2 Mart 2018 Cuma

MHP yönetiminin yeni Anayasa sürecindeki tutumu parti içinde nasıl yankı buluyor?

 MHP yönetiminin yeni Anayasa sürecindeki tutumu parti içinde nasıl yankı buluyor?



"Benim partimin bir başkasına baston olmasını istemiyorum. Partim bu duruma düşmemeliydi. Alparslan Türkeş'in partisi bu duruma düşmemeliydi. Bu sokaklarda ben çok yürüdüm. Çok cenazeler taşıdık. Bunlar içindiyse yazık oldu yani. Çok yazık oldu."
Bayrampaşa'da genellikle ülkücülerin gittiği bir kahvehanede konuştuğum Milliyetçi Hareket Partisi'nin (MHP) Bayrampaşa ilçe teşkilatının ilk kurucularından yaklaşık 50 yıldır ülkücü olan Mehmet Serdaroğlu öfkeli.
MHP ile bağlarının ilk kez nasıl koptuğunu anlatıyor.
"1969'dan beri MHP'liyim. Benden daha iyi MHP'li kimse olamaz. Bahçeli de olamaz. Fakat bundan sonra asla. Çünkü bu davaya girerken bütün doğruları söyleyin dediler. Her şey millete danışarak yapılacak diye öğrettiler bize. Ama maalesef bunu görmüyorum."
Yarım asırlık siyasi tercihinden vazgeçişini son Anayasa görüşmeleriyle ve muhaliflere yönelik tavırlarla açıklıyor.
"Hükümet ile görüşmemeliydi. Anayasa ne zaman yapılır biliyor musunuz? Bir savaştan sonra, bir de bütün partilerin katılımıyla olur. Benim menfaatim olsun diye yapmam."
Anayasa değişikliği teklifi sürecinin önünü açtığı söylenen ve bu teklifin son haline getirilmesinde hükümetin görüştüğü tek siyasi lider olan Devlet Bahçeli şu günlerde tabanda hem övgü dolu konuşmaların hem de büyük eleştirilerin hedefi haline gelmiş durumda.

'MHP, değil AKP'nin söylemleri değişti'

Aynı kahvehanede bu kez, buranın sahibi Orhan Çalışkan ile konuşuyoruz. MHP'nin son döneme kadar ilçe yönetiminde görev yapmış isimlerinden biri.

Orhan Çalışkan
Rengin Arslan
Orhan Çalışkan
Devlet Bahçeli'yi ve genel merkezin politikalarını destekliyor. Başkanlık sistemi ile ilgili ayrıntıların belli olması gerektiğini, ancak ondan sonra eleştiriler varsa dillendirilebileceğini söylüyor.
MHP'nin, AKP'ye değil; AKP'nin söylemleriyle MHP'ye yaklaştığını düşünüyor:
"3 yıl 5 yıl önce ne söylüyorsak aynısını söylüyoruz. Bu noktada AKP'nin çizgisi değişti. Biz terörün kökü kazınacak dersek, açılım saçılım diyorlardı. Şimdi onlar bizim söylediklerimizin aynısını söylüyorlar."

'Üç Ortadoğu bir Yeniçağ gazetesi'

Peki ya MHP, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın istediği haliyle bir başkanlık sistemine destek veriyorsa? Bu soruma, "O zaman Devlet Bahçeli de sorgulanır" diyerek yanıt veriyor:
"Başkanlık sistemi mevzusu varsa, bu noktada Devlet Bahçeli de sorgulanır. Bizim için olmazsa olmaz değil. Bizim için olmazsa olmaz Milliyetçi Hareket Partisi, Devlet Bahçeli değil."
Kendisi muhalif olmasa da Çalışkan'ın söylediğine göre, kahveye gelenlerin çoğunluğu şu sıralar muhalif ağırlıklı.
Kahvede hem genel merkeze yakın yayınlar yapan Ortadoğu, hem de muhaliflere daha yakın duran Yeniçağ gazetesi var.
Ancak ikisinden de aynı sayıda almadığını söylüyor gülümseyerek: "İkisini de alıyorum ama üç Ortadoğu, bir Yeniçağ."
'AKP'ye yaklaşması MHP'yi bitiriyor'
Bayrampaşa'nın ara sokaklarında bir kahvenin önünde otururken bulduğum AKP'li bir esnaf ise MHP'li ahbabıyla sohbet halinde.

AKP'li ve MHP'li vatandaş
Rengin Arslan
MHP'li seçmen (solda), "Yanlış yolda MHP. AK Parti'ye yaklaşması MHP'yi bitiriyor" diyor.
MHP'yi sorduğum zaman "10 kez oy kullandıysam dokuzu MHP'nindi. Son seçimde bir tek HDP girmesin diye AKP'ye verdim. Ama şunu diyeyim, yanlış yolda MHP. AK Parti'ye yaklaşması MHP'yi bitiriyor."
Sokaklar, kahveler genel merkezi desteklese bile kesinkes savunmak konusunda temkinli davranırken, milletvekilleri ve partinin üst kademesinin üslubu elbette farklı.
MHP'nin haftasonu ve Pazartesi İstanbul'un üç bölgesinde yaptığı basına açık divan toplantılarında farklı bir tablo vardı.
İstanbul İl Başkanı ile görüşmemden önce takip ettiğim bu divan toplantısına katılan yaklaşık 700 MHP'li, siyasetçilerin sık sık dile getirdiği "Bir kişinin değil, Türk Devleti'nin önünü açtık" argümanını benimsemiş görünüyor.
MHP'li siyasetçiler çokça içeriden ve dışarıdan tehdit altında olduğunu söyledikleri Türkiye'nin bir yönetim krizi içinde bulunduğunu ve bunun aşılması için MHP'nin kilit rol oynadığını söylüyor.

'Bu şartlar altında MHP iktidarı mı eleştirecek?'

Cumartesi günü yapılan toplantıda kürsüye çıkıp partililere seslenen isimlerden biri MHP'nin İstanbul milletvekili İzzet Ulvi Yönter idi.

İzzet Ulvi Yönter
Rengin Arslan
İzzet Ulvi Yönter
Yönter ara ara alkışlarla bölünen konuşmasında bir noktada, "Halep'te her gün katliam var. Türkmenler her gün katlediliyor. Türk devleti onlara sahip çıkmak için varını yoğunu ortaya koydu. Bu şartlar altında Milliyetçi Hareket Partisi iktidarı mı eleştirecek? İktidarla mı kavga edecek?" diyor. Kısa bir es verdikten sonra söyledikleri alkış almıyor; ama sözlerine tepki de gelmiyor.
Yönter şöyle diyor: "En kolayı hükümeti eleştirmek, en kolayı hükümete vurmak. Sevgili dava arkadaşlarım. Biz 15 Temmuz'dan sonra adeta irkildik, ürperdik, kendimize geldik. Milletçe geldik."
MHP'nin anayasa değişikliği görüşmeleri sürecinde taviz vermediğinin garantisini veriyor partililere.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin yüksek bir siyaset izlediğini söyleyerek "Türk milleti şeref ve namusuna sonuna sahip çıkmıştır. Milim taviz verilmiş değil, milim geri adım atılmış değil" diyor.

Halaçoğlu: 15 Temmuz MHP içindeki muhalefete darbe vurdu

En güçlü alkışı ise, Anayasa'nın ilk dört maddesinin değiştirilmesinin teklifte yer almadığını söylediğinde, şu sözlerinin ardından alıyor: "İlk dört madde ile ilgili spekülasyonlar yapılıyordu. Anayasa'nın etnik bir kimliğe sahip olmayacağı dillendiriliyordu. Çok şükür bugün Türklük Anayasada'dır."
MHP'nin bu süreçte en çok sözünü ettiği konulardan biri belki de 15 Temmuz'un Türkiye ve MHP üzerinde yarattığı değişim.
BBC Türkçe'nin sorularını yanıtlayan ve başkanlık sistemiyle ilgili Anayasa değişikliği oylamasında "hayır" oyu kullanacağını söyleyen beş milletvekilinden biri olan MHP Kayseri milletvekili Yusuf Halaçoğlu'na göre 15 Temmuz MHP içinde "muhalefete büyük bir darbe vurdu."
Ancak örneğin Yönter, konuşması boyunca 15 Temmuz'un siyasetteki paradigmaları, parametreleri değiştirdiğini söylüyor ve bu vesileyle MHP'nin çok tartışılan yeni pozisyonunun gerekçesini ifade eder gibi görünüyor.
Yönter'in özellikle şu söyledikleri dikkat çekici: "[15 Temmuz'da] Az kalsın bir vatan kaybediyorduk. Az kalsın bir devlet kaybediyorduk. Az kalsın hepimiz tutsak düşecektik. Nereye gideceğiz kimsenin fikri yoktu."
15 Temmuz'dan sonra siyaset sahnesinde artık neredeyse konuşulmaz ve konuşamaz olan MHP içindeki muhalifler ise başkanlık sistemi ve MHP'nin bu süreçte üstlendiği rolü eleştiriyor.

'Bahçeli bunun Türkiye'yi bölünmeye götüreceğini söylüyordu'

Halaçoğlu ise, başkanlık sisteminin 2012-2013 yılından itibaren gündeme geldiğine dikkat çekerek şöyle diyor:
"Çünkü o zaman Türkiye'de birtakım taşlar yerinden oynamıştı. Irak, Suriye savaşları, ardından terör örgütlerinin dünyadaki etkinlikleri ve Türkiye'deki durumu, fakat daha önemlisi de AKP hükümetlerinin yolsuzluklara bulaştığı dönemden sonra ortaya çıktı."
Halaçoğlu'na mensubu olduğu partinin, bu değişiklik teklifine neden destek olduğunu, onun izlenimlerinin ne olduğunu sorduğumda, "MHP için çekici kılan hiçbir şey yok burada. Çünkü genel başkanımız dahil hepsinin bundan önceki açıklamaları, başkanlığın sadece bir oyun olduğu ve Türkiye'yi bölünmeye götüreceği şeklindedir. Böyle bir yola başvurulmasını anlamak mümkün değil, anlamakta güçlük çekiyoruz" diyor.

'Referandumda MHP'den evet oyu çıkma ihtimali çok zayıf'

Türkiye'nin bu düzenlemelerle yeni bir Baas partisi modeli ile yönetileceğini söyleyen Halaçoğlu'na bu görüşlerini parti organları ile veya ikili görüşmelerle parti yöneticileri ile paylaşıp paylaşmadığını sorduğumda, "Hayır. Çünkü gruba katılmıyoruz. Katılmamamız istendi. Dolasıyla herhangi bir kişiyle paylaşmadık" diyor.
Peki referanduma gidilirse ne olur? Halaçoğlu MHP tabanının başkanlık sistemine karşı olduğunu söyleyerek, "MHP'den referandumda evet oyu çıkma ihtimali çok zayıf" diyor.
Tabanın görüşlerini İstanbul'da görüştüğüm MHP İstanbul İl Başkanı Memet Bülent Karataş'a da soruyorum. 15 Temmuz sonrasında MHP tabanında "Erdoğan'a olan sempatinin arttığı" yorumları var. Bunu nasıl değerlendiriyorlar?

Memet Bülent Karataş
Rengin Arslan
Memet Bülent Karataş
Karataş, "15 Temmuz tarihinde hayranlıkla izlediği tek bir kişi vardır. O da Devlet Bahçeli'dir" diyerek yanıtlıyor sorumu.
Peki, yöneticilerin ifade ettiği haliyle "MHP ülkenin önünü açarken" aynı zamanda tabanıyla kurduğu bağın kapılarını kapatıyor olabilir mi?
Bu sorumu, "Bu değerlendirmeleri doğru bulmuyoruz. Bu siyasi muhalefet yapılacak bir araç değildir bu değerlendirmeler. Ülkeyle ilgili değerlendirmeler farklıdır. Ülkeyle ilgili iç siyasi pozisyon almak farklıdır. MHP bugün hükümetin önünü açmıyor. Türk devletinin önünü açıyor. Bu bir şahsın adına çıkarılan bir yasa veya kanunun destekçiliği anlamında değildir."
MHP'nin en başından beri kullandığı argümanı soruyorum Karataş'a. Devlet Bahçeli ve yöneticiler şu anki fiili durumun hukuki bir duruma kavuşması gerektiğini ve aslında MHP'nin hukuku savunduğunu söylüyor.
Peki MHP bugün neden AKP'yi anayasa çerçevesine dönmeye ikna etmeye çalışmıyor ve şu anki fiili durumu mevcut hukuki durumun sınırlarına davet etmiyor?
Bu konuyu tam açıklığa kavuşturmayan Karataş, "Bu fiili durumu yaratan kim bellidir. Fiili durumu devam ettiren, arzu eden kim, bellidir. Fiili durumu ortadan kaldırmak isteyen kim? Tek adres MHP. Kendi istiyor, arzu ediyor. Milleti adına istiyor, hukukun üstünlüğünü korumak için" diyor.

'Yaptığımız Tayyip'i Hasan'ı, Hüseyin'i bir yere getirme değil'

Anayasa değişikliğini, "Güçlü ve büyük Türkiye -birilerinin yeni Türkiye'si değil, güçlü ve büyük Türkiye önümüzdedir. Onun yolu açılıyor. Demokrasi ile açılıyor" diye tarif eden Karataş'a bu yolun Erdoğan ile mi açıldığını sorduğumda ise "Erdoğan devlet demek değildir" yanıtını veriyor.
"Şu an bizim yaptığımız da devletin sistematik bozukluklarını eksenden, raydan çıkan bir yapıyı raya sokmak. Yoksa bir şahsı, Tayyip'i, Hasan'ı, Hüseyin'i bir yere getirme değil."

MHP lideri Devlet Bahçeli ve Başbakan Binali Yıldırım

  MHP lideri Devlet Bahçeli ve Başbakan Binali Yıldırım
Bir yanda muhalif sokak ve muhalif MHP milletvekilleri, liderler... Bir yanda Bahçeli'yi destekleyen sokak ve milletvekilleri ve yöneticiler.
Bir yıl önce yapılan 1 Kasım genel seçimlerinden bu yana Türkiye sayısız çalkantıların yaşandığı bir siyasi gündem ile baş etmeye çalışıyor.
MHP de Meclis'te en az sandalyesi bulunan parti olarak bu belirsizliğin hem kıyısında, hem de oynadığı kilit rol nedeniyle tam orta yerinde. Kurultay talep eden muhaliflerin artık sesi duyulmasa da, muhalif taban orada.
Önümüzdeki süreç elbette yeni siyasi gelişmelerle şekillenecek ama farklı seslerin yükseldiği Ülkücü cenah için hararetli günlerin kısa zamanda gelip geçeceğini söylemek zor.

http://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-38213197

1 Mart 2018 Perşembe

Hukuk Yoksa Hayat Da Yok,

Hukuk Yoksa Hayat Da Yok,


Rifat Serdaroğlu


Dünya kurulduğu andan günümüze kadar her türlü doğal afete, savaşlara, yıkımlara rağmen insanoğluna sürekli olarak hayat vermeye devam etmiş,
çeşitli medeniyetlere beşiklik etmiş bir coğrafyada yaşıyoruz.
İslam inanışına göre, dört kutsal kitabın indirildiği, dünyadaki çok çeşitli tohumların üretildiği, yeraltı zenginliklerinin ve enerji kaynaklarının büyük bir kısmının bulunduğu bir coğrafyadır burası.

Bir ülkenin uygarlık göstergesi sadece bilim-zenginlik-mimari-müzik-felsefe-edebiyat ve benzerleri değildir. Bunların yanında en az onlar kadar önemli bir diğer gösterge daha vardır. O da HUKUKTUR.

Hukuk, çağdaş bireyler için hava kadar, su kadar ekmek kadar önemlidir.
Uygar ülkelerin hukuku da, ülke yönetimlerinin hukuka bağlılığı da uygar olur.
Hukuk Tarihinde kısa bir gezi yapalım mı;
-Hitit Kanunlaştırma hareketleri M.Ö XIV. Yüzyılda sistematik bir hale dönüşmüştür. Öyle bir hukuk bilinci ki, kölelere bile haklar sağlıyor.
Kralı denetleyen Panku adındaki meclis, Kralı tahttan indirebiliyordu.
-Ur-Sümer-Akkad ülkesi Kralı Nammu’nun kanunlaştırma çalışmaları M.Ö 2100 yılında yayınlanmıştır. Daha sonra yenilenerek Lipit-İştar Kanunnamesi adını almış ve Hak-Adalet kavramlarının önemi vurgulanmıştır.
-Arkasından Hammurabi Kanunları bu toprakların ve dünyanın, bilinen en eski sistematik hukuk anıtı olarak M.Ö 1175 yılında yürürlüğe girmiştir.
-Ve bugünkü Batı Hukuk Sisteminin temel kaynağı olan 529 tarihli“Corpus Juris Civilis “ ve 534 yılındaki “Justinianus Kodifikasyonu”.
İstanbul’da bu çalışmayı yapan heyetin o zaman ki çalışma mekânı, bu günkü İstanbul Üniversitesi Merkez Binası…

-Türkler İslam dinine geçince, İslam Hukuk Sistemine girdiler. İslam Hukukunun temel kaynakları; Kur’an-Sünnet-İcma-Kıyas idi. Bu kaynaklar, yaşadığımız coğrafyanın eski hukuk sistemi ile harmanlanmıştı.
-İslam Hukuku-Roma Hukukunun etkileşiminin daha da ilerisine gidebilen Osmanlı, Örfî Hukuk (Akla dayanarak, İslam Hukukunun düzenlemediği konularda konulan kurallar) sistemini kurarken, Doğu Roma Hukuk Sistemini örnek almıştır.

-Batı’da XVIII Yüzyılda başlayan kanunlaştırma hareketleri Osmanlıyı da etkiledi ve Ahmet Cevdet Paşa başkanlığındaki bir heyet dokuz yıl çalışarak Mecelle’ yi tamamladı. Mecelle 1926’ ya kadar yürürlükte kaldı.
-Cumhuriyetle birlikte “Şer’i Hukuk” terkedilerek, “Pozitif Hukuk” denen modern ve çağdaş hukuka geçildi.
Görüldüğü gibi Hukuk Geleneği bu toprakların ruhuna işlemiştir. Henüz Roma XII Levha Kanunları dikilmemişken, henüz Atina’da Solon yokken, Anadolu da hak ve hukuk bilinci gerçekleşmişti.
Bu coğrafyada “HUKUK” her zaman var olmuştur.
Fakat Demokratik rejimle yönetimlerin işbaşına geldiği andan bugüne dek,
AKP İktidarı kadar HUKUKU KATLEDEN bir iktidar gelmemiştir.

