DERGİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
DERGİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ağustos 2016 Pazar

KİM İT KİM YİĞİT? TOKTAMIŞ ATEŞİN KÜFÜRNAMESİ ÜZERİNE




KİM İT KİM YİĞİT? TOKTAMIŞ ATEŞİN KÜFÜRNAMESİ ÜZERİNE




Yeniden  Müdafaa-ı Hukuk  dergisi  Temmuz  2004  tarihli  70. sayısında  Toktamış Ateş’i  kapak   konusu  olarak, “ Bir Atatürkçü’nün Portresi ”  başlığı  ile, mercek altına  aldı.  Toktamış Ateş,  Atatürkçü ve  yurtsever kamuoyunda  tepki  yaratan  düşünce  ve  davranışlarının  eleştirildiği  derginin bu  son  sayısına  yanıtı,  Cumhuriyet  gazetesindeki köşesinden  kendine yakışır  tarzda  verdi !.. 

Verdiği  yanıtta  Ateş  şöyle  diyor :  “ Atatürkçülük  ve bağımsızlıktan  yana olduğu  iddiasındaki bir  dergi  son sayısında  gene  beni  hedef almış. En  aşağılık  bir  biçimde  saldırıyorlar.  Benzer  şeyleri daha  önce  de  yaptılar  ama  provokasyonlarına gelmedim. Zaten istedikleri  bu. Kimi avukat arkadaşlar  ‘Bunları  mahkemeye  verelim,  müthiş  tazminat  alırız’,  diye müdahale  ettiler. ‘Bunların parası  pis olur, elimizi kirletir’,  diye  önerilerine  yanaşmadım. Atalarımızın  dediği  gibi,  ‘ İt  ürür  kervan yürür ’…” 

Öncelikle belirtelim ki,  Yeniden  Müdafaa-i  Hukuk  dergisi  “Atatürkçülük  ve  bağımsızlıktan  yana  olduğu  iddiası”nda  değil.  Atatürkçü  ve  bağımsız  bir dergi !..  Yeniden  Müdafaa-ı  Hukuk  bugüne  kadar  savunduğu  çizgisi çerçevesinde  bu  nitelikleri  bir iddia  olmanın ötesine  taşıyarak  bizzat   ilkeli tutumu  ve  pratik  eylemi ile  ispatladı.  Ama  Cumhuriyet  karşıtı güçlere  yönelik  engin  bir  “hoşgörü”  sahibi,  II. Cumhuriyetçi  çevrelerin yoldaşı Toktamış  Ateş’in,  “..iddiasındaki”  vb.  ifadelerle  Yeniden Müdafaa-ı  Hukuk’u  sözde küçümsemeye çalışmasını  gayet iyi  anlıyor  ve normal karşılıyorum !..

İkinci  olarak  Toktamış  Ateş’i,  bu  bir paragraf içine  bu kadar  hakaretâmiz  ifadeyi  sığdırdığı  için  de,  kutlamak gerek !..  Şu  bir  paragraf  içinde  “provokatörlük”ten    “kirli para”  sahibi  olmaya kadar   her türlü mesnetsiz suçlama  ve hakaretâmiz ifade  mevcut… Üstelik  Toktamış  Ateş  “yanıtını”  bir  atasözü ile  bitirmiş : İt  ürür  kervan  yürür !..Bu  bağlamda  “it”likle  de  onurlandırılmış  oluyoruz !..

Madem  özdeyişlerle  birbirimizi  “taçlandıracağız”, biz  de  Anadolu’dan bir  atasözümüzü  hatırlatalım. Derler  ki,  “inkar  yiğidin  kalesidir.”

Toktamış Ateş kendisine  yöneltilen eleştirilere  yanıt  vermiyor,  veremiyor… Üstelik  bunları  inkar  da  etmiyor,edemiyor. 

Peki  ne  yapıyor ?  Sadece  hakaret  ediyor !   Çaresizliğin  belirtisi hakarete  sığınıyor…

Üstelik  Toktamış Ateş  bu  hakaretlerle  süslü  üsluba  sıkça  başvuruyor.   Fettullahçılardan  II. Cumhuriyetçilere  kadar   geniş  bir kesime  “hoşgörü”  ile  yaklaşan  Toktamış  Ateş,    başka yazılarında  Kemalistler  tarafından  yöneltilen eleştirilere,  “omurgasızlar”, “cahiller”, “süper  zekalılar”  vb. gibi  ifadelerle  yanıt vererek  “hoşgörüsünün”  sınırlarını çiziyor !..

Oysa    “yiğitçe”   bir  davranış sergileyip  eleştirileri  yanıtlaması  ve  suçlamaları  inkar etmesi gerekmez  mi ?

Abdurrahman  Dilipak  gibilerle  TV  programları  yapan kendisi  değil  mi ?

Adnan  Hoca  talebelerini   hoşgören  mektuplar  yazan  kendisi  değil mi ?

Fettullah  Hoca  ile  el ele  fotoğraflar  çektirip,  kitaplarına önsöz yazacak  kadar içli  dışlı  olan  kendisi  değil  mi ?

Bu  bakımdan  bazı  Cumhuriyet  yazarları  tarafından  eleştirilen  kendisi değil mi ?

“Kanun  kaçağı”  Gülay Aslıtürk’ü  kollayan  yazılar  yazan  kendisi  değil  mi ?

Rotaryenlerden  Atatürkçülük  ödülü  alan  kendisi  değil  mi ?

