20 Ekim 2019 Pazar

OSMANLI VE ARAPLAR., BÖLÜM 4

OSMANLI VE ARAPLAR., BÖLÜM 4


İSRAİL GERGİNLİK POLİTİKASINDAN BESLENİYOR 

Bu çatışma havası İsrail'in işine mi yarıyor? 

Gerginlik politikası İsrail'in ayakta durma politikası gibi görünüyor. Çünkü gerginlikten bir Yahudi dayanışması ortaya çıkıyor. Kabul etmek lazım, İsraillilerin önemli bir kısmı artık bu politikalardan bıkmış ve önemli bir kısmı psikologa gidecek kadar ruhen hasta olmuş durumda. Her gün bir 
bombaya mı, bir kurşuna mı muhatap olacağı endişesini taşıyorlar. 

Zaten çok eklektik bir toplum. Doğu Yahudileri farklı, Batı Yahudileri farklı, Afrika Yahudileri farklı… yani bir kültürel homojenlik söz konusu değil. İsrail gerginlik politikalarıyla içerideki farklılıkların dezavantajlarını gidermeye çalışıyor gibi görünüyor. 

Bu politika Müslümanları çok tedirgin ediyor. Bu tedirginlik de somut verilere dayanıyor. 
Mescid-i Aksa'nın güvenliğini devlet olarak sağlayamasanız Mescid-i Aksa'yı mabet olarak kabul eden insanlardan nasıl güven beklersiniz. Bu kadar polis ve asker gücünüzle bir grup fanatiğe engel olmuyorsunuz. 

Demek ki el altından bu saldırıyı destekliyor… 

Evet. Demek ki devlet politikası olarak yapıyor. 

Suriye'ye tekrar dönersek, biliyoruz ki, 20. yüzyılın başına kadar Suriye deyince daha geniş bir alan akla geliyordu. 

Ürdün ve Filistin'i de kapsayan bir bölge. Modern Suriye'nin devlet idealleri arasında bu bölgelerde etkin olmaya çalıştığı izleniminiz var mı ve Türkiye'nin Suriye açılımında Suriye üzerinden bölgede etkin olma çabası söz konusu mu? 

Bu soruya cevap verebilmek için önce Osmanlının bölgeden çekilişinin tabii mi prematüre mi olduğunu konuşmak lazım. Bence prematüre bir çekiliştir. Araplar arasında Osmanlı sonrasına hazırlık tamamlanmış ve kopuş olgunlaşmış bir süreç değildi. Dolayısıyla Osmanlı sonrası problemli bir yapı oluştu. Suriye'de 1918–1920 yılları arasında yaklaşık iki yıl sürecek olan Faysal yönetimi bağımsız 
olacaklarını zannederken Fransız manda yönetimiyle karşı karşıya kaldılar. Savaşmaya kalkıştılar ama Fransızlar onları birkaç saat içinde yendi. Fransız yönetimine karşı çok ciddi bir direnişin olduğunu kabul etmek lazım. Suriyeliler Fransız yönetimini kolay kabul etmediler. Şam 1920'li ve 1930'lu yıllarda 
ve hatta İkinci Dünya Savaşı sırasında ciddi direnişlere sahne oldu ve ardından yoğun bir şekilde bombalandı. Şehrin önemli bir kısmı tahrip edildi. Müslümanlar için önemli olan, İslamın önemli başkentlerinden biri olan Şam, havadan ve karadan bombalandı. 

Osmanlı güçleri çekilince Britanya kuvvetlerine bağlı Avusturya birlikleri şehre giriyor. Halk ayaklanıyor, bunun üzerine Faysal yönetimindeki Arap-Bedevi kuvvetlerini şehre getiriyorlar ki işgal kabul görsün. 

Amerika'nın Bağdat'ı işgali gibi… 

Evet. Faysal Suriye'de hâkimiyet kuracağını sanıyor. Fransızlar buna müsaade etmiyorlar. 
Daha sonra bir kısım Araplarda siyasi bir kıpırdanma oluyor. Şerif Hüseyin'in krallık iddiasında bütün Arap coğrafyasına hâkim olmak vardır. Daha savaş sırasında İngilizler ve Fransızlar Şerif Hüseyin'e karşı ikili davranıyorlar. Kendi aralarındaki konuşmalar faklı, ona aktardıkları farklı. Kendi aralarında 
Arap topraklarının bütününü Şerif Hüseyin'e vereceklerini konuşmuyorlar. 

