21 Aralık 2019 Cumartesi

Suriye ve Irak’ta Olasılığı Yüksek Senaryolar

Suriye ve Irak’ta Olasılığı Yüksek Senaryolar

Suriye ve Irak’ta Olasılığı Yüksek Senaryolar
Yazan  Ünal Atabay 
20 Aralık 2019
Orta Doğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi,



Türkiye, Hem Oyun Kurucu- Hem Oyun Bozucu..

    Birinci Dünya Savaşı sonrası Suriye’yi şekillendirenler; İngiltere ve Fransa iken, bugün gelinen noktada ABD ve Rusya, Suriye’nin kaderinde başat aktör konumundadır. İngiltere ve Fransa, stratejik avantaj peşinde olmanın yanı sıra; Suriye’ye müdahil olmayı kendilerinde tarihsel bir hak olarak görmektedir,ABD ile yakın iş birliği içerisinde kalarak Suriye coğrafyasından pek ayrılmak istememektedirler.
İngiltere;Suriye sahasında görünürde çok öne çıkmıyor gibi olsa da, geleneksel emperyalist alışkanlığı gereği ABD’ye Suriye’de kılavuzluk etmektedir. Fransa ise Suriye’de var olmanın ötesinde, daha ziyade Doğu Akdeniz havzasında etkin olma ve inisiyatif almanın peşindedir. Nitekim Fransa, Doğu Akdeniz’de Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin hukuksuz girişimleriyle, Kıbrıs Adası’nın güneyinde ihalesi yapılan bazı parsellerde arama faaliyetlerinde bulunmaktadır.

Türkiye ise bölgesel güç ve tarihsel avantajıyla, bu küresel aktörlerin denge levhasında yer almaktadır.Yani Türkiye’nin coğrafi ve jeopolitik konumu gereği,hem ABD hem Rusya nezdinde kendi lehine stratejik iş birliğine zorlayan bir pozisyona sahiptir.
Türkiye bu anlamda, Suriye sahasında; bir tarafta oyun kurucu ve bir tarafta oyun bozucu konumundadır/olmak zorundadır.Türkiye,elbette bu avantajını; ABD ve Rusya’nın karşılıklı menfaat çatışmalarından istifadeyle kullanabilme becerisi oranında kullanabilecektir.

Irak-Suriye Arasında, İran’a Karşı Sünni Kuşak

ABD; Suriye’de bulunan İran Şii milislerinden, rejime olan desteklerinden ve özellikle İsrail’i yakın kuşaktan tehdit eder bir konuma ulaşmasından ciddi anlamda rahatsızdır. Suriye sahasında 70 binden fazla İran destekli Şii milisi bulunmaktadır.
İran; İsrail’i tehdit olarak gördüğünden, Irak-Suriye coğrafyası üzerinden İsrail’e karşı, tehdittin uzaktan karşılanması stratejisini izlemektedir. Suriye sahasında bulunan Şii güçler, aynı zamanda Lübnan siyaseti üzerinde de ciddi baskı oluşturmaktadır.
ABD’nin tüm amacı; İran’ın Suriye’ye uzanan askeri ve siyasi kollarını kırmaktır. ABD, bu nedenle öncelikle; İran’ın Akdeniz’e uzanımını kesecek şekilde, Irak sahasında askeri konuşlanmasını artırmaktadır. Çünkü, Irak coğrafyası; İran Şii milislerinin Suriye-Lübnan sahasına ulaşmasına fırsat veren bir konumdadır.
ABD Irak’taki konuşlanmasıyla; sadece İran’a karşı değil aynı zamanda Çin’in İran-Irak üzerinden düşünülen Kuşak-Yol projesinin Akdeniz’e sahildar ülkelere uzanımının önüne set çekmeyi amaçlamaktadır.
Kısacası, İran'ın Suriye sahasına ulaşmadan Irak’tan itibaren önünün kesilmesi arzulanmaktadır. Bunun gerçekleşebilmesi için, Irak-Suriye arasında Sünni bir kuşak oluşturmakla mümkün olacaktır. İşte bu Sünni kuşağın oluşabilmesi amacıyla, Irak’ta iç istikrar daha da bozularak, yeni sancılı bir dönemin yaşatılması istenmektedir.

Irak, Suriye’den Önce Parçalanabilir

Irak’ta söz konusu Sünni kuşağın oluşturulması adına, Irak yeniden ABD’nin hedef tahtasındadır ve zaten kırılgan olan istikrarı ve dengesi daha da bozulmak suretiyle çok parçalı federal bir yapıya doğru evirilebilecektir. Şöyle ki;
Irak Şiileri; İran/Kum ekolü ve Irak/Necef ekolü olarak iki grup halinde Irak’ın güneyinde, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi, etnik-Sünni temele dayalı mevcut kendi coğrafyasında, Orta-batı Irak sahasında ise Sünni bölgeden oluşan bir federal yapılanmanın dayatılabileceği düşünülmektedir.
Bunlardan en önemlisi, yukarıda da vurgulandığı gibi, orta-batı Irak sahasında Şii hattının önünü kesecek Sünni bir blokun gerçekleştirilmesidir. Bu Sünni blokun Irak’ın Anbar bölgesinde oluşturulacağını ve bu bölgedeki aşiretlerin şimdiden silahlandırıldığını da hatırlatalım. Bu arada, bu projenin finansmanın da bazı körfez ülkelerince sağlanacağını da unutmayalım.

ABD’nin Niyeti,Çin Kuşak-Yol Projesine Set Çekmek

Irak-Suriye arasında oluşacak Sünni federal yapıyla, ABD’nin elde edebileceği hedef; İran’ın Akdeniz’e uzanımının önüne geçmek,

Önüne set çekmeyi düşündüğü Çin Kuşak-Yol projesinin güzergâhı üzerinde pazarlık konusu yapabilmek, Projenin ABD’siz olamayacağı ve hatta ABD’nin Ortadoğu’da menfaat alanlarına girilemeyeceği noktasına getirmek olacaktır.
Öte yandan İran’ın temel amacı ise;

Şii hatlarıyla İsrail’i askeri anlamda tehdit etmeyi sürdürmek,
Çin projesine kendi ülkesinden itibaren eklemlenmek suretiyle, Akdeniz’e uzanacak bu proje içerisinde geleceğe dair hâkim güç olmak niyetindedir.
İran’ın şii hattı güzergâhı; hem siyasi, hem askeri, hem de ekonomik maksatlıdır. Diğer bir ifadeyle, şii yayılmacılığının hedefinde siyasi olduğu kadar, ekonomik kazanımlara ulaşmak yatmaktadır. Çin ve İran’ın gelecekteki ekonomik kazanımlarını engellemek için; Kuşak-Yol projesinin Çin ve İran ekseninden Akdeniz’e ulaşmasının ABD’ye rağmen mümkün olamayacağına inanan ve engellemeye çalışan bir ABD’yi görmekteyiz.

ABD, Yeni Enerji Koridoru Peşinde

ABD, Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e çıkış için uğraştığı koridordan umudunu bugünkü konjonktür itibariyle yitirmiş, bir şekilde Türkiye ve Rusya’nın etkisi altına bırakmayı göze almıştır. Buna mukabil,terör örgütüYPG ile birlikte ağırlıklı olarak konuşlandığı Deyrizor bölgesinde bir süre daha kalıcı olmaya devam edecektir.
ABD bilahare, Deyrizor bölgesinin kontrolünü;yerel aşiret-kabile gruplarının üzerinden parayla sağlayacak ve aynı zamanda YPG’nin önemli bir kısmını sahadan tasfiye ederek, Irak sahasında İran’a karşı konumlandırmak üzere aktaracaktır.

Aynı zamanda Deyrizor bölgesi üzerinden; Suriye-Irak-Ürdün sınırının birleştiği yerde bulunan Tanf bölgesine ve oradan da Suveyda (Dürzi bölgesi) üzerinden Golan/İsrail hattına kadar uzanan koridorda, enerji nakil güzergâhı olarak kontrolü ellerinde bulunduracaktır. ABD’nin oluşturacağı bu koridorun, yine Irak tarafında yerel aşiret-kabile güçleriyle oluşturulacak Sünni kuşak ile bir birini tamamlaması hedeflenmektedir.
Nitekim ABD, Suriye’deki konuşlanmasını Irakta’ki tertiplenmesinin arka bahçesi ve tamamlayıcısı olarak görmektedir. Bu nedenledir ki, Irak-Suriye sınır hattında Sünni bir tampon bölge oluşturarak Suriye sahasının bir kısmıyla bütünleştirmek istemektedir.
Gerek enerji nakil güzergâhı, gerekse Sünni bölgenin oluşturulması projeleri, ABD’nin Tanf bölgesindeki varlığı üzerinden yürütülmektedir. ABD’nin bu çöl bölgesinde son derece kritik bir konumda olan üssünden, bu nedenlerle asla vaz geçmemektedir.
Güvenli Bölgeye;Roj Peşmergeleri ve Aşiret-Kabile Güçleri ABD, güvenli bölge sahasını her nekadar Rusya’ya terk etmiş gibi görünse de, halen bölgeye olan ilgisinde ve desteğinde bir değişiklik yoktur. Türkiye’nin, Suriye’nin kuzeyine yönelik yaptığı üç askeri harekâtın sonunda terör koridoru önlenirken, ABD ve Rusya’nın ise alandaki faaliyetleri iç içe girmiş, bukarmaşık yapıdan çıkış yoları arayışları devam etmektedir. Kısacası sahada tam bir kilitlenmişlik yaşanmaktadır.
Gerek ABD gerekse Rusya, Türkiye’ye sunulacak çözüm önerilerine; Türkiye’nin kendi kriterlerine uygun ve güvenliğine ilişkin tatmin edici olmadığı takdirde sıcak bakmayacağını bilmektedirler.Uluslararası camianın Suriye’ye yönelik beyanatlarına ve konuşmalarına bakıldığında, başta ABD ve Rusya olmak üzere, küresel güç odaklarının alternatif projeler üzerinde çalıştıkları muhakkaktır.

