28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 17
3.2.1.9. Tarikat liderlerine başbakanlık konutunda verilen resmi iftar yemeği
“Biz din işlerini millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kötü niyet ve zora dayanan fanatik hareketlerden sakınıyoruz. Bizi yanlış yola sevk eden kötü kişiler, biliniz ki, çoğunlukla din perdesine bürünmüştür, saf ve temiz ahlaklı halkımızı hep şeriat sözleri ile aldata gelmişlerdir.” M. Kemal ATATÜRK
28 Şubat sürecini hazırlayan gelişmeler ve nedenler arasına her geçen gün bir tanesi daha ekleniyordu. 1997 yılı Ocak ayının ilk haftaları da oldukça hareketli
geçeceğe benziyordu. Çünkü Kuvvet Komutanlarının Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e brifing verdiği gün toplumda yükselen tansiyonu ve TBMM’de ki muhalefet gruplarının seslerini duymazdan gelen Başbakan Necmettin Erbakan tarikat ve dini liderlere resmi konutta iftar yemeği vererek adeta laik çevrelere meydan okuyor ve bütün şimşekleri kendi üzerine çekiyordu. Sarıklı, cüppeli, sakallı tarikat liderleri, Cumhuriyet tarihinde bir ilki gerçekleştirerek Başbakanlık Konutunda ki iftar yemeğinde bir araya gelmişlerdi (Öztürk, 2006, s.77). Beklenen olay gecikmemiş ve ilk skandal olay 11 Ocak 1997 tarihinde patlak vermişti. Başbakan Necmettin Erbakan 11 Ocak 1997 Cumartesi akşamı Başbakanlık Resmi Konutu’nda bir iftar yemeği düzenlemişti.
Ramazan ayının başlamasıyla birlikte hükümet, kamu kurum ve kuruluşlarının çalışma saatleri yeniden düzenledi yayınlanan bir genelgeyle çalışma saatleri iftar vaktine göre ayarlandı. Daha sonra Ramazan genelgesi bir vatandaşın Danıştay’a yaptığı itiraz sonucu iptal edildi. Daha sonra gelişen olaylar kamu oyunda bazı çevreler tarafından tepkiyle karşılandı bu girişim, Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir Başbakan Erbakan’ın tarikat şeyhlerine Başbakanlık Konutu’nda iftar yemeği verdi. Bu yemeğe yaklaşık yüz kişi katıldı. Erbakan bu yemekte söz aldı ve şöyle dedi; (Özer, 2011, s.59) “Hükümeti zarara uğratacak davranışlardan herkesin kaçınması gerekir. Ülkemizde birlik ve bütünlüğü tehlikeye sokacak davranışlardan uzak durulmalıdır” (Aksoy, 2000, s.193).
11 Ocak 1997 tarihinde Başbakan Necmettin Erbakan tarafından Başbakanlık Resmi Konutu’nda, Diyanet temsilcileri, Diyanet İşleri Eski başkanları, İlahiyat
Fakültelerinin dekan ve öğretim üyeleri, Müftü ve Vaizler ile din adamlarının aralarında bulunduğu toplam kırka yakın kanaat önderine iftar yemeği verilmiştir. Organize edilen iftar yemeğine birtakım görevli ve resmi din adamlarının katılması, kamuoyunda günlerce tartışılmıştır. Bu kişilerin Başbakanlık Konutuna girişlerinde sakallı, sarıklı ve cüppeli görüntüleri televizyonlarda günlerce yayımlanmıştır. Basında “Tarikat Yemeği” olarak lanse edilen haberlerde, bu olay “İrtica Kalkışması” olarak yansıtılmıştır (Komisyon, 2012, s.60). Televizyon kameraları tarafından alınan görüntülerde “kanunlara aykırı” şekilde giyinen, dini cemaatlere mensup oldukları düşünülen kişilerin Başbakanlık Resmi Konuta girmeleri ve bu kişilerin sakallı, sarıklı ve cüppeli görüntüleri televizyonlarda yayınlanması ve bu görüntülerin basında iftar yemeği olarak değil de tarikat yemeği olarak lanse edilmesi toplumda “İrtica Kalkışması” olarak algılanmış olmakla beraber o andan itibaren adeta Genelkurmay Başkanlığının telefonları kilitlenmişti.
Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı Karadayı, Çankaya Köşkü'ne hemen çıkmamış, 16 Ocak Perşembe günkü haftalık görüşmeyi beklemiş, rahatsız olduklarını ve irtica tehdidi dolayısıyla endişeli olduklarını dile getirmiştir. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Anayasa'nın kendisine 104'üncü madde ile verdiği yetkileri kullanarak, MGK’yı işletmeyi planlamıştır (Özgan, 2008, s.67).
Hürriyet Gazetesi yazarı Sedat Ergin, bu olayın “Bardağı Taşıran Son Damla” olduğunu ifade etmiştir (Yüksel, 2004, s.56). CHP ise olayı Başbakanlık önüne siyah çelenk bırakarak protesto etmiş, RP’liler tepkilerin aşırı ve kasti olduğunu düşünmekteydiler. O dönem yapılan bu eleştirilere karşılık parti içinden bazı
milletvekilleri, gayrimüslimlerin ve diğer inanç sahibi kesimlere de yemek verilmesi yönünün de parti yönetimine talepte bulundular ama bu talepleri yönetimde kabul görmedi (Aksoy, 2000, s.193-194). Yine bu olayla ilgili 16 Ocak 1997 tarihinde CHP Genel Sekreteri Adnan Keskin ve 33 milletvekili arkadaşı ile Başbakan Erbakan’ın Başbakanlık Resmi Konutta verdiği iftar yemeği hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuşlardır. Bu suç duyurusu daha sonra parti kapatma iddianamesinde ki yerini almıştır.
Başbakanlık konutunda verilen bu iftar davetine Erbakan’ın, Refah-Yol’a muhalif çevrelere bilinen yolda yürüyeceği mesajı verdiği anlamına geldiği, bunun
sınırları zorlamak olduğu iddia edilmiştir. Yüksek yargı da bu konudan rahatsız olmuş ve isimsiz demeçlerle kamuoyuna ve RP’ye mesajlar iletilmiştir. Bu süre zarfında toplumsal gerilim de iyiden iyiye tırmanmış, bu olay askerlerin “düğmeye basmasının” gerekçesi olarak gösterilmiştir (Arikan, 2010, s.97).
Bu yemekli toplantı bazı çevrelere göre irticanın ayak sesleriydi, bazı kesimlere göre ise din âlimlerinin toplandığı birlik ve beraberliğe vurgu yapılan bir yemekli
toplantıydı. Bu yemekli toplantı bazılarına göre büyük bir yanlış, bazılarına göre ise pekte abartılacak bir şey değildi. Bu yaygaralar koparan olayın yankıları uzun sürdü o dönem DSP lideri Bülent Ecevit bu olayı sert bir dille eleştirdi; “Tarikatların tartışma konusu olduğu bir dönemde tarikatçılığı devletin kanatları altına alma eğilimi olumlu karşılanmamıştır”(Özer, 2011, s.60) bu eleştiriye toplum kesimlerinden de destek gelmiştir.
Günümüzde de zaman zaman 28 Şubat süreci sıcak tutulmak istenmekle beraber, 28 Şubat süreci ile ilgili haberlerde bu olay basın tarafından gündeme getirilmekte, çekilen görüntüler tekrardan televizyon programlarında yayınlamaktadır. Özellikle yaşanan bu olay 28 Şubat sürecinin en önemli gerekçelerinden olduğu iddia edilmekte ve 28 Şubat sürecini hazırlayan önemli gelişmeler arasında yer almaktadır. Yaşanan bu olaylar, başta siyaset gündemini uzun süre meşgul etmiş olmakla beraber, basın ve medya kuruluşları tarafından uzun süre gündemde tutulmuş, muhalefet gurupları tarafından iftar yemeği değil de tarikat yemeği şeklinde algılanmış olması ile beraber toplumda “irtica algısı” oluşturulmak istenmiş ve bu gelişmeler Refah-Yol Hükümeti’nin sonunu hazırlamış, ülkeyi de “post modern” olarak tanımlanan bir askeri müdahalenin eşiğine getirmiştir.
