ÜZERİNE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ÜZERİNE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Ocak 2021 Perşembe

DİYARBAKIR'DAKİ ÖZ YÖNETİM TOPLANTISI ÜZERİNE SİYASAL BİR DEĞERLENDİRME

DİYARBAKIR'DAKİ ÖZ YÖNETİM TOPLANTISI ÜZERİNE SİYASAL BİR DEĞERLENDİRME

 

Feyzi Çelik
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
20.09.2015
 
H19 Eylül tarihinde Diyarbakır’da “Hep birlikte özyönetime” sloganıyla DBP’li  (Demokratik Bölgeler Partisi) Yerel Yönetimler toplantısı yapıldı. Toplantının sonuç bildirgesini Mardin Büyükşehir Belediye başkanı Ahmet Türk okudu. Zamanlama açısından bakılacak olursa bu toplantının oldukça geç yapıldığını söylemek mümkündür. Böyle bir toplantının Varto, Sur, Silvan ve başka yerlerde öz yönetim ilanından önce yapılması gerekirdi. Çatışmalı ortamla eş zamanlı olarak ilan edilen öz yönetim ilanının siyasal/demokratik mücadeleyi esas alan HDP'yi zora sokacağı belliydi. HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, öz yönetimin demokratik siyaset yoluyla olması gerektiğini söyledi. Demirtaş'ın bu yöndeki açıklamasından sonra öz yönetim ilanları yapılmamaya başlandı. Eğer devam etseydi Van ve Diyarbakır gibi büyükşehirlerde de ilan edileceği an meselesiydi. Öz yönetim ilanına karşı devletin sert tepkisi askeri gücün şehirlerde kullanılmasına kadar gidebilirdi. 

HDP ve DBP yetkilileri bu tehlikeli gidişatı gördükleri için erken gördükleri öz yönetim ilanlarından geri adım attılar. Hem öz yönetime atfettikleri anlam hem de öz yönetimin tüm Türkiye'nin ihtiyacı olduğunu söyleyerek coğrafi temelli öz yönetim taleplerinin olmadığını deklare ettiler. Bundan sonraki süreçlerde yeni bir öz yönetim ilanı olmayacağı gibi ilan edilen öz yönetimlerin kadüklüğe bırakılacağı açıktır. Ahmet Türk açıklamasında "özyönetimin meşru ve demokratik taleptir." Diyerek bu talebin karşılanması için tüm engellemelerin kalkmasını Türk hükümetinden talep etmiştir. Kısacası yasal düzenleme yapılmasını istemiştir. Böylece, tek taraflı öz yönetim ilanına başvurmayacaklarını ortaya koymuştur. DBP'nin bu kararı, gerginleşen ortamın yumuşaması için bir adım olarak algılanırsa, önümüzdeki yıllarda çatışmasızlık ortamı yeniden oluşabilir. Diyarbakır toplantısından önce KCK'nin çift taraflı ateşkese hazır oluğu da göz önünde bulundurulursa KCK'nin buna hazır olduğu söylenebilir. Gerek Türkiye'deki demokratik kesimlerin gerekse AB'nin bu konudaki çağrıları da bu yöndedir. Sorun KSH ile Devlet arasında güvensizlik noktasında düğümlenmiştir. Bulunduğu konum itibarıyla Kürt tarafının lideri olmaktan çok "arabulucu" gibi görünen Öcalan'ın yeniden devreye girme ihtimali bu süreci hızlandıracaktır. 

Ahmet Türk'ün "Özyönetimin Türkiye demokrasisini ileriye taşıyacak bir ihtiyaç olduğunu" söylemiş olması da "Türkiyelileşme" ve "demokratik cumhuriyet" tartışmasını yeniden Kürtlerin gündemine getirmesinde de devletin bir kaybı yoktur. İleriki süreçlerde Kürt haklarının kolektif kabulünden çok bireysel hak şekline sokulması tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu da yeni çatışma tohumlarını ekmekten başka bir işe yaramayacaktır. KSH'nin adım atarken, bir yönetim şekli ilan ederken bunu dikkate alması gerekmektedir. 