Değerli Okurlar;

Ülkemiz, bu günlerde hukuk tarihinin en acıklı günlerini yaşamaktadır.
*Türkiye’de bugün Yargı Bağımsız değildir. Adalet Yoktur.
*Türkiye’de dengesini ve doğru düşünme yetisini kaybetmiş bir iktidar, hukuku katletmektedir.
*AKP İktidarı, dünyanın gözü önünde davalara doğrudan müdahale etmekte, Yargıç ve Savcıları sürmekte, Mahkeme kararlarının uygulanmaması için Polise emir vermektedir.
*Bir yolsuzluk çetesi ülkeyi soymakta, açıkça milletin hakkına tecavüz etmektedir.
*Anayasa ve yasalar, iktidar tarafından adeta paspas edilircesine çiğnenmektedir.
*İktidar, Hitler zamanında kitap yakılması benzeri, Twitter’ı yasaklamıştır.
*Medyanın büyük bir kısmı “Hırsızlık Paralarıyla” satın alınmış, diğerleri ise devlet gücüyle çöktürülmüştür.
Türkiye’de, TÜRK MİLLETİ adına görev yapan Sayın Yargıçlar-Savcılar.
Türk Bağımsız Yargısının tepe noktalarında bulunan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı-Danıştay-Yargıtay-Sayıştay Başkanları;
Türkiye; Hukukun AKP İktidarı tarafından bilerek ve isteyerek katledildiği,
Çoğunluk Türklerin, azınlık bir sosyo-etnik cunta tarafından her gün bayrağımıza ve değerlerimize küfredildiği bir neo-baas rejimine döndürülmüştür.
Allah Aşkına, sizler yaşıyor musunuz?
Eğer AKP İktidarının yaptıklarını onaylıyorsanız, çıkın Türk Milletine bunu söyleyin.

Onaylamıyorsanız, niçin susuyorsunuz? Yapılan yanlışları Türk Milletine niçin anlatmıyorsunuz?

Bir araya gelip, Türk Milletine ve Türk Tarihine, gerçekleri bir bildiri ile anlatmaktan aciz misiniz?

Anayasa ve Yasalarımızın sizlere verdiği yetkileri kullanıp, ülkeyi soyan hırsızları niçin yakalamıyorsunuz? Mahkeme kararlarını uygulatmayan siyaset çakallarını niçin gıyaplarında yargılayıp, mahkûm etmiyorsunuz?

Biz gayet iyi biliyoruz ki; Hukuk yoksa Hayat ta yoktur. Sizler bilmiyor musunuz?
Not; Her hava sahamızı ihlal eden uçağı düşürseydik, Ege Denizi “Yunan Uçakları mezarlığına” dönerdi. Amacının Türkiye’yi korumak olmadığını hepimiz biliyoruz. Dostun Barzani’nin bölgesinden gelen yüzlerce PKK militanı, her gün sınır güvenliğimizi ihlal etmiyor mu? Senin adamların olan El Kaide katilleri sınırımızı yolgeçen hanına çevirmediler mi? Ege’de ki 16 adaya Yunanistan el koymadı mı? Hırsızlıkları örtmek için Suriye ile savaş çıkaracaksan, yanına
Bilal oğlanı, Reza’yı, Yasin El Kadı’yı, küfürbaz boyundan kafalı Muammeri,
ağız ishali olmuş Egemen’i, saatçi Zafer’i, TOKİ’ci Erdoğan’ı al gir, kendin savaş.
Ne olsa ser ’de delikanlılık yok mu? Yoksa o da kalmadı mı?



****

Asıl Cemaat’le işbirliği yapanlar oy bölmesin!

Asıl Cemaat’le işbirliği yapanlar oy bölmesin!

Levent Kırca,

Türkiye özgür değil. Seçimlerden sonra Twitter açılacaktır. Maksat seçime kadar ortalığı karıştırmasın. Benden bir öneri: Eğer Twitter’ı açmak zorunda kalırsa Tayyip, mutlu olmuş gibi yapsın. Twitter’dan özgürlük mesajları atsın. Değil mi? İstiklal Marşı ile Türk Bayrağı’nı anayasaya aykırı olduğu halde seçim malzemesi yaparak sömürmedi mi? O kadar yolsuzluk yap, sonra dön marşımız ve bayrağımızı aklanmak için malzeme yap. Neyse şaşırmıyoruz artık. Ona da şaşırmayız. Twitter açılınca sevinç mesajları atsın Tayyip. Desin ki, tüm bunlar Cemaat denilen bu örgütün işi.
Hazır her şeyi Cemaat’in üstüne atıyor. Nasılsa inanan çıkıyor.
Sonuç olarak, ortada hukuki bir karar yok. Bu kararıyla kendini rezil rüsva etti.
Yandaşları; başbakan yumuşamış, yenilenmiş, tazelenmiş, aklı başına gelmiş gibi gösteredursun. O, ısrarla; “Hayır ben diktatörüm. Benim astığım astık, kestiğim kestiktir” demeye devam ediyor.

Huylu huyundan vazgeçer mi?

Oğlu Bilal’le yaptığı telefon konuşmasına montaj diyen, dublaj diyen, bu vesileyle olayı kapatıp kendini aklamaya çalışan, ama çabaladıkça daha da batan bir diktatörle karşı karşıyayız. Ülkeyi Cemaat’le iç içe yönetirken, Türk subaylarını, Türk aydınlarını zindanlara dolduruyor. “Ben, Ergenekon’un savcısıyım” diyordu. Sonra, avukat oldu. Sonra, Cemaat’le bozuşunca “Kumpas” dedi. “Cemaat yaptı bunu” dedi. Hapishanelerden çıkan yurtseverler için; “Ben onları serbest bıraktım. Bana bir telefon edip teşekkür etmediler” dedi.
Gezi Parkı
Gençlerin Gezi Parkı yasal eylemlerine polisini saldı, saldığı polise; “Destan yazdınız” dedi, ikramiyeler verdi. Şimdi, “Gezi Parkı’nda gençleri ezen de Cemaat” diyor. Oysa; “Emri ben verdim” demişti. O gün kahraman dediği polis, hükümetin bakanlarının aile boyu hırsızlıklarını ortaya çıkardığında, dahası, hırsızlıkları ortaya çıktığı için, ifadeye çağrılan oğlunu korumak için, önce kahraman dediği polislere, şimdi; “Güvenmiyorum. Bunlar Cemaat’in polisi” dedi. Ne kadar polis, savcı varsa hepsini kafasına göre ordan oraya sürüp durdu. Yok ettiği adaleti için de, bir zamanlar kankası olan Cemaat’i suçladı.
Âlem adam, şu Tayyip Erdoğan...
Tayyip’in yandaşları
Sırıtarak, utanmadan “Biz yandaşız” diyorlar. Ve elbette ki, son çabalar...
Başbakanlarını iyi göstermek, olup bitenin tek suçlusu Cemaat’miş gibi gösterme çaba ve gayretindeler. Onlar öyle yapadursun, Mehmet Barlas, Nazlı Ilıcak ve pek çoğu, hemencecik Cemaatçi olmuşlardı bile.
Halktan oy istiyorlar
“Daha yapacak çok işimiz var” diye yazılı, AKP bezlerinin altından geçiyorum arabamla. Yapacak çok işleri varmış... İçimden; “Haklısınız” diyorum. Size, daha çook ayakkabı kutusu lazım.
‘Kemal Abim’ ne diyor?
“Açılım süresi devam edecek” diyor. Yani, ülke bölme çalışmaları sürecek. Bundan böyle Amerika emiri Tayyip’e değil, Kemal’e verecek. Haa, yeni akillerimizde olacak. Gene Kemal Abi’nin dediğine göre; Öcalan’la görüşme sürecini, Yeni CHP’nin “Yeni Akilleri” sürdürecek.
Anlaşılan Yeni BOP Eşbaşkanımız Kemal Kılıçdaroğlu. Amerika Tayyip’le başaramadığı ülke bölme eylemlerini, bu kez Kemal Kılıçdaroğlu’yla sürdürecek.
Sarıgül
Çok sinirli. Mitinglerde vatandaşları dövüyor. Sonra da; “Ben” diyor, “Öyle hızlı yumruk atarım ki, bunu fotoğrafçılar böyle bile yakalayıp çekemez.” Kendisini alkışlamayan bir vatandaşa; “Ortada teneke gibi durma” diyor. “Çek, git.”
İnsanlara kötü davranmayı alışkanlık haline getirmiş. Belli ki sinirleri çok gergin. Ee, kolay değil Cemaat’in adayı olmak. Geçen sene Ahmet Hakan kendisine yayında soruyor: “ Cemaat’in adayı mısınız?” Lafı çevirip, başka şeyler anlatıyor. Tekrar soruyor Ahmet: “Cemaatin adayı mısınız?”... Gene başka bir cevap geliyor.
Şunu açıkça söyleyecek kadar delikanlı olsa keşke... Bu yazı kulağına giderse, belki karşılaştığımızda beni de yumruklar.
Oy bölmek
Aynı dünya görüşünde olan, aynı fikirde olan partiler ancak, birbirlerinin oyunu bölerler.
Biz İşçi Partisi olarak; “Atatürk Devrimleri” diyoruz. “Ülke bölünmesin, Cumhuriyet yaşasın” diyoruz.
CHP’nin söyleminde; “Atatürk” yok. Onlar iktidar olmak için, Amerika’yı ve Cemaat’i destek aldılar. Onlarla işbirliği yapıyorlar. Gördüğünüz gibi, görüşlerimiz tamamen farklı. Onun için de, birbirimizin oyunu bölmek söz konusu olamaz.
Ah... Bir de beni çok seven, benim de çok sevdiğim Fazıl Say bunu anlayabilse...
Benim başkanlığıma gelince...
Dolaştığım, gezdiğim her yerde çok sevildiğimi görüyorum. İnsanlar, bunu kâh dillendiriyorlar, kâh kucaklıyorlar, kâh “Oyumuz senin” diyorlar. Ola ki kazanırsam, kazandığım gün, demokrasinin yeniden gündeme geldiği gün olur. Halk kendisi için, nasıl canla başla çalışıldığının tanığı olur.
Dürüst, Atatürkçü İşçi Partisi’nin az sonra hükümet olacağının ilk adımı olur. Atatürk dirilir, Cumhuriyet yaşar. Hukuk, gene üstünlüğünü kazanır.

Cem Boyner

Atatürk’ü, çürümüş patatese benzeten Boyner, AKP’ye verdiği oyu her bulduğu fırsatta deklare eden Boyner, tekrar Atatürkçü olmaya karar verdi.
Gezi Olaylarını uzaktan seyredip, asla bulaşmayan muhterem, Berkin’in ölümünde mağazalarında yas ilan etmiş, müzik çaldırmamış.
Bir ciddi değişikliği de, Ertuğrul Özkök yaşıyor. Artık şaraplı, seksli yazıların yerine; Tayyip’e bindirmek yazıları kaleme alıyor. Yani güle güle Tayyip, hoş geldin Cemaat.

Zorlu PSM

Nazif Zorlu’nın kızı Şule Hanım’ın yönetimini üstlendiği, muazzam tiyatro salonunu anlata anlata bitirememiştim bir yazımda. “Sizin gibi ustalarıda, burada görmek isteriz” demişlerdi. Salonlardan birini kararlaştırıp, kirasını dahi konuşmuştuk. Bazı günleri oynamam için bana tahsis edeceklerdi.
‘’Bu, gün adedini artırmaya uğraşacağız, bizden haber bekleyin” dediler. Bekleye bekleye ağaç oldum. Hem de, çınar ağacı. Şimdilerde telefonlarıma dahi çıkmıyorlar. Ee, yürek ister... Türkiye’nin sorunlarını oynayan Atatürkçü, Devrimci, Tayyip tarafından da afaroz edilmiş bir sanatçının muhalefet yapan oyununu, Zorlu PSM’de oynatacaksın... Öyle ya, sonra Tayyip ne der?
Bizim mangal yüreğimize karşı, bunlarınki!...



***

Yıkılmamak İçin Her şey Mubah,

Yıkılmamak İçin Her şey Mubah,

Orhan Bursalı

Çok zor günlerden geçiyoruz... 3 alıntı, önce: 
“RTE’den bir Ulusal Savaş Kahramanı yaratma projesini yüzde yüz başarabileceklerine inanırlarsa, buna soyunabilirler! 2023 Projesi ve Yeni Türkiye fikri bunu kapsar!” (25 Haziran 2012, Bilim ve Siyaset) 
“Ulusal kahraman ihtiyacı: Peki, RTE, Suriye ile savaşır mı? Uluslararası durum, buna pek olasılık vermiyor... Ama sınırda ‘Suriye’yi dövecek’ küçük bir başarıya imza atmak isteyebilir... Bir uçak vb. düşürmek gibi! Sınıra askeri yığınak, aslında sadece RTE’nin şiddetine uygun bir gelişme: ‘Adam konuştu, işte silah da gönderdi’ dedirtiyor...” (1 Temmuz 2012) 
“2023, Cumhuriyetin 100. yılı, Tayyibistan Cumhuriyeti’nin tam ilanının tasarlandığı tarih! Atatürk ve Cumhuriyetinin bütününe yönelik bütün bu toplam politikaların hesabı, Recep Tayyip Erdoğan’ı Atatürk’ün yerine, yeni büyük kurucu olarak geçirmeyi hedefliyordu. Suriye Savaşı ile göğsüne bir savaş kahramanı madalyası takabilseydi, Kurucu görüntüsü tamamlanacaktı!” 
(29 Aralık 2013) 
Amaçları Küçük Başarılar 
Uçak düşürüldü! Daha önce de bir Suriye helikopteri düşürülmüştü! Unuttuk tabii, RTEDavutoğlu ikilisinin Suriye’de savaşa girmek politikaları hep gündemdeydi. Önce Batı itekledi; sonra Batı’nın stratejisi değişince, iktidar Suriye ile savaşmak için bahaneler aradı hep. Ama dış destek sıfır olunca, Suriye Savaş Kahramanı madalyası takmak düşü bitti. 
Şimdi Suriye ile küçük çaplı da olsa bir savaş, iktidarda biraz daha kalabilmenin aracı olarak devreye sokuldu... Nereden nereye! Büyük düşlerden düştük buralara!? 
İktidarın planı: Suriye’yi tahrik edip Türkiye’ye karşı kışkırtmak. Suriye savaş içinde böyle bir şeye kalkışmaz, sineye çeker! Biliyorlar ki, RTE ve adamları Şam’ı bombalamak, dahası Suriye ordusuna karşı savaşa girmek için bahane arıyor... Süleyman Şah Türbesi de bunlardan biri. Bu türbe, Osmanlı’nın kurucusu Osman Gazi’nin dedesine ait ve 10 dönümlük kadar bir arazi; anlaşmalarla Türkiye toprağı sayılıyor. Oraları, El Kaide-IŞİD militanları tarafından kuşatılmış durumda... 
Ancak, RTE-Davutoğlu’nun Suriye ile önemli bir savaşa girmesi mümkün değil... Hiçbir destek bulamaz. İran da Rusya da karşı... Batı’dan destek bulamaz... Ama zor durumdaki Suriye’de, birkaç küçük başarıya bile tamah edebilirler! 
Burada soru, iktidar; Rusya ve İran’ı da karşısına alarak Suriye’ye bir oldubitti savaşı planlayabilir mi, Batı’yı kendisini zorunlu bir desteğe mecbur bırakma isteği olabilir mi... Yani topyekûn bir Ortadoğu savaşının fitilini ateşleyebilir mi?.. 
Sanmıyorum, böyle bir niyetleri sezildiği anda zaten kimse bu oyunu oynamaz... 
Erdoğan’ın Demokrasi Açmazı: Yolsuzluk 
Zor bir dönemden geçiyoruz... Meşruiyetini aslında yitiren veya yitirmekte olan bir iktidar var. Bunun temel nedeni, hakkındaki, bütün dünyada iktidarları devirecek nitelikteki büyük yolsuzluk ve rüşvet iddiaları... Bu iddiaları yok sayan bir iktidar... Hiçbir savcı “gel bakalım” diyemiyor. Yasalar ve anayasa askıya alınıyor... Bu, kabul edilebilir bir durum değil. 
Türkiye’nin bu sorunu nasıl aşacağı, dün de belirttiğim gibi, ana sorun... 
Bu sorunu aşamadan da hiçbir normalleşme olamaz bu ülkede... 
Bunu bilmiyorlar mı? 

***
RTE, polisiyle, savcısıyla, mahkemeleriyle, medyasıyla iki yıl öncesine kadar demokratlara, medyaya, kendilerine engel gördükleri herkese kan kusturan cemaati bugün “demokrasi saflarına” itiyor. Dünkü zulmün ortağı, bugün demokrasi mücahitliğine soyunuyor. Fenerbahçe’nin dünkü muhteşem Anıtkabir yürüyüşü haberini cemaat durmadan verip durdu... 
Cemaatçilerin Anıtkabir’i özel ziyaretlerini de bekliyorum!?! 
RTE’nin açmazını da görmek gerek. Demokratlık oynasa, o zaman rüşvet ve yolsuzlukları da acilen soruşturması gündeme gelecek. Yani demokratlık, baltayı kendi bacağına vurmak anlamına geliyor. Bu nedenle, topyekûn bir diktatörlüğe yönelmek zorunda kalıyor. Kendi dışında herkese düşman... Bu açmazdan kurtulması mümkün değil. Dolayısıyla cemaat de, demokrasi mücadelesinde şimdilik hoşgörüden yararlanıyor. 
İmralı-Erdoğan Birlikteliği 
İmralı’nın Nevruz mesajına gelince... Öcalan’ın temel stratejisi değişmedi: AKP ile ortaklığa ve işbirliğine devam. Geçen günkü, iktidarla köprüleri atmış görünen KCK bildirisine de dikkatli yaklaşmış ve acele etmeyelim demiştim. Burada ana rol sahibi Öcalan’dır! 
“Özgür Önderlik, Özgür Kürdistan” başlığıyla düzenlenen Diyarbakır Nevruz şenliğinde okunan Öcalan’ın Nevruz bildirisi, darbe komplo ve vesayet kavramlarıyla RTE’ye destekle dolu... 
Şu aşamada, Kürt siyasetinin, RTE ile işbirliği ve beraber yürümekten başka seçeneği yok gibi. Uluslararası konjonktür, Irak Kürdistanı yönetiminin PKK ile derin anlaşmazlıkları, PKK hareketini epey kısıtlıyor. 
Zaten, HDP hareketinin ve Sırrı Süreyya Önder’in seçimlerdeki rolünün de, AKP’nin İstanbul’da belediye başkanlığını kazanması için AKP’ye büyük destek çıkmaya yönelik olduğunu görüyoruz. Bu politika, PKK- İmralı ve toplam Kürt hareketinin, şüphesiz yolsuzluk ve rüşvetle araya bazı mesafeler koymakla beraber, RTE iktidarının devamını öngörmektedir. RTE’nin “komplolarla” düşürülmek istendiğine ilişkin Öcalan görüşleri de gerçekliğini koruyor... 

***
Özetle: RTE, Twitter “yasağı”yla, kendi seçmenine helal olsun bak nasıl kafa tutuyor ve kimseyi takmıyor dedirtiyor ve bunu seçimlerde oya dönüştürmek istiyor. 
Yani RTE’nin yeni bir One Minute olayıdır bu... Bu engellemeyi seçim sonuna kadar sürdürür mü?  


***


Erdoğan, Savaş Politikasına Girdi,

Erdoğan, Savaş Politikasına Girdi,


Arslan Bulut

Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait F-16 uçakları, dört defa uyarılmasına rağmen Türk hava sahasını ihlal eden bir Suriye MİG-23 savaş uçağını düşürdü. 
Diğer taraftan bölgeye hâkim olan IŞİD adlı örgüt, Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları dışındaki tek toprak parçası olan Süleyman Şah Türbesi’nin üç gün içinde boşaltılmaması halinde türbeyi yerle bir edeceğini açıklamıştı. Süre bugün doluyor! 
Suriye’nin savaş uçaklarını, böyle bir zamanda Türkiye sınırına göndermesi, öncelikle kendi çıkarlarına uygun değil! Üstelik Suriye, bir Türk savaş uçağını aynı gerekçeyle düşürmüş ve iki pilotu şehit etmişken... 

***
Olayın, Türkiye’de hırsızlık operasyonları sebebiyle itibarını kaybetmiş olan iktidarın Suriye’ye girme hesapları yaptığına dair muhalefetten gelen uyarılardan sonra meydana gelmesi düşündürücü. 
Tayyip Erdoğan’ın miting meydanında olayı, “Eğer sen benim hava sahamı ihlal edecek olursan, bundan sonra bizim tokadımız ağır olacak” diye kullanması da önemli bir gösterge.
Oysa Erdoğan, bu sözleri söylemeden az önce, “Ahlâkı olmayan bir hareketin kazanma şansı yoktur. Ahlâkı olmayan bir hareket kazansa bile kaybetmiştir. Bunlar, işte bu Pensilvanya, bu Pensilvanya partileri en başta ahlaktan yoksunlar...” diyordu. 
Erdoğan, muhalefetin kullanması gereken bir deyimi de “İşleri güçleri, yavuz hırsız ev sahibini bastırır ya hemen montajlarla üzerimize gelmeye başladılar” diyerek güncelledi! 

***
Esasen uluslararası ilişkiler de ahlâka dayanır. Siz, terörist ve silâh sokarak komşu ülkenizde iç savaşı kışkırtmışsanız, başınız hiçbir zaman beladan kurtulmaz. Onlar sizin uçağınızı düşürür, siz onların uçağını düşürürsünüz. Beslediğiniz teröristler, gelir sizin sınır kapınızda, sınır ilçenizde, hatta ülkenizin göbeğinde eylem yapar, engel olamazsınız...
Hele kendi ülkenizdeki kontrolü elinizden kaçırmışsanız, kendi polisiniz size dinlemişse, bunu “Türkiye’de bir İletişim Başkanlığı vardır Telekomünikasyon, maalesef işgal altında. İşgal altında olan burada her türlü numara yapılıyor” sözleriyle itiraf ediyorsanız, uluslararası ilişkilerde de benzer hatalara düşmediğinizin bir garantisi yoktur... 

Şu itirafa bakın; “ Pensilvanya’ya gönül veren ihlâslı, samimi kardeşlerime sesleniyorum: Bizden ne istediniz de alamadınız? Bizden inanç değerleri noktasında ne istediniz de alamadınız? 17 üniversiteniz var. Bütün bu üniversitelerimiz için a’dan z’ye size her türlü desteği veren bu iktidar olmadı mı? Okullar kurdunuz, destek veren bu iktidar olmadı mı? Sizler dünyanın değişik yerlerinde açtığınız okullara, beni, arkadaşlarımı oralara ısrarla davet ettiğiniz zaman, oralarda gelip devlet reislerine, hükümet başkanlarına sizi refere eden biz olmadık mı?” 

Peki bu okulları açan örgüt, “Bunların yanında Haşhaşi’lerin bile eli öpülür” denilecek kadar kötüyse, 17 üniversite ve 160 ülkede okul kurmalarına niçin yardımcı oldunuz? Gözünüzün önünde Opus Dei modeli bir örgüt kurulurken neden a’dan z’ye destek verdiniz?
Dolayısıyla millet, muhalefetin, seçimleri kaybedeceğinizi anlayıp her türlü çılgınlığa girişebileceğiniz yolundaki iddiaları karşısında Suriye politikanıza nasıl güvensin? Savaş psikolojisini bir kenara bırakıp sağlıklı düşünemez misiniz?

***
Twetter’dan sonra Facebook’u, YouTube’u kapatmaktan söz ettiğinize göre Türkiye’yi nereye götürmek istiyorsunuz? 
Bakınız, USA Today gazetesinin teknoloji uzmanı yazarı John Shinal, “Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Ukrayna’da birkaç hafta önce Twitter’ı yasaklama emrini veren politikacı artık orada yok, Viktor Yanukovych Rusya’ya kaçtı” diyor. 
Milletten neyi gizlemeye çalışıyorsunuz?

***

Kendini Söğüşleten CEO!

Kendini Söğüşleten CEO!


Necati Doğru,

Ukalalık saymayın. twitter kelimesi nasıl Türkçeye olduğu gibi girdiyse CEO’da geldi dilimize vidalandı. İngilizce; Chief Executive Officer dedikleri “Baş Yönetici’nin” kısaltılmışı CEO oluyor.
Şirketleri yönetiyor.
Satışları artırıyor.
Kârları patlatıyor.
Ciroyu sıçratıyor.
İşte ona CEO diyorlar.
Her CEO’ya yıl sonunda çok yüksek başarı primi veriyorlar.
Başarısızsa!
İşten atıyorlar.
Ben çok tanık oldum.
Bir keresinde başarısız CEO, omzuma yaslanıp uzun uzun ağlamıştı.

* * * *
Siz de görüyorsunuzdur. Gazetelerde partilerin tam sayfa “seçim reklamları” yayınlanıyor. İktidar partisi AKP, verdiği her tam sayfa ilanda Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın bir fotoğrafını kullanıyor.
Tam sayfa anlatıyorlar.
Türkiye büyüyor.
Tarımda Avrupa’da birinciyiz.
Tarım ihracatını 4 kat artırdık.
Çiftçiye 60 milyar verdik.
İlk kez mazot desteği yaptık.
Gübre katkısını yükselttik.
Kredi faizini indirdik.
Hayvancılıkta faizi sıfıra çektik.
Verimde patlama yarattık.
Böyle uzayıp gidiyor.
Ve sarı zemin üzerine tam sayfa reklamın altında Tayyip Erdoğan’ın yandan çekilmiş güzel bir fotoğrafı yer alıyor.

* * * *
Yani Türkiye bir holding.
Holding ciroyu artırdı.
CEO Erdoğan başarılı.
Holdingin çalışanları (halk) cironun artışından, büyümeden, kârlılıktan payını; faizsiz kredi, gübre desteği, ucuz mazot, inek başına sıfır faizli kredi olarak aldılar.
Başarılı CEO ne aldı?
Onun ne aldığı ilanda söylenmiyor. Halkın anlayışına bırakılmış. Ayakkabı kutularındaki dolarlar, para kasalarındaki avrolar, oğulların evlerinde “sıfırlanma telaşına” düşülen paralar, oğul vakıflarına bağışlanan arsalar, evler, sayıları beşer beşer artan villalar da CEO Erdoğan’ın başarısından dolayı aldığı primler sayılıyor.

* * * *
CEO çalıştı.
Türkiye’yi büyüttü.
Kutudan çıkanlar prim.
Kasada gizlenenler ikramiye.
Halk böyle mi görüyor?
Sandığa 6 gün kaldı.
Halkın, “baş yönetici ve bakanları için ortaya çıkan rüşvet tapeleri ile montaj, dublaj dedikleri kasetleri “ nasıl gördüğünü anlayacağız fakat önceki gün CEO Erdoğan, “Paralel Fethullah Gülen bizi söğüşledi” diye özetleyeceğim bir itirafta bulundu.
Tek tek sıraladı.
Yavaş yavaş anlattı:
Şöyle açıkladı:
“Hem paralarımızı aldılar.
Sadaka, zekat dediler.
Koyunlarımızı aldılar.
Kuzularımızı kaptılar.
Bizi böyle söğüşlediler.
Bundan sonra…
Hak getire…
Bunlara su yok, su…”

* * * *
CEO kendini söğüşletmiş!
Söğüşleyen de 12 yıllık paraleli, yoldaşı, destekdaşı. 12 yıl birlikte yürüdüler, ne istedilerse birbirlerine verdiler ve ortada bir büyüme, gelişme, ciroyu ve kârları artırma varsa “paralel ile birlikte” kotardılar.
Şimdi beni söğüşledi diyor.
Söğüşleyenin de ağzı var.
Pensilvanya’dan konuşuyor.
“Uzun adam çok hainlik yaptı”
Özetle diyeceğim şudur: Gazetelerde seçim reklamlarını atlamayın, dikkatle inceleyin. Gizli mesajla dolular.
Sarayına oturamadan gidecek!
Ankara’da Atatürk Orman Çiftliği arazisi üzerinde ağaçlar kesilip, 8 şeritli yollar yapılarak dikilmekte olan yeni Başbakanlık Binası’na halk “Tayyip Erdoğan’ın yeni sarayı” benzetmesini yapıyor. Ancak Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin açtığı dava sonucunda 5. İdare Mahkemesi, Saray’ın inşaatı için yeni bir durdurma kararı verdi. Bu arada muhalefet partisi sözcüleri de “seçimlerde Başbakan’ın ve partisinin büyük bir yenilgiye uğrayacağını ve iktidardan gideceklerini” söylemeye başladı. Sanki sarayına oturamadan gidecek.


***


Çok Korktu Mavi Kuştan,

Çok Korktu Mavi Kuştan,

Ferhan Şensoy,

-Bütün dediklerini yaptım, ama giremiyorum Twitter’a oğlum.
-DNS’yi değiştirdin mi?
-DNS ne?
-Twitter’ın adının karşısında IP numarası olacak baba...
-Öyle bir şey yok! “erişim engellenmiştir” yazıyor orda...
-Hım... O zaman şöyle yapıcaksın baba...Google Chrome Web mağazasına gir...
-Ne mağazası? İngilizce şeyler söyleyip asabımı bozma, harf harf söyle!
-C, h, r,o,m,e W,e,b... Gir oraya... Hola Better İnternet’i indir...
-Yavaş yavaş, daha ben oraya girebilmiş değilim... Neyi indiriyorum ordan?
-Hola Better! Hatay, Ordu, Lüleburgaz, Adana, Bolu, Edirne, Trabzon, Tekirdağ, Edirne, Rize...
-Evet...
-İndir onu...
-Dur dur, yavaş, kafamı karıştırma...
-Kafa karışacak bir şey yok baba, tıklayıp indireceksin. Çok basit!
-Size göre her şey çok basit. Biz radyoyla büyüdük oğlum... Sonra n’apıyorum?
-Yasaklı Twitter sitesine gideceksin. Sağ üstteki Hola ikonunu tıklayacaksın... Ülke isimleri ve bayrakları çıkacak...
-Evet çıktı!
-İstediğin bir ülkeyi seçip oradan gireceksin Twitter’a. İlle Türkiye’den girmek zorunda değilsin!...
-Evet... İtalyan olarak dalıyorum Twitter’a... Ve goool!
-Açıldı mı?
-Evet yahu! Sağ ol oğlum. İyi geceler! Hepimizi bilgisayar mühendisi yaptı bu adam!
Çok korkuyor mavi kuştan. Suçun ne kadar büyükse, korkun o orandadır. Her gece, yarın ne gibi kasetler çıkacak acaba, endişesiyle koyuyor başı yastığa. Ne gibi rüyalar görüyorsa, sabah sinirli uyanıyor.
Twitter savaşını mavi kuş kazandı. Halk yasağı sallamadı, delik deşik oldu yasak. Cumhurbaşkanı da yasak deliciler arasında.
İnternet’le mücadele çok Tornan Kişot bir durum!


***



Yasakçı Zihniyet Yeniden Hortladı,

Yasakçı Zihniyet Yeniden Hortladı,

Mehmet Tezkan,

İktidarın twitter’a kilit vurması vahim.. Nasıl bir ülke istediğinin en açık, en bariz göstergesi..
Ama daha vahimi var..
Yasağın alkışlanması..
Oh be, dünya varmış be diye desteklenmesi..
İyi oldu diye methiyeler düzülmesi..
Yasakçı zihniyetin yeniden hortlaması..



*
Twitter gibi paylaşım sitelerinin ne kadar önemli olduğunu Gezi Parkı protestoları sırasında gördük.. İlk geceyi hatırlayın.. Polis orantısız güçle ortalığı gaza boğarken televizyonlar duyurmadı..
Resmen yok sayıldı..
İnsanlar Taksim’de ne olup ne bittiğini sosyal medya üzerinden öğrendi..
Başrole twitter oturdu..
Kapalı toplum olmaktan twitter sayesinde kurtulduk..
İktidar gıcık oldu tabii.. ‘Twitter’ı günah keçisi haline getirdi..

*
Twitter, 17 Aralık’tan sonra da önemli rol oynadı.. Yolsuzluk ve rüşvet operasyonuna karşı iktidar karartma politikası izlemeye başlayınca..
Soruşturmayı durdurma çabasına girince.. O güne kadar elde edilen yasal belgeleri, tapeleri gizlemeye çalışınca..
Fezlekeleri Meclis’ten kaçırınca..
Devreye twitter sokuldu.. Sosyal medya kullanıldı.. Youtube üzerinden yayına geçildi..
İktidarın öfkesi ikiye katlandı..
Yasa dışı yollarla dinlenen bazı telefon görüşmelerini savunacak halim yok.. Bu yöntemin demokrasiye açık bir tehdit olduğunun altını ısrarla çizerim.. Çok partili yaşamı kelepçeler..
Ama maalesef nelerin döndüğünü..
Türkiye’nin nasıl  yönetildiğini, ne tür yasa dışı emirler verildiğini, hukukun nasıl katledilmeye çalışıldığını bu sayede öğrendik..

*



Neyse asıl meselemiz bu değil..
Asıl meselemiz yasakların desteklenmesidir.. Yasakçı anlayışa prim verilmesidir..
Daha fazlasının istenmesidir..
Muhafazakâr kitlenin kandırılarak yasakçı, otoriter Türkiye’nin inşasına soyunulmasıdır..
Kanunsuz ama kapalı
Cumhurbaşkanı’na twitter yasağı soruldu..
Cumhurbaşkanı; ‘Kapalı diyorsunuz ama kapalı değil’ dedi..
Kapalı..
İlk gün yan yollardan giriliyordu, onun da önü kesildi.. Dün iyice mühürlendi..
Cumhurbaşkanı şunu da söyledi; ‘Bu tip platformların kapatılması kanunen mümkün değil.’
Demek ki; ortada kanunsuz bir durum var..
Demek ki; yasak kanunsuz..
Bu tespiti yapan devletin bir numarası.. Devletin başı..
Meydanlar gerçekse yüzde 50 demektir
Başbakan Erdoğan gittiği her meydanı dolduruyor.. İstanbul’da mitingini gördük.. Yenikapı’da denizi doldurarak yapılan meydan hıncahınç doluydu..
Sayıyı kestirmek zor.. 1 milyondan fazla kişinin olduğu söyleniyor.. Belki de 1.5 milyondur..
Böyle miting düzenlemek az buz iş değildir..
Başbakan sadece İstanbul’da böyle bir miting yapmadı.. Sadece İstanbul’da meydanı doldurmadı..
Ankara’da aynıydı, Antalya’da, Mersin’de..
Gittiği diğer kentlerde de.. Bugüne kadar yaptığı 46 miting de doluydu..

*
Eğer meydanlar taşıma değilse.. Eğer meydanlar samimiyse.. Eğer meydanlar başka faktörler devreye sokulmadan dolmuşsa..
AKP’nin yine yüzde 50’yi bulması lazım..
Bir haftadan az kaldı.. Pazar akşamı meydanların dilini göreceğiz..
Misyon bildirisi kâğıt parçası oldu
Zaman gazetesi ile Star gazetesi kapıştı..
Zaman’ın başında olan Ekrem Dumanlı, Star’ı yöneten Mustafa Karaalioğlu’nu suçluyor..
Bu ne biçim gazetecilik..
Bu ne biçim habercilik diye kızıyor..
Üretilmiş haberler yapıldığını söylüyor..
Karaalioğlu’nun gazetesi de ‘Eyy Dumanlı’ diye başlayan cümlelerle cevap veriyor..
Aralarına kara kedi girdi..
Düne kadar omuz omuza yürüyorlardı..
Medyanın kalite standartlarının yükselmesini teşvik etmek, desteklemek ve yönlendirmek için dernek kurmuşlardı..
Medya Derneği..
İkisi de başkan yardımcısı..
Şimdi birbirlerini kalitesiz yayın yapmakla suçluyorlar..
Nerden nereye..

*
Devreye başkanları girse.. Aralarını bulsa, yeniden kaliteli(!) yayıncılığa dönseler..
Başkanları kim?
12 yıldır sadece muhalefeti eleştirmekle dünya rekoruna imza atan karikatürist.. Pardon bir kere zammı yaptı diye; Başbakan’ı elektrik çarptı demişti ya.. O son oldu..
Tarafsızlığa, kaliteye çağırmaya mecali yok ki..
Kısaca.. Medyaya ayar çekmek için kurdukları dernekleri ellerinde patladı.. Yayınladıkları misyon bildirisi kâğıt parçasına döndü..


***

Nefrete Yasal Koruma...

Nefrete Yasal Koruma...

Orhan Erinç,

Her aklına geleni söyleme ve yorumlama hakkının sadece kendisine tanındığına inanan Başbakan, miting meydanlarından birinde esip gürlerken “Nefretin de suç sayılacağı ve cezalandırılacağı” müjdesini vermişti. 
Ben de böyle bir yasa değişikliğinin AKP’nin, yandaşlarının ve kimi dinci yazarların kendi ayaklarına kurşun sıkmak anlamına geleceğini bu köşede yazmış ve gerçekleşmeyeceğini ileri sürmüştüm. 
Ayıptır söylemesi haklı çıktım. “ Temel Hak ve Hürriyetlerin Geliştirilmesi Amacıyla Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” torba yasalar serisinden 6529 sayılı yasa olarak 2 Mart 2014’te kabul edildi ve bırakın nefret suçunu cezalandırmayı, nefreti ne türlü olursa olsun dile getirmeyi koruma altına aldı. 
Nalıncı keserinin çalışmasıyla Türk Ceza Yasası’nın 122’nci maddesinin başlığı “Nefret ve ayrımcılık” olarak değişti ama “Dil, ırk, milliyet, renk, cinsiyet, engellilik, siyasi düşünce, felsefi inanç, din veya mezhep farklılığından kaynaklanan nefret nedeniyle” diye başlatılan madde, suçun oluşmasına şu koşulları getirdi: 
“a) Bir kişiye kamuya arz edilmiş olan bir taşınır veya taşınmaz malın satılmasını, devrini veya kiraya verilmesini, 
b) Bir kişinin kamuya arz edilmiş belli bir hizmetten yararlanmasını, 
c) Bir kişinin işe alınmasını, 
d) Bir kişinin olağan bir ekonomik etkinlikte bulunmasını, 
engelleyen kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 
17 Aralık’tan sonra çıkarılan ve kendilerini çoluk çocukları ile yandaşları koruma altına almayı amaçlayan tipik bir yasal koruma girişimiyle karşı karşıyayız. 
“Nefret” kavramı Türk Ceza Yasası’na sokuşturuldu ya, yeter de artar bile. 
Nefreti yansıtan yüzlerce söylev, TV sohbeti, köşe yazısı ve haberin ortalıkta uçuşup durması da böylece özendirilmiş oldu. 

***

Nefret eşiğinin, nefrete yasak getireceğini açıklayan Başbakan tarafından aşılması da bir başka tartışmayı gündeme getirdi. 
Başbakan, kafayı iyiden iyiye bozduğu Cemaatçileri suçlamak için “Bunlar Şia’dan da beter” deyiverdi... 
Umarım ne dediğini biliyordur. 
Şia’nın Türkçe karşılığı “taraflı”. Kısaca kullanılıyor ama tamamı şöyle: “Hazreti Ali’nin şiası”, yani “Hazreti Ali’nin taraflısı”. Hazreti Muhammed’in ölümünden sonra ilk ergin halifenin Hazreti Ali olması gerekirken hakkının yendiğine inananların oluşturduğu bir İslam mezhebini anlatıyor ve ülkemizde Şiilik diye anılıyor. 
Bırakın dünyayı, Türkiye’de aynı mezhepten olmasa bile adından da Hazreti Ali’yi önceledikleri anlaşılan Aleviler ve Caferiler yaşıyor. Ezanda da Hazreti Ali’nin adını anıyorlar... 
“Hazreti Ali’nin taraflılarını” suçlayan ama torununa Ali, “sıfırla” söylemiyle ünlenen Şehrizar Konakları’nın yanında yapılan camiye Hazreti Ali adını koymakla övünen bir kişiye bu yaklaşımın yakışıp yakışmadığına siz karar verin. 

***

İran ciddiye alır mı almaz mı bilmiyorum ama dini siyasete alet etmenin, özellikle de birkaç oy için bu yola başvurulmasının sakıncaları gün gibi ortada duruyor. Din kuralları (İnak, dogma, mevridi nas, nas) tartışmaya kapalıdır. Siyaset ise her türlü tartışmaya açık bir alan. Bizimkilerin yaptığı aslında elma ile armudun sayılarını toplamaya benziyor. 
Ve öyle laflar ediyorlar ki altından çapanoğlu çıkıyor. 

***
Başbakan’ın mitingde “Twitter’ın kökünü kazıyacağız” derkenki ses tonu, yüz ifadesi ve hareketleri tam bir nefret patlamasını yansıtıyordu. 
Ne rastlantıdır(?) ki ertesi gün Twitter’a yasak geldi... 

***
AKP’nin yasal koruma altına alma zorunluğunu duyduğu öteki girişimlerini de yazacaktım ama, galiba okurlardan gelen soruları yanıtlamak amacıyla ustalarımızın “Efendi Baba” diye andığı Ahmet Mithat Efendi’ye öykünmek durumunda kaldım. 
Onları da bir başka yazıda anımsatmaya çalışırım.  


***


Aaah kardeşlerim, ah!

Aaah kardeşlerim, ah!

Afet Ilgaz,

Başbakan gene o nağmeli tarzıyla son mitinginde ah çekiyordu. Onu derinden yaktığı (!) anlaşılan bir meseleyi anlatacaktı O mesele “Bunlar Kur’an’ı yasakladılar, camileri depo yaptılar...” yakınmasıymış meğer. 
Bunları duyunca aklıma ilk olarak Egemen Bağış’ın Bakara suresiyle kafiye yaptığı ve “ayet” salladığını beyan ettiği Twitter konuşması geldi. 
Twitter’i bunun için mi yasakladılar derken, AVM yapmak için boşaltılan onlarca camiyi hatırladım. 

***
Bunları hatırlamakla kalmadım çünkü işlenen büyük veballi suçlarla karşılaştırınca hangisinin önce ele alınmasının doğru olacağında tereddüt ettim. Rüşvet, yolsuzluk, kamu malına ihanet, liyakatsiz insanları layık olmadıkları mevkilere getirmek, birikimsiz, kültürsüz bir iktidar gücünü 12 senede kusurlarını düzelterek iktidara layık kılmak yerine git gide daha liyakatsiz ve ehliyetsizlerle doldurmak gibi bir talihsizliğimiz aklıma geldi. 

***
Kur’an ve İslami değerlere hassas olduklarını iddia eden iktidar çevresine mensup olanlar dışında bu hasletlerinden şüphe etmememiz gereken AKP hayranlarının yapılan gafa tepki göstermemeleri de şaşırtıcı. Tepki gösteren gazeteciler de mesela işten atılıyor. İyi ama Başbakanın kendisinden de duymuştum:
“Kötülüğü gördün mü elinle durdur, elinle durduramazsan dilinle durdur, dilinle durduramazsan kalbinle buğz et” ilkesini de bu arada hatırlamadan edemedim. Ayrıca gene kendisinin sık sık olmasa da söylediği: “Haksızlığa dur demeyen dilsiz şeytandır” sözünü de bunlara ilave ettim. 

***
Gerçi yaşadığımız felaketli günlerde bunlar ufak tefek yanlışlar, kötülükler gibi geliyor insana ama her şeyin de bunlarla birlikte ne derece bozulduğunu göstermesi açısından unutulmamalı. Mesela, bu arada Süleyman Şah Türbesi’nin konumlandığı küçücük toprak parçasının teröristler tarafından işgali ve oradan bize küstah sözler yollanması bunların yanında dev gibi bir sorun. Adamlar bir de bize süre veriyorlar, “Şu kadar günde askerin çekilmezse” diye tehdit ediyorlar. Bizim Savunma Bakanı da Türkiye güçlüdür demekle yetiniyor. 
Evet anladık Türkiye güçlüdür yahut güçlü idi ama şimdiki haline bakın. Sınırlarımızın masaldaki “açıl susam açıl” emrine uymuş kapılar gibi açıldığını yaşadık. Teröristler içeri kadar girdiler hatta sokaklarda serbestçe dolaşıyorlar, yaralıları hastanelerimizde tedavi ediliyor. Terörist olup olmadıklarını bilmediğimiz bazıları Hatay’da ve komşu şehirlerde evler dükkanlar alıp yerleşiyorlar, esnaf şikayetçi. Kamplarda kadın dahil bir çok ticaretin yapıldığı bir senedir konuşuluyor. Yetmemiş gibi kamplardan TIR’larla mitinglere insan taşıyorlar. Bunlardan seçimlerde de faydalanırlar Allah bilir! 

***
AKP ve bilhassa Başbakan meselelere cevap ve çözüm bulamadığından boyuna tarihimizi lekeliyor. Bilhassa CHP’ye tansiyonu düşmeyen bir “nefret” söylemiyle hücum ediyor. CHP derken ortadaki harfi “ha” olarak söylemesi de çok sinirime dokunuyor. MHP için de öyle. Bu arada alana getirilmiş insanlar bu nefreti çılgınca alkışlıyorlar. Bunlar içindeki “getirilmemişler de” kendi tarihlerine sürülen çamuru kahkaha atarak dinliyorlar. Başbakan “eyyy hoca” diyor “ahhh kardeşlerim” diyor. Ben de ona sesleniyorum şimdi:
“Eyyy Tayyip Bey, tarihi bile ikiye böldün. Osmanlının çöküşü CHP’nin kabahatiymiş gibi ondan sonrasını kendi tarihin sayamıyorsun. Yabancılaşmanın en korkunç örneğini veriyorsun. Tarihi de bölüyorsun.”


***



Tayyip Bey İstifa eder mi?


Tayyip Bey İstifa eder mi?

Rahmi Turan,

Başbakan Erdoğan’ın yurt dışındaki karizması da çizildi… Artık, yabancı basın bile ona fena halde yükleniyor.
Meselâ ciddi İngiliz gazetesi Financial Times…
Yayınladığı geniş yorumda “Türkiye’deki sorunların kaynağı Erdoğan” diyor.
Bugün Türkiye’de, Başbakan Erdoğan’ın istifa etmesini isteyen çok sayıda insan var.
Bunların başında, CHP lideri Kılıçdaroğlu geliyor.
“Bu iktidarın artık meşruiyeti kalmamıştır. Erdoğan Başbakanlık koltuğunda oturamaz. Derhal istifa etmeli” diyor.

* * * *
Ancak, benim bildiğim Recep Tayyip Erdoğan, asla istifa etmez!
Kaşlarını çatarak ve gözlerinden kıvılcımlar fışkırtarak, bağıra bağıra konuşur, herkese meydan okumaya devam eder!
Onun lügatinde “istifa” diye bir kelime asla yoktur.
Nitekim bir süre önce, AKP Grup Toplantısı’nda “Avuçlarını yalarlar, avuçlarını” diye haykırmış ve şöyle devam etmişti:
“Bizi buraya millet getirdi, sadece ve sadece, açık söylüyorum, sadece millet götürür! Montaj kasetlerle milletin emanetini yere düşüreceğimizi zannedenler de ancak ham hayalle yetinir!”

* * * *
Bu konuşmadan sonra tüm AKP’liler, Başbakan’ı çılgınca alkışladı.
Neden onu böyle destekliyorlar?
Çünkü AKP demek Recep Tayyip Erdoğan demek.
Bakanlar, milletvekilleri, il ve ilçe başkanları, genel müdürler, hepsi onun ağzına bakıyor. Erdoğan giderse onlara da yol görünecek, AKP silinip gidecek! Bunu biliyorlar!
Erdoğan’ın çevresinde kenetlenmelerinin sebebi bu… Menfaat!
Son sözü sandıkta seçmen söyleyecek!
Siyaset bilgeleri şöyle diyor:
“Yolsuzluk iddialarına batmış bir iktidarın ayakta kalması pek mümkün değildir!”
Yerel değil, genel seçim havası var!
Halkın arasında dolaşmayı çok seven muhabir arkadaşlarım, yolda, kahvede, lokantada insanlara düşüncelerini soruyor, dertlerini dinliyorlar…
“Arkadaşım, ne diyorsun son durumlara?”
“Yolsuzluk ve rüşvet ülkeyi sardı. Birçok kişi küpünü doldurdu, biz ise ne haldeyiz?”
“Ya sen ne diyorsun çiftçi kardeşim?”
“Yerin dibine batsın sadaka gibi yardımlar… Bizi kandırıyorlar! Kendilerine şapur şupur, bize yarabbi şükür! Nedir o ceplerine attıkları milyonlarca dolarlar?”
“Sen emekli yurttaşım… Sen memur kardeşim… Sen ne diyorsun?”
“Açız, aç! Ay sonunu getiremiyoruz. Aç insan lâfla doymaz… Bunlar ise meydanlarda hep lâf söylüyor.”
“Ya sen işçi kardeşim?”
“Ben her şeye bozuluyorum. Hâlâ sefalet ücretiyle sürünüyoruz… Emeğimiz sömürülüyor! Hakça bir düzen istiyorum!”

* * * *
Üç aşağı, beş yukarı böyle konuşuyor insanlarımız…
Bu Pazar, sandığa gidiyoruz!
30 Mart, belediye seçimleri olmasına rağmen, ortalıkta bir “Genel seçim havası” var!
Bazı okurlarım da yazlıkları maillerde “Artık umudumuzu kaybettik” diyorlar…
Hiçbir zaman umutsuz olmayınız!
Her karanlık gecenin sonunda aydınlık vardır.
Kaybedilen para fazla önemli değildir. Kaybedilen namus çok şeydir. Kaybedilen umut ise her şeydir. Cesaretinizi ve umudunuzu asla yitirmeyin sevgili okurlarım…
Acele işe rüşvet karışır!
Ülkemiz rüşvet ve yolsuzluk iddialarıyla çalkalanıyor.
İktidar ise, bu iddiaları araştıracağı yerde, yolsuzlukların üzerini örtme çabası içinde görülüyor!
Atalarımızın çeşitli sözlerini günümüze adapte ederek naklediyorum!

* * * *
- Her yiğidin bir rüşvet yiyişi vardır!
- Sakla rüşveti, zamanı gelince yersin!
- Yanlış rüşvet Bağdat’tan döner!
- Rüşvet rüşvete baka baka kararır!
- Rüşvetin sesi, uzaktan hoş gelir!
- Acele işe rüşvet karışır!
- Kumarda kaybeden, rüşvette kazanır!
- Rüşvet, rüşvetten üstündür.
- Rüşvet gelecek yerden tavuk esirgenmez.
- Adam olacak çocuk, rüşvet yiyişinden bellidir!
- Tatlı rüşvet, yılanı deliğinden çıkarır!
- Rüşvet ye, bağını sorma!
- Rüşvet yiyen kılıfını hazırlar!
- Rüşvet rüşveti çeker!
- Anlayana sivrisinek saz, anlamayana bu sözler bile az!
Günün Sözü
Yalnız Aptallarla Ölüler, Düşüncelerini Değiştirmezler!

***

Sayın Kılıçdaroğlu, Ey CHP’liler,

Sayın Kılıçdaroğlu, Ey CHP’liler,

Şahin Mengü,

Genel Yerel Seçimlere tam yedi gün kaldı, Pazar günü sandık başına gidiyoruz.
Böyle bir seçim, demokrasi tarihimizde hiç yaşanmadı.
Hiçbir muhalefet partisi, bugünküler kadar şanslı bir seçim yarışına giremedi.
Rahmetli Bayar’dan tutun, bugüne kadar gelmiş geçmiş hiçbir muhalefet lideri, böyle bir şansı yakalayamadı; böyle lime lime dökülen bir iktidara karşı seçim yarışına giremedi.
İktidar üyeleri hakkında yolsuzluk, rüşvet, görevi kötüye kullanma, nüfus suiistimali ortalara döküldü.

Karşınızda rezil bir iktidar var.

Başbakan, kendisiyle ilgili sosyal medyada patlayacağı iddia edilen ses ve görüntülerin korkusu içinde, yönetimindeki medyada ön alırcasına “silikonla” kişilere bire bir benzeyenin yaratılabileceğini yazdırıyor ve hemen arkasından da sosyal paylaşım sitesi “Twitter”ı dünyaya meydan okuyarak kapatacağını söylüyor ve böyle bir karar aldırıyor.
Aldırıyor ama onun bu yasağını önce ülkenin Cumhurbaşkanı ve sonra kendi milletvekilleri tanımıyor ve deliyorlar.
Yani tam bir iktidarsızlık ve tam bir kepazelik hâkim.
Aynı zamanda ülke bölünmeye doğru süratle sürüklenirken, PKK’nın uzantısı olan siyasi partinin sözcüleri kırk bin kişinin katilinin bir sene sonra tahliye olacağını söylüyorlar.
AKP iktidarı ile böyle bir uzlaşmaları olmadan, bu sözü almadan, bunu söylemeleri mümkün değildir.
Yani sözün özü, CHP’nin karşısında, rezillikleri boylarını aşmış bir iktidar bulunuyor.

Tutarlı ve istikrarlı olmak gerekir.

Bütün bunlar göz önüne alındığında, CHP’nin bu seçimden birinci parti olarak çıkması, olmadı, en az yüzde otuz beş oy alması gerekir.
Seçimlerden birinci parti çıkılmaz, oylar da yüzde otuz beşin altında kalırsa bunun tek müsebbibi partiyi yönetenlerdir.
Demokrasi tarihimizde hiçbir genel başkan bu kadar şanslı bir seçime girmemişti. Ne Ecevit’i, ne İnönü’sü ve ne de Baykal’ı.
Bu nedenle kimse çıkıp da, “Baykal kaç alıyordu?”, “Geçmişte ne olmuştu” diye savunma yapmaya kalkmasın.
30 Mart’ta alınacak oyların geçmişle mukayesesi mümkün değildir; zira hiç böyle bir iktidarla yarışmamışlardı.
Ayrıca, geçmiş dönemlerde düşük oy alınmış olması, bugün alınacak düşük oyu savunur kılmaz.
Aday belirleme sürecinde yapılan yanlışlar, parti üst yönetiminde Atatürk Milliyetçiliğini ırkçılık olarak niteleyen bir bölücünün bulunması, Cemaat’le iç içe olmak, Tunceli’de “Dersimliyim” deyip, Ankara’da “Bozkurt selamı vermek” tutarsızlığı, başarısızlığın sebebi olur.
Yani her şeyden öte tutarlı ve istikrarlı olunması gerekirdi.
CHP tabanı, insanların etnik kökeninin kendilerinin şerefi olduğunu, ama Türkiye’de bir tek halk olduğunu, onun da “Türk Halkı” olduğunu kabul eder. Onun dışında bölücülerin ağzıyla “Halkların kardeşliği”ni kabul etmez.
Muhalefet partileri halkta umut yaratmak zorundadır. Umut yaratmıyorsanız, seçmen tercihini etkileyemezsiniz.
Seçim meydanlarında, partinin yerel yönetimler politikasını anlatmanız ve ön plana çıkartmanız gerekir.
Miting meydanlarında herkesin bildiği, “dört bakan bir başçalan” lafı umut yaratmıyor. Hırsızlık, rüşvet, nüfus suiistimali, sokakta oynayan çocukların ağzında, başka şeyler söylemek gerekir, malumun ilanı kitlelerde heyecan yaratmıyor.
Miting meydanlarında gittiğiniz her yerde yörenin sorunlarını anlatacaksınız; aşı, işi anlatacaksınız; imar soygunlarının önüne nasıl geçeceğinizi anlatacaksınız; kent rantını nasıl vergilendireceğinizi anlatacaksınız.
Bölücülerin zekâsından değil, Gezi Parkı gençliğinin pırıl pırıl zekâsından istifade edeceksiniz.
Sayın Kılıçdaroğlu, bu kadar olumlu gelişen şartları, lehe çevirip yüzde otuz beşleri yakalayamıyorsanız, geçmişle mukayese yapmadan önce kendinizi sorgulayacaksınız.
Ey Cumhuriyet Halk Partililer, Türkiye’yi kurtarmak için önce Cumhuriyet Halk Partisi’ni kurtarmak gerekir, siz de bunu unutmayacaksınız.

***