Refah-Yol Hükümeti’nin sonunu hazırlayan bu gelişmeler laik kamuoyu tarafından büyük bir tepki ile karşılanmış olmakla beraber Mehmet Altan’ın
“Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” başlıklı yazısında “… Dinin sosyolojik ve kültürel boyutunun inkâr edildiği, sanki toplumda bilimin alternatifi dinmiş gibi yanlış bir ikilem yaratıldığı için, Türkiye’de kültürel yapının çok önemli bir kaynağı olan din konusunda çok sancılı bir ülke haline geldi. Devlet dini kendi kontrolü altına aldı. Toplumun kültürel olarak kendi dinini yeterince tanıyamaması İslam’ın siyasallaşmasına, dini kendine alet eden siyaset senaryolarının ortaya çıkmasına sebep oldu. Bu yüzden toplumun kültürel kaynaklarının “askeri bir laiklik” anlayışı takınması nedeniyle din normalleşemedi normalleşemeyince de siyasallaşma eğilimine girdi.” (4 Ocak 1997) Sabah, s.13 şeklinde ifade etmiştir.
3.2.1.10. Taksim’e Cami Projesi ve yaşanan kriz
Taksim’e cami projesinin geçmişi Adnan Menderes’in iktidarda olduğu 1950 yılına kadar uzanmaktaydı. Sağ kesimin o dönemden günümüze kadar hayalinde Taksim’e cami yapma projesi vardı ama her seferinde bu proje muhaliflerin tepkisine neden olmuştur. Bu projenin en çok tartışılıp, gündeme taşındığı dönem hiç kuşkusuz Refah-Yol Hükümeti dönemiydi. Bu dönemde cami projesi yine ülkenin gündemine oturmuştu (Özer, 2011, s.61).
Başbakan Necmettin Erbakan’ın ramazan çadırında, Taksim’e cami yapacaklarını söylemesi medyanın harekete geçmesi için yeni bir vesile oluşturmuştur
(Ilıcak, 2013, s.47). Özellikle, Milliyet, Yeni Yüzyıl ve Radikal gazeteleri başta olmak üzere “cami” konusu gündemde adeta bomba etkisi yaratmıştı. RP’nin Taksim’e cami projesi büyük tartışmalara neden olmuştu Anıtlar Yüksek Kurulu’nun isteği doğrultusunda RP’li Kültür Bakanı İsmail Kahraman Taksim’e cami projesini onaylamıştır. Daha sonra Refah Partili Beyoğlu belediye başkanı cami temelinin yılsonunda bizzat Başbakan Necmettin Erbakan tarafından atılacağını duyurmuştur (Özer, 2011, s.61). Bu konuyla ilgili tartışmalar sürerken Erbakan bu projeye karşı çıkanlara “Sen kimsin yüzde üçsün konuşamasın…” diye gönderme yaptı (Akpınar, 2001, s. 96). O dönem Taksim’e cami bir siyasi yatırım ve politik tartışma olarak algılanıyor ve yorumlanıyordu (Donat, 1999, s.368).
1997 yılı Ocak ayı, aynı zamanda Taksim’e cami projesi, türban yasağının kaldırılması ve karayolu ile Hacca gidiş tartışmalarını kamuoyunun gündeminde yer almış ve uzun süren tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Dönemin Bakanı Necati Çelik’e göre “Türkiye’de çok ciddi bir gerilim ortamı yaşanırken, böyle bir ortamda Sayın Başbakan’ın torunlarına, torunlarının bakıcılarına varıncaya kadar büyük bir kafileyle hacca gitmiş olması başlı başına yapılmış tarihi bir hataydı, hiçbir izahı yoktur” (Çelik, 2004, s. 77) şeklinde ki açıklaması oldukça dikkat çekicidir.
