TARİKAT LİDERİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TARİKAT LİDERİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Temmuz 2017 Pazartesi

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 25


28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM  SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 25

4.6.5. 28 Şubat Kararlarının Analizi 

28 Şubat 1997 MGK Kararlarının açıklanması üzerine Refah-Yol Hükümeti bu süreç içerisinde iktidarda kalma mücadelesi gösterirken Genelkurmay Başkanlığı ise, işi artık “Silahsız Kuvvetler Halletsin” şeklinde açıklamalar yaparak Refah-Yol Hükümeti’ni iktidardan uzaklaştırma çabası içerisine girmiştir. Tarihi MGK Toplantısı gündeminde irtica tehdidi ele alınmış ve hedef Başbakan Erbakan olarak gösterilmiştir. 
Bu gündem sonrasında ise artık Başbakan Erbakan ve asker arasında sürecek olan uzun süreli bir tartışma gündeme gelmiş olmakla beraber Refah-Yol Hükümeti’nin iktidardan düşmesi ve kapatılmasına kadar uzanan geniş bir olgu gerçekleşecek idi. 28 Şubat Kararları, Başbakan Erbakan için sürpriz değildi. Kararlar öncesinde de YAŞ’ta emekliye sevk edilen askerler konusunda da komutanlarla bir çatışma yaşamış Başbakan Erbakan sonrasında boyun eğmek zorunda kalmıştır. Bununla beraber askeri kanat tarihi MGK Toplantısında Başbakan Erbakan’ı adeta Cumhurbaşkanı Demirel’e şikâyet ediyorlardı (Ilıcak, 2013, s.117). 

28 Şubat MGK Kararı sonrasında ülkede siyasi tansiyon daha da yükselmiştir. 28 Şubat 1997 tarihi MGK Toplantısından sonra Başbakan Erbakan’ın MGK kararına 
tepkisi sert olmuştur. Başbakan Erbakan, “Dinle uğraşan çarpılır, her MGK kararı uygulanmaz, MGK kararları emir değildir” şeklinde açıklamalar yapmış (TBMM, 
2012, s.1047) ve ülkedeki yüksek olan siyasi tansiyon bu açıklama ile beraber daha da yükselmiştir. Başbakanın bu sözleri üzerine, Genelkurmay Başkanlığı tarafından 8 Mart 1997 tarihinde yapılan resmi açıklamada; MGK’ya yapılan eleştirileri sert bir şekilde cevaplandırılmıştır. Basında “İmza Krizi” şeklinde değerlendirilen bu olay sonrasında koalisyon ortağı DYP’li milletvekillerinden bazıları partilerinden istifa etmiş, erken seçim yapılmasını ve hükümetten çekilmeyi önermişlerdir (Birand-Yıldız, 2012, s.217). Başbakan Erbakan, ilerleyen günlerde bu sert üslubunu terk etmiş; MGK’nın 64’üncü Kuruluş Yıldönümü kutlaması için 31 Mayıs 1997 tarihinde MGK Genel Sekreterliği 
hizmet binasında düzenlenen törene katılarak, askerlere ılımlı mesajlar vermiştir. 

Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller ise 28 Mart 1997 tarihinde Genelkurmay Başkanlığını ziyaret ederek, TSK’ya irtica tehdidi hakkında yapılan görüşmelerde güven telkin eden görüşler bildirmiştir. Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller, ziyaret sonrası yaptığı basın açıklamasında; 

“8 yıllık eğitimle ilgili çalışmalar hassasiyetle sürmektedir. Kimileri MGK Kararlarını İmam Hatip Okullarının, Kuran Kurslarının ve camilerin kapatılması gibi yorumlamaktadır. MGK Kararlarının niteliği böyle değildir. MGK Anayasal bir kurumdur. Hükümetimiz de gereğini yapmakta kararlıdır” demiştir. 

TBMM içerisinde bulunan muhalefet partilerinden CHP ve DSP ise hükümeti istifaya davet etmiş; CHP lideri Deniz Baykal, “Hükümetin istifa etmemesi halinde ülkede çatışma çıkacağını” öne sürmüş ve DSP Lideri Bülent Ecevit ise “Hiçbir devletin ordusu, kendine ve devlete karşı silahlı ayaklanma kışkırtıcılığı karşısında sessiz, tepkisiz kalamaz” demiştir (Komisyon, 2012, s.170-171). 

28 Şubat 1997 MGK Toplantısı sonrasında siyasi tepkiler genel olarak yukarıda ki gibi gerçekleşmiş olmakla beraber özellikle sivil toplum kuruluşlarından da çeşitli tepkiler gelmiştir. MGK kararları toplumun bir kesimi tarafından memnuniyetle karşılanırken, diğer bir kesimi ise kararlara karşı büyük tepki göstermiştir. 

İş dünyasında, DİSK Genel Başkanı Rıdvan Budak; “Ya asker gelecek, ya irtica. Ne 12 Mart’ta, ne 12 Eylül’de bu kadar açık görünmüyordu. Daha ne duruyorlar… 
Bakın haftalardır hemen her gün asker medyada yer alıyor. 12 Eylül öncesinde bu kadar ses vermiyorlardı” demiştir. Sivil toplum örgütleri muhalefet partilerinden CHP ve DSP Milletvekillerinde desteğini alarak Refah-Yol Hükümeti’ne karşı muhalefet girişimlerine başlamışlardı. Cumhuriyet tarihinde ilk defa çıkar birliği yerine siyasi birlik için bir araya gelen TÜRK-İŞ, DİSK ve TESK 28 Şubat sürecinde yaşanan olayları kendi platformlarında gündeme getiriyor ve Refah-Yol Hükümeti’ni protesto ediyorlardı. Sivil toplum örgütlerinin bu faaliyetlerinin yanında Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile de görüşerek, içinde bulunulan siyasi atmosfer hakkında duygu ve düşüncelerini anlatıyorlardı. Bunun yanında mecliste bulunan milletvekillerine mektuplar yazarak Anayasa’ya, laikliğe, demokrasiye ve Cumhuriyet’in temel ilkelerine olan bağlılıklarını ve yeminlerine sadık kalınmasını istiyorlardı. Bu gelişmelerin yanında özellikle Anadolu’nun çeşitli illerinde, özellikle Pazar günleri, İmam Hatipliler ve başörtülü kızlar tarafından 28 Şubat 1997 tarihi MGK kararları aleyhinde gösteriler düzenleniyordu (TBMM, 2012, s.1048). 

28 Şubat 1997 MGK Toplantısı sonrası ülkenin girmiş olduğu süreç, sıkıntılı bir sürecin başlangıcı olmakla beraber uzun sürecek siyasi ve sosyal tartışmaları da 
beraberinde getirecektir. Bu tarihten sonra MGK'dan geçirilen kararların uygulanmaması olasılığı, siyaset yaşamında kriz yaratacak mahiyettedir. Kabinenin RP kanadının MGK kararlarını imzalamayı reddetmesi, ardından kamuoyunda tartışmaya açması tedirginliğe yol açmıştır. 28 Şubat sonrası, aynı zamanda sivil toplum örgütlerinin de tepkilerini göstermeye başladıkları bir dönemdir. Odalar Birliği, DİSK, TÜRK-İŞ, TESK ve TİSK arasında hükümete karşı bir oluşum olarak bir dönüm noktasını ifade etmektedir (Özgan, 2008, s.85). 28 Şubat 1997 döneminde, İstanbul ve Ankara kulislerine yayılan hava, Refah-Yol Hükümeti’nin gitmesi yönündedir (Opçin, 2004, s.39). Bir başka ifade ile 28 Şubat 1997 MGK’sı; hükümetin gitmesini hedefleyen bir muhtıra şeklinde yorumlanmıştır. 

28 Şubat Kararlarının analizini iyi yapabilmek için, MGK Toplantısında anılan kararların ve kararlara ilişkin bildirinin gözden geçirilmesi ve tahlil edilmesi elbette yerinde olacaktır. MGK’nın 28 Şubat 1997 Toplantısı sonucunda alınan kararların kamuoyuyla paylaşıldığı bildiri, Cumhuriyet tarihinin son Askeri müdahalesi olarak anılmış ve 28 Şubat sürecini başlatan belge olarak önem kazanmaktadır. Tarihi bildirinin yayınlanmasından önce, MGK’nın olağan toplantısıyla ilgili basın yoluyla oluşan gündem, bildirinin sunulmasından sonra da beklendiği gibi ülkeyi oldukça uzun bir süre meşgul etmiştir (Komisyon, 2012, s.313). 28 Şubat süreci “post-modern darbe” olma özelliğiyle şüphesiz önceki darbelerden birçok yönden farklıydı ve bu nedenle 28 Şubat sürecinin anlaşılması daha zor olmuş ve uzun zaman almıştır. Türkiye’de daha önce üç siyasi darbe yapılmıştı ve darbe sonucunda mevcut hükümetler gönderilmiş, yerini askeri cunta yönetimleri almış, partiler kapatılmış ve sorumlu görülen siyasiler cezalandırılmıştır. Bu ceza siyasi yasaklı olmaktan asılmaya kadar gitmiştir ve her seferinde hükümet tekrar sivil yönetime devredilse de devleti koruma amaçlı yaptırımlar ve yasalar artmıştır. Darbe sonralarında kurulan askeri hükümetler ülkeyi uzun yıllar geri götürmüş olmakla beraber ülkede istikrarsızlık ise darbe sonrasında da devam etmiştir. Darbe öncesinde toplum ve siyasi yaşamda bulunan özgürlükler darbe sonrası ile uzun süreli olarak askıya alınmıştır. Batılı demokrasilerde düşünülemez olan darbeler Türkiye’nin eğitimli kesimlerinden destek almış olmakla beraber; basın ise çoğu zaman askerlere övgüler yağdırmıştı. Demokrasiye yapılan bir darbenin meşrulaştırılması ve yoğun destek almasını anlamak için şüphesiz Cumhuriyet tarihine bakmak gerekir, zira kuruluşundan itibaren bazı kırmızı çizgiler konmuş ve bu çizgiler 
iktidara sahip elit kesimden tarafından daima korunmuştur. Yaşanan askeri darbelere baktığımızda ise elit kesimin başını ordunun çektiği görülmektedir; ancak bürokrasi, akademik camia ve daha sonra bazı sivil toplum kuruluşları da buna dâhil olmuştur ve destek vermişlerdir (Akın, 2011, s.47). 

28 Şubat süreci içerisinde hazırlanan bildiri metni ve açıklanan 18 maddelik tedbirlerin esas itibariyle askerler tarafından öncesinde hazırlanmış olduğu ve 
toplantıdan önce hazırlanmış bu metne toplantı esnasında birkaç küçük revizyondan sonra son şeklinin verildiği bilinmektedir. Zaten 28 Şubat 1997 tarihli MGK Toplantısı gündeminin, Anayasa’nın emrettiği gibi Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından değil, günler önceden askerlerce hazırlanmış olduğunu medyaya yansıyan bilgilerle gösterilmiştir. Özellikle bildiride dikkat çeken bir husus anayasal açıdan kurulun üyesi olmayan MGK Genel Sekreteri’nin toplantıya katılmış olduğunun resmi bildiride özellikle belirtilmiş olması (Gürses, 2009, s.173) 28 Şubat süreci ve bu süreçte askerin rolünün ne kadar önemli olduğunu göstermesi açısından oldukça önemlidir. 

Bu dönem içerisinde özellikle Refah-Yol Hükümeti’ne adeta dayatırcasına verilen 18 maddelik bu kararlarda yer alan baskın dilin, demokratik seçimle gelen bir 
hükümete karşı kullanılması Türkiye’de çok büyük bir tepkiyle karşılanmamıştır. Bu tepkinin zayıf kalmasında, kararların ve taleplerin medya organları tarafından halka yansıtılmasında ki üslup da etkili olmuştur. Murat Yetkin’e göre; “O günkü konjonktür de askeri darbe ihtimali de düşünülmüştür”. Yetkin’in ifadesine göre; “MGK’da kararlar iletildikten sonraki hedef olan Başbakan Erbakan’ın anayasal zeminden çıkmadan hükümetten düşürülmesi amacına ulaşmak için, her aşamasında Cumhurbaşkanı Demirel’in kontrolünde olan, eşi benzeri görülme miş, kitle örgütleri, yargı ve medya boyutunun olduğu bir operasyon yürütülmüştür” 

Genel hatlarıyla bakıldığında tarihi MGK bildirisi, Türkiye Cumhuriyeti’nde görülen askeri müdahaleleri başlatan bildirilere oranla daha yumuşak bir dille yazılmış ve ifade yönünden baskın ve daha özenli seçilmiş bir dil kullanılmış bir bildiridir. Yayınlanan bildirinin en önemli özelliklerinden biri de, toplantıda alınan 18 maddelik kararlardan 10’uncu maddenin Uluslararası ilişkilerde ortaya çıkarabileceği problemler dolayısıyla tam metninin yayınlanmamış olması, zaten bildirinin tamamı yerine toplantı görüşmesinin kısa bir özeti, basın yoluyla kamuoyuyla paylaşılmıştır (Komisyon, 2012, 313). 

Bu durum karşında özellikle 28 Şubat öncesinde yapılan açık müdahalelerin yerine, askeri müdahalelerin artık bundan sonra sessiz ve daha temkinli olacağının ve siyaset yaşamının hemen hemen her alanında etkili olunacağının sinyalini vermesi açısından oldukça önemlidir. Yukarıda bildirinin 10’uncu maddesi hakkında bilgi verilmekle beraber özellikle asker ülkenin uluslararası ilişkilerini düşünülüp maddenin kısa bir özetini vermiş olsa da aslında askerin uluslararası ilişkilerde kendini daha ön plana çıkarmayı açıkça hedeflediği ve kendini baş aktör olarak gördüğünün bir işaretidir yani kendini ülkenin iç ve dış siyasetinde de etkin ve muktedir güç olarak gördüğünün bir kanıtıdır. 

28 Şubat MGK Toplantısı sonucunda basınla paylaşılan bildiri dışında hükümete yönelik 18 maddelik uyarı ve yapılması gerekenler listesi, toplantı gündeminin asıl kısmını oluşturması açısından oldukça önemlidir. Basınla paylaşılan bildiriye bakıldığında “Çağdaş Medeniyet Yolu”, “Bölücü Terör”, “Devletin Bölünmez 
Bütünlüğü”, “Tedbir”, “Huzur ve Güvenlik”, “Hukuk Devleti”, “İstenmeyen Davranışların Yol Açacağı Yaptırım” kavramlarının sıkça kullanıldığı, üzerine vurgu yapıldığı ve tekrarlandığı görülmektedir. Bu kavramların yükleneceği asıl anlam kendini; kamuoyunun başlangıçta bilmediği 18 maddelik listede göstermektedir. Giriş bölümü olarak nitelendirilebilecek olan basın bildirisi; oldukça vakur bir dille yazılmış ve hatta askeri bir müdahale için gayet demokratik ve kibar sayılacak bir dilde ifadelerden oluşmuştur. Aslında toplantıda alınan kararlar, çok örtülü bir şekilde paylaşılmış olmasına rağmen, MGK’nin çok paylaşımcı bir hava içinde basına özel bir bildiri hazırlamış ve göndermiş olması da askerin yeni manevralarından biridir. Böylece; ulaştırılmak istenen mesaj kısıtlı bir alanda amaçlanan yere ulaşmış olmakla birlikte, basınla iyi ilişkiler kurulduğuna yönelik kanaat de güçlenmiş olacaktır. Devamında halkın endişelerinin giderilmesi ya da askerin müdahil tavrının aklanması işlevini medya zaten kendiliğinden üstlenecektir (Komisyon, 2012, s.313). Başarılı bir şekilde uygulanan bu yöntem sonrasında Türkiye’de tarihin akışını ve seyrini değiştiren 
köklü değişimler de beraberinde gelmiştir. Türk demokrasisinde derin yaralar açan askeri müdahaleler sonrasında ülkeyi on yıllarca gerilere götürmekle beraber istikrarsızlığı da beraberinde getirmiştir. Özellikle 28 Şubat sonrasında, Türkiye’nin siyasi ve toplumsal zemininde sonuçları uzun sürecek ve tartışılacak kalıcı problemler ortaya çıkmıştır. 

28 Şubat 1997 MGK kararlarının özünü oluşturan 18 maddede sıkça “Cumhuriyetin temel nitelikleri” vurgusu yapılmış olmakla beraber; birkaç kez “Laiklik ilkesinin korunması” konusunda özel bir hassasiyet olduğu dile getirilmiştir. Ayrıca, İslami hareketlerin özellikle irtica tehdidi ve şeriat akımlarının toplumda ciddi boyutlarda yayıldığı ve denetlenmediği; “Millet” yerine “Ümmet” kavramının oturtulmaya çalışıldığı ve “Mezhep” ayrılıklarının körüklendiği ne dikkat çekilmiştir (TBMM, 2012, s.1185). 

Yayımlanan bildirinin genel havasını, söylem tarzını, üslubunu belirleyen temel kavramlarsa demokratik, laik, sosyal hukuk devleti ve tedbir kavramlarıdır. Bu iki kavram üzerinden bakıldığında mesaj gayet açıktır: “Demokratik, laik, sosyal hukuk devleti tehlike altındadır.” Öyleyse yapılması gereken şey “tedbir” almaktır. Bu tedbiri almak da bu toplantı vesilesiyle MGK ve ilgili birimlere düşmektedir. Buraya kadarki değerlendirmeleri kısa bir şekilde özetlemek gerekirse; toplumsal huzursuzluk, İslami örgütlenme ve irticai kadrolaşma askeri oldukça rahatsız etmekte ve kendini Cumhuriyetin temel değerlerini korumakla görevli gördüğünden bir müdahale yolu aramakta; buna karşın Cumhuriyet tarihi boyunca daha önce yaşanmış üç askeri darbenin yarattığı kötü imaj da daha fazla pekiştirilmek istenmemektedir. Belki de bu yüzden bildiride hukuk devleti vurgusu dikkatle ve diğer kavramlara oranla daha baskın bir şekilde dile getirilmiştir. Bildirinin belirli bir yöntem örgüsüyle hazırlandığını varsayarsak; ortaya koyulan bildirinin amacı, hukuk devletinin devamlılığı için uygun ortamın sağlanmasıdır. Bu vurgunun askerin imajına yönelik bir çekinceyle yapıldığı, 
amacın aslında bir müdahale değil, hukuk devleti ilkesinin ön plana çıkarılmaya çalışılıyor olduğu düşünülebilir olmakla birlikte; bildiride kullanılan, basında da önemli yer teşkil etmiş olan bir başka ifade, bu varsayımla çelişen bir durum yaratmaktadır. Basın bildirisinin 4. maddesinin son paragrafı ve kapanıştan önceki son cümlesinde geçen “açıklanan esaslar aksine davranışların toplumda huzur ve güveni bozarak yeni gerginlik ve yaptırımlara neden olacağı” cümlesindeki yaptırım sözcüğü, hukuk devletine yapılan vurgunun ve bu vesileyle verilen önemin samimiyeti konusunda MGK'yi sorgulanır bir duruma düşürmüştür. Zaten basında yer alan haberlerde bu bildirinin darbeye yönelik bir ihtar olduğuna dair söylemler de, kaynağını çoğunlukla yaptırım kelimesinden almaktadır (Öcal, 2009, s.24-25). 

28 Şubat MGK bildirisiyle ilgili değinilmesi gereken önemli noktalardan biri ise Avrupa Birliği’ne girme konusundaki kararlılığa değinilmiş olunmasıdır. Bu önemli konu aslında MGK'nın bazı kavram ve söylemleri sarf ederken gösterdiği çekincenin nereye dayandığını açıkça ortaya koymaktadır (Öcal, 2009, s.25). Demokratik sistemlerde ülkelerin hak ve menfaatlerini koruyacak dış politika tedbirlerinin takdiri tamamen halkın demokratik temsilcileri olan TBMM ve Hükümete aittir (TBMM, 2012, s.1186). Bildiri, 28 Şubat 1997 tarihli toplantıya yansıyan iradenin sistemin gerçek patronu olduğunu ve bu iradenin bir bakıma anayasal-kurucu iradeyi yansıttığını alenen ilan etmektedir. Söz konusu bildiri, adeta anayasal düzenin dışında olduğumuzun kanıtı gibidir. Bunun en belirgin göstergesi ise, bildirinin birçok yerinde çeşitli konularda gerekli tedbirlerin Kurulca “uygun bulunduğu” belirtilmek suretiyle, hükümete herhangi bir takdir yetkisinin bırakılmadığının ima edilmiş olmasıdır (Gürses, 2012, s.85) Tavsiye niteliğinde olması gereken MGK Kararları, bildiride ilk defa yaptırım kelimesinin geçmesi de bildirinin arkasındaki iradenin niyetini açıkça gözler önüne 
sermektedir. 

Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Mustafa Erdoğan'ın “28 Şubat Süreci” adlı kitabında, tarihi MGK bildirisinin analizini yapmış ve bildirinin arkasındaki iradeye hâkim olan kaygının anayasallık ve demokrasi ile ilgili olmadığını ortaya koyan birçok ifade ve ibareye rastlandığını (Komisyon, 2012, s.315) aşağıdaki şekilde ifade etmiştir: 

“Birincisi, bildirinin müelliflerinin temel kaygısı Atatürk Milliyetçiliği, Atatürk İlke ve İnkılapları, çağdaş medeniyet, rejim aleyhtarı, çağdışı uygulamalar, devleti 
güçsüzleştirmeye yeltenmek gibi ibarelerde yansıyan devletçi-ideolojik bir kaygıdır. Gerçi metinde demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları terimlerine de rastlanmakla beraber, bunların bildirinin genel felsefesiyle pek uyumlu olmadıkları ve onun için birer yama gibi durdukları söylenebilir. İkincisi, laikliğin sadece rejimin değil, aynı zamanda demokrasinin ‘de güvencesi olduğunu ve bazı ilkelerin Anayasamızın ve Devletimizin teminatı altında olduğunu belirten ifadelerden, rejim ve devletin anayasallık ve demokrasiden ayrı ve öncelikli birer değer olarak görüldükleri anlaşılmaktadır. Üçüncüsü, çağdışılıktan ve çağdaş medeniyet ’ten ayrılma yönündeki eğilimleri yeren ibarelerle birlikte düşünüldüğünde, laikliğin bir yaşam tarzı olduğunun vurgulanması, devletin asıl kaygısının insan hakları, hukuk devleti ve demokrasi olmayıp, belli bir dünya görüşü ve toplum projesini hâkim kılmak olduğunu göstermektedir. Dördüncüsü, bildirinin müelliflerine göre, herhangi bir çağdaş demokraside olduğu gibi rejim ’in tartışılması Türkiye'ye yarardan çok zarar vermektedir. Demek ki, MGK'nın temel güdüsü, insan haklarının özünü oluşturan düşünce ve ifade özgürlüğünü muzır addeden cari rejimin son derece kısıtlayıcı çevresini bile yeterli görmeyen bir ruh halinden doğmaktadır. Gerçi bu, demokrat yurttaşlar için yeni bir bilgi olmamakla beraber, 28 Şubat muhtırasının gerçek motivasyonları konusunda yararlı bir ipucu teşkil etmesi bakımından yararlıdır” şeklinde ifade etmiştir (Erdoğan, 1999, s.23-24). 

KAYNAK
BİLĞİSAYARINIZA PDF İNDİRİNİZ;

http://earsiv.atauni.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/123456789/1219/%C4%B0smail_G%C3%9CLMEZ_tez.pdf?sequence=1

26 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 24

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM  SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 24

4.6.4. Tarihi 28 Şubat Kararları 

 Refah-Yol Hükümeti’nin kurulmasının ardından Hükümet ve Genelkurmay Başkanlığı arasında ki siyasi tansiyon her geçen gün artarak devam etmekteydi. 
Yaşanan bu gerginlik ve huzursuzluk atmosferi, 28 Şubat 1997 tarihinde yapılan MGK toplantısında zirveye çıktı. Tarihi MGK ile Başbakan Necmettin Erbakan'ın 
Başbakanlığındaki 54. Hükümet arasında yapılan toplantının sonrasında alınan kararlar Türk siyaset tarihine "28 Şubat Kararları" olarak geçmiştir. Radikal dinci faaliyetlere ve irtica tehdidine ilişkin MİT raporunun ele alındığı toplantıdan sonra alınan kararlar için bir çeşit "Sivil Muhtıra" yorumu yapılmıştır. 28 Şubat 1997 tarihli MGK toplantısında “İrticayla Mücadele” konusu gündeme alınmış ve uzun süre tartışılmıştır. MGK sonrasında alınan 18 tedbirden oluşan 406 sayılı Karar’ın alınması öncesinde ve sonrasında gelişen (TBMM, 2012, s.927) olaylar uzun süreli bir olgunun ürünü olarak hala bugünde tartışılmaktadır. 28 Şubat 1997’de toplanan MGK, Refah-Yol Hükümeti’ne 18 maddelik bir muhtıra vermiş olmakla beraber MGK irticayı düzene karşı en önemli tehdit olarak değerlen dirmiş, bir dizi önlem alınmasını istemiştir (Özgan, 2008, s.76). 

“MGK’nın 28 Şubat 1997 Tarih ve 406 Sayılı Kararına Ek-A (Rejim Aleyhtarı İrticai Faaliyetlere Karşı Alınması Gereken Tedbirler) 

1. Anayasamızda Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında yer alan ve yine Anayasanın 4'üncü maddesi ile teminat altına alınan “Laiklik ilkesi” büyük bir 
titizlik ve hassasiyetle korunmalı, bunun korunması için mevcut yasalar hiçbir ayrım gözetmeksizin uygulanmalı, mevcut yasalar uygulamada yetersiz 
görülüyorsa yeni düzenlemeler yapılmalıdır. 
2. Tarikatlarla bağlantılı özel yurt, vakıf ve okullar, devletin yetkili organlarınca denetim altına alınarak Tevhidi Tedrisat Kanunu gereği MEB’e devri 
sağlanmalıdır. 
3. Genç nesillerin körpe dimağlarının öncelikle Cumhuriyet, Atatürk, Vatan ve Millet sevgisi, Türk Milletini çağdaş uygarlık düzeyine çıkarma ülkü ve amacı 
doğrultusunda bilinçlendirilmesi ve çeşitli mihrakların etkisinden korunması bakımından; 
a. 8 Yıllık Kesintisiz Eğitim, tüm yurtta uygulamaya konulmalı. 
b. Temel eğitimi almış çocukların, ailelerinin isteğine bağlı olarak, devam edebileceği kuran kurslarının MEB sorumluluğu ve kontrolünde faaliyet 
göstermeleri için gerekli idari ve yasal düzenlemeler yapılmalıdır. 
4. Cumhuriyet rejimine ve Atatürk İlke ve İnkılaplarına sadık aydın din adamları yetiştirmekle yükümlü, Milli Eğitim kuruluşlarımız, Tevhidi Tedrisat Kanununun 
özüne uygun ihtiyaç düzeyinde tutulmalıdır. 
5. Yurdun çeşitli yerlerinde yapılan dini tesisler belli çevrelere mesaj vermek amacıyla gündemde tutularak siyasi istismar konusu yapılmamalı, bu tesislere 
ihtiyaç varsa, bunlar Diyanet İşleri Başkanlığı'nca incelenerek mahalli yönetimler ve ilgili makamlar arasında koordine edilerek gerçekleştirilmelidir. 

6. Mevcudiyetleri 677 Sayılı yasa ile men edilmiş tarikatların ve bu kanunda belirtilen tüm unsurların faaliyetlerine son verilmeli, toplumun demokratik, 
siyasi ve sosyal hukuk düzeninin zedelenmesi önlenmelidir. 
7. İrticai faaliyetleri nedeniyle YAŞ Kararları ile TSK’dan ilişkileri kesilen personel konusu istismar edilerek TSK’yı dine karşıymış gibi göstermeye çalışan 
bazı medya gruplarının silahlı kuvvetler ve mensupları aleyhindeki yayınları kontrol altına alınmalıdır. 
8. İrticai faaliyetleri, disiplinsizlikleri veya yasa dışı örgütlerle irtibatları nedeniyle TSK’dan ilişkileri kesilen personelin diğer kamu kurum ve 
kuruluşlarında istihdamı ile teşvik unsuruna imkân verilmemelidir. 
9. TSK aşırı dinci kesimden sızmaları önlemek için mevcut mevzuat çerçevesinde alınan tedbirler; diğer kamu kurum ve kuruluşları, özellikle üniversite ve diğer 
eğitim kurumları ile bürokrasinin her kademesinde ve yargı kuruluşlarında da uygulanmalıdır. 
10. Ülkemizi çağdışı bir rejimden ve din istismarının sebep olabileceği muhtemel bir çatışmadan korumak için, İran İslam Cumhuriyeti’nin ülkemizdeki rejim 
aleyhtarı faaliyet, tutum ve davranışlarına mani olunmalı, bu maksatla İran’a karşı komşuluk münasebetlerimizi ve ekonomik ilişkilerimizi bozmayacak, fakat 
yıkıcı ve zararlı faaliyetlerini önleyecek bir tedbirler paketi hazırlanmalı ve yürürlüğe konulmalıdır. 
11. Aşırı dinci kesimin Türkiye’de mezhep ayrılıklarını körüklemek suretiyle toplumda kutuplaşmalara neden olacak ve dolayısıyla milletimizin düşmanca 
kamplara ayrılmasına yol açacak çok tehlikeli faaliyetler yasal ve idari yollarla mutlaka önlenmelidir. 
12. T.C. Anayasası, Siyasi Partiler Yasası, Türk Ceza Yasasına ve bilhassa Belediyeler yasasına aykırı olarak sergilenen olayların sorumluları hakkında 
gerekli yasal ve idari işlemler kısa zamanda sonuçlandırılmalı ve bu tür olayların tekrarlanmaması için her kademede kesin önlemler alınmalıdır. 
13. Kıyafetle ilgili kanuna aykırı olarak ortaya çıkan ve Türkiye'yi çağ dışı bir görünüme yöneltecek uygulamalara mani olunmalı, bu konudaki kanun ve 
Anayasa Mahkemesi kararları taviz verilmeden öncelikle ve özellikle kamu kurum ve kuruluşlarında titizlikle uygulanmalıdır. 
14. Çeşitli nedenlerle verilen, kısa ve uzun namlulu silahlara ait ruhsat işlemleri polis ve jandarma bölgeleri esas alınarak yeniden düzenlenmeli, bu konuda 
kısıtlamalar getirilmeli, özellikle pompalı tüfeklere olan talep dikkatle değerlendirilmelidir. 
15. Kurban derilerinin, mali kaynak sağlamayı amaçlayan ve denetimden uzak rejim aleyhtarı örgüt ve kuruluşlar tarafından toplanmasına mani olunmalı, kanunla verilmiş yetki dışında kurban derisi toplattırılmamalıdır. 
16. Özel üniforma giydirilmiş korumalar ve buna neden olan sorumlular hakkında yasal işlemler ivedilikle sonuçlandırılmalı ve bu tür yasa dışı uygulamaların ulaşabileceği vahim boyutlar dikkate alınarak, yasa ile öngörülmemiş bütün özel korumalar kaldırılmalıdır. 
17. Ülke sorunlarının çözümünü "Millet Kavramı Yerine Ümmet Kavramı" bazında ele alarak sonuçlandırmayı amaçlayan ve bölücü terör örgütüne de aynı bazda 
yaklaşarak onları cesaretlendiren girişimler yasal ve idari yollardan önlenmelidir. 
18. Büyük Kurtarıcı Atatürk'e karşı yapılan saygısızlıklar ve Atatürk aleyhine işlenen suçlar hakkındaki 5816 sayılı kanunun istismar edilmesine fırsat 
verilmemelidir.” 

406 sayılı Karar’ın eki olan bu yazı, toplantının ertesi günü basın-yayın organlarında da yayımlanmıştır (TBMM, 2012, s.1042-1044). 

MGK toplantısından çıkan maddeler Refah-Yol Hükümeti üzerinde soğuk duş etkisi yaratmıştı. Bu kati ve uygulanması zorunlu maddeler bir nevi Refah-Yol 
hükümeti için sonun başlangıcıydı. Nitekim bu toplantıdan sonra çıkan kararların iyi bir şekilde uygulanmaması, Refah-Yol Hükümeti etrafındaki çemberin daha da daralmasına neden olacaktı (Özer, 2011, s.84). 

Başbakan Erbakan, 1 Mart 1997 tarihinde partisini İl Başkanları toplantısında 8,5-9 saat süren tarihi MGK Toplantısını değerlendirdi. Başbakan Erbakan, 
değerlendirmesinde: 

“Dün, anayasal kuruluşundan bu yana MGK ilk kez 9 saatlik bir çalışma yapmıştır. Bu bir rekordur. Dünkü çalışmamızdan memnuniyetimizi ifade etmek 
istiyorum. Bütün meselelerde görüş birliğinde olduğumuzu gördük. Böylece bir kısım medya balonlarının da nasıl söndüğünü gördük. Son günlerde suni olarak gündeme getirilmiş olan bölücü faaliyetler de, MGK’da enine boyuna görüşülmüştür. Yazılmış olan bildirilerdeki açıklamalar çok dikkat çekicidir. Önce bir defa güvenlik, huzur ve toplumsal barış her şeyden önemlidir. Bundan dolayıdır ki, Cumhuriyet aleyhtarı yıkıcı ve bölücü gruplar, ülkeyi laik ve anti laik ayrımlarıyla demokratik ve sosyal hukuk devletini güçsüzleştirmeye matuf son günlerde yapılmış olan faaliyetlerin hepsinin yersiz olduğuna, bu suni faaliyetlerle ülkemize hizmet edilmediğini, bu huzursuzluğu meydana getiren ayrımcı, bölücü faaliyetlere derhal son verilmesi lazım geldiği üzerinde durulmuştur ve bilhassa şu bulunmuş olduğumuz Türkiye’de ki demokrasiye 
gölge düşürecek beyanlar, izanlar ve görüntüler verilmesinin fevkalade yanlış olduğu konusunda kurul üyeleri tam bir görüş birliği içindedir” şeklinde açıklamalarda bulunmuştur. 

MGK’nın temel gündemi ve alınan kararların birçoğu irtica tehdidi ve şeriat ile ilgiliyken Başbakan Erbakan konuşmasında, MGK Kararlarının değerlendirmesinde daha çok terör olayları üzerinde durmuş ve toplantının bu konu üzerinde yoğunlaştığı gibi bir imaj oluşturmuştur. Tabi kapalı kapılar ardında kendi partisinin üyelerini uyarmayı unutmamıştır. Onlara “Olanı biteni biliyorsunuz, artık bir şey söylememe gerek yok. Yaptığınız çalışmalarınızda lütfen daha dikkatli olun. Giyiminize kuşamınıza dikkat edin. Her doğru her yerde söylenmez. İçinizde bir şey varsa tek başınıza ıssız bir yere, ormana gidin ve ağaçlara bağırın” ikazında bulunmuştur (Aksoy, 2000, s.206-207). 

Bütün bu yaşanan gelişmeler siyasetteki tansiyonu daha da yükseltmekle beraber Hükümet ve TSK arasındaki gerilim iyice artmış ve post-modern darbe söylemleri ortaya çıkmaya başlamıştır. Yaşanan bütün bu gelişmeler ile beraber, bu olayda TSK mektup ve silah kullanmamıştı onun yerine basını kullanmıştı. Bu yaşananlar askeri müdahalenin yeni bir şekliydi (Bayramoğlu, 2001, s.114). Tabi askerler ve askeriyeye yakın kesimler bunun kesinlikle bir post-modern darbe olmadığını öne sürüyorlardı örneğin Hulki Cevizoğlu’nun; Org. Salim Derviş ile yaptığı konuşmada, Org. Salim Derviş; “Bu hareketin yasal bir formla gerçekleştiğini ve bunun kesinlikle post-modern bir darbe olmadığını belirtmektedir. Ama kim nasıl nitelendirirse nitelendirsin artık ok yaydan çıkmıştı, geri dönüş yoktu, silahlar çekilmişti” şeklinde ifade etmiştir (Özer, 
2011, s.86). 

Tarihi 28 Şubat 1997 MGK Toplantısından 2 hafta sonra Bakanlar Kurulu toplandı. Başbakan Erbakan ve Tansu Çiller yaklaşık 45 dakikalık bir toplantının 
ardından Başbakan Erbakan, bakanlarına almış olduğu kararları açıkladı: 

“İki Genel Başkan olarak mutabakata vardık, Milli Güvenlik Kurulu’nun basın açıklaması ve kararları üyelere okunacak ayrıca müzakere yapılmayacak” sonrasında ise toplantı şöyle devam etti; Devlet Bakanı Lütfü Esengül MGK Toplantısında alınan 18 maddelik kararları tek tek anlattıktan sonra sözü Tansu Çiller aldı: 

“Biraz önce okunan MGK, Anayasal bir kuruluştur. Onun için MGK’da alınan kararların gereğinin yapılması şarttır. İlgili bakanlıklar MGK kararlarını uygulama 
konusunda gerekli hassasiyeti gösterecektir. Buna inanıyorum. Alınacak tedbirler kısa, orta ve uzun vadeli olarak düşünülmektedir. Kısa vadeli olanlar yasal düzenleme gerektirmeyen, hemen uygulamaya geçirilecek kararlardır. Orta ve uzun vadeli olanlar yasal düzenleme ve ek kaynak gerektirdiği için gerekli çalışmalar yapıldıktan sonra Bakanlar Kurulu’nda yeniden ele alınacaktır. Bu çalışmaların ciddiyetle yürütülmesi ve kamuoyuna bu meselelerin üzerine ciddiyetle gidileceği mesajının verilmesi gerekmektedir. Şunun iyi bilinmesini istiyorum. Hiç kimse kendinde suç aramasın. Bugün karşılaştığımız olaylar, önümüze getirilen irtica dosyaları şimdiki hükümetle ilgili değildir. Hükümetin irticai faaliyetlere yol açan bir tek kararı olmamıştır. Onun için herkesin gönlünü ferah tutmasını diliyorum.” 

Tansu Çiller’in bu konuşmasının ardından sözü tekrardan Başbakan Erbakan almış ve hep konuşmakta çekimser kalmış olduğu irtica tehdidi konusunu gündemine almış ve konuşmasında irtica tehdidi ile ilgili olarak şu açıklamalarda bulunmuştur: 

“İrtica ve kaba softalık bir nevi hastalıktır. Bu sadece Türkiye’ye has bir konu değildir. Mesela, İsrail’de bu hastalık Türkiye’ye göre çok daha yaygındır. Bugün 
Avrupa’da dini taassup vardır. Gerilere gidersek Ortaçağ’da bütün şiddetiyle yaşanmış bir hastalıktır. Dolayısıyla bu hastalık küreseldir. Türkiye’de ise bugünün konusu değildir. Bu hastalığın 200 yıllık mazisi vardır.” Olay toplumsal bir gelişmedir. Bu konuyu bu hükümete izafe etmeye çalışmak medyanın bir oyunudur. 10 sene evvel MGK’nın bu 22 maddelik listesini hiç kimse 20 tane canlı yayınla takip etmedi. Esas maksat irtica ile mücadele değil, bu hükümeti yıkmaktır. Bu hükümetin alternatifi yoktur. Herkes de bunu çok iyi biliyor. Dolaysıyla olay gayet açık; oyuna gelmeyeceğiz. Hükümet bu irticayı önlemek için kesinlikle kararlı ve inançlıdır. MGK’da herkesin bu konuda birlik ve beraberlik içinde olduğunu müşahede ettim. Olayı daha fazla büyütmeye gerek yoktur. Medeni bir şekilde irtica ve laikliğin ne olduğuna bakılsa ortada ciddi hiç bir şey olmadığı görülür. Körü körüne birtakım insanlar dogmatik hareketlerde bulunabilirler. Bunlar bir avuç insandır”(Aksoy, 2000, s.208-209). 

Başbakan Necmettin Erbakan bu şekildeki sert açıklamalarından sonra diğer açıklamalarında da sert üslubunu sürdürmüştür. Başbakan Erbakan konuşmasında; 
“Askerle ilgili olarak aralarında hiçbir problemlerinin olmadığını, aramızda saygı ve sevgi hukukunun devam ettiğine dair olumlu cümleler kurmasının yanı sıra asıl hedef aldığı kitle medya organları idi. Başbakan Erbakan’a göre krizi yaratan medyaydı, medyanın orduyu rahatsız ettiğini ve harekete geçmeye zorladığını dile getiren Erbakan, medyanın iktidar ile ordunun arasını açmak için bir sürü uydurma haber yaptığını” da dile getiren Necmettin Erbakan bu medyayı “Yobaz Solcular” ve “Bir Kısım Medya” olarak nitelendirmekteydi. Başbakan Erbakan’a göre; “Ortada krizde yoktu, Askeri darbede bunlar sadece medyanın uydurmasıydı.” (Özer, 2011, s.87). 

28 Şubat sonrası hükümetin filen bittiği ancak şeklen var olduğu bir gerçekti(Aksoy, 2000, s.215). Koalisyon hükümetinin eli kolu bağlanmış olmakla beraber adeta bir çıkmazın içeresinde bulunuyordu. Özellikle 28 Şubat 1997 tarihli MGK Toplantısında alınan ve koalisyon ortaklarının imzasına sunulan kararlar âdete koalisyonun ölüm fermanı niteliğinde idi. 

KAYNAK
BİLĞİSAYARINIZA PDF İNDİRİNİZ;

http://earsiv.atauni.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/123456789/1219/%C4%B0smail_G%C3%9CLMEZ_tez.pdf?sequence=1

25 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR



**********************

30 Temmuz 2017 Pazar

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 23


28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM  SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 23


5.6.2. 28 Şubat 1997 Milli Güvenlik Kurulu Basın Bildirisi 

Toplantı sonucunda ortaya çıkan aşağıdaki Basın Bildirisi, MGK Genel Sekreterliği tarafından basın kuruluşlarına fakslanmıştır. 

 Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinden Bildirilmiştir; 

1. MGK, 28 Şubat 1997 günü Sayın Cumhurbaşkanı başkanlığında; 
Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Dışişleri Bakanı ve Başbakan 
Yardımcısı, Milli Savunma Bakanı, İçişleri Bakanı, Kuvvet Komutanları, 
Jandarma Genel Komutanı ve MGK Sekreteri’nin iştirakleriyle Çankaya 
Cumhurbaşkanlığı Köşkünde aylık olağan toplantısını yapmıştır. 

2. Kurul’un bu toplantısında; bölücü terörle mücadelede şimdiye kadar 
alınan tedbirler ve elde edilen sonuçların genel bir değerlendirmesi 
yapılmış, bu mücadelenin devletimizin ülkesi ve milletiyle bölünmez 
bütünlüğüne gönülden inanmış, bu inancı sonsuza dek sürdürmeye azimli 
halkımızın, basınımızın, devletin bütün kurum ve kuruluşları ve milli 
iradenin sembolü olan yüce parlamentonun destekleriyle çok olumlu bir 
noktaya ulaştığı müşahede edilmiştir. Elde edilen bu sonuçların bundan 
sonra halkımızın huzur ve güvenliğine ekonomik, sosyal, kültürel ve 
siyasal yaşamına olumlu olarak yansıması için bu konuda alınacak 
tedbirlerin bir plan dâhilinde süratle yürürlüğe konulması hususunda 
görüş birliğine varılmıştır. Alınacak olan bu tedbirlerin güvenlik içinde 
gerçekleştirilebilmesi bakımından halen 9 ilde devam etmekte olan 
Olağanüstü Hal uygulamasının 30 Mart 1997 tarihinden itibaren 4 ay 
daha uzatılması uygun bulunmuş ve bu görüşün Bakanlar Kurulu’na 
bildirilmesine karar verilmiştir. 

3. Toplantıda, Kıbrıs Sorunu ve Yunanistan'la ilişkilerle ilgili durum 
değerlendirilmesi yapılmış, bu konuda Türkiye'nin ve KKTC'nin hak ve 
menfaatlerini korumayı amaçlayan siyasi, ekonomik ve askeri tedbirler 
uygun bulunarak Bakanlar Kurulu’na bildirilmesine karar verilmiştir. 

4. Toplantıda bilhassa, Anayasa ile Atatürk Milliyetçiliğine bağlı 
demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olarak belirlenen Türkiye 
Cumhuriyeti Devleti’ne karşı, çağ dışı bir kisve altında zemin 
oluşturmaya yönelik rejim aleyhtarı faaliyetler de gözden geçirilmiş; 
. “Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını, Atatürk İlke ve İnkılapları 
doğrultusunda çağdaş medeniyet yolunda, demokratik sistem içerisinde 
ilerlemesini teminat altına alan Anayasa ve Cumhuriyet yasalarının 
uygulanmasından asla taviz verilmemesi gerektiği, 
. Anayasa’nın tanımladığı, Cumhuriyetin Demokratik, Laik ve sosyal 
hukuk devleti ilkelerinin sağlıklı bir şekilde düzenlenmesine imkân 
sağlayacak güvenlik, huzur ve toplumsal barışın önem ve öncelik taşıdığı, 

. Cumhuriyet ve rejim aleyhtarı yıkıcı ve bölücü grupların laik ve anti-laik ayrımı ile demokratik ve sosyal hukuk devletini güçsüzleştirmeye yeltendikleri, 
. Türkiye'de laikliğin sadece rejimin değil, aynı zamanda demokrasinin ve toplum huzurunun da teminatı ve bir yaşam tarzı olduğu, 
. Devletin yapısal özünü oluşturan sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleri anlayışından vazgeçilemeyeceği, yasalarla belirlenmiş kuralların göz 
ardı edilerek yapılan çağdışı uygulamaların da hukukun üstünlüğü ilkesiyle bağdaşmayacağı, 
. Türkiye'nin 1997 yılı içinde, AB’ne tam üye olacak ülkeler listesine girmeyi öncelikli bir hedef olarak sürdürdüğü böyle bir dönemde resmi 
ve sivil kurum ve kuruluşlar bu sürece katkıda bulunmasının gerekli olduğu, bu sebeple; Demokrasimiz hakkında kuşkulara yol açacak, 
Türkiye'nin yurt dışındaki imajını ve itibarını zedeleyecek, her türlü spekülasyona son vermek gerektiği, Türkiye Cumhuriyeti’nin laik, 
demokratik, insan haklarına saygılı, sosyal bir hukuk Devleti olduğu yönündeki temel ilkelerinin Anayasamızın ve Devletimizin teminatı 
altında olduğu, rejimin; kendisine ve geleceğine yönelik tartışmaların, içinde bulunduğumuz ortamda Türkiye'ye yarardan çok zarar verdiği, 
. Açıklanan bu esaslar aksine davranışların, toplumumuzda huzur ve güveni bozarak yeni gerginliklere ve yaptırımlara neden olacağı 
değerlendirilmiş, Bu konularda alınacak ve alınması gereken tedbirler uygun bulunarak bu tedbirlerin Bakanlar Kurulu’na bildirilmesine karar 
verilmiştir.” (TBMM, 2012, s.1039-1041). 

Basın Bildirisinde yer alan “Açıklanan bu esaslar aksine davranışların, 
toplumumuzda huzur ve güveni bozarak yeni gerginliklere ve yaptırımlara neden olacağı değerlendirilmiş” ifadesi kamuoyunun en fazla üzerinde durduğu konu olmuştur. Her ne kadar bu yaptırımların ne olacağı yayımlanan Basın Bildirisi’nde açıkça belirtilmemişse de, bu ifade, basın-yayın organlarında Refah-Yol Hükümeti’ne yönelik bir tehdit olarak değerlendirilmiştir. 

Başbakan Erbakan'ın MGK’da kabul ettiği irtica ile mücadele programını 
hükümetten geçirmesi geciktikçe ülkedeki yüksek olan siyasi atmosfer daha da 
gerginleşmiştir. Başbakan Erbakan’ın Meclis desteği arayışı istediği gibi 
sonuçlanmamış, ANAP'tan destek alması söz konusu olmamıştır. DSP lideri Bülent Ecevit ve CHP lideri Deniz Baykal ise ortak bir açıklamayla, “Ya İmza, Ya İstifa” demişlerdir. Tansu Çiller, 5 Mart'ta Başbakan Erbakan'a giderek konunun hassasiyetine dikkat çekmiş, netice itibariyle Başbakan Erbakan, tarihi MGK kararlarını imzalamıştır. İrtica ile mücadele için Başbakanlık Takip Kurulu Başbakan Erbakan ve bakanlarının imzasıyla kurulmuştur (Özgan, 2008, s.78). 

MGK toplantısından çıkan kararlar ve sonrasında yapılan açıklamalar yeterli 
görülmemiş olmakla beraber, Bu durum toplantıyı hemen izleyen günlerde ordunun ve askerlerin görüş ve düşüncelerinin, altında Başbakan Erbakan’ın imzasının yer alacağı bir MGK Genel Sekreterliği yazısı ile yürütmeye ve yönetime yansıtılması girişimine neden olmuştur (Öztürk, 2006, s.53). 

Basın-yayın organlarına ulaştırılan söz konusu Basın Bildirisi ekinde, MGK 
toplantısında alınan 406 sayılı kararın EK-A’sı yer almıştır. Böylece, MGK toplantıları tarihinde ilk kez olmak üzere, 2945 sayılı MGK ve MGK Genel Sekreterliği Kanunu’na göre açıklanması mümkün olmayan “Gizli” “Gizlilik Dereceli” bir MGK kararı kamuoyuna duyurulmuştur (Komisyon, 2012, 163).

4.6.3. 406 Sayılı MGK Kararı ve Yaşanan İmza Krizi 

Başbakan Necmettin Erbakan, 18 maddelik bildiriyi hemen imzalamadı. “Biraz 
daha üstünde çalışalım” dedi ve toplantı salonundan çıktı. Buna rağmen MGK Basın bildirisi medyada dağıldı ve adeta kıyamet koptu (Birand-Yıldız, 2012, s.214). Tarihi MGK Toplantısı’ndan bir gün sonra, henüz imzalanmamış olan MGK tavsiye kararlarının yazılmasında da, Hükümet ile MGK askeri kanadı arasında anlaşmazlık çıkmıştı. Hükümet cephesi bazı ifadelerin yumuşatılması ve bazılarının ise tavsiye kararlarından çıkarılması için çaba gösterirken (Kazan, 2013, s.272) basın ve medya organları da boş durmuyor, zaten tansiyonu yüksek olan siyaset ve kamuoyu atmosferini daha da gergin hale getiriyorlardı. 

. “Erbakan 20 Maddeyi Onaylamadı.” (1 Mart 1997 Basın ) 
. “Çiller, MGK Genel Sekreteri Orgeneral İlhan Kılıç ve Askeri Kanadın Hazırladığı 20 Maddelik Tavsiye Taslağını Görüştü.” (1 Mart 1997 Basın) 
. “Başbakan Necmettin Erbakan, MGK Gn. Sekr. Org. İlhan Kılıç ile Görüşerek 20 Maddelik Tedbirler Paketine İtirazlarının İletti.” ( 3 Mart 1997 Basın) 
. “MGK Gn. Sekr. Org. İlhan Kılıç, Başbakan Erbakan’ın İtirazları Üzerine Tedbirler Paketini Çankaya Köşkü’ne Götürerek Demirel’le Görüştü.” (5 Mart 1997 Sabah) 
. “Askeri Yetkililer: “Barajı Kapağı Açıldı, Sular Akıyor, Geriye Dönüş Yok” dedi. (5 Mart 1997 Gözcü). 

Bütün bu tartışmalı ve gergin siyaset atmosferi devam ederken basın ve medya 
kuruluşları da boş durmuyor idi. Artık bütün gözler Başbakan Erbakan’ın üzerine 
çevrilmişti. Akıllarda ki tek soru Başbakan Erbakan’ın bildiriyi imzalayıp 
imzalamayacağıydı? Necmettin Erbakan, MGK Toplantısı hakkında ki görüşlerinin bildirmiş ve toplantıyı yorumlamıştı. Ancak Başbakan Erbakan’ın açıklamaları siyaset ortamını tatmin etmemiş olmakla beraber siyaset ortamının gergin havası ve yüksek tansiyonunu da düşürmemişti. Siyaset boşluk kaldırmazdı. Bütün bu gelişmeler sonucunda artık iyice zor durumda kalan Başbakan Erbakan, zaman kazanmak istiyordu. Siyaset ortamı bu şekilde ilerlerken MGK Genel Sekreterliği beklenmedik bir açıklama yaptı; “Kararlar uygulanmaz ise yaptırımlar gelir” dedi. Bu açıklama açık bir uyarı niteliğinde olmakla beraber askeri kanat hükümete adeta meydan okuyordu. 
Bildiriyi imzalamamakta ısrar eden Başbakan Erbakan, diğer parti liderlerinden yardım istedi. Demokrasi adına MGK Kararlarına birlikte karşı çıkmayı önerdi. Ne de olsa demokrasilerde asker, seçmenin oyu ile işbaşına gelmiş sivil bir hükümete dikta edemezdi. Ancak Başbakan Erbakan, aradığı desteği bulamadı (Birand-Yıldız, 2012, s.216). 

ANAP Lideri Mesut Yılmaz, Başbakan Erbakan’ın kendisini ziyareti sonrasında 
gazetecilere: “Kendisine aynen şöyle söyledim, eğer hakikaten böyle düşünüyorsanız bunu söyleyeceğiniz yer üyesi olduğunuz MGK idi. Orada mutabık olmadığınız görüşleri gelip benimle paylaşmanızın fazla anlamı yoktur” dedim. 

Başbakan Erbakan’ın ziyaret ettiği ikinci lider ise DSP Genel Başkanı Bülent 
Ecevit’ti. Oda Başbakanla yaptığı görüşme sonrasında Erbakan’a “Ya bu devleti temel unsurlarıyla başta laiklik olmak üzere, demokrasi olmak üzere, temel unsurlarıyla içinize sindirmeniz gerekir ya da şu aşamada bunu yapmayacak durumdaysanız bir süre hükümetten uzaklaşmayı göze almanız gerekir” dedi (Birand-Yıldız, 2012, s.216). 

MGK Bildirisi artık bu ziyaretler sonrasında imza bekliyordu. Askerde sinirler 
iyice gerilmeye başlamıştı. Genelkurmaydan yapılan açıklama ise “Erbakan’la uyum içerisinde değiliz! Şeklinde ki açıklaması ortamın daha da gerginleşmesini sağlamıştı. Bütün gelişmeleri iyice değerlendiren Başbakan Erbakan, artık zor durumda idi. Ancak rantiyeci medya yine gerçeği saptırarak, Erbakan’ın kararı, sanki askerlerin önerdiği 20 maddelik haliyle imzaladığı şeklinde haberleri yayınlıyorlardı. Hürriyet: “Aynen İmzaladı”, Milliyet: “Hoca İmzaladı”, Sabah: “Paşa Paşa İmzaladı” (Kazan, 2013, s.273) vb. haber başlıkları ile adeta Başbakan Erbakan üzerinde psikolojik baskı oluşturuyorlardı. Bu durum karşısında Başbakan Erbakan, ortada böyle bir durum yok, medya olayları yanlış yansıtıyor şeklinde açıklamalar yapıyordu. Bu yaşanan olaylar karşısında Başbakan Erbakan zor durumdaydı ve beklenen haber gelmişti; 

“MGK Kararları, yumuşatılmadan imzalamam diyen Erbakan’ın inadı üç gün 
sürdü. Başbakan Erbakan, muhalefetten umduğunu bulamayınca, kararı imzalamak zorunda kaldı. İmzalan karar 20 maddelik askeri önerinin aynısı.” (6 Mart 1997 Sabah) Bu olay karşısında, hem RP’ye oy veren 6 milyon seçmen, hem RP birçok milletvekili, basında çıkan bu haberler yüzünden büyük bir tedirginlik içerisinde idi. 
Ancak Refah camiası imzalanan metnin aslını öğrenince, Erbakan Hoca’nın dirayetini bir defa daha takdirden kendilerini alamıyorlardı (Kazan, 2013, s.273). 

28 Şubat'taki MGK zirvesinde alınan, 5 gün süreli imza sıkıntısına yol açan ve 
sonunda Başbakan Necmettin Erbakan'ın imzalamasıyla sonuçlanan 406 sayılı MGK Kararı'nın tam metni şu şekildedir (Özgan, 2008, s.79). 

28 Şubat 1997 Tarihli ve 406 Sayılı MGK Tavsiye Karar Metni: 

1. MGK, 28 Şubat 1997 günü Sayın Cumhurbaşkanı Başkanlığında Başbakan, 
Genelkurmay Başkanı, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı, Milli Savunma 
Bakanı, İçişleri Bakanı, Kuvvet Komutanları, Jandarma Genel Komutanı ve MGK 
Genel Sekreteri'nin iştirakleri ile aylık olağan toplantısını yapmıştır, 

2. Kurul'un bu toplantısında, esasları ve nitelikleri Anayasada belirlenmiş, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, lâik ve sosyal hukuk devletimizi ve Cumhuriyet rejimimizi yıkmak, onun yerine bir siyasal dini düzen kurmak amacıyla yürütülen yıkıcı faaliyetler ve yapılan beyanlar ile bunların oluşturduğu tehdit ve tehlikeler gözden geçirilerek değerlendirilmiştir. 

3. Yapılan bu değerlendirmeler sonucunda; 

a. Ülkemizde şeriat hukukuna dayalı bir İslâm Cumhuriyeti kurmayı hedefleyen 
grupların, Anayasanın tanımladığı demokratik, lâik ve sosyal hukuk devletimize 
karşı çok yönlü bir tehdit oluşturduğu, 
b. Cumhuriyet ve rejim aleyhtarı aşırı dinci grupların lâik ve anti lâik ayırımı ile 
demokratik, lâik ve sosyal hukuk devletini güçsüzleştirmeye yeltendikleri, 
c. Türkiye'de lâikliğin sadece rejimin değil, aynı zamanda demokrasinin ve toplum huzurunun da teminatı ve bir yaşam tarzı olduğu, 
d. Devletin yapısal özünü oluşturan sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleri 
anlayışından vazgeçilemeyeceği, yasalar göz ardı edilerek yapılan çağ dışı 
uygulamaların takipsiz kalmasının hukukun üstünlüğü ilkesiyle bağdaşmayacağı 
hususlarında görüş birliğine varılmıştır. 

4. Bu görüş ve değerlendirmeler sonucunda; 

a. Türkiye'de Şeriat hukukuna dayalı bir İslam Cumhuriyeti kurmayı amaçlayan 
aşırı dinci grupların, demokratik, lâik ve sosyal hukuk devleti olan 
Cumhuriyetimize karşı oluşturdukları çok yönlü tehdidin önlenmesi amacıyla; 
EK-A'daki tedbirlerin kısa, orta ve uzun vade içerisinde alınmasının Bakanlar Kurulu’na bildirilmesine, 
b. 2945 Sayılı MGK ve MGK Genel Sekreterliği Kanununun 9’ncu maddesine 
uygun olarak, MGK Genel Sekreterliği tarafından; EK'te belirtilen tedbirlere 
ilişkin Bakanlar Kurulu Kararları ile Bakanlar Kurulu Kararı haline 
getirilmeyen uygulamaların, sonuçları hakkında belli süreler içerisinde 

Başbakan, Cumhurbaşkanı ve MGK'na bilgi verilmesi kararlaştırılmıştır (TBMM, 2012, s.1041). 