AKP’yi siyasal islam olarak  değerlendirmeyip, Cumhuriyet  için  bir  tehlike  olarak  görmeyen  kendisi değil mi ?

Toktamış Ateş’e  yöneltilen eleştiriler  bizzat kendi yazdıklarına  dayanmıyor  mu ? 

“Arayış”  isimli köşesinde  Fettullah Gülen’den  Oğuz  Özerden’e ;  Gülay Aslıtürk’ten   Abdurrahman  Dilipak’a  kadar  savunulmayan  kişi  kaldı  mı ?  

Ama  bütün  bunları dile  getirenler, bu soruları  soranlar  “ürüyen  itler”  oluyor !..

Bu şekilde  saldırılan  Yeniden Müdafaa-ı  Hukuk dergisinin Yayın  Kurulu’na  bir bakalım ve  öğrenelim,  bu hakaretleri  kimler  hakkediyor ?

ÇetinYetkin,  Metin  Aydoğan,  Mehmet  Başaran,  Dr. Alev  Coşkun, Prof. Dr. Cihan Dura,  Vural Savaş,  Av. Celal  Ülgen, Prof. Dr. Tahsin  Yücel…

Bilmem ki,  bu  insanları  tanıtmaya  ve  Toktamış Ateş’in  saldırılarına karşı  savunmaya  gerek var  mı ?   Laik,  demokrat, çağdaş  bir  Cumhuriyet’in  savunuculuğuna   yaşamlarını adamış  bu insanları  ve bu değerlerin  somutlaştığı  dergimizi  savunmaya  gerek mi ?

Sormak  gerekmez  mi,  kim  “it”  kim  “yiğit” ?

Takdir  tüm   Atatürkçü ve  yurtsever  kamuoyunundur.  

Ama  adını  Atatürk’ün  koyduğu,  Yunus  Nadi’nin kurduğu,   Nadir Nadi’nin kurumlaştırdığı  Cumhuriyet’te,   bu   “Arayış”ın  daha  ne  kadar  süreceğini  bilmek  de  o  kamuoyunun  hakkıdır.


http://mudafaaihukuk.blogspot.com.tr/2004/08/kim-it-kim-yigit-toktamis-atesin.html

10 Ocak 2016 Pazar

Gümrük Birliği Üzerine Görüşler





Gümrük Birliği Üzerine Görüşler



Altınoluk 
1995 - Nisan, Sayı: 110, Sayfa: 012 

Prof. Dr. Erol MANİSALI'NIN GÖRÜŞLERİ:

ALTINOLUK: Efendim sizin eskiden beri Gümrük Birliğiyle ilgili endişeleriniz olduğu biliniyor. Hatta GB anlaşmasından sonra bunun Tanzimat Fermanından ve Kapitülasyonlardan daha ağır bir "Vesayet Antlaşması" olduğunu dile getirdiniz. GB niçin vesayet antlaşması?

EROL MANİSALI: Gümrük Birliği niçin vesayet oluyor? Çünkü Türkiye Gümrük Birliği'ni işleten, çalıştıran diğer üyelerle siyasî ve ekonomik olarak eşit şartlarda masada bulunmuyor. Anlaşma dengesiz bir anlaşma. Dengesizlik Türkiye'nin Avrupa Birliği Konfederasyonu içinde, Gümrük Birliği adındaki belli bir ticarî bölümüne üye olmaksızın, suni bir şekilde monte edilmesinden kaynaklanıyor. Bu nedenlerle Türkiye'yi ekonomik ve politik olarak vesayet altına sokan bir yapıdadır. Türkiye'nin imzalamış olduğu anlaşmada, diğer üyelerle eşit statüde bulunmamasından kaynaklanan dengesizlik sonucu olarak bu, bir vesayet anlaşması haline dönüşüyor. Aslında Gümrük Birliği tam üyelikle beraber yürür. Bunlar ayrı yürümez. Ama Avrupa ne yapıyor? Türkiye'yi tam dışlamıyor, "gel seni suni bir şekilde alalım" diyorlar. Bu Avrupa için ideal bir çözümdür.

ALTINOLUK: Gümrük Birliği anlaşmasıyla Türkiye'nin gümrük vergisi ve fon gelirlerinden kayıpları olacağı biliniyor. Aslında Türkiye'nin kayıpları bunlarla da sınırlı değil. İşsizlik artışı, döviz rezervlerinde azalma ve özellikle küçük ve orta ölçekli işletmelerin olumsuz etkileneceği, ithalatta patlama olacağı ve dış ticaret açığının artacağı, tarım sektörünün büyük zarar göreceği bunlardan bazıları. Gümrük Birliğini savunanlar AB'nin 5 yıl içinde yapacağı 3.3 milyar dolar mali yardımla bu zararın giderileceğini iddia ediyorlar. Oysa Yunanistan'a 36 milyar dolar, İspanya'ya 50 milyar dolar, Portekiz'e 17 milyar dolar karşılıksız yardım yapıldı. Hal böyleyken Türkiye'nin zararlarının 3.3 milyar dolar malî yardımla giderilmesi mümkün mü?