Diyarbakır toplantısından çıkan sonuçlardan biri de yüzyılı aşkın, ulusarasılaşmış Kürt meselesinin yüzde 90 yerel yönetimler sorunu olduğunun vurgulanmış olmasıdır. Kürt sorunun yerel yönetim sorununa indirgenmesi hem siyasal/sosyolojik gerçeklere hem de Kürdistan'ın jeopolitik konumuna uygun değildir. Giderek Irak Kürdistan Bölge Yönetimi ve Rojava'daki kazanımlara Türkiye'nin veya başka güçlerin müdahalesinin yolu da açılmış oluyor. 

***

ŞİDDETE GERİ DÖNÜŞE KARŞI BARIŞ HALEN MÜMKÜN MÜ? SON OLAYLAR ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

ŞİDDETE GERİ DÖNÜŞE KARŞI BARIŞ HALEN MÜMKÜN MÜ? SON OLAYLAR ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME



Feyzi Çelik
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
26.07.2015 

Davutoğlu, PKK'nin Irak Kürdistan'daki mevzilerine yoğun hava saldırılarını Ceylanpınar ve Diyarbakır'da öldürülen polisleri bahane olarak gösteriyor ise de operasyonun kapsamı, HDP'nin siyasi kadrolarının kitlesel bir şekilde gözaltına alınmaları dikkate alındığında, geçmişten hazırlığı yapılıp, kararlaştırılmış bir durumun olduğunu söylemek mümkündür. Aslında AKP, 7 Haziran'da tek başına hükümeti kurabilecek bir çoğunluğu elde etseydi bu operasyonları seçimlerden sonra yapacaktı. HDP'nin yüzde on barajını aşıp, AKP'yi yenilgiye uğratması, bu operasyonların kapsamlı olarak uygulanmasını geciktirdi. Gerçi Ağrı Diyadin'de bu operasyonun izleri vardı. Aynı şekilde Dağlıca Bölgesine yoğun top atışları yapılıyordu. Yine Adıyaman'da Gerilanın takibi sonucunda bir çatışma yaşandı. Bu çatışmada bir asker hayatını kaybetti. 

Türkiye'nin Kürt Hareketine karşı topyekün savaşma düşünce ve iradesi, CB Erdoğan'ın, Rojava'daki Cizire ve Kobani Kantonları arasında bulunan Tel Abyad (Gire Spi)'ın IŞİD'den temizlenip, YPG'nin denetimine geçmesi üzerine, "Bedeli ne olursa olsun oluşabilecek Kürt koridoruna izin vermeyeceğiz" çıkışıdır. Erdoğan'ın bu çıkışından sonra Kobani'de 200 kişininin ölümüyle sonuçlanan katliam ve 20 Temmuz'da Suruç'ta çoğunluğu üniversiteli gençlerden oluşan topluluğa yönelik katliam Erdoğan'ın çıkışının somut sonuçlarıdır. Aslında Kürt hareketinin bunu görüp, tek taraflı ateşkesi sürdürmelerinin koşullarının kalmadığını görmeleri gerekirdi. 

Kürt Hareketi, Irak Kürdistan'ındaki mevzilerine yönelik yoğun bombardımana rağmen, bu saldırıların oluşunu, Türk devletinin bir faaliyeti olarak değil de, Erdoğan'ın diktatörlüğü olarak görüyor. Erdoğan kendisini halkın doğrudan seçtiği bir başkan olarak görüyor ve Türk devletini temsil ettiğini söylüyor. Söylemi, tipik sömürgeci Türk devleti söylemidir. Onu, Türk devletinden kopuk olarak değerlendirmek doğru değildir. Başka bir deyişle Erdoğan, Türk devletinin gerçek yüzüdür. 

DTK/DBP/HDK/HDP/İmralı Heyetinin "Size savaş yaptırmayacağız" başlığıyla yapılan açıklama incelendiğinde de benzer bir şekilde Devlet, "Tayyip Erdoğan örgütü" olarak tanımlanarak, Barış ve demokrasi için seferberlik çağrısı yapılmış tır. Savaşlar bir kişinin çılgınlığıyla yapılmadığı gibi bir kişi veya grubun iyimserliği ile de barış gelmez. Savaşın da barışın da kendi dinamikleri vardır. 
Erdoğan'ın Rojava'yı kast ederek "Kuzey Irak'tan sonra Kuzey Suriye istemiyor um" ve "Bedeli ne olursa olsun Kuzey Suriye'ye izin vermeyeceğiz" Türk devletinin en önemli stratejik dinamiğidir. Konumu itibarıyla bunu en iyi temsil eden de Erdoğan'dan başkası değildir. Erdoğan bunu yaparken, Anayasa'daki konumunun dışına da çıkmaktadır. Yargı, bürokarsi, CHP ve MHP de bunu bilmektedir. Hatta, CHP buna destek olmaktadır. 
En büyük tutuklama dalgasının ve hava operasyonlarının CHP'yle koalisyon görüşmeleri devam ederken olması bunun en açık örneğidir. Her ne kadar HDP, CHP/AKP koalisyonuna karşı "yapıcı muhalefet yapacağını" söylemiş ise de oluşacak CHP/AKP Koalisyonunun Kürt muhalefeti için SHP/DYP koalisyonuna benzeme ihtimali oldukça yüksektir. Davutoğlu'nun Hava saldırılarıyla ilgili basın açıklamasına Kılıçdaroğlu'na teşekkürle başlamış olması sıcak ilişkinin işaretlerini taşıyor. Öyle anlaşılıyor ki, oluşabilecek AKP/CHP koalisyonu ile "ateşteki kestaneler" CHP'ye toplatırılacak. 

Nedense Kılıçdaroğlu'nun CHP'ye genel başkan oluşu, HDP çevresinde CHP'ye yönelik bir iyimserlik havası oluştu. Kürt toplumunda bunun karşılığı olmasa da Kılıçdaroğlu'lu bir CHP'nin geçmişteki CHP'den farklı olabileceğine inanıldı. Kılıçdaroğlu da CHP'nin başına "yeni" sıfatını ekleyerek bu algının oluşmasına hizmet etti. Oysa yeni CHP'nin uygulamalarına bakıldığında "eski" CHP'den farklı olmadığı, hatta geleneksel ilkelerinden dahi yoksun olduğu görüldü. Bunun ilk örneği 2011 seçimlerinden sonra "yemin krizinde" ortaya çıktı. CHP, meclisi boykot kararından geri adım atarak BDP'yi yalnız bıraktı. Benzer bir durum 2014 CB Seçimleri öncesinde de yaşandı. Bir süre HDP ile CHP arasında ortak aday belirleme görüşmeleri oldu. Ne olduysa, sanki HDP ile CHP arasında ortak aday görüşmeleri yokmuş gibi MHP'yle yapılan mutabakat gereği çatı adayı olarak gösterilen Ekmeleddin İhsanoğlu ortaya çıktı. CHP'nin yaptıkları bununla sınırlı olmadığı halde, HDP'nin AKP/CHP Koalisyonunu desteklemesinin anlamı olabilir mi? 

Askeri Vesayet NATO ile Geri Dönüyor

İncirlik üssünün ABD'ye açılmış olması, Türkiye'de NATO aracılığı ile Askeri Bürokrasinin siyaset üzerinde söz söyleyebilecek konuma gelmesidir. Başka bir deyişle CB'nin ve hükümetlerin askeri vesayeti yeniden kabul etmeleridir. Ağustos'ta yeniden belirlenecek komuta konseyi son 15 yılın en politik komuta konseyi olacaktır. Uzun vadede bundan en büyük zararı da AKP görecektir. Balyoz affı ve özürü AKP'yi kurtarmaya yetmeyecektir. Türkiye'nin KSH'ne yeniden savaş açmasındaki bu yön dikkatten kaçılmamalıdır. MHP bunu bildiği için her türlü koalisyondan kendisini uzak tutmaktadır. Askeri komuta konseyinin yeniden etkili olmasının en önemli yansıması, HDP'nin siyasal ağırlığının düşmesi, KCK'nin silahlı ağırlığının yükselmesi şeklinde olması kaçınılmazdır. 

Türkiye'nin Irak Kürdistan'ındaki KCK mevzilerine yoğun bombardımanından sonra KCK'nin "Topyekün saldırıya karşı topyekün direniş" açıklaması yapması bu eğilimin oluşmaya başladığını gösteriyor. Bu durumda DTK/DBP/HDK/HDP'nin AKP ve Erdoğan'a hitaben "size savaş yaptırmayacağız" söylemleri ne kadar gerçekçi olabilir ki? 

Barış Mümkün Olabilir mi?

KCK'nin "topyekün saldırıya karşı topyekün direniş" içeren açıklamanın satır araları incelendiğinde barışın olabileceğinin işaretleri vardır. Açıklamada "Hareket olarak Apo'nun 2013 Newroz çağrısına hep bağlı kaldığımız gibi" ibaresinin olmuş olması, çatışmaların yeniden başlaması kararı için Öcalan'ı bekledikleri şeklinde yorumlana bilir. Ancak Devlet veya NATO güçleri Öcalan'a bu imkanı sağlayabilirler mi? Yine açıklamada Suruç katliamına misilleme olarak yapılan öldürme eylemlerinin "merkezin kararı dışında bazı yerel birimlerin ani olarak yaptığı eylemlerin ateşkesin bozulduğu anlamına gelmediğinin" belirtilmiş olması da KCK'nin ateşkesi sonlandırmak istemediği şeklinde yorumlansa da Ceylanpınar'daki iki polisin öldürülme olayının zaman geçmeden üstlenmesi, bu olayın oluşunun merkezi mi yerel mi olduğu konusundaki şüpheyi merkeze doğru götürdüğünü de kabul etmek gerekiyor. En önemlisi KSH'ne olağanüstü ivme kazandıran Selahattin Demirtaş üzerinde estirilen savaşı da görmek gerekiyor. 

KSH'ni en geniş anlamıyla temsiliyet gücü olan Demirtaş'ın izole edilmeye çalışılıyor olması savaş isteyenlerin ekmeğine yağ sürüyor. CB Seçimlerinde büyük bir meşruiyet elde eden Demirtaş'ın 7 Haziran'da gösterdiği başarı ile Türkiye çapında yakaladığı meşruiyet onu savaşı durdurabilecek bir lider konumuna getirmiştir. DTK/DBP/HDK/HDP Eş başkanlarının "size savaş yaptırmayacağız" fotoğrafının içinde Demirtaş ve Hatip Dicle'nin olmayışı bir eksiklik değil mi? 
Öcalan'ın Konumu

Devletin ve NATO'nun Öcalan'dan beklediği "PKK'ye silah bıraktırmasıdır." 1999'dan 2015 Yılına kadar geçen sürede bunun gerçekleşmeyeceği görüldü. Son iki yıldır devreye konulan BDP/HDP-İmralı Heyetiyle de silah bırakma olayı gerçekleşmedi. Bu bakımdan Öcalan'ın siyasal müdahalesinin fiziki koşulları kalmamıştır. 

Barzani'den ve Rojava'dan Beklentiler

2003'ten sonra Irak'ta Kürdistan Bölgesel Yönetiminin(KBY), 2012'de ise Suriye'de Kürt Kantonlarının kurulması Kürt meselesini Kürdistan meselesi haline getirmiştir. Bu da Kürt meselesini uluslararası bir sorun haline getirmiştir.(Cuma Çiçek Ulus, Din, Sınıf Türkiye'de Kürt Mutabakatının İnşaası s. 292 İletişim Yayınları) IKB'nin kurulması, Dünyanın dört bir tarafındaki Kürtler için, özellikle Türkiye'deki Kürtler için önemli bir politik merkez durumundadır. 

Her ne kadar Türkiye Kürdistan'ındaki etkin politik hareket bunu etkilerinden uzak olduğunu gösteren bir söylem içinde olsa da bu gerçeklik değişmez. Devletleşme arifesinde olan KBY'nin ABD nazarında da Türkiye nazarında da itibarı bulunmakta dır. Başbakan Davutoğlu'nun Irak Kürdistan'ındaki PKK'ye hava saldırısından sonra Mesut Barzani ile görüşmesini bu kapsamda ele almakta fayda vardır. Her ne kadar Türk Başbakanı, Barzani ile yaptığı görüşmeyi saptırmış ise de bizzat Barzani tarafından yapılan bu açıklamayı dikkate almak en doğru yoldur: "Yıllarca süren barış süreci bir saatlik savaştan daha iyidir. Bu durum riskli ve kaygı vericidir. Sürecin daha fazla kargaşaya yol açmaması lazım. Irak Kürdistan Yönetimi olarak gelişmelerin kaygı verici bir duruma düşmemesi için adımlar atacağız. Tekrar diyalog masasına dönülmesi için elimizden geleni yaparız. PKK ile Türkiye arasında gerilimin tırmanmaması için bugüne kadar elimden geleni yaptım, bundan sonrada yapmaya devam edeceğim." Görüleceği gibi Türk devleti ile KSH hareketi arasındaki gerilimin düşmesinde etkili olabilecek en etkili güç KBY'dir. HDP'nin bu siyasal gerçeklik karşısında KBY ile ilişkiler kurması gerekmektedir. 

Çünkü ABD/Türkiye ile aynı anda ilişki kurabilen özelliği ile Barzani'den başka lider var mı? 

***

14 Ağustos 2016 Pazar

KİM İT KİM YİĞİT? TOKTAMIŞ ATEŞİN KÜFÜRNAMESİ ÜZERİNE




KİM İT KİM YİĞİT? TOKTAMIŞ ATEŞİN KÜFÜRNAMESİ ÜZERİNE




Yeniden  Müdafaa-ı Hukuk  dergisi  Temmuz  2004  tarihli  70. sayısında  Toktamış Ateş’i  kapak   konusu  olarak, “ Bir Atatürkçü’nün Portresi ”  başlığı  ile, mercek altına  aldı.  Toktamış Ateş,  Atatürkçü ve  yurtsever kamuoyunda  tepki  yaratan  düşünce  ve  davranışlarının  eleştirildiği  derginin bu  son  sayısına  yanıtı,  Cumhuriyet  gazetesindeki köşesinden  kendine yakışır  tarzda  verdi !.. 

Verdiği  yanıtta  Ateş  şöyle  diyor :  “ Atatürkçülük  ve bağımsızlıktan  yana olduğu  iddiasındaki bir  dergi  son sayısında  gene  beni  hedef almış. En  aşağılık  bir  biçimde  saldırıyorlar.  Benzer  şeyleri daha  önce  de  yaptılar  ama  provokasyonlarına gelmedim. Zaten istedikleri  bu. Kimi avukat arkadaşlar  ‘Bunları  mahkemeye  verelim,  müthiş  tazminat  alırız’,  diye müdahale  ettiler. ‘Bunların parası  pis olur, elimizi kirletir’,  diye  önerilerine  yanaşmadım. Atalarımızın  dediği  gibi,  ‘ İt  ürür  kervan yürür ’…” 

Öncelikle belirtelim ki,  Yeniden  Müdafaa-i  Hukuk  dergisi  “Atatürkçülük  ve  bağımsızlıktan  yana  olduğu  iddiası”nda  değil.  Atatürkçü  ve  bağımsız  bir dergi !..  Yeniden  Müdafaa-ı  Hukuk  bugüne  kadar  savunduğu  çizgisi çerçevesinde  bu  nitelikleri  bir iddia  olmanın ötesine  taşıyarak  bizzat   ilkeli tutumu  ve  pratik  eylemi ile  ispatladı.  Ama  Cumhuriyet  karşıtı güçlere  yönelik  engin  bir  “hoşgörü”  sahibi,  II. Cumhuriyetçi  çevrelerin yoldaşı Toktamış  Ateş’in,  “..iddiasındaki”  vb.  ifadelerle  Yeniden Müdafaa-ı  Hukuk’u  sözde küçümsemeye çalışmasını  gayet iyi  anlıyor  ve normal karşılıyorum !..

İkinci  olarak  Toktamış  Ateş’i,  bu  bir paragraf içine  bu kadar  hakaretâmiz  ifadeyi  sığdırdığı  için  de,  kutlamak gerek !..  Şu  bir  paragraf  içinde  “provokatörlük”ten    “kirli para”  sahibi  olmaya kadar   her türlü mesnetsiz suçlama  ve hakaretâmiz ifade  mevcut… Üstelik  Toktamış  Ateş  “yanıtını”  bir  atasözü ile  bitirmiş : İt  ürür  kervan  yürür !..Bu  bağlamda  “it”likle  de  onurlandırılmış  oluyoruz !..

Madem  özdeyişlerle  birbirimizi  “taçlandıracağız”, biz  de  Anadolu’dan bir  atasözümüzü  hatırlatalım. Derler  ki,  “inkar  yiğidin  kalesidir.”

Toktamış Ateş kendisine  yöneltilen eleştirilere  yanıt  vermiyor,  veremiyor… Üstelik  bunları  inkar  da  etmiyor,edemiyor. 

Peki  ne  yapıyor ?  Sadece  hakaret  ediyor !   Çaresizliğin  belirtisi hakarete  sığınıyor…

Üstelik  Toktamış Ateş  bu  hakaretlerle  süslü  üsluba  sıkça  başvuruyor.   Fettullahçılardan  II. Cumhuriyetçilere  kadar   geniş  bir kesime  “hoşgörü”  ile  yaklaşan  Toktamış  Ateş,    başka yazılarında  Kemalistler  tarafından  yöneltilen eleştirilere,  “omurgasızlar”, “cahiller”, “süper  zekalılar”  vb. gibi  ifadelerle  yanıt vererek  “hoşgörüsünün”  sınırlarını çiziyor !..

Oysa    “yiğitçe”   bir  davranış sergileyip  eleştirileri  yanıtlaması  ve  suçlamaları  inkar etmesi gerekmez  mi ?

Abdurrahman  Dilipak  gibilerle  TV  programları  yapan kendisi  değil  mi ?

Adnan  Hoca  talebelerini   hoşgören  mektuplar  yazan  kendisi  değil mi ?

Fettullah  Hoca  ile  el ele  fotoğraflar  çektirip,  kitaplarına önsöz yazacak  kadar içli  dışlı  olan  kendisi  değil  mi ?

Bu  bakımdan  bazı  Cumhuriyet  yazarları  tarafından  eleştirilen  kendisi değil mi ?

“Kanun  kaçağı”  Gülay Aslıtürk’ü  kollayan  yazılar  yazan  kendisi  değil  mi ?

Rotaryenlerden  Atatürkçülük  ödülü  alan  kendisi  değil  mi ?

AKP’yi siyasal islam olarak  değerlendirmeyip, Cumhuriyet  için  bir  tehlike  olarak  görmeyen  kendisi değil mi ?

Toktamış Ateş’e  yöneltilen eleştiriler  bizzat kendi yazdıklarına  dayanmıyor  mu ? 

“Arayış”  isimli köşesinde  Fettullah Gülen’den  Oğuz  Özerden’e ;  Gülay Aslıtürk’ten   Abdurrahman  Dilipak’a  kadar  savunulmayan  kişi  kaldı  mı ?  

Ama  bütün  bunları dile  getirenler, bu soruları  soranlar  “ürüyen  itler”  oluyor !..

Bu şekilde  saldırılan  Yeniden Müdafaa-ı  Hukuk dergisinin Yayın  Kurulu’na  bir bakalım ve  öğrenelim,  bu hakaretleri  kimler  hakkediyor ?

ÇetinYetkin,  Metin  Aydoğan,  Mehmet  Başaran,  Dr. Alev  Coşkun, Prof. Dr. Cihan Dura,  Vural Savaş,  Av. Celal  Ülgen, Prof. Dr. Tahsin  Yücel…

Bilmem ki,  bu  insanları  tanıtmaya  ve  Toktamış Ateş’in  saldırılarına karşı  savunmaya  gerek var  mı ?   Laik,  demokrat, çağdaş  bir  Cumhuriyet’in  savunuculuğuna   yaşamlarını adamış  bu insanları  ve bu değerlerin  somutlaştığı  dergimizi  savunmaya  gerek mi ?

Sormak  gerekmez  mi,  kim  “it”  kim  “yiğit” ?

Takdir  tüm   Atatürkçü ve  yurtsever  kamuoyunundur.  

Ama  adını  Atatürk’ün  koyduğu,  Yunus  Nadi’nin kurduğu,   Nadir Nadi’nin kurumlaştırdığı  Cumhuriyet’te,   bu   “Arayış”ın  daha  ne  kadar  süreceğini  bilmek  de  o  kamuoyunun  hakkıdır.


http://mudafaaihukuk.blogspot.com.tr/2004/08/kim-it-kim-yigit-toktamis-atesin.html