İki savaş arasında oluşan Suriye milliyetçilerinin bir damarında Biladü'ş-Şam denilen bütün Suriye'yi içine alan bir yönetim hayali konuşuluyor. Fakat buna ne öteden beri bölgede etkin olan mahalli kültür müsait ne de Avrupa'nın sömürgeci devletleri buna müsaade edecek durumda.. Mesela Fransızlar Suriye'de Şam 
merkezli yönetim kurduklarında Alevi bölgesini ayrı, Dürzi bölgesini ayrı, Sünni bölgesini ayrı yapılandırıyorlar. Girer girmez ülkeyi parçalıyorlar. Hiç yoktan Ürdün diye bir ülke oluşturuyorlar. 

Bırakın vilayet statüsünü, kazadan biraz büyük mutasarrıflık statüsüne bile ulaşmış bir yer değil. 
Ama İngilizler Şerif Hüseyin ailesine verilen sözlerin hiçbirini yerine getirmeyince manda yönetiminde kendilerine verilen bu araziye ailenin bir devlet kurmasını sağlıyorlar. İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar da askeri sorumluluklarını yükleniyorlar. Sadece adı devlet olan bir yapı kurduruyorlar. 

Sonra Irak'ta benzer bir yönetim kurmaya çalışıyorlar. 

II. Dünya savaşından sonra böyle bir ideal var mı? 

Söz konusu ideal zaman zaman konuşuluyor. Hatta Baas yönetiminden bazılarının da bu hevese sahip oldukları söylenir. 1958'de Nasır döneminde üç sene devam eden Suriye-Mısır birleşmesi gerçekleşiyor. 
Bu, acaba Araplar bir araya gelerek Pan-Arabizmi gerçekleştirebilecekler mi diye düşündürttü. 
Ama birleşmenin üç sene gibi kısa bir sürede akamete uğraması ümitleri bitirdi. Bugün bölgede daha geniş bir siyasi yapıyı destekleyecek ciddi bir beklenti yok. 

SURİYE ARTIK GERÇEKÇİ POLİTİKALAR İZLİYOR., 

Suriye şu anki sınırlarını-etki alanını kabullendi mi? 

Suriye'nin mevcut sınırlarını kabullenmesi zor oldu. Hatay'ın Türkiye Cumhuriyeti'ne dahil edilmesi çok uzun süre Türkiye-Suriye ilişkilerini etkiledi. Onlar da kendi içlerinde baktıklarında Ürdün diye bir devlet olmadığını, buranın aslında Suriye'nin tabii uzantısı olduğunu düşünüyorlar. Lübnan'ın ayrı bir devlet olarak kurulması onlar açısından kolay kabul edilebilir bir durum olmadı. Ama kendi başlarına o projeyi hayata geçirecek güçleri olmadığını anladıklarında realistleştiler. Türkiye uzun süredir "gerçekçi" politikalar izliyordu. Türkiye ve Suriye ilişkilerinin gelişmesi de aslında Suriye'nin "gerçekçi" politikalar  izlemesiyle alakalıdır. Aslında esas değişiklik Suriye kanadında olmuştur. 

1989'da ilk defa Suriye'ye giderken çok kişi, iki ülke arasındaki gerginlikten dolayı "gitme hayatını tehlikeye atıyorsun" dedi. Ben gittim ve hiçbir riskle karşılaşmadım. Şam'da kaldığım süre içerisinde Suriyelilerden hiç zarar görmedim. Orada yaşarken böyle bir hisse de kapılmadım. Ama öyle korku 
dolu genel bir intiba vardı. Sonrasında birkaç defa daha gittik. Mesela Eylül 2005'te Şam'da "Osmanlı Döneminde Biladü's-Şam" adlı uluslar arası bir konferans gerçekleştirildi. Bu, daha önce düşünülecek bir şey değildi. Suriye'de Osmanlı yönetimini konuşmak kolay değildi. Suriye yönetiminin ne kadar değiştiğini ve ne kadar gerçekçi bir noktaya geldiğini göstermesi bakımından bu çok önemli. Yine bu sene Şam'da "Osmanlı Döneminde Kudüs" toplantısı yapıldı. 

Önce toplumsal yakınlaşma mı gerçekleşti? 

Bence Suriye bu konuda gerçekçi bir çizgiye geldi. Suriye, dil ayrılığını bir yana bırakırsak toplum yapısı olarak Anadolu insanıyla çok ortak noktayı paylaşan bir ülke. Gittiğinizde de görürsünüz, Suriye, Şam, Halep'te İslamı yok etmediğiniz sürece Osmanlının izlerini yok edemezsiniz. 
Osmanlı yapıları epeyce azalmış ama gene de çok önemli konumdalar. Bunları yok etme şansları yok. Yıksalar bile artık bütün kayıtlara girmiş durumda. Hanlar, çarşılar… Suriye ekonomisinin kalbi durumuna gelmişler. Zaten bunları yok etmeye gerekçe olabilecek bir durum da yok. Emevi Camii çatısında başlayan ve Hamidiye çarşısına kadar uzanan 1893 büyük yangınından sonra camii tamiratı yapılırken başta kubbe olmak üzere Osmanlı camii mimarî unsurları ilave edildi. 

Bu ve benzeri Osmanlı izleri duruyor. Bunlar yok edilemez. 

FİLİSTİN ASLINDA OSMANLIYI KAYBETTİ! 

Ortak Osmanlı mirası coğrafyayı bütünleştiren bir unsur… 

Suriye ile Türkiye'nin ilişkilerinin gelişmesinde İsrail önemli bir faktör tabii. 
Hatta Arapların Osmanlıya ve Türkiye'ye bakışında Filistin meselesi çok önemli bir yerde duruyor. 
Bu, son dönemlerde Başbakanın söylemleriyle alakalı değil, Osmanlı döneminde var olan bağımsızlık ve özgürlüğün kaybedildikten sonra ne kadar kıymetli olduğunun anlaşılmasından kaynaklanıyor. 
Bir yabancı işgali olmadan 400 yıl Osmanlı hâkimiyeti altındaki hayatları çok farklıydı. Aslında Filistin Osmanlıyı kaybetmiştir ve Filistin Osmanlıyı kaybetmekle neleri kaybettiğini şimdi çok daha iyi anlıyor. 

Meşrutiyet Kongresi'nde Suriyeli Bakan Agha 'Abdülhamit Han, Siyonistlerin Filistin'e yönelik tekliflerine itibar etmedi. Ama biz ona çok zulmettik' dedi. 

Söylem olarak, evet. 

Bu hem tarihleriyle barıştıklarını hem belli bir noktada tavır aldıklarını gösterir, değil mi? 

Biliyorsunuz, uzun süre Araplar Osmanlıyı bölgeye hiç yatırım yapmamakla ve bölgeyi sömürmekle suçladılar. Şimdi iki söylem de iflas etti. Öncelikle Osmanlı dönemi söz konusu olduğunda sömürecek çok önemli bir şey yok. Hicaz bölgesi bağlamında zaten hiçbir şey yok. Sonradan petrolle gelir sahibi oldular. Suriye bölgesinin her zaman önemli bir geliri var. Ama oranın yıllık gelirinin önemli bir kısmı da Surre Alaylarına, yani bölge insanına harcanıyor. Anlaşıldı ki, geri kalmışlık Osmanlının bölgenin gelirlerini İstanbul'a veya Anadolu'ya aktarmasıyla alakalı değil. İkicisi ise bağımsızlık. 
Faysal kendisinin bölgeye hakim olacağını zannediyordu. Fransızlar onu bu rüyadan kötü bir şekilde uyandırdılar. Bağımsız bir devlet olmanın ne kadar büyük bir nimet olduğunu Osmanlı yönetimini kaybederek Batı emperyalizmiyle açık bir şekilde yüz yüze geldiklerinde anladılar. 

Sekülerizm, sosyalist söylem, İslamın gücünün kırılmaya çalışılması, İsrail zulmünün etkisini artırması… 
bunların hepsi birer faktör olarak karşımıza çıkıyor. Bu faktörler üzerinden geriye dönüp sorgulama yaptıklarında "Osmanlı hiçbir şey yapmadıysa, bu bölgeye hiçbir katkı sağlamadıysa 400 yıl bu tür bir zulme maruz bırakmadığı için bile bugünkünden daha değerli bir konumda" diyorlar. 
Bu sebeple Araplar son otuz yılda Osmanlıya bakışlarını değiştirdiler. Ama bu kanaatler henüz çok ciddi ilmi araştırmalara dayanmıyor. 