MANİSALI: Bana göre kesinlikle karşılamayacaktır. Tabiî Gümrük Birliği meselesine bakanlar farklı bir yaklaşım içinde bakmaktadırlar. Türkiye'ye yapılan yardım, normal bir Gümrük Birliği anlaşmasında yeni üyeler arasındaki negatifleri dengeleyici bir mekanizmanın çalıştı-rılmasından çok, Türkiye'nin zoraki bir biçimde sadece Gümrük Birliği çarkına monte edilmesinin doğuracağı zararların biraz telafisi şeklinde bir yardımdır. Avrupa da diğer zararlarda Türkiye başının çaresine baksın. Kendine göre istifadeler ortaya çıkaracaksa kendi çıkarsın, bu bizi ilgilendirmez şeklinde ekonomik ve siyasî bir yaklaşım söz konusudur.

ALTINOLUK: Bu malî yardımlarla ilgili bir sorumuz daha olacak Yunanistan'da Papandreu hükümeti AB'ye girince aldığı tarım fonundaki malî yardımları seçim yatırımları olarak kullandı. Sosyalist olmasına rağmen tarım sektörünün oylarını alarak tekrar seçildi. Bu günkü hükümetin böyle bir değerlendirmesi olabilir mı?

MANİSALI: Hükümetin tutumu Yunanistan örneğine biraz benziyor. AB'den alacağı üç-beş kuruşu kısa vadede kullanacaklar gibi. Ama daha önemli bir nokta var. O da, Gümrük Birliğini kamuoyuna yanlış pazarlamanın, değişik bir biçimde pazarlamanın, sanki Türkiye'yi Avrupa Birliğine tam üye yapıyormuş gibi pazarlayıp puan toplama gayretleri var.

ALTINOLUK: Türkiye Avrupa Birliğine tam üye olabilecek mi? Yoksa Avrupa, Türkiye'yi Gümrük Birliğinde geleceği son nokta olarak mı görüyor?

MANİSALI: Benim kişisel kanaatım Gümrük Birliği Türkiye için son noktadır. Çünkü Türkiye'yi vesayet altına aldıktan ve tek yanlı olarak bağladıktan sonra ne diye kalkıp, eşit hale getirip, yarın en üst siyasi kuruluşlarda yanına oturtsun. Bu eşyanın tabiatına aykırı bir durumdur. Çünkü uluslararası ilişkiler karşılıklı çıkarlara dayanır. Ben kendimi onların yerine koyuyorum ve Türkiye'ye şöyle bakıyorum, tek yanlı olarak denetimim altına aldığım Türkiye'yi ne diye yanıma oturtup sahip olduğum avantajları ortadan kaldırayım. Bu olamaz diyorum. Zaten temsilin nüfusa göre olduğu Avrupa Birliği Parlamentosu'nda ve komisyondaki daire başkanlıklarında, 25 yıl sonra nüfusu 100 milyona dayanacak bir Türkiye'yi Avrupa Birliğinin siyasî ve ekonomik olarak en tepeye oturtması yine eşyanın tabiatına aykırı bir hadisedir. Türkiye için tam üyelik sözkonusu değildir. Kimse kimseyi aldatmasın, bu son noktadır. Dolayısıyla benim kişisel kanaatim şudur, Türkiye Gümrük Birliği anlaşması yerine mademki tam üye olarak alınmıyor, serbest ticaret bölgesi anlaşması yapmalıydı ve şartlar koşmalıydı, eğer beni tam üye olarak alırsan o zaman Gümrük Birliğine doğal olarak geçeceğim, onun dışında geçmem demeliydi. Türkiye bu kozlarını da kaybetmiştir. Tek yanlı yükümlülükler altına girmiştir.

ALTINOLUK: Efendim bir de Gümrük Birliği Anlaşması metninin açıklanması ile bir çok mahzurların ortaya çıkacağını ve metnin bunun için açıklanmadığını dile getirdiniz. Bu metinde neler var ve sizce mahzurlar neler olabilir?

MANİSALI: Başta anlaşma dengesiz bir anlaşmadır. Özellikle de anlaşma metninin 52'den 62'ye kadar olan maddeler okunduğu zaman net bir şekilde Türkiye'yi vesayet altına aldığı görülmektedir. Her şey Gümrük Birliğine uydurulacaktır. Ancak Gümrük Birliği ise tam üyelerin milli menfaatleri doğrultusunda döndürülen bir çarktır. Türkiye kendi milli menfaatlerini Gümrük Birliğine yansıtamayacaktır. Gümrük Birliği sabit, statik bir hadise değildir. Devamlı değişme, gelişme halindedir. Kim değiştirecek? Tam üyeler değiştirecektir. Hangi kritere göre değiştirecek? Kendi milli menfaatlerine göre değiştirecektir. Çelişki ve dengesizlik buradan kaynaklanıyor. Onun ötesindeki meseleler, mali yardım, negatifleri pozitifleri bundan sonra gelecek meselelerdir. Temeldeki meseleler çok büyük sorunlar yaratacaktır.

ALTINOLUK: Avrupa Birliği'ne kabul edilmeyeceğini söylediğiniz Türkiye'nin Gümrük Birliği anlaşmasını imzalaması önümüzdeki yıllarda ne gibi zorluklar getirecektir?