Önümüzdeki yakın vadede;

Türkiye’nin YPG’ye karşı ısrarlı tutumu nedeniyle; Resûlayn batısından Derik-Sincar üçgeni bölgesi,başlangıçta Rusya’nın kontrolünde kalacak, bilahare IKBY’nin egemenliğine bağlanacak,
Bu bölgede; YPG’nin içinde olmadığı kabile-aşiret unsurlarından istifadeyle bir güç teşkil edilecek ve bu güç Roj peşmergelerinin de entegre edildiği bir model olacaktır.
Böyle bir saha gerçeğinin yaşanması durumunda; Türkiye’nin kontrolünde bulunan Barış Pınarı Harekât Alanı’nın karşılığında;Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekât bölgesinin tamamen, İdlib’in bir kısmının Türkiye’nin egemenliğine bırakılması veya Türkmeneli şeklinde merkezi otoriteye bağlı bir seçenek gelişebilir.
Suriye Güneyi’ne Özerk Dürzi Bölgesi
Şam’ın güneyinde ise bir Dürzi bölgesi kurulacaktır. Ülkenin yaklaşık % 3’ünü Dürziler oluşturmaktadır. Dürziler geçmişte, birçok mücadeleyi kaybeden taraf olma gibi tarihsel acı tecrübeleri nedeniyle, iç savaşta olabildiğince sessiz kalmayı tercih etmişlerdir. Suveyda bölgesi Dürziler’in tarihsel bölgesidir. Geçmişte de bu bölgede; 1922 de Dürzi emirliği kurulmuş ve 1936 da kaldırılmıştır.
Dürziler; İsrail’de, Suriye’de ve Lübnan sınırları içerisinde yaşamaktadırlar. İsrail’de yaşayan Dürzilerle İsrail yönetiminin sıcak ilişkileri mevcuttur, hatta İsrail ordusunda önemli görevlerde bulunan Dürzi subaylar vardır.
Her üç ülkede yaşayan Dürziler’in aralarında sosyolojik ciddi farklar gözlemlense de, İsrail Dürzileri’nin diğer ülkelerdeki Dürzilere yakın bir yönelişleri bulunmaktadır. İsrail, Golan Tepeleri ile oluşturduğu doğal tampon hattının daha da güçlendirilmesi adına, Golan Tepeleri’nin ön cephesine doğru uzanan özerk bir Dürzi bölgesi oluşturulacaktır.

Esad’ın Tasfiyesi, Seçimlere Kadar Geçici Yönetim

Fırat’ın doğusunda zımni bir mutabakat ya da saha gerçeğinin oluşturduğu son durum; ABD ve Rusya’nın önümüzdeki dönemde Fırat’ın batısına yönelik tutumlarını, nihayetinde Suriye’nin genelini de şüphesiz etkileyecektir.
Gelinen noktada, hiçbir grup zafere diğerlerinden daha yakın değildir. Özellikle İdlib bölgesinde çatışan gruplar, bulundukları alanlarda tutunmakla meşguller. Bu durum, anayasa çalışmalarına da etki etmekte ve tarafların, özellikle rejim desteğindeki komisyonun çalışmalara katılmalarında engel durumunda dır. Türkiye ve İran’ın yanı sıra, Rusya’da bu durumun bir an önce aşılmasını istemektedir.

Önümüzdeki süreçte Rusya;

İdlib’de muhaliflere destek veren güç odaklarının çekilmesi ve bölgenin teröristlerden tahliye edilmesi karşılığında/şartıyla, Cenevre’de rejimin tutumu nedeniyle tıkanan anayasa komitesi çalışmalarının yolunu açmaya çalışacak,
Bu mümkün olmadığı takdirde, başkaca bir seçenek de kalmayacağından, siyasal sürece hız kazandırmak amacıyla ve anayasa müzakerelerinde kendi inisiyatifini korumak adına, seçimlere kadar Suriye’de geçici bir yönetim oluşturulmasını gündeme getirebilecek, yani Esad’ın görevden tasfiyesi sağlanacaktır.

https://21yyte.org/tr/merkezler/bolgesel-arastirma-merkezleri/orta-dogu-ve-afrika-arastirmalari-merkezi/suriye-ve-irak-ta-olasiligi-yuksek-senaryolar


***

Barış Koridoru ve Hedef..,

Barış Koridoru ve Hedef..,


Barış Koridoru ve Hedef
Ünal Atabay 02 Ağustos 2019
Yayınlandığı Kategori. SURİYE, ORTADOĞU.,



“Barış Koridoru” Güvenli Bölgenin Bir Sonucudur.
Suriye iç savaşı başladığı günlerden itibaren, kamuoyunda çok sık adı duyulan kavramlardan birisi de, “Güvenli Bölge” söylemidir. 30 Temmuz 2019 günü yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısında, güvenli bölge kavramına “Barış Koridoru”[[i]] adı altında bir söylemin eklendiğini görmekteyiz.
“Barış Koridoru” yeni bir söylem gibi görünse de, esasen güvenli bölgenin ruhunda ve işlevinde barış kavramı vardır. Nitekim uluslararası alanda, ateşkes ve barışın sağlanması gibi saha çalışmalarında “Barış Gücü” adı altında güçler konuşlandırılır ve bunlar genellikle çatışan iki devlet, kuvvet, toplum gibi unsurlar arasında tayin edilen bir bölgede, hat üzerinde veya kuşakta yer alırlar.
Güvenli bölge, barış ve barış gücü gibi kavramların uluslararası alanda kabul görmüş birçok tanımı bulunurken, “Barış Koridoru” nun özel bir tanımı yoktur. Çünkü, bunun karşılığı güvenli bölgenin ruhunda var olduğu gibi, güvenli bölgenin oluşturulmasını müteakip meydana gelebilecek bir sonucun da parçasıdır “Barış Koridoru”.
Suriye’ye yönelik güvenli bölge kavramının ortaya atıldığı günden itibaren, bu kavramın yanlış ifade edildiği, bundan sakınılması gerektiği ve güvenlik nedeniyle haklı olduğumuz bu Suriye meselesinde, uluslararası hukuk üzerinden yanlış algılara sebebiyet verilebileceği defalarca gündeme getirilmişti.
Çünkü uluslararası anlamda “Güvenli Bölge”; ‘sivil halkı çatışan taraflardan veya bir devletin baskı, şiddet ve insan hakları ihlallerinden korumak amacıyla tesis edilir’ şeklinde tanımlanmaktadır.[[ii]] Bu tanım üzerinden, bizim Suriye’de yaşayan Kürtlere sözde baskı ve şiddet uygulayacağımızın algısı yaratılmaktadır.
Nitekim, 21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü’nde yayımlanan bir makalede, bu tür kavram tartışmalarından uzak durmak için, “Güvenli Bölge” yerine “İstikrar Kuşağı” kavramının kullanılmasının daha uygun olacağı ifade edilmişti.[[iii]] Gelinen noktada, söz konusu tartışmaların da etkisiyle, güvenli bölge söyleminin yeni bir kavramla yani “Barış Koridoru” söylemiyle güçlendirilmek/desteklenmek istendiği anlaşılmaktadır.
Oysa ki Türkiye’nin güvenli bölgeden kastettiği, terörden arındırılmış bir bölgedir. Güvenli bölgenin uluslararası alandaki tanımından ziyade, bizim neyi kastettiğimizin iyi anlatılma ihtiyacı vardır. Şüphesiz bu anlatamama sorunu “Barış Koridoru” nu doğurmuştur.

“Barış Koridoru” Söylemi Türkiye’nin Tarihsel Birikimidir.

Türkiye esas itibariyle, Uluslararası alandaki tartışmaların önüne geçmek ve haklılığımızı güçlendirmek adına, tarihsel birikiminin de dürtüsüyle bu bölgeyi “Barış Koridoru” olarak nitelendirmek zorunda kalmıştır. Esasen bu kavram, Türkiye için çok yabancı değildir. Barış koridoru kavramının içerisinde; Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’in temel felsefesinin ve yine Atatürk’ün söylediği “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkesinin yansımasını görmekteyiz.
Çünkü ülkemiz, barışı önceleyen geleneğini öteden beri gerek diplomaside gerekse sahada tüm uygulamalarında göstermiştir. Bu nedenle, “Barış Koridoru” da bu geleneğin ifadesidir. Tarihseldir ve “Kıbrıs Barış Harekâtı” ile “Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri” ifadesi de bu tarihsel birikimin sonucudur.
Öte yandan, bölgenin coğrafi anlamda tanımlanması ve algının daha iyi yönetilebilmesi adına, yukarıda da ifade edildiği gibi “Güvenli Bölge” kavramından şimdilik tamamen vaz geçilemeyeceğini de söylemek yerinde olacaktır. Bir taraftan güvenli bölge ifadesi kullanılırken, diğer taraftan da “Barış Koridoru” söyleminin tamamlayıcı manada kullanılması uygun düşecektir.
Barış koridoru, Türkiye’nin bölgeye müdahalesinde; siyasi, askeri, coğrafi, sosyo-kültürel, demografik ve insani boyutlara bakış açısını ortaya koyması bakımından, güvenli bölgenin güçlendirilmesi adına değer ifade etmektedir. Barış koridoru; sahada yaratılmak istenilen etkiden ziyade, daha çok diplomasiyi çağrıştıran bir üslubu içerirken, “Güvenli Bölge” terimi ise; verilecek etkininin sahadaki somut yansımasını ve coğrafi ifadesini anlatmaktadır. Her hâlükârda, “Barış Koridoru” söylemi, güvenli bölgeyle birlikte telaffuz edilmek zorundadır.
Suriye özelinde “Barış Koridoru”; diplomasiyi önceleyen, bu mümkün olmadığı takdirde güvenli bölge sahası içerisinde yaşayan tüm etnik, dini ve mezhebi grupları terör örgütü YPG/PKK’nın boyunduruğundan, baskısından, şiddetinden ve insan hakları ihlallerinden kurtaran bir yaklaşımın ifadesi olarak söylenebilir.
“Barış Koridoru” Nihai Hedefe Giden Bir Atlama Taşıdır.

Öte yandan, “Güvenli Bölge” ve “Barış Koridoru”; herhangi bir harekâta ihtiyaç kalmadan terörden arındırılmış bir saha olarak birlikte mütalaa edilmeli ve esas olan bu sahanın üzerinden YPG/PKK’nın koridor dışında kalan varlığının ortadan kaldırılması nihai hedef olarak belirlenmeli ve uygulanmalıdır. Yani, “Barış Koridoru” nihai hedefe giden bir atlama taşı olarak kabul edilmelidir.
Güvenli Bölge / Barış Koridorunun dışında kalan saha içerisinde YPG/PKK varlığını sürdürmesi halinde; ABD’nin kanatları altında Türkiye’nin sözde hışmından korunan Kürtler’in olduğu ve bunlara koruma kalkanı uygulandığı şeklinde bir meşruiyet zırhı giydirilmiş olacaktır ki, bu durumda bazı art niyetli ülkeler ve uluslararası kuruluşlar Türkiye’nin YPG/PKK ile defacto (Hukuki olarak fiili durum) durumunda olduğunu gündeme getirebilirler. Bu nedenle, “Barış Koridoru” nu güvenli bölge sahası ile sınırlandırmamak gerekir.

 “Barış Koridoru” ve ABD

Güvenli bölge içerisinde, “Barış Koridoru” nun tesisi, öncelikle güç kullanmadan ABD ile birlikte bir uzlaşıyı içerebilmelidir. Bu uzlaşı doğrultusunda, daha önce varılan yol haritası mutabakatı çerçevesinde; YPG/PKK’nın silah, mühimmat ve teçhizatının toplanması ve Fırat’ın doğusundan tamamen tasfiyesini kapsamalıdır.
Güç kullanmak suretiyle barış koridorunun tesisi halinde ise, ABD ile uzlaşı pek mümkün görünmemektedir. İşte bu noktada, güvenli bölge/barış koridorunun güneyinde kalacak olan terör unsurlarının varlığı ve tehdidi devam edecektir. Buradaki tehdidin de ortadan kaldırılması için, “Barış Koridoru” güvenli bölge sınırlarını aşan bir hareket tarzını içermelidir.
Diğer taraftan barış koridorunu; sadece YPG/PKK’nın silahtan arındırılması ile elde edilebilecek bir sonuç olarak değerlendirmek de mümkün değildir. Aynı zamanda, ABD ile gerilen ilişkilerin yeniden düzeltilmesi/düzenlenmesi ve stratejik ortaklığın yeniden tesisi için değer biçilen kriterlerde buluşmanın zemini olarak da düşünülebilir.

 [[i]]  MGK “30 Temmuz 2019” Tarihli Toplantısı, https://www.mgk.gov.tr., 30 Temmuz 2019.

[[ii]] Oktay Bingöl-A.Bilgin Varlık, “Korunmuş Bölgeler Bilgi Notu”, Merkez Strateji Enstitüsü, 29 Eylül 2014.

[[iii]]Ünal Atabay, Suriye’nin Kuzeyinde “Güvenli Bölge” Tesisi, https://21yyte.org., 22 Ocak 2019.

https://21yyte.org/tr/suriye/baris-koridoru-ve-hedef

***

ABD nin Suni Ordusu.,

ABD nin Suni Ordusu.,


Ünal Atabay
11 Eylül 2019 Yayınlandığı Kategori Terörizm ve Terörizmle Mücadele, ABD Suriye Körfez Savaşı, PKK, YPG, Terör, Terörist, Düzenli Ordu, Suni Ordu, Milli Güvenlik, Terörle Mücadele, SDG Özel Kuvvetler, (HT) Özel Harekât Timleri (YAT) Anti Terör Timleri (HAT), Ünal Atabay, ABD, Suriye Kuzeyinde Yeni Bir Modellemenin Peşinde ABD-Irak Körfez Savaşı sonrasında; bugünlerde Suriye’de yaşanan sürecin benzeri oyalama taktikleriyle, ABD’nin iki yüzlü politikalarıyla ve yerel iş birlikçilerin de desteğiyle bugünkü Kuzey Irak Kürt Bölgesel Yönetimi tesis edilmiştir. Bu yönetim modeli, feodal kültüre dayalı ve aşiret-şeyh-seyid-ağa sistemine özgü bir ailenin tekelinde oluşturulmuştur. Geldiğimiz bu günlerde ise, Suriye’nin kuzey ve doğusunda, yine ABD’nin başını çektiği bir devletçik modeli oluşturulmaya çalışılmaktadır. Bu defa model, Kuzey Irak yönetiminin aksine; feodal yapıyı reddeden, komünal sistemi içeren, PKK’nın sözde kendi ideolojisini sahaya yansıtan bir çerçevede ve yeni bir modelleme şeklinde idari-siyasi düzen kurulmak istenmektedir. YPG/PKK, Sözde Düzenli Ordu Olma Yolunda ABD tarafından, 50 bin civarında tırla [[i]] Suriye’de YPG/PKK terör örgütüne; silah, mühimmat, teçhizat ile barınma ve tahkimat imkânı sağlayan malzeme-sistemleri verilmiş, örgüt donatılmıştır. Terör örgütü, kazandığı bu imkân ve kabiliyetleri vasıtasıyla, adeta düzenli ordu olma yolunda önemli mesafe kat etmiştir. Örgüt, işte elde ettiği bu tehdit kapasitesi üzerinden varlığını sürdürürken, Türkiye’nin güvenliğini yakından ilgilendiren en önemli hususlardan biri olmaya devam etmektedir. Öte yandan, terör örgütü bu gücünü dış destek ile elde etmiş olması ve tarihsel, sosyo-kültürel birikimin yarattığı bir olgu olmaması nedenleriyle, herhangi bir harekât karşısında örgütün direnme kapasitesi mümkün olamayacaktır. YPG/PKK, ABD’nin Suni Ordusu., Terör örgütü, Fırat Kalkanı ve Afrin Harekâtında ABD’nin desteğiyle Türk Silahlı Kuvvetlerine (TSK) karşı direniş göstermeye çalışmış ise de suni gücüne dayalı direnişleri TSK tarafından rahatlıkla ezilmek suretiyle sonlandırılmıştır. Çünkü örgüt, küresel çıkar odaklarının hamiliğinde oluşturulan suni bir ordu niteliğinden başka bir şey değildir. Terör örgütü, ABD tarafından sözde ordu teşkilatı ve hiyerarşik bir sistematiğin içerisinde eğitilmiş ve donatılmış olmakla birlikte, yukarıda da vurgulandığı gibi, bu yapı dışarıdan dayatma ve destekle oluşan bir güç olduğundan, uzun ömürlü ve kurumsal kalıcılığa sahip olamayacaktır. Çünkü ordu olabilmek kolay değil, tarihsel bir birikim ve derinlik ister. Örgüt ve ABD, tüm bu zafiyetleri ve eksiklikleri üzerinden, Türkiye’nin güvenli bölgeye tek taraflı yapabileceği harekâta karşı, bu defa;
Afrin ve El Bab’da aldıkları tecrübeyle TSK karşısında dayanabilmenin hesaplarını yaparak, YPG’nin gerek silahlandırılmasında ve eğitilmesinde gerekse tahkimatında daha profesyonel bir çaba içerisine girdikleri düşünülmektedir. Nitekim, bölgeye nakledilen teçhizat ve malzemeler bu durumu doğrular niteliktedir. Terör örgütünün ulaştığı silah, teçhizat ve mühimmat ile alt yapı imkanlarına bakıldığında, Suriye’nin kuzeyinde ciddi anlamda yol kat ettiklerini, idari-siyasi ve askeri anlamda sözde devletleşme yolunda önemli mesafeler aldıklarını da söylemek mümkündür. ABD’li yetkililerce, terör örgütünün Suriye’deki gücü 60-70 bin arasında değişen rakamlarla telaffuz edilmekte ve bu sayının önümüzdeki dönemde 110 bin seviyesine çıkarılacağı belirtilmektedir. [[ii]] Eğer silahlı bir örgüt, 100 binler seviyesine çıkartıldığı takdirde, askeri teşkilatlanma mantığına göre, asgari 3 kolordudan müteşekkil, düzenli ordu seviyesinde bir birlik anlamına gelmektedir. Mücadele için, Terör Örgütünü Yakından Tanımak Bir Zorunluluk Terör örgütü, kurulduğu günden beri, değişen ve gelişen şartlara, günün koşullarına göre gerek ideolojik yapısında gerekse teşkilatlanma yapısında sürekli değişim ve yenilenmeyi prensip edinmiştir. Bu kapsamda, ana omurgasını YPG’nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG), geçtiğimiz ay içerisinde yaptıkları bir toplantıda aldıkları kararlar gereği; SDG çatısı altında, kentlerin savunması ve sınır güvenliğinden sorumlu 4 Bölge ve 12/15 Yerel Askeri Meclisler ile askeri meclislerin bağlı olduğu Genel Askeri Meclis’in kurulduğu bir düzenlemeye gitmişlerdir. [[iii]] Önümüzdeki süreçte, bölgesel askeri meclislerin Tugay-Tümen-Kolordu gibi teşkillere, genel meclisin ise federasyon meclisine dönüştürüleceğinden şüphe yoktur. Şu husus asla unutulmamalıdır, mücadele edilecek kim ve ne olursa olsun, onu çok iyi tanımak mücadelenin olmazsa olmaz koşullarındandır. İstihbarat unsurlarımız, bölgedeki terörist durumunu, bölge içerisindeki hazırlık ve tahkimatını yakından takip ettikleri ve analizini yaptıkları muhakkaktır. Bununla birlikte, sahayı yakından takip eden bir göz olarak, terör örgütünün Suriye sahasındaki faaliyetlerine ilişkin medya istihbaratı (SOCMINT) üzerinden yapılan tespit ve analizlere dayanılarak terörist durumunun ve örgütün yapısının şu şekilde olduğu değerlendirilmektedir. 73 Bin Silahlı Terörist Yaratıldı! Halk Koruma Birlikleri (YPG/PKK): Sözde siyasal parti konumunda olan PYD’nin silahlı bir gücüdür. ABD’nin içli dışlı olduğu, sık sık yan yana geldiği ve IŞİD ile mücadelede yerel ortaklar olarak tanıttığı ve örgütün de sözde “Profesyonel Gerilla Kadrosu” dediği unsurlardır. 52 alaydan oluştuğu ve 12.500-13 bin civarında mevcuda sahip olduğu değerlendirilmektedir. ABD, bu teröristlere 285 dolar maaş vermektedir. Bu mevcudun; 9.000-9.500’ü güvenli bölgede, 1.000’i Menbiç bölgesinde, 1.500-2 bini Tel Rıfat’da, 1.000’inin ise Deyrizor’da olduğu mütalaa edilmektedir. Önümüzdeki süreçte YPG’nin mevcudunun 30 bine çıkarılacağı belirtilmiştir. Öz Savunma Güçleri: ABD’nin, sınır muhafızları / iç güvenlik güçleri / “Bölgesel Esnek Güvenlik Gücü” adı altında eğitip donattıkları sözde düzenli ordudur. Yaklaşık 70-75 birimden teşkil edildiği ve 15.400-16 bin civarında silahlı teröristten oluştuğu değerlendirilmiştir. ABD, bu teröristlere de 285 dolar maaş vermektedir. Bölge askeri meclislerine bağlıdırlar (Rakka, Menbiç, Deyrizor). Önümüzdeki süreçte 30 bine çıkarılacağı vurgulanmıştır. Sivil Savunma Güçleri: ABD’nin, yerel iç güvenlik güçleri / “Köy ve İlçe Güvenlik Gücü” adı altında eğitip donattıkları sözde asayişe bağlı milis güçleridir. Kentlerde mahalle ve köy sisteminde gönüllü görev yaparlar. Kent meclislerine bağlıdırlar. Yaklaşık mevcutları, 25.800-26 bin civarında olduğu kıymetlendirilmektedir. Önümüzdeki süreçte 45 bine çıkarılacağı ifade edilmiştir. Özel Kuvvetler (HT): Sözde düzenli ordu teşkili içerisinde ayrı bir birim olarak bulunmaktadır. Gayri nizami harp eğitimi uygulayan, görünen üniformalıların yanı sıra sivil birimleriyle yöredeki aşiret vb yapıları örgütleyen bir unsur. Mevcutları 1.300-1.500 civarında olduğu mütalaa edilmiştir. 5 bine çıkarılması planlanmıştır. Özel Harekât Timleri (YAT): Jandarma özel harekât benzeri bir yapılanmaya sahip olup, örgütün acil müdahale timi olarak adlandırdığı bir asayiş gücüdür. Mevcudu 1.100-1.250 civarında olduğu düşünülmektedir. Anti Terör Timleri (HAT): Polis özel harekât unsurlarına benzer yapıda terörle mücadele kuvvetleri olarak teşkil edilmiş, örgütün sözde anti terör timidir. Mevcudu 3.100-3.500 civarında olduğu değerlendirilmiştir. Aşiret Güçleri: YPG’nin kontrolünde ve zaman zaman ayrılsalar da birlikte hareket ettikleri aşiretlerden teşkil edilen (Kürt, Arap, Asuri, Süryani) 12 bin civarında silahlı güçlerinin olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Sonuç olarak; 12.500-13 bin YPG/PKK’lı, 15.400-16 bin teröristten teşkil edilmiş sınır muhafızları / bölgesel esnek güvenlik gücü maskesi altındaki düzenli ordu, 25.800-26 bin teröristten oluşan yerel iç güvenlik güçleri, 5.500-6 bin teröristi içeren özel kuvvetler ve sözde jandarma/polis özel harekât grupları, ayrıca aşiretlerden oluşan 12 bin civarında silahlı güç olmak üzere toplamda; 71.200-73 bin silahlı teröristin bulunduğu değerlendirilmektedir. Önümüzdeki süreçte bu sayının 110 bine çıkarılacağı ABD tarafından resmen duyurulmuştur. [[i]] YPG Tehdit Unsuru Olmaktan Çıkarılmalı, https://www.star.com.tr., 10 Eylül 2019. [[ii]] ABD, Diğer ortaklarını Büyütüyor, https://www.aa.com.tr., 07 Ağustoa 2019. [[iii]] Terör Örgütü YPG, Silahlı Grupları Artırdı, https://www.akşam.com.tr., 05 Eylül 2019.
https://21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/terorizm-ve-terorizmle-mucadele/abd-nin-suni-ordusu


***

12 Aralık 2019 Perşembe

DERİN DEVLETİN PEŞİNDE,

DERİN DEVLETİN PEŞİNDE

Destek Yayınları Birinci Basım NİSAN 2013 SUNUŞ 26 Haziran 2012 günü ‘ Dolmabahçe Sarayı’nda ‘TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu’ iki saat kadar görüşlerime başvurdu. Sayın Heyete, özel arşivimde bulunan 50 yıllık 20-25 klasörle yüzlerce (Lehte Aleyhte) kitaplarımdan yararlanma önerisi getirdim. Bu önerim yaşama geçmedi. Konuşma başlarken kendilerine yanımda götürdüğüm TBMM Faili Meçhul Siyasi Cinayetleri Araştırma Komisyonu Raporu’nun (12.10.1995 S.Sayısı897) 176’ncı sayfasını gösterdim. Bu sayfada komisyon çözüme ulaşabilmek için: Sayın Talat Turhan’ın Bomba Davası-1 Bomba Davası-2 Doruk Operasyonu Kontrgerilla Cumhuriyeti yapıtlarıma ek olarak 6 yazarın yapıtlarının konuta ışık tuttuğu, açıklanıyordu. Sayın Heyete 19995 yılında TBMM, Faili Meçhul Siyasi Cinayetler Araştırma Komisyonu raporundaki bu öneriyi dikkate alıp kitaplarımı okuyup okumadıklarını sordum. Sadece Afyon Milletvekili saygıdeğer Ahmet Toptaş önünde duran ATATÜRK’ÜN YARBAYI adlı kitabı gösterdi. Amacım heyetin F.M.C.A.R’da olduğu gibi çözümsüz kalmasına katkıda bulunmaktı. Kaldı ki 40 yıllık süreç içinde resmi belgelerle ve olayla doğrulanmış 12’li Faşist Darbeler, ‘Derin Devlet’ ve onların ardındaki güçleri deşifre eden onlarca kitap yazmış, 100’ün üzerinde konferans vermiş, 30 kadar TV ve radyo söyleşisine katılıp, 12’li, darbelerin ipliğini pazara çıkarmış, 40 yıl süreyle demokrasi mücadelesi verirken her türlü baskı, zulüm, işkence ve haksızlığın muhattabı olmuş, 48 yıldan beri sürekli yargılanan3 kez AİHM’de dava kazanan deneyimli bir kişiden darbe komisyonu yararlanmalıydı. Daha sonra üç aylık bir süre içinde Türkiye’ni 50 yıllık tarihinin yazılmayacağını, seçkin tarihçilerden kurulu bir heyetin bile 3 yılda bu görevi başaramayacağını açıkladım. Devam eden darbeleri araştırmak için NATO, PENTEGON, CIA, AID ve ABD Derin Devleti’nin sorgulanması gerektiğini işaret ettim. Özellikle ABD güdümündeki ‘Darbe Okullarını’ sorgulamadan, bu okullardan mezun olanları saptamadan bu sorunun çözülemeyeceğini belirttim. Özellikle Darbe Okullarında yetiştirilen Özel Harpçi, İstihbaratçı, Emniyetçi ve Jandarmaların darbe öncesi istikrar operasyonu döneminde yaşadığımız kuşkulu eylemler ve faili Meçhul Cinayetlerin aydınlanamayacağını açıkladım. Tam bu sırada heyette bulunan bir sayın Milletvekili Almanya Oberammergau’daki NATO’ya bağlı İstihbarat (Darbe) okulundan geçtiğini açıkladı. Komisyon kanımca saptadığı 152 kişiyle konuşup benimsediklerini kes yapıştır yöntemiyle yöntemiyle rapora yansıtmaya çalışmış, özellikle de ‘’8 Şubat Davası’na katkı vermek için delil üretmeye çalışmış. TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu Raporunda (Kasım 2012 S.Sayısı 376) umduğumun ötesinde değerde bir çalışma yapılmış olmasına karşın kitaplarımdan yeterince yararlanılmamış, raporda yalnız 3 kitabıma yer verilmeye çalışılmış, oysa ki tüm kitaplarım bir anlamda ‘DARBE SAVAR’ niteliğinde olup tecimsel çıkarlar sonucunda yazılmamıştır. Komisyon raporu, iki saatlik görüşmenin bir kısmını değerlendirmiş, referans gösterdiği kitaplarımı bile yeterince değerlendirmemiştir. Sonuçta çözüme ulaşmamıştır. TBMM Sayın Başkanı Cemil Çiçek Komisyon Raporunda yer alan bu noksanlıktan en fazla rahatsız olması gereken bir kişi olduğu için bu yanlışı düzelmelidir. Çünkü, raporda en güç koşullarda 40 yıldan beri sürdürdüğüm ‘Demokrasi Mücadelesi’ gözardı edilip benim mücadeleye başladığım tarihten (1973) 34 yıl sonra tecimsel anlamda kitap yazan bir kişi öne çıkarılmıştır. 88 yaşındayım, yaşamın boyunca bir beklentim olmadı. Ancak gerçeklerin aydınlatılması pahasına 40 yıllık mücadelemin göz ardı edilmesine de göz yumamam. 40 yıllık mücadelemi yazarak, konferans vererek, TV ve Radyo programlarına katılarak sürdürüyorum. Ama gelin görün ki TV programları ve konferanslar çabuk tüketildiği için unutulup gidiyor. Unutulmanın felç edici sonuçları var. Örneğin TBMM Araştırma Komisyonu faili meçhul cinayetleri araştırıyor bir sonuç alamıyor. Darbeleri araştırıyor, derin devletin izini bulamıyor. Her iki komisyon raporunda kitaplarıma gönderme yapıldığı halde, sonuç bölümlerinde göz önüne alınmadığı için bir yere ulaşılamıyor. Bu nedenle Devrimci Mücadeleme katkıda bulunmak için TV konuşmalarının bir kısmını seçtim ve okuyucularımla paylaşmayı uygun buldum. Aranan ne, saklanan ne, karar verin diye… ÖNERİ: TBMM Başkanı Cemil Çiçek ek bir komisyon kurup 4283 sahifelik Bomba Davası’ndaki savunmamı tüm kitaplarımı ve çalışmalarımı inceletmeli ‘TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu Raporu’nda benim açımdan kalan yerleri tamamlatmalı yakın tarihin saptırılmasına göz yummamalıdır. NİSAN 2013 Talat TURHAN Yenigün Sok. No. 11 81200 KUZGUNCUK-İSTANBUL

11 Aralık 2019 Çarşamba

CHP NASIL KURTULUR?

CHP NASIL KURTULUR.,


MÜMTAZER TÜRKÖNE.,

CHP nasıl kurtulur?
21 Mart 2004

KURTARMA MI TECAVÜZ MÜ?

Bizim kuşak, Vasıf Öngören'in ‘‘Asiye Nasıl Kurtulur?’’ isimli oyununu iyi hatırlar. Zordaki Asiye'ye kurtarma bahanesiyle yanına her yaklaşanın ırzına geçmesi misali... CHP'yi kurtarmak isteyenler de niyetlerini peşinen ortaya koymalı: Amaçları yardım mı, yoksa fırsattan istifade tecavüz mü?

CHP SOLA MI KAYMALI?

Anketlerde 2002'deki oy oranını (yüzde 20) koruyan CHP yeni seçmenini hangi adreste aramalı? Yüzde 70 sağ-yüzde 30 sol (CHP+DSP) oy havuzu mantığıyla merkezden sola doğru esnemeli mi? Peki bu sayede sepete eklenecek yüzde 5-10 arası ilave oy, merkezi terk etmeye değecek mi?

EKONOMİK PROGRAM VE AB

Çünkü AKP oylarını merkezden kaçarak değil merkeze kayarak alıyor. Hatırlayın AKP, türban, YÖK değişikliği, Kuran kursları gibi siyasi İslam projelerinin hemen hepsinde geri adım attı. Buna karşılık AB yolunda Kıbrıs riskini göze aldı, ekonomik program için IMF'yi içine sindirdi.

ASIL SAHİBİ CHP'DE

AB ve IMF destekli enflasyonla mücadele programı aslında Kemal Derviş mirası sayılmaz mı? AKP, IMF ile 2004 sonuna kadar devam edecek olan 3 yıllık ekonomik programda en ufak bir değişiklik yapabildi mi? Türkiye'ye AB yolu 1999 Aralık ayında Helsinki'de açılmadı mı?

CHP'NİN SEÇMENE BORCU

Yani CHP yönetimi aslında sadece 2002 seçim beyannamesine sadık kalsaydı, örneğin her fırsatta özelleştirmeye karşı çıkmasaydı, AB yoluna yeni suni engeller koymasaydı, laiklik adına muhafazakár seçmeni düşman etmeseydi, inanın bugünkünden daha iyi konumda olurdu!

Zaten bu satırlar ne kurtarma, ne de tecavüz niyetiyle yazıldı.

Anketler ve seçim

Anketlere göre Ankara'da her üç seçmenden ikisi, İstanbul'da her iki seçmenden birisi AKP'ye, İzmir'de her iki seçmenden biri CHP'ye oy atacak.

Bu yazıyı okurken yalnız değilseniz, kafa hesabı yapın, bu oranları tutturmanın biraz zor olduğunu göreceksiniz.

Peki neye inanmalı? Gazeteci sıfatıyla gözlemimiz, anketlerin ancak son haftada kesine yakın netice verdiği, daha önce değil!

İnanmayan biraz arşiv karıştırsın.

4*4 hızlı okuma

İlk sinyal Brüksel'deki son AB Zirvesi'nde (12 Aralık 2003) verildi. Sonuç bildirisinin Türkiye paragrafına, ‘‘Güneydoğu'nun durumu ve kültürel haklar konusunda adım atılması’’ ifadesi eklendi. Kıbrıs golünü önlemeye çalışan Ankara, tabir yerindeyse ters köşeye yatırıldı.

İkinci adım Büyük Ortadoğu projesiyle atıldı. Çünkü bölgesel istikrarın sağlanması amacıyla -haklı olarak- etnik zenginliği yansıtan çoğulcu demokrasi ve yoksulluğu alt edecek küresel ekonomiler hedeflendi. Irak'tan sonra Suriye ve İran'da değişim motoru Kürtlere bırakıldı.

Tıpkı Doğu Avrupa'da duvarı yıkan halk hareketleri gibi Suriye'de, İran'da Kürt ayaklanmaları başladı. Sanki tarih tekerrür etti. 1970'lerde Sovyet uydusu Irak'ta rejimi devirmek için cepheye sürülen Kürtler, 30 yıl sonra Irak'ta özerklik kazandı, bu kez komşulara karşı seferber edildi.

‘‘Peki, bunlardan bize ne?’’ diye soranlara: 1) İşler tersine dönerse üç ülkede birden Kürt kıyımı başlar. 2) Kürt isyanı -PKK bölündüğü için ihtimal dışı olsa da- Türkiye'ye sıçrarsa AB yolunda yeni engel çıkar. 3) Askerin ‘‘Türkiye, Ortadoğu'ya ılımlı İslam için model olamaz’’ uyarısı, laik cumhuriyet ilkeleri çerçevesinde haklıdır.


http://www.hurriyet.com.tr/chp-nasil-kurtulur-211247


**************


CHP nasıl kurtulur?


ERDAL ŞAFAK,
09 Eylül 2004, Perşembe



      Bugün CHP'nin kuruluşunun 81'inci, 6 Ok'lu partinin son kalesi İzmir'in kurtuluşunun da 82'nci yıldönümü...
Önce bir gözlemimizi aktaralım: CHP atak bir muhalefet sergilemeye başladı. Van rezaleti ve hızlandırılmış tren faciasıyla ilgili raporları bunun en başarılı örnekleri.
Ancak bu dinamizm, "CHP'nin elinde tek kalenin kalması" gerçeğini unutturmuyor, unutturmamalı... Tam tersine, CHP'nin misyonu yalnızca iyi muhalefet değilse, iktidar alternatifi olabilmekse, bu büzülmeye doğru teşhis konmalı, doğru tedavi uygulanmalı.
İşte sıkıntı da burada başlıyor. Çünkü CHP kendi gündemine yanlış sorunları getiriyor. Ya da en azından öncelik taşımayan sorunları: Varsa yoksa Baykal... Tek adam yönetimi...
Fransa Sosyalist Partisi'nin yayınladığı "Sosyal demokrat model tartışılıyor" başlıklı araştırmada bu konuda bakın neler deniyor:
"Sosyal demokrat partilerin yönetim şeması son 30 yılda çok değişti. Toplumsal yaşamda televizyonun büyüyen etkisi, partilerin örgüt yapısında da çok önemli yansımalara yol açtı. Görsel medya, yönetimin kişiselleşmesini, tek kişinin öne çıkmasını teşvik etti. Günümüzde tüm seçim kampanyalarında medyanın ilgisi sadece partinin liderine odaklanıyor. Hatta liderin kişiliği seçmen tercihlerinde çok ciddi bir faktör oluşturuyor. 1997'de Tony Blair'in, 2002'de Gerhard Schröder'in zaferleri buna en iyi örnek."
İtirazımız yok; CHP'liler Baykal'ı tartışmaya devam edebilirler ama tüm enerjilerini onunla tüketmemeliler. Hiç değilse "Parti olarak AB'ye hazır mıyız?" konusuna da güç ve zaman ayırmalılar. "AB'ye uyum"un CHP'nin geleceğini, kaderini etkileyecek kadar hayati olduğunu görmeliler.

Ok'lara yeni yorumlar.,

    Çünkü AB ile müzakere masasına oturulmasıyla Türkiye'nin "devlet ideolojisi"nde köklü değişiklikler gerektirecek yeniden yapılanma süreci başlayacak. Bu da CHP'nin 6 Ok'undan cumhuriyetçilik ve laiklik dışında kalanların (milliyetçilik, halkçılık, devletçilik ve devrimcilik) yeniden yorumlanmasını gerektirecek.
Yine AB süreci Türkiye'de küreselleşmenin sancılarını şiddetlendirecek. CHP de, Avrupa sosyal demokrat hareketlerinin yıllardır boğuştuğu sorunlarla tanışacak. Birkaçını sayalım:
* Kapitalizm artık sınai değil, finansal ve teknolojik. Bu değişen yapı Keynes-Ford modeli üretim tarzını da, emek-sermaye dengesini de allak-bullak etti.
* Sermayenin dolaşımı emekten çok daha hızlı. Üstelik küresel. Bu da klasik sendikacılığı tarihe gömüyor. Artık işkolu bazında değil, her işyerinin koşullarına ve çokuluslu şirketlerin stratejilerine uyan toplu sözleşme dönemine geçiliyor. Yoksa sermaye gözünü kırpmadan daha rantabl ülkelere göçüyor.
* Bu değişim yeni çatışma alanları yaratıyor: İşletmeler ile devlet arasında, nitelikli elemanla düz işçi arasında, küresel rekabete karşı korumalılar ile korumasızlar arasında...

AB'deki sol partiler, bu yeni meydan okumaların 20'nci yüzyılın sosyal demokrat anlayışıyla göğüslenemeyeceğinde uzlaşmış durumda. Onlara göre çözüm, sosyal demokrasinin liberal politikalarla desteklenmesinden geçiyor. Yani "sosyal-liberal sentez"den.
Kemal Derviş'in, "Yalnız Atatürk yetmiyor" derken, "Yerel siyaset ile ulusal siyaseti, ulusal siyaset ile evrensel siyaseti bütünleştirmeliyiz" çağrısı yaparken, kastettiği bu.
CHP vakit yitirmeden kendisi için bir "AB'ye uyum paketi" hazırlamalı.


https://www.sabah.com.tr/yazarlar/safak/2004/09/09/chp_nasil_kurtulur


..............


CHP Nasıl Kurtulur?


Şahin Mengü
Eski Yazar, 15.8.2015


Bir siyasetçi beş altı yılda nasıl bu kadar irtifa kaybeder, yaldızları dökülür anlaşılır gibi değil. İrtifa kaybeden, yaldızları dökülen siyasetçi Kılıçdaroğlu’dur. Büyük umutlarla CHP’nin başına geçti ama maalesef onu taşıyamadı. Genel kanı artık bu işin, yani CHP’nin, bir proje olan Kılıçdaroğlu ile gidemeyeceğidir. Hele Davutoğlu ile perşembe günkü toplantı sonrası yaptığı açıklama tam içler acısıydı. Halkı nasıl kandırdığını anlattı, aslında bu anlatımıyla kendisinin, daha doğrusu CHP’nin AKP tarafından nasıl kandırıldığının üstünü örtmeye çalıştı. Şimdi CHP’nin içine dönüp, kendisini restore etmesi gerekmektedir. Bu restorasyon döneminde en büyük yanlış geçmişi unutalım, geleceğe bakalım demekle olur. CHP önce “Kılıçdaroğlu projesini”, parti içinden ve dışından arkasındaki aktörleriyle birlikte açığa çıkartmak zorundadır. Bu ileride bir daha böyle olayların yaşanmaması için şarttır. Kılıçdaroğlu ve ekibinin bu kaset operasyonunun arkasındaki aktörlerin, zülfüyare dokunabileceği için ortaya çıkartılmasını istemedikleri, bu olayın hiç üstüne gitmemelerinden anlaşılmaktadır. Hatırlanacağı üzere birileri Baykal’ın görüntülerini, Tayyip Erdoğan’ın seyrederken çekilmiş kasetini Kılıçdaroğlu’na getirmişti. Kimdi bunlar? Kılıçdaroğlu bunları kamuoyu ile en azından savcılığa paylaşmak zorundadır. Kılıçdaroğlu ayrıca ABD Büyükelçisi ile 23 Ekim 2013 tarihinde parti yönetiminden de habersiz olarak Ankara Sheraton Oteli’nde yaptığı gizli görüşmede ne konuşulduğunu da açıklamak zorundadır. Kılıçdaroğlu için açıklanması zorunlu olan bir başka konu da, Cumhurbaşkanı adayı olarak Ekmelettin İhsanoğlu’nu kendisine kimin ya da kimlerin dayattığıdır. Hatırlanacağı üzere kişinin Cumhurbaşkanlığı adaylığını yetkili kurulların yetkilerini gasp ederek belirlemişti. CHP’lilerin bunları öğrenmeleri gerekmektedir. Bu CHP’liler için bir haktır. Zira yeni yol haritasını buna göre çizeceklerdir. Bunları aydınlatmanın yolu öncelikle Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkanlıktan uzaklaştırılmasıyla olur. Kılıçdaroğlu ile partide öyle bir çürüme başladı ki; Kılıçdaroğlu’nun yüzüne hiçbir şey söyleyemeyen bazı eski ve şimdiki milletvekilleri, kapı kapı dolaşıp Genel Başkanlık için nabız yokluyorlar. Asıl çirkin ve siyasi etiğe uymayan budur. Bir siyasetçi çıkar, Kılıçdaroğlu’nun neyini beğenip beğenmediğini, açıkça söyler. Bu kapı kapı dolaşıp nabız yoklayan eylemli ve eylemsiz milletvekillerinin Ekmelettin İhsanoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığına karşı çıktıklarını hiç duydunuz mu? Duymadınız ama bunlar kapalı kapılar arkasında Kılıçdaroğlu’nu bu konuda acımasızca eleştiriyorlardı. Açıkça yapamıyorlardı, zira vekillik bekliyorlardı. Onun için bu tür adamların hiçbirinden ne CHP’ye ve ne de ülkeye bir fayda gelir. Bir zamanlar Baykal’a karşı imza toplayıp sonradan da dönüp Baykal’a biat edip, her yerde vıcık vıcık zavallılık kokan, “Ben her sabah kalkınca bugün genel başkanım için ne yapabilirim diye düşünüyorum” diyerek espri yaptığını zanneden omurgasızlardan da bir şey olmaz. CHP’nin kurtuluşu, siyasal ve kültürel derinliği olan genç bir ekibe liderlik yapacak bir ağabeyle olur. İleride bu genç kadrodan birisi muhakkak öne fırlayacaktır. Deneyimli ağabey siyaseti bırakırken CHP’de en az üç dört tane Genel Başkanlık yapabilecek aday yaratmalıdır. CHP’de zamanında bu yapılsaydı, kaset operasyonuna, onca parlatmalara rağmen CHP Genel Başkanlığı Kılıçdaroğlu’na kalır mıydı? Elbette kalmazdı. O zaman CHP tabanı, Deniz Baykal’ı, böyle bir ekibin başında partiyi yeniden yörüngesine oturtmak için harekete geçmeye zorlamalıdır. Yoksa koskoca Cumhuriyet Halk Partisi’ne, Atatürk’ün partisine, devletten evvel var olan ve devleti kuran partiye yazık olacaktır. O kadar yazık olacaktır ki, HDP’lilerle beraber APO posterleri altında miting yapan, 10 Aralık hareketi içindeyken “CHP kapatılsın vakıf olsun” diyenlerin elinde yok olacaktır. 

HAYDİ BAYKAL, KURACAĞIN GENÇ BİR EKİPLE, GEÇMİŞİN BEKÇİLİĞİNİ YAPMAK İÇİN DEĞİL, GELECEĞİN ÖNCÜLÜĞÜNÜ YAPMAK İÇİN GÖREV BAŞINA.


https://www.aydinlik.com.tr/chp-nasil-kurtulur


***




CHP NASIL KURTULUR?

Vahit ŞAHİN
28.06.2018 10:46:55


    Asiye nasıl kurtulur? adlı tiyatro oyunun adından esinlenerek yazdım başlığı. Sonucunu yine bu oyuna bağlayacağım.

CHP´nin nasıl kurtulacağına ilişkin çok ilginç bir değerlendirme Gazetemizin İmtiyaz Sahibi ve Başyazarı Çetin Remzi Yüreğir´den geldi.

Çetin Beyin köşe yazısını baştan sona kadar dikkatlice okudum.

Bugünlerde 24 Haziran´da yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde partisinden daha fazla, yüzde 30 gibi oy alan Muharrem İnce´nin CHP´nin başına gelmesi ile sorunun çözüleceğine inananlar çoğunlukta. Ama Sayın Çetin Remzi Yüreğir bakınız ne diyor bu konuda:

  Kılıçadroğlu´nun istifası ile ya da yerine aynı zihniyetin örneği ve hatta bileşeni Muharrem İnce gibi bir isim getirerek ya da üst kademelerde tahterevalli oyunu gibi bir inip diğeri çıkan kadroların el değiştirmesini sağlamakla bir sonuç alınamaz.?

Seçimlerdeki başarısızlıkları başarı gibi sunanlar var. Politik durumu dramatize ederek halkın ilgisini uyandırmak amacıyla yapılan politikaya popülizm denilmektedir. Çetin Bey partideki popülizm hastalığına da dikkat çekiyor ve ekliyor:

 ?Partinin kimliğini ve tarihsel misyonunu yok eden popülizm sendromunu ortadan kaldıracak çareler elbette vardır. O da sırça köşklerden çıkıp, CHP´nin, partili ile ve seçmen kitleleri ile kaynaşacağı yeni bir başlangıç yapmakla aranıp bulunabilir. Buna CHP ?de restorasyon dönemine girmek de denebilir.?

Peki bu restorasyon nasıl olacak?

Onun cevabını da veriyor Sayın Yüregir:

?Partinin  üye yapısı gözden geçirilerek sağlıklı bir Kurultay dönemine derhal girilmeli, delegelerden ilçe, il ve sonunda da genel merkez yönetimlerine kadar her kademe günün koşullarına göre baştan sona yenilenmelidir.?

Evet değerli okurlar. CHP için birini genel başkanlıktan alıp indirmek 24 Haziran´dan sonra zor veya kolay olabilir. Onun yerine konulmak istenen şahıs da ondan farklı biri değil ki?

Zor olanı hemen yaparız, imkansız ise biraz vaktimizi alır diye bir ifade vardır. CHP kadroları, üyeleri zoru değil, Sayın Çetin Remzi Yüregir´in önerdiği imkansızı denemelidir. Yani CHP ilçelerden başlayıp, İl, PM, MYK ve Genel Başkan dahil olmak üzere tüm üye ve yönetici kadrolarını yenilemelidir.

Geçmişte bu restorasyon (yenileme) iki kez yapılmış. Şimdi neden yapılmasın?

Yapılmazsa ne olur?

Onu da Çetin Bey şöyle açıklamış. Çetin Bey CHP´deki sorunu tüm gerçekliği ile ortaya koymuş ama bir de çözüm üretmiş ve önermiş.  İşte yapılması gereken şey:

- CHP özüne ve gerçek misyonuna, Atatürk Cumhuriyetçiliği´ne, Cumhuriyet´in ve Devrimlerin kazanımlarına sahip çıkma ülküsüne yeniden kavuşmaz ise, konjonktürün ivmesine bırakılacak didişmelerle Cumhuriyet Halk Partisi kargaşa ve belirsizlik ortamında yeniden yanlışlara yöneleceği bir ortama mahkum olacak ve esasen siyasi partilerin fazlaca önemi kalmadığı yeni dönemde, tümüyle ?inkıraz (dağılma) sürecine´ girme sürecine kapılıp gidecektir.?

Tabi bu yenileme fikrinin CHP´nin mevcut yönetici kadroları tarafından kabul edilmeyeceği kesindir.

CHP önünde eylem yapan gençlerin de dediği gibi, ?CHP´de devrim yapılmazsa devrim gelemez.?

Devrim yapılmazsa ne olacağını yine ?Asiye nasıl kurtulur? oyununun sonunda verilen mesaj gibi olur. Oyunu izleyenler bilir, yani, Asiye bataklıktan kurtulamaz. Yine bildiği işi yapar.


http://www.yeniadana.net/kose-yazilari/chp-nasil-kurtulur-2832.html


***


CHP Nasıl Kurtulur.,


Nihat Genç
24.11.2015 12:11


Cumhuriyet Gazetesi’nde Doç. Yunus Emre’nin ‘CHP’ yazıları çok başarılı, kurultay ve liderlik hesaplarına hiç değinmeden gerçekçi analizler sunuyor, işaret etmek istedim.

Murat Bardakçı’nın yazdığı ‘Enver’ kitabı, şaşılacak kadar sağlam bir ‘tarih’ kitabı. Uzun yıllardır acınacak halde kafa karışıklığı yaşayan ya da öyle bir görüntü veren Murat Bardakçı nihayet düşüncelerini temize çektiği sağlam hatta mucizevi bir kitap kaleme aldı.  Karmaşık belge yığınları arasından yavaş yavaş kafasını kaldırıp sonunda ‘gıpta’ edilecek bir ‘eser’ ortaya koydu. Sandıktan çıkartılacak daha çok şeyi olduğunu da hesaba katarsak Murat Bardakçı heyecan verecek daha çok çalışmalarla hepimizi şaşırtmaya devam edecek, işaret etmek istedim.

‘Türk Ordusu Kobani’ye Girmeli’ diyen Kılıçdaroğlu’ndan ‘Türk Ordusu Türkmen Dağı’na Girmeli’ açıklaması henüz gelmedi, fikri takiptir, unutmayın istedim.

AKP iktidarında Musul’un Kerkük’ün Felluce’nin Telafer’in ve şimdi Türkmen Dağı’nın yerinde yeller esiyor, bu iktidar döneminde yüzbinlerce Türkmen göz göre göre öldü. Ya IŞİD’in eline geçti ya yüzbinler şehirleri terk etti. Bizim tezimiz Araplar Kürtler Türkmenler kardeştir, ancak bu imha savaşında varlığı sona eren sadece Türkmenler oldu.

Selçuklular Eyyubiler Memluklular döneminde beri bu topraklarda yüzlerce savaş oldu, ama ilk defa son on yılda ‘Türkmen’ varlığı tarihten siliniyor coğrafyadan kazınıyor, hatırlatmak istedim.

Malumunuz Meclis TV geçen yıllarda AKP’nin daha fazla rezil olmamak için akşam 19 00’da kapatılma kararı alınmıştı, şimdi? AKP güçlendi ve CHP’nin zayıf niteliksiz vekilleri AKP’nin iştahını kabartmaya başladı. Bu acemi şaibeli cemaatçi ve PKK’li vekillerle mecliste ben sabahlara kadar nasıl güzel eğlenirim demeye başladı, kuşkunuz olmasın, AKP bu vasatın altı CHP’li vekillerle sabahlara kadar eğlenme fırsatını kaçırmayacak ve Meclis TV yayınlarını yeniden sabaha kadar uzatacaktır, demedi demeyin.


Uğur Dündar’ın emekli büyükelçi Şükrü Elekdağ röportajında dile getirilince aklıma geldi, Irak Savaşı’na ‘destek veren liberal aydınlarımız’.

"NİÇİN AMERİKAN BAYRAĞI SALLIYORSUNUZ" DEDİĞİM İÇİN...

Birinci ve İkinci Irak Savaşı günlerinde, şimdi gençler bilmez, oturduk ve medyada bu ‘savaşı kimler destekliyor’ tek tek envanter çıkarttık, şaşırmayın lütfen, beşyüzün üstünde köşe yazarımız Amerika’nın Irak İşgaline onay veren, savaş çığırtkanlığı yapan ‘yazılar’ yazıyordu. Şu isimlerin de hakkını vermek lazım, koca medyada savaşa karşı yazı yazan bir isim Nuray Mert diğeri Can Dündar’dı. Nihat Genç ise hiçbir zaman medyadan sayılmaz, zaten savaş propagandası yapanları sert şekilde eleştirdiğim için, mahkemeye verildim.

O günkü medya atmosferini vermesi açısından tekrar edeyim, Habertürk’e karşı ‘niçin bir aydır ekranlarınızda Amerikan Bayrağı sallıyorsunuz?’ dediğim için.

Habertürk’te Amerikan Bayrağı sallayan arkadaş gün döndü Halk TV’ye ‘kayyum’ gibi getirilip oturtuldu. Sonra, Cumhuriyet’e bomba atanlar Cumhuriyet Gazetesi’nde şaibeli ilişkilerin ‘charity’ kahramanı oluverdi, savaşa karşı duran Baykallar Ecevitler’in ise üstüne beton gömüldü.

Nerden nereye, unutmayın istedim.      

Bir zamanlar adları ‘solcuydu’, Kürtler’e tarihi fırsat çıkıyor, diye, Amerikan (emperyalist) savaşına destek çıkanlar, şimdi, solcu ibaresinin kuyruğuna ‘liberal’ eklediler, hepsi bu kadar.

Şimdi ‘İşid’in vahşetini konuşmak yazmak moda’ oldu. Yine de hiç kimse İşid vahşetini Nagazaki ve Hiroşama’ya atılan bombaların korkunçluğuyla yarıştıramaz.

Ve İşid’in öldürdüklerini toplasak Afganistan Suriye Libya Irak’ta havadan bombalarla öldürülen masum milyonlarla kimse yarıştıramaz.

Artık dünyanın en bilge gazetecileri konuşuyor: İşid’i bu acımasız korkunç savaşlar ortaya çıkarttı…’, nokta.

Celseyi kapatıyorum, var mı itirazınız, götüne liberal eklenmiş eski solcular.

Suratınıza yapışmış bu pisliği şimdi kim çıkartacak?

Şimdi siz değil İşidci çocuklar oldu vahşi, henüz İşid diye bir şey yokken, bu savaşları alkışlayarak milyonların kaldırılamaz trajedisinden ortaya çıkan İşidçiler oldu canavar, öyle mi?

Canavarı yaratın sonra ortaya alın eğlenin öyle mi?

Şimdi (kuzey Kore hariç) bütün coğrafyalara yayılmış İşid militanları yerkürenin her noktasında ‘savaş açtı’, keskin bir sosyal eşitsizlik ve diplomatik ikiyüzlülüğün kurbanı uygarlık, tıpkı II. Dünya Savaşı günlerinde gibi ‘can çekişiyor.’.

YETMİŞ YIL SONRA TEKRAR SOKAĞA ÇIKAMIYOR

Hayatla dünyayla ilişkisini kesmiş yüzlerce İşid virüsü medeniyetin her sokağına sızdı, her yol tıkalı, çare yok. Avrupalılar II. Dünya savaşının ağır bombardımanlarından yetmiş yıl sonra şimdi yine sokağa çıkamıyor.

Birkaç laf edelim.

Bazı çocuklar, anneye aşırı bağımlıdır. Sürekli annelerinin yanındadır, beni seviyor musun diye çok sık sorarlar, anneyi mutfakta dahi huzur vermezler.

Şimdi, Tanrı’ya aşırı bağımlı çocuklar üzerine konuşuyoruz, Tanrı’ya huzur vermiyorlar dünyanın hayatın yakasını hiç bırakmıyorlar.

Çocuk dindarlık üzerine çok konuşulmadı, aileleri parçalanmış derin güvensizlik içinde yaşayan çocuk dindarların Tanrı’ya bağımlılıkları yetişkin ‘inancına’ hiç benzemez.

Tanrı fikriyle kafayı yemiş bu aşırı bağımlılara yapılacak ilk şey Tanrı’ya güvenlerini yeniden sağlamaktır.

Tanrı inançlarını bizlere çok sert vahşi katliamlarla dikkat çekip gösteren bu çocukların sizin bizim gibi bir insan psikolojisi taşıdıklarını arada kaynatmayalım.

Afganistan Irak Suriye’de telafisi mümkün olmayan ağır trajediler yaşadılar, yakınları aileleri ölmüş milyonlarca çocuk, ağır bir depresyondan kurtulmaları mümkün değildir. Bu kadar bombaya bu kadar dağılan aileye terk edilen toprakların felaketine, taş olsa çatlardı, insandılar, infilak edip patlıyorlar.

Felaket anında her insan yakınlarını arar, yakınlarına sarılır. Kimse kalmamışsa artık kime sarılacak kimi arayacaksın, kendilerine dikte edilen herkesi öldürün diyen manyak bir Tanrı fikrinden başka.

Ve bir zaman sonra: hayvanlar insanlardan farklı olarak dinledikleri korku hikayelerinden korkmazlar, batının bu bombardımanlarından sonra ‘korku duvarını’ aşmış hayvanlaşmış milyonlarca çocuk.

Yoksul alt sınıftan çocuklar hayattan daha çok korkarlar. Yoksul alt sınıf çocuklar Tanrı’dan daha çok korkarlar.

Annesini arayan annesini bulamayan bebeklerin durmaksızın durdurulamayan çığlıklarla ağlaması neyse, IŞİD’in infilak eden bombaları aynı derin boşluğun sesidir.

Kaybolan annenin ve yitip giden güvenli çevre ve arkadaşların yerini artık ‘Tanrı’ya aşırı bağlanmak’ alır, anne gider Tanrı gelir. Irak savaşının ortalarında birkaç Orta-Doğu ülkesini ziyaret etmiştim, camilerine türbelerine girdiğimde, ilk gözlemim şuydu, bu insanlar bu camilerde kendilerini yerden yere atarak gereğinden çok fazla ağlıyorlar.

Devletsiz sosyal olarak çok zayıf güvenli bir eğitim ve aile ve çevresi olmayan insanlar ‘alarm’ durumunda yaşar.

Başlarına atılan bombaların gücü Nagazaki’ye atılanları yüzlerce kat geçti.

Ortalıklarda annesiz evsiz yurtsız çocukların yardım çağrısına cevap veren bir ‘koruyucu’ ortalıklarda hiç yoktur, tam aksine akla gelen her şeyi çarpık bir Tanrı anlayışıyla veren bir çevre.

Allah inancı başka, Allah’a ‘yanlış şekilde’ bağlanma başka şeydir.

Ağır olacak ama örneklemek zorundayım, herkes annesini çok sever ama kimse annesiyle zina yapmaz. Yetişkin çocuk sofraya oturduğunda yemeğini kendi elleriyle yer, ama annesine fazla bağımlı çocuklar, ellerini kıpırdatmaz, annesinin kaşığı ağzına sokmasını bekler.

BÜYÜK SORU DA BUDUR

Cennete gidip hazır yemek varken, bu hayatın zorluklarıyla niçin uğraşsın, bu dünyayı yaratan Tanrı yedirsin doyursun, bu çıkışsız savaşa bir cevap versin, kollarını açsın, bizi yanına alsın, düşüncesi hakimdir.

Bu çocuklar çok derin ‘kaygılarla’ büyüyor, Tanrı inançlarını senin benim gibi az buçuk güvenli ortamlarda değil en kaygılı anlarında oluşturuyorlar.

Bir çocuk etrafına ailesine baktığında imdat diye yardım dost diye ulaşılabilir kimseyi görmüyorsa, bu çocuğun Tanrı inancı hem dinsel hem sosyal çok derin bir problemdir.

Dünyaya güvenle yaklaşamayan çocuklar, dünyadan güvenli sosyal destek alamayan çocuklar, üstelik acımasız kaygılı bir depresyon anlarında dini telkin altında kalıyorlarsa, dünya onlar için çok tehlikeli ve huzursuz bir yer demektir. (bu konunun uzmanı John Bowly, Ayrılık, Bağlanma, Kaybetme, çığır açmış psikolojik kitaplardır, meraklısı cilt cilt okuyabilir.)

Derin kaygılı güvensiz ortamlarda yetişen bu çocukları küçümseyici tepeden bakıcı bir bakış dahi bu çocukları daha çok huzursuz eder daha çok delirtir.

Artık uygarlığın her objesi sokağı filmi siyasetçisi bu çocukları daha çok huzursuz ediyor.

 Aslında tanrı inancı olan Tanrı’ya güvenir, büyük soru da budur, bu çocuklar aslında Tanrı’dan intikam alıyor.

  Tanrı’ya aşırı ve yanlış yerden bağlanarak onun verdiği hayatı infilak ettirerek.

  Felaket bu çocukların inanç ve eylem kararlarını ‘kaygı’ ‘depresyon’ altında almalarıyla başlar.

 Unutmayın, sosyal güvenlik problemi yaşayan devlet asla ‘makul dini eğitim’ veremez, bakın dini eğitimlerini hangi koşullarda alıyorlar?

 ( Bu satırların yazarı nice kendine İslamcı psikiyatr diyen adam gördü, depresyon hastalarına tedavi diye İslam’ı inancı salık veren. Yanlıştır, bozuktur, saçmalıktır. Depresyon altında sadece ‘güven’ verilir, kendilerine güven kazanacakları ‘zaman’ verilir.)

  Laik eğitim dediğimiz başını açıp kapatması değildir, laik eğitim, çocukları yurdunda kalıp çorbasını içtiği insanların inancından korumaktır, devlet yurdunu çorbayı kendisi verdiği takdirde makul güvenli bir dini eğitim alma şansları olur.

  Artık dünyanın bütün varoşları bütün ezilmiş sokakları yeniden bu sorunu konuşacak: güvenli ortam, güvenli eğitim.

  Güvenli ortam ve güvenli eğitime sosyal harcama yapamayan Türkiye dahil Orta-Doğu devletleri daha onlarca yüzlerce yıl bu canavar virüsleri dünyanın bütün sokaklarına yaymaya devam edecek.

PKK ondört onbeş yaşlarındaki çocukları toplayarak büyük bir güç oluşturmadı mı?

Cemaat ondört onbeş yaşlarındaki çocukları toplayarak büyük bir güç oluşturmadı mı?

IŞİD de aynısını yapıyor, sahipsiz güvensiz kimsesiz ailesiz çocukları toplayıp ‘infilak’ ettiriyor.

Sosyal devlet olmadan çocukların kesintisiz eğitimini devlet üstüne almadan artık herhangi bir toplumun huzur içinde yaşaması mümkün değildir.

Çocuklarına güvenli bir eğitim veremeyen her toplumun sokakları meydanları infilak etmek için sırasını bekliyor.   

CHP NEREDE                                                         …

 Sosyal devlet tezini kim işleyecek?

 Söyleyin CHP nerede?

 CHP henüz farkında değil hala bu canavarlığın kökenini ‘dinde’ arıyor, yanlış, suçlu din değil, güvensiz devletsiz kontrolsüz ‘dini eğitim’dir.

 Ergenlik öncesi küçük çocuklar anneleriyle kadınlar hamamına götürülür ancak büyüyüp ‘farkına varınca’ hamamın kapısından geri çevrilir, oğlunuz büyüdü hanım, denir.

 AKP hem eğitimde hem dış politikada CHP’yi hala kadınlar hamamına götürüyor, hala büyüyüp ‘farkına varamadı…’

 Bütünüyle uygarlığı bütünüyle şehirlerin bütün sokaklarını çok derin bir korku sarmış, bu bir sosyal devlet sorunudur diye bizimkiler henüz ayılmadılar.

 Hatta gök gürültüsünden dişçiden vahşi hayvandan henüz bilmediği tanımadığı için korkmayı bilmeyen üç aylık bebekler gibiler.

 CHP’ye önce korkuyu öğretmek lazım.

 Önce her insan gibi her hayvan gibi ‘yılandan’ korkmayı öğrenmeliler.

 Sonra beyinlerini akıllarını örgütlerini saran ‘zehirli örümcekler’den korkmayı öğrenmeliler.

 Sonra ‘karanlık’tan korkmayı öğretmeliyiz.

 Sonra ‘yalnızlık’ korkusunu öğretmeliyiz, başkalarıyla nasıl dostluk arkadaşlık kurulabileceğini öğretmeliyiz.

 Şayet bu ‘korku’ları öğretebilirsek, en temel derslere geçebiliriz.

 Başta ‘kaygı’ ve ‘endişe’ öğretmeliyiz.

 Karanlıkta kalan çocuk anne abla diye bağırır, cevabı alınca, anne abla karanlıktan korkuyorum konuş benimle, der.

 Karanlıkta ‘konuşamayan’ bu insanlara ‘çığlık’ ‘bağırma’ seslenme dersleri vermeli.

 Kumpastan şaibeden dolaptan dümenden ‘korkmayı’ öğretmeliyiz.

 Belki de daha önce Kılıçdaroğlu’nun iki özel danışmanı Can Dündar ve Ahmet Hakan’a verilmeli bu ‘korku’ dersleri.

 Bebekler kaygı endişe bilmedikleri için balkon demirleri üstünde dahi emekler, sayelerinde CHP evde tek başına filminin çocuk yıldızı.

 İnsan olabilmek kaygı endişe taşımak ‘danışmanları’ sayesinde büyük mesele haline geldi.

Ne mutlu onlara kaygısız endişesiz dünyadan habersiz mutlu yaşıyorlar.

Tarihin en skandal hırsızlıkları ve tarihin en sert savaşlarının ortasında, bir muhalefet lideri düşünün, alnındaki mavi öfke damarını, henüz hiç birimiz göremedik.

Kolayı var, modadır, alnına siyahi bir mavi damar dövmesi yaptırsın.

Nihat Genç

Odatv.com

https://odatv.com/chp-nasil-kurtulur-2411151200.html?__cf_chl_jschl_tk__=b34cd4bb2dfb5a78303f878048ca60650efb2174-1576066009-0-AcLkJT8jPLsC5qaR6HApExdCYps9hUanlbUwM_0-wIMkHLf2dqzubaZF1m_KJiTOKPKaNnbYyxxYbZ9mn6YGghCuqW15xla0mjdVs4ub3qFo0zh99tOM5w5yBHn1jhfLzt433HHKC5cUmHnUPnjzG0Hnih7tw_fIPYmOHkq6sIN774odVSF7u97ueEwvF_zQedYeBvugSOCoYv3zoSkIYBofBHlCJx8nfuorKSjEJwnb2bxNcvxWOZTzsRLn5C2LP0ZpumLZGmolmaoUGTvEMkeXxhX5NNcY9IXAipKWU9skdm0GKc0oHdDMX-Il0UHQtw


***