Taksim’e Cami Projesi aslında 1970’li yılların başlarından beri düşünülmüş ve ilk ciddi çalışma 1977 yılında Süleyman Demirel’in başbakanlığında ki “Milliyetçi
Cephe” hükümeti zamanında yapılmıştır. Dönemin Kültür Bakanlığı, Taksim’e Cami yapım projesi için Anıtlar Yüksek Kurulu’na başvurmuştur. Taksim’e Cami projesi aslında siyasal İslamcı kesime karşı bu bakış açısının göstergesidir. “Taksim’e Cami” projesi olarak zihinlere kodlanan bu projenin geçmişi 1977 yılına dayanmaktadır. Yukarıda da izah edildiği gibi o zaman da bu projeyi yapmaya çalışmakla itham edilen siyasal oluşum 28 Şubat sürecinde Cumhurbaşkanlığı görevini yürüten Süleyman Demirel liderliğindeki Milliyetçi Cephe Hükümeti olmuştur. Bu durum ilginç bir çelişkiyi de ortaya koymakta ve bazı konuların zaman zaman kullanılmak üzere adeta yedekte bekletildiğine işaret etmektedir (Arikan, 2010, s.85).
Hükümetin inisiyatifiyle, Ziraat Bankası'na ait Sular İdaresi'nin arkasındaki 1624 metrekarelik arsa, cami yapılmak için Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne devir edilmiştir. Ancak devir yapılmasına rağmen, arsaya yıllarca cami yapılmamıştır. Bunun üzerine Ziraat Bankası, satış devir sözleşmesinde yer alan ilgili maddeye dayanılarak, 10 yıl içinde devir amacına uygun kullanılmadığı gerekçesiyle arsayı geri istemiştir. İstek yerine getirilmeyince, banka 1990 yılında dava açmıştır (28 Mayıs 1998), Hürriyet. Mahkeme, Ziraat Bankasını haklı bularak arsanın iadesine karar vermesi üzerine Vakıflar Genel Müdürlüğü Yargıtay’a giderek itiraz etmiştir. Yargı sonrasında ise mahkeme Taksim’de ki arsanın Ziraat Bankası’na ait olduğu kararını vermiştir. Banka arsanın kendisine verilmesi kararı ardından yönetim olarak toplanmış ve Taksim’de ki arsanın yeşil alan ilan edilmesi ve “Ziraat Park” adı ile bir park yapılıp İstanbul için sosyal yaşam alanı olarak kullanılması kararı alınmıştır.
Ülke gündemi ve siyaset atmosferinin tansiyonu bu kadar yüksek bir ortamda kutuplaşmaların oluşması, laik kesim ve İslami çevrelerin karşı karşıya gelmesi,
İslam’ın demokrasi karşıtlığı şeklinde bir zihniyetin ortaya çıkması beraberinde derin ayrılıklar açacak bir kutuplaşmayı beraberinde getirecektir.
3.2.2. 28 Şubat Süreci ve Dış Politika
28 Şubat döneminde, başta ABD olmak üzere dış güçler, resmi düzeyde Türkiye’de demokrasinin sekteye uğratılmaması koşuluyla, iktidarda bulunan Refah-Yol Hükümeti’nin uluslararası alanda atmış olduğu bir kısım adımlardan rahatsızlıklarına dair açıklamalar yaparken, bu güçlerin fiili bir darbeye de ışık
yakmaması, darbe heveslisi kesimlerde hayal kırıklığına yol açmıştır (TBMM, 2012, s.959).