MANİSALI: Hem ekonomik hem de siyasi çok büyük sorunlar doğuracaktır. Çünkü elmalarla armutlar birbirine karıştırılmıştır. Ekonomik ve ticari yönden bağımlı hale getirilen Türkiye üzerine siyasi ipotekler konmak istenmektedir. Önümüzdeki yıllarda malî yardımların devam etmesi için Kıbrıs konusunda, Ege konusunda, Türk Cumhuriyetleri konusunda Türkiye'ye, Brüksel'in istediği doğrultuda hareket etmesi, aksi halde o yardımların yerine getirilmeyeceği söylenecektir. Eğer Türkiye tam üye olsaydı, en azından bunun kavgasını yapar, veto hakkını kullanır ve kendi menfaatine uygun olmayan kararın çıkmasını önleyebilirdi. Şimdi öyle bir şey yok. Gıyabında alınan kararları otomatik olarak uygulamak durumunda kalıyor. Meydana getirilen suni sistemdeki telafi edici müesseseler yeterli değil. Bu müesseseler çalışmadığı zaman her şey Gümrük Birliğine uydurulur. Neticede Gümrük Birliği esas alınır. Gümrük Birliği nedir? Tam üyelerin yürüttüğü bir çarktır. Türkiye Gümrük Birliği kararlarına uymadığı zaman bu uymamanın da bir cezası, maliyeti var. Dolayısıyla kararlara uymam diye bir bağımsızlık olmuyor.

Avrupa Birliği dışındaki ticari ilişkilerimizde de 5 yıl içinde onların sistemine uymak zorundayız. Onun politikası da 15'lerin menfaatleri doğrultusunda ortaya konmuş bir politikadır. Bu temel dengesizlik başta üçüncü ülkelerle ilişkiler olmak üzere her konuda kendini gösterecektir. Her şey Brüksel'in maksimizasyonuna göre yürütülecektir. Bilinen şu ki; 15'lerin gelir düzeyinin farklılığı ve dünya ile bölgeye yaklaşımları farklılığı yüzünden AB'nin izleyeceği politikanın Türkiye'nin milli çıkarlarıyla büyük ölçüde ayrılıkları zorunlu olduğu için, (Yüzde 20'de uyum varsa, yüzde 80'de ayrılık var.) Dış ilişkiler de dahil olmak üzere makro dengelerde olumsuz sonuçlar doğuracaktır. Sonuç olarak Türkiye'yi AB'ye niçin almıyorlar? Eğer alsalardı Türkiye'nin siyasi gücü olacaktı. Siyasî olarak en tepede bulunacaktı. Bu nüfusuyla 20 sene sonra Almanya kadar siyasî ağırlığı olacaktı. Onun için almıyorlar, alamazlar. Ben olsam, ben de almazdım.

(Halil İbrahim KURUCAN)

-------

 KORKUT ÖZAL

"Avrupa'nın Zencileri"

Avrupa ile siyasi entegrasyon meselesi bitmiştir. Avrupa katiyen kabul etmiyor. Başlıca argümanlar, nüfusumuz, tarımımız ve müslüman olmamız. Avrupa Birliği ile ortaklığa giden yol kapanmıştır. Siz şimdi Avrupa'nın zencileri olabilirsiniz. Tavizi vermişsiniz. Gümrükleri indirmişsiniz, entegrasyon geride kalmıştır. Tam üye olmadan GB'ne giden tek ülke Türkiye'dir. Mali protokoller uygulamaya konulmamıştır, serbest dolaşım askıdadır. Çok acele girdik bu şeyin içine. GB, Türkiye'nin geleceğini etkileyebilecek en önemli konudur. Bize ne getirir ne götürür iyice kamuoyuna anlatılmalı, referandum konusu yapılmalıdır bu olay. Konuyu kimse bilmiyor, parlamento da bilmiyor. Türkiye tekrar düşünmelidir, düşünmeliyiz, GB menfaatlerimize uygun olur mu diye. Türkiye'nin tek alternatifi, kendi evinin içini düzeltmektir.


--------------

İSMAİL BERDUK OLGAÇAY

Ben çok endişeliyim. Olay gerekli altyapı çalışmaları ve hazırlıkları tamamlanmaksızın oldu bittiye getiriliyor. İslâm alemine yakınlaşmaması için Türkiye'yi kontrol altına almak istiyorlar. Norveç ve Danimarka referandum yaptı, biz de kesinlikle referandum yapmalıyız.

-----------

OĞUZHAN ASİLTÜRK'ÜN GÖRÜŞLERİ

"Sebep İdeolojik"