KAYNAK
BİLĞİSAYARINIZA PDF İNDİRİNİZ;

http://earsiv.atauni.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/123456789/1219/%C4%B0smail_G%C3%9CLMEZ_tez.pdf?sequence=1

24 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 22


28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM  SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 22


4.5. Tarihi MGK Kararları Öncesi Yaşananlar ve Önlemler Paketi 

 28 Şubat 1997 tarihinde yapılan MGK toplantısında alınan kararlardan önceki 
dönem, bu süreci hazırlayan etkenlerden oluşmaktadır. MGK Kararlarının alınmasıyla bir kesinti olmamış, aksine sürecin daha yeni başladığı ortaya çıkmıştır ( Arikan, 2010, s.119). 28 Şubat süreci ile başlayan olaylar, 28 Şubat 1997 MGK Toplantısı ve 406 sayılı MGK Kararlarının alınması ile devam etmiş olmakla beraber gelişen bütün olaylar sonrasında artık TSK yaşanan bütün bu gelişmeler karşısında olaylara müdahil olmak istemiş ve ilk hamle olarak 28 Şubat 1997 MGK Toplantısında ortaya çıkmıştır. 
Türk siyasi tarihinde askeri müdahaleler genel olarak her 10 yılda bir vuku bulmuş olmakla beraber 28 Şubat sürecine kadar 3 klasik askeri müdahale yaşanmıştır. 28 Şubat 1997 askeri müdahalesi “post-modern darbe” olarak isimlendirilmiş olmakla beraber sebep, sonuç ve sonrasında ki yansımaları ile Türk demokrasi tarihinde derin ve büyük yaraların açılmasına neden olmuştur. 

Demokrasi tarihimize damgasını vuran 28 Şubat süreci, 28 Şubat 1997 MGK 
Toplantısı ve 406 sayılı MGK Kararlarının alınması ile Türk Demokrasisi yeni bir 
döneme girmiş olmakla beraber artık bu süreç içerisinde bazı çevreler tarafından düğmeye basılmış ve bir kısım güç odakları Refah-Yol Hükümeti’ni harekete geçirmek için farklı yollar ve çeşitli girişimler içerinde bulunmaya başlamışlardı. Süleyman Kocabaş, bu gelişmeler içerisinde Akşam gazetesinin yazarlarından Behiç Kılıç’ın, 21 Aralık tarihli yazısına atfen şöyle aktarmaktadır, “Atina’da bir grup para babasının liderliğinde, bu geziye katılan medya patronlarının bir araya geldikleri ve üç ay içerisinde hükümeti devirme kararları aldıkları anlatılıyor… Bunun hükümeti devirmenin ilk adımı olduğu belirtiliyor.” Aynı şekilde bu sivil kuvvetlerin iktidarı devirmek için saldırılarını artırma kararı aldıkları belirtilmektedir. Bu güç odakların ilk hedefi hükümeti yıkmak ikinci hedefleri ise tekelci sermayenin Pazar egemenliğini sağlayacak hükümeti kurmaktı. Bu istekler ve hedefler TSK’nı de hevesli tutumuyla hedefine ulaşacaktı” (Kocabaş, 1998, s.12) şeklindeki açıklamaları ile sivil hükümetlerin üzerindeki ordu ve askeri bürokrasinin etkilerini görmememiz açısından oldukça önemlidir. 

28 Şubat 1997 Askeri müdahalesi post-modern darbe olarak tanımlanmış 
olmakla beraber, 28 Şubat gerçekte ilkesel olarak darbelere izin vermemesi gereken anayasal yapının, anayasal normların yapı bozumuna uğratılması suretiyle gerçekleştirilen “Anayasal Darbedir”. Açık darbeler anayasaya rağmen ve karşı yapıldığı halde, 28 Şubat anayasal mekanizmalarla yapılmıştır. Çünkü bu darbe anayasal bir kurum yani MGK kararıyla ve bu kararın altında Refah-Yol Hükümeti Başbakanı Necmettin Erbakan’ın imzasıyla yapılmıştır. Başbakanın imzası ile 28 Şubat 1997 MGK Toplantısı, bir süreç haline sokulmuştur (Arikan, 2010, s.119). 

RP ile TSK arasındaki gerginlik her geçen gün artmaktaydı (Özer, 2011, s.80). 
Askerin artık müdahale etmesi bütün çevreler tarafından beklenen bir tutum olmuştu. Asker artık yavaş yavaş harekete geçmeye başlamış ve sivil hükümet üzerindeki etkisini gösterir duruma gelmiştir. RP cephesi ise de kamuoyundan, medyadan, siyasetten ve TSK’dan yükselen bu tepkilere karşısında duyarsızdı ve gelişen olayları görmezden gelerek vurdumduymaz bir tavır takınmaktaydı. Başbakan Necmettin Erbakan’ın son grup toplantısında “Fesat merkezi olmayacağız; fesattan etkilenmeyeceğiz; fesadı etrafa yaymayacağız” ve yine son bakanlık divanındaki “Üst düzey komutanlarla aramız iyi, alt düzey subaylar gerginlik yaratıyor” sözleri Başbakan Erbakan’ın olayı küçümsediğinin ve gerçekleri görmezden geldiğinin en güzel kanıtıdır (Bayramoğlu, 
2001, s.109). 

Ali Bayramoğlu’na göre “Başbakan Erbakan, bu tavrını ve üzerindeki bu siyasi 
görüşleri umursamamakla beraber içinden çıkılacak durumu ve üzerinde ki baskıları hafifletmek için farklı stratejilerin ve hamlelerin içerisinde olduğu bilinmekteydi:” 

1. “Laiklik; temelinde ortaya çıkan gerilimi hafifletmek. Bir yandan bu gerilimin 
müsebbibi olarak medyaya ve ince politikalarından hareketle TSK’nın içindeki bazı “sinirli” ama komuta kademesine sirayet etmeyen “ehemmiyetsiz” unsurlara işaret etmek. Sonuçta bu sorunun pek önemli olmayan bir sorun olmadığı imajını vermek. 

2. 28 Şubat 1997 tarihinde yapılacak olan kritik MGK toplantısında, TSK’ni teskin edeceği bir konuşma yapmak. 

3. Hepsinden önemlisi yeni medya atağıyla gündemi değiştirmeye çalışmak. Daha doğru bir deyişle, gündemin merkezine ekonomik politikaları ve bu doğrultularda ki gelişmeleri oturtmak.” 

Bütün bu gelişmeler yaşanırken tarihi MGK Toplantısına sayılı günler kalmıştı. 
Kamuoyu başta olmak üzere medya organları ve TSK yaşanan bütün bu gelişmeleri yakından takip etmekle beraber, RP’nin ve Refah-Yol Hükümeti’nin bütün faaliyetleri adeta mercek altına alınmıştı. Bununla beraber 28 Şubat MGK Toplantısından bir gün önce yapılan Bakanlar Kurulu Toplantısında ise yapılacak olan tarihi MGK Toplantısı hakkında görüşmeler yapılmış ve yapılacak toplantıya çeşitli atıflarda bulunarak açıklamalar yapılmıştır. 

Bakanlar Kurulu toplantısında Tansu Çiller “Bu hükümet kurulduğundan bu 
yana sürekli olarak önüne engeller konuldu” diye sözlerine başladı ve sonrasında ise şu açıklamalarda bulundu: 

“Ancak birliğimizi muhafaza edersek bu engellerin aşılması kolay olacaktır. Her 
engelin aşılmasından sonra hükümetimiz daha da güçlenecektir. Hükümetimiz başarılı oldukça, muhalefet partilerini de korku sarmaktadır. Başta ordu olmak üzere çeşitli kurumların yapmış olduğu olanca muhalefete ve ülkenin gerçek resmini çıkaramayan bir medya anlayışı ile karşı karşıyayız. Buna rağmen hükümet birliğini muhafaza etmiştir. Bu hükümet en az 2000 yılına kadar devam edecektir. Çünkü hükümetin başarısını, ancak uzun vadeli bir strateji ile halka mal etmek mümkündür” şeklindeki açıklamaları ile hükümetin içinde bulunduğu durumu izah etmekle beraber, sağlam strateji ve planın güvencesini veriyordu. Tansu Çiller konuşmasının devamında ise: 

 “Bu hükümet koalisyonudur. Ancak iki parti de ortak sorumluluk taşımaktadır. 
Partiler kendi tabanlarına mesaj verebilirler. Ancak hükümetler bu konumun 
üzerindedir. Çünkü hükümetler sadece parti tabanların değil, Türkiye’nin hükümetidir. Çokseslilik olsun, ama her kafadan bir ses çıkmasın. Eğer bugün tansiyon yüksekse bunu düşürmek iktidarın görevidir. Bu hükümet bir ailedir. Bu bakımdan hiçbir ferdin bu konumun dışında konuşmaması lazımdır. Ayrıca bu aile toplantısından hiçbir ferdin toplumsal tansiyonu yükseltecek bir yaklaşım içine girmemesi gereği vardır. Merak etmeyin, zaman bizi haklı çıkaracaktır. Yeter ki bu zamanı kazanalım. Kader birliği içerisindeki bir ailenin yapmış olduğu toplantıda, bu ailenin bir ferdi ruhu ile konuşuyorum.” 

Tansu Çiller’in bu konuşması salonda büyük coşku ve içtenlikle karşılanmış 
olmakla beraber, Tansu Çiller’den sonra sözü Başbakan Necmettin Erbakan almış ve Tansu Çiller’e teşekkürleri ile şükranlarını sunmuştur (Aksoy, 2000, s.200-201). 

4.6. 28 Şubat 1997 Milli Güvenlik Kurulu Toplantısı 

4.6.1. Toplantıda Anlatılanlar 

MGK Toplantıları ayda bir kez yapılıyordu. Toplantılara hükümet cephesinden 
Başbakan, İçişleri Bakanı, Dışişleri Bakanı ve Milli Savunma Bakanı katılmakla 
beraber asker kanadından ise Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları ve MGK Genel Sekreteri katılıyordu. MGK Toplantılarında Türkiye’nin iç ve dış güvenlik meselelerinin, stratejik hedeflerinin tartışıldığı bu toplantıları Cumhurbaşkanı yönetiyordu. Önce bürokratların katıldığı bir toplantı oluyor sonra da devletin zirvesinin katıldığı toplantı oluyordu. Sonra devletin zirvesi bürokratlarının katıldığı ilk toplantıda konuşulanları kendi aralarında değerlendiriyorlardı. Konuşulan sorunlar ve çözüm için izlenecek yollar, toplantı sonrasında hazırlanan bir bildiri ile kayıtlara geçiriliyordu. Bu bildiri o günün hükümeti için bir tavsiye niteliğinde idi (Birand-Yıldız, 2012, s.207). 

28 Şubat 1997 tarihinde yapılan MGK Toplantısının kendinden önceki yapılan 
MGK Toplantılarından farklı olmakla beraber, toplantı öncesi ve sonrası yaşananlarda Türkiye gündemini uzun yıllar meşgul etmiştir. 28 Şubat 1997 MGK Toplantısına damgasını vuran “irtica tehdidi” ilk defa Refah-Yol Hükümeti zamanında gündeme gelmemiş olmakla beraber ANAP lideri Turgut Özal zamanında da gündeme gelmiştir. 

Ancak yaşanan bu “irtica tehdidi” 28 Şubat sürecinde ki olduğu gibi büyük bir yankı uyandırmamıştır. Özellikle 28 Şubat sürecine gelinmeden önce, 12 Eylül 1980 Askeri darbesi ile oluşturulan MGK, çeşitli kuruluşların temsilcilerinin katılımı ile iki kurul oluşturulmuş ve irticai akımların durumu ele alınmıştır. Bu kurumlar tarafından oluşturulan raporlarda daha çok dönemin İslami kesimi olan “Süleymancılar” üzerinde durulmuştur. Bu gelişmeler üzerine dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren, MİT’ten irticai akımlar üzerine bir rapor hazırlanmasını istemiştir. Bunun en önemli nedeni ise Cumhurbaşkanı Kenan Evren, Başbakan’ı Turgut Özal’ın tutumundan şüpheleniyordu. 

Ancak Cumhurbaşkanı Evren’in bu kuşkusu boşa çıkmış ve bunu çeşitli 
açıklamalarında gündeme getirmiştir. Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in MİT’e vermiş olduğu bu görev sonucunda önüne neredeyse konu ile ilgili boş bir dosya gelmesi ile beraber, Cumhurbaşkanı Evren, bu seferde ayrıntılı bir araştırma yapmak için MGK’ni görevlendirmiştir (Öztürk-Yurteri, 2011, s.180). 

28 Şubat 1997 MGK Toplantısı öncesinden gazete manşetlerinde ve televizyon 
haber bültenlerinde 28 Şubat 1997 Cuma günü yapılacak olan MGK toplantısının uzun süreceği ve son derece tartışmalı geçeceğine dair haberler yapılmaya başlanmış idi. Bu gazete manşetlerinden verilen haber başlıkları ve televizyon bültenlerinden verilen haberler gergin olan siyaset atmosferini ve kamuoyunu iyice etkisi altına almıştı. 

Bütün bu gelişmeler paralelinde meydana gelen siyasi ve sosyal olaylar 
sonucunda ortaya çıkan kutuplaşma atmosferi ve gerginlikler sonucu 28 Şubat sürecinin kilometre taşları olarak bir bir döşenmiş olmakla beraber tarihi MGK günü yaklaşmış idi. Bazen Başbakan Erbakan ve arkadaşları askeri kanadın eline bazı fırsat ve imkânları vermiş olsa da, her olay abartılı bir şekilde kamuoyuna sunulmuş, medya, sivil toplum örgütleri ve yargıdan istifade etmek suretiyle psikolojik harekât ilk günlerden itibaren başarı ile sürdürüldü (Ilıcak, 2013, s.111). 

Özellikle 28 Şubat 1997 MGK Toplantısının günler öncesinden uzun ve 
tartışmalı geçeceği ifade ediliyordu. Toplantıda; irtica ve şeriat konusu, Kurul’un asker üyeleri tarafından ses bantları, videokasetleri tüm belge ve kanıtlarıyla ortaya konuluyordu. MİT, Emniyet Genel Müdürlüğü, TSK vb. güvenlik ve istihbarat makamlarının ortak çalışmaları ile hazırlanan yaklaşık 70 sayfalık rapor, Başbakan ve Başbakan Yardımcısının en ufak bir itirazına fırsat vermeyecek şekilde ayrıntıları ile kurul üyelerine açıklanıyordu. Bu 70 sayfalık raporun bazı önemli maddelerine bakacak olduğumuzda; 
. Demokratik, laik Türkiye Cumhuriyeti’nin düşman ve hedef gören bu 
hareketlerin amacı Türkiye’de şer’i hükümlerle yönetilen bir İslam devleti 
kurmaktır. 
. Kökten dinci hareketler bu amaçlarına, tebliğ, cemaat ve cihat yoluyla 
ulaşabileceklerini ifade etmekle beraber, amaçlarına ulaşmak için halkı silahlı 
bir mücadeleye sürüklemek ve bir İslam devleti kurmak istiyorlardı. Bununla 
beraber cemaat ve tarikatlar bir kurum şeklinde hareket eder hale gelmiştir. 
. Dini akımlar ise, daha çağdaş bir örgütlenmeyi benimseyerek, dernek, vakıf, 
Kur’an kursu, özel yurtlar, üniversiteye hazırlık kursları ve özel kolejlere önem 
veriliyor ve bu maksatla çok geniş kesimlere hitap ediliyor, etkileri altına 
alınıyordu. Bu anlamda örgütlenmeyi sağlayan bu kurumların finansal 
kaynakları da kimi sivil toplum örgütleri ve zengin iş adamları tarafından 
sağlanıyordu (Sunulan raporda bunların isimleri açıkça ilan ediliyordu) 
(Bölügiray, 1999, s.34-35). 

Tarikatların ve RP’nin faaliyetleri ve icraatları uzun süredir askerlerin dikkatini 
çekiyordu. Ancak durumun detaylı olarak ele alınması ilk defa RP’nin büyük bir seçim başarı ile çıktığı 1994 yılına rastlaması ve MGK Genel Sekreterliği’nin konu ile ilgili (irtica dini akımlar) büyük bir çalışma içerisine girmesi ile gündeme gelmiştir. Özellikle dönem içerisinde “irtica tehdidi” konuları üzerine inceleme ve araştırmalar yapılmış olmakla beraber “İslam’ın Gerçeği” adlı bir kitap hazırlanmıştır (Öztürk-Yurteri, 2011, s.180-181). 

24 Aralık 1995 yılında yapılan genel seçimlerden büyük bir zafer ile çıkan RP 
ülke gündeminde ve siyaset yaşamında oldukça uzun süreli tarihi bir olgununda 
temellerini atmış idi. Refah-Yol Hükümeti’nin kurulmasından sonra basın ve medya organları, askerin yeni silahı olarak işlev görmeye başlamıştır. Basın ve medya organları, Refah-Yol döneminde, TSK’nın siyaseti doğrudan yönlendirme çabalarını laik, demokratik Cumhuriyet’in güvencesi ve teminatı olarak görmüş; siyasete yapılan fiili müdahaleleri ya alkışlayarak gündeme getirmiş ya da göz ardı etmiştir. Bununla beraber, askeri müdahalelerin doğal ya da sıradan bir siyasi gelişme olduğu fikrinin kabul görmesi yönünde faaliyetini sürdürerek, iktidar mücadelesinin gerçek taraflarının RP ile TSK olduğu fikrini topluma benimsetmeye ve bunu meşrulaştırmaya çalışmıştır. 

TSK’nın kendi tarihinde ilk kez medyayla bu tarzda ve bu yoğunlukta ilişkiler içine girmesi, bu dönemin gerçekten ilginç bir özelliği olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu gelişmelerin doğal sonucu olarak, sivil otorite ve askeri otorite arasındaki ilişki giderek çatışma niteliğine bürünmüştür (Başkaya, 1999 s. 353). 

28 Şubat 1997 MGK Toplantısı’nın gündeminin irtica olayları olacağı bir aya 
önce ki MGK Toplantısı’nda kararlaştırılmıştı. Hükümet üyeleri ve komutanlar 
Çankaya Köşk’üne giderlerken laik kamuoyu, iş çevreleri, üniversiteler ve askerin evi olan kışlalar son derece huzursuzluk içerisinde idi (Birand-Yıldız, 2012, s.207). Başbakan Erbakan’ın söylemleri ve icraatları laik, demokratik Cumhuriyet’e karşı bir tehdit olarak algılanırken Tansu Çiller ise her fırsatta “Rejimin teminatı biziz” diyordu. 

İşte 28 Şubat 1997 MGK Toplantısı bu söylemler etrafında şekilleniyordu. 28 Şubat 1997 de toplanacak MGK gündeminin irtica ve şeriat konularının olacağı belli olunca, hükümetin iki kanadı da Cumhurbaşkanı ve askerlerle yapılan görüşmeler oldukça dikkat çekici olmakla beraber amaç; yapılacak toplantının havasını bir nebze de olsa yumuşatmaktı. Ancak sanılanın aksine askeri kanat MGK’ya ellerinde kalın dosyalarla birlikte hazırlıklı gelmişlerdi. Laik demokratik Cumhuriyet’in komutanları ile tarihi MGK Toplantısı başlayacak idi. 

Yaşanan bütün bu olaylar üzerine siyasetin tansiyonu iyice yükselmiş ve 28 
Şubat 1997’de yapılacak MGK toplantısı öncesi Türkiye’de gerilim iyice artmıştır. 
MGK Genel Sekreteri Org İlhan Kılıç, toplantıdan bir gün önce Cumhurbaşkanı 
Süleyman Demirel’le görüşerek, toplantıda 18 maddelik bir liste sunacaklarını ifade etmiş, Cumhurbaşkanı Demirel de bu konuyu Başbakan Erbakan’la paylaşmıştır. Konuyu her aşamasında çok dikkatli bir şekilde takip etmiş olan Süleyman Demirel olacakları sezmişçesine daha önceden koalisyon ortaklarını uyarmaya çalışmıştır. 17 Ocak’ta Genelkurmay’dan brifing almış, 27 Ocak’taki MGK toplantısından önce Necmettin Erbakan’ı yazılı olarak uyarmış ve ülkede yaşanan rahatsızlığı dikkate almasını istemiş, daha sonra bunu Şubat ayında tekrarlamıştır (Arikan, 2010, s.106). 


28 Şubat 1997 MGK Toplantısından önce, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 
Başbakan Necmettin Erbakan, Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller ve Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı Karadayı, yaklaşık 10 dakika süren kısa bir toplantı yapmışlardır. MGK öncesi yapılan bu ön toplantı niteliğinde ki görüşmede, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel; üyelere gergin ve tartışmalı geçeceği MGK atmosferi öncesinde kısa bir konuşma yapmış ve sonrasında toplantı salonuna geçilmiştir (Kazan, 2013, s.267). Toplantı öncesinde gündem ve siyasi yaşam üzerinde oldukça etkili olan basın ve medya temsilcileri çeşitli fotoğraf kareleri aldıktan sonra salondan çıkartılmışlardır. 

28 Şubat 1997 MGK Toplantısı saat 15.10’da başlamış idi. Toplantıya 
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Necmettin Erbakan, Başbakan 
Yardımcısı Tansu Çiller ve Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, Milli 
Savunma Bakanı Turhan Tayan, İçişleri Bakanı Meral Akşener, Kuvvet Komutanları Org. Hikmet Köksal, Ahmet Çörekçi ve Teoman Koman ve Ora. Güven Erkaya katılmış olmakla beraber Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Necdet Seçkinöz, MGK Genel Sekreteri Org. İlhan Kılıç, Emniyet Genel Müdürü Alaattin Yüksel, OHAL Valisi Necati Bilican, Genelkurmay İstihbarat Dairesi Başkanı Korgeneral Çetin Saner ve MGK Genel Sekreter Yardımcısı Korgeneral Necdet Timur’da katılmıştır (Kazan, 2013, s.267). MGK toplantı gündemi ve süresinin 3 saat olarak planlanmıştı. Ancak toplantının “Özel Müzakere” bölümünde “irtica tehdidi” konusunun ele alınması ile MGK toplantısı 8,5-9 saat sürmüş ve Türkiye’nin siyasi yaşamında uzun süreli bir dönüm noktası oluşturmuştur. 

28 Şubat 1997 MGK Toplantısında özellikle öncesi ve sonrasında etkin rol ve 
konumda olan basın ve medya kuruluşlarının haberlerine göre MGK Toplantısı 
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in kısa bir sunuş konuşması ile başlamış ve 
OHAL’in 9 ilde 4 ay kadar daha uzatılması, terör örgütü PKK ile mücadelede MED TV yayınlarının izlenmesinin önlenmesi konuları yer almıştır. Görüşülen bu konulardan sonra ise, MİT tarafından hazırlanan “Radikal Dinci Akımların Rejime Etkileri” başlıklı irtica raporları okunması ve sonrasında Emniyet Genel Müdürlüğü ile Dışişleri Bakanlığının iç ve dış güvenlik raporlarının okunması ile devam etmiştir. MGK Toplantısı bu şekilde devam ederken Genelkurmay İstihbarat Dairesi Başkanı Korgeneral Çetin Saner, Genelkurmay Başkanlığı tarafından hazırlanan irtica ile ilgili ayrıntılı bir rapor takdim etmiştir. Takdim edilen bu raporda; “Radikal dinci akımların, vakıflar aracılığı ile örgütlenmesin den, çeşitli tarikatların Türkiye’de ki coğrafi dağılımına, Anadolu’da oluşan sermaye şirketlerinden, merkezi Almanya’da olan Avrupa Milli Görüş Teşkilatı’nın Türkiye’de ki örgütlenmesine ve bu örgütlenmenin silahlı eylem aşmasına geldiğine (!)” dair gazete haberlerinden derlenmiş her türlü bilgi vardı. MGK Toplantısında sunulan bu raporlardan sonra Emniyet Genel Müdürü 
Alaattin Yüksel, OHAL Valisi Necati Bilican ve Genelkurmay İstihbarat Dairesi 
Başkanı Korgeneral Çetin Saner saat 18.00 sıralarında toplantıdan ayrılmışlardır. 
Sunulan bu raporlardan sonra kurul üyeleri, raporları müzakere süreçlerine geçmişlerdir. 
Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı Karadayı söz alarak özetle şu konuşma yı yapmıştır: 

“TSK, demokrasiye inanmaktadır. Bizim için laiklik, demokrasi kadar önemlidir. 
Din ahlaktır. Ahlaksız bir adamın dini de olmaz. Dindarlıkla siyaset, birbirine 
karıştırılmamalıdır. MGK’da, Türkiye’nin birçok meseleleri görüşülmektedir. Özellikle, komşularımızla ilişkilerde, bir düşman çemberinin içindeyiz. Böyle bir dönemde, Cumhuriyet’in temel ilkeleri konusunda, toplumda, yaygın bir tartışma ortamı yaratılmaktadır. Köktendinci akımlar, Türkiye’de psikolojik bir rahatlama içindedir. Destek alarak yavaş yavaş, laik demokratik Cumhuriyet’i değişmeye yönelik, hazırlıklara girişmektedirler” şeklindeki açıklamaları ile Türkiye’nin içinde bulunduğu “irtica ve şeriat” tehlikesini ve laik demokratik Cumhuriyet düzeninin gerekliliğini anlatmaktadır. 

Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı Karadayı’dan sonra Kuvvet 
Komutanları söz alarak çeşitli konuşmalar yapmış olmakla beraber MİT Raporuna ve irtica raporlarına dayanarak laik demokratik Cumhuriyet’e vurgu yaparak Refah-Yol Hükümeti’nin 8 aylık faaliyetlerinden örnekler vererek şu şekilde konuşmalar yapıyorlardı: 

. “Son dönemlerde, açılan cami sayısıyla, okul sayısı, örgün eğitim ile Kur’an 
kursları arasındaki fark dikkat çekicidir. 
. Laikliğe, Anayasaya, Atatürk İlke ve İnkılapları ile devrim yasalarına aykırı 
davranışlar, özendirilip, yüreklendirilmek tedir. 
. Bazı Hükümet üyeleri, tavırları ve açıklamaları ile birlikte, laikliğe, Atatürk İlke 
ve İnkılaplarına, Anayasaya ve yasalara aykırı hareket etmektedirler. 
. Özellikle Erzurum, Yozgat, Sultanbeyli ve Kayseri’de şeriat devleti özentileri 
organize durumdadır. 
. Tutuklanarak ceza evine konulan Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız, 
yargılanıp cezalandırılmalıdır. 
. Kur’an Kursları ve İmam-Hatip Okulları, irtica faaliyetleri için önemli bir 
kaynak haline gelmiştir, derhal 8 yıllık kesintisiz eğitime geçilmelidir. 
. Tarikat liderlerinin, bir başbakan tarafından onurlandırılması ve ön plana 
çıkarılması, devrim yasalarına aykırı bir davranıştır. 
. Dergâh ve tarikat faaliyetleri artmış, oysaki devrim yasaları, bunların mutlaka 
kapatılmasını gerektirmektedir. 
. Tarikatlar, vakıflar aracılığı ile örgütlenmekte, köktendinci finans kuruluşları, 
radyo ve TV kanalları kurmakta ve bunlar aracılığı ile halkımız rejime karşı 
kışkırtılmaktadır. 
. Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın Alevi vatandaşları ile ilgili sözleri, toplumsal 
barışı tehlikeye düşürecek niteliktedir. 
. Sonuç olarak Genelkurmay Başkanlığı tarafından hazırlanmış olan öneriler 
MGK Kararları olarak kabul ve ilan edilmeli ve gereği yerine getirilmelidir.” 

MGK 28 Şubat 1997’de toplanacaktı. Artık gerilim ortamı devletin her 
kademesinde fark edilir hale gelmişti. Komuta kademesi MGK’ya vaktinden önce 
gelmişti. Yapılacak MGK Toplantısının tek bir özel gündemi vardı oda “irtica tehdidi” idi. MGK Toplantılarının rutin sunumlarının yapılmış ve asıl gündemi teşkil eden irtica konusu ele alınacağı özel bölüme geçilmişti (Öztürk-Yurteri, 2011, s.180). Genelkurmay Başkanlığı, İçişleri Bakanlığı ve MİT tarafından gerekli hazırlıklar yapılmış ve olmakla beraber bürokratlar toplantı salonundan ayrılmış ve sadece kurul üyeleri kalmıştır. 

Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı Karadayı’dan sonra Kuvvet 
Komutanları söz almış ve genel olarak yukarıdaki konuşmaları yapmışlardır. MGK Gündemine baktığımızda ülkenin gündemi ve sorunları yerine daha ziyade Refah-Yol Hükümeti’nin 8 aylık faaliyetlerini ve icraatları anlatılmakla beraber özellikle şeriat tehdidi ön plana çıkarılmıştır. Bununla beraber özellikle Milli Savunma Bakanı Turhan Tayan ve Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller MGK’da yaptıkları konuşmalarda askerin konuşmalarına yakın bir tavır sergilemekle beraber, askerlerin önerilerine sıcak baktıklarını belirtirler. Ancak Tansu Çiller konuşmasında yine de demokrasi vurgusu yapmayı ihmal etmedi: 

“Demokratik rejimin kesintiye uğrayacağı yolunda ki iddialar, Batı nezdinde 
Türkiye’yi zor duruma sokmaktadır. Demokrasinin de laikliğinde teminatı biziz. Bundan kimsenin şüphesi olmasın” şeklindeki açıklamaları ile demokrasiye olan inancını ortaya koymuştur. 

Genel olarak toplantıda konuşanlar ve toplantıda konuşulan gündemler böyle 
olmakla beraber asıl iddiaların sahibi RP lideri ve Refah-Yol Hükümeti Başbakanı 
Necmettin Erbakan toplantı boyunca sakin görünüyordu. Başbakan Erbakan söz sırası kendisine geldiğinde, görevliden, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in önünde duran Anayasayı kendisine getirmesini rica ettikten sonra sakin bir üslupla şunları söyledi: 

 “Önce, tüm üyelerin, samimi duygularını içtenlikle dile getirmiş olmasından dolayı, bütün arkadaşlarıma teşekkür ederim. Son zamanlarda, bazı odaklar, Refah-Yol Hükümeti ile TSK’yı, karşı karşıya getirme gayreti içindeler. Biz, RP ve Refah-Yol Hükümeti olarak, hiçbir zaman rejimi değiştirme gayreti içinde olmadık ve olmayız. Biz, laikliğin din düşmanlığı olarak gösterilmesine karşıyız ve laikliğin, her fırsatta inançlı insanlara karşı kullanılmasından rahatsızlık duyuyoruz.” 

Ancak, Türkiye’de laiklik, bazı çevreler tarafından din düşmanlığı şeklinde 
anlaşılıyor. Laiklik, din düşmanlığı olarak algılanmamalıdır. Biz, Avrupa ve 
Amerika’da ki laiklik uygulaması ne ise, ülkemizde de, aynen öyle olmasını istiyoruz. Buna karşı dindarlıkta, laiklik karşıtı olmak, demek değildir. 

Refah-Yol Hükümeti olarak, gayemiz devlet-millet kaynaşmasını temin etmektir. 
Bu bakımdan, hükümetimiz hakkında yapılan bu propagandalar, maksatlıdır. Refah-Yol Hükümeti’nin, bugüne kadar laiklik karşıtı hiçbir bir icraatı olmamıştır. Birkaç partinin yaptığı bazı hareket ve sarf ettiği sözlerin hükümet icraatı gibi algılanmaması gerekir. 

Kurulun asker üyesi arkadaşlarımız, bazı tekliflerde bulundular. Bu teklifler, 
MGK Kararı haline getirilsin, dediler. Anayasayı korumak, elbette hepimizin görevi, ancak anayasa bir bütündür. Anayasayı korumak, bütününü korumakla olur. Onun için ben, şimdi size, anayasanın 2’nci maddesini okuyacağım, ama yarısını değil tamamını okuyacağım… Önce yapılan teklifler bu madde de ki prensiplere uygun mu değil mi ona bakmak lazım. Biz MGK olarak sadece laikliği değil bu madde de yazılı olan hususların her birinin korumakla yükümlüyüz… 

Görülüyor ki, bu madde de toplumun huzuru var, milli dayanışma faktörü var, 
adaletle muamele ilkesi var, insan haklarına saygı var. Bunların her birinin, ayrı ayrı dikkate almak zorundayız. Yapılan önerileri, önce bu kriterler açısından 
değerlendirmemiz gerekir. Vakit hayli geç oldu, ama müzakerelere devam edebiliriz… 

Toplantının uzaması, dışarıda bazı tedirginliklere yol açabilir derseniz, toplantıyı 
yarına erteleyelim, yarın kaldığımız yerden devam edelim, ama mutlaka tartışalım. 

İsterseniz yapılan bu teklifleri MGK Genel Sekreterliği’ne gönderelim, onlar bu 
Anayasal kriterler açısından teklifleri incelesin, ondan sonra önümüze getirilsin, 
konuşalım.” 

Başbakan Necmettin Erbakan’ın konuşması bu şekilde devam ederken, 
Erbakan’ın sözünü kesen Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel şu öneride bulundu: 

“MGK Genel Sekreterliği’nde bu incelemeyi yapmak için, ne yeterli hukuk 
müşaviri kadrosu var, ne hukuk uzmanları. Bence Genel Sekreter bunları, bir yazı ile hükümete göndersin, incelemeyi hükümet yaptırsın!” 

Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in MGK gündemine yapmış olduğu bu teklif 
çok yerinde olmakla beraber, teklif tüm üyeler tarafından tartışılmadan kabul edildi. 
Böylece, Genelkurmay Başkanlığı tarafından tavsiye karar haline getirilmesi için 
yapılan öneriler MGK Kararı haline getirilmeksizin Başbakanlığı gönderilmek üzere MGK Genel Sekreterliği’ne tevdi edildi. 

Böylece yoğun basın ve medya ilgisi ile beraber saat 15.00’da başlayan 28 Şubat 1997 MGK Toplantısı yoğun ve tartışmalı gündemlerle beraber yaklaşık olarak 8,5-9 saatlik toplantı sonrasında gece yarısı 24.00’a doğru yine aynı yoğun basın ve medya ilgisi altında sona ermiştir (Kazan, 2013, s.267-270). 28 Şubat günü 8,5-9 saat süren MGK toplantısının ardından yayımlanan 18 maddelik bildiriyle, başta inanç ve ibadet özgürlüğü, basın özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü, kılık kıyafet özgürlüğü, eğitim özgürlüğü, vb. konulara yönelik tartışmalar kamuoyunun gündemine oturmuştur (Öcal, 2009, s.16). 

Tarihi 28 Şubat 1997 MGK Toplantısı uzun ve tartışmalı gündem ve konuların 
sonucunda saat 24.00’a doğru sona ermiştir. MGK sonrasında ise sıra, 28 Şubat 
sürecinde oldukça etkili olan, sürecin öncesi ve sonrasıyla topluma yön veren, gazete manşetleri ile adeta ülke gündemini ve siyaset atmosferini tayin etmiş olan medya ve basın kuruluşlarına dağıtılacak “Milli Güvenlik Kurulu Bildirisi’nin” hazırlanmasına gelmişti. 

Başbakan Necmettin Erbakan, öncesinde Genelkurmay Başkanlığı’nın 
önerilerine göre ayrıntılı bir şekilde hazırlanan taslak bildiri metnine itiraz etmiştir. Başbakan Erbakan’ın bu itirazı üzerine Kurul’un asker üyeleri yeniden yazılacak olan bildiride, “Sincan” ve “Türban” gibi tartışmalı konularında metinde yer almasını istemişlerdir. Bu düşünce üzerine Başbakan Necmettin Erbakan, MGK Bildirisi’nde özel konulara yer verilmemesini, genel ifadelerle yetinilmesini istiyordu. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’de aynı Başbakan Erbakan gibi düşünüyor, yayınlanacak MGK Bildirisi’nde sivil ifadelerin olmamasını ve kamuoyunu rahatlatacak bir üslubun kullanılmasını istiyordu. Bu görüşler ile beraber uzun süren müzakereler sonrasında askeri kesimin laiklik konusunda ki endişe ve kaygıları ile Başbakan Erbakan’ın hazırlanacak bildirinin yumuşatılması yönünde ki önerileri dikkate alınarak ortak bir formül bulundu ve bildiri o gece hazırlanıp basına dağıtıldı (Kazan, 2013, s.270-271). 

KAYNAK
BİLĞİSAYARINIZA PDF İNDİRİNİZ;

http://earsiv.atauni.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/123456789/1219/%C4%B0smail_G%C3%9CLMEZ_tez.pdf?sequence=1


23 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR



***