TARİHİMİZİ YAZARKEN KENDİ KAYNAKLARIMIZA DA BAKMALIYIZ 

Yakınlık toplumsal alanla sınırlı kalıyor… 

Arşive gittiğinizde Osmanlıcayı iyi bir şekilde öğrenmiş ve Osmanlıca belgeler üzerinde araştırma yapan üç tane Arap araştırmacıya rastlayamazsınız. Arapça kaynakları kullanan Türk akademisyenlere baksanız bir elin parmak sayısını geçmez. Yani bu yeni bakış açısının akademik olarak desteklendiği 
söylenemez. Bir süre Arap tarihinde Osmanlı diye bir dönem yok diye baktılar. 
En azından bu algı değişti. Bu bakış açısının bayraktarlarından biri Princeton Üniversitesinde Yakın Doğu Araştırmalarını kuran Philip Hitti idi. Okuyucular onu History of the Arabs adlı kitabından tanıyacaklardır. İlginçtir bu kitap Türkçeye "İslam Tarihi" olarak çevrildi. Orada Osmanlı tarihine, 400 yıllık tarihe ayırdığı kısım 35 sayfa. Albert Hourani'ye açıkça "Osmanlı döneminde Arap tarihi mi 
var?" diyor. Yok saymaktan bu noktaya gelmiş oluyorsunuz. Öncelikle zihniyet olarak bence devrim yaşandı. Zihniyette gerçekleşen bu değişimin akademik çalışmalara yansıması zaman alacak. 
Önce Osmanlı döneminde Arap tarihinin varlığını kabul edeceksiniz ki, onu, çalışmaya değer bir konu olarak ele alasınız. Bu havanın oluşmasında çok önemli sayılacak gelişmeleri ifade edeyim size. 2005 ve 2009'da Suriye'deki toplantılar, Mısır'da, Yemen'de, Cezayir'de yapılan toplantılar… Şimdi, Suudi Arabistan çok uygun görünmüyor. 
Çünkü kendisini meşrulaştırma sürecinde Osmanlı karşıtlığı çok önemli bir yerde duruyor. 
Irak şimdi bu tür ilmi toplantılar açısından uygun bir ülke değil. Birkaç sene öncesiyle kıyaslanamayacak kadar önemli mesafe alındı. Kudüs toplantısı malum sebeplerden dolayı Kudüs'te değil Şam'da yapıldı. Çok büyük bir zihniyet dönüşümü yaşanıyor. Benim temennim o ki, zihniyetteki bu dönüşüm akademik çalışmalara yansısın. 

TARİHTE EMPERYALİST SÖYLEM TERKEDİLMELİ 

Ortadoğu tarihçileri nasıl bir yol izlemeli? 

Araplar ve Türkler Batının 19. yüzyılda oluşturduğu hüsnü kuruntu içeren emperyalist söyleme dayalı sadece konsolos raporlarına dayalı olarak bölgenin tarihini yazmaktan vazgeçerek bu belgeleri de kullanarak her iki tarafın da belgelerine dayanan, Arapçayı ve Osmanlı belgelerini doğrudan kullanarak ve başkalarının üzerinden iletişim kurmadan tarih yazmalı. Bunun yanı sıra Alman, İngiliz, Rus belgelerine de bakılmalı. Uzun yıllar Batıda yapılan tarihçilikte sanki Suriye, Filistin, Hicaz, Mısır merkez İstanbul taşra gibi sunuldu. Biri center (merkez) diğeri periphery (çevre) gibi görüyor. Oradaki gelişmeleri ve bakış 
açısını merkeze alıyorlar. Sanki onlar İstanbul'daki yönetime tâbi değilmiş gibi, sanki kararlar İstanbul'da alınmıyormuş gibi tarih yazıldı uzun süredir. Bu bakış açısıyla bölgeyi sağlıklı anlamamız mümkün değil. Önce tâbi-metbu algısını oturtmanız lazım. Bu bölge bir büyük yönetimin, Osmanlı imparatorluğunun bir parçası. Burayla ilgili kararlar merkezde alınıyor, vilayetlerde uygulanıyor. 

Konsolosların yazdığı raporları mutlak doğru olarak kabul edemeyiz. 
Evin sahibini de dinlemek lazım. 

Osmanlı görevlilerinin yazdıklarının içeriklerine bakmak zorundayız. Elbette Osmanlı görevlilerinin her dediği doğru demiyoruz ama mukayeseli tarih yapmak zorundayız. Bölge üzerine yapılan tarihçilik maalesef bu noktaya gelmiş değil. 

TÜRK POLİTİKASI İLMİ VERİLERE DAYANMIYOR 

Türkiye'de tarihçi olmak ve Türk tarihçiliği hakkında ne düşünüyorsunuz? 

Türk tarihçiliğinin çok büyük problemleri var. 
Çok ciddi metodolojik problemleri ve oryantasyon, dağınıklık, sahipsizlik problemleri var. 
Biz henüz politikalarını ilmi verilere dayandırma kültürünü kazanmış değiliz. 
Bununla şunu kastediyorum; devlet, YÖK, üniversiteler önemli açılımlar sağlıyor ama YÖK'ün kendisi dahi önemli açılımlarını bilimsel verilere dayandırma anlayışına sahip değil. 
Türkiye'deki tarihçilerin gönüllü olarak bir araya gelenleri hariç kurumsal olarak bir araya gelme durumları yok. Dolayısıyla Türk tarihçiliğinin "ne çalışılmalı", "hangi yöntemlerle çalışılmalı", " Nasıl çalışılırsa daha sağlıklı sonuçlar elde edilir" Soruları çerçevesinde bir araya getirilip müzakeresi bile yapılmıyor. 

TÜRK TARİHÇİLİĞİ SAHİPSİZ 

Mesela Türk tarihçiliğinin çok önemli bir meselesi olarak Ermeni meselesi bağlamında Türkiye'nin uzun yıllardan beri bu konuda başı ağrıyor. Ama hala bugün Türkiye gibi büyük bir devletin Ermeni Araştırmaları Enstitüsü veya Merkezi veya Arşivi yok. Yani Osmanlı Arşivini kastetmiyorum. Tabi ki, Osmanlı Arşivinde Ermenilerle ilgili belgeler var. Ama o günden bugüne, Osmanlıdan sonra da bu mesele devam ediyor ve bu konuda bilgi, belge ortaya çıkıyor. Bunlar toplanıp da bir yerde araştırmacılarının kullanımına sunulmuyor. 
Türklerden çekirdekten yetişme bir tane Ermeni tarihçi yok. 

Yani lisansındayken bu konuya ilgi duymuş, Ermenice öğrenmiş, Ermenilerle ilgili gelişmeleri anlayabilecek Batı dillerini öğrenmiş, bu konuda yüksek lisansını, doktorasını, doçentliğini, profesörlüğünü almış ve uluslar arası itibar kazanmış bir tane Türk araştırmacı yok. 

Türk tarihçiliği o kadar sahipsiz bir konumdaki devletin en çok ihtiyaç duyduğu alanda bile devlet bunu organize edemiyor. 

Mesela Arap topraklarıyla ilgili devletin önemli açılımları, politikaları var. Bunun hemen akademik bilgiyle desteklenmesi lazım. Politikacıların, diplomatların okuyup öğrenmesi lazım. Akademisyenler politikacılara, diplomatlara servis yapsın demiyorum. Biz akademik bilgiyi üretiriz. 

Bunu siyaset bilimci kendi açısından kullanır, diplomat diplomatik ihtiyaçları için kullanır, siyasetçi siyaset yaparken kullanır. 
Ama biz akademik bilgiyi üretmiyoruz.  
Daha doğrusu güvenilir akademik bilgiyi üretecek akademisyen yetiştirecek mekanizmalarımız yok. 

Akademik bilgiyi de politikaya çeviremiyoruz… 

Bu konuda çok büyük problemler var. Ortadoğu tarihçiliği Türkiye'de henüz emekleme aşamasında. 
Bu alanda birkaç arkadaşız. Hiçbir kurumsal destek görmeden kendi imkânlarımızla çalışıyoruz. 
Bu konuda yetiştirmek istediğim öğrencilerime burs bulamıyorum. Arapçayı öğrenecekler, gidip bölgede kalacaklar, bir veya birkaç Batı dilini öğrenecekler… Öğrenebilmeleri için bu çocukların seyahat etmesi lazım. Bu sebeple kurumsal destek çok önemli. Eğer siz yetenekli bir adayı gitmek istediği ülkeye gönderecek maddi imkanı sağlamazsanız, istediği dili öğrenmesi için gerekli imkanı veremezseniz, araştırma yapmak için belli kütüphanelere gitmelerini sağlayamazsanız ciddi bir tarihçi olmasını bekleyemezsiniz. Bir dille, birkaç belgeyle artık bu bölge hakkında tarihçilik yapılamaz. 

Bunun inandırıcılığı da, güvenirliliği de olmaz. Tarihçiliğimiz maalesef şahsi gayretlerle gidiyor. Bir tarihçimiz bir konuyu önemsiyor, kendi imkânlarıyla bir öğrencisinin elinden tutuyor, vicdanını rahatlatmak, akademik kimliğinin gereğini yerine getirebilmek için yapabildiği kadar uğraşıyor. 

Kurumsal destek olmadığı için de her zaman istenilen seviyeye gelinemiyor. 
Benim sorularım bu kadar, sizin eklemek istediğiniz bir şey varsa… 

Yok. Teşekkür ederim. 

Ben de Teşekkür ederim. 

İlgili haber:  'Arapçılık Anakronizmdir'-1

Prof. Dr. Tufan Buzpınar kimdir? 

1961'de Kadirli'de doğdu. Liseyi Adana'da, Üniversiteyi Ankara'da tamamladı (1984). 

Manchester Üniversitesi'nde  (İngiltere) yüksek lisans (1986) ve doktora yaptı (1991). 1992–2001 yılları arasında 
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi'nde (İSAM) araştırmacı ve idareci olarak çalıştı. 
1998'de doçent, 2005 yılında profesör oldu. 2001'den itibaren Fatih Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi ve 2005'ten itibaren de bölüm başkanı olarak çalışmaktadır. 

Yayınları: 

MAKALELER 

Ş. Tufan Buzpınar, "Ahmet Cevdet Paşa'nın Suriye Valiliği", Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi/The Journal of Turkish Cultural Studies, Vol. 9, No. 9, Nov. 2003, pp. 37-52 
Ş. Tufan Buzpınar, "Ahmet Cevdet Paşa ve Araplar" Ahmet Cevdet Paşa, Ankara-Türkiye, Jun. 1995, pp. 167-178 
Ş. Tufan Buzpınar, "Bir Osmanlı Aydınının Kimlik Arayışı: Sâtı Bey'in Osmanlıcılıktan Arap Milliyetçiliğine Geçiş Serüveni", Arşiv Dünyası, No. 11, Jul. 2008, pp. 62-66 
Ş. Tufan Buzpınar, "Celal Nuri'nin Batılılaşma ve İslam Anlayışları Üzerine Notlar", Muhafazakar Düşünce , Vol. 4, No. 16-17, Jun. 2008, pp. 213-230 
Ş. Tufan Buzpınar, "Mustafa Kamil Paşa", TDV İslam Ansiklopedisi, Vol. 31, Oct. 2006, pp. 309-310
Ş. Tufan Buzpınar, "Mustafa Fazıl Paşa", TDV İslam Ansiklopedisi, Vol. 31, May. 2006, pp. 300-301 
Ş. Tufan Buzpınar, "'Diğer' Üzerinden Hesaplaşma: Celal Nuri ve Abdullah Cevdet'in Avrupa Tartışmaları Hakkında Bir Değerlendirme", Divan İlmi Araştırmalar, No. 19, Dec. 2005 
Ş. Tufan Buzpınar, "Şam'da Osmanlı İzleri", Toplumsal Tarih, No. 144, Dec. 2005, pp. 94-98 
Ş. Tufan Buzpınar, "Başa, Ahmet Muhtar", Mevsuatu Alami'l-Ulema ve'l-Udebai'l-Arab ve'l-Muslimin, Vol. 3, Dec. 2005, pp. 106-109 
Ş. Tufan Buzpınar, "Şam'da Tarihi Bir Kongre: Osmanlı Devrinde Bilad-ı Şam", Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, Vol. Güz 2005, No. 13, Dec. 2005, pp. 237-243 
Ş. Tufan Buzpınar, "Küreselleşme ve Osmanlı Tecrübesi Üzerine Birkaç Not", Türkiye Günlüğü, No. 82, Oct. 2005, pp. 29-35 
Ş. Tufan Buzpınar, "Mısrî, Aziz Ali", TDV İslam Ansiklopedisi, Vol. 30, Apr. 2005, pp. 2-3 
Ş. Tufan Buzpınar, "Midhat Paşa", TDV İslam Ansiklopedisi, Vol. 30, Apr. 2005, pp. 7-11 
* Tufan Buzpınar, "Vying for Power and Influence in the Hijaz: Ottoman Rule, the Last Emirate of Abdulmuttalib and the British (1880-1882)", The Muslim World, Vol. 95, No. 1, Jan. 2005, pp. 1-22 
Tufan Buzpınar, "Osmanlı Hilafeti Hakkında Bazı Yeni Tespitler ve Mülahazalar(1725-1909)", Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi/The Journal of Turkish Cultural Studies, Vol. 10, No. 10, May. 2004, pp. 1-38 
Tufan Buzpınar, "Osmanlı Hilafeti Meselesi: Bir Literatür Değerlendirmesi", Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, Vol. 2, No. 1, Jan. 2004, pp. 113-131 
Ş. Tufan Buzpınar, "Suriye ve Filistin'de Avrupa Nüfuz Mücadelesinde Yeni Bir Unsur: İngiliz Misyonerleri (19.Yüzyıl)", Islam Araştırmaları Dergisi/Turkish Journal of Islamic Studies, No. 10, Nov. 2003, pp. 107-120 
Tufan Buzpinar, "Lübnan", TDV İslam Ansiklopedisi, Vol. 27, Oct. 2003, pp. 248-254 
Tufan Buzpinar, "Lazkiye", TDV İslam Ansiklopedisi, Vol. 27, Oct. 2003, pp. 117-118 
Tufan Buzpinar, "Kevakibi, Abdurrahman", TDV İslam Ansiklopedisi, Vol. 25, Oct. 2002, pp. 339-340 
Tufan Buzpınar, ""Filistin Meselesinin Ortaya Çıkışında İngiltere'nin Rolü"", Türkiye Günlüğü, Vol. 68, No. 1, Jan. 2002, pp. 17-23 
* Tufan Buzpınar, "The Repercussions of the British Occupation of Egypt on Syria, 1882-1883", Middle Eastern Studies, Vol. 36, No. 1, Jan. 2000, pp. 82-91; 
"Arap Milliyetçiliğinin Osmanlı Devletinde Gelişim Süreci", Osmanlı, II, Ankara 1999, 168-178. 
Tufan Buzpınar, "Osmanlı Suriye'sinde Türk Aleyhtarı İlanlar ve Bunlara Karşı Tepkiler, 1878-1881", İslam Araştırmaları Dergisi/ Turkish Journal of Islamic Studies, No. 2, Apr. 1998, pp. 73-90 
Tufan Buzpinar, "Havran", TDV İslam Ansiklopedisi, Vol. 16, Oct. 1997, pp. 539-541 
Tufan Buzpinar, Mustafa Küçükasci, "Haremeyn", TDV islam Ansiklopedisi, Vol. 16, Oct. 1997, pp. 153-157 
Tufan Buzpınar, ""Suriye'ye Yerleşen Cezayirlilerin Tabiiyeti Meselesi 1847-1900", İslam Araştırmaları Dergisi/Turkish Journal of Islamic Studies, Vol. 1, No. 1, Jan. 1997, pp. 91-106 
Tufan Buzpınar, "Opposition to the Ottoman Caliphate in the Early Years of Abdulhamid II, 1877-1882", Die Welt des Islams, Vol. 36, No. 1, Apr. 1996, pp. 59-89 
Tufan Buzpınar et.al., "Resources on Syria in the Turkish Archives", Syrian Studies Newsletter, Vol. 3, No. 1, May. 1995, pp. 1-4 
* Tufan Buzpınar, ""The Hijaz, Abdulhamid II and Amir Hussein's Secret Dealings with the British"", Middle Eastern Studies, Vol. 31, No. 1, Jan. 1995, pp. 99-123 
Tufan Buzpınar, "II. Abdülhamid Döneminin İlk Yıllarında Filistinde Yahudi İskanı Girişimleri", Türkiye Günlüğü, No. 30, Oct. 1994, pp. 58-65 
Tufan Buzpınar, "Abdulhamid II and Sayyid Fadl Pasha of Hadramawt", Journal of Ottoman Studies, Vol. XIII, No. 1, Jan. 1993 


TEBLİĞLER 


Ş. Tufan Buzpınar, "Kaostan İstikrara: II. Abdülhamid Döneminin İlk Yıllarında Suriye", Uluslararası Osmanlı Dönemi Arap Coğrafyası ve 
    Türk-Arap İlişkileri Sempozyumu, İstanbul/Türkiye, May. 2009, 
Ş. Tufan Buzpınar, "Filistin Meselesinin Doğuşu: Osmanlı Dönemi", Uluslararası Yaşayan Filistin Sempozyumu, İstanbul/Türkiye, May. 2009, 
Ş. Tufan Buzpınar, "Mescid-i Aksa ve Çevresindeki Kazı Çalışmaları", Uluslararası Mescid-i Aksa Sempozyumu, Istanbul, Apr. 2009, 
Ş. Tufan Buzpınar, "II. Meşrutiyet Dönemi Arap Topraklarında Osmanlı Yönetimi Tarihçiliği: Problemler, Öneriler", İstanbul/Türkiye, Oct. 2008, 
Ş. Tufan Buzpınar, "II. Abdülhamit Dönemi Hilafet Meselesi", Vefatının 90. Yıldönümünde II. Abdülhamit, İstanbul/Türkiye, Oct. 2008, 
Ş. Tufan Buzpınar, "Suriyelilerin Meşrutiyet Algılamaları", Yüzüncü Yılında İkinci Meşrutiyet/The Second Constitutional Period on its Centeneray, 
    İstanbul/Türkiye, May. 2008, 
Ş. Tufan Buzpınar, "Anglo-Ottoman Confrontation in the Yemen during the Reign of Abdulhamid II (1876-1908)", Turkish Yemeni Relations, Sana'a- Yemen, Jan. 2008, 
Ş. Tufan Buzpınar, "Altunizâde Ailesi", Üsküdar Sempozyumu IV, İstanbul/Turkey, Nov. 2006, 
Ş. Tufan Buzpınar, "Osmanlı Son Dönemi Arap Muhalefeti Üzerine Bir Değerlendirme", International Committee of Pre-Ottoman and Ottoman Studies, 
    Trabzon-Türkiye, Sep. 2006, 
Ş. Tufan Buzpınar, "Makamat-ı Mübareke Meselesi ve Kırım Harbi", Savaştan Barışa: 150. Yılında Kırım Harbi, İstanbul-Türkiye, May. 2006, Savaştan Barışa: 150. 
    Yıldönümünde Kırım Savaşı ve Paris Antlaşması, pp. 181-192 
    Tufan Buzpinar, "The Repercussions of the Russian-Ottoman of 1877-1878 on the Ottoman Arab Provinces", Ankara-Turkey, Dec. 2005, The Ottoman Russian War of 1877-1878, pp. 227-241 
Ş. Tufan Buzpınar, "How Should We Study the History of Ottoman Rule in Bilad al-Sham?", International Congress on Bilad al-Sham During the Ottoman Era,  Damascus, Sep. 2005, 
Tufan Buzpınar, "Osmanlı Son Dönem Tarihi Nasıl Ele Alınmalı? Problemler, Öneriler", Ankara/Türkiye, Apr. 2001, 
Tufan Buzpınar, Ahmet Cevdet Paşa Sempozyumu, İstanbul, Jan. 1995, "Ahmet Cevdet Paşa'nın Suriye Valiliği" , pp. 109-121 

KİTAP BÖLÜMLERİ 

Tufan Buzpınar, " II. Abdülhamid Döneminde Filistine Yahudi Göçü Meselesi (1878-1908)", Türkler, Yeni Türkiye Ş. Tufan Buzpınar, " 
                       "II. Abdülhamit Döneminde Osmanlı Hilafetine Muhalefetin Ortaya Çıkışı, 1877-1882", Hilafet Risaleleri I", haz. İsmail Kara, Klasik yayınları, İstanbul 2002. 
Shirin Akiner (Çev. Tufan Buzpinar, Ahmet Mutu), "Sovyet Müslümanlari", insan yayinlari, İstanbul 1995. 
  "The Question of Caliphate under the Last Ottoman Sultans", in F. Zachs and I. Weismann (eds.), Ottoman Reform and Muslim Regeneration: Studies in Honor 
   of Butrus Abu-Manneh, I. B. Tauris, London 2005, s. 1-18.

http://www.dunyabulteni.net/tarih-ve-toplum-konusmalari/96680/osmanli-ve-araplar-2

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder