Yılmaz ARSLAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yılmaz ARSLAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Kasım 2019 Salı

GEÇMİŞİMİZLE BUGÜNÜ MUKAYESE YAZILARI., BÖLÜM 7

GEÇMİŞİMİZLE BUGÜNÜ MUKAYESE YAZILARI.,   BÖLÜM 7



YENİDEN  ULUSLAŞMA  PROGRAMI
                                                                          


Prof.Dr.ANIL ÇEÇEN 

      Türkiye Cumhuriyeti bir ulus devlet olarak dünyaya gelmiş ve yüzüncü yılına girerken  bugün de gene bir ulus devlet olarak varlığını sürdürmektedir . 
Tarihin kesişme noktasında bir ulus devlet yapılanması ile dünya sahnesine çıkan Türk devleti  aradan geçen yüz yıllık zaman dilimi sonrasında ortaya çıkan  yeni koşullar ve değişim süreci içerisinde öne geçen  hegemonya iradeleri  aracılığı ile dıştan güdümlü bazı planlar doğrultusunda köklü bir dönüşüme uğratılmak istenmekte ve bu çizgide tarihten gelen Türk ulus devlet modeli ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır . 
Tarihin her döneminde öne geçen güçler ya da yeni oluşan büyük devletler, hem kendi hegemonya alanlarını olabildiğince genişletmek hem de bu doğrultuda yeni bir dünya düzeni kurarak merkeze kendileri oturmak isterler .
Millattan önceki dönemlerde başlayan  evrensel hegemonya kavgası  çeşitli aşamalardan geçerek bugüne kadar gelmiş ve ortaya çıkan yeni güçler tarihin her döneminde  hem kendi siyasal yapılanmalarını öncelikli olarak oluşturmaya çalışmışlar ,hem de bu doğrultuda merkezinde kendilerinin bulunduğu bir yeni dünya düzeni arayışını ,sahip oldukları büyük güç ile dışarıdan baskı yolları  uygulayarak kurmaya çalışmışlardır .  
Her çağın kendine özgü koşulları bu tip arayışları canlı tutarak var olan siyasal devlet düzenlerini önce tehdit etmiş, sonrada bunların ortadan kalkarak yerine yeni düzenlerin kurulmasına öncülük etmişlerdir .
Türkiye Cumhuriyeti  kendisinden önce merkezi coğrafya da devlet olma şansını elde etmiş olan iki büyük imparatorluğun çöküşü sonrasında ,onlardan arda kalan birikimi örgütleyerek  geniş topraklarda kurulmuş olan bir ulus devlettir . 
Yirminci yüzyılın başlarına gelindiğinde ortaya çıkan birinci cihan savaşı sırasında imparatorlukların tarih sahnesinden çekilmek zorunda kaldıkları bir aşamada , ulus devletlerin beşiği olan Avrupa kıtasının yanı başında ve ona sınırdaş bir komşu olarak Türkiye Cumhuriyeti kurulurken, ulus devlet modeli seçilmiş ve bu doğrultuda önceden hazırlanarak uygulama alanına getirilen bir uluslaşma programı ile  de, zaman içerisinde  ulusçuluk akımı  Türkçülük çizgisinde örgütlenerek , Anadolu da bir Türk devleti ulus devlet modeline uygun bir biçimde kurulmuştur . 
İmparatorluklar çökerken , tarihin kırılma noktasında ulus devletler onların yerine öne çıkmış ve onların toprakları üzerinde kendi ulusal sınırlarını çizerek  zamanın ruhunu temsil eden ulus devlet modeli  benimsenmiş ve  Türkiye Cumhuriyeti bir yeni siyasal oluşum olarak dünya haritasındaki yerini almıştır . 
Tarihin sürekliliği sürecinde  olaylar hızlı gelişmiş ve Osmanlı İmparatorluğunu çökerten  batının emperyalist devletlerine karşı bir  var olma savaşı  ulusal çizgide verilmiştir. Böylece ortaya çıkan ulusal kurtuluş savaşı zafere ulaşınca ,Türkler tam bağımsız yeni ulus devletlerine kavuşmuşlardır İmparatorluklar çökmese ve onların yerini ulus devletler almasa Türkiye Cumhuriyeti de yirminci yüzyılın başlarında bir ulus devlet olarak dünya sahnesine çıkamayabilirdi .
Ulus devletlerin kuruluşu ve yapılanmaları ile ilgili olarak dünyanın siyasal konjonktürü olumlu koşullar yaratmıştır . On beşinci yüzyıldan sonra küresel bir yönlenmeye giden  yerkürenin  içine girdiği her dönemde ya yeni siyasal oluşumlar gündeme gelmiş ,ya da bunların sonucunda birbirinden farklı devlet modelleri tarih sahnesinde  boy göstermeye başlamışlardır . İnsanlığın doğuşu , dünyaya yayılması  ve uzun bir süre sonrasında  önce Orta Doğu, sonra da Avrupa merkezli olarak  yönlendirilmesi  bugünkü tarihi hazırlayan oluşumlar zincirinin ilk halkasıdır . 
Avrupa devletleri sömürgecilik yaparak dünyaya egemen olurlarken aynı zamanda  uzun süre birlikte yaşama şansını elde ederek uluslaşma olgusunu  da yaşamaya başlamışlardır . Avrupa’nın sömürge imparatorlukları kendi aralarında uluslaşma oluşumu içine girdikleri  yeni  aşamada , devlet yapıları ulusal topluma dayalı bir biçimde gelişmeler göstermiştir . 
Bu sürecin patlama noktası Fransa’da on sekizinci yüzyılın sonlarında ortaya çıkınca , Fransız devrimi gerçekleşmiş ve bütün Avrupa ülkelerini  uluslaşma çizgisinde yönlendirmiştir . 
Büyük Fransız devrimi sonrasında Avrupa ülkelerinde derin  sarsıntı ve çalkalanmalar yaşanmış ve bu durum üç yüzyıl boyunca  sürerek uluslaşma olgusuyla birlikte ulus devletlerin oluşumunu da hazırlamıştır .
Bugünün Avrupa haritasında yer alan bütün ulus devletlerin oluşumları, yüzyıllar geride kalırken tamamlanmış ve bugüne yönelik siyasal yapılanmalarını bu doğrultuda tamamlamışlardır .
Başta Fransız ulusu olmak üzere  , batının gelişmiş zengin ülkelerinde  ortaya çıkan uluslaşma olgusu ile birlikte bugünün modern  ulus devletleri günümüz dünyasında yerlerini almışlardır . Avrupa kıtasında başlayan uluslaşma olgusunun zamanla diğer kıtalara da yayıldığı görülmüştür .
Türkiye Cumhuriyeti bu nedenle, uluslaşma olgusunu Avrupa kıtasından sonra Orta Doğu bölgesine taşıyan tek  köprü devlet olmuştur . Ulusları hayali cemaatlar konumundan kurtararak, toplumsal gerçeklik olmalarını sağlayan üç yüzyıllık Avrupa’daki uluslaşma sürecidir .
Avrupa kıtasının yanı başında imparatorluklar sonrası dönemde bir ulus devlet olarak  Türk devleti  kurulurken , bu kıtada yaşanmış olan üç yüzyıllık uluslaşma olgusu çevre ülkeler ile birlikte Türkiye’yi de yakından etkilemiş ve birinci cihan savaşı sonrasında var olma mücadelesini kazanan Türkler, kendi ulus devletlerini üç kıtanın ortasında yer alan merkezi coğrafya da  kurmuşlardır . Bugün hala Orta Doğu’da tek ulus devlet olarak hareket eden Türk devletinin bu coğrafyada etkili olarak kendi devlet modelini çevre ülkelerine  taşımak gibi bir misyonu geçen yüzyıldan bugüne gelerek devam etmiştir .Ne var ki , bu coğrafyayı bölgesel olarak kontrol etmek isteyen emperyalizm ve Siyonizm gibi hegemonyacı akımlar,  bölgeye ulus devlet modelinin girmesini istemedikleri için bu alandaki tek ulus devlet olan Türkiye Cumhuriyetini ortadan kaldırabilmenin arayışı içinde olmuşlardır .Eski Osmanlı hinterlandında yaşayan Arap kökenli toplulukların  bir araya gelerek kendi ulus devletleri olarak bir  büyük Arap Birliği devleti kurmalarının önlendiği  bu  aşamada, emperyalistler aynı doğrultuda Türk ulus devletini  de ortadan kaldırarak , oluşturulacak küçük etnik ya da tarikatçı eyaletler aracılığı ile bir bölgesel  konfederasyon  ortaya çıkarabilmenin peşinde koşmaktadırlar . Onların bu tür olumsuz girişimleri yüzünden Arap ülkeleri bir araya gelerek kendi ulus devletlerini kuramamakta , aynı biçimde de  Türklerin bir ulusal kurtuluş savaşı vererek tarih sahnesine çıkarmış oldukları  Türk ulus devletinin , gelecekte  varlığını sürdürmesi iyice tehlike altına girmektedir . Bugün hala kıtasal birlik baskıları altında kalan Avrupa devletleri  ulus devlet modellerini  bir ölçüde  koruyarak çağdaş dünyada ulus devlet olabilmenin getirdiği haklardan yararlanmaktadırlar .

Yirmi birinci yüzyıla doğru dünya giderken , soğuk savaş  döneminde ikinci siyasal kutbu oluşturan sosyalist sistemin dağılması ve eski sosyalist halk cumhuriyetlerinin  ortaya yeni ulus devletler  olarak çıkmasıyla birlikte,  yeni kuşak bir uluslaşma olgusu  ikinci kez yaşanmış ve  Birleşmiş Milletler örgütü içinde üye olarak yer alan ulus devlet sayısı iki yüzü geçmiştir . Devletlerin statüsü Birleşmiş Milletler aracılığı ile ulusal bir çizgide devam ederken, batı kapitalizmi küresel bir yapılanmaya yönelmiş ve ortaya çıkan evrensel  emperyalizm döneminde büyük devletlerin eyaletler üzerinden parçalanmaya sürüklenmeleri , terör ve savaş konjonktürleri ile beslenmiştir .Küresel sermayenin  ekonomi üzerinden dünyaya egemen olabilmenin çabası içine girdiği  bu nokta da  , ulus devletlere savaş açılmış ve terör eylemleri ile  küçük ulus devletçikler yaratılarak büyük ulus devletlerin tekelci şirketlere direnmelerinin önü kesilmeye çalışılmıştır . İnsan hakları ve demokrasi görünümünde kişilerin alt kimlikleri kışkırtılarak ve alt kimlik devletçikleri eyaletler halinde geliştirilerek , var olan ulus devletlerin dağılma ve parçalanmaya giden  yola sürüklenmeleri açıkça desteklenmiştir . Bu aşamaya geçilmesiyle birlikte uluslaşma süreçleri kesilerek alt kimlikler üzerinden çok kültürlü kozmopolit toplumlar yaratabilmenin arayışları  öne çıkmıştır .Dünya çapındaki siyasal oluşumların perde arkasında yer alan  küresel şirketler dünya egemenliğine sahip olabilmek ve bunu büyük devletler ile paylaşmamak  üzere ulus  devletleri küçültebilmenin  yollarını aramışlar ve ekonomiyi bir silah gibi kullanarak ulus devletlerin tasfiyesini gündeme getirmişlerdir . Tasfiye girişimleri ciddi boyutlarda  var olan hukuk düzenleri açısından  devlet yıkıcılığı misyonunu öne çıkarmış ve yüz yıl önce imparatorlukların çöküşü üzerine gündeme gelen ulus devletler, bu kez  eski imparatorluklar gibi parçalanarak yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya kalmışlardır .

     Ulus devletler hem bir tarihsel sürecin içinde  gerçekleşen bir dönüşüm ile ortaya çıkmışlar hem de tarihin bu aşamasında çeşitli ülkelerde ortaya çıkan ulusal hareketlerin  hazırladığı uluslaşma programlarının uygulama alanlarına aktarılmasıyla gerçeklik kazanmışlardır .Türkiye Cumhuriyeti de Osmanlı devletinin çöküşü aşamasında cumhuriyetçi toplum kesimlerinin hazırladığı uluslaşma  programının devreye sokulmasıyla  siyasal alanda gerçeklik kazanmıştır . Türk devletinin kurucu önderi Atatürk,  gönlünde bir büyük sır olarak sakladığı cumhuriyet projesini yavaş yavaş  uygulama alanına getirirken, tarihin derinliklerinden gelen Türklerin modern anlamda uluslaşmaları için yeni bir program hazırlayarak  yola çıkıyordu . Ulusal kurtuluş savaşı için Samsun’a ayak basmadan önce  İstanbul’da altı ay ikamet ederek ulusal kurtuluş savaşının hazırlıklarını tamamlıyor ve aynı çalışma içinde savaşın kazanılmasından sonra uygulama alanına getirilecek cumhuriyet devleti ile birlikte  Türk ulusuna bağımsızlık kazandırma düşüncesi detaylandırılarak belirli  bir uluslaşma programına bağlanıyordu .Daha önceleri tarihin her döneminde imparatorluklar kurarak ayakta kalan Türkler, batı emperyalizmi tarafından tarih sahnesinden silinmeye çalışılırken , ulusal kurtuluş savaşı ile yeniden varlıklarını kazanarak kurdukları cumhuriyet devletinin çatısı altında sonsuza kadar  ulusal bağımsızlık  statüsü içinde geleceğe dönük yaşamlarını güvence altına alıyorlardı . Cumhuriyet devleti  Atatürk’ün  gizli bir sırrı  olmaktan çıkarak kurulurken , Türk ulusu da diğer çağdaş uluslar gibi tarih sahnesinde yeniden doğma şansını elde ediyordu . Burada kurucu önder Atatürk’ün cumhuriyet devleti projesi ile birlikte ,uygulama alanına getirdiği uluslaşma programının , Türklüğün var olarak geleceğe dönük bir biçimde kurumlaşabilmesinin  önde gelen  dayanak noktası olduğu görülmektedir .

Atatürk savaşı kazanıp devleti kurduktan sonra yeniden yapılanmaya yöneldiği aşamada  cumhuriyet devletinin toplumsal taban kazanabilmesi amacıyla öncelikle Millet Mektepleri’ni kuruyordu .  Milli bir devlet kurmak üzere yola çıkmış olan ulusalcıların devleti temellendirirken  Millet Mektepleri gibi bir örgütlenmeye öncelik vermeleri , gerçekçi bir girişim olarak kısa zamanda sonuç vermiş ve eski Osmanlı ahalisinden  gelen Türk halkı  bu okullar üzerinden  Türk milleti kavramını benimseme aşamasına gelmiştir . Atatürk milli bir devlet kurulabilmesi için dayanak noktası olacak toplumun ,uluslaşması gerektiğini iyi biliyordu . Bu yüzden  Millet Mektepleri’ne  öncelik vererek ülke düzeyinde bir ulusallaşma heyecanının örgütlenmesine dikkat ediyordu .Devletin ilk aşamasında yurdun her köşesinde kurulan  bu mektepler aracılığı ile halk kitleleri ulus gerçeği ile karşılaşıyordu. Millet olabilmenin derslerinin verildiği bu çatıların altında, zamanla Türk milletinin tarih sahnesine çıkacağı bir oluşumun örgütlenmesi tamamlanmaya çalışılıyordu . Toplumların uluslaşmasında ana unsur olarak kurucu bir misyon üstlenen ulusal dil  Türkçe,bu mektepler aracılığı ile halk kitlelerine öğretiliyordu . Ayrıca , cumhuriyetin kuruluş aşamasında   toplumsal ve siyasal devrimler sırası ile uygulama alanına getirilirken , Millet Mektepleri Arap alfabesinden Latin alfabesine geçişin ana merkezleri  konumuna gelerek , Türklerin ulusal dili olan Türkçe’nin çağdaş uygarlığın bir parçası olmasının önü açılıyordu . Millet Mektepleri , uluslaşma programının ilk maddelerinden birisi olarak cumhuriyet devleti tarafından kararlı bir biçimde  çalıştırılmıştır .

Osmanlı döneminde Anadolu’da kurulan Türk Ocakları örgütü de  Türkleşme olgusunun gerçeklik kazanmasına katkıda bulunarak uluslaşma olgusuna destek sağladığı için  Türkiye’nin  uluslaşarak bir ulus devlete dönüşmesinde önemli ölçüde etkin olmuştur .Yeni kurulan devletin Türklük yapılanması ile bağdaşmayan diğer toplum kesimlerinin farklı ulus devletlere yönelmesini önlemek üzere de, daha sonraları Halkevleri adı altında geniş bir tabana yayılan halkçılık uygulaması ile, milliyetçilik oluşumu dengelenerek farklı kökenlerden gelen halk kitlesi üzerinde bir  devlet  millet kaynaşması yaratılmaya çalışılmıştır .Irkçı olmayan bir ulus devlet kurulurken milliyetçilik ilkesi  Rus devriminde olduğu gibi halkçılık anlayışı ile dengelenmeye çalışılmıştır . Rusya’da bölücü milliyetçiliğe karşı bir baskıcı bir  devlet halkçılığı uygulaması ile denge arayışına girilirken , Türkiye’de de toplum içinde  baskıcı bir milliyetçiliğe karşı çıkışlar geniş bir halkçılık uygulaması ile dengelenerek bölünme ya da dağılmaya giden yolların önü  kesilmeye çalışılmıştır . Türkçe’nin yaygın olduğu topraklardan gelerek Türk devletinin çatısı altına giren Türk toplulukları ve diğer gruplar halkçılık özüne dayanan bir ulusalcılık anlayışı ile kucaklanmaya  çalışılıyordu .Halkçı girişimler ile etnik farklılıkların aşılmak istenmesi ,  oluşturulmakta olan millet yapısının  parçalanmasına  giden yolları kapatıyordu . Etnik ve kültürel farklılıklar bir zenginlik olarak görülürken uluslaşma programı ile de uyum sağlanıyordu .

Atatürk savaşı kazanıp devleti kurduktan sonra  yaşamının son döneminde  kurmuş olduğu yeni devlet düzenini geleceğe dönük olarak kurumlaştırmaya çaba gösterirken , Çankaya köşküne çekilerek bu doğrultuda önemli çalışmalar yapmıştır .İçe dönük bir milliyetçilik uygulaması sorun çıkartmaya başlayınca, halkçılık uygulamaları yeni dengelerin oluşturulabilmesi için devreye sokulmuştur . Ayrıca , uluslaşmanın ana gövdesini oluşturan Türklüğü çeşitli yönleri ile incelemek  üzere Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu  gibi iki önemli kurumu ulusal varlığın temel direkleri olarak kurmuş ve bu kurumların her sene düzenledikleri bilimsel çalışmalara katılarak , Türk ulusunun bilimsel açıdan da  uluslaşabilmesi   için elinden gelen her çabayı göstermiştir . Daha sonraki yıllarda  bu doğrultuda oluşturulan , Türk Folklor Kurumu , Türk Coğrafya Kurumu  ,Türk Kooperatifcilik Kurumu ve Türk Hukuk Kurumu gibi örgütsel yapılar kurulmakta olan devlete paralel kamu kurumları olarak öne çıkarılarak ,bunların devlet ile millet arasında toplumsal  bağlantıyı sağlayan köprüler olarak devreye girmeleri sağlanıyordu . Kemalist rejim bir ulus devlet kurarken , toplumun uluslaştırılmasına  öncelik veriyor ve bu doğrultuda atılan  her adımı planlı bir biçimde örgütleyerek  kısa zamanda devleti ve ulusu ile bütünleşmiş  bir Türkiye Cumhuriyeti ‘nin öne çıkması için her yolu deniyordu. Toplumsal yaşamın her alanında başında “Türk” adı ile yer alan kurumsal yapıların öne çıkarılmasıyla ,Türkleşme üzerinden uluslaşma olgusunun tamamlanmasına öncelik veriliyordu . Türklük ,bir uluslaşma planı çizgisinde cumhuriyet devletinin toplumsal  yapısının adı olarak öne çıkartılıyordu .Batının önde gelen ulus devletlerine benzer bir ulusal yapının siyasallaşması doğrultusunda devlet eli ile uygulanan uluslaşma planının kısa zamanda sonuç verdiği görülüyordu .

                Türkiye Cumhuriyeti böylesine planlı  bir merkezi oluşum ile dünya sahnesine bir ulus devlet olarak çıkmış ve devlet organlarının bu plan doğrultusunda bir çalışma düzenine kavuşturulması ile yüz yıla yakın bir dönemi başarıyla geride bırakarak, bugünkü  koşullarda dünyanın önde gelen devletleri arasında hak ettiği yeri  elde etmiştir . Ne var ki , sosyalist sistemin dağılması üzerine dünya küreselleşme adı altında farklı bir yöne doğru değişirken , tekelci küresel şirketler var olan ulus devletlere karşı planlı saldırılara geçerek ve  şirketlerin egemenliğinde bir yeni dünya düzenini kurmak amacıyla ulus devletleri ortadan kaldırarak, kapitalist sistemin tekelinde bir küresel dünya düzeni peşinde koşmaya başlamışlardır . Bu nedenle , dünya haritasında yer alan bütün ulus devletlerin böylesine bir küresel saldırıya karşı ayakta kalabilmek için öncelikle kendilerini korumak zorunluluğu  bir hak olarak vardır .Tehditler karşısında her ulus devletin  varlığını  ve haklarını koruyabilmek amacıyla ikinci bir uluslaşma planını devreye koymak  zorunluluğu vardır . İkinci olarak da  küresel saldırılara karşı ulus devletlerin bir araya gelerek bölgesel ve küresel korunmalarını sağlayacak yeni  uluslararası örgütlenmelerin çatısı altında hareket etmeleri ,bölünme ya da parçalanma gibi olumsuz sonuçlara gidebilecek  sürüklenmelerin önünü kesebilecektir . Özellikle bugün Birleşmiş Milletler çatısı altında bir araya gelmiş olan ulus devletlerin gene bu örgütün aracılığı ile, ulus devletlerin  yarım kalmış uluslaşma süreçlerini tamamlayacak ,ikinci uluslaşma  programlarını, uluslararası konjonktür oluşturarak  desteklemesi olumlu sonuç almak açısından zorunlu görülmektedir . Bu doğrultuda da her ulus devlet kendi siyasal gerçekliği içinde kendi  toplumlarının uluslaşmasını tamamlayabilecek  yeni uluslaşma programlarını devreye sokmaları   mümkün olabilecektir .Bütün ulus devletlerin parçalanma ya da dağılma noktasına getirildiği küreselleşme aşamasından istikrarlı bir biçimde çıkabilmenin yolu olarak da ikinci uluslaşma programları  etkin bir biçimde yararlı olacaklardır .

                Türkiye Cumhuriyeti  kuruluş yıllarında devlet olarak örgütlenirken, adları milli kavramı ile bütünleşen Milli Savunma Bakanlığı  ve Milli Eğitim Bakanlıkları kurularak hükümetler içinde yer almış ve böylece ulus devlete saldırı sürecinde uygulanan milli politikalar ile devletin devamlılığı sağlanabilmiştir . Bugün ise ulus devletin korunabilmesi için benzeri bir yaklaşımın kültür ve ekonomi alanlarında gündeme getirilmesi gerekmekte ve kurulacak Milli Kültür bakanlığı aracılığı ile yarım bırakılan uluslaşma sürecinin hızlanarak devam etmesi sağlanacak ve benzeri bir yapılanmanın ekonomi alanında gerçekleştirilmesini sağlayacak  Milli Ekonomi  Bakanlığının da bir an önce kurulmasıyla ,  emperyalist ülkelerin ekonomik saldırılarına karşı Türk ekonomisinin  korunması  söz konusu olabilecektir . Bu arada ekonomide dışa açılmayı yönlendirecek bir Dış Ekonomik İlişkiler Bakanlığı gibi  farklı bir örgütlenmeye daha önceki dönemlerde olduğu gibi  gidilebilir . İç ve dış ekonomik ilişkiler yeniden düzenlenirken milli ekonominin yönetiminin devletin elinde bulunması , kitlelerin acil   gereksinmelerinin yeterli düzeyde karşılanabilmesi açısından yararlı katkılar sağlayabilecektir . Belirli bakanlıkların adına milli kavramının eklenmesi, o alanlardaki bütün kamu hizmetlerinin ulusal çıkarlar doğrultusunda ele alınmasını ve geleceğe dönük  ulusun yararına olabilecek bir düzeyde  yönetiminin başarılmasını sağlayabilecektir . Ulus devletlerin ekonomi üzerinden piyasalar kullanılarak çökertildiği dikkate alınırsa  , ekonomi alanında  bir milli ekonomi  yapılanmasına yönelmek için bir milli ekonomi bakanlığı başkent merkezli olarak öncelikli bir biçimde kurulacaktır . Ülkenin var olan ekonomik potansiyelinin bütünüyle ülke yararına kullanılabilmesi için milli ekonomi bakanlığına var olangereksinme ,sömürgeci baskılar nedeniyle aciliyet kazanmaktadır .

                Ulus devletlerin varlığı ve geleceğe dönük olarak devamlılığı açısından zorunlu bir  dayanak olarak milli kültürün  , Milli Kültür Bakanlığı aracılığı ile örgütlenmesi  amaca hizmet açısından önem taşımaktadır . Türkiye Cumhuriyetinin bütün dünya ülkelerinde bir milli devlet olarak tanınmasını sağlayacak bir  örgütlenme son yıllarda milli kültür ile hiç  bir yakınlığı bulunmayan  Yunus Emre adına örgütlenmesi , kültürel alanda Türkiye’nin milli çizginin uzağında kalmasına neden olmuştur . Yunus Emre  iyi bir şair ve de kültür adamı olmasına rağmen , bir ulus devletin taşıması gereken milliliğe uzak kalmış bir kişiliktir . Türk devleti denilince akla milli kültürün gelebilmesi için milliyetçi kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyetinin bir ulus devlet olarak kurulabilmesine öncülük yapmış olan  Atatürk ,Yusuf Akçura ya da Ziya Gökalp gibi  ağırlıklı isimlerin altında uluslararası kültür merkezleri ağı kurulabilirdi ve ancak o zaman Türk kültürünün bir milli kültür olarak diğer ülkelerin milli kültürleri ile rekabet edebilmeleri sağlanabilirdi . İkinci uluslaşma programı döneminde hem bakanlığın hem de  kültür merkezlerinin milli çizgide değiştirilmesi ,yeni bir kültürel atılımın  göstergesi olarak , Türkiye’nin yarım kalmış olan uluslaşma sürecinin tamamlanmasına  önemli ölçüde katkılar  sağlayacaktır .
                İkinci uluslaşma programının ana amacı  yarım kalmış uluslaşma sürecinin her türlü olumsuz koşula yada etkiye rağmen  tamamlamaktır .Atatürk’ün getirmiş olduğu milli yapılanmayı bugün devam ettirecek yeni bir kitlesel örgütlenme  tıpkı Halkevleri gibi  devlet eliyle kurularak devreye sokulabilir . Nitekim bu doğrultuda daha sonraları  Millet Kıraathaneleri gibi  Osmanlı döneminden gelen geçmişi güncelleştirecek yeni bir çıkış sergilenmiş ama bunun devamı getirilememiştir . Türk milleti çoktan ortaçağ uzantısı kıraathaneleri geride bırakmış ama giderek modernleşen şehir yapılanmaları içinde ana unsur çağdaş kafeler uygulaması olmuştur . Avrupa kıtası Rönesans dönemi kafeleri ile ortaçağdan çıkarak çağdaşlaşma sürecine girerken  , Türkiye’nin  Osmanlı dönemi özlemini yansıtan kıraathaneler ile orta çağ dönemine yönelmesi düşünülmemesi gereken bir konudur . Ne var ki siyaset alanının çelişkileri bu gibi konuları zamanla sorun haline getirerek  çağdaş uygarlık  yoluna yönelen  yeniliklerin önünü kesebilmekte ve geride kalması gereken bazı  demode olmuş  oluşumları yeniden gündeme getirerek emperyal güçlerin yeni  hegemonya planları doğrultusunda ortaya çıkarabilmektedir . Ulus devlet milli çıkarlar doğrultusunda kurulduğuna göre  milletin korunması ve yeni milliyetçilik atılımları ile gelişebilmesi için tıpkı Halkevleri gibi Millet Evleri kurulabilir ama , bir kıraathane arayışı çerçevesinde millet kıraathaneleri gibi bir uygulamaya  gidilmemesi gerekir . Yeni kafeler çağdaş uygarlığın simgesi olarak kent merkezlerinde yerlerini alırken  kıraathane arayışı fazlasıyla bir geriye dönüş olarak tartışma alanına getirilmektedir .

                Kentsel dönüşüm programları ile Türk şehirleri modernleşirken , Millet Kıraathaneleri girişimi Türk kamuoyundan yeterince destek alamayınca ,bu kez  Millet Bahçeleri gibi yeni bir  yeşil alan projesi öne çıkarılmıştır .  Gelişmiş batı ülkelerinde milli park olarak uygulanmakta olan kent merkezi yeşil alan projesi  ,bu kez Türkiye’de Millet Bahçesi olarak adlandırılarak uygulama alanına getirilmek istenmiştir . Son yıllarda küreselleşme eğilimleri kentlerin ortasına büyük çarşılar ve alış veriş merkezleri  ile girerek var olan yapıları alt üst ederken , yerel yönetimler bunları dengelemek üzere merkezi alanlarda yeşil alan uygulamalarını öne çıkarmaktadırlar . Batı dünyasının önde gelen büyük kentlerinde , büyük kent ormanları ya da  milli parkların daha geniş ve büyük projeler olarak  devreye sokulmaya çalışıldığı görülmektedir . Büyük devletler giderek artan nüfusun gereksinmelerini karşılayabilmek  için büyük yeşil alanlar yaratırken , Türkiye’nin bu konuda geride kalması ve adam başına düşen yeşil alan araştırmalarında  sürekli  olarak geride kalması  üzerinde düşünülmesi gereken milli parklar konusunu gündeme getirmektedir . Türkiye’nin bu sorunu Millet Bahçeleri adıyla geliştirilmekte olan yeni proje doğrultusunda çözebilmesi için ,bütün Türkiye’yi kapsayacak düzeyde geniş plan ve projeler ile hareket edilmesi gerekmektedir . Ülkenin su kaynakları , doğal yapısı ,fiziki coğrafyanın konumu gibi öncelikli konular incelenmeden böylesine bir proje gerçekleştirilemez . Su kaynaklarını emperyalizmin kendi çıkarları için oluşturduğu bölgesel projelerden  kurtaramayan  Türk devletinin  yurt düzeyinde Millet Bahçelerini hizmete sokması  hayal gibi görünmektedir .Ayrıca ,Millet Bahçesi yapılacağı gerekçesi ile bir çok tarihi eserin de ortadan kaldırılması ya da yeni alış veriş merkezleri kurulması gibi olumsuz adımlar , Millet bahçelerinin faydalarını azaltmaktadır .Bu tür yeşil alanların bütün halk kesimlerinin özgürce gelerek yaşayacağı ve diğer insanlarla kaynaşarak  millet olmanın heyecanı ve gururunu hissedeceği  kamusal alanlar olması gerekmektedir .

                İkinci uluslaşma projesi doğrultusunda öncelikli olarak ele alınarak yeniden yapılanması sağlanacak alan eğitim sektörüdür . Her devletin kendi vatandaşını ulusunun bir parçası olarak yetiştireceği  ve dünyadaki gelişmeler doğrultusunda yenilenmiş bir ulusal yapının oluşturulması için ele alınarak düzeltilmesi gerekli olan alan eğitim sektörüdür .Devletin  kurucu önderi Atatürk ile birlikte  milli kültürü ve yönetimi temsil eden bütün büyük adamların , Türk ulusunun gelecekteki yöneticileri olarak yetiştirilmeleri gereken genç kuşaklara tanıtılması ve öğretilmesine öncelik verilmelidir . İlk öğretim de Türk tarihinin büyük  temsilcileri  ve olaylarının yeterince çocuklara anlatılacağı bir müfredat programına gereksinme vardır . Orta öğretim de geleceğin yurttaşları olarak Türklüğü temsil edecek yeni kuşaklara  geniş bir bakış açısıyla yurttaşlık bilgileri dersi tam olarak okutulmalıdır . Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti devletinin dayandığı temel ilkeleri öğreten  bir Atatürk İlkeleri dersinin  hem orta hem de yüksek öğretimde anlatılması  gerekmektedir . Özellikle  uluslaşma sürecinin tamamlanabilmesi için tarihten gelen bilgiler ile, var olan dünyanın gerçeklikleri bir araya getirilerek orta ve yüksek öğretim derslerinde  geleceğin vatandaşlarına anlatılmalıdır . Böylece genel kültürü yüksek düzeyde yetiştirilecek Türk gençlerinden  geleceğin yöneticileri ve önderlerinin çıkması mümkün olacaktır .Milli devletin devamını sağlayacak ve uluslaşma sürecini tamamlayacak  her türlü eğitimin sistemli bir biçimde  Türk gençlerine anlatılabilmesi için,  Milli Eğitim Bakanlığının yenilenen eğitim programlarını hazırlayarak bir an önce uygulamaya başlaması gerekmektedir .Türk milletinin geleceği  ikinci uluslaşma programı ile tamamlanacak  yeni bir eğitim reformundan geçmektedir .

                Ulus devletlerde bir devlet merkezi olarak başkent konumunda  şehir bulunur .O kentteki devlet yapılanmasının da  gene başkentte yer alacak bir biçimde milli merkezi bulunur . Milli merkezi bulunmayan ülkelerde her kamu kurumundan farklı seslerin çıkması ile birlikte tam bir kafa karışıklığı ortamı ortaya çıkmaktadır .Demokrasi adına her düşüncenin özgürce örgütlendiği ülkelerde , farklı yöndeki partiler halk çoğunluğunun oy desteği ile iktidara gelebilir .Milliyetçiliğe karşı çıkan liberal , demokrat ,şeriatçı ya da komünist  gibi ideolojik partiler iktidara gelebilirler ya da koalisyonlara katılarak devlet yönetiminde söz sahibi olabilirler . Bu gibi partilerin ya da iktidarların kendi çizgilerinde geliştirdikleri politikalar, zaman içerisinde devletin milli kimliğini olduğu kadar  toplumların ulusal yapılarını da bozabilir . Ulus devletlerin böylesine karşıt ideolojik partilerin yönetimi altına girdiği aşamalarda büyük siyasal bunalım dönemleri ile karşılaşılmaktadır . İdeolojik partiler devleti kendi çizgilerini çekmeye çalışırken , devletin ulusal yapıdaki kurumlarının kendi alanları  ile ilgili olarak devreye girdikleri aşamalarda ,gene siyasal sürtüşme dönemlerine düşülmekte ve bu gibi durumlarda ulusal yapılar sarsıntı geçirdiği gibi, devletler de ya yönetilemez durumlara düşmekte ya da çökme aşamasına gelerek gelecekte yok olma gibi  olumsuz bir gelişme ile karşı karşıya gelinmektedir . Her milli  devleti  bu gibi durumlardan kurtaracak bir doğrultuda  yeni  uluslaşma programlarına yeniden kaçınılmaz bir biçimde ileri ülkelerde gereksinme duyulmaktadır .

                Milli devletlerin  milliyetçilik karşıtı siyasal iktidarların iş başına gelmeleri ya da emperyalist güçlerin baskıları altına sürüklenmeleri gibi  kendilerini yok edebilecek  tahditlere karşı devleti ve toplumu ulusal çizgide ayakta tutacak  milli durum merkezlerine son yıllarda gerek duyulmaktadır . Önceleri her devletin kendi istihbarat örgütleri aracılığı ile tehditlere karşı  mücadele ettiği  dönem artık geride kalmıştır . İstihbarat örgütlerinin getirdiği bilgilerin ele alınarak değerlendirildiği  ve bu gibi durumlarda aciliyet sıralarının belirlendiği , düşünce kuruluşları ya da batılı dillerdeki adıyla” thinktank”ların devlet güvencesi  altında kurularak etkin bir biçimde çalıştırılmaları gerekmektedir . Ulus devletlerin ve ulusal toplumların ayakta kalabilmeleri ve yollarına devam edebilmeleri açısından , ülkeyi yükseltecek bir çizgide milli durum merkezi oluşumunun etkin bir biçimde kurulması gereklidir . Her kafadan çıkacak sese yanıt verecek ,her türlü ideoloji ya da emperyal saldırıya karşı  milli duruşu güvence altına alacak ,siyasal gelişmeleri  milliyetçilik açısından değerlendirecek  bir milli durum merkezinin fazla gecikmeden kurulmasıyla, devletlerin küresel şirketlerin saldırılarına karşı kendilerini korumalarını sağlayacak bir siyasal denge düzeni  merkezde oluşturulabilecektir. Devletlerin başkentlerdeki  örgütsel varlığının sistemli bir biçimde korunabilmesi için ülkede var olan ulusal insiyatifi ve refleksi temsil ederek , gerektiğinde devreye girebilecek biçimde bir milli durum merkezinin kurulması zorunlu görülmektedir . Ulusal yapıyı  ancak milli durum merkezi koruyacaktır .


***

Tamam mı Sayın Başbakan ?


Serkan Kapancı Yazdı;

"Yılmaz ARSLAN" 
<y.arslan57@gmail.com>: 
Jun 04 04:12AM +0300

 - Tamam mı Sayın Başbakan ?

" Bunlara Kalsa 16 yılda AKP nin yaptığı dev eserleri balyozla yıkacaklar " demiş
  Kim ?

Türkiye Cumhuriyetinin Sayın Son Başbakan'ı. (Tekrar Parlementer sisteme dönmeden evvelki son) Devletin, Milletin olan Kamu Mallarını ortak değerlerimiz dir.
Onlara zarar vermek hiçbir Türk'ün aklının ucundan geçmez. Aksine keşke devlet mallarını daha çok sahiplenebilmemize katkı sağlayacak kamu spotları yapılsa.

***

Bakın Sayın Başbakan, kimse size bu ülkeye eserler kazandırmadınız demiyor. 16 yıl mührün sahibi olup ta, ardında hizmetleri bulunmayan bir iktidar eşyanın 
tabiatına aykırıdır zaten.

Sorun Ne yaptığınızda değil. Nasıl yaptığınızda...

2003'ten Bugüne :

Telekom, Petkim, Tüpraş, Tekel, Seka, Limanlar, Çimento Fabrikaları, Maden İşletmeleri, Emekli Sandığı Otelleri, Elektrik Dağıtım Şirketleri, Termik Santraller en son olarak ta Şeker Fabrikaları gibi Cumhuriyetimizin ürettiği nice katmadeğeri sattınız.

130 milyar usd olarak devraldığınız dış borcumuzu 450 milyar usd seviyelerine çıkardınız.

Yani bırakın üretmeyi, hem var olanı sattınız, hem de borcumuzu katladınız.
Eskiden devletimiz köprüsünü, tünelini kendi yapıyorken şimdi "Geçiş Garantili" projelerle, bu işlerin normal maliyetin iki katından fazlasının cebimizden çıkmasına sebep oluyorsunuz.

Hastane yapıyorsunuz "hasta garantili". Hadi hastalanmadık ne olacak ?
Evet ihracat rakamlarımızı yükselttiniz. Ama toplamın %3 ü seviyesinde olan Yüksek Teknoloji Gerektiren Ürün ihracatımızı bir türlü yükseltemediniz ve bizi montaja, tekstile, Allah'ın bize lütfu olan madenlerimize ve tarım ürünlerine sıkıştırıp bıraktınız.

16 yılda kaç tane dünya çapında Türk Markası yarattınız ?
Dur bi düşüneyiiiim, sıfır.

Yerli Uçak Göklerde dediniz göremedik, yerli otomobil yollarda olacak dediniz binemedik.

Devlet Kurumları büyük bir kira yükünün altında, Ankara'da bir yer yapalım, Bakanlıkları kiradan kurtaralım dediniz, sonradan fikir değiştirip orayı Saraya çevirdiniz, aynı kiraları ödemeye devam ettiniz.

Devlette israf var, makam arabalarını azaltacağız dediniz. Hem artırdınız, hem lüksleştirdiniz. Kendinizi savunmak için de "Ne var canım çerez parası" dediniz.

16 yıldır bu ülkeyi babasından kalan itibarla borç bulabilen, miras kalan malı mülkü satan, kendinin olmayan parasıyla varlık içinde yaşayan ama yarınını düşünmeyen bir mirasyedi gibi yönettiniz. 

Ve Denizi Bitirdiniz.

Bu ülkenin "üretime" dayalı bir ekonomiye, bilime dayalı bir eğitim sistemine, şiddetli bir tasarrufa, markalaşmaya, yerli yüksek teknoloji ürünlerine, vatandaşının kayıtsız şartsız güveneceği adalet kurumlarına kısacası çok çalışmaya, çok üretmeye, acilen normalleşmeye ihtiyacı var.
TAMAM mı ?
İsrail Suriye'ye saldırdığında sevinen, Filistin'e saldırdığında siyaseten üzülen kişiye " Siyasal İslamcı" denir.


https://www.habererk.com/tamam-mi-sayin-basbakan-makale,5614.html


**************


Şahidim; İnce’nin İcazet Yalanı.,


Hüseyin GÜLERCE
hgulerce@stargazete.com
05 Haziran 2018 Salı


Hüseyin GÜLERCE 

Muharrem İnce, adaylık kampanyasını yalanlar zinciri ile sürdürüyor. En büyük yalanı da Balıkesir’de dillendirdi, Erdoğan’a şöyle seslendi: 
“Sana bir soru; sen 2001’de partiyi kurarken icazet almak için Pensilvanya’ya gittin mi gitmedin mi? Cumhurbaşkanı seçildiğinde icazet almak için gittiğini 
günü saati ile birlikte açıklayacağım.” 

Cumhurbaşkanı Erdoğan “açıklamazsan namertsin” deyince devam etti: 

“İspatlamazsam namerdim. Kiminle gittiğini biliyorum. Bana bunu söyleyen kişi seninle birlikte giden kişi. Beraber gittiniz. Şimdi aranız bozuk.” 

Karşımızda gayet rahat yalan söyleyen değişik bir karakter var. “Seni arayan Amerikalı kim?” diyorsun, söylemiyor. Canlı yayında, “Büyükelçiler bana ‘Erdoğan’ı  yargılayacak mısınız?’ diye sordular” diyor, ertesi gün tweet atıyor; ben öyle bir şey demedim” diyor. 

İnce’nin, AK Parti kurulurken Erdoğan’ın Gülen’den icazet almak için Pensilvanya’ya gittiği iddiası kuyruklu bir yalandır. 

Ben şahidim; Erdoğan ile Gülen arasında öyle icazet almayı icap ettiren bir hukuk, yakınlık hiç olmadı. Çünkü Erdoğan en baştan itibaren, özellikle de 
İstanbul Belediye Başkanlığı seçiminden itibaren, Gülen’in kendisine olan hasmane tavrını biliyordu. 
1994’teki belediye seçiminde Gülen’in, O dönemin İstanbul İmamı Ahmet Kara’yı görevlendirerek, Erdoğan’ın seçilmemesi için bütün adamlarını seferber 
ettiğini biliyorum. 

Gülen’in bu düşmanlığının, Erdoğan elbette farkındaydı ve bunu hiç unutmadı. 

Gülen’in Erdoğan’ı sevmesi, desteklemesi mümkün değildi. Çünkü kendisini “seçilmiş kurtarıcı”, “Beklenen Salih Zat” olarak görüyor ve yolundaki en büyük 
engelin Erdoğan olduğuna inanıyordu. Bu yüzden Erdoğan’a karşı büyük hazımsızlığı vardı. 

3 Kasım 2002 seçimlerinden bir-iki ay önceydi. Pensilvanya’da bana seçim havasının nasıl olduğunu sordu. Ben, AK Parti’nin tek başına iktidara geleceğini söyledim.  Bozuldu, yüzü gerildi ve elini dizine vurarak; “Yanılıyorsun, yüzde 60 oy alsalar bile iktidarı ona vermezler” dedi... 

Erdoğan’a da, Melih Gökçek’e de takıntısı vardı. Bir defasında “Erdoğan, Gökçek, ikisi de Türkiye’nin cins kafaları” dedi. 

Erdoğan, Gülen’in kendisine olan kin ve nefretini daha sonraları açıkça gördü. Gülen Pensilvanya’da hastaneye kaldırılmıştı. Geçmiş olsun telefonunda Gülen, 
Erdoğan’a çok övücü sözler söylemişti. Ama Erdoğan daha sonra şunu öğrendi. Gülen telefonu kapatır kapatmaz yanındakilere Erdoğan’ın aleyhinde ağır sözler 
söylemişti... (Bunun şahitlerini bana ilk elden söyleyen oldu) 

Gördük ki; 7 Şubat 2012 MİT krizi, Gezi olayları, 17/25 Aralık isyanı, MİT tırlarının durdurulması ihanetlerindeki hamlelerin hepsi Erdoğan düşmanlığının sonucuydu. 

Ancak bunlardan çok önce, 2009 yılından itibaren elebaşı Gülen, bütün FETÖ tabanına Erdoğan kin ve nefreti aşılamaya başladı. 

Erdoğan’ı ve yakın çevresini, başta MİT Müsteşarı Hakan Fidan olmak üzere İran ajanlığı ile suçlama hususunda geniş bir algı operasyonu yürütüldü. 

Tabandakilere en çok söylenen de şuydu: 

“ Hocaefendi Seçilmiş kurtarıcı. Peygamberimiz Medine-i Münevvere’de kendisine, ‘ Biz bu işi Türkiye’de Fetullah’a verdik ’ dedi. 
Herkes Hocaefendi’ye danışıyor, onu dinliyor. Obama bile Amerika’da kendisiyle istişare ediyor. Erdoğan kim oluyor ki Hocafendi’ye danışmadan, 
onunla istişare etmeden kendi kafasına göre Türkiye’yi yönetmeye kalkıyor?” 

Muharrem İnce’nin iddiası, İşte bu gerçekler ışığında kuyruklu bir yalandır. 

Erdoğan nezdinde Gülen, Hiçbir zaman fikri sorulacak, İcazet alınacak biri olmadı.

http://www.star.com.tr/yazar/sahidim-3b-incenin-icazet-yalani-yazi-1350405/#


***

KİN KAPISINDA HANGİ TÜRK ASILACAK?

KİN KAPISINDA HANGİ TÜRK ASILACAK?


 Rifat Serdaroglu

"Yılmaz ARSLAN" 
<y.arslan57@gmail.com>: 
Feb 08 03:36AM +0200
Rıfat Serdaroğlu

Osmanlı Döneminde üç Patrik, ihanetlerinden dolayı asılmıştır.

1) Patrik Birinci Kiril.

Dördüncü Murat zamanında, Cizvitler ile Kalvinciler arasında ölümüne bir kavga vardı. Cizvitlerin yönlendirdiği Fransız ve Avusturya Elçileri, dört defa azlettirdikleri fakat tekrar seçilen Patrik Kiril'i "Hıristiyanlıkta Reform" yapıyor suçlamasıyla Saray'a şikayet ettiler.
Yapılan incelemede, Patrik Kiril'in "Rum Teb'a arasına dinî nifak soktuğu" gerekçesiyle suçlu bulundu ve 26 Haziran 1638 de Rumelihisarı'nda asıldı.

2) Patrik Üçüncü Parthenius.

Eflâk ve Boğdan Voyvodaları, Patrik Üçüncü Parthenius tarafından Osmanlı'ya karşı isyana kışkırtıldılar ve isyan ettiler. Köprülü Mehmet Paşa, Patriğin Ruslara gönderdiği mektubu ele geçirince asılmasını emretti. Patrik, 24 Mart 1657 de İstanbul-Beyoğlu-Parmakkapı'da asıldı.

3) Patrik Beşinci Gregorius;

Patrik tarafından, Megalo İdea yönünde faaliyet gösteren Etnik-i Eterya Cemiyetinin merkezi İstanbul-Balat'a taşındı. Mora isyanına, Patrikhanenin Papazları öncülük etti. Ön binlerce insanımız katledildi. Patriğin yeraltı faaliyetleri belgelendi. Patrik, "Görevimi yaptım" dedi. Yargılandı ve Sultan İkinci Mahmut'un emriyle, Patrikhanenin orta kapısı önünde astırdı.
Patrikhane o kapıyı zincirle bağlayarak kapattı. Kapıya "KİN KAPISI" adı verildi. Asılan Patrik ile aynı seviyede bir Türk Devlet Adamı, aynı yerde asılıncaya kadar, kapının kapalı kalacağı ilan edildi.
Kin Kapısı halen kapalıdır.

Erdoğan'ın izniyle, Yunan Başbakanı Çipras'ın ziyaret ettiği yer işte burasıdır.
Osmanlı'ya bağlı olduğunu sıkça söyleyen Erdoğan, Sultan İkinci Mahmut'un yaptığı hakkında ne düşünmektedir?

Değerli Okurlar;

Türk Milleti olarak bizler herkesin inancına, etnik kökenine, kültürüne saygı duyar ve onları koruruz. Göreme Açık Hava Müzesini ziyaret ederseniz, Katolik Hıristiyanların katliamından kaçan Ortodoks Hıristiyanların mağara kiliselerine sığındıklarını, dönemin Türk Boylarının onları koruduğunu görürsünüz!
Atalarımız, Avrupa'da-Afrika'da-Kafkaslar ve Ortadoğu'da hakimiyet kurduklarında, kimseyi asimile etmek yoluna gitmediler. Herkesin kutsalına saygı duydular. Bizler de aynıyız. Herkesin inancını, etnik kökenini, kültürünü, geleneklerini onların onuru kabul eder ve saygı duyarız.

Fakat Devletlerarası ilişkilerde sadece "Karşılıklılık" esası geçerlidir.
"Kardeşlik Hukuku", "Biz dostuz", "Stratejik Ortağız", "Biz Eşbaşkanız" gibi ilkellikler ancak "Devlet Adamı" vasfı taşımayan cahillerin işidir. Tıpkı Yunanistan tarafından işgal edilen vatan topraklarını görmezden gelenler gibi!

Yunanistan'ın, ülkesinde kendi vatandaşları olan Müslüman Türklere nasıl davrandığını kısaca özetleyelim mi?
-Yunanistan'da ki Müslümanlar, kendi Müftülerini seçemezler. Yunan Devleti onların başına bir Müftü tayin eder.
-AKP; Türkiye'de Patrik Bartholomeos başkanlığındaki "Sen Sinod Meclisinin" İzmir'e Metropolit atamasına bile izin verdi!

-Yunanistan'daki Osmanlı-Türk eserleri çürümeye bırakılmıştır. Yunanlılar ne bizim onarmamıza izin verirler ne de kendileri onarırlar. Yunanlılar bir tek ata yadigarı eserin tapusunu bize devretmediler.
-AKP, ülkemizdeki azınlıklara üzerinde hak iddia ettikleri malların tamamının tapularını devretmiş ve ata yadigarı tarihi eserler, Türk Milletinin elinden kaçmıştır.

-Atina'da resmi izinle yapılmış 1 tane Cami vardır. (2017 de açıldı)
Caminin 7 kişilik yönetim kurulu vardır. (1 Kişi Eğitim Bakanlığından-1 kişi Maliye Bakanlığından- 2 kişi Belediyeden-1 Yüksek Mahkeme Üyesi- Yunanlıların seçeceği iki kişi) Camiyi bu yedi kişi yönetir.
-Türkiye'de 349 kilise, 38 adet Sinagog var. Ayrıca AKP'nin izin verdiği binlerce apartman dairesi kilisesi ve buralarda misyonerlik yapan binlerce eleman vardır.
Hepsi de faaliyetlerine özgürce, devlet müdahalesi olmadan devam etmektedir.

Sizlerin şahitliğinde Erdoğan'a bir soru soralım mı?
Siz Çipras'ın, Patrik Bartholomeosu ve kapalı Heybeliada Ruhban Okulunu (Kin Kapısını) ziyaret etmesine izin verdiniz.
Dostunuz Çipras'tan, Atina'da ki Camide Kur'an okumak için izin isteyin lütfen!
Bakalım size izin verebilecek mi? Yoksa sizi yedi kişilik komiteye mi yönlendirecek?

Bu arada, Çipras'tan Yunanlıların yasa dışı işgal ettikleri Türk Adaları ile Yunanistan'a iltica eden 15 Temmuz darbecilerini "Türkiye'ye Teslim Etme" sözü aldınız mı?
Duyamadım, lütfen bir daha söyler misiniz?

Sağlık ve başarı dileklerimle.,
 07 Şubat 2019
Rifat Serdaroğlu


---------

İslam, İslamcılardan çektiğini kimseden çekmedi. İslam; dinimin adıdır, İslamcılık ise Emevi Arapçılığının... Boyun eğmiyoruz Muaviye'nin torunlarına, boyun eğmiyoruz, eğmeyeceğiz!


**************

26 Ekim 2019 Cumartesi

GEÇMİŞİMİZLE BUGÜNÜ MUKAYESE YAZILARI., BÖLÜM 2

GEÇMİŞİMİZLE BUGÜNÜ MUKAYESE YAZILARI.,  BÖLÜM 2



 MAL BEYANI.

"Yılmaz ARSLAN" 
<y.arslan57@gmail.com>: 
May 19 03:52AM +0300


YILMAZ ÖZDİL : MAL BEYANI.


Cumhurbaşkanı adayları mal varlıklarını açıklıyor. Gayet güzel.

*

Peki Dünya siyaset tarihinde yolsuzluklarıyla çalıp çırptıklarını kendi mal varlığına ekleyip devlete beyan eden siyasetçi görülmüş müdür?

Görülmemiştir.

Örneği yoktur.

Çünkü hiçbir siyasetçi çalıp çırptıklarını kendisinin üzerine yapacak kadar geri zekalı değildir minareyi çalan kılıfına uydurur.

Mesela deveyi havuduyla götürdüğünden emin olduğunuz siyasetçinin mal beyanına bakın. 10 sene önce neyse gene odur.

Sırf bileğine taktığı kol saati bile 200 bin eurodur eşinin koluna taktığı çantası bile 50 bin eurodur ama hem bunlar mal beyanında yeralmaz hem de mal varlığının hiç artmadığı görülür.

*

Dolayısıyla Siyasetçilerin mal beyanında bulunması hikayedir.

*

Eğer gerçekten memleketin soyulup soyulmadığını kontrol etmek istiyorsak. Vatandaşların kendi kendine mal beyanında bulunması gerekir.

*

Her Vatandaş her seçim öncesinde kendi beyanını not edip bir köşeye saklamalı sonraki seçimlerde çıkarıp kıyaslamalıdır.

*

Farz edelim bugünkü maaşın dört bin lira. Bu miktarda maaşla 10 sene önce 2 bin 900 dolar alabiliyorsan bugün aynı maaşla bin dolar bile alamıyorsan. Siyasetçilerin mal beyanını merak etmene hiç gerek yok memleket soyulmuş demektir.

*

10 Sene önce maaşının kaçta kaçını kiraya veriyordun bugün maaşının kaçta kaçını kiraya veriyorsun?

*

Gerçekleri Sadece tarih yazmaz., Gerçekleri Faturalar da yazar.

10 Sene önce maaşının kaçta kaçını elektrik su doğal gaz telefon faturalarına ödüyor dun bugün kaçta kaçını ödüyorsun?

*

Beş Sene önce 100 lirayla pazara çıktığında neler satın alabildiğini not etseydin bugün 100 lirayla anca yarısını alabildiğini görürdün.

Siyasetçiler kendi mal varlıklarının hiç artmadığını söylerken senin pazar torbanın yarısının çalındığını fark ederdin.

*

10 Sene önce ne kadar borcun vardı bugün ne kadar var?

10 Senedir ödediğin borç taksitlerini alt alta yazıp toplasaydın mal varlığı hiç artmayan siyasetçiler uçaklar alırken saraylar yaptırırken üçüncü köprünün aslında senin cüzdana döşendiğini hesaplar dın.

*

Özetle.

*

Gerçekten memleketin soyulup soyulmadığını merak ediyorsan siyasetçilerin mal beyanını boş ver.

Kendi kendine mal beyanını not et.

Kendi kendinle yüzleş.

Kendi elinle kendini soydurduğunu kendine itiraf et!

İsrail Suriye'ye saldırdığında sevinen, Filistin'e saldırdığında siyaseten üzülen kişiye " Siyasal İslamcı" denir.


****



Karamollaoğlu: "AKP diye bir Parti yok"


"Yılmaz ARSLAN" 

<y.arslan57@gmail.com>: May 19 03:49AM +0300

Karamollaoğlu: "AKP diye bir parti yok"

Saadet Partisi Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı adayı Karamollaoğlu, "AK Parti diye bir parti yok, Tayyip Erdoğan var” dedi.

Saadet Partisi Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı adayı Temel Karamollaoğlu, gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. AKP diye bir partinin kalmadığını savunan Karamollaoğlu, "Erdoğan olmadığı zaman AKP olgusu ortada kalmaz. AK Parti menfaat ilişkileri ile ayakta duran bir kuruluştur" ifadelerini kullandı.

Cumhuriyet'in haberine göre Karamollaoğlu'nun açıklamaları şöyle:

"Politikalarını bizden ayıranlar, bizimle hiçbir alakaları kalmadığını ispat edercesine sürdürüyorlar, bugün de kararlılar. Ara sıra “Milli Görüş gömleğini giyeceğiz” deseler de, hiçbir zaman politikalarında samimiyet görmüyorum.

Cumhurbaşkanlığı tamam, Meclis’te de AK Parti’nin çoğunluğu olsun demesi, münafık demesi kendisine zarar verdi. Yani aslında hakikaten Tayyip Bey o çıkıştan endişelendi. Şimdi de endişeli. Şu anda rahat değil, Cumhurbaşkanlığı için. Millevekilliği için zaten farklı bir tablo çıkar."

" AKP DİYE BİR ŞEY YOK "

" AK Parti çözülme sürecine girebilir. AK Parti’nin bundan sonra varlığını uzun zaman devam ettireceği kanaatinde değilim. ANAP gibi olur. Daha hızlı çözülür belki. AK Parti diye bir şey yok ki Türkiye’de, Tayyip Erdoğan var. O olmadığı zaman, onun etkisi ortadan kalktığı zaman, AK Parti olgusu ortada kalmaz. AK Parti menfaat ilişkileri ile ayakta duran bir kuruluştur. "

https://mail.google.com/mail/u/1/#inbox/FMfcgxvwxxfKtkKdsvLTNpvTFNlJpdnB

***


AMAN FANTAZİ YAPMAYALIM!..



SONAR Araştırma Şirketi tarafından 26 ilde 3 bin kişi ile yapılan  Cumhurbaşkanlığı Seçim anketinden "Seçim*2.* tura kalacak”
 sonucu çıktı.


İlk turda Erdoğan yüzde *42* oy alırken,
  
----------

CHP’nin adayı Muharrem İnce yüzde *21.91* oy İle
 *2.* sırayı,
 ----------

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener de Yüzde *21* oy ile
 *3.* sırayı paylaştı

----------

HDP’nin adayı Eski Eş Genel Başkan Selahattin Demirtaş’a
 yüzde *11*.01,
 ----------

SP lideri Temel Karamollaoğlu’na yüzde *2.*10,
 ----------

Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’e de yüzde *1.98*
oy çıktı.

***

SONAR, araştırmasının sonucuna göre;

"Erdoğan'ın, İLK TURUN BİRİNCİSİ olacağı kesin

*İKİNCİLİK* İse
*İNCE *ile
*AKŞENER* Arasında olacaktır.

----------

Yapılan ankette yüzde *4.60* oranında *KARARSIZ SEÇMEN* Bulunduğu da
Vurgulandı. Kararsızların da, Sandığa Gitmeme lüksü Kalmamıştır

***

Son Ankete göre; Cumhurbaşkanlığı seçimi birinci turda belli olmayacak

*8 *Temmuz’da yapılacak olan, *İKİNCİ* *TURDA* *BELİRLENECEK*

----

*İKİNCİLİK* için

*İNCE* ve*AKŞENER* Yarışıyor.

Bu iki ismin oyu *YÜZDE 43’LERDE.* İlk turdaki oyu yüzde *11* olan
*HDP,* *İKİNCİ TURDA* *MUHALEFET ADAYINA* *DESTEK VERİRSE*

Erdoğan % 42 Oyla *Cumhurbaşkanlığını* *KAYBEDİYOR*.

 “MİLLET İTTİFAKI” % 58 OYLA *Cumhurbaşkanlığını* *KAZANIYOR*

***

Ancak.,
AKLI BAŞINDA CHP’Lİ KARDEŞLERİMİZ, BİRİNCİ TURDA *AKŞENERİ*
*SEVİYORUM* ‘*OY’*UMU*AKŞENER’E* VERECEĞİM DERLERSE VE
MUHALEFETİN ADAYI OLARAK, *AKŞENER* ÇIKARSA
 HDP *AKŞENER’İ* *DESTEKLEMEYECEKTİR.*

*NASIL MI?*

*YA* *SANDIĞA* *GİRMEYECEKLER*
*YA DA* *OYLARINI* *(Erdoğan'ın* HDP’ye VERECEĞİNİ İFADE EDEBİLECEĞİ

 “*ÖZERKLİK*” *ve* BAŞKA *VAADLERLE*)

*ERDOĞAN'A**VERECEKLERDİR.*
 *NEDEN Mİ?*

*ÇÜNKÜ**“MİLLET İTTİFAKI* *KURULURKEN*

*SAYIN* *AKŞENER:*

*“İTTİFAK’TA* *HDP* *OLURSA*
 *BEN *ve*,**İYİ PARTİ**BU İTTIFAK’TA* *OLAMAYIZ* *DEMİŞTİ!!!! DE*
 *ONDAN!*

***

*SON SÖZ*

*KARARSIZLAR* *“SANDIĞA”* *MUTLAKA* *GİTSİNLER* *VE DE*
AKLI BAŞINDA, CHP’Lİ KARDEŞLERİMİZ DE, *ÖZELLİKTE,* *İLK TURDA,*
 *HER* *PARTİLİNİN* *YAPACAĞI GİBİ,**O KUTSAL* *OYLARINI,*
 *KENDİ**ADAYLARINA**VERMELİDİRLER.*

*ÇÜNKÜ;*

*BU SEÇİMDE* *AHMET, MEHMET,* *ŞU PARTİ, BU PARTİ*  *SEÇİLMEYECEKTİR*

*ONUN İÇİN,*

*HİÇ KİMSE**OYUNU**BAŞKA PARTİNİN **ADAYINA**VERMEMELİDİR*

*ŞU AN,**“FANTAZİ”**YAPMA**ZAMANI **DEĞİLDİR!*

 *Aksi Halde*

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun ve
 *MİLLET İTTİFAKINDAKİ * diğer Parti ve Liderlerinin Fedakarca Verdikleri emekler Boşa gidecektir.

Saygılarımla

***

*21 Mayıs 2018 Pazartesi*
 *CEMİL DENK*, (E. Albay)
 Atatürk’ün ve *GERİCİLERİN*
 *Din*’e, *Laiklik*’e ve *Kadına* Bakışı” konusunda,
 9 kitap yazmış, *Araştırmacı Yazar*


Atatürkçü Düşünce Derneği *Yüksek Disiplin Kurulu* (Eski) *Başkanı*.
Atatürkçü Düşünce Derneği *Genel Başkan* (Eski) *Danışmanı*
Türkiye Emekli Subaylar Derneği (TESUD) Çankaya *Şubesi *(Eski) *Başkanı*
27 Mayıs Milli Devrim Derneği (Eski) *Genel Başkan Vekili*
Atatürkçü Düşünce Derneği *ÇANKAYA Şubesi Disiplin Kurulu* *Başkanı*
CHP Genel Merkez Kamu Yönetimi Çalışma Grup Üyesi
*CHP ÇANKAYA *İLÇESİ Eğitim Komisyon Üyesi,* EĞİTMEN*

0 532 217 88 11 E-Mail: denk.cemil@gmail.com
Cemil Denk 
<denk.cemil@gmail.com>: May 21 10:22AM +0300

***



Siyaset Yaparken, Halkın haberdar olmadığı gizli anlaşmalardan söz edilemiyor.

Ahmet Dogan Simsek 
<ahmetdogan.simsek@gmail.com>: 
May 23 02:24PM +0300

Siyaset yaparken halkın haberdar olmadığı gizli anlaşmalardan söz edilemiyor.

Sevgili Metin Bey Kardeş

Çok güzel açıklamalar yapmışsın. Teşekkür ederim.

Türkiye henüz tam bağımsızlığına kavuşamadı. Devletimiz kurulurken bazı gizli anlaşmalar ile ülkemizin pek çok bölgesinde işletme faaliyetleri yabancı şirketlere  teslim edildi.

Yanılmıyor isem bu anlaşmalar 2023 de bitecek. Tabii bu seçimlerde mevcut iktidar seçim yolu ile indirile bilir ise belki Türkiye’nin önemli bir bölümü koparılacak ve kalan kısmında da yine gizli anlaşmalar bir asır daha uzatılacaktır. Bu anlaşmalar Devlet varlıklarını koruma adı altında vatandaşların kendi mülklerindeki tasarrufları sınırlanmıştır. İstisnalar yabancılar içindir. Kişinin arazisinin bir metre belki de seksen santimden daha derini devlete aittir. Enerji ve tabii kaynaklarda devlete aittir.
Devlete ait denilenler de 1923 den beri işgalciler tarafından bedava kiralanmıştır ve bu 2023 e kadar devem etmektedir.

Örnek: Şimdi gizli anlaşmalar kendisine bildirilmiş bir savcı. Benim evimin üstündeki güneşle su ısıtan ısıtma aracı yüzünden beni devletin güneşini
çalıyor diye dava açsa ne kadar ceza yerim bilemem ama mutlaka ceza yerim.

Türkiye'nin yüz yıla yakındır vatandaşların yasaklı olması nedeni ile yerinde sayması ve seksen yıldan fazlasında asla icatlar keşifler yapılmasına izin verilmemesinin. Patent verilmediği için bazı mucitlerimizin patenleri bazı batılı ülkelerden alması ve patentini de ya çaldırması yada yok bahasına satmak zorunda kalması gibi bir olaylar bulunmaktadır.

Üzerinde konuştuğumuz konu yabancı şirketler ile ortaklık halinde pek azı yerli firmaya verilen ve ya kripto yerli medyaya açılan üretimlere dikkat edersiniz Beyaz eşyayı örnek gösterecek olsan arakasında sadece İstanbul duka-lığına bağlı dışa bağımlı azınlıklar ve kripto kimlikliler olduklarını görebiliriz. Mevcut İktidar Türkiye de, derin devlet aysberg' inin sadece görünen ucudur. 
Böyle olmasa mevcut iktidar daha işin başında hapı yutar ve yok edilirdi.

Bazı bilgilerin ayan olması ancak 2023 de dahil, derin milli devlet iktidarı ile içimizdeki sömürgecilere bağlı sağcı solcu ortacı bilmem ne diye bir birlerinden farklı terör ve yasal örgütlerin tamamının ABD+ İngiltere+ AB'yi yöneten ülkeler de farklı zannedilen ülke istihbaratlarına bağı zannedilse de aslında tamamı sadece ABD ve İngiltere İstihbaratına diğer istihbaratlar ile birlikte bağımlıdır. Petrol üreten Arap ülkelerinde ki devletler dahi Müslüman ve Arap görünümlü, tıpkı 2003 yılına kadar bizim ülkemizdeki gibi gayrimüslim ailelerin idaresinde idiler. Şimdi ise doğrudan İsrail'in en büyük sömürgesi ABD'ye bağlı duruma geldiler. Bu konu şimdilik açıkça ispatı yapılması çok zor ve devlet bürokrasi sinden ve resmi siyasilerden biri tarafından açıklanacak olsa önce yanıldım diye özür diletilir sonrada icabına bakılır.

Şimdilik bu kadar ile yetineyim. Çünkü bir süre yazı yazmak istemiyorum ama! Bir konuya dikkatinizi çekmek isterim. Türkiye Azerbaycan kardeş ülkelerimizin Turan+İslam devletinin sağlam temellerini attıkları ve bu projenin Asya da yayılmakta olduğu gibi şu anda Batının ve İsrail'in sömürgesi durumuna düşmüş Arap ülkelerinin siyasileri İsrail'e bağlanır iken, o ülkelerin halkları da Tükler gelip bizleri de kurtaracak inancı ve umudu içinde orta ateşteki siyaset kazanında kaynayarak pişmeye çalışmaktadır.

Ayrıca pek çok Musevi ve Yahudi'nin de ABD de İsrail'in yaptıklarını protesto etmelerini de dikkatle takip eder isek, Sıradan oraların vatandaşları Musevilerin din adamlarının ve Yahudilerin, İsrail'in kanlı ve ısrarlı aşırılıklarının kendilerini de bütün insanlıkla birlikte başlarına bela olacağı düşüncesi ile ABD'nin İsrail'in badigart-lığını (Koruma Savunma hizmetini) yapmasından ve şımartmasın dan, hem Yahudi olarak hem de insan olarak bıkıp usandıklarını nümayişler yaparak (gösteriler yürüyüşler) ile bütün dünyaya ve insanlığa da anlatmaya çalışmakta dırlar. Şimdilik 2023 e kadar herkes kendi düşünce ve inancında diğerleri ile siyasi cenk-lere devam edeceklerdir.

Ülkemizde çok şey bildiğinden kesin olarak emin olanlar da acaba Güneş enerjisi üretimine geçerken kimler ile perde arkasında, siyaset ve diplomasi üzerinden ne savaşlar yapıldığından, batılıların kalkıştırdığı ihtilal girişimlerini takip ile içeriden işgal hamlelerinden nasıl kurtulduğumuzdan hangi sınırlarda haberdar oldukları da düşündürücüdür.

En içten Selam Sevgi ve Saygılarımla
Ahmet Doğan Şimşek 

Tüm konularımı Görüntüle;
https://groups.google.com/forum/?utm_source=digest&utm_medium=email#!forum/dunyaturkbirligi/topics


**************


GÖREVDEN ALINAN CERRAHPAŞA DEKANI ALAATTİN DURAN İÇİN ÇARPICI İDDİA

"Yılmaz ARSLAN
<y.arslan57@gmail.com>: 
May 26 01:15AM +0300


GÖREVDEN ALINAN CERRAHPAŞA DEKANI ALAATTİN DURAN İÇİN ÇARPICI İDDİA,

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Alaattin Duran'ın Cumhurbaşkanı Adayı İnce'nin ziyaretinden önce özel güvenlik amiri tarafından tehdit edildiği iddia edildi

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Alaattin Duran YÖK'ün talimatıyla Rektörlük tarafından görevden alındı.

Duran'ın görevden alınma gerekçesinin dün gerçekleşen 13. Cumhurbaşkanı Adayı Muharrem İnce'nin ziyaretine onay vermesinin olduğu öne sürüldü.

Birgün'den Serbay Mansuroğlu'nun haberine göre; İnce'nin yapacağı ziyaret öncesi Güvenlik Amiri Ali Nergis Dekanlık katına çıkarak Rektörlük tarafından ziyaretin istenmediğini güvenliği tehdit ettiğini Prof. Dr. Duran'a iletti.

İddiaya göre; Dekan Prof. Dr. Duran Cumhurbaşkanı Adayı İnce'nin ziyaretini kabul edeceğini açıklamasının ardından güvenlik amiri Nergis'in'Muharrem İnce'yi buraya sokamazsınız. Sokarsanız gününüzü görürsünüz' şeklindeki sözlü saldırısına maruz kaldı.

Tartışmaların ardından güvenlik amiri Nergis Dekanlık binasından ayrıldı. Güvenliklerin ziyarete engel olması sözkonu oldu. Ancak İnce'nin ziyaretine öğrenci ve akademisyenlerin yoğun katılımı eklenince müdahale imkansız hale geldi.

Bu gelişmelerin ardından Dekan Prof. Dr. Alaattin Duran'ın gece 11.00 sularında telefonla aranarak görevden alındığı bildirildi.

http://www.mynet.com/haber/guncel/gorevden-alinan-cerrahpasa-dekani-alaattin-duran-icin-carpici-iddia-4145986-1

İsrail Suriye'ye saldırdığında sevinen, Filistin'e saldırdığında siyaseten üzülen kişiye " Siyasal İslamcı" denir.

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***

25 Kasım 2017 Cumartesi

DİKTATÖRMÜŞ., YA GİT YAT AŞAĞI... NE DİKTATÖRÜ.?


DİKTATÖRMÜŞ., YA GİT YAT AŞAĞI... NE DİKTATÖRÜ.?

Yılmaz ARSLAN 

8 Kas
Ya git yat aşağı!
7 Kasım 2017 
Orhan GÖKDEMİR

AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın önerisiyle AKP’liler tarafından hazırlanan yasa tasarısı Tayyip Erdoğan başkanlığındaki meclis AKP gurubuna iletildi. Meclis genel kurulu RESİM ile ilgili görsel sonucuTayyip Erdoğan başkanlığındaki AKP gurubu yasa tasarısını meclise sundu.
 
Meclis genel kuruluna gelen tasarı Tayyip Erdoğan Başkanlığındaki AKP Milletvekillerinin oylarıyla kabul edildi.
 
Meclisten geçen yasa onay için Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın önüne gitti.yatayAKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan kendi önerdiği ve kendi oyladığı yasayı Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı sıfatıyla onayladı. Yasanın Resmi Gazete’de yayınlanmasından sonra AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu yasanın uygulanması için gereken tedbirleri almak üzere AKP Genel Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın sarayında bir araya geldi.
 
Okurken bir mizah metni ile karşı karşıya olduğunuz zehabına kapıldınız biliyorum ama gerçeklik bundan daha renkli gelişiyor aslında. Merkezi idareyi yukarıda görüldüğü gibi mükemmel bir işleyişe kavuşturan Tayyip Erdoğan yerel yönetimleri yeniden şekillendirmekle meşgul son günlerde.
 
“Millet seçti neme gerek” deyip yan gelip yatmıyor. “Metal yaşlanması” olunca milli irade de bir yere kadar. Bazı belediye başkanlarını istifaya zorluyor, istifa edenlerin yerlerine yenilerini buluyor, atıyor. Kolay değil, giderken aba altından sopa gösteren var, beddua eden var, ağlayıp zırlayan, havlayıp hırlayan var.
 
Bütün bu karmaşa içinde şehirlerdeki projelerle de tek tek bizzat ilgilenebiliyor. İstanbul Belediye Başkanı istifa edip yerine yenisi atanır atanmaz Taksim Meydanındaki AKM’nin yıkılması ile ilgili açıklama yaptı mesela. Yani işi sadece merkezi ve yerel idareye çeki düzen vermek değil, İstanbul’daki her bir binanın yıkılıp yapılması da bizzat onun sorumluluğunda.
 
İşi bu kadar başından aşkın olunca ufak tefek kaçaklar oluyor ama olur o kadar. Bir şey ima ediyor değiliz, somut örneği var. Tarihi yarımadanın siluetini bozan kulelerin müteahhitti arkadaşı çıkmış, bunun nasıl olup da gözünden kaçtığını anlayamayınca arkadaşına küsmüştü hatırlayacaksınız.
 
Binaların düzeltilmesini istemişti ama aradan onca zaman geçti, binalar olduğu gibi yerinde duruyor. O bunca işi yaparken arkadaşı üç binayı yıkıp düzeltemedi. Dedim ya oluyor böyle. Her şeyi Tayyip Erdoğan’dan beklemeyeceksiniz.
 
***
 
Nasıl cansiperane bir çaba içinde olduğunun bir başka örneği daha; Galatasaray sahaya 11 yabancı ile çıkınca mevcut yabancı oyuncu prosedürünün değiştirilmesi gerektiğine karar verdi 15 Eylül’de. 16 Eylül’de yandaş gazeteler “Yabancı kuralı değişiyor” diye başlık attı. 17 Eylül’de Başbakan, 18 Eylül’de de futbolun başına onun atadığı tüpçü kuralın değişeceğini açıkladı. Futbolun yükü de onun omuzlarında.
 
Öyle hafif bir yük zannetmeyin bunu. Hiç kimsenin aklına gelmeyen sahalardaki yabancı dil kirliliği sorununu da o halletti. Türkçenin doğru kullanımı önemliydi, “Biraz ağır olacak ama hayvanların yarıştırıldığı malum Avrupa’daki arenaları, kalkıp spor salonlarında isim olarak kullanmak pek de kibar değil, şık değil” dedi.
 
Demekle kalmadı “arena” kaldırılacak diye talimat verdi. Talimatı duyan yetkililer koştular. Beşiktaş Arena şak değişti, Beşiktaş Park oldu. “Trabzonspor/Medical Park Arena” ise ufak çaplı bir krize yol açtı. Neden sonra “Arena”yı atıp kurtuldu Trabzonlular. Gerçi biraz İngilizce ama “Park” geldi Türkçe kurtuldu, ona borçluyuz.
 
***
 
Üçüncü köprünün yerini o belirledi. Osmangazi köprüsü tamamen onun fikri. Bunlar henüz İstanbul trafiğini çözebilmiş değil ama olsun. “Çılgın proje”den sonra çözmeye gerek kalmayacak zaten.
 
Acı patlıcanı kırağı çalmaz; Cumhurbaşkanlığı Twitter hesabından iki tweet attı geçen günlerde ve müjdeledi; “Türkiye’nin otomobili konusunda yıllardır yaptığım çağrıların karşılık bulmuş olmasından dolayı büyük memnuniyet duyuyorum” dedi. Bir müjde daha verdi, “Şimdiden ilan ediyorum: Piyasaya süreceğiniz ilk otomobilin, bedelini ödemek şartıyla taliplisi de benim!”
 
Nasıl olsa ilk otomobili sattık, gerisi kendiliğinden gelir diyen Anadolu Grubu, BMC, Kıraça Holding, Turkcell ve Zorlu Holding işe girişmek üzere kolları sıvadı. Otomobilin mühendislik hesapları da sarayda Yiğit Bulut tarafından bedavaya yapılıp ilgili şahıslara iletilirse tadından yenmez. Bir de yerli uçak işi var ki orası karışık biraz. Yapacaksın, uçuracaksın, hadi uçurdun diyelim bir de yere indireceksin. Uzun iş.
 
Gördüğünüz gibi köprüydü, yoldu, otomobildi hep o düşünüyor.
 
***
 
Bir gün durup dururken, “TEOG kaldırılmalı, istemiyorum” dedi. Ertesi gün dediğini beğendi, kendi getirdiği TEOG’u kaldırma müjdesi verdi. Üç gün sonra TEOG kaldırıldı. Kaldırılan sistemin yerine getirilecek sistem en kısa zamanda açıklanacaktı. Açıklanamadı. Hem ne gerek vardı ki zaten sisteme? Bundan sonra herkes en yakın okula yazılacaktı. Fakat gelin görün ki herkese en yakın okul sadece imam hatiplerdi.
 
Yardımcı doçentlik unvanının kaldırılmasını istedi bir başka gün. O olmasa başka kimin aklına gelir bu? Onun tarafından tarafından atanan YÖK Başkanı ve rektörler yardımcı doçentliği kaldırmak üzere çalışmalarını sürdürüyor hala. Eğitimin bütün yükü onda.
 
***
 
AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın emriyle hazırlanan işçilerin hafta tatilini düzenleyen “Hafta Tatili Hakkında Kanun”u kaldıran yasayı da Cumhurbaşkanı olarak imzalayarak yürürlüğe girmesini sağladı. Ayrıca kendin pişir kendin ye yöntemiyle yapılan yasayla, özel sektör iş yerlerinde iş güvenliği uzmanı ve iş hekimi bulundurma zorunluluğu 2020’ye ertelendi. Böylece işçilerin 93 yıldır kazanılmış hakkı olan hafta tatili kaldırılmış oldu. Onca iş güç arasında bunu bile düşündü.
 
***
 
Geçtiğimiz aylarda kendi atadığı Merkez Bankası Başkanı’na faizleri indirmesi talimatı verdi. Bunu duyan Dolar başkaldırınca verdiği emri unuttu. Sonra hatırladı. Harıl harıl çalışıyor faizi indirmek için ama Dolar lobisi izin vermiyor.
 
***
 
15 Temmuz’un hemen ardından onun isteğiyle OHAL ilan edildi. OHAL’in ilk dönemi tamamlanıp maksat hasıl olunca kaldırılmasını bekleyenlere aldırmadı,  “Bu iş bitene kadar OHAL sürecek” dedi. “Bu iş”ten kastının ne olduğu bilinmediğinden OHAL bir yaşını çoktan doldurdu. “Bu kadar uzatmaya ne gerek var, artık kaldıralım emredersiniz beyefendi” diyen bir Allah’ın kulu bile çıkmadı arada.
 
Coca Cola fabrikasının açılışına katıldı. Açılış sırasında yaptığı konuşmada, 15 Temmuz’dan sonra ilan edilen olağanüstü halin girişimcilerin yatırımlarının önünü kesmek için değil, onları güvence altına almaya yönelik olduğunu söyledi. “”Bu iş”in o iş olduğu da anca öyle ortaya çıktı. O hal de bu hal de ne halse hep onun yüzü suyu hürmetine.
 
***
 
TRT kanallarının ortak canlı yayınına çıktı, emri uyarınca düşünülüp yapılan “Diriliş Ertuğrul” dizisi hakkında açıklamalarda bulundu. ”Diriliş Ertuğrul dizisi, halkımızın hayranlıkla izlediği bir dizi” dedi. Dizi o gün bugündür yayında.
 
O diziyi kastederek “devamı gelecek” demişti aynı programda. Birkaç gün sonra ekranlarda yeni asker-savaş dizilerinin fragmanları dönmeye başladı. Ortak noktaları şu; Bir yanda vatan, ezan, bayrak ve bunlara sevdalı olanlar var. Diğer yanda bunlardan yoksun “vatan hainleri”… Yani ülkeyi zengin oğlan fakir kız kısır döngüsünden de o kurtardı.
 
***
 
Diyeceksiniz ki, biliyoruz zaten, niye anlatıyorsun bunları. Şundan; Diziden futbola, köprüden yola ülkenin her şeyiyle ilgilenen bu çalışkan ve fedakâr büyüğümüze CHP sözcüsü Bülent Tezcan çıkıp utanıp sıkılmadan şunları söyledi: “Recep Tayyip Erdoğan faşist diktatördür. Hem de onların anladığı dilden söylüyorum. Şeddelisidir hem de.”
 
Bunu duyan büyüğümüz katılığı bir açılış töreninden densiz cehapeliye şöyle seslendi: “Kalkıp Tayyip Erdoğan ile ilgili diktatör, faşist diktatör… Ya git yat aşağı. Yani şahsıma bu lafı eden kişi, affedersin kendisini vurdular ve ben ‘Geçmiş olsun’ diye kendisini arıyorum. Düşünebiliyor musunuz? Ya, diktatör kalkıp da seni arar mı be? Ben seni arıyorum, bu bir insaniliktir, bu bir merhamettir, rahmet duygusudur. Ama bu yok, bunlarda bu yok.”
 
Yalanı yok, geçen yıl Aydın’daki bir restoranda silahlı saldırıya uğrayan Tezcan’ı onca iş güç arasında arayarak geçmiş olsun dileklerini iletmişti. Ülkemize bu duyarlılığı da o öğretti.
 
İşte görüyorsunuz nasıl kendini paralayarak çalışıyor büyüğümüz. Ne kadir nazik, ne kadar ince, ne kadar duyarlı, ne kadar düşünceli onca işin gücün arasında. Eskiden arena olan parkların önünden geçerken ettiğiniz hakareti düşünüp utanın.
 
Diktatörmüş. Ya git yat aşağı. Ne diktatörü?