Şu anki Gümrük Birliği Türkiye'yi Avrupa'ya pazar yapmak için yapılmış bir anlaşmadır. Neden böyle? Çünkü Avrupa Topluluğu üyeleri çeşitli kademelerde çeşitli anlaşmalarla Topluluğun üyesi haline geliyorlar ve bir nevi yeni bir devlet oluşumu meydana geliyor. Bu devletin aynen federal hükümetlerin federe devletleri gibi bölümleri var. Bunlar eşit şartlarla ortak oluyorlar. Tabiî aralarında Gümrük Birliği de var. Ama Türkiye'yi hem Türkiye'deki islamî gelişmeleri önlemek için bırakmak istemiyorlar hem de Türkiye'ye kendileriyle eşit hakkı vermek istemiyorlar. Batı bununla Türkiye'yi yükümlülükler altına sokuyor. Türkiye bununla alınışına iştirak etmediği, Brüksel'in aldığı bir dizi kararı uygulamak zorunda kalıyor. Türkiye Gümrük Birliğine girdiği zaman ihtiyacı olan petrolü Libya'dan ucuz bulursa alamayacak. Çünkü bu, Avrupa Parlamentosunun aldığı kararlar neticesinde mümkün olmuyor. Avrupa Parlamentosu nereden almamızı uygun görürse oradan alabileceğiz. İhracatımızda da durum böyle Irak'a, İran'a mal satmamız onların iznine bağlı olacak. Bu bir sömürge anlaşmasıdır. Bu kararın önemli bir tarafı daha var. Şu andaki Avrupa Birliği ülkeleri, ekonomik konularda ihtilafa düşseler Yüksek Adalet Divanı'na müracaat edecekler. Orada her ülkenin hakimi var. Biz, diyelim ki ülkelerden birisiyle ihtilafa düştük nereye müracaat edeceğiz? Statüye göre Yüksek Adalet Divanı'na gideceğiz. Orada hakim kim? İhtilafa düştüğümüz ülkenin hakiminin de içinde bulunduğu hakimler topluluğu. Bu fevkalade yanlış ve milli menfaatlere aykırı bir anlaşmadır. Ekonomik kararların alınmasına katılamadığımız, sadece tatbik eder durumuna düşeceğimiz için kapitülasyonlardan daha ağır bir anlaşmadır. Şu anda Türkiye'de tekstil sektörü hariç hiç bir sektörün Avrupa mallarıyla rekabet yapması mümkün değildir. Olayın bu yönü bir tarafta, mesela Türkiye'nin tarım ürünlerine serbest dolaşım verilmiyor, ama Avrupa Birliği ülkelerinin bütün ürünleri Türkiye'ye gelebiliyor. Bunun yanında orta ve küçük ölçekli sanayisi tamamen yok olacaktır. Yunanistan bunun için 20 milyar doların üzerinde para almıştır. Oysa Türkiye'nin böyle bir yardımı alması da söz konuşu değildir. Bugünkü hükümetin Gümrük Birliği'ne girmesinin ardındaki gerçek sebep ideolojiktir. Bakın Gümrük Birliğine girerken menfaatlerimizi tartışmıyorlar, sadece ideolojik olarak ele alıyorlar.

-----------


 Hulusi YAZICIOĞLU

Avukat, Araştırmacı

"Dış ilişkilerde Önemli Bir Nokta"

1973 yılında, Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin bir bakanı, oradaki işçilerimizin sorunları üzerinde incelemelerde bulunmak amacıyla bir Avrupa ülkesini ziyaret eder. Türkiye'de partici bir kimlikle tanınan bakan biraz siyasî alışkanlıkları, biraz da dış ilişkilerdeki deneyimsizliği yüzünden, Türk işçileriyle yaptığı bir dizi toplantıda, Türkiye'de siyasî parti toplantılarında rastlanan türde konuşmalar yapar ve bazı çevrelerin tepkilerini toplar. Geldiğinin üçüncü günü, bir büyük kentin bu salonunda Türk işçilerine karşı konuşurken, 13 numaralı polis karakoluna "meçhul bir şahıs" tarafından, "ülkeyi derhal terk etmemesi halinde öldürüleceği" yolunda bir ihbar yapılır.

"Meçhul şahıs"ın telefonla yaptığı ihbar, "anlaşılmaz bir biçimde" bakana ulaşınca, Türk konsolosluğundan çağrılan bir görevli aracılığıyla kent polisiyle temasa geçilir. Bakanın yakın çevresine göre polisten, bakanın "hayatı" konusunda teminat istenir. Polisin teminat vermemesi üzerine paniğe kapılan yakın çevre, kalkan ilk uçağa bindirerek bakanı Türkiye'ye kaçırır. Olayın bu safhası, bu Avrupa ülkesinin en ciddi gazetelerinden birinin 10 Ağustos 1973 tarihli nüshasında şöyle anlatılmaktadır.

"A. kenti polis müdürlüğü, öldürme tehdidiyle ilgili ihbarın ve bu ihbar dolayısıyla Avrupa ülkesinin resmî makamlarında ortaya çıkan tepkilerin anlaşılmaz bir biçimde (Türk bakan) C.'nin kulağına gitmiş olduğunu tahmin etmektedir. Polisin belirttiğine göre C. ye, A. kentinde refakat eden Türk konsolosluk görevlileri, ancak kırık-dökük bir yabancı dil ile konuşabiliyorlardı. A. kenti polisi için bilinmeyen husus, C'nin öldürüleceğine ilişkin tehdidin Türk gizli servisi ve Avrupa ülkesinin iç güvenlik örgütünce ne şekilde değerlendirildiğidir. Muhtemelen bu merciler, bakanın içinde bulunduğu söylenen tehlikeyi gereksiz yere abartmışlardır."

Aynı gazetenin 7 Ağustos 1973 tarihli nüshasında, aynı konuda çıkan bir haberde ise bakanın, Türkiye'ye döndükten sonra Ankara'da yayınlanan Daily News gazetesine verdiği demeçte, "Geziyi yarıda kesmemi Avrupa ülkesi polisi istedi." dediği belirtilmektedir.

Olay önce, o günün akşamı televizyon kanallarında alaycı bir dille duyurulmuş; ertesi günde ayrıntıları, ülkenin belli başlı gazetelerinde aynı üslupla verilmiştir. Yayınlardan anlaşıldığına göre ülke polisi, bakanın hayatı hakkında teminat veremeyeceklerini söylemediklerini, sözleri karşı tarafa bu tarzda nakledilmişse bunun, çeviri yanlışlığından doğmuş olması gerektiğini belirtmektedir. Oysa ki, Türk konsolosluğundan tercüman olarak gönderilen görevli, yıllardır bu ülkede yaşayan, dolayısıyla ülkenin dilini iyi bilen, yüksek öğrenim yapmış bir kişidir. Bu yüzden onun, çeviri yanlışı yapması ihtimali yoktur. O da polisin bakana, hayatı hakkında teminat ve-remeyeceğini söylemediğini ve kendisinin de çeviriyi bu tarzda yapmadığını belirtmektedir.

