirdi. Bütün dünya nükleer bir savaş olacağı korkusuna kapıldı. Bilhassa mevcudiyetinden sonradan haberdar olduğumuz nükleer füzeler dolayısiyle, TÜRKİYE topun ağzında idi!. Gerek Hükümet, gerekse askerler o günlerde atlattığımız tehlikeden habersizdiler!

Sonunda Kruşçev geri adım attı, Kasım ayında KÜBA'daki nükleer füzeler söküldü, imha edildi, ambargo kalktı. Bir kaç gün sonra da Amerika TÜRKİYE'deki JÜPİTER füzelerini kaldıracağını açıkladı. Ancak bu suretle pazarlık konusu olduğumuzu anladık. İşte Menderes'in dış politikası ve Amerikan uşaklığının bizi getirdiği nokta buydu!

Mayıs ayında askerlerin gayreti ile oluşturulan Küçükçekmece Atom reaktörü hizmete girdi. TÜRKİYE böylece NÜKLEER enerji konusunda ilk adımı atmış oldu, ancak arkası gelmedi. Bilhassa dönemin solcuları, DOĞU BLOĞU'nun sahip olduğu NÜKLEER silahları unutup, TÜRKİYE'de "barış" teraneleri ile Hiroşima sömürüsü yapıyorlardı!.. TÜRKİYE'nin NÜKLEER gücünün olmaması, BATI'nın da işine geldiği için onlar da ses çıkarmadılar. Bugün dahi aynı kısır tartışma sürüp gitmektedir.

DPT'den bazı uzmanlar "Hükümet'in Toprak Reformu ile ilgili bütün girişimleri engellediği" söylediler. Bazıları istifa etti. Bu arada AP Merkez Yönetim Kurulu, Toprak Reformu'nun "temel bir hak olan kişinin mülkiyet hakkına aykırı" olduğunu iddia ediyordu! Yani aslında CHP ile AP'nin TOPRAK ve ORMAN konusundaki tutumları birbirinden farklı değildi. Ayrıca AP, CHP'yi "Devletçilik" güderek ilerlemeyi engellemekle suçluyor ve planlı yatırımlara karşı çıkıyordu! Zaten Demirel başa geçtikten bir süre sonra "Millet plan değil plav istiyor" diye parti görüşünü veciz(!) ifadeyle ortaya koyacaktı!

Aynı günlerde Dışişleri Bakanı Feridun Cemal Erkin, bir konuşmasında TÜRKİYE'nin dışarıya sattığı KROM hakkında ciddi endişeleri olduğunu açıkladı!.. Madenlerimizin sömürülmesi, o dönemde de sorun idi, hala bir çare bulunamadı.

Türkiye'nin AET ortak üyeliği anlaşması da 1963'de Ankara'da imzalandı. ABD ile "zırai maddeler" anlaşması imzalandı. Böylece radyoaktif olduğu için kendi ülkelerinde deneyemedikleri "Meksika Buğdayı"nı bize gönderip deneme imkanı buldular. Ayrıca "fenni" tohum, sunni gübre, tarım ilacı, hatta zararlı hormonların ülkeye girmesine fırsat verilmiş oldu.

Bütün bunlar, 1950'lerde Menderes'in düşüncesiz traktör atılımı gibi, tarım ürünlerinde bir artış sağladı. Ancak ünü dünyaca meşhur tütünümüzün, çayımızın, pamuğumuzun, İzmir üzümümüzün, Amasya elmamızın, Ayaş domatesimizin, hatta etimizin, sütümüzün bozulmasına yol açtı.

22 Kasım'da zencileri savunan Kennedy, zenci düşmanı Teksas-Dallas'ta uğradığı bir suikastte öldürüldü. Yerine yardımcısı Johnson geçti. Kennedy'nin kaatili Oswald da Ruby adında bir barcı tarafından öldürüldü. Sonra o da ortadan kaldırıldı. Böylece Kennedy'nin planlı bir şekilde devre dışı bırakıldığı anlaşıldı.

1964'de Amerika ile bir kredi anlaşması daha imzalandı. TÜRKİYE'ye yardım konsorsiyumu istediğimiz 250 m. doların ancak 100 milyonunu verdi! TÜRKİYE bir de Dünya Gıda Programı anlaşması imzaladı. TÜRKİYE Finlandiya ve Almanya ile teknik işbirliği, Avusturya ile işçi anlaşması imzalandı. İsveç, Norveç ve Lüksemburg ile kredi anlaşmaları yapıldı. TÜRKİYE OECD kredi anlaşmasına katıldı. Yani Menderes'in batırdığı ülke ancak gavur parası ayakta durabiliyordu. Gavur da parayı babasının hayrına vermiyordu!

Bu arada Sovyetler Keban Barajı için kredi teklif etti. Ancak Hükümet, "Kıbrıs politikasını değiştirmediği takdirde kabul etmiyeceğimizi" bildirdi. Sanki Sovyetler'in Kıbrıs politikası aleyhimize de, Amerika ve İngiltere'ninki farklı!.. Yine de Aralık ayında bir ticaret heyeti Rusya'ya gitti. Sovyetler ile 1965 yılı için bir ticaret anlaşması bir de kültür anlaşması imzalandı. Pakistan ile ticaret anlaşması yapıldı.

15 Mayıs'ta karasularımızı 6 mile çıkardık!.. O tarihe kadar 3 mil idi!.. Halbuki Yunanistan ta 1930'larda 6 mil yapmış, İsmet Paşa Hükümeti uyumuş, ATATÜRK te her nasılsa konuyu atlamıştı!

Kıbrıs'ta Rumlar'ın TÜRKLER'e saldırısı 1963 yılı ortalarında başlamıştı. Bu olaylar artınca İsmet, TÜRK jetlerini Kıbrıs üzerinde şöyle bir uçurttu. Kısa bir süre için saldırılar kesilir gibi oldu.

Ama 1964 başında iyice azıttılar. Yağmacılığa, hırsızlığa başladılar. Ocak ayında saldırdıkları TÜRKLER'den 21'i öldü, 6'sı kayboldu. Tarihi BAYRAKTAR CAMİİ 3. defa bombalandı, Subat ayında Rumlar köylere saldırdı. 50 TÜRK öldürüldü. Kurtulanlar göçe başladılar. İsmet Paşa hükümeti uzun tereddütten sonra ancak 13 Mart'ta Makarios'a "müdahale hakkını kullanacağını" bildiren bir nota verdi.

Ardından Hükümet MÜDAHALE kararı aldı. Aslında bu bize anlaşmalarla tanınmış bir haktı. Bir yandan da Birleşmiş Milletler'de ve Londra'da görüşmeler sürmekteydi.

TÜRKİYE'nin çıkışı, hiç beklenmedik bir karardır! ABD, uzun yıllar BATI UŞAĞI bilinen İsmet'in bu hayret verici tavrı üzerine o kadar şaşırır ki, tepkisini nezaket kurallarına bile uymadan hemen gösterir. Cumhurbaşkanı Vekili, sığır çobanı kılıklı Johnson o meşhur mektubunu yazıp kulağımızı çeker! "Haddinizi bilin haa!" der... Bu haysiyet kırıcı JOHNSON MEKTUBU' nun tercümesini EK olarak vereceğiz, dişlerimizi gıcırdatarak ve ABD EZELİ DÜŞMAN olduğunu bir kere daha hatırlayarak okuyacaksınız!..

Bu herifin Kennedy'inin vurulmasında parmağı olduğu iddiası bir yana, mektuptan iki ay sonra Viyetnam Savaşı'nı başlatması HIRİSTİYAN BATI EMPERYALİST zihniyetin neme nem bir şey olduğunu, nasıl çift standart uyguladığını gözler önüne serer!..İsmet Paşa ise, ABD'ye "kararı askıya aldığını, ancak mektubu da hayal kırıcı bulduğunu" bildirmekle yetinir!

Birleşmiş Milletler hemen adaya asker gönderdi. Kısa bir zaman sonra bu askerlerin adaya TÜRK halkını korumak için değil; TÜRKİYE'yi müdahaleden caydırmak için geldiği anlaşıldı. Çünkü Rum saldırıları durmadı.

Temmuz ayında TÜRKLER'in sıkıştığı Girne (Saint Hilarion) kalesini kuşattılar. Bir avuç TÜRK mücahit kaleyi günlerce savundu. Bu arada Rumlar kadın-çocuk-yaşlı demeden katliama devam ettiler. Nihayet 8 Ağustos günü TÜRK jetleri harekete geçti. Erenköy civarındaki Rum askeri hedeflerini bombaladı. Ayrıca askeri birlikler gemilere bindirildi. Durumun ciddiyetini gören Makarios ateşkes istedi. Rumlar bu arada uçağı düşürülen Pilot Cengiz Topel'i işkenceyle şehit ettiler.

O zaman anlaşılır ki, DIŞA BAĞIMLI EKONOMİK VE ASKERİ POLİTİKA sonucu TÜRKİYE'nin NATO'dan aldığı jetlerin BENZİN'i yoktur!.. ÇIKARTMA GEMİSİ yoktur!..Bütün bu yıllar boyunca biz kendimizi değil, BATI'NIN MENFAATLERİ'ni savunup durmuşuzdur. Üstüne üstlük Johnson da sözüm ona NATO ortak savunması için verilmiş silahları " Rusya bize saldırırsa kullanamıyacağımızı " bildirmiştir!..Yani politikacıların BATI UŞAKLIĞI'na soyunduğu şu son 15 yılda, TÜRKİYE tam anlamıyla "ayvayı yemiş"tir!..

İsmet, nihayet uyanır ve şu sözleri kullanır:" Gerekirse yeni bir dünya düzeni kurulur, ve TÜRKİYE'de bu düzende yerini alır!.."

TÜRKİYE aslında ta ATATÜRK zamanında, 1918'de yerini MAZLUM ÜLKELER'in safında almıştı, ama İSMET PAŞA ve MENDERES 1940'lardan itibaren BATI'ya kaymışlardı... MENDERES asıldığına, İSMET te uyandığına göre, ABD'ye yeni bir uşak gerekmektedir. Bu sözler İsmet'in sonu olur.

O tarihlerde Ragıp Gümüşpala ölmüş (Haziran 1964), AP'nin başına ABD destekli Bayar'ın eski " Su müdürü", Amerikan Morrison firmasının temsilcisi Demirel, adeta "gökten zembille inerek" gelmiştir.

Öyle ki, rakibi Saadettin Bilgiç'in bir Mason arkadaşından temin ettiği Demirel'in " Mason kaydı " delegelere dağıtılınca, Mason Demirel dernek başkanı ve üstadı Necdet Egeran'ı kullanarak sahte bir "mason değildir" belgesi almış, bunu AP kongresinde dağıtarak seçimi kazanmıştı!.. Demirel'in bu kongrede Masonluk ne kelime, "her sabah KUR'AN okumadan kahvaltıya oturmayan bir aileden geldiğini" iddia etmesi meşhurdur!...

Halbuki Bilgiç'in belgesi gerçekti. Demirel Ankara BİLGİ LOCASI'na 43 sıra ve 48 matrikül numarasıyla kayıtlı su katılmamış bir MASON idi!..Ne manevra değil mi?

Bu Demirel'in politik hayatında belki ilk söylediği yalandı ama, hiç te sonuncu olmadı. Bütün ömrü yalan, palavra, demogoji, boş vaatler ve dümenle geçti!

Gene bu kongrede Demirel'in Johnson'la çekilmiş resimleri çoğaltılarak dağıtıldı!..

Bu durumda akla iki ihtimal gelmektedir... Birincisi, ABD genç mühendis Demirel'e kendisi açısından önem vermiş, onu özel bir şekilde yetiştirmiş; o dönemde Cumhurbaşkanı Yardımcısı olan Johnson bir ara kendisini çağırıp, "Bak evladım, sana çok emek verdik. Göreyim seni, bizi mahçup etme" diyerek sırtını sıvazlamıştır. Demirel de, "Sayın Johnson, izin verirseniz, bu mubarek anı bir fotoğrafla tesbit edelim, torunlarım tosunlarım benimle iftihar etsinler!" demiş, resim öyle çekilmiştir...Ne var ki, Demirel'in çocuğu olmaz, böylece torunların da Johnson'lu resimle övünme hayali boşa çıkar.

İkinci ihtimal, gerçekten tilki gibi kurnaz olan Demirel, o günlerde daha sosyeteye bulaşmamış olan " Meşhurlar ile Fotomontaj " tekniği kullanarak kendini Johnson'la yanyana getirip, sahte bir fotoğraf hazırlatıp, onu dağıtmasıdır ki, pek yabana atılmaz.

Başka bir ihtimal var ise, siz söyleyin!.. Yani, ABD Cumhurbaşkanı ve yardımcısı, her 3. kademe yabancı bürokratın (öyle ya, Cumhurbaşkanı-Başbakan, Bakanlar ve 3. grup Genel Müdürler) her Amerika'ya gidişinde ziyaret edip bir çayını içtiği, Disneyland misali turistik bir mekanda mıdır ki, Demirel resim çektirebilmiş olsun?.. Johnson inşaat mühendisi de değildi ki, İTÜ'den Demirel'in sınıf arkadaşı çıksın!..

Temmuz ayında SSK ve Danıştay Kanunları kabul edildi. Bu arada Ecevit'in çıkarttığı sendika ve grev yasasına sırtını dayayan işçiler problem olmaya başlamıştı. Tam Kıbrıs olayları sırasında Ataş'ta sendika greve gitmeye kalktılar!.. Yani orduyu benzinsiz bırakacaklardı. Hükümet grevi erteledi. O tarihten beri sendikalar sanki bu ülkede başka bir devletin adamları imiş gibi faaliyet gösterirler.

Ağustos ayında ABD Viyetnam'a savaş açtı. Aslında olay Rus yapısı Viyetnam torpil gemilerinin bir ABD destroyerine saldırmasıyla başlamıştı ama, ABD'nin orada ne işi vardı ki?.. Bunun üzerine ABD gemi ve uçakları saldırdı, 25 viyetnam torpil gemisini batırdı, bir petrol platformunu imha etti. ALLAH bilir kaç kişi öldü! Bu olay bizim Kıbrıs'ı bombalamamızdan bir gün önce oldu!

Ekim ayında Kruşçev, bir Kremlin darbesi ile KP liderliğinden düşürüldü, yerine Leonid Brejnev geçti. Kosigin başbakan oldu. Kruşçev katıldığı son politbüro toplantısında endüstriyi, tarımı ve parti organizasyonunu kötü idare etmekle suçlandı. Kruşçev Stalin'in kurduğu bir çok çalışma kampını kapatmış, gizli polisin de gücünü azaltmıştı. Küba hezimeti de sonunu hazırlamıştı.

AP'nin çiçeği burnunda başkanı Demirel'in ilk icraatı, Johnson'un başkanlık törenleri için ABD'ye giden İsmet'i, kalleşce bir tutumla yurt dışında iken hükümetten düşürmek olmuştur!...(Ocak 1965)

ABD'den ümit kesen Menderes nasıl ihtilalle devrilmiş ve idam edilmişse, BATI yanlısı İsmet te ufak bir MİLLİ SİYASET uygulama temayülü gösterdiği için, alaşağı edilir!

Halbuki aynı günlerde Sovyet Yüksek Şura Başkanı Podgorny TÜRKİYE'yi ziyarete gelmişti. Sovyetler'in Keban Barajı'na ilgisi devam ediyordu. Dışişleri Bakanı Feridun Cemal Erkin de, Meclis'te "TÜRK-SOVYET ilişkilerinin gelişmesinden dolayı AMERİKA kızgn değildir" diye açıklama yapmıştı!

Ne var ki, bu kalleşçe devirme olayı halkın İsmet'e duyduğu tepkiyi kaldırmaya yetmez. Bir sonraki seçimde halk İsmet Paşa'dan kurtulmak için Süleyman Demirel'i destekler!..Ta ki, o da BATICILIK ÇARKI'na kapılıncaya kadar! (1)

Her ne ise... Gürsel, Demirel'i tecrübesiz bulduğu için başbakanlığı ona vermez. Bunun üzerine CHP'nin dışarda kaldığı, bütün diğer partilerin katıldığı Suat Hayri Ürgüplü Başkanlığı'nda bir hükümet kurulur ve DEMİREL Efendi bu kabinede MECLİS dışından Başbakan Yardımcısı olur. Müzmin muhalif Osman Bölükbaşı'nın ayrıldığı CKMP'nin başına eski Milli Birlik Komitesi üyesi Alparslan Türkeş geçer. Bir süre sonra da partinin adı MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ'ne çevrilir.(1969)

DEMİREL'in Demokrat Parti'nin devamı olduğunu(2) her fırsatta dile getirdiği AP'si, 1965 seçimlerinde ilk ve son defa %53 oy alarak tek başına iktidar olur... İSMET PAŞA'nın aksak CHP'si ancak %29 alabilmiştir. Nisbi sistem ve milli bakiyenin uygulandığı bu seçimde marjinal oy alan diğer partiler de onar onbeşer milletvekili ile MECLİS'e girerler. Behice Boran'ın başkanlığını yaptığı Türkiye İşçi Partisi bile 15 milletvekilliği kazanmıştır.

Bu arada Birleşmiş Milletler Teşkilatı denen DOMUZLAR DİKTATORYASI, KIBRIS konusunda Makarios'un tezini destekliyen bir karar alır. Buna göre "KIBRIS bağımsızdır, müdahale edilemez," der! Hükümet tabii KIBRIS konusunda bir şey yapamaz!..

ABD sözüm ona bizim lehimize oy kullanır. Ama karar aleyhimize çıkar. Çünkü haksız İSRAİL'in kınanmasına bile VETO kullanan ABD, "dost ve müttefik" TÜRKİYE'yi destekleme lüzumunu hissetmez. Böylece bu Teşkilat'ın ve ABD'nin daha önce varılmış olan Londra ve Zürih anlaşmalarını hiçe saydığı görülür!.. Hiç kalkıp ta artık BİRLEŞMİŞ MİLLETLER'e ve ABD'ye bel bağlanır mı?.

1965 yılının önemli olaylarından biri de Churchill ölmesi idi. Kendisi 60 yıllık Avam Kamarası üyeliği yapmıştı... Gambiya bağımsızlığına kavuştu... ABD'de zenci müslüman lider Malcom X vurularak öldürüldü. Johnson Martin Luther King ile görüşme ihtiyacı duydu... Iran Şahı Rıza Pehlevi'ye suikast yapıldı, ama Şah kurtuldu.

1966 yılında Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel hastalandı vefat etti. Yerine eski Genel Kurmay Başkanı Cevdet Sunay seçildi... Yine aynı yıl başımıza 20 yıldır bela olmuş İKİLİ ANLAŞMALAR sorunu ele alındı. Hepsinin tek metinde toplanması, üslerdeki uçakların cephane yüklerinden TÜRKİYE'nin hiç olmazsa mutabakatının alınması ABD'den istendi. Sonuç ne oldu, bilinmez, ama 1967 yılında ABD ile bir anlaşmaya varıldığı söylenir.

Bu arada ABD'de ırkçı politikaya karşı zenci gösterileri başladı... Başı sıkışan Mao da Çin'de sözüm ona bir Kültür Devrimi başlattı. Kendine yakın hissettiği gençlere bütün yetişmiş aydınları dövdürttü, hatta öldürttü! Çin'in yüzyıllardır duran kültür ve sanat eserleri tahrip edildi.

Herkes bir şey yapar da, İSMET durur mu?.. (1966) O da AP'nin %53'lük başarısına karşılık ORTANIN SOLU diye garip bir tabirle ortaya çıktı. Ne olduğu bir türlü anlaşılamıyan bu kavram, bir süre sonra ECEVİT'in işine yaradı.

MANDACI İSMET Küçük Kurultay'da şu konuşmayı yapmıştı:

- "Demokratik rejimi, komünist düşmanlığı perdesi altında kuşa çevirmek istiyen dikta heveslilerine yardımcı olmıyacağım. Bütün memlekete ilan ediyorum: CHP sosyalist parti değildir, ve olmıyacaktır!"

Kısacası CHP az-maz solcudur... Veya orta yolcudur da, sola yakındır...Veya SOLCU partiler, solda, SAĞCI partiler sağdadır; ORTA'da olanlar da vardır, CHP işte o ortada olanlar ile solda olanların arasındadır...Velhasıl kimse bunun içinden çıkamaz!.. Sonunda 48 CHP'li ayrılıp Turhan Feyzioğlu başkanlığında koç sembollü Güven Partisi'ni kurarlar.

Demirel'in o günlerdeki sloganı "her şoföre bir araba"dır!.. Bunu kendi kesesinden verecek değildir elbette! Ancak Koç o tarihte TÜRKİYE'de otomobil imaline başlamış ve ANADOL'u üretmeye başlamıştır. Reklamını yapmak ta "özel teşebbüsçü" Demirel'e düşer.

Bu arada AET ile anlaşma imzaladık ya, BATILILAR bizi kazıkladıkça kazıklarlar. "Salçamızı sizden alacağız, sizden giyineceğiz" diyerek bize bol miktarda SALÇA ve TEKSTİL fabrikası makinaları satarlar. Verdikleri kredileri bir kısmı eski teknoloji bu makinaların yüksek bedelleri karşılığı geri alırlar.

Öyle olur ki, kurulan SALÇA ve TEKSTİL fabrikaları TAM KAPASİTE çalışsa, biz sadece AVRUPA'ya değil; ORTA DOĞU ve AFRİKA'ya yetecek miktarda mal üretebilecek duruma geliriz... Makarna ve bizküvi fabrikası enflasyonu da bu dönemdedir.

Ama gavur sözünde durmaz. Onun amacı sadece makinayı satmaktır. Fabrikalar kurulur, ama atıl kalır. BATILILAR daha sonra da bize "serbest ticaret" telkin ederken, kendileri tekstil ve tarım ürünlerimize kotalar koyarlar!

Burada bir oyunu daha dile getirmekte fayda vardır... BATILILAR bize daima yanlış yön vermişlerdir. Menderes zamanında "sizin sanayileşmenize ihtiyaç yok. Dünyada işbirliği var. Siz bizim TAHIL AMBARI'mız olun, biz de size SANAYİ MALLARI satalım," demişlerdir. Menderes bunu yutmuştu. Sadece 3 yıl içinde SANAYİ ile TARIM'ın bir arada gitmezse yürümiyeceği, TRAKTÖRLER'in tarlada kalacağı, öküzlere çektirileceği görülmüştür.

Ama bundan ders alınmamıştır... Demirel zamanında " Aman siz AĞIR SANAYİ'e kalkmayın, beceremezsiniz. Siz GIDA SANAYİİ, GİYİM SANAYİİ, MONTAJ SANAYİİ ile uğraşın; kalanını biz size satarız. Sizden de bunları alırız," demişlerdir. Sonucu yukarda söyledik. Astarı yüzünden pahalıya mal oldu. Ürettiğimiz elimizde kaldı.

İşte ERBAKAN'ın oyunu farkedip AĞIR SANAYİ diye ortaya çıkması (1977) bu yüzdendir. Bu konuya ve Özal'ın tavrına ilerde değineceğiz. Burada sadece ilk televizyon yayınının 1967 yılında başladığını, ancak bunda da dönemin GERİ TEKNOLOJİ'si olan VHF' li Televizyon ithali ve montajı yapıldığını belirtmek istiyoruz. Bu teknolojiyle üretim 20 yıl kadar sürdü. 2 kanal başlayınca ve renkli yayına geçilince pek çok kimse yeni almış olduğu televizyonda UHF sistemi olmadığı için bir televizyon daha almak durumunda kaldı... Gavurun bu konudaki hilesi, kazığı saymakla bitmez.

Bizimkiler bunlarla uğraşırken Nasır liderliğindeki Araplar her zamanki şamatalarına başlamışlar, onlar atıp tutarken tek gözlü Moşe Dayan komutasındaki İsrail ordusu 6 günde Araplar'ı silip süpürmüştü. (3)(1967) Yine aynı yıl Yunanistan'da darbe oldu. askerler idareye el koydu, Kral Konstantin 8 ay sonra ülkeden kaçmak zorunda kaldı... Sosyalist devrimci gerilla lideri Che Guevara Bolivya'da öldürüldü.

1968 olaylı başladı. Çekoslovakya'da Dubçek Moskova yanlısı Novotaş'ı saf dışı bırakarak Komünist Partisi'nin başına geçti. Ruslar Çekoslovakya'yı işgal ettiler. İlk defa olmak üzere devrimci-ihtilalci öğrenci olayları Paris Nanterre üniversitesi'nde başladı, Sonra bütün Avrupa'ya yayıldı. ABD'de zenci lider Martin Luter King öldürüldü. 5 ay sonra Cumhurbaşkanı adayı Robert Kennedy mücadele ettiği sendikacılar tarafından öldürüldü. (4) Viyetnam harbini durduracağını söyliyen Nixon Cumhurbaşkanı oldu ama savaşı daha da şiddetlendirdi.

Öğrenci olayları bize farklı yansıdı... 16 Haziran'da camiden çıkan sağcıların "masum" solcu öğrencilere ilk defa saldırdığı, solcu hareketin buna karşı bir savunma olarak silahlandığı hep öne sürülmüşse de, gerçek hiç te öyle değildi.

Öğrenci olayları Mart ayında Paris'te üniversite öğrencilerinin ABD'nin Viyetnam işgalini protesto etmesiyle başlamıştı. Polisle çatışmışlar, binaları işgal etmişler, sonradan bazı reform taleplerinde bulunmuşlardı.

Her nedense diğer Avrupa ülkelerinde de aynı tarz gösteri ve işgaller oluyordu... TÜRKİYE'de de solcu öğrenciler ilk olarak 12 Haziran'da İstanbul Hukuk Fakültesi'ni işgal etmişlerdi. Bu işgal hemen diğer fakültelere ve Ankara'ya yansıdı. Kısa sürede öğrenciler kendi problemlerimizi, KIBRIS meselesini bırakmış, sokaklarda "Daha fazla Viyetnam, Ernesto'ya bin selam" diye bağırarak yürür oldular!.. Arkasından daha fazla üniversite işgalleri, polis ve askerle çatışma geldi. Yani 16 Haziran olayı, solcuların bu eylemlerine karşı milliyetçi ve dindar kesimin ilk tepkisi idi.

Ancak kabul etmek gerekir ki, bir kere kontrol DEVLET'in elinden çıkıp sokağa düştü mü, idarenin kimde olduğu bilinmez!.. Demirel'in meşhur "sokaklar yürümekle aşınmaz" sözü bu günlere ait, vurdumduymaz bir ifadedir. Buna karşılık Solcular "üniversite özerkliği"ni öne sürerek polisin üniversiteye giremiyeceğini iddia ettiler. (5)

Büyük bir ihtimalle çatışmalar aynı merkezden, veya hakimiyet isteyen iki dış merkezden destekleniyordu. Bu iki merkez Çekoslovakya'nın işgalini gözdene uzak tutmak isteyen KGB ile, Viyetnam işgalini gözden uzak tutmak isteyen CİA idi. İkisi de anarşist öğrenci gruplarına büyük paralar, silahlar akıttılar. Öğrenci gösterileri TEDHİŞ-TERÖR olaylarına dönüştü ve bütün büyük şehirlere yayıldı. Che Guevara'ya özenen bazı öğrenciler Lübnan'daki Filistin Kurtuluş Örgütü kamplarında eğitim gördükten sonra dağa çıktılar. (6)

TÜRK emniyet güçleri ve MİT çaresiz kaldı. E, Dışişleri Bakanı İhsan S. Çağlayangil, "CİA benim altımı oymuş" dememiş miydi?..Bir devlet yabancılarla bu kadar içli dışlı olursa, yabancı ajanlar altını oymakla kalmaz, altından VATAN'ı çekip alırlar da haberin olmaz!

Bu arada Genel Kurmay Başkanı Cemal Tural "Yeni bir ATATÜRK çıkar" gibi laflar etmeye, DEVLET kurumlarını ziyaret etmeye başladı. Herhalde kendini kastediyordu! Demirel kendinden beklenmiyecek bir cesaretle onu emekliye sevketti. Tural bir süre sonra unutulup gitti.

1969'da Libya'da 27 yaşındaki albay Kaddafi, Kral İdris'i devirerek iktidarı ele geçirdi... Pakistan'da General Yahya Han idareye el koydu... İsrail'de eski kadın gerilla Golda Meir başbakan oldu. Nijerya'da askeri birlikler bağımsızlık isteyen Biafra'yı kuşatarak yüzbinlerce kişinin açlıktan ölmesine sebep oldular da kimsenin kılı kıpırdamadı... Amerika AY'a adam indirdi ve bayrağını dikerek oraya da EMPERYALİZM'i bulaştırdı... Kuzey Viyetnam Devlet Başkanı Ho Şi Mihn öldü.

Ecevit modaya uyarak "toprak işleyenin, su kullananın" sosyalist sloganını ortaya attı! Böylece toprak işgallerinin, gecekondu yapımının artmasına yol açtı. Artık "ortanın solu"nun pek geçerliliği kalmamıştı. İSMET'in karşı çıkmasına rağmen, Ecevit CHP Genel Sekreteri oldu.

DEMİREL ekonomik politikasını "vatandaş plan değil, plav istiyor" vecizesiyle(!) götürmekte idi, ama 27 Mayıs'ın getirdiği uygulamalardan biri olduğu için uyulmasa da 2. 5 yıllık plan kabul edildi. Boğaz köprüsü ihale edildi. (7)

1970'de ilk defa bir SOSYALİST, seçimle işbaşına geldi. Allende Şili seçimlerinde %36 oy alarak Devlet Başkanı oldu.(8) Fransa'da General De Gaulle, Mısır'da Nasır öldü. Enver Sedat Cumhurbaşkanı oldu. Nixon Kamboçya'ya da saldırdı. ABD'de savaş aleyhtarı gösterilerde çatışmalar çıktı, ölenler oldu.

Aynı yıl Demirel'in yeni kurduğu hükümete giremiyen "küskün"ler ayrılıp Ferruh Bozbeyli başkanlığında Demokratik Parti'yi kurdular. Demirel hükümeti MECLİS'te çoğunluğu kaybetti. Bu dönemde Demirel "karnı tok, sırtı pek vatandaş" sloganını kullanıyordu.

1971 başında öğrenci ve işçi olayları gittikçe şiddetlenerek yayıldı. İstanbul'da bir zenci Amerikalı kaçırıldı, ama " Mazlum " sayıldığı için serbest bırakıldı. Amerikalılar'ın kontrolündeki Gölbaşı Radar Merkezi'nde çalışan 4 Amerikalı Türkiye Halk kurtuluş Ordusu adlı bir terörist grup adına kaçırıldı. 400.000 dolar fidye istendi. Bu olaylar üzerine Silahlı Kuvvetler Hükümet'e bir MUHTIRA verdiler. (12 Mart )

Bundan sonra dönemin en komik olayları yaşandı. Başta Demirel olmak üzere bütün politik liderler "bu muhtıranın muhatabanın kendileri olmadığını" açıklama yarışına girdiler. Kabahat samur kürk olsa, kimse üstüne almaz, derler ya, o misal... Ancak Demirel şapkasını bırakıp kaçmak zorunda kaldı. (9)

Bu onun hayatındaki "REFAH DEVLETİ" döneminin kapanması demekti.

16 CI  BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR,


http://www.angelfire.com/rnb/atadiyar/ata35.html