19 Eylül 2017 Salı

1925 KÜRT HAREKETİNİN YAPISI VE HEDEFLERİ BÖLÜM 3


1925 KÜRT HAREKETİNİN YAPISI VE HEDEFLERİ BÖLÜM 3




Kürt Önderleri, Kürt giysileri Giymeye, Kürtçe konuşmaya, asiretler arasıda iyi bilinen Kürt siirlerini dolastırmaya baslamıslar.1920 yılı boyunca Halit Bey,
hayli taraftar ve düsman kazanmıs bulunmaktaydı. Halit Bey, Fırat’ın belirttigi üzere, Sevr Muahedesi’nden sonra 1920 yaz ve sonbahar ayları boyunca Kürt
Teali Cemiyeti ve 'stanbul Kürtleriyle simdiye kadar düsünüldügünden çok daha fazla temas içinde oldugunu gösterir. Bu isbirligi Ciwata Xweseria
Kurd(Kürt 'stiklal Cemiyeti) veya 1921’de Erzurum’da halk arasında bilindigi üzere Azadî’nin kurulmasından çok daha önce mevcut görülmekteydi. Cibranlı
Halit Bey, 1920 sonbaharı boyunca daha sonra Seyh Said 'syanı’na katılacak olan Varto, Bulanık, Malazgirt, Hınıs, Karlıova, Solhan ve Çapakçur
bölgesindeki asiretler arasında gezip teskilatlandırdı. Seyhler, hocalar, imamlar ve muhtarlarla konustu. Alevi asiretler arasında pek basarıya
ulasmadı. Alevileri Kürt milliyetçiliginin haklılıgına ikna için nutuk atmak kafi gelmedigi zaman zorbalıga basvurdugu vakidir. Kemalistler 1920 yazı sonlarına
gelindiginde, Halit Bey’in faaliyetlerinden gittikçe süphelenmeye basladılar; 1920 Agustosu’nda kendisine yeni vazifeler yükleyerek Erzurum’a tayin edildi.
Cibranlı Halit Bey, Erzurum’da münasip bir zaman kollayarak beklerken1920 Kasım’ında Dersim (bugün Tunceli) havalisinde bir Kürt isyanı patlak verdi”19

Robert Olson’un yer yer Serif Fırat’a dayanarak aktardıklarıyla, Ahmet Sever’in anlattıkları, Serif Fırat anlattıgı bir olay dısında çakısıyor. Fırat’ın aktardıgı, 
Cibranlı Halit Bey’in 15 Haziran 1920’de Varto’nun Karaç köyünde düzenledigi ve Varto’daki Kürt Alevi asiretlerini ikna etmeye yönelik toplantısından olumlu 
bir sonuç çıkmayınca, Hormek ve Lolan asiretlerine saldırdıgı iddiasıdır. Ahmet Sever ve Halil Kılıçoglu, bu toplantının ve bundan sonraki olayların tanıklarıdır. 

Her ikisinin anlattıkları söyle özetlenebilir:

a) Söz konusu toplantıda Hormek ve Lolan Kürt Alevi asiretlerini ikna etmek olanaklı olmamıstır. Zira Varto’da Kürt Alevi asiretleri ikisinden ibaret degildir.
Bunların dısında Kürt Alevi asireti olan Avdelanlar vardır. Halit Bey’in kendisi bir dönem Avdelanların Kalçıg köyünde, kardesi Ahmet Sever, Avdelanlar’ın Kovik
köyünde ikamet ediyorlardı. 'liskileri dostane ve son derece sıcaktır.
Toplantıdan sonra, toplantıdan rahatsız olan güçlerin tahriki ile Hormek ve Lolanlılar’ın bir kısmı, Ahmet Sever’in Kovik’taki evine saldırmıslar ve talan
etmislerdir. Halit Bey, olayların kimler tarafından ve ne amaçla tezgahlandıgını bildiginden kendisine baglı güçleri Varto merkezine çekmistir.
b) Yüz yıllardır devam eden asiret ve mezhep farklılıkların egemen yönetimlerce tahriki ile derinlesen çeliskilerin bir veya birkaç toplantıyla çözülemeyeceginin
farkındadır Halit Bey. Çalısmalar bu dönemde baslamıssa da Kürtlerin örgütlülük seviyesi dikkate alındıgında, harekete geçmek için uygun zamanın gelmedigi
düsüncesindedirler.
c) Azadî kadrolarının Kemalist harekete umut bagladıkları ve destek oldukları iddiası destekleyen hiçbir belge ve bilgi yoktur. Azadî kadrolarının KTC’inde su
yada bu kümeye yakın durdugunu söylemek çok zordur. Bir dönem KTC içinde yer aldıkları dogrudur. Bu isin 'stanbul merkezli yürümeyeceginin farkındadırlar.
Bu nedenle Erzurum merkezli ve kısa adı Azadî olarak somutlasan örgütlenme, otonomcu veya bagımsızlıkçı tüm Kürt örgütlenmeleri bir araya yetirme çabası
içindedirler. Dolaysiyle Binbası Kasım’ın mahkemede birbiriyle çelisen ifadelerine dayanarak saglıklı yorum yapmak oldukça zordur. Kaldı ki Binbası
Kasım’ın ifadesinin bir yerinde örgütün ismini söylerken ilave olarak söyledigi “İstihlas” sözcügü Osmanlıcada kurtulus anlamındadır. Buradan da anlasılan
örgütün ismini söylerken kendi yorumunu katarak birbirine yakın sözcükleri bir arada kullandıgıdır.

AZADİ (KÜRDİSTAN İSTİKLAL KOMİTESİ )  1921 

Azadî Örgütü hakkında bugüne kadar terli-toplu bir çalısma yapılmamıstır. Örgüt ile ilgili bilgiler birbirinde kopuktur. Azadî’nin önemini vurgulayan ilk 
akademisyen Martin Van Bruinessen’dir. Robert Olson, Kürt Milliyetçiliginin Kaynakları ve Seyh Said ,syanı adlı kitabında ,1925 Hareketinde Azadî’nin rolü ve önemini vurgular. Keza Cemil Gündogan’ın 1924 Beytüssebap ,syanı ve Seyh Sait Ayaklanmasına Etkileri çalısması ciddi çalısmalardan biridir.
Azadî ile ilgili belirtilmesi gereken, 1924 Beytüssebap 'syanı ve akabindeki 1925 Kürt Hareketinin arkasındaki örgüt olmasıdır. Örgütün Kürt tarihinin bir 
dönemine damgasını vurdugu kesindir. Ancak resmi tarih, Azadî’yi hep atlamıstır. Dolayısıyla devletin resmi kaynaklarında ve resmi ideolojinin perspektifleriyle olaya bakan çevrelerin degerlendirmelerinde Azadî pek geçmez. Zira Azadî’nin varlıgı ve kabulü, talimatlarla insa edilen resmi ideolojinin yıkımı demektir.
Örgütün siyasal hedefleri net olmakla beraber, yapısı ve faaliyet alanlarıyla ilgili bilgiler sınırlıdır. 'lk bakısta kısa adı Azadî olan Örgütün isminde bir 
karısıklık da mevcuttur. İsim karısıklıgının bir sebebi, devletin Kürt örgütleriyle ilgili özensizliginin ötesinde Azadî’yi yok saymasıdır. Devletin Kürt örgütleriyle 
ilgili degerlendirmelerinde özensiz davrandıgı kesindir. Ancak Azadî konusunda devletin tavrını özensizlikle açıklamak, devletin yaptıgını basitte indirgemektir.

1925 Hareketi ve Azadî söz konusu olunca devletin organize bir çaba içinde oldugu anlasılmaktadır. Bunun için devletin resmi ve gayrı-resmi sözcülerinin 
degerlendirmelerine bir bakalım. Örnegin devletin ilgisi ve bilgisi dahilinde yazdırılan, Bruinessen’in” garip kitap” dedigi M. Serif Fırat’ın Dogu İlleri Varto Tarihi adlı kitabında Azadî ismi geçmezken, bunun yerine ”Kürdistan Teali Cemiyeti 'cra Kuvveti” ismini kullanır. M. Serif Fırat gibi devletle iliskili birinin 
Azadî hakkında bilgi sahibi olmaması düsünülemez. Yine General Kenan Esengin, Kürtçülük Sorunu adlı kitabında sunları söylemektedir:

“Kürt Teali Cemiyetinin yürütme gücü olan Halit ve Yusuf Ziya esas maksatlarını gizliyerek din maskesi altında fikirlerini Seyh Said aracılıgı ile
Kormanco ve Zazaların seyh ve hocalarına bu yoldan asılamıslardır”20
Her ikisinin degerlendirmeleri aynıdır. Binbası Kasım da Sark 'stiklal Mahkemesi’ndeki ifadelerinde isimle ilgili çeliskili açıklamalarda bulunuyor. İfadesinin bir
yerinde Kürdistan İstiklal ve stihlas Cemiyeti olarak geçerken, bir baska yerinde Kürdistan İstiklal Cemiyeti21 ismini kullanıyor. 

İfadesinin bir baska yerinde ise, bu teskilat Bitlis’te herhalde vardır. Çünkü Ziya orada idi. Erzurum’da Kürt teskilatı olmasa bile bir
muhalif teskilat vardı. Ancak ifadelerinin bir yerinde örgütün ismini dogru kullanıyor.
Örgüt merkezinin Erzurum oldugunu herkes tarafından biliniyorken, devletle iliskisi olan ve örgüt kadrolarının birçogunu yakından tanıyan birinin, birbirini 
tutmayan varsayımlarla konusması kafa karıstırmaya yönelik bir çaba gibi gözüküyor.
Öte yandan örgüte yer almıs veya örgüte yakın insanların degerlendirmelerinde çok fazla bir karısıklıga rastlanmaz. Örnegin; Örgütün en aktif üyelerinden 
biri olan İsmail Hakkı Saweys’in, Örgütü anlattıgı makalesinin adı Kürdistan İstiklal Komitesidir. Yine Garo Sasuni tarafından aktarılan

”Trosnak”ın 1925 Aralık sayısında yayımlanan ve İsmail Hakkı’ya atfedilen (bunun İsmail Hakkı Saweys oldugu tahmin edilmektedir) raporda, örgüt ismi 
Kürdistan Bagımsızlık Komitesi olarak geçer. İstiklal ve bagımsızlık sözcüklerinin aynı anlama geldigi dikkate alınırsa, buna bir çeliski olarak bakılamaz. 
Ancak Saweys, anlattıklarından birbirine baglı iki örgüt ihtimalini de düsündürmektedir. Saweys’in “Kürdistan 'stiklal Komitesi” isimli
makalesinde örgütün, bütün Kürt örgütlerini bir araya getirdigini, ayrıca Yusuf Ziya Bey tarafından Ankara’da kurulan stiklala Kurdistan isimli örgütle 
birlestiklerini anlatır.
Burada anlatılanlar dogru ise ortada birden fazla örgüt oldugu ihtimali çıkıyor. Bu, Kürdistan stiklal Komitesinin cephe tipi bir çatı örgütü oldugu ihtimalini
güçlendirmektedir. Bundandır ki birden fazla örgüt isminin söylenmesi çeliski gibi görünmez.

Örgütün Diyarbakır subesini olusturanlardan Kadri Cemilpasa ve Ekrem Cemil Bey, örgütten sadece “Azadî” diye bahsederler. Azadî örgütün sadece kısa adıdır. 
Örgütün Diyarbakır’daki önemli kadrolarından Dr. Fuat, Mahkeme ifadesinde örgütten Kürt İstiklal Komiteleri, Koçgiri ve Dersim hareketlerinin liderlerinde 
Dr.Vet. M. Nuri Dersimi; Kürt İstiklal Komitesi ismini kullanmaktadır. Bunun bir çeliskiden öteye, Kürt ve Kürdistan sözcüklerinin çogu zaman birbiri yerine 
kullanılma ihtimalinden kaynaklanabilir. Hasan Siyar Serdi, örgüt için Berevaniya Mafe Kurd22 ismini kullanacaktır.
Örgütle ilgili çeliski gibi görünen, örgütün kurulus tarihiyle ilgilidir. Bu durum bazı arastırmacıların örgütün faaliyetlerini yogunlastırdıgı 1923 yılını kurulus tarihi olarak kabul etmeleriyle ilgilidir. Bunların basında Martin Van Bruinessen gelir. Bruinessen, Azadî’nin kurulusunu söyle aktarmaktadır:

“Türkiye’de ise 1923’te Azadî Örgütü kuruldu. Daha önceki örgütlemelere göre epey farklı bir örgüt kurulmustu. Bu Örgütün kadrosunu kent soylular degil
(birkaç kisisel etki dısında), deneyimli askerler olusturuyordu. Merkez İstanbul’da yada Ankara’da degil, 8. Kolordunun bulundugu Erzurum’daydı.
Merkez yöneticileri: Xalit Bey, II.Abdulhamit’tin Hamidiye orduları için kurdugu okula devam etmisti. Milis kuvvetleri içinde büyük bir saygınlıga
sahipti ve düzenli orduda albay rütbesindeydi. Gördügü sehir egitimden olacak, digerlerine göre daha ulusalcıydı. Yusuf Ziya Bey, Bitlis milletvekiliydi;
bu nedenle süphe çekmeden gezip temaslar kurabiliyordu”23

Bruinessen, Azadî’nin kurulusunu 1923 olarak veriyorsa da, mevcut veriler degerlendirildiginde, örgütün kurulus tarihinin 1921 oldugu ortaya çıkmaktadır; 
Ancak örgütün çalısmalarını yogunlastırması 1923 sonrasına rastlar. İsmail Hakkı Saweys, Komitaya stiklala Kurdıstane isimli makalesinde,
örgütün kurulus tarihini 1921 olarak verir. Saweys, örgütün kurulusunu şöyle aktarır:

“Qumandane alayiye Miralay Xalid Bege Cibri ku seroke esira Cibran a li herema Xinis ü Muse akincih bu, di sala 1921 de li Erzirome komeleyeke
pinhan(illegal), Komiteya stiklala Kurdistane ava kir”24
Ancak aynı 'smail Hakkı oldugu tahmin edilen, kendisi tarafından yazılan, Garo Sasuni’nin aktardıgı, “Trosnak”’ın 1925 Aralık sayısında yayımlanan raporunda, 
örgütün kurulus tarihini 1920’nin sonbaharı olarak verir. Söz konusu rapordan bir bölümü aktaralım:

“Türklerin devamlı hücumlarına maruz kalmıs olan ve onların yok etme siyaseti altında inlemekte olan Kürt ulusu önderlerinin etrafında toplandı.
Cibran asiret reisi Albay Halit Bey’e Kürt halkının haklarını isteme ve elde etme görevi güvenle ve oybirligi ile verildi. Halit Bey ilk kez 1920 Ekiminde
gizli olarak merkezi Erzurum’da bulunan bir Kürdistan Bagımsızlık Komitesi kurdu. Komite Türklerin boyundurugundan kurtulmayı ve bagımsızlıga
kavusmayı amaç edinmisti”25
Her ne kadar yazının birisinde 1920, digerinde ise 1921 geçiyorsa da örgütün 1920’li yılların sonu, 1921 basında kuruldugu en güçlü olasılıktır. 
Robert Olson da 1921 tarihine dikkat çeker:
“Ancak isyan, milliyetçi Kürt cemiyetleri, asiret reisleri ve seyhler arasında isbirliginin mümkün oldugunu göstermistir. Dahası Kürt milliyetçiligi ve hatta
muhtariyet için verilen mücadele vilayetlere kaymıstır ve buradan devam edecekti.Yabancı bir sehirde veya 'stanbul’da kurulmus olmayan ilk milliyetçi
Kürt cemiyeti, faaliyetlerine 1921 yıllında Erzurum’da basladı”26

Garo Sasuni, tarih olarak 1920’li yılların Kasım ayını isaret etmektedir. Sasuni, Azadî’nin kurulusunu söyle anlatmaktadır:
“Kürtler artık yeni Türk devleti karsısında yapayalnız kalmıs olduklarını gördüklerinde , İslam olmalarının ve daha önce Türklere yapmıs oldukları
yardımların artık hiç dikkate alınmadıgını ve bilakis tam aksine

“Türk”tehlikesinin yalnız kendilerine yönelmis oldugunu anlayarak, 1920 yılının Kasım ayında Cibranlı asiret reisi Albay Halid, Bitlis Mebusu Ali Rıza* ve
Kemal Fevzi Beyler ile Seyh Said Naksibendi’nin yönetiminde bir iç örgüt kurmaya yöneldiler.Bu örgüt Kürt ulusu içerisinde yavas yavas kök salarak,
birkaç yıllık bir çalısmadan sonra mükemmel bir ag halinde bütün Kürdistan’ı sardı”27

Dr.Nuri Dersimi ise 1922 yılını vermektedir. Dersimi sunları söylemektedir:

“Kürt haklarını korumak amacıyla 1922 yılında Cibranlı Miralay Halit Bey’in baskanlıgında ve Bitlis Mebusu Yusuf Ziya ile bir çok Kürt subayların istiraki ile
Erzurum’da Kürt 'stiklal Cemiyeti adlı bir parti kurulmustu.Bu parti ile isbirligi yapan Kürt subay ve aydınlarının maksadı, bütün Kürdistan’ı kavrayan bir
tesekkül yaratmaktı”28

Degişik tarihler söylenmekle beraber, örgütün 1921 ‘de kuruldugu anlasılmaktadır. Bu su açıdan önemlidir. Örgüt kadrolarının 1920’li yıllardan itibaren örgütlenme faaliyetleri içine girmeleri, Azadî kadrolarının en azından bir kısmının Kemalist harekete umutla baktıkları tezini çürütmektedir.

AZADİ’NİN  YAPISI  VE  HEDEFLERİ



Azadî’nin, dönemin bütün legal ve illegal Kürt örgütlerini bir araya getirme çabasında oldugu anlasılmaktadır. Bu amaç büyük oranda gerçeklesmistir. 
Örgüt, illegal bir çekirdek ve buna baglı cephe tipi bir örgütlenmedir. Askeri ve siyasi bir örgütlenmedir.
Çekirdek örgüt, hücre sistemi ile çalısmakta ve sifre ile haberlesmektedir. ismail Hakkı Saweys, örgüt yapısı ve hedeflerini söyle anlatır:

“Ev komele dı demeki kurt de li Kurdistana Tirkiye li her ses bajaren mezın belav bu u dest bi xabate kir.Komeleyen eskera u niheni (legal ve ilegal) yen
Kurdistane, wek komela Tealiya Kurdistane, Teskilata 'ctimai, Hevi, demokratu sosyalisten Kurdistane xwe gihadın hev…
Bi vi awayi l isalen 1921-1922 yan , çi eskera, çi niheni, hemu parti u komeleyen siyasi yen gele Kurd li Kurdistana Tirkiye lesgeri, ango artes u
siyaset ali hember devre , divet ku ev du gel serbixwe bijin; gele Kurd biz iman u çanda xwe ya netewatiye u li gor baweriya xwe ya dini u kurdayetiye
di Kurdistane idare bike u aboriya xwe ji cihe be, eyni minani Awusturya u Macaristane, wek konferasyoneke Kurd u Tirk de bi hev re bijin u wek du bira
kedre hev bizanin”29

İsmail Hakkı Saweys, Azadî’nin legal ve ilegal bütün Kürt örgütlerini bir araya getidigini söylüyor. Ve bu örgütleri sıralıyor. KTC, Teskilata 'çtimai, Hevi’den 
demokrat ve sosyalistlere kadar herkesin yer aldıgı söylemektedir. Bruinessen, Azadî için “daha önceki örgütlenmelere göre epey farklı bir örgüt..” 
belirlemesi yapmaktadır. Robert Olson, Azadî’nin farklı sosyal grup ve katmanların bir araya gelip beraber hareket edebileceklerinin örnegi olduguna vurgu yapmaktadır. Basında Prof. Hasretyan bulundugu bir grup Sovyet Kürdologun hazırladıgı derlemede su degerlendirmeler yapılmaktadır:
“Sonraları Seyh Said 'syanı adını alan hareketin baslangıç tarihi 1920 yıllarının baslarına gidiyor.1923 Mayıs ayında tüm Kürt yer altı gruplarının harekete
geçmesi ile Azadî Kürdistan, Kürdistan Özgürlük Komitesi’nin baskanlıgında tek bir örgütte birlesme imkanı yaratıldı.”

“Örgüt konsprateryal karakter tasıyordu ve her birisi bes kisiden olan gizli gruplardan olusuyordu. Komitenin Baskanı Albay Cıbranlı Halit Bey’dir.
Cıbranlı Halit Bey, göreceli olarak kısa bir zamanda Mutki asiretinin reisi ve 1919’da Erzurum’da Heyet-i Temsiliye üyesi Hacı Musa’nın, Hasananlı asiret
reisi Hasananlı Halit Bey’in ve diger Kürt asiret reilerinin isbirligini saglamayı basardı. Komite ordu içinde de örgütlendi ve subayların bir bölümünü kendi
yanına çekti. Bunlar arasında Irak kökenli olanlar vardı ve bunlarda Bagdat ve Halep ile bag kurulmasını kolaylastırdı.”

“ İsyan seyhler tarafından degil, esas olarak, basında Türk ordusunda Albay Cıbranlı Halit Bey, gazeteci Kemal Fevzi, Doktor Fuat gibi tanınmıs aydınların
bulundugu Azadî Kürdistan Komitesi tarafından hazırlandı”30

Yine Kadri Cemil Pasa, örgütün yapısı ve amaçlarını söyle anlatmaktadır:

“Kürdistan’ı istiklaline kavusturacak yeterli derecede bir savas örgütünün geregine inanan milletsever Kürt aydınları bunun icrasına çalısıyorlardı.Kürt
subaylarda Bitlisli 'hsan Nuri ,Süleymanyeli Mülazım 'smail Hakkı Saveys, Herbutlu Hursit örgütün önemli üyeleriydiler.
Diyarbekir’de ben, Cemil Pasazade Kasım Bey,Doktor Fuat, dava vekili Mehmet Efendi,Bave Tujo mesur Hacı Ahti, Ekrem Cemil ve bazı diger arkadasların 
istirakıyla örgütün bir subesi açıldı.”

Orgütün önemli kadrolarından Kemal Fevzi, mahkeme sorgusunda;

“Evet,ben,Kürtlük için ve bir Kürt hükümeti kurulması için çok çalıstım. Bu yüzden daha önce de ölüm cezasına çarptırılmıstım. Bu ugurda benim gibi
çalısanların bir kısmı bagımsızlık, bir kısmı özerklik istiyordu. Bunların fikirlerini birlestirmek ve bu gaye ugruna bunları birlestirmek mümkün olmadı.”
(Beysanoglu Sevket, Diyarbakır Tarihi, 3.Cilt, s.952, 2001, Diyarbakır Büyüksehir Yay.)

Bütün bunları aktarmamızın sebebi örgüt yapısı hakkında bilgi sahibi olunmasını saglamaktır. Toparlarsak Azadî farklı düsüncelerin, farklı sosyal grupların 
bir araya geldigi, Seyithan Kuris’in deyimi ile ulusal bir platform niteligindedir. Basında Cıbranlı Halit Bey’in bulundugu, Hasenanlı Halit Bey 
(Hasenan asiret reisi), Hacı Musa Bey (Mutki asiret reisi), Yusuf Ziya Bey (Bitlis Milletvekili), Doktor Fuat, Gazeteci Kemal Fevzi, Hacı Ahti,
Cemilpasalardan Ekrem ve Kadri Beyler, Kürdistan Teali Baskanı Seyit Abdulkadir, Agrı Hareketinin lideri 'hsan Nuri Pasa, Binbası 'smail Hakkı Saweys, 
Tayip Ali ve sosyalist düsünceleriyle tanınan Fehmi Bilal gibi bir çok Kürt ulusalcısını ve aydınını bir araya getirebilmistir.

Örgütün amacına gelince bütün arastırmacılar örgütün bagımsızlıgı hedefledigini belirtmektedirler. Ancak 'smail Hakkı Saweys, hem “Koçgiri” makalesinde 
hem de “Komiteya 'st'klala Kurdistane” makalesinde, Avustuya-Macaristan tipi bir konfederasyon istendigini belirtiyor. Düsüncemize göre böyle bir istek, 
örgütün  kurulus öncesi ve kurulus asamasında, Sevr Anlasmasının uygulanmasını saglamak amacıyla öncelikli hedef olarak konmustur. Çünkü örgüt kurulmadan öncede Azadî kadroları, Sevr’in uygulanması için yogun çaba sarf etmislerdir. Ancak hem devletin resmi kaynakları hem de örgüte yakın
kaynaklar hedefin bagımsızlık oldugunu belirtmektedirler. Saweys, Trosnakta yayımlanan raporunda ise örgütün amacını söyle anlatır:

“Komitenin ulusal çalısmalarının bütün amacı, Kürtlere kendi kültürlerini unutturmamak ,onlara Türkün “kan ve demir” siyasetini anlatmak ve her ne
pahasına olursa olsun Türk boyundurugundan kurtularak Bagımsız bir Kürdistan kurulmasının zorunlu oldugunu göstermekti”31

Faik Bulut tarafından derlenen “Devletin Gözüyle Türkiye’de Kürt 'syanları” adlı kitapta söyle söylenmektedir:

“Kürt Bagımsızlık Komitesi:
Birinci Dünya Harbinden sonra mütareke sıralarında bir çok aydın dogulu Türk, sırf mukavemet örgütlerini kuvvetlendirmek için Kürt Teali Cemiyetine
girmisti.Bu vatanperverlerin bir kısmı, Türklügün parçalanmaz bir bütün olduguna inananlar, Milli mücadelenin baslaması ile birlikte hemen o davaya
katılmıslar, kendilerini Kürt sayanlar ise, el altından fesat karıstırmaya devam etmekle beraber zamanı gelince, ortaya çıkmak emeliyle muvakkaten
gizlenmislerdi.

Kürt Teali Cemiyeti, Damat Ferit Kabinesinin,”Büyük Ermenistan “Projesine siddetle muhalefet ederken 'tilaf ve Hürriyet Partisiyle özerk bir Kürdistan
kurulması konusunda sözlesme yapmaktan geri durmuyordu.Bu cemiyet cumhuriyetin ilanından az önce kapatılmıstı. Fakat buna karsılık 1923’te
(cumhuriyetin ilan senesinde) Seyit Abdulkadir, Hesenanlı Halit, Hacı Musa, eski milletvekillerinden Yusuf Ziya ve ailelerinden mütesekkil olmak üzere
gizli bir komite teskil edildi.Bu komitenin de gayesi ,Kürdistan’ın bagımsızlıgını saglamaktı.Komiteye Yusuf Ziya aracılıgı ile Hınıs’ta oturan Seyh
Sait ve ailesi alınmıstı”32

Harekete devletin gözüyle bakan Prof. Dr. Ergun Aybars da “gizli bir komite kurularak, Kürt devletinin kurulması çalısmaları sürdürüldü” demektedir33.
Her ne kadar resmi söylemde, “irticai hareket” olarak lanse edilmisse de resmi kaynaklarda Azadî’nin bagımsız bir Kürt devletini hedeflediginin altı çizilmektedir. 
Örgüt bu hedefe yönelik örgütlenme ve hazırlıklarını sürdürürken süreç Lozan’a dogru ilerlemektedir. Bu süreçte ibre Kemalistlerin İngilizlerle anlastıklarını 
göstermektedir.
Lozan’da “Türkleri ve Kürtleri” temsil ettiklerini söyleyenler, Kürtlere hiçbir hakkın verilmemesini basarmıslardır. Bunun karsılıgı süphesiz Kerkük-Musul’un İngiliz egemenligine bırakılmasıdır. Lozan öncesi bu anlasma belirtilerinin ortaya çıkması Kürtlerde ciddi tepkiler yaratmıstır. 

Tepki Kürtlerin parçalanmasına yöneliktir. Lozan Heyetinin meclise bilgi vermesi amaçlı 6 Mart 1923 tarihli gizli oturumda, Bitlis Milletvekili ve Azadî önde 
gelen kadrolarından Yusuf Ziya Bey, sunları söylemektedir:

“Arkadaslar temenni ederdim ki Türkiye’nin bir cüz’i denilsin. Çünkü Türklerle Kürtlerin meskün Türkiye’nin parçasıdır. Nıfsından fazlası Kürttür.
Musulun; Kürdün tarihinde bir kiymeti, bir ehemmiyeti vardır….'htimal ki baska bir yer olsaydı bu kadar telas etmezdim. Musulu Kürdün tarihinde bir 
sandalyesi vardır. Arkadaslar; bir insanı ikiye bölmek ve yahut herhangi bir parçasını ayırmak mümkün degil ise Musul’u Türkiye’den ayırmak öylece 
mümkün degildir arkadaslar”34

Yusuf Ziya Bey’in bu siddetli tepkisinin altında Kürtlerin bölünmesine duyulan öfke vardır. Zira Kürtlerin bölünmesinin kendileri açısından hangi anlama 
geldiginin farkındalar.
Zaten daha önce Fransızlarla anlasılmıs ve Suriye sınırı çizilmistir. Irak sınırının çizilmesi ile Kürt cografyası tam ortadan ikiye bölünmektedir. 
Bu tepki yalnız Yusuf Ziya Bey’in tepkisi degildir. Bir çok Kürt milletvekili aynı tepkiyi göstermistir. 'ngilizlerle anlasılması Lozan
sürecinin tamamlanması demektir. 24 Temmuz 1923’te Lozan Anlasması imzalanmıstır.

Lozan Anlasmasında Kürtler yoktur. Azınlıklara tanınan haklar, sadece dini azınlıklar için yorumlanmıs ve sadece onlara uygulanmıstır. 
Lozan sonrası süreçte Kemalistler manevralarını bir tarafa bırakarak gerçek niyetlerini uygulamaya baslamıslardır.
Kendilerinin de kullandıkları Kürt ve Kürdistan kavramlarını yasaklayarak red ve inkar politikasına baslamıslardır. Dini reformlar adı altında tek ulus 
yaratmanın projesi uygulamaya konmustur. Gelinen yeni asama Kürtlerde yeni bir hareketlenme yaratmıstır.

Robet Olson’un, 'ngiliz kaynaklarından alınan ve Kürt subaylarından alınan bilgilere dayanarak verdigi Kürt istek ve sikayetleri sunlardır:

“1-Azınlıklar iliskin yeni bir kanun hali hazırda Hıristiyanlar için uygulanmıstır; Türk hükümetinin niyeti, Dogu vilayetlerindeki bütün Kürt nüfusu Batı
Anadolu’ya nakletmek, yerine göçmenleri ve Türk ırkından olanları yerlestirmek, böylece Akdeniz ve Anadolu, Kafkasya ve Hazar ötesinden
Türkistan’a uzanan genis Turan bölgesindeki kesintiyi ortadan kaldırmaktır.
2-Türk Hükümet’ince halifeligin kaldırılması; bu, Türkler ve Kürtler arasındaki çok az baglardan birini ortadan kaldırmıstır.
3-Mahkemelerde ve okullarda dilin Türkçe ile sınırlandırılması ve okullarda Kürtçe ögretilmesinin yasaklanması. Bu tedbirlerin Kürtler arasında egitimi
fiiliyatta tamamen sona erdirmis oldugu ifade edilmektedir. Türkler, Kürt ırkın halen tek egitim kaynagı olan tekke ve medreselerin de kapatmıstır.
4-“Kürdistan” kelimesi bütün egitim kitaplarından çıkarılmıstır. Bütün ülkedeki Kürtçe cografi isimler kademeli olarak Türkçe isimlerle degistirilmektedir.
5-Türkiye Kürdistan’ındaki bütün üst düzey yöneticiler, yani vekiller ve mutasarııflar, uygulamada tamamen Türkler’dendir ve kaymakamların yarısı
Türk ve yarısı Kürttür. Küçük memurların çogu Kürt olmasına ragmen, Türkler, kimi istihdam ettikleri konusunda asırı dikkatlidir ve bütün süpheli Kürt
milliyetçileri dıslanmaktadır.
6-Vergilerin yılda birden çok toplanmasına ragmen, ödenen vergilerden yarar saglanmamaktadır. Rüsvet olmadan mahkemelerde adalet saglanmamaktadır.
7-Hükümetin Kürdistan vilayetlerindeki Türkiye Büyük Millet Meclisi mebus seçimlerine müdahale etmesi. Sonuçta bütün mebuslar halkın serbest oyuyla
degil, Türk Hükümeti’nin emirleri dogrultusunda “seçilmislerdir”.
8-Hükümetin siyasi karar ve uygulamalarına karsı bir direnis kudreti mamasına da gelebilecek olan( Kürt ) ırksal birligini engellemek maksadıyla sürekli olarak
bir Kürt asiretini bir digerine karsı kıskırtmaya Türk politikası.
9-Hayvanların götürülmesi ve el konulan seylerin karsılıgının verilmesi, Kürt köylerinin askerlerce yagmalanması.
10-Orduda Kürt askerlerin ve zabitlerin rütbelerinin düsük tutulması ve onları zor ve hos olmayan görevlere seçme alıskanlıgı.
11-Türk Hükümeti’nin, Alman sermayesi yardımıyla Kürtler’in maden zenginliklerini sömürme girisimleri”35

Kürtlerin istek ve sikayetleri, Ankara Hükümeti’nin, Lozan sonrası süreçte uygulamaya soktugu politikayı gözler önüne sermektedir. Sürtüsmelerle devam eden iliskiler kopmustur. En azından Kemalistlerden umutlu olan kesimin umutları tükenmistir.

Azadî Örgütü hareketlenme için sartların olgunlasmaya basladıgı kararındadır. Bunun için de 1924 yılı içinde kongresini toplamıstır. Kongrenin 1924 yılının 
Agustos ayında olma ihtimali yüksektir. Bu kongrede yurtsever din adamlarının harekete katılımının saglanması kararı alınmıstır. 1924 ilkbaharı ile Yusuf Ziya 
Milletvekili olma avantajını kullanarak bölgeyi dolasmakta din adamlarını ve asiret reislerini ikna etmekle ugrasmaktadır. Cıbranlı Halit Bey, Erzurum’a çagırdıgı  insanlarla görüsmektedir. Bu dönemde önemli iki konugu olacaktır. Birincisi, Seyh Sait, digeri Said-i Nursi olacaktır. Seyh Sait’in ziyaret tarihi 1924’ün ilkbaharıdır. Daha önce Yusuf Ziya Bey , kendisini Hınıs’ın Kolhisar köyünde ziyaret etmistir. O sıralar harekete katılma konusunda ikna olmadıgı; Seyh Sait’in  Erzurum ziyaretinden sonra ikna oldugu anlasılmaktadır. Diger önemli ziyaret Said-i Nursi’nin ziyaretidir. Bu ziyaretin tanıklarından birisi Halit Bey’in amcazadesi  Halil Kılıçoglu’dur. Halil Kılıçoglu, Said-i Nursi’nin, Halit Bey’in evinde bir hafta kaldıgını, bu süre içinde bütün çabalara ragmen ikna olmadıgını söylüyordu. 
Bu ziyaret, Said-i Nursi’nin Kürt hareketiyle iliskisini kesip, kösesine çekildigi ziyaret oluyordu. Martin Van Bruinessen, 1924 yılında yapılan temaslara dikkat 
çekiyor ve sunları söylüyor:

“Örgütün ilk hazırlıkları bazı subaylarca yürütüldü. Kürdistan’ın her tarafında, nüfuzlu kimselerle baglantı kuruldu. 1923’te Meclis için yeni bir seçim
gündemde oldugundan, Yusuf Ziya, seçim bahanesiyle rahatlıkla baglantılar kuruyordu.

Örgütün ilk kongresi 1924’te yapıldı. Kongrede bulunan Naksibendi seyhi Sex Seid, Xalid Bey’in hısmıydı ve Diyarbakır’ın kuzeydogusundaki Zaza Kürtler
arasında epey bir etkinligi vardı. Bundan dolayı(Hamidiye) milisleri komutanlarını bagımsız bir Kürdistan için ikna etti. Kongreden iki önemli karar çıktı:

1-Kürdistan’da genel bir ayaklanma baslatılacak ve bunu bagımsızlık ilanı izleyecekti. Ayaklanma bütün ayrıntılarıyla planlanacak ve bu is uzun zaman
alacagından, katılanlar, kendilerinden beklenen görevlerle ilgili olarak tam bilgilendirilecekti.
2-Harekete gerekli dıs destek, 'ngiliz, Fransız ve Ruslar’dan saglanmaya çalısılacaktı”36

Genç eski milletvekili Hamdi Bey, yapılan temasları ve Said-i Nursi –Halit Bey görüsmesini 'çisleri Bakanlıgına gönderdigi 24 Eylül 1924 tarihli sifreli yazı 
ile bildiyordu:
“Molla Saidi Kürdi diye bilinen kisi 'stanbul’dan bulunan Kürt Cemiyeti’nce kararlastırıldıgı üzere Kürdistan adıyla özerk bir devlet kurmak için Erzurum’a
gelerek Varto Asiret Reisi Miralay Kürt Halit Bey’le, sonra da Ognut bucagından geçerken Asiret Reisi Binbası Baba ile görüserek….”37
Alınan kararlar geregince harekete destek saglamak amacıyla Bolvesikler, İngilizler ve Fransızlarla iliskiler kurulmustu. Bolvesiklerin yanıtı olumsuzdur. 
Bu konuda baska iddialar da söz konusudur. Ancak bunları ispatlayacak durumda degiliz. Söylenen sudur:
Azadî kadroları, Bolsevikleri ikna etmek için, örgütün yapısı ve gücü hakkında kendilerine bilgi verirler ve bu bilgilerin bir kanalla Ankara Hükümetine 
ulastırıldıgı söylenmektedir.
Elimizde söylenenleri dogrulayacak belge de yoktur. 'ngiliz ve Fransızlarla yapılan temaslardan olumlu bir sonuç alınmamıstır.
Azadî’nin, bir dizi küçük ayaklanmayla, genel bir ayaklanmaya gitmeyi planladıgı anlasılmaktadır. Bunun anlasılabilir sebepleri vardır. 
Zira 1924 Hakkari bölgesinde devam eden “Nasturi Ayaklanması” karsı Kürt asiretlerin kullanılmasını engellemek istiyordu.
'kinci sebepte ayaklanmayı sınır bölgesinden baslatıp, 'ngilizlerle iliski içine girme çabasıydı. Nasturi Ayaklanması, Ankara Hükümeti için önemli bir fırsat 
yaratmıstı. Hem Nasturiler üzerinden Musul konusunda baskı yaratmak, Nasturi Ayaklanması bahanesiyle bölgeye askeri yıgınak yapmak, hem de Nasturilere 
karsı Kürtleri kullanmak. Bu dönemi degerlendiren Cemil Gündogan, sunları söylemektedir:

“Dolaysıyle Nasturilere saldırmak, üç yönlü kazanç saglayabilirdi. Birincisi, Musul meselesi resmi bir çözüme baglanmadan Nasturileri sınırların dısına atmak.Böylece 'ngilizlerin kendilerine karsı kullanabilecekleri bir gücü saf dısı bırakmak .

İkincisi, Nasturilerle Kürtler arasındaki anlasmazlık ve çatısmalardan istifade ederek , Kürtleri T.C.’nin yanına çekmek.

Üçünçüsü de, Nasturileri bahane ederek Kürdistan’a asker yıgmak. 

Böylece Kürtler arasında Lozan günlerinden baslayıp giderek derinlesen ayrısma ve kopusların fiili bir eyleme dönüsmesini mümkün mertebe engellemek, 
Kürtleri kontrol altına almak için gerekli askeri tedbirleri hayata geçirmek”38
Bütün bu sebepler, Azadî’nin Beytüssebap Ayaklanmasına karar verdigi anlasılıyor. Her ne kadar örgütün Diyarbekir Subesi temsilcileri; 

Beytüssebap Ayaklanmasının, Yusuf Ziya Bey’in kardesi Teymen Rıza’ya gönderdigi telgrafın yanlıs anlasılmasından çıktıgını söylüyorlarsa da , sifre sistemini iyi kullanan örgütün, böyle bir yanlısa düstügü düsüncesinde degiliz. 

Diyarbekir subesinin basında bulunan Cemilpasaların genel ayaklanmada pasif kalmaları düsüldügünde, bunun sebepleri ayrıca arastırılmalıdır.

1923 yılı olaganüstü hareketli geçmektedir. Kürtler arasında yogun bir kaynasma baslamıstır. Azadî Örgütünün faaliyetleri yogunlastıkça çesitli kanallardan Ankara hükümetine ihbar bilgileri akmaktadır. Genç eski milletvekili Hamdi Bey’in, Varto’da Hormek agalarının ve Binbası Kasım’ın kendi ifadeleriyle degisik tarihlerde Mustafa Kemal’e ve hükümete bilgi aktardıkları anlaşılmakta dır.  Bu nedenle örgüt kadroları arasında genel bir ayaklanmanın vaktinden önce provoke edilerek patlak vermesinden, çogu subay olan örgüt kadrolarının imhasına kadar bir dizi endise devam etmektedir. Bunun altını çizen Robert Olson, bu durumu söyle aktarmaktadır:

“Azadî, tüm Kürdistan’da küçük ayaklanmalar çıkarmak istiyordu.Böylece Türk ordusundaki subayların yüzde ellisinin Kürt oldugu iddiasını da kanıtlanarak,
yabancı güçler amaçların olabilirligini görebileceklerdi. Hepsinden ziyade, eger 'ngiliz destegi saglanırsa, isyan üç nedenden ötürü Sırnak bölgesinden
baslamalıydı: en güvenilir asiretler buradaydı; bölge en kolay savunulabilecek bir yerdi ve Sırnak ,Irak’taki 'ngiliz kuvvetlerine yakın bir yerdi.
Azadî mensubu Kürt subayların korkuları da vardı ve bunların en basta geleni Türk’lerin Musul’a yönelik olduklarını söyleyecekleri, fakat fiilen Kürt
hareketini bastırmak için kullanılacak güçlü bir kuvveti harekete geçirme ihtimali idi. Bu korku sonradan gerçege dönüstü. Subayların ikinci temel
korkusu, Türkler’in faaliyete katılan Kürt subayları hapsedebilecegi, öldürebilecegi ve isyanın vakit kemale ermeden baslama ihtimali idi. Kısa bir
süre sonra gerçeklesecek bu korku, Azadî’yi, 'ngilizler’den derhal destek görmek için bastırmaya zorladı.

Kürt subayların Türkler’in Azadî’de aktif olarak bilinen Kürt subayları hapsedip öldürecekleri korkusunun dayanagı vardı. Türk istihbaratının, 'hsan Nuri ve 4
Eylül Beytüssebap 'syanı’nın diger firarilerine yönelik tutumları, Azadî’nin faaliyetlerine iliskin esaslı Türk müdahalesinin bir örnegidir”39

3-4 Eylül gecesi Beytüssebap’ta birçogu subay 500 asker ayaklandılar. Ayaklanmaya bölgedeki asiretler katılımı saglanamadı. Ayaklamanın önde gelen liderleri, İngilizlerin kontrolündeki Irak’a kaçmak zorunda kaldılar.

Kürtler’deki hareketliligin farkında olan Kemalistler, 1 Agustos’ta Diyarbakır’da Türk-Kürt kongresi düzenleyecek, Mustafa Kemal 1924 Sonbaharında Erzurum’da Kürt asiretleriyle bir toplantı yapacaktı. Erzurum’daki toplantının bilgi kaynagı Cıbranlı Halit Bey’in kardesi Ahmet Sever’dir. Toplantıya Hasenan asiretini temsilen Hasenanlı Halit Bey, Zırkan asiretini temsilen Kolagası Kerem Bey, Sipkan asiretini temsilen Abdulmecit Bey, Haydaran asiretini temsilen 
Kör Hüseyin Pasa, Mutki asiretini temsilen Hacı Musa Bey ve Cıbran asiretini temsilen Binbası Kasım katılmıslardır. Toplantıya katılanlar, toplantıdan
önce Cıbranlı Halit Bey’in baskanlıgında toplandılar. Toplantıda ortak bir tutum belirlediler. Belirledikleri ortak talepleri Mustafa Kemal’e iletmeye karar verdiler.
Toplantı Mustafa Kemal’in baskanlıgında yapıldı. Toplantıda Binbası Kasım farklı bir tutum takınmıstır. Heyetin geriye kalan üyeleri alınan kararları Mustafa 
Kemal’e iletirler. Binbası Kasım’ın farklı tutum takınması heyet üyeleri arasında öfke yaratmıstır. Toplantı çıkısında bu tepkilerini dile getirirler. 
Bunun üzerine Binbası Kasım, geri döner ve Mustafa Kemal ile yalnız görüsür. Bu görüsmenin içerigi bilinmemektedir. Ahmet Sever’in anlattıklarıyla,
Binbası Kasım’ın 13 Ocak 1945 yılında Söke Kaymakamına anlattıgı ve Ugur Mumcu tarafından ortaya çıkarılıp aktarılan ifadesi birbirini tutmaktadır. 
Binbası Kasım, Kürdistan İstiklal Komitesi’ni nasıl ihbar ettigini Söke Kaymakamı Kazım Atakul’a söyle anlatıyordu:

“1924 yılında Atatürk Erzurum’a geldi. Halkın saygılarını sunmak için Muslular ile birlikte Erzurum’a gitmistim. Kabulden sonra Atatürk’ten özel görüsme
istedim. Kabul edildim. 9.Kolordu Komutanı Ali Sait Pasa (Aybaytugan) hazırdı”40

İkisinin anlattıgı görüsme aynı görüsme mi bilemiyoruz. Aynı görüsme olma ihtimali çok yüksektir. 'ki anlatım arasındaki fark, Ahmet Sever görüsmenin 
Kürt asiret temsilcileriyle Atatürk arasında, Binbası Kasım ise Mus heyeti ile Atatürk’ü ziyarete gittigini söylüyor. Binbası Kasım Kürt asiret temsilcileriyle, 
Kürtlerin isteklerini iletmek üzere görüsmeye gittiklerini gizlemis olması ihtimalidir. Görüsmeden dönen heyet Cıbranlı Halit Bey’e giderek durumu 
degerlendirirler. Binbası Kasım’ın tutumunu Halit Bey’e iletirler. Cıbranlıların neden Binbası Kasım tarafından temsil edildigi sorusuna Ahmet Sever, asiretin
büyügü 'smail Aga’ydı. 'smail Aga, Binbası Kasım’ın gitmesini istedi. 'smail Aga, Halit Bey’in amcasıydı ve yaslıydı. Halit Bey amcasını kırmak istemedi diye 
yanıtlıyordu.
Bu görüsmelerden sonra devletin operasyonları baslayacaktı. Yusuf Ziya Bey, bazı kaynaklara göre 10 Ekim 1924 günü, bazı kaynaklara göre de 10 ile 16 Ekim arasında bir gün tutuklanarak Bitlis cezaevine gönderildi. Bu tutuklamalardan önce Erzurum ahalisinden olan Bitlis Valisi Zihni Bey, Bitlis Valiliginden alınarak yerine Kazım Dirik Pasa getirildi.

Ardından Cıbranlı Halit Bey, 20 Aralık 1924 günü tutuklanarak Bitlis cezaevine gönderilecekti. Tutuklandıgında amcazadesi Halil Kılıçoglu yanındadır. 
Halil Kılıçoglu, Halit Bey’in tutuklandıktan sonra bir hafta süreyle Erzurum’da bilinmeyen bir yerde tutuldugunu, daha sonra Bitlis’e sevk edildigini anlatıyordu.

Mustafa Kemal, Erzurum dönüsünden sonra son bir hamle daha yapar. Mus milletvekili 'lyas Sami’yi Halit Bey’e görüsmeye gönderir. Görüsmenin içerigini 
Ahmet Sever yıllar sonra ögrenir. 

Ahmet Sever, hareketin bastırılmasından sonra, Suriye’de Fransız yönetimince kendilerine iltica hakkı tanındıgını, 1928 yılında af ilan edildiginde geri
döndüklerini, 1930 yılında “Simali Kürdistan Cemiyeti” kurmak iddiasıyla tutuklanarak Ankara getirilip yargılandıklarını, delil yetersizliginden bırakıldıklarını söylüyordu. Ankara’da bırakıldıktan sonra, en son Halit Bey’le İlyas Sami’nin görüstügünü bildigini, içerigini ögrenmek için İlyas Sami’yle görüsmeye gittigini söyler: “Beni Keçiören’deki evine davet etti” der. Mustafa Kemal’in görüsme için 'lyas Sami’yi seçmesi tesadüf degildir. 'lyas Sami, Kürdistan Teali Cemiyeti üyesiydi. 'lyas Sami aynı zamanda din adamıydı. 

Dolaysıyla Halit Bey’in yakından tanıdıgı bir insandı. 'lyas Sami, devletin size yaptıkları az bile dedikten sonra görüsmelerini anlatır:

“Gazi Hazretleri bir gün beni çagırarak, sen Halit Bey’i iyi tanırsın. Eski dostlugunuz vardır. Düsünce ve tekliflerimizi kendisine ilet. Kendi sahsı için
isteyecegi her türlü teklifine hazır oldugunu(Genel Kurmay Baskanlıgı hariç, Halit Bey’in terfisi 1920’den beri durdurulmustu),bu isten vazgeçmemesi
halinde kendisi için çok kötü olacagını kendisine iletmemi istedi. Bunun üzerine Erzurum’a gittim. Fuadiye oteline yerlestim. Kendisine bir pusula
yazarak, kendisiyle görüsmek için geldigini, otelde kendisini bekledigini belirtip bir görevli ile pusulayı Halit Bey’e gönderdim. Bir süre sonra görevli
verdigim pusula ile geri döndü. Pusulanın arkasına, görüsmeye gerek yok deyip, altına Halit yazıp geri göndermisti. Bu duruma çok sinirlenmistim. Ben
ta Ankara’dan onunla görüsmeye geliyorum, o benimle görüsme geregi duymuyor. Bir an sinirlenip geri dönmeyi düsündüm. Sonra Gazi Hazretlerinin
bana verdigi görevi yerine getirmek için evine gitmeye karar verdim. Evine gittigimde divanında oturuyordu. 'çeri girdim. Beni görmezlikten geldi. Ben
Hoca 'lyas, beni tanımadın mı? dedim. Sen Hoca 'lyas degilsin dedi. Hoca 'lyas, Kürt’tü ve dinine baglıydı, dedi. Bu hos olmayan karsılamadan sonra gelis
sebebimi ve Gazi Hazretlerinin tekliflerini aktardım. Tepkisi çok sert oldu.
Eger benim boynum için bir ip hazırladıysanız, Halıt’tın boynu buna hazırdır dedi ve kestirip attı. Bunun üzerine Ankara’ya döndüm ve durumu Gazi
Hazretlerine ilettim.”

Ahmet Sever, 'lyas Sami’nin Halit Bey ile görüsmesinin içerigini böyle anlattıgını aktarıyor. Burda anlatılanlar dogru ise Mustafa Kemal’in, Elcezire Komutanı 
Nihat Pasa’ya gönderdigi talimatlarda yer alan Kürt liderlerini idari ve askeri görevlere getirme karsılıgında kendimize baglama siyasetinin bir devamı görülüyor. 

Ancak bu taktik Halit Bey’e karsı tutmamıstır. Bütün bu tehditlere ragmen Halit Bey’in Erzurum’u neden terk etmedigi sorusuna Ahmet Sever, Halit Bey’in 
Erzurum’dan ayrılması için kendisine defalarca yapılan önerileri ret ettigini, gerekçesinin de Erzurum’dan ayrılmasının, hareketin fiilen baslaması demek 
oldugunu, devletin de böyle bir fırsat bekledigini, kısa girilirken baslayacak bir hareketin basarı sansının olmadıgı düsüncesini tasıyordu. Halit Bey, bu düsüncesini tutuklanmasından sonrada sürdürecekti. Bugünde en çok sorulan sorulardan birisi budur. Azadî Örgütü liderinin kendi etrafındaki çember 
daralırken neden resmi görevini bırakıp ayrılmadıgıdır. Çevresindeki insanların anlatımlarından anlasıldıgı kadarıyla Halit Bey, planlanan hareketin baslaması 
için yeterli örgütlülüge ulasmadıgı düsüncesindedir. Bununla beraber örgütle baglantılı bazı asiret reislerinin bile ikircikli davrandıklarını görmektedir. 
Özellikle Hacı Musa Bey’in tutumundan son derece rahatsızdır. Bu durumu hem Halil Kılıçoglu’nun anlatımlarında hem de Kasım Demiralp’ın
yazılı olarak aktardıgı bilgilerden anlasılmaktadır.

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***

1925 KÜRT HAREKETİNİN YAPISI VE HEDEFLERİ BÖLÜM 2



1925 KÜRT HAREKETİNİN YAPISI VE HEDEFLERİ 
BÖLÜM 2




Yine bu ekolün Kürt temsilcilerinden, Kürt siyasetinin “vazgeçilmezleri” arasında yer alan Tarık Ziya Ekinci, sözcükler aynı degilse bile aynı anlayısla yaklasır.
“Kürt asiretleri, Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkısından itibaren yaptıgı çalısmaların ve giristigi savasımların destekçisi olmuslardır. Erzurum Kongresi
büyük ölçüde Kürt asiretlerinin destegi ve katılımı ile gerçeklestirilmistir. Kürtler Kurtulus Savası’na katılmıs ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulusunda etkin rol oynamıslardır. Kurtulus Savası döneminin her asamasında ve BMM hükümetleri altında Kürtlerin ulusal haklarına saygılı bir politika izlenmistir”8
Gerek Mazhar Ahmad ve gerekse Tarık Ziya Ekinci’nin sıgındıkları yer, Erzurum Kongresidir. Erzurum Kongresinde seçilenlerin, nasıl seçildikleri ve karar
mekanizmalarındaki pozisyonları son derece açıktır. “Perde arkasında” bile yönetilmeyle güvenilmeyecek insanların neyi ve kimi temsil ettiklerini sayın 
yazarlara sormak gerekir.

Ayrıca Erzurum Kongresine katılan yada destekleyen Kürt asiretleri kimlerdir? Mustafa Kemal, çesitli manevralarla Kürt asiretlerini yanına çekmeye çalısıyor. 
Olaya resmi ideolojinin dogrultusunda bakan Prof. Dr. Ergun Aybars, Erzurum Kongresini degerlendirirken sunları söylüyor:

“Erzurum Kongresi sırasında dogunun asiretlerinin gücüyle savası kazanabilmek veya hiç degilse yalnızlıklarını saglamak amacında olan M. Kemal, asiret
reislerine yolladıgı mektuplarında, saltanat ve hilafetin büyük bir tehlike içinde oldugunu ve bu makamların kurtarılması için düsmanla savasmak
gerektigini belirtmis ve Dogu Anadolu’nun Ermeniler’e verilmek istendigini açıklayıp onları kendi taraflarına kazanmak isteyen İngiltere’nin
kıskırtmalarına araç olmalarını engellemek istemisti”9

Aybars’ın söyledikleri ne Mazhar Ahmad ne de Tarık Ziya Ekinci’nin belirtiklerini dogrulamıyor. Aksine Kürtler’in en hassas oldukları konulardan hareketle 
yanına çekmek ya da en azından yansızlıklarını saglamaktır. Burda herkesçe bilinen temel bir kuralı hatırlatmak gerekir. Toplumlar ancak kurumlarıyla, 
örgütleriyle temsil edilirler. Bu genel dogrudan hareketle Kemalist hareketle isbirligi yapan Kürt örgüt veya kurumundan söz etmek mümkün müdür? 

Buna verilecek yanıt olumlu degildir. Kemalistler son derece usta manevralarla Kürt örgütlü güçlerini bertaraf etmek için bütün güçlerini kullanırken diger
yandan bazı asiret liderlerini ve din adamlarını yanlarına çekme çabasındadırlar. Temel argümanları “Ermeni tehdidi” ve “Hilafet ve Saltanatı kurtarmak”tan 
ibarettir. 

Mustafa Kemal Hareketi son derece Türkçüdür. Ancak bu niteligini kamufle etmek zorundadır. Kemalist Hareketin ayakları üzerine duruncaya kadar Kürtler’in destegine ihtiyacı vardır.

Sovyet Kürdologlarından Prof. Dr. M. S. Lazarev, Kürtlerle Türklerin beraber hareket etmeleri gerektigi , ancak bunun gerçeklesmedigini söylemektedir:
“Bu dönemde Kürt halkının düsmanları ve dostları Türk halkıyla aynıdır. Bu, Kürt ve Türk ulusal hareketleri arasındaki müttefiklik için objektif bir yapı oluşturmuş
tur. Fakat bu müttefiklik olusmamıs, daha da önemlisi bu iki hareket arasında o dönemde karsıtlık ortaya çıkmıs, uzun süre devam etmistir.

Kemalistlerin Kürt nasyonal ideolojisine ve bu ideolojinin sürdürümcülerine yaklasımı düsmanca olmustur. Kemalist hareket içindeki etkili
çevrelerin(özellikle nasyonalizmi sövenist bir sekilde yorumlayan sag kanat) kendi anti-Kürt yönelimlerini haklı çıkarmak için bütün Kürt hareketinin,
İngiliz yabancı oldugu versiyonunu bilinçli bir sekilde abartmıs olmaları da etkili olmustur. Bu açıdan Noel’in misyonları, anti-Kürt propagandayı sisirmek
için uygun bir bahane de vermistir.”

Lazarev, Misak-i Milli ile ilgili de sunları söylemektedir.

“1-Kuskusuz Kemalistler, belirgin derecede Osmanlı ve 'slami renkli sövenist düsüncelerini deklare etmisler, fakat Jöntürkler’den farklı olarak onların
realist olan nasyonal ideallerini Türkiye sınırlarının daha ilerisine uzanmamıslardır.

2-Kemalistler, azınlıkların bölgesel kendi kaderlerini tayin hakkını ve burjuva nasyonalizminin ve burjuva demokratizminin sınırlandırılmıs çerçevesi içinde
ülkedeki ulusal sorunun çözümüne yönelik herhangi bir yönetim –politik önlemi tamamıyla reddetmislerdir. Temel olarak onlar Türkiye’de bu sorunun varlıgını
reddetmislerdir”10

Lazarev’in anlatımları kendi içinde çeliskiler tasımakta, kavramları siyasal bir bütünlük olusturamamaktadır. Kemalist hareket, hem ulusal kurtulusçu hem de 
sövenist diye tanımlanmaktadır. Lazarev, Kemalist hareketin anti-Kürt yanını öne çıkardıgını kabul ediyor, basından beri Kürt hareketine iyi gözle bakmadıgını 
vurguluyor ve İngiliz kıskırtmasının bir propaganda malzemesi olarak kullandıgını söylemekten geri durmuyor.
Çeliskiler tamda bu noktalarda yogunlasmaktadır. Sovyet Kürdologlarının tutumlarını Bolseviklerin genel politikalarından ayrı degerlendirmek mümkün degildir. 
Bolsevikler ve uzantısı III.Enternasyonal Kemalist Hareketi “ulusal kurtulusçu” ve “ilerici” diye tanımlamıs, her türlü destegi vermislerdi. 
Bununla yetinilmemis Türk Fasist Hareketinin önemli simaları Bakü Dogu Halkları Kurultayında dünya ezilen halklarının temsilcileri olarak
boy gösterecek, Kemalist Hareketin sözcülügünü yapacaklardır.

Azadî Örgütü, tarihi çok net bilinmemekle beraber Bolseviklere 10 maddelik bir protokol önermistir. Örgüt, kendilerine yardım edilmesi sartıyla kendileriyle 
isbirligine hazır olduklarını beyan etmislerdir. Yine aynı amaçla Örgüt Lideri Cıbranlı Halit Bey, Lenin’den destek isteyen bir mektup gönderecektir. 
(* Protokol ve mektup ekte verilmistir.)
Dolaysıyla hem 1925 Kürt Hareketi, hem de Mahabat Kürt Cumhuriyetinin kurulusu sırasında büyük umutlar bagladıkları Bolseviklerin “azizligine” ugrayacaklardır. 

Boseviklerin politikası büyük devlet politikasıdır. Bu politikanın, 'ngilizlerin veya Fransızların bölge politikalarını belirlerken kullandıkları kıstaslardan 
farklı degildir. Sovyetler Birligi merkezdir. Dünyadaki bütün ulusal kurtulus hareketlerinin birincil görevi bu merkezi koruma, gerektiginde kendisini feda etmektir. Kürtler’in payına da kendisini “feda etmek” düsmüstür. Bolsevikler Kürt Hareketlerini desteklemedikleri gibi, Kürtleri ezen güçlerin en büyük destekleyicileri haline geldiler.

Sovyet ekolünün Kürdologları bu genel politikanın içinde yetistiklerinden, Bolseviklerin Kürt politikasına elestirel yaklasmadılar. 
Bu nedenle de yer yer tutarsızlıklar dolu ve biri biriyle çelisen degerlendirmeler ortaya çıkmıstır. Sonuç olarak Bolseviklerin Kürt politikası elestirel bir süzgeçten geçirilmeden yapılacak her degerlendirme sakat ve tutarsız olacaktır. Öte yandan Kürtler,  Bolsevikler tarafından “ulusal kurtuluscu” ve “ilerici” diye tanımlanan Kemalist Harekete karsı ulusal taleplerini yükseltmeye
baslamıslardır.
Alisan Bey’in liderligindeki Koçgiri Hareketi, Kürt ulusal talepleriyle Kemalist hareketin karsısına çıkacaktır. İstekler söyle sıralanmıstır:

“ 1-İstanbul hükümetince kabul edilen Kürdistan özerkliginin Ankara hükümetince de tanınıp tanınmayacagının açıklanması;
  2-Kürdistan özerk yönetimi konusunda Mustafa Kemal hükümetinin ivedi olarak yanıt vermesi;
  3-Elazıg, Malatya, Sivas, Erzincan cezaevlerindeki Kürtlerin hemen salıverilmesi;
  4-Kürt çogunlugun bulundugu illerde Türk memurlarının çekilmesi,
  5-Koçgiri yöresine gönderilen birliklerin geri alınması.(15 Kasım 1920) ” Bu isteklerin kabul edilecegi söylenmisse de, söylenenlere inandırıcı
bulunmaz.Bunun üzerine Ankara hükümetine,25 Kasım 1920’de asagıda ki telgraf çekilmistir.“
Elazıg vilayeti vasıtasıyla Ankara Büyük Millet Meclisi riyasetine Sevre muahedesi mucibince Diyarbekir, Elazıg, Van, Bitlis vilayetlerinde müstakil bir Kürdistan 
teşekkül etmesi lazım geliyor, bınaenaleh bu teskil edilmelidir, aksi taktir de bu hakkı silah kuvvetiyle almaya mecbur kalacagımızı beyan eyleriz.


25 Tesrin Sani 1336
İmza
(Garbi Dersim asair ruesası)”11

Kürtlerin bu isteklerine yanıt verilmez. Merkez Ordusu Komutanı ve onun emrine verilen Topal Osman komutasındaki kuvvetler tarafından büyük bir vahsetle
bastırılır. Kürtlerin isteklerine karsı, Ankara hükümetinin cevabı hiç de dostane degildir. Dönemin Sivas Valisi Ebubekir Hazım Bey anılarında hareketin
bastırılmasını söyle anlatır:

“Askerle çemberlenen köyler ahalisi söylentilerin dorugunda, yani Kürtlerin tekil edilecegine inanarak hayatlarını kurtarmak için köylerini, evlerini terk ederek 
daglara sıgınmaya mecbur olmuslardır. Sırf can korkusundan kaçanlarisyan ve eskıyalıkla suçlanarak bos kalan köyler yakılıp yıkılarak bütün mal ve esyalarına 
el konulmustur.

Su surette Umraniye bucagına ve Zara ilçesinin merkezine baglı köylerden 76 ve Divrigi ilçesinden 57 toplam 132 köy savasan düsman istikamları gibi yakılmıs, tahrip olunmus ve yüzlerce nüfus öldürülmüstür. Ayrıca, bütün mal, esya, zahire ve hayvanlar yagma olunmustur.Binlerce nüfus da daglarda , kırlarda açlıktan ve sefaletten ölüme mahkum edilmislerdir.”12
Yasanan vahset genis tartısmalara yol açar. TBMM’sindeki bir çok milletvekili olayı dile getirir. Yapılan bütün tartısmalardan sonra olusturulan sorusturma 
kurulu Nurettin Pasa’nın görevinden alınarak, yargılanmasına karar verilmistir. Olayın bu kısmını Ugur Mumcu söyle anlatır.

“Sorusturma Kurulu ,Nurettin Pasa’nın görevden alınmasına ve yargılanmasına karar vermistir.TBMM, kurul kararın kabul eder.Pasa görevinden alınarak,
yargılanmak üzere Ankara’ya çagrılır. Nurettin Pasa, Mustafa Kemal Pasa’ya bas vurup suçlamaları yanıtlar.
Mustafa Kemal Pasa, TBMM’sinde Nurettin Pasa’ya verilen cezanın “biraz agır oldugunu” söyler. Konunun Bakanlar Kurulunda da görüsüldügünü , Nurettin
Pasa’nın görevinden alındıgını ,bu nedenle yargılanması kararının degistirilmesi gerektigini ,Nurettin Pasa’nın savunmasının alınarak konunun
bir komisyonda incelenmesi gerektigini anlatılır”13

Mustafa Kemal Pasa’nın bu istegi üzerine bir baska sorusma komisyonuna havale edilir ve konu kapanır. Lazistan mebusu Ziya Hursit’in,  “ Demek ki bu adam TBMM’nin üzerindedir” “Nurettin Pasa, bu olaganüstü yetkilerini kimden almıstır?” derken yerinde bir soru sorar. Devamındaki gelismeler güç ve yetkisini kimlerden aldıgını ortaya koymaktadır.
1919 yılı Güney Kürdistan’da hareketli gelismelere gebedir. Seyh Mahmut yönetimdeki Kürtler, 'ngilizlerle çarpısmaktadırlar. Güney Kürdistan’da Kürtler her  seyden önce topraklarının kendilerine ait oldugunu düsünüyorlardı. Bu, 'ngilizlerin bölge politikasına ters düsmektedir. Kürt-'ngiliz çatısması, 
Kemalistleri oldukça hosnut etmistir.

Ankara Hükümetinin Kürt politikasının pratik uygulama alanı olan Elcezire Komutalıgına gönderdigi talimata, “yabancılarla Kürtlerin anlasmalarına” engel 
olunması ister.

“1-Göreceli olarak bütün ülkelerde genis çapta dogrudan dogruya halk tabakalarını ilgilendiren ve etkili biçimde yerel yönetimler
kurulması iç siyasetimizin gereklerindendir. Kürtlerin oturdukları bölgelerde hem iç hem dıs siyasetimiz bakımından göreceli olarak
yerel bir yönetim biçimini gerekli görüyoruz.
2-Ulusların kendi kaderlerini kendilerinin belirlemeleri bütün dünyada kabul edilmis bir ilkedir. Bizde bu ilkeyi kabul etmisizdir.
Öngörülecegi üzere Kürtlerin bu zamana kadar yerel yönetim birimlerini tamamlamıs ve baskalarını ve tartısan yandaslarını bu
amaç adına tarafımızdan kazanılmıs olması ve oylarını kullandıkları zaman kendi kaderlerine zaten sahip olduklarını TBMM yönetimimde
yasamayı istedikleri duyurulmalıdır. Kürdistan’daki bütün sorunun bu amaca dayalı siyasete yönelmesi Elcezire cephesi kumandanlıgı
sorumlulugundadır.
3-Kürdistan’da Kürtlerin Fransızlar ve özellikle Irak sınırında 'ngilizlere karsı husumetini silahlı çatısma ile degistirilmeyecek ölçülere vardırmak ve
yabancılarla Kürtlerin uyusmalarına engel olmak, göreceli olarak, yavas yavas yerel yönetimler kurarak, bu nedenleri açıklamak ve bu yola içtenlikle bize
baglılıklarını saglamak, Kürt liderlerine mülki ve askeri görevler vermek, bize baglılıklarını güçlendirmek gibi genel ilkeler benimsenmistir”14

Bu talimatlardan çıkan sonuçlar sunlardır:

1- Mümkün olan bütün araçlar kullanılarak, Kürtlerin Fransız ve 'ngilizlerle iliski kurmaları engellenmeli, Kürtlerin İngilizlerle olan silahlı çatısmaları tesvik 
edilmelidir.
2- Kürt liderlerini elde tutmak için, Kürt liderler mülki ve askeri görevlere getirilmelidir.
3- Dönemin kosuları itibariyle gündemde olan ulusların kaderlerini tayin hakkı gibi evrensel bir ilkeyi görünürde kabul etmekle beraber, böyle bir ilkenin 
Kürtleri bagımsız hareket etmeye götürme ihtimaline karsı, “yerel yönetim” gibi içi bosaltılmıs bir öneriyi gündemde tutarak, Kürtleri oyalama politikası 
yürürlüge koymaktır.

1 Subat 1922 tarihinde “Kürtlere Özerklik Yasası” adıyla TBMM’sine yasa tasarısı sunulacak ve kabul edilecektir. Yasa Kürtlerin taleplerini karsılamaktan çok 
uzaktır. Yasa uygulama amaçlı degildir. Yasaya mecliste bulunan Kürt milletvekilleri muhalefet etmislerdir. Kemalistler Lozan’a gidilen bir süreçte konumlarını güçlendirmek, TBMM’sinin Kürtleri de temsil ettigi tezlerini güçlendirmek istemektedirler. Zaten Mustafa Kemal’in 16/17 Ocak 1923’teki 'zmit’te yaptıgı ve devletin yetmis yıl gizledigi konusmasında, bu yasanın uygulanma sansı olmadıgı anlasılmaktadır. Mustafa Kemal, konusmasında sunları söylemektedir:

“-Kürt sorunu, bizim, yani Türklerin çıkarı için kesinlikle söz konusu olamaz. Çünkü,bizim ulusal sınırlarımız içinde Kürt ögeleri öylesine yerlestirilmistir ki,
pek sınırlı yerlerde yogun olarak yasarlar. Bu yogunluklarını da kaybede ede ve Türklerin içine gire gire öyle bir sınır olusmustur ki, Kürtlük adına bir sınır
çizmek istersek,Türkiye’yi mahvetmek gerekir. Örnegin Erzurum’a giden, Erzincan’a, Sivas’a, Harput’a kadar giden bir sınır çizmek gerekir. Ve hatta
Konya çöllerindeki Kürtleri de göz önünde tutmak gerekir.

-Bu nedenle baslı basına bir Kürtlük düsünmekten çok Anayasamız geregince zaten bir çesit özerklik olusacaktır. O halde hangi bölgenin halkı
Kürt ise onlar kendi kendilerini özerk olarak yöneteceklerdir.Bundan baska Türkiye’nin halkı söz konusu olurken onları da beraber ifade etmek gerekir.
İfade olunmadıkları zaman bundan kendileri sorun çıkarırlar. Simdi TBMM hem Türklerin ve hem Kürtlerin yetkili temsilcilerinden olusmustur. Ve bu iki öge,
bütün çıkarını ve bütün yazgılarını birlestirmistir. Yani onlar bilirler ki, bu ortak bir seydir. Ayrı bir sınır çizmek dogru olmaz”15

Konusmadan da anlasılacagı üzere bir özerklik söz konusu degildir. “Bir çesit özerklik” söz konusudur. 1923’te Kürtler öylesine “dagılmıslar ki” çogunluk 
olusturdukları yerler pek söz konusu degildir. Zaten TBMM “Kürtleri de temsil etmektedir”
Bu dönemde Kürt örgütlenmeleri dagınık ve toparlayıcı olmaktan uzaktır. Metropol merkezli Kürdistan Teali Cemiyeti dagınıklıgı yasamakta ve insiyatif sahibi degildir.
Çalısmaları Ankara hükümetini rahatsız eden Cıbranlı Miralay Kürt Halit Bey’in gönderildigi Erzurum, Kürt örgütlenmesinin yeni merkezi olacaktır. 
Halit Bey, Kürt asiretlerini bir araya getirme ve askeri-siyasi bir örgütlenme içerisindedir. Bu çalısmaları devam ederken Ankara hükümeti ile sürtüsmeleri 
sürmektedir.
1925 Hareketi ve Azadî Örgütü hakkında ciddi çalısmaları bulunan akademisyen Martin Van Bruinessen’in bu dönemle ilgili ulastıgı sonucu aktarmak 
istiyorum:

“1923’te tamamı doguda yasayan Kürt subaylar, seyhleri, asiret reisleri ve sehirlerdeki seçkin kisiler Azadî adı altında yeni bir bir örgüt kurdular.
Bunların çogu Kemalist Hareketi destekleyip hayal kırıklıgına ugramıs kimselerdi”16

Yine 1925 Hareketi ile ilgili ciddi çalısma ve katkıları olan akademisyen Robert Olson’un degerlendirmesi söyledir:
“Kanaatimce, Kürtler’in destegi olmaksızın Türk milliyetçilerinin o kadar basarılı olmasının mümkün olmadıgını söylemek mübalaga olmaz. Baska bir
degisle, Kürtler, Kemalistler’e askeri olarak ve faal bir biçimde Erzurum’da meydan okumus olsalardı, milliyetçi Türk hareketinin Rus ve müttefik
kuvvetleri ile Ermeniler’e karsı elde etmis oldukları basarılar, ciddi biçimde gecikirdi”17

Bu alanda bir boslugu dolduran çalısmasıyla Cemil Gündogan da, Azadî kadrolarıyla ilgili benzer yorumda bulunmaktadır. Bu yorumu aktaralım:
“İKİNCİ KÜMELEŞME, bu süreçte, Kemalist hareketle birlikte davranmakla beraber, Kürt ulusal haklarının savunuculugundan da vazgeçmeyen Kürt
güçlerinden olusmaktaydı.
Bu kümelesmeye mensup kadroların Birinci kümelesmeyle iliskileri konusunda belgelere dayalı belirlemeler yapma olanagı bulamadık. Ancak belli
bir bölümünün, baslangıçta Birinci kümelesmeye dahil oldugunu söylemek, sanırız olayların gelisim mantıgı ile çelismeyecektir. Çünkü bu kümelesmeye 
ait kadroların bir kısmının KTC’ye üye oldukları ve/veya bizzat faaliyetlerine katıldıkları biliniyor. Örnegin 'hsan Nuri, Cibranlı Halit veya Yusuf Ziya gibi
kümelesmenin önde gelen isimleri KTC ile iliskilidirler”18

Gerek Bruinessen gerekse Gündogan’ın yorumlarını beraber vermemizin nedeni, degerlendirmelerin benzerligindendir. Sayın Bruinessen, Azadî kadrolarının 
Kemalist harekete umut bagladıklarını, hayal kırıklıgına ugradıktan sonra, böyle bir örgütlenmeye yöneldikleri söylemektedir. Sayın Gündogan’ın degerlendirme leri aynı paraleldedir. Sayın Olson ise Kürtler Erzurum’da Türk milliyetçilerine meydan okusalardı, Türk milliyetçileri bu basarıyı kazanamazlardı. Bu iki degerlendirme farklıdır.

a) Kürtlerin 1919-20’li yıllarda Erzurum’da Kemalist harekete meydan okumadıkları açıktır. Buna dayanarak Kemalist harekete yadım ettikleri söyleniyorsa bu farklı yorumdur. Düsüncemize göre 1920’li yıllarda Kürt hareketinin, Kemalist harekete meydan okuma sansı yoktur. Kürtler dagınıktır ve örgütsüzdür.
Dolaysıyla Kürdistan sorunu masada olmasına ragmen, bölge dengelerini belirleyen güçlerden destek bulma ihtimali çok zayıftır.

b) Azadî kadrolarının, Kemalist harekete umut bagladıkları tezine gelince, buna katılmak mümkün degildir. Bunu söyleyebilmek için, Cıbranlı Halit Bey’in 1919’dan sonra yogunlasan çalısmalarını görmemek gerekir. Ankara hükümeti ile sürtüsmelerinden dolayı Erzurum’a çekilen, terfisi
durdurulan birinin ve çevresindeki kadroların Kemalist harekete umut bagladıkları söylenemez.
Dönemin tanıklarından iki kisi ile yakınlıgım nedeniyle, hareket öncesi ve sonrası dönemle ilgili düsüncelerini dinleme olanagım oldu. Birincisi
dedemve aynı zamanda Cibranlı Halit Bey’in kardesi, Ahmet Sever, digeri Halit Bey’in amcazadesi Halil Kılıçoglu. Her ikisi de hareketten önce Halit Bey’in en
yakınında bulunan insanlardan. 

Halit Bey tutuklandıktan sonra Bitlis cezaevi ile iliskiyi saglayan kisileraynı zamanda. Harekete Varto ve Hınıs cephesine komutanlık yapmıs, hareket yenilgiye  ugrayınca, 1927 yılına kadar gerilla mücadelesi yürütmüs,1927 yılında Suriye’ye gidip Fransızlar’a iltica etmis,1928 affıyla geri dönmüslerdir. 
Ahmet Sever dönüsünden sonra 1930 yılında tutuklanarak Ankara 'stiklal Mahkemesinde “Simali Kürdistan Cemiyeti’ni” kurma savıyla yargılanmıs, delil 
yetersizliginden serbest bırakılmıstır. Ahmet Sever, Halit Bey’in Erzurum Kongresinden sonra Mustafa Kemal’le iliskilerinin gergin oldugunu söylüyordu. 
Özelikle Erzurum Kongresi sırasında, Erzurum’da bulunmamaya özen gösterdigini, aralarındaki  gerginligin bu dönemlerde basladıgını, 1920-1924 yılları arasında,  Mustafa Kemal’in, Erzurum’a gezilerinde iliskilerin gergin ve tartısmalı oldugunu aktarmıstı. Serif Fırat “Cibranlı Halit Bey’in, milli hükümete karsı cephe aldıgı  süphesi ile” rütbesi durdurulmak suretiyle, Erzurum’a satın alma komisyonu baskanlıgına atandıgını belirtiyor. Robert Olson bu dönemi söyle degerlendirmektedir:

“1919 yılında Halit Bey gibi adamlar, Dersim bölgesi kasabalarında, hükümet otoritesini temsil eden konumları isgal etmekte ve bu otoriteyi asiretleri
hükümete karsı isyan için teskilatlanmaya zorlamak için kullanmaktaydılar. Ancak 1920 yılına gelindigindedir ki, Halit Bey ve onun gibi düsünenler,
seyhler ve hocalar arasında Kemalistlere karsı propagandaya baslamıslardı.


3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..


***

1925 KÜRT HAREKETİNİN YAPISI VE HEDEFLERİ BÖLÜM 1

1925 KÜRT HAREKETİNİN YAPISI VE HEDEFLERİ..  BÖLÜM 1


www.peyamaazadi.com

2006




1925 KÜRT HAREKETİNİN YAPISI VE HEDEFLERİ - 
TAHSİN SEVER HARİTA 

1925 Kürt Hareketinin Yapısı ve Hedefleri 


“ Üç bin yıllık Geçmisin hesabını yapamayan insan.., Günübirlik yaşayan insandır.”  GOETHE 


İçindekiler 

Giriş....................................................................................................................................3 

Kürdistan Sorunu’nun Biçimlendiği Süreç ..........................................................................5 

AZADİ (KÜRDİSTAN İSTİKLAL KOMİTESİ) 1921..................................................................21 

AZADİ’NİN YAPISI VE HEDEFLERİ ......................................................................................25 

HAREKETİN BAŞLAMASI VE SONRASI................................................................................35 

HAREKETİN NİTELİĞİVESONUÇLARI................................................................................37 

Azadî’nin Bolşeviklere Önerdiği Protokol Metni...............................................................42 

Cıbranlı Halit Bey’in Mektubu...........................................................................................43 

KAYNAKLAR:.....................................................................................................................44 


Yayına Hazırlayan: 
www.peyamaazadi.com 
Tahsin Sever 


1925 Kürt Hareketinin Yapısı ve Hedefleri 


Giriş 

Biz “Kürt Aydınlarının” bırakınız üç bin yıllık tarihi, geriye dönük yüz yıllık tarihi yeterince arastırdıgı söylenemez. Bu tespit geçmisin, resmi söylemin dısında, titizlikle arastırılması ve yazılmasının tarihsel bir görev olarak omuzlarımızda durdugudur. 

Bunu söylerken tarihçi bir kimligim yok. 

Tarihe olan ilgim bir aydın olmanın ötesinde degildir. 

Kürt toplumuna dayatılan statünün olusum dönemini arastırmak; Cemil Gündogan’ın deyimi ile “ Meslekten Tarihçilere ” düşen bir görevdir. 

Tarihe yaklasım her dönem hem tarihçilerin hem de tarihsel ve siyasal olaylara ilgi duyan bireyi mesgul eden en önemli sorunlardan biri olagelmistir. 
İster meslekten tarihçiler olsun ister tarihi olayları yorumlaya kalkısan her hangi bir arastırmacı olsun bazı sorulardan hareketle tarihsel olayları 
anlamlandırmaya ve tarihe bu çerçevede belli konsept oturtmaya çalısırlar. 

Her kesin üzerinde fikir birligi ve genelde kabul gören “dogru”lar olusturmak özellikle siyasal ve tarihsel olaylarda çok zordur. 

Tarihe positivist yaklasan yazımlar, olgunun dış görüntüsüne yüklenmekte, gözlemlenebilen, sayılabilen, ölçülebilen verilere takıldıklarından özneleri eyleme  iten düsünceleri, siyasal durusları, amaçları gibi son derece önemli konuları göz ardı etmek gibi bir risk tasırlar. 

Örnegin; 
1925 Hareketinde “dini misyonlar” olan sahsiyetlerin yer almasına dayanarak, bu görüntüyü temel alarak, hareketi “gerici” olarak nitelemek gibi. 

Son zamanlarda 1925 eksenli yapılan tartısmalar zorunlu olarak tarihe nasıl yaklasmalı sorusunu da gündeme getirdi. Ulusu belirleyen ve biçimlendiren 
en önemli olgulardan biri olan tarih bilinci mücadelenin döne döne tekrarladıgı yanlısları görmemize ve hatalardan dersler çıkarmamıza hizmet eder. 

Ulusalcı siyasal tezlerin dejenere edildigi, bir yandan Kemalist “ Demokratik Cumhuriyet ” ile maniple edildigi diger yandan ulusal deger adına tabuların 
yaratıldıgı ve putların olusturuldugu bu hasas süreçte kapsam son derce önemlidir. 

Geçmiş yüzyılda meydana gelen, Kürt Halkının kaderini etkileyen olayların üzerindeki sis perdesi yeterince aralanamamıstır. 

Bu durumun birbiriyle baglantılı önemli sebepleri vardır. Özellikle Azadî ile ilgili bilgi ve dokümanların Genelkurmay arsivine kapatılarak sır gibi saklanması, 
Azadî’nin önemini açıklamaya yeter. 

Bitlis Harp Divanı tutanaklarından bir sözcük bile dısarı sızdırılmazken, Diyarbakır İstiklal Mahkemesi tutanaklarının magazinleştirilerek çarşaf çarşaf 
basılarak yayınlanması devletin niyetini yeterince ortaya koymaktadır. 

Bireyler ön plana çıkarılmıs, bu bireylerin ifadelerindeki tutarsızlıklar çarpıtılarak kamuoyuna sunulmustur. 

Bu sistemli çabanın birbirine baglı iki önemli hedefi vardır. 

1924 Beytüssebap Ayaklanması, akabinde 1925 Kürt Hareketi arkasındaki örgütlü gücün inkarı ve buna baglı olarak hareketin hedeflerinin çarpıtarak 
yansıtılmasıdır. Devletin bu konuda basarısız oldugu söylenemez. O kadar basarılı ki bugün bile “Kürt aydınları” devletin önümüze koydugu argümanlarla 
hareketi degerlendirmeye devam ediyorlar. 

Özellikle seksenli yıllarda sonra basta Avrupalı akademisyenlerin arastırmaları olayın üzerindeki sis perdesinin aralanmasına ve giderek hareketin resmi 
devlet ideolojisinin bakış açısının çerçevesi dısında tartısılmasına olanak saglamıstır. 

Bu olumlu gelismelere ragmen kimi Kürt aydın çevrelerinin hala resmi devlet görüsünün dısında, yeni bir bakış açısıyla olaya bakmak gerektigini bilincin de 
olmadıkları anlasılmaktadır. Bunun nedeni son derece açıktır. 
Son yüzyıllık tarihimizin yazanların genellikle Sovyet ekolünden gelme “Kürdologlar” ve Kemalistlerdir. 

Bazı Kürt aydınlarının 1925 Kürt Hareketi ile ilgili resmi devlet ideolojisinin çerçevesini asamayan tutumları hayretle izlenmektedir. 

Su nokta iyice bilinmelidir ki 1925 Kürt Hareketini “ Şeyh Sait ” sahsında somutlamak, niyet ne olursa olsun hareketin gerisindeki örgütlü güç olan 
Azadî’nin inkarı ve hareketin Kürt niteliginin tartısmalı hale getirilmesidir. 

Azadî Örgütü, 1925 Hareketinin temel öznesidir. 

Ancak 13 Subat 1925’te Piran’da provakasonla patlayan silah, hareketin kontrolden çıkmasına, siyasi ve askeri yönleri zayıf olan geleneksel kanadın liderlige oturmasına yol açmıstır. 
Kürdistan Sorunu’nun Biçimlendigi Süreç 1915-1925 dönemi Kürtlerin bugünkü statülerinin sekillendigi dönemdir. 

Birinci Dünya Savası’nın yaratıgı yeni güç dengelerinin ve buna baglı olarak olusan toplumsal hareketlenmelerin sebep ve sonuçlarını kısaca irdelemek 
gerekir.1789 Fransız 'htilali ve sonrasında gelisen uluslasma hareketlenmeleri, Osmanlı İmparatorlugu’nun içten çözülmesine yol açmıs, imparatorluk 
içindeki dengelerin sarsılmasına yol açmış ve İttihat-ı Terakki’nin iktidarıyla sonuçlanmıstır. 
İttihat-ı Terakki, baslangıçta farklı uluslardan insanları barındırıyorsa da, iktidarı Türk milliyetçiliginde somutlasmıştır. İmparatorluk, Kuzey Afrika ve 
Balkanlar’daki kendi toprak kayıplarını, Orta Asya’da Turan hayalleriyle telafi etmeyi düsünmüstür.

Bu düsünce, Almanların yayılmacı politikası ile birlesince, Osmanlı İmparatorlugu kendisini Birinci Dünya  Savası’nın içinde buldu. Sonuç, İttihatı
Terakkiciler için tam da bir yıkımı ifade eder. Turan hayalleri kursaklarda kaldıgı gibi İmparatorluk da yıkılmayla karsı karsıya gelir. Birinci Dünya Savası
sonuçlanmıs, Osmanlı 'mparatorlugu Mondros Mütarekesi ve pesinden Sevr Anlasmasını imzalamak zorunda kalmıstır. Sevr Anlasması, Osmanlı Devleti’nin 
paylasılması, bölgenin yeni güç aktörleri tarafından yeniden düzenlenmesi demektir. Bu anlasma bölgede yasayan halklar açısından olumlu, olumsuz sartlar ve olanaklar yaratmıstır. Öte yandan Baskan Wilson’un yayımladıgı ve kendi ismiyle anılan “Prensipleri” yeni tartısmalar ve hareketlenmeler yaratmıstı.

Bütün bu gelismeler olurken Kürtlerin durumu neydi? Öncesine çok kısa baktıgımız zaman, Osmanlı 'mparatorlugu bünyesinde beylikler seklinde yasıyorlardı. 