Özellikle 28 Şubat sürecinde ABD’nin ve AB’nin, 28 Şubat 1997 MGK Kararları sonrasında ciddi bir açıklama yapmadıkları ya da tarihi MGK kararları olarak
bilinen 28 Şubat kararları hakkında bir eleştiride bulunmamaları 28 Şubat sürecini açıkça desteklediklerinin bir göstergesi olarak yorumlanabilir. Yine bununla beraber siyaset atmosferinin yüksek ve gergin olduğu 28 Şubat sürecinde ABD’nin ve AB’nin bu sürece müdahil olduğunu gösteren herhangi bir açıklaması da mevcut değildir.
Öte yandan, Avrupa Komisyonu tarafından 1998 yılından itibaren yayımlanan İlerleme Raporlarında ve diğer resmi belgelerde, “sivil-asker ilişkileri” başlığı altında, üst düzey askerlerin demeçleri, MGK ve MGK Genel Sekreterliği’nin yapısı ve rolü, MGK Kararlarının siyaset üzerindeki etkisi, YAŞ, Jandarmanın konumu ve diğer hususlarda çeşitli eleştirilerin mevcut olduğu aşikârdır (TBMM, 2012, s.959).
Refah-Yol Koalisyon Hükümeti’nin Programında, bir yandan “Ankara Antlaşması ve Gümrük Birliği’yle amaçlanan nihaî hedeflere ulaşılabilmesi için, yasal
düzenlemeler dâhil gerekli çalışmaların yapılacağı” belirtilirken; diğer yandan da “Türk Cumhuriyetleri ve İslam ülkeleriyle ekonomik, ticarî, sosyal ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesi için yürütülen faaliyetlere hız kazandırılacak; bu ülkelerle olan, işgücü, mal, hizmet ve sermaye dolaşımının kolaylaştırılması için gerekli tedbirler alınacaktır” çok boyutlu ve “şahsiyetli” dış politika yürütüleceği” vurgusu yapılmıştır. Hükümet Programında kullanılan “Batı” ve “Doğu” arasındaki bu dengeli dil, hükümetin görevi süresince yumuşak karnı olarak görülecekti (Komisyon, 2012, s.61).
Necmettin Erbakan, Başbakan olarak ilk resmi gezisini KKTC’ye yapmış, daha sonrada İran, Pakistan, Singapur, Malezya ve Endonezya’yı kapsayan başka bir gezi programı planlanmıştır. Gezilere çıkarken yaptığı konuşmada asıl amacının bu ülkelerle ticari ilişkileri geliştirmek olduğunu ifade etmiştir (Arikan, 2010, s.87).
3.2.2.1. Başbakan Erbakan’ın islam ülkeleriyle olan temasları
Başbakan Necmettin Erbakan, Türkiye’nin kuruluşundan bu yana devam eden “Yüzünü Batıya Dönme” tavrını bir nebze olsun değiştirmek, İslam ülkeleri arasında alternatif bir işbirliği modeli oluşturulmasına öncelik etmek ve Ortadoğu, Asya ve Afrika ülkeleriyle ilişkileri geliştirmek maksadıyla, Ağustos ve Ekim 1996 aylarında, Müslüman ülkeleri ziyaret etmiştir (Komisyon, 2012, s.61).
İnançlı ve şuurlu kadroların çekirdeğini RP teşkilatının temsil ettiğine işaret eden RP Genel Başkanı Necmettin Erbakan “İslam Birliği Kurulması” yolunda önemli
adımlar atmakla beraber şu 5 maddeyi sıralıyordu;
1. Taklitçilik bırakılacak, Milli Görüşe geçilecek,
2. Kapitalizm bırakılacak, Adil düzene geçilecek,
3. Uşaklıktan vazgeçilerek, yeniden büyük Türkiye kurulacak,
4. Hristiyan birliği değil, İslam birliği kurulacak,
5. Zulme dayanan bir dünya değil barışı esas alan bir dünya kurulacak (25 Şubat 1995) Milli Gazete, s.7.
KAYNAK
BİLĞİSAYARINIZA PDF İNDİRİNİZ;
http://earsiv.atauni.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/123456789/1219/%C4%B0smail_G%C3%9CLMEZ_tez.pdf?sequence=1
18 NCU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder