22 Mayıs 2019 Çarşamba

KABUL EDİLEBİLİRLİK HAKKINDA KARAR BÖLÜM 1

KABUL EDİLEBİLİRLİK HAKKINDA KARAR BÖLÜM 1 




Ahmet Tuncay ÖZKAN 
Türkiye 

İKİNCİ DAİRE 
Basvuru no: 15869/09 
13 Aralık 2011 
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (İkinci Daire), 
Françoise Tulkens Başkan, 
Danute Jociene, 
Dragoljub Popovic, 
Isıl Karakas, 
Guido Raimondi, 
Paulo Pinto de Albuquerque, 
Helen Keller, 

Yargıçlar ile Yazı İşleri Müdürü Stanley Naismith’in katılımı ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Heyeti olarak 13 Aralık 2011 tarihinde toplanmıs, 
24 Şubat 2009 tarihinde yapılmıs olan sözü edilen basvuruyu göz önüne alarak, yapılan görüsmeler sonucunda aşağıdaki karara varmıstır: 

OLAY ve OLGULAR 

Başvuran, Ahmet Tuncay Özkan 1966 doğumlu olup İstanbul’da ikamet etmektedir. Başvuran, Ankara Barosu avukatlarından A. Çörtoğlu tarafından 
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde temsil edilmektedir. Olayların olduğu dönemde, başvuran “ Yeni Parti ” isimli siyasi partinin Başkanı ve 
Kanaltürk adlı televizyon kanalının sahibi olan bir gazeteciydi. 

A. Davanın Koşulları 

Başvuran tarafından dile getirildiği gibi davanın olayları aşağıdaki gibi özetlenebilir. 

1. Ergenekon Davası 

2007 yılında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, “Ergenekon” isimli bir suç örgütüne mensup olduğu varsayılan, cebren ve şiddet yoluyla, seçilen hükümeti 
devirmeye yönelik faaliyetlere girişmekle şüphelenilen kisiler aleyhinde cezai bir soruşturma başlatmıştır. 

Savcılığa göre sanıklar, kamuoyunda tanınan kişilere yönelik saldırılar, yüksek mahkeme veya dini mekânlar gibi önemli yerlerde bomba saldırıları gibi kıskırtma eylemleri planlamış ve gerçekleştirmişlerdir. Onlar, hatta askeri bir devlet darbesine yol açacak bir biçimde bir güvensizlik ortamı yaratmayı ve böylelikle kamuoyunda bir korku ve panik havası olusturmayı amaçlamıslardır. 

İstanbul Cumhuriyet Bassavcılığı, birçok iddianame ile aralarında general, ordu subayları, istihbarat servisleri üyeleri, is adamları, politikacılar ve gazeteciler bulunan birçok kisi aleyhinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde ceza davaları açmıstır. Savcılık onları Ceza Kanunu’nun 312.maddesi gereğince özellikle ömür boyu hapis cezası gerektiren bir suç olan, demokratik anayasal düzeni yıkma amaçlı bir devlet darbesi planlamıs olmakla itham etmistir. 

İddianamelerden su ortaya çıkmaktadır: Ergenekon yasadısı örgütünün varlığıyla ilgili ilk iz, 2007 yılının Haziran ayında İstanbul’un bir mahallesi olan Ümraniye’de gerçeklestirilen bir arama esnasında silahların gizli bir yerde (26 adet el bombası) bulunması olmustur. Aynı sorusturma çerçevesinde, gerçeklestirilen birçok arama esnasında, örgütün hiyerarsik yapısını 
ve cebren Hükümeti devirmeyle ilgili planlarını gün ısığına çıkaran delil unsurlarına el konulmustur. 

Savcılık, bu dava kapsamında sunulan iddianamelerde, Ergenekon örgütünün hiyerarsik yapısına göre, askerlerin örgütün bas aktörleri olarak görüldüğünü ve sivillerin de lojistik ve mali araçları sağlamak ve propaganda yapmakla görevlendirildiğini açıklamıstır. 

Öte yandan, Savcılığa göre, sikâyet edilen bu sebeke, bazıları ortaya çıkarılabilmiş olan faaliyetleri ve somut eylem planlarını yürütmek için kurulmuŞtur. Kafes, İrtica ile mücadele, Sarıkız eylem planlarının üçü askeri darbeden önceki süreci ilgilendiriyordu ve ana hedef olarak da bu müdahaleyi haklı göstermek için ortamın hazırlanması söz konusuydu. Yakamoz (suda ısığın yansıması) eylem planı, böylelikle askeri bir darbenin uygulanması konusuyla ilgiliydi. Son olarak, Eldiven eylem planı, askeri darbeden sonraki süreç boyunca hükümet otoritesinin ve siyasi kurumların yeniden yapılandırılması konusunu içeriyordu. 

Kafes eylem planı, ilk önce telefonla tehdit etme, duvarlara sloganlar yazılması, çoğunlukla dini azınlıklara mensup kisilerin yasadığı mahallelerde patlayıcıların konması, kamuoyunda tanınan azınlıkların haklarının savunucularına karsı saldırıların düzenlenmesi ve son olarak, bu azınlıklara mensup is adamları ve sanatçıların kaçırılması gibi dini azınlıklara mensup vatandaslar aleyhinde örgüt üyelerince siddet eylemlerinin yapılmasını öngörüyordu. 

Kafes planının ikinci dönemi, iktidar partisi AKP’nin bu siddet eylemlerini azmettirmekle suçlanması amacıyla medya kuruluslarını yanıltmayı hedefliyordu. 
İrtica ile mücadele isimli eylem planı, özellikle iktidar partisi AKP’nin imajını lekelemek ve kamuoyunun bu partiye olan desteğini kaybettirmek amacıyla iktidar partisiyle ilgili medya organları aracılığıyla yanlıs haberlerin yayınlanmasını öngörüyordu. 

Deniz Kuvvetleri Eski Komutanı, amiral Ö.Ö. tarafından gazetede anlatıldığı üzere, Sarıkız eylem planı basını yanıltmayı, hükümet aleyhinde genel bir hosnutsuzluğun olduğuna inandırmak amacıyla öğrencilerin, sendika üyelerinin ve derneklerin hükümete karsı protesto gösterileri düzenlemeleri için onları yönlendirmeyi ve ulusal seviyede afis kampanyaları düzenlemeyi öngörüyordu. Bu eylem planı, generaller, M.S.E., A.Y., Ö,Ö. ve D.F. tarafından hazırlanmıstır. 

Ayısığı eylem planı, özellikle her türlü antidemokratik eyleme karsı düsman olmakla tanınan ordu generali, Genel Kurmay Baskanı H.Ö.’yü etkisiz hale getirmeyi veya onu yerinden etmeyi hedefliyordu. Plan aynı zamanda iktidar partisi AKP’nin bir grup milletvekiline partiyi terk ettirme amacı tasıyordu. Bu planın diğer hedefi, hükümet aleyhinde askeri bir darbe için Cumhurbaskanı’nın desteğini sağlamak veya onun tarafından gelecek her türlü muhalefeti etkisiz kılmaktı. Yakamoz isimli eylem planı, özellikle askeri bir darbenin uygulanması ve hükümetin devrilmesinden sonra yeni yönetimlerin yerlestirilmesi konusuyla ilgiliydi. 

Eldiven eylem planı, hükümete karsı yapılacak askeri darbenin ardından alınacak özel tedbirlerle ilgiliydi. Bu eylem planının konuları arasında, medyanın ve siyasi olusumların yeniden yapılandırılması, silahlı kuvvetlerin yeniden organize edilmesi, yeni bir Cumhurbaskanı’nın seçilmesi, Cumhurbaskanlığı’na bağlı kurumların yeniden düzenlenmesi ve dıs politikanın yeniden yönlendirilmesi yer alıyordu. Savcılığa göre ordu generali M.S.E.’ye ait olan CD’lerin üzerinde yazılı olan, Ayısığı, Yakamoz ve Eldiven isimli eylem planları M.S.E. ve üst düzey askerlerden olusan ekibi tarafından hazırlanmıstı. 

Savcılığın talebi üzerine, istanbul Ağır Ceza Mahkemesi – nezdinde davaların sürekli devam ettiği- sanıkların çoğunluğunun tutuklanması ve tutukluluk halinin devam etmesi yönünde karar vermistir. 

2. Basvuranın Yakalanması ve Aleyhine Açılan Ceza Davası 

23 Eylül 2008 tarihinde, İstanbul polisi basvuranı yakalayarak gözaltına almıstır. Polisler, basvuran hakkında Ergenekon adı ile bilinen bir terör örgütü üyesi olması ve bu örgüt adına faaliyetler yürütmesi yönünde süphelendiklerine dair başvurana bilgi vermislerdir. 

İlgilinin sorgusu, 25 Eylül 2008 tarihinde saat 22.30’da İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde baslamıs, ertesi gün saat 18.00’e kadar aralıksız sürmüstür. Sonunda basvuran bitkin düsmüs, aç ve susuz kalmıstır. Sorgu esnasında polisler, basvuranı özellikle Ergenekon’un yapısı ve onun üyeleri arasındaki iliskiler hakkında sorguya çekmislerdir. Basvurana siyasal ve örgütsel 
faaliyetleri hakkında ve onun medya, ordu, polis ve adalet ile ilgili bildiklerine dair sorular sormuslardır. Sorusturmanın bir kısmı aynı zamanda basvuranın örgütün varsayılan diğer üyeleri ile birlikte yaptığı telefon konusmaları ile ilgiliydi. 27 Eylül 2008 tarihinde, İstanbul Cumhuriyet Savcısı basvuranı dinledikten sonra Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde nöbetçi hâkime sevk etmistir; basvuran, polisin gerçeklestirdiği sorguda kendisine yapılan suçlamaların aynısıyla itham edilmistir. Nöbetçi hâkim, basvuranın tutuklanmasına karar vermistir. 

Savcılık, basvuranı İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’ne 8 Mart 2009 tarihinde sunulan iddianame ile Ergenekon adıyla bilinen suç örgütünün aktif üyesi olmakla itham etmistir. Savcılığa göre; basvuran Ergenekon örgütünün bazı askerlerinin doğrudan otoritesi altındaydı. Savcılık, basvuranın örgüte üyeliği çerçevesinde, basvuranın Milli Güvenlik Kurulu’ndan ve Milli İstihbarat Teskilatı’ndan (MIT) çıkan ve hepsi “ Gizli ” olarak sınıflandırılan birçok tutanak ve belgeleri yasa dısı olarak elde ettiği, Ergenekon örgütünden gelen bilgileri yayımlamak amacıyla Kanaltürk isimli bir televizyon kanalı kurduğu, patlayıcı (el bombası ve el bombası kapsülleri) ve mermiyi evinde yasadısı olarak bulundurduğunu ileri sürmüstür. Bu iddiaları desteklemek için, Savcılık Ağır Ceza Mahkemesi’ne ilgilinin ve suç ortaklarının evlerinde gerçeklestirilen aramalar esnasında el konulan malzeme ve belgeleri ve telefon dinleme raporlarını delil unsurları olarak sunmustur. Nihayetinde Savcılık, Ceza Kanunu’nun 311 § 1, 312 § 1, 314 § 1, 327 § 1, 334 § 1. maddeleri ve 6136 sayılı Atesli Silahlar ve Bıçaklar hakkında Kanunun 13  1. Maddesi gereğince basvuranın mahkûm edilmesini talep etmistir. 

6 Kasım 2008 ve 1 Aralık 2009 tarihleri arasında, basvuran tutukluluk durumuna itiraz etmis ve tahliye edilmesini talep etmistir. Basvuran, özellikle Savcılık tarafından ileri sürülen delil unsurlarının basvuranın bir terör örgütü üyesi olduğunu gösteren suçlamaları hiçbir sekilde desteklemediğini ileri sürmüstür. Bununla birlikte, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi asağıdaki gerekçelere dayanarak ilgilinin basvurusunu reddetmistir: Basvurana atfedilen suçlamaların mahiyeti, kuvvetli suç süphesi, kaçma riski, delil durumu, delillerin yok edilmesi 
riski, tutukluluğa alternatif olacak önlemlerin, basvuranın ceza yargılamasına katılmasını sağlamak açısından yeterli olmadığı görüsü. 

Hali hazırda, dava halen İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi önünde derdest olup, basvuran Silivri Tutukevi’nde bulunmaktadır. 


***

BU İŞTE BİR MİT YENİĞİ VARMI.,

BU İŞTE BİR MİT YENİĞİ VARMI., ?


TUNCAY ÖZKAN,


      BU İŞTE BİR MİT YENİĞİ VAR MI?
   (Gülümseyerek Okuyunuz)

Kitabının adını duyduğumda gülümsedim : MİT’in Gizli Tarihi,

Kapağı böyle olan bir kitabın, arka kapağına da “MİT’İn Artık Gizli Bir Tarafı Kalmamış Tarihi” yazılması gerek diye düşündüm. Ama sonra aklıma geldi : İfşa en güzel gizleme yöntemidir. 

Kendisi ile yaptığımız özel sohbetlerde her “Komplo” dediğimde müstehzi bir şekilde gülümseyip “gerçek her zaman belirleyicidir” deyip, “kKmplocu” yaftasını yapıştırmayı seven biri. 

Bunu diyen insanın son iki kitabının birinin adının “Entrikalar Savaşı” , diğerinin de “MİT’in Gizli Tarihi” olmasının, kendisinin “Komplolara” prim vermez görünen tavrı ile çeliştiğini zannetmeyin. 

Gazetecilik hayatının çıraklık ve en idealist döneminde Uğur Mumcu’nun yanında pişen...

En hızlı gazetecilik dönemlerinde çok ciddi dezenformasyona kurban gittiği komploların ortasında kendisini bulan...

Ve artık “Olgunlaşmış”, “Medya Yöneticisi” sınıfına girmiş ve kendi makamına  yönelik komploları yine benzer yöntemlerle savuşturan...

“Gerçekle” “ideal” arasına gerilmiş ip üzerine dizdiği çok dengeli bir üslupla bazen kelimesiz yazılar yazan...

Gözlerindeki ifadeden şık kol düğmelerine kadar tam bir profesyonel.

Yalnız her “Olgunlaşmış” idealist gibi bir zaafı var :

Kendisine gençliğindeki heyecanını hatırlatan biri karşısına geldiğinde, sanki reel-politiğin kameraları sürekli izliyormuş ama yine de çırağa bir mesaj vermesi gerekiyormuş gibi vücud dili başka, sözleri ile başka bir şey anlatan tipik bir Türk gazetecisi Tuncay Özkan. 

“Reelpolitiğin” köşelediği idealist bir iç çember.

En son kitabını kafamda oluşturduğum bu arkaplan üzerinden okumaya başladım. Kendisi konumundaki insanlar için, en özgür ve geniş alanların satır araları, en dar ve boğucu olanların ise manşetler olduğunun bilincinde olarak. 

Ve tabi artık Uğur Mumcu’nun yanındaki “idealist” Tuncay Özkan değil; konuklarıyla sohbet ettiği odasının duvarındaki dünya petrol haritasına bakıp “realite”nin hakkını teslim eden Tuncay Özkan olduğunu unutmadan...

“MİT’in Gizli Tarihi” kitabının, MİT’i anlatırken, biraz daha perdeleme ihtimalini gözardı etmeden.

Kitabı henüz bitirmedim. En azından kendisi ile kitabı üzerine bir sohbet etmeden de analiz etmeyi düşünmüyorum. Sadece aşağıdaki cümle, kitabı bitirdiğimde görüşüm ne olursa olsun ortak bir kaygıyı dile getirmesi açısından önemli .

“Günümüzde hiyerarşik konumu, faaliyeti, denetimi ve mali kaynakları büyüteç altına alınarak incelenebilen gizli servis sayısı son derece azdır. Bu durum çağdaş dünyada demokratik yaşamı tehdit eden en temel sorunlardan birisini oluşturmaktadır.”

MİT üzerine tartışmaların yoğunlaştığı, müsteşarlık savaşının enformasyon/dezenformasyon boyutunda da kızıştığı  bir dönemde Tuncay Özkan’ın kitabı her açıdan incelenmesi gereken bir kitap. Zamanlaması da ilginç! Kendisini bu ülke için çok önemli ve değerli bir kurumu, böyle bir zamanda bu kadar ayrıntılı ele aldığı için kutlamak lazım. 

KUTU
MİT TARİHİNDEN İKİ KRİTİK ANEKTOD,

Özkan, kitabında MİT’in tarihsel gelişimini bir tarihçi titizliği ile olmasa da, bir gazeteci çeşitliliği ile anektodal bir yaklaşımla Osmanlı’dan bu yana ele almaya çalışıyor. 

Kitaptaki iki anektod günümüze ışık tutması açısından önemli

Birincisi Osmanlı’da ilk gizli örgütün kurulduğu Sultan II. Abdülhamit döneminden. 

19. yüzyılda parçalanma tehlikesi ile karşı karşıya kalan Osmanlı, saray entrikaları ile çalkalandığı dönemde, gizli teşkilat gereği duymaya başlar.

Osmanlıya gizli örgüt kurmasını kim telkin eder biliyor musunuz?

İngiliz Elçi Startford Canning.

İngiliz Elçisinin telkini üzerine, diğer örgütlerin incelenmesi sonrasında kurulan bu “gizli” örgütün başına kim getirilir peki?

Rus Çariçesinin elmaslarını çalmayı başarması ile ünlü Rum Civinis Efendi.

Büyükelçiliklerin telkini ile kurduğumuz gizli teşkilatların başına hırsız Rumları getirdiğimizi öğrenince; büyükelçiliklere yasa hazırlatan Ankara kadroları daha bir anlam ve tarihi perspektif kazanıyor. Zekanın evrimi tahmin ettiğimizden de uzun sürüyor. 

İkinci anektod; kendilerince ülkeyi kurtarmaya soyunan İttihat ve Terakki kadrolarının vatan çapında faaliyet gösterdiği yıllara ait. 

İttihat ve Terakki döneminde oluşturulan ilk modern gizli servisimiz olan Teşkilat-ı Mahsusa’ya ait anektod bir öncekine göre çok daha içacıcı.

Teşkilat-ı Mahsusa, İngilizlerin Ortadoğu’da Arap milliyetçiliğini kışkırttığı dönemde Şam ve Beyrut gibi yerlerde Fransız Konsolosluğu ile de yakından ilgilenmekte ve bu konsolosluğa giren çıkanları yakın takip altında tutmaktadır. Bu çalışmalar sırasında Teşkilat-ı Mahsusa’ya yardımcı olan Hasan El-Abed isimli şahıs Fransız gizli servisince tutulan bir katil tarafından yazıhanesinde öldürülür ve katil sıkıştırılınca Fransız Konsolosluğuna sığınır.

Teşkilat’ın başındaki Eşref Bey, Ali Münif Beyi görevlendirir ve teşkilat Fransız Konsolosluğunu basarak, katille birlikte, İstanbul’da Arap milliyetçiliği için mücadele eden gizli bir örgütün varlığını da gösteren belgeleri ele geçirir. 

Nereden Nereye?

Zamanın Fransız başkonsolosluğunu basacak kadar ülke çıkarları önünde hiç bir engel tanımayan kadrolar nerede....

Yüzünün içine baka baka ülkenin altını oyanlarla işbirliği yapmayı haysiyetlerine yedirebilenler nerede...

Zekanın evrimi yavaş, karakterin çürümesi ise çok hızlı gerçekleşiyor anlaşılan. 


KUTU

NATO TATBİKATI ve  KRİTİK SORULAR

İstanbul’da gerçekleştirilen NATO tatbikatında görevli üst düzey bir generalle sohbet etme fırsatım oldu. Bana gururla, Türkiye’nin üstlendiği bu devasa organizasyonun ne kadar başarılı olduğunu; Türkiye’nin birlik içindeki rolünü anlattı.

Haklıydı. Yalnız soramadan edemedim. Kendisine MGK eski Genel Sekreteri Tuncer Kılınç Paşa’nın veda konuşmasında sarfettiği, “NATO İslamı terör hedefine oturtunca içimize sindiremedik” sözünü hatırlattım ve “NATO içinde bu kadar etkili isek, nasıl oluyor da, bu adamlar İslamı hedef haline getirebiliyor?” diye sordum. “Bizim baskımız sonucu, tehdit algılamasını ‘köktendinci İslam’ değil ‘köktendinci hareketler’ olarak değiştirip, sadece İslam’ı hedef alan bir anlayıştan uzaklaştılar” şeklinde cevapladı. 

Kendisine, kağıt üzerinde yapılan bu değişikliğin NATO’nun üst düzey isimlerinin demeçlerine pek yansımadığını söyledikten sonra, sonra bir soru daha sordum :

“Pentagon bünyesinde üst düzey bir general katıldığı kilise toplantısında Müslümanları puta tapmakla suçlayan bir demeç verdi. Bizim Genelkurmayımız bünyesinde üst düzey bir general,  camiden çıkışta , Hristiyanlığa bu kadar ağır bir laf etse, NATO ve ABD’den ciddi bir baskı gelir miydi, gelmez miydi?” diye sorduğumda bunun ABD’nin iç sorunu olduğunu ve kendi içlerinde halletmek için harekete geçtiklerini söyledi.

Sohbetimiz daha üst düzey bir generalin ortama girmesi ile yarıda kesilmeseydi paşamızı daha da sıkıştıracaktım ama olmadı. NATO’nun içinde Türk Ordusu’nun rolünün başarılı bir organizatörden, kalabalık ve sadık bir müttefikten çok daha derinleştirilmesi gerektiğini söyleyecektim ama fırsat olmadı. Aynı ismin; daha önceleri yaptığımız bir başka sohbette sorduğum, “Bugün NATO’dan çıksak TSK’nın gücü yüzde kaç azalır?” soruma verdiği cevap aklıma takılı kaldı.


***

21 Mayıs 2019 Salı

“FETÖ, ABD’nin Yetiştirdiği bir Örgüttür ”


“FETÖ, ABD’nin Yetiştirdiği bir Örgüttür ” 


Nedim Şener'den Belgelerle Fetullah Gülen kitabı.

Tarih: 1 Mayıs, 2019

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’nin 11.’sini düzenlediği Kitap Fuarı’na konuk olan gazeteci ve yazar Nedim Şener ile yazar Ferhat Ünlü, sevenleriyle buluştu. Yahya Kaptan Konferans Salonu’nda 15 Temmuz hain darbe girişiminin öncesi ve sonrasını anlatan ikiliyi, dinlemeye çok sayıda vatandaş katıldı. İlk konuşmayı yapan Ünlü, “Eğer darbe gerçekleşseydi, iç savaş çıkabilirdi” dedi. FETÖ’nün darbe amacını anlatan Şener ise “Amerika Birleşik Devletleri(ABD), Suriye’deki kendi planlarını koşulsuz kabul eden bir Türkiye istedi. Darbe başarılı olsaydı eğer Fetullah Gülen, başkan ya da devletin başı olmazdı. İstanbul’daki bir Fen Dershanesi’nin tepesine oturur, bütün dünyayı ayağına getirtirdi” dedi.

“FETÖ, 2002 YILINDA EN GÜÇLÜ ZAMANINDAYDI”

İlk olarak sözü alan Ferhat Ünlü, “FETÖ’nün 40 yıllık bir mazisi var. Bu örgütün tarihini araştırdıkça her döneminde bizleri şaşırtmış yönlerini gördük ve görmeye devam ediyoruz. 1990 yılında devletin kurumlarına girmeye başlayan FETÖ, 2002 yılında tüm kurum ve kuruluşlara tamamen yerleşmiştir. Mazisi 40 yıllık olan bu örgütün gücünü de AK Parti hükümeti kestiremedi. 2002 yılından sonra FETÖ, emniyetten tutun yargıya ve tüm kurumlara tüm teşkilatıyla birlikte girmiş durumdaydı. Orduya tamamen sızdığı yıllar bu yıllar. Mit Müsteşarı Hakan Fidan’ı tutuklayacağı zaman hükümet harekete geçerek, bu oluşumu geriye püskürtmek için çalışmalar başlattı” dedi.

“DEVLET FETÖ’NÜN ELİNE GEÇSEYDİ, İÇ SAVAŞ OLABİLİRDİ”

17-25 Aralık döneminde her şeyi gördük. FETÖ’nün içerde başlattığı kumpaslar bir bir ortaya çıktı, bu ülkenin evladı olarak bilinen kişiler, Türk vatandaşların üstüne bombalar yağdırdı. FETÖ amacını; ‘AK Parti belediyecilikten anlar, ben Türkiye’yi yönetirim’ olarak belirlemişti. Seçilenlerin bir önemi yok diyerek hareket ettiler. 15 Temmuz’da eğer devlet FETÖ’nün eline geçseydi, iç savaş olabilirdi. Ama bunları başaramadılar, duyarlı ve canını ortaya atan vatandaşlarımız sayesinde” dedi.

“FETÖ, ABD’NİN YETİŞTİRDİĞİ BİR ÖRGÜTTÜR”

Ünlü’den sonra konuşmasına başlayan Nedim Şener de, “Türkiye’de oluşan bir örgütten bahsetmiyoruz. ABD’nin yetiştirdiği ve içimize saldığı terör örgütünden bahsediyoruz. FETÖ’yü tarikatlar ve cemaatlerle karıştırdık. Karıştırmamalıydık, çünkü onların bir tarihi geçmişi yok, biz bunu bilmeliydik. Amerika’nın inşa ettiği bir örgüt var karşımızda. Rusya’nın alanını daraltmak için Türkiye’ye FETÖ’yü yerleştiren bir Amerika’dan bahsediyorum. Bunu nerden biliyoruz, çünkü FETÖ güçlenmeye başladığında ilk olarak Rusya’nın okulları kapatıldı. Türkiye neden bir şey yapmadı, çünkü ABD’nin getirdiği zararsız bir örgüt olduğu düşünüldü” ifadelerini kullandı.

“ÖRGÜTÜN FOYASI MEYDANA ÇIKTI”

Şener, ‘’2000’li yıllara geldiğimizde FETÖ gittikçe büyüdü. Ama önünde en büyük engel olarak gördükleri Kemalistleri, Ergenekon adında uydurma bir operasyonla tutukladı. Sonra 2012’deki Mit Müsteşarı Hakan Fidan’ı tutuklamaya yeltenince örgütün tüm foyası meydana çıktı” şeklinde konuştu.

“ABD, PLANLARINI KOŞULUZ KABUL EDEN BİR TÜRKİYE İSTEDİ”

Konuşmasının sonunda “15 Temmuz’da FETÖ’nün sadece hükümete değil vatandaşa da ihanet ettiğini gördük” diyen Nedim Şener, “16 Temmuz günü Cumhurbaşkanımızı tutuklayabilselerdi ya da öldürebilselerdi halkın direniş göstermeyeceğine inanıyorlardı. ‘FETÖ darbeyi neden istedi?’ diye sorarsanız darbe onlar için şarttı. Çünkü ABD, Suriye’deki kendi planlarını koşulsuz kabul eden bir Türkiye istedi. Ama AK Parti hükümeti buna karşı geldi ve hem FETÖ’yü bitirdi hem de ABD’nin büyük projesini yapamamasını sağladı. Ayrıca şunu da söylemeliyim darbe başarılı olsaydı eğer Fetullah Gülen, başkan ya da devletin başı olmazdı. İstanbul’daki bir Fen Dershanesi’nin tepesine oturur, bütün dünyayı ayağına getirtirdi” ifadelerini kullanarak sözlerini bitirdi.

https://www.kocaeli.bel.tr/tr/main/news/kultur/15/feto-abdnin-yetistirdigi-bir-orguttur/33757

****

ABD İLE YAPTIĞIN GİZLİ ANLAŞMAYI AÇIKLA - (TAMAMI)

ABD İLE YAPTIĞIN GİZLİ ANLAŞMAYI AÇIKLA - (TAMAMI) 


Tarih:

İşçi Partisi Genel Başkanvekili  Hasan Basri Özbey : ABDULLAH  GÜL’ÜN ABD  İLE   GİZLİ  SÖZLEŞME BAĞITLADIĞI KANITLANDI!

• Gül’ün Powell’la yaptığı hizmet sözleşmesini gizlemek için, planın alt protokolleri piyasaya sürülmektedir.
• Yapılan Abdullah Gül’ü parlatma operasyonudur. 

Amaç, Gül + Gülen + Kılıçdaroğlu “ Restorasyon hükümeti ” planınını gerçekleştirmek için Abd...













Gül, ABD ile hizmet sözleşmesi yapıldı İşçi Partisi Genel Başkanvekili Hasan Basri Özbey, dün Ankara da bir toplantı toplantısı düzenledi ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ü ABD ile birlikte gizli anlaşmayı açıklamaya davet etti. 

• Gül’ün Powell’la yaptığı hizmet sözleşmesini gizlemek için, planın alt protokolleri piyasaya sürülmektedir.
• Yapılan Abdullah Gül’ü parlatma operasyonudur. Amaç, Gül + Gülen + Kılıçdaroğlu “restorasyon hükümeti” planınını gerçekleştirmek için Abdullah Gül’ü aklamaktır!
• Gül, Cumhurbaşkanlığı koltuğunu işgale devam edemez! Ona uygun tek koltuk Yüce Divan sanık sandalyesidir.

İşçi Partisi Genel Başkanvekili Hasan Basri Özbey, bugün Ankara’da bir basın açıklaması yaparak Milliyet gazetesinde yayınlanan Gül-Powel gizli anlaşmasını değerlendirdi. Özbey’in açıklaması şöyle:

12 Eylül 2013 tarihli Milliyet gazetesinde “İşte 10 Yıllık Sır” manşetiyle Abdullah Gül ve ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell arasındaki görüşmeye ait olduğu belirtilen 7 Nisan 2003 tarihli protokol yayınlandı. İngilizce belgede anlaşmanın lojistik amaçlı 3 temel maddeden oluştuğu, 17 maddelik prensipler listesini kapsadığı görülmektedir. 

2 SAYFA 9 MADDELİK GİZLİ SÖZLEŞME


Abdullah Gül, Dışişleri Bakanı olduğu dönemde, 2 Nisan 2003 günü ABD Dışişleri Bakanı Powell ile Ankara’da “2 sayfa 9 maddelik gizli bir plan yaptığını” itiraf etmiştir. 


Gül’ün gizli anlaşma itirafı, 24 Mayıs 2003 günü Vatan gazetesinin birinci sayfa manşetinden yayınlanmıştır. Gül’ün açıklamasına göre anlaşma “2 sayfa 9 madde”dir, ayrıca yazılıdır ve gizlidir. 

ABD İLE HİZMET SÖZLEŞMESİ VE KAPSAMI


Gizli anlaşmanın kanıtı, bizzat Abdullah Gül’ün itirafıdır. 
İtiraf çok açık ve somuttur; belgelenmiştir ve yalanlanamamıştır.
Bu anlaşma, hukuken bir hizmet sözleşmesi niteliğindedir. 
“BOP içinde ABD ile birlikte hareket ediyoruz” diyen Gül, bu gizli sözleşmeye göre “Ortadoğu’daki tüm rejimlerin değişeceğini”, ABD’nin sözcüsüymüş gibi ilan etmiştir (Vatan, manşet, 24 Mayıs 2003 ve Radikal, 14 Mart 2006). 
Abdullah Gül, bu plana gizli sözleşmeyle bağlanmıştır.
ABD’nin BOP planı kapsamında rejim ve haritası değiştirilecek ülkelerden biri de Türkiye’dir. Ve Türkiye 10 yıldır bu anlaşmanın uygulanmasıyla bölünmektedir. 

ASIL ANLAŞMA VE ALT PROTOKOLLER


17 Temmuz 2003’te Filistin Dışişleri Bakanı Nebil Şaat ile görüşen Gül, ABD ziyaretini açıklamaya çalışırken, yine 2 Nisan 2003’te Powell ile yaptığı anlaşmayı itiraf etmektedir: “Tezkerenin reddinden sonra Powel’ın Türkiye’ye yaptığı ziyarette bölgede yapılması gerekenleri beraber kararlaştırdık”. 
13 Mart 2006 günü AKP’nin Kızılcıhamam Toplantısında milletvekillerine verilen brifingte konuşan Abdullah Gül, “BOP kapsamında ABD ile birlikte hareket edeceğiz. Amacımız, İslam ülkelerine özgürlük ve demokrasi getirmek” demiştir.


Gül’ün yukarıdaki açıklamalarından anlaşıldığı gibi, 12 Eylül 2013 Milliyet Gazetesinde yayınlanan belgeler, Abdullah Gül’ün 2 Nisan 2003 günü Vatan Gazetesindeki açıklamasına konu olan 2 sayfa 9 maddelik gizli anlaşmanın ekleri olduğu anlaşılmaktadır. 
Böylece Abdullah Gül’ün bu anlaşmalar ve prensip listeleri dışında başkaca gizli belgeler de imzaladığı kendi beyanı ile ortaya çıkmıştır. 

GİZLİ ANLAŞMA YAPMAK SUÇ


Milliyet gazetesinde “İşte 10 yıllık Sır” başlığıyla yayınlanan belgeler öyle sıradan bir gazetecilik olayı değildir. En yüksek yerlerden servis edildiği açıktır. 


ABD ile Abdullah Gül arasında bir gizli anlaşma yapıldığı tartışmasızdır. 
Bu anlaşma, uygulandığı on yıllık süreçte TBMM önüne getirilmemiştir. 
Kayıtlarda mevcut değildir.


Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90. Maddesine göre, yabancı ülkelerle yapılacak her türlü anlaşma TBMM’nin onayına sunulup kabul edildikten sonra yürürlüğe girebilir. 
Öte yandan dışişleri bakanları anlaşma yapamazlar. Dışişleri bakanları anlaşma yapamayacağına göre, bu anlaşma, hukuken bir hizmet sözleşmesi niteliğindedir.
Hukuki açıdan yaptığı iş, devletler arasında anlaşma değil, Abdullah Gül’ü bağlayan bir “hizmet sözleşmesi”dir.
Bir yabancı devletle gizli sözleşme yapan kimse, Türkiye’nin Cumhurbaşkanı olamaz. Dahası bu eylemi de “vatana ihanet” suçu kapsamındadır.

ABDULLAH GÜL İFTİRA DEMİŞTİ


İşçi Partisi olarak, yıllardan bu yana Abdullah Gül’ün ABD ile bağıtladığı 2 sayfa 9 maddelik gizli hizmet sözleşmesini gündeme getirdik. 
Defalarca bu gizli planın maddelerini birer birer açıkladık. 
Erdoğan-Gül iktidarının uygulamalarıyla açıkladığımız maddeler döne döne doğrulandı.
Abdullah Gül’ün başında bulunduğu Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan ve Milliyet Gazetesinin 2 Temmuz 2007 tarihinde yayınlanan açıklamada, Gül’ün Colin Powell’la 2 Nisan 2003 yılında gizli anlaşma yaptığı gerçeği inkar edilmeye çalışılmış ve “Bunların hepsi iftiradır, yalandır. Aslı yoktur. ABD ile bir anlaşma olursa devletin zabıtlarında olur” denilmişti.
Milliyet gazetesi bugün yayınladığı ve 2 Sayfa 9 Maddelik planın ekleri olduğu anlaşılan belge, bir kez daha Abdullah Gül’ü yalanlamakta ve İşçi Partisi’nin Milletin önüne koyduğu gerçeği bir kez daha doğrulamaktadır. 

ŞECAAT ARZ EDERKEN MERDİ KIPTİ 
SİRKATİN SÖYLER

Abdullah Gül ve Colin Powell arasında 2 sayfa 9 maddelik gizli anlaşma yapıldığını bunun içeriğinin İşçi Partisi tarafından açıklandığını kamuoyumuzca bilinmektedir. 
Genel Başkanımız Sayın Doğu Perinçek, son olarak 7 Eylül 2013 Aydınlık gazetesindeki köşesinde Abdullah Gül’ün Powell ile imzaladığı 2 sayfalık 9 maddelik gizli hizmet sözleşmesinin ıslak imzalı belgesinin yayınlanabileceğini “Abdullah Gül’ün o gizli sözleşme altında imzası var. Evet, imzası var. Yakında özgün belgesi yayınlanınca, CHP yönetimi ne yapacak acaba?” diyerek vurguladı. 


Bu sözlerin ardından Milliyet’in Abdullah Gül’ü aklamak için harekete geçirilmesi dikkat çekicidir. 
Abdullah Gül, Milliyet gazetesinin manşetinden savunmasını kamuoyuna açıklamış oldu.


Gül’ün savunması, “şecaat arzederken merdi kıpti sirkatin söyler” deyişini hatırlatmaktadır. Kimseyi ikna edemez kandıramaz!
Milliyet’te yayınlanan belgeler de birer suç kanıtıdır!

RESTORASYON HÜKÜMETİ İÇİN GÜL’ÜN SUÇLARI ÖRTÜLMEK İSTENİYOR


AKP hükümeti yıkılıyor. Telaş ve korku içindeki Gül-Gülen ikilisi, Tayyip Erdoğan’ı feda ederek iktidarda kalmanın yollarını aramaktadır. Bulabildikleri çare, Tayyip Erdoğan’ın yerine Kılıçdaroğlu’nu koyarak AKP iktidarının “restore” edilmesidir. 
Başka iktidar seçeneği olmayan ABD, yıkılan AKP iktidarını restore etmek istiyor. Abdullah Gül + Fethullah Hoca + Kemal Kılıçdaroğlu işbirliğinde “bir restorasyon hükümeti” kurulması planlanmaktadır. 
Planın uygulamasına geçen Gladyo, etkili olduğu yayın organları aracılığıyla Abdullah Gül’ün suçlarını örtme işine girişmiştir. 
Milliyet gazetesi manşetiyle bu göreve amadedir.
Ancak, Gladyo’nun bu planı sonuçsuz kalmaya mahkumdur.
Abdullah Gül’ü aklama girişimleri de, restorasyon hükümeti planları da ham hayaldir!
Bırakınız yeni planlarda rol üstlenmesini, Abdullah Gül, Cumhurbaşkanlığı koltuğunu işgale devam edemez! 
Ona uygun tek koltuk Yüce Divan sanık sandalyesidir.

AÇIKLAYIN


2 Temmuz 2013 günü yaptığımız çağrıyı yineliyoruz:
Abdullah Gül’ü Türkiye’nin geleceğini tehlikeye atan bu “2 Sayfa 9 maddelik gizli planı” Türk milletine açıklamaya çağırıyoruz. 
Abdullah Gül;
Anlaşmanın içeriğini ve yasal dayanağını açıklamalıdır.
Dışişleri Bakanlığı;
a) Abdullah Gül’ün sözünü ettiği 2 sayfa 9 maddelik bu anlaşmanın içeriğini,
b) 2 Nisan 2003 tarihinde yapılan Abdullah Gül-Powell görüşmesinin tutanağının bulunup bulunmadığını, varsa görüşme tutanağı içeriğini açıklamalıdır.


TBMM Başkanlığı;


a) İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in, Gül-Powell anlaşması hakkında TBMM Başkanı ve milletvekillerine yazdığı 16.07.2003 tarihli mektuba,
b) İşçi Partisi Genel Sekreteri Mehmet Bedri Gültekin’in, aynı konuda TBMM Başkanı ve milletvekillerine yazdığı 09.02.2005 tarihli mektuba yanıt vermelidir.


Başbakanlık;


O tarihte Dışişleri Bakanı olan Abdullah Gül’ün sözünü ettiği anlaşmasından bilgileri bulunup bulunmadığını açıklamalıdır.


Genelkurmay Başkanlığı;


Abdullah Gül ile Powell arasında kabul edilen 2 sayfa 9 maddelik gizli anlaşmanın, bilgileri dâhilinde olup olmadığını açıklamalıdır.




http://vatanpartisi.org.tr/genel-merkez/haberler/isci-partisi-genel-baskanvekili-hasan-basri-ozbey-abdullah-gul-un-abd-ile-gizli-sozlesme-bagitladigi-kanitlandi-5065

Özbey, Özetle belirtilenleri belirtti: 

ABD ile 2 sayfa 9 maddelik gizli anlaşma Abdullah Gül, Dış görevlerde olduğu yerde, 2 Nisan 2003 günü ABD Dışişleri Bakanlığı Powell ile Ankara da 
2 sayfa 9 maddelik gizli bir plan yaptığını itiraf etti. Bu gizli anlaşmanın yapılmasından bir buçuk ay sonra Vatan gazetesi yazarı Sedat Sertoğlu'nun 
açıklamasını açıkladı ve şu anki söylemiştir: Şimdi senin oturduğun koltukta (eliyle koltuğa gitti) ABD Dışında Orada Powell'dakidu. 
Onunla 2 sayfalık 9 maddelik bir plan üzerinde anlaştık. Ama ben her şeyi yapıyordum kalkıp açıklayamam ki ..  

Powell Suriye ye giderken de benimle konuştu. 

Gizli olan bir çok. (Vatan, 24 Mayıs 2003). Ortadoğu daki bütün rejimler değişmez Abdullah Gül aynı görüşmede ABD nin komşumuz Irak ı destiniyorum. 
Aralarında ülkemizin de olduğu Ortadoğu daki tüm rejimleri değişiyor söyleniyor. 1/6

Gül ün gizli anlaşma itirafı, 24 Mayıs 2003 günü Vatan gazetesinin birinci sayfa manşetinden yayınlanmıştır. Anlaşma yazılıdır; 2 sayfa 9 maddedir. 
Ve gizli gizlidir. Gazetenin Abdullah Gül ün ağzından bir önceki sayfa başlığı, bir gizli anlaşmayı özetliyor: Ortadoğu daki tüm rejimler değişecek. 
Bu arada Abdullah Gül, ABD nin Haçlı Seferi diye tanımlanıyor Büyük Ortadoğu Projesi nde görev aldığını orada itiraf etti. 

Abdullah Gül, bu itirafını başka açıklamalarında da tekrarladı. Kullanarak Radikal gazetesinin 14 Mart 2006 günlü birinci sayfa başlığı şöyledir: 

Gül: BOP’un ABD ile birlikte hareket halinde olması Gül, alt başlıkta, BOP un amacını 17 Temmuz 2003 te Filistin Dışişleri Bakanı Nebil Şaat ile görüşen 
Abdullah Gül, Amerika ziyaretini açıklamaya yönelik, 2 Nisan 2003 te Powell ile ilgili anlaşmaya ilişkin önemli bir ayrıntıyı da itiraf ediyor. 
Açıklama şöyledir: 2/6

Tezkerenin reddinden sonra Powell’ın Türkiye’de yediği yeri ziyaret ederek istediklerinizi beraber kararlaştırdık. 13 Mart 2006 günü AKP nin Kızılcahamam 
toplantısında milletvekillerine verilen brifingde orada Abdullah Gül; Biz İran'da nükleer çözümlemeyle ilgili olarak BOPUSIZ ABD ABD ile birlikte hareket 
edeceğiz. Amacımız İslami ülkelerine özgürlük ve demokrasi getirmek. ABD’de NATO’nun toplantılarında duvarlara yansıyan ve Türkiye’yi bölünmüş olarak 
belirttiğini belirten bu BOP haritasının kurulmasını ABD’de birlikte hareket ettiklerini orada açıkladı: ABD ile ilişkilerimiz burada. Dünyanın süper gücünün 
gündem maddeleri bizim de gündem maddelerimizdir. Aramızdaki herhangi birinin boyutsuz olmasının anlamı, bu meselelerde ulaşılması gereken hedeflere 
yönelik görüşlerimizin örtüşmesidir (19 Ocak 2007). Gizli anlaşmanın içeriği ve uygulaması Abdullah Gül ün ABD ile ilgili 2 sayfa 9 maddelik gizli anlaşmanın 
içeriği, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'te 13 Temmuz 2003 günü kamuoyuna açıklanmış ve 16 Temmuz 2003 tarihinde bütün milletvekillerine 
ayrı ayrı mektupla bildirilmişti. Aradan geçen süreçte, o tarihte kalmış bu gizli anlaşmanın maddelerinin işlendiği ya da uygulayıcı olduğunu görüyoruz: 

1. Türk askeri Irak kuzeyden çekilecek, sınır harekâtlarına oğul verilecek ve PKK ya askeri harekât için ABD den izin alınacak 3/6

Türk Askeri Kuzey Irak tan çekildi. Sınır ötesi harekâtlara son verdi. ABD İzin vermediği için operasyon yapılamadı 

2. Türkiye ye ambargo ve askerî yaptırım tehdidi Türk askerinin başına çuvalıyor. 

3. ABD nin İran ve Ortadoğu harekâtlarına devam etmekte ve desteklemektedir Abdullah Gül İran’ın ABD’yle birlikte ABD’de birlikte hareket ettiklerini ve 
olumsuz bir tablo çıkarsa İran’ı bir kapıların kapatılacağını anla kez belirtildi (Radikal, 14 mart 2006). 

Ülkemize füze kalkanı ve yurtseverleri yerleştirildi. ABD ve Erdoğan-Gül yönetimi, işbirliği halinde, bu destek hizmeti için Türk Ordusuna Şemdinli olayından bu yana operasyonlar yürütüyor. 

4. Türk ordusunun asker ve silah gücünde indirim Profesyonel ordu vb ile indirim için çalışmaya başladı. Türk Ordusunu imha ayarla, Ergenekon, Balyoz, 
28 Şubat vb adlarla tertipler düzenip komutanlar tutsak alındı. 4/6

5. Kuzeyinde Irak'ta Kukla Devlet, Türkiye tarafından resmen tanınacak Fiilen tanındı. Resmen tanınma aşamasına gelindi. 

6. PKK / KADEK'in genişletilmiş ve PKK'nın yasallaştırılması PKK, Meclise sokuldu, muhatap alınıp meşrulaştırıldı, yasallaştırılması süreci ilerledi. 
Açılıma uygunluk adıyla KCK tahliyeleri devam etti. 
AKP-PKK koalisyonu kuruldu. Apo ya ve PKK ya af gündemde. 
Barış, Çözüm yalanlarıyla açılan açılı ülke ülke bölünme aşamasına getirildi. 

7. Güneydoğu Belediyelerine özerklik ve federasyona geçiş Kamu Reformu ve Yerel Yönetim Yasaları ile belediyeler özerkleştiriliyor. Federasyon hazırlanıyor. 
Güneydoğu Belediyeler Birliği, AB Fonlarından ve AB ülkelerinden doğrudan para alıyor, doğrudan ilişki kuruyor. İkiz sözleşmeler Meclisten tarihinde. 
Bütünşehir Yasası vb. Yasal düzenlemelerle Güneydoğu Belediyeleri fiilen özerkleştirildi. 5/6

Federasyon planı uygulanıyor. Bölünmenin Anayasası yapılmak isteniyor. 

8. Kıbrıs ta Denktaş devre dışı bırakılacak, Annan Planı küçükleştirilebilir ve Ege de Yunanistan’da taleplerine esnek tavır alınacak Denktaş KKTC Cumhurbaşkanlığı ndan kaldırıldı. Annan Planına teslim olundu. Ege de esnemeler başladı. Onay verilen AB Müzakere Çerçeve Belgesi ile Türkiye 'nin nihayet sınırlarının İhtilaflı olduğu kabul edildi, bu Sınır İhtilafları nın ve İhtilaflar'ın Ege Egeun Lahey Adalet Divanı na götürülmesinin 
önü açıldı. 

9. Ermenistan a hazırlık kısıtlamaların kaldırılması Hazırlıklar gündemde. 

Ermenistan hava koridoru açarak 70 bin Ermenistan Vatandaşının Türkiye de kaçak çalışmasını mümkünatı yaratıldı. 6/6

https://docplayer.biz.tr/amp/49873849-Abd-ile-yaptigin-gizli-anlasmayi-acikla-tamami-carsamba-03-temmuz-11-son-guncelleme-persembe-04-temmuz-10.html

***

Beyaz Saray'daki Trump-Erdoğan Zirvesinden Ne Çıktı?


Beyaz Saray'daki Trump-Erdoğan Zirvesinden Ne Çıktı?

WASHINGTON — 
21 Mayıs 2017
Mehmet Toroğlu.,


    Washington Türk-Amerikan ilişkileri açısından hareketli bir haftayı geride bıraktı. 
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la Amerika Başkanı Donald Trump ilk kez Beyaz Saray'da bir araya geldi.
Erdoğan'ın masaya getirdiği ana konular Amerika'nın YPG'ye silah yardımı kararı ve Fethullah Gülen'in iade süreciydi. Ama Amerikan medyasında en çok Türkiye Büyük elçiliği önündeki kavga görüntüleri haber oldu.
Peki Erdoğan Washington'dan istediklerini alarak mı döndü? Kritik buluşmadan ne sonuçlar çıktı? Türk-Amerikan ilişkilerini bundan sonra nasıl bir seyir bekliyor? Bu soruları Washington'da Türkiye uzmanı Soner Çağaptay'a sorduk.

"Erdoğan ve Trump anlaşmak istiyordu"

Washington Enstitüsü Türkiye Programı Direktörü Soner Çağaptay, Washington’daki en deneyimli Türkiye uzmanlarından biri. Çağaptay, YPG’ye silah yardımının yarattığı kriz görünümüne rağmen hem Erdoğan hem de Trump’ın aslında ziyaretten önce birbirleriyle anlaşmak isteğinde olduğunu ve bunu da başardıklarını söyledi.

“Bunun alt yapısı da hazırlanmıştı. Cumhurbaşkanı'nın ziyaretinden önce Washington'a gelen üçlü heyet, Kalın, Akar ve Fidan ekibine Amerikalılar zaten YPG'ye silah verileceği haberini vererek Cumhurbaşkanı'nı utandıracak bir durumdan, yani o buradayken bu haberin ona teslim edilmesi gibi onu utandıracak bir durumdan kurtarmışlardı. Dolayısıyla alt yapısı hazırdı, Türkiye kötü haberi biliyordu buna hazırlıklı olarak geldiler ve belki Cumhurbaşkanı zaten buraya gelerek almak istediğinin yarısını almıştı zaten çünkü Türkiye'de çok çekişmeli geçen bir referandum yarışından sonra, ki sonuçların adil olup olmadığı tartışması hala var, buna rağmen Washington'a bir davet almış olması referandumu kazandığı yönünde uluslararası camiadan teyit almış olduğu hissi de verdiği için kendisine, zaten Washington'a gelmiş olması bence almak istediklerinin yarısından fazlasını aldığı anlamına geliyordu.”
"YPG ve PKK konusunda bir anlaşma var"

Görüşmenin en sıcak konusu Amerika’nın YPG’ye silah yardımı kararıydı. Çağaptay, Amerika’yla Türkiye arasında YPG ve PKK konusunda aslında bir anlaşma bulunduğu görüşünde.

“Şunu diyor Ankara'ya, Suriye'de ben Rakka'yı almak için YPG ile taktiksel olarak çalışacağım stratejik müttefiğim değil onlar benim, karşılığında da Irak'ta sana PKK konusunda yardımcı olacağım. PKK'nın büyük bir üssü var Kandil'de, bu İran-Irak sınırında ama yeni oluşturmaya çalıştığı bir üs var Irak-Suriye sınırında, Sincar Dağı’nda. Ankara bir oldu bitti olmasını istemiyor, PKK'nın yeni bir üs oluşturmasını istemiyor ve mutlaka bu bölgede PKK varlığına karşı ciddi olarak tedbir alacak. Bu konuda Ankara şanslı çünkü Irak Kürtleri KDP Barzani dahil olmak üzere Ankara'nın tavrını destekliyorlar. KDP orayı kendi bölgesi olarak görüyor ve PKK'yı kendi bölgesinde istemiyor. İşte Amerika'nın nasıl yardımı olabilir Türkiye'ye Sincar konusunda. Böyle bir Türkiye-KDP harekatı olduğu zaman ona hava desteği, istihbarat desteği verebilir. Irak hükümeti böyle bir harekate karşı çıkacaktır kendi güvenliği ihlal edildiği için. Türkiye, Irak hükümetini ikna etmek için Amerika'nın desteğine ihtiyaç duyabilir. Ve ayrıca genel olarak PKK varlığına karşı Türkiye'ye istihbarat desteği artacak gibi görünüyor. 2007'de başlatılan bir mekanizma vardı orada paylaşılan istihbaratın niteliği artırılacak gibi görünüyor. En son olarak Avrupa'da PKK'nın kullandığı özellikle yasadışı finans mekanizmalarının da çökertilmesi için Amerika Avrupa ülkeleri üzerindeki etkisini kullanarak Türkiye'ye yardımcı olacak.”

"Trump'la Erdoğan arasında kimya oluşmadı demek mümkün değil"
Erdoğan da Trump da Beyaz Saray’daki basın toplantısında Türk-Amerikan ilişkileriyle ilgili olumlu mesajlar verdi. Görüşmeden yansıyan görüntülerde de iki liderin birbirlerine sıcak tavırları dikkati çekti. Bu durum Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni bir dönemin işareti mi? Çağaptay, iki liderin de ziyaret öncesi birbirlerini çok fazla eleştirmediğine dikkati çekiyor.

“Örneğin Amerika'ya Trump'ın ilk iktidara geldiğinde yürürlüğe koymaya çalıştığı seyahat yasağı politikası konusunda, ki Müslüman ülkelere uygulanan yasaktı bu, Cumhurbaşkanı Erdoğan pek çok konuda başka liderleri çok rahat ve keskin dille eleştirmesine rağmen hiçbir şey söylemedi. Bu da herhalde gelmeden önce o ziyaretin altyapısını oluşturmak istediği anlamına geliyordu. Yine Amerika YPG'ye silah vereceğini açıkladığında kendisi değil de Başbakan Yıldırım Amerika'yı eleştirdi. Dolayısıyla sanki Cumhurbaşkanı Erdoğan Trump'la iyi ilişki kurmak istiyordu. Onun için alt yapısını hazırlamıştı gibi geliyor. Ziyaret sonrası Türk basınına baktığımızda da onu görüyoruz, çok eleştirel değil daha alttan alan bir tavır var. Demek ki belki Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni bir dönemden ziyade, acaba Trump'la Erdoğan arasında kimya oluştu mu? Oluşmadı demek mümkün değil en azından. Ziyaret kötü geçmedi. Tabi oluşup oluşmadığını esas olarak önümüzdeki günlerde göreceğiz.”

"ABD Gülen konusunda henüz ikna olmadı"

Çağaptay, Amerika’nın 15 Temmuz darbe girişimini Türk hükümetinin iddia ettiği gibi Fethullah Gülen’in idare ettiği konusunda henüz ikna olmadığı görüşünü de dile getirdi.

“Benim duyduğum kadarıyla Ankara şu ana kadar Washington'a Fethullah Gülen'in şahsen darbeyi idare ettiğine dair bir kanıt sunmadı. İşte bu kanıtın olmadığı durumda, her ne kadar Gülen hareketinin başındaki kişi olsa bile, Amerikan mahkemeleri o bire bir kanıtı görmedikleri takdirde iade konusunda olumlu karar vermeyecekler. Şunu söyleyebiliriz; ‘Eğer Amerikan hükümeti bu iade davasını mahkemeye sevk ederse, zaten mahkemeye sevk edilmesi konusunda, mahkemeden iyi karar çıkacağı konusunda bir imajı vardır diyebiliriz. 
Yani o aşamaya gelmediğimiz için demek ki Amerikan hükümeti ikna olmuş değil diyebiliriz şu anda.”

"Kavga Ziyaretin kazanımlarını gölgeledi"

Ziyaretten en çok akılda kalacak anlardan biri de, Türkiye’nin Washington Büyükelçiliği Konutu önünde Erdoğan’ın korumalarıyla protestocu grup arasında çıkan kavgaydı. Çağaptay, bu olayın ziyaretin başarısını gölgelediğine dikkati çekiyor.

“Kapalı kapılar arkasında ziparet ne kadar iyi geçmiş olsa bile bu görüntüler Türkiye'nin burada yaratmaya çalıştığı bütün sükseyi, başarıyı çöpe attı diyebiliriz ne yazık ki. Çünkü hiç bir ülkede kabul edilemeyecek bir durum bu. Birincisi, bir ülke kendi vatandaşlarına karşı yapılan bu tavrı iyi karşılamaz. İkincisi; Amerikan vatandaşlarına Amerikan topraklarında yabancı bir ülkenin güvenlik görevlilerinin dövmesi, dayak atıyor olması Amerikan hükümeti tarafından kabul edilecek bir tavır olmadığı gibi özellikle Kongre'de Türkiye aleyhinde bir tavır oluşturdu. İşte bu çok sıkıntı yaratacak önümüzdeki günlerde bu tür optik olarak görüntüler. Dolayısıyla bunun olmaması çok iyi olurdu diyebiliriz çünkü ziyaretten elde edilen kazanımların bir kısmı, özellikle kamuoyu açısından elde edilen kazanımların büyük kısmı heba olmuş oldu diyebiliriz.”

Erdoğan’ın Washington temasları sadece bir gün sürdü ama hala konuşulmaya devam ediyor. İki ülke de ilişkilerde yeni bir sayfa açmak arzusunda, bunda ne kadar başarılı olacaklar bunu zaman gösterecek.

https://www.amerikaninsesi.com/a/beyaz-saraydaki-trump-erdogan-zirvesinden-ne-cikti/3863966.html

***


Kazandı ama bu sonuç Erdoğanı mutlu etmez,

Kazandı ama bu sonuç Erdoğanı mutlu etmez

Mehmet Y. Yılmaz
myy@hurriyet.com.tr
11 Ağustos 2014

RECEP Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı seçimini kazandı, kutlarım, ülkemiz için hayırlı olmasını dilerim.

Seçim sonuçlarına bakarak elbette birçok yorum yapılacak.
Seçmenin verdiği mesaj irdelenecek, siyasetçiler bunlardan kendileri için dersler çıkaracak.

Ama hiç tartışılmayacak olan şudur: Meşru bir seçim yapıldı, Recep Tayyip Erdoğan da bu seçimin galibi olarak cumhurbaşkanı olacak.

Seçim sonuçlarına bakınca, seçimi kazanmış olmakla birlikte Recep Tayyip Erdoğan’ı mutlu edecek bir sonuç elde edemediğini düşünüyorum.
Neredeyse dört seçmenden birinin oy kullanmadığı bir seçimde, (bu yazının yazıldığı saatte) yüzde 52 civarında oy alarak seçilmiş olması, gelecek ile ilgili 
planlarını gözden geçirmek zorunda kalacağını gösteriyor.

Anketlerin gösterdiği neredeyse yüzde altmışa yakın bir sonuç elde edebilmiş olsaydı, bunun başka siyasi sonuçları olurdu, şimdi aldığı yüzde 52 oyun başka 
siyasi sonuçları olacak.

Seçimde aldığı toplam oylar gösteriyor ki son yerel seçimde aldığı oyu yakalamış bulunuyor ama bu bir önceki genel seçimde aldığı oyun da altında.
Bu durumda “Cumhurbaşkanına kayıtsız şartsız bağlı profili düşük başbakan” formülü de yeniden masaya yatırılacaktır diye düşünüyorum.
AKP, gelecek yıl yapılacak genel seçimde, Anayasa’yı değiştirebilecek bir oy oranına ulaşmak istiyorsa, bunu profili düşük bir genel başkan ile başaramayacak. 

Bu seçim sonucu bunu artık açıkça gösteriyor.

Muazzam bir propaganda gücüne, bugüne kadar kimseye kısmet olmamış bir medya desteğine rağmen bu sonucu elde edebilmiş olmasından kendisine bir 
ders de çıkaracaktır diye düşünüyorum.
Elbette Recep Tayyip Erdoğan, kolayca pes edecek bir siyasetçi değil, asıl planını gerçekleştirmek için her yolu sonuna kadar zorlayacaktır.
Ama bu sonuç, AKP içinde “güçlü genel başkan” fikrinden yana olanların da ellerini güçlendirecek bir sonuçtur.

Kılıçdaroğlu ve Bahçeli kaybetti, İhsanoğlu değil,

EKMELEDDİN İhsanoğlu seçimi kaybetti ama aslına bakarsanız seçimi kaybeden İhsanoğlu değil, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’dir.
Gerçi onlar şimdi aslında nasıl olup da kaybetmediklerini açıklayacaklardır ama bu sonuç, Erdoğan karşısında bir seçimi daha tartışmasız bir şekilde kaybettiklerini gösteriyor.
Katılımın bu kadar düşük olmasının sebebi de bu iki partidir, ortak adaylarının Erdoğan karşısında ezilmesinin sorumlusu da aynı partilerdir.
Daha “çatı aday” tartışmaları başladığında ben de dahil birçok yorumcu, bunun seçimin ilk turunu peşinen kaybetmek anlamına geleceğini söylemiştik.
Düşük profilli bir ortak adayla zaten hâkim olamadıkları parti örgütlerini de harekete geçiremediler, katılımın düşük olmasına yol açtıkları gibi geçen seçimde aldıkları toplam oydan da neredeyse beş milyona yakın eksik oy aldılar.
Oysa birinci hedef Erdoğan’ın ilk turda seçilmesini önlemek olmalıydı. Bunu sağlayacak şey de her iki partinin de kendi tabanlarına sempatik gelecek, heyecan verecek birer aday göstermeleriydi.
Böyle adaylar gösterebilselerdi, seçime katılım bu kadar düşük olmazdı, Erdoğan da ilk turda seçimi kazanıp, Çankaya’ya çıkamazdı.
Bunu yapmadılar çünkü partilerinde gösterecekleri adayların başarısının gelecekte kendi koltukları için tehlikeli olacağını düşündüler. “Küçük olsun, benim olsun” diye düşündüler, Erdoğan’ın seçimi ilk turda kazanmasına neden oldular.

Bu yenilgi nedeniyle elbette çekilip gitmeyecekler, hem kendi partilerine, hem de Türkiye’ye zaman kaybettirecekler.

Bizim Siyasi Partiler Kanunumuz, bir partiyi bir kez ele geçirenin canı istediği kadar orada kalabilmesine olanak sağlıyor.

Bu partilerin üyeleri, buna karşı seslerini yükseltebilecekler mi, doğrusunu isterseniz hiç sanmıyorum.

Bu heyetler, 2015’teki genel seçimi de kaybetmek üzere işbaşında kalmaya devam edeceklerdir.

Apo, Demirtaş’a Tahammül edebilir mi?

BU seçimin birinci galibi Recep Tayyip Erdoğan ise bir diğer galibi de Selahattin Demirtaş’tır.

Geleneksel Kürt siyasetinin aldığı oyun neredeyse yarısından daha fazla artmasını sağladı.
Bu sonucun “BDP’nin Türkiyelileşmesi” yolunda önemli bir adım olduğunu söyleyen çok sayıda yorumcu var.
Ben buna katılmıyorum.

Bu oy, BDP–HDP çizgisine değil, doğrudan doğruya Selahattin Demirtaş’ın kişiliğine ve kampanya süresince kullandığı tezlere bağlanmalıdır diye düşünüyorum.
Eğer bu bir genel seçim olsaydı ve BDP–HDP çizgisi, geleneksel söylemini kullansaydı, bu oya ulaşılabilmesi mümkün olamazdı.
Demirtaş’ın bu başarısından bu siyasi çizgi kendisine bir ders çıkarır mı, söylemini ve eylemini buna göre yeniden gözden geçirir mi?
Bir şey söyleyebilmek için erken.
Ama unutmayalım ki o siyasi hareket egosu son derece yüksek bir siyasi kişiliğin etkisi altında.

Ve şu anda İmralı’da mahkûm olarak tutulan o ego, kendisini aşacak bir siyasi çizgiyi temsil eden Demirtaş’a daha fazla tahammül edemeyecektir diye düşünüyorum.

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/mehmet-y-yilmaz/kazandi-ama-bu-sonuc-erdogan-i-mutlu-etmez-26981202