Neresinden bakılırsa bakılsın, olay komplo görüntüsü vermekte ve Avrupa ülkesinin gazetesinde olaya bazı Türk görevlilerin de katılmış oldukları ima edilmektedir. Ne var ki, bu olay vesilesiyle, kişiliği ne olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti'nin bir bakanı ve onun kişiliğinde Türkiye Cumhuriyeti istiksal edilmiştir.

Farklı bir gelişme seyri izleyerek farklı bir sonuca ulaşmış olmakla birlikte, taşıdığı benzerlikler dolayısıyla mukayese unsuru olarak alınabilecek bir başka olay da aynı yıllarda, diplomatik statüde bir görevlimizin başından geçmiştir. Diplomatik plaka taşıyan ve ön camına ay yıldızlı çıkma yapıştırılmış bulunan özel aracıyla bir başka Avrupa ülkesinin başkentine gitmekte olan görevlimiz, ülkeye girişinde gümrükte görevli polisler tarafından durdurulur ve aracı bir kenara çektirilerek, kendisine araçta arama yapılacağı bildirilir, o yıllarda bir Türk senatörü Fransa sınırında uyuşturucu madde ile yakalandığı için, Avrupa'da bu konuda bazı önyargılar vardır.

Görevlimiz, "Diplomatik İlişkiler hakkında Viyana Sözleşmesi" hükümleri uyarınca aracının aranamayacağını; bununla birlikte, aracının arandığının ve içinde neler bulunduğunun, aralarında düzenlenecek bir protokole bağlanması kaydıyla aramaya karşı olmadığını; ancak tutumlarının uluslararası teamüllere aykırı olduğunu ve bu tutumlarını ilgili merciler nezdinde protesto edeceğini bildirir. Bunun üzerine polisler bir yerlerle uzun uzun telefon görüşmesi yaparlar. Daha sonra görevlimizden özür dileyerek yoluna devam edebileceğini bildirirler. Görevlimiz aracından inerek bagaj kapağını açar ve kapatmayı unutmuş gibi yaparak, para bozdurma bahanesiyle yarım saat kadar olay yerinden uzaklaşır. Böylece aracını aratmayarak istiskale uğramasının meydan vermemiş olmakla birlikte, gümrükteki polislere, diledikleri gibi arama yapabilmeleri için ortam hazırlar.

Benzer olaylar yıllardır sık sık tekrarlanmakta ve çok kere istiskaller milli onurumuzu yaralayacak boyutlara ulaşmaktadırlar. Bu olayların çoğunda, istiskale uğrayan kişiler, bunun sonradan farkına varacak biçimde oyuna getirilmektedirler. Bu tür davranışlara devletin en üst mevkilerinde bulunanlar dahi muhatap oldukları halde, bilindiği kadarıyla bunlara karşı "mukabele bilmisil" kuralı bugüne değin hiç işletilmemiştir. Oysa ki, uluslararası ilişkilerde bu tür yöntemler, psikolojik eziklik yaratarak bir ülke üzerinde baskı kurma ve bunun sonucu olarak baskı Kur'ân'ın iradesini o ülkeye kabul ettirme aracı olarak kullanılmaktadırlar. Bu açıdan bakılınca, Avrupa ile ilişkilerin yoğunlaşacağı bir sürece girildiği şu günlerde, bu tür olayların nedenlerini tahlil etmek, takınılacak tavrı tayin bakımından yararlı olabilir.

Kuşkusuz ki, bir toplumda yaşayan insanların tümünü aynı kategoriye yerleştirerek, hepsi hakkında aynı yargıya varmak, onlar arasındaki farklılıkları inkâr etmek anlamına gelir. Ancak, olaylar karşısında çoğunluğun takındığı tavırların ortak noktaları bulunarak buradan, toplumsal karakterin bazı özelliklerini saptamak mümkün olur. Burada yapılmak istenen, doğu ve batı toplumlarında gözlenebilen insan davranışlarının ortak noktalarını yakalayarak, bunlardan konuya ilişkin sonuçlar çıkarmaya çalışmak olacaktır.

İnsan topluluklarının tümünde olduğu gibi, kendi toplumlarının önyargılarını aşmış olanlar hariç, batı toplumlarında yaşayan ve büyük çoğunluğu oluşturan sıradan insanlar da, bu toplumların tarihi süreç içinde edindikleri kalıplarla düşünür; karşılaştıkları olayları bu kalıpların değer ölçüsüne vurarak yargılarlar. Tarihî süreç içinde batı toplumlarında oluşan ve gözlerini bu toplumlarda açan insanların karakterlerinin biçimlenmesinde birinci derecede etken olan unsurlardan bir tanesi bu topumlarda yüzlerce yıl önce kurumlaşmış olan toplum sınıflarıdır. Bu sınıfların kendi içlerinde, yüzlerce yıllık bir gelişim sonunda ortaya çıkan sınıf bilinciyle sınıf dayanışması ve bunların toplumlardaki çalkantılarla birleşmeleri sonucu patlayan sınıf kavgaları, batı toplumunda yetişen bireyin zihnine, elde edilmesi istenen sonuçlara ancak çatışmalarla ulaşılabileceği kanısını yerleştirmiştir. Bunun sonucu olarak batı toplumunda birey ve toplum düzeyinde beşerî ilişkiler karşılıklı dengeler üzerinde oturmuştur. Bu yüzden batılı birey kendisinin her an teyakkuz halinde olması gerektiğini düşünür ve bu kanı onu, muhatabının da aynı ruh hali içinde olduğunu farzetmeğe sevk eder. Sonuç olarak, batı toplumunun sıradan bir üyesi güç (kudret) olgusuna karşı son derecede duyarlıdır. Muhataba güçlü ise ona, gücünün derece nispetinde saygı gösterir. Güçsüz olduğunu anladığı takdirde de onu herhangi bir biçimde en azından psikolojik olarak ezmeğe çalışır.

Şu halde, Batı ile gerek birey, gerekse toplum düzeyinde yürütülecek (beşeri) ilişkilerde dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, bunların eşitler arası ilişki olduğunun muhataba muhakkak hissettirilmesidir. Zira, Doğu'da övülecek, insancıl bir nitelik olarak görülen mahviyetkârlık, Batı'nın gözünde zaaftan başka şey değildir. Dolayısıyla Batı ile ilişkilerde istiskal ve benzeri davranışlarla karşılaşmayı önlemenin yolu güçlü olmak, bunu muhataba hissettirmek ve buna rağmen karşılaşılmışsa, doğabilecek sonuçları göze alarak direnmektir. Esasen böyle bir direniş, haklı ise ve hukuki dayanağa da sahipse, batı toplumlarının en azından bir kısım çevrelerinde saygı ve belki destek de görecektir. Nitekim, Avrupa ülkesinde meydana gelen olay sonrasında, Türk bakanının karşılaştığı komployu tahlil edenler onun, azıcık cesaret gösterip muhataplarına uluslararası teamül ve hukuku hatırlatsaydı; kent polisini değil, siyasî mevkiine eşit düzeydeki görevlileri muhatap alsaydı ve her şeye rağmen gezisini sürdürseydi, o yıllarda polisin bilgisi dışında kuşun dahi uçamadığı bu ülkede karşılaştığı istiskali yaşamayacak olduğunda birleşmektedirler. Bakan Türkiye'ye döndükten sonra da hükümeti olayı ciddiye alıp, fırsatı doğduğunda "mukabele bilmisil" kuralını işletseydi, son yıllarda benzeri olayların ortaya çıkması önlenmiş olurdu. O takdirde, sözgelişi, bir Kıbrıs harekâtından sonraki dönemde, bir Avrupa ülkesinde Türk işçilerine konuşma yapan bir başka bakan, hazır bulunanlardan bazılarınca aleyhte gösteri yapıldığı için, yatının korunması gerekçesiyle salonun arka kapısından, polis otosu içinde kaçırılmazdı. Ya da son yıllarda Türkiye Cumhurbaşkanlarının Amerika'da, Fransa'da, Bosna'da karşılaştıkları üzücü olaylar yaşanmazdı.

Kuşkusuz ki her işin bir riskli yönü olacaktır. Bir ülkede görevliler bir takım yerlere, rahat etsinler diye değil, gerektiğinde tehlikeleri göze alarak sonuca ulaşsınlar diye getirilirler. Avrupa ile ilişkilerin yoğunlaşacağı önümüzdeki yılarda bu ilişkileri yürütenlerin bu konuda çok dikkatli olmaları gerekir.

MÜSİAD: "Türkiye önder ülke hedefinden uzaklaştı."

GB daha ilk yıl 2.5 milyar dolar vergiye fon geliri kaybına yol açacaktır. Buna rağmen, beş yıl için 3 milyar dolar tutarında ve proje karşılığında kredi türündeki mali destekle yetinen hükümet, Yunanistan'ın 1981'den bu yana 36 milyar dolar, İspanya'nın 1986'dan bu yana 50 milyar dolar ve Portekiz'in 17 milyar dolar tutarında karşılıksız malî yardım aldıklarını göz önünde tutamamıştır. Bu üç ülkede AB'ye girdikten sonra büyük bir ithalat patlaması yaşanmış ve büyük gelir kaybına uğramışlardır. Bu kayıpları alınan karşılıksız yardımlarla giderebilmişlerdir.

Hükümet AB veya ABD ile gümrük birliğine gitmediği halde her yıl %8-10'luk ekonomik büyüme ve %15'i aşan oranda ihracat artışı sağlayan Malezya, Güney Kore gibi ülkelerin başarılı tecrübelerinden ders almalıdır. Keramet gümrük birliği anlaşmasını imzalamada değil, ülke ekonomisini akılcı ve tutarlı politikalarla yönetmededir.

AB ile gümrük birliğini tamamlamak uğruna Kıbrıs Rum Kesimi'nin "Kıbrıs Cumhuriyeti" adı altında AB'ye üye olması için görüşmelerin 1997'de başlatılmasına yeşil ışık yakanlar, birkaç yıl sonra AB'nin topraklarının bir bölümünü işgal etmiş konumuna düşeceğimizi, Kıbrıs sorununun Birleşmiş Milletler platformundan AB platformuna kayacağını ve dış ticarette daha da bağımlı hale geleceğimizi AB'nin ambargo türü tehditlerine maruz kalacağımızı hesaplamalıdırlar.

Türkiye'nin çok büyük ölçüde yükümlülükler altına gireceği gümrük birliğini "reçete" imiş gibi halkın iradesine sunmamak, Avrupalılaşmayı hedefleyen bir hükümetin ulaşmak istediği değerler ile bir çelişki oluşturmaktadır. En iyisi, böylesine önemli bir kararın tüm yönleriyle kamuoyunda tartışılması zeminini hazırlayarak halkın iradesine sunmak, referanduma gitmektir. MÜSİAD'ın arzusu ve hedefi, Türkiye'nin önder bir ülke konumuna gelmesidir. Gümrük Birliğine girmekle Türkiye bu hedefinden uzaklaşmıştır.

İlk yıllarda ithalat patlaması, işsizlik artışı, döviz rezervlerinde erime gibi olumsuz etkilerin doğabileceği ve özellikle küçük ve orta ölçekli işletmelerin olumsuz etkileneceği bilinmesine rağmen "belki bir gün Türkiye'yi AB'ne tam üyeliğe alırlar" beklentisi içinde gümrük birliği kararının imzalanması, hayale atılan ve riskleri çok büyük olan bir imzadır.

---------


 YAĞMUR ATSIZ

(Gazeteci Yeni Yüzyıl):

"Çıkarlarımız farklı"

Bir kere, Yunanistan'ın çok özel edepsizlikleri bir yana, Avrupalıların Türkiye'yi çok haysiyet kırıcı biçimde, adeta iğrenç iğrenç gümrük birliğine kabul ettikleri ortada. AB'ye tam üye olsak Ermenistan'a ambargo uygulayabilir miyiz? Neredeyse Ermenilerle bir olup Azerilerin üstüne çullanmadığımız için daha şimdiden kötü kişi oluyoruz. Kısaca Kuzey Irak'ta, Bosna-Hersek'te, Makedonya'da, Arnavutluk'ta, Filistin'de, İran'da hatta Çin'de Türkiye'nin çıkarlarıyla Brüksel'in çıkarları farklıdır.

------------


 MESUT YILMAZ

Vatandaşların Avrupa ülkelerine vizeyle girebilen bir ülkenin başbakanı Avrupa fatihi olabilir mi?

-----------


 ONUR KUMBARACIBAŞI

(CHP Milletvekili)

Yunanistan'ın bazı tavizler kopardığı kesin, aksi takdirde vetosunu kaldırmazdı. Biraz daha direnmemiz gerekiyordu. Türkiye'nin farklı manevralar yapması mümkündü. Ağırlığımızı hissettireceğimiz bir noktada fazla telaş ettik. Fırsat bana göre kaçtı. Sayın Başbakan'da, bu işi bir an evvel mutlaka yapma arzusu vardı. Gümrük birliği konusunun telaşla sonuçlandırılması Başbakan'ın arzusudur.

-------------


 MÜMTAZ SOYSAL

(CHP Milletvekili):

Ortada sevindirici olmayı gerektirecek bir durum yok. Tam tersine Türkiye kötü bir pazarlıkla ve önemli ödünler vererek girişi kabul etmiştir. "Gümrük birliği, Türkiye'den çok Avupa'nın yararınadır; gecikmesinden Türkiye değil, Avrupa zararlı çıkar."

------------


KÂMRAN İNAN

Öncelikle Türkiye Gümrük Birliği'ni büyük bir atifet ve bayram havasıyla kabullenmiştir ki bunu Türk tarihiyle bağdaştırmak mümkün değil. Sayın Başbakan'ın Brüksel'e kadar gidip bir dışişleri bakanının yemeğine katılması hadisesi kendi tarihimize karşı bir saygısızlık ve kendi devletimize karşı da onur kırıcı bir hadisedir. Zira Brüksel'de okunan deklarasyon Tanzimat Fermanından daha ağırdır. Türkiye'ye bir nevi ültimatom verilmiştir. Anayasasında yapılacak değişiklikler, demokratikleşme ve insan hakları konusunda bizi kendi talimatlarıyla götürmek istediklerini gösterir. TBMM'nin milli iradesi adeta Avrupa Parlamentosu'na devredilir gibi bir manzara yaşanmıştır. Buna tepki göstermekten başka bayram havasıyla karşılanmasını anlamakta güçlük çekiyorum. Ve Türkiye'nin içine düştüğü bu halden derin ıstırap duyuyorum.

Ayrıca şu anda AB'ye girmemizin işaretleri de bahis konusu değildir. Bizi gümrük birliği aşamasında kesmek istedikleri anlaşılıyor. Eski Varşova Paktı memleketleri (Bulgaristan, Romanya hatta Kıbrıs ve Malta dahil) bizim önümüze geçiriliyor. Ve biz soğuk savaşın bitmesinden sonra 2.sınıf Avrupa'lı memleket muamelesine tabi tutuluyoruz. Ve AB piramidinin ikinci katına monte edilmek gibi bir durumla karşı karşıyayız.

Bana göre Türkiye'nin Gümrük Birliğine yönelik çalışmaları yeterli olmadığı gibi kamuoyumuzda yeterince aydınlatılmamıştır. Aksine aldatılmıştır. Hakikatler başka türlü gösterilmiştir. Ve toplum aşırı bir bekleyiş içerisine sokulmuştur. Yarın bunun hayal kırıklığı çok büyük olacaktır. Ve ayrıca bizim kayıplarımız karşısında malî telafi tedbirleri henüz çok net biçimde belirtilmemiştir.



http://dergi.altinoluk.com/index.php?sayfa=yillar&MakaleNo=d110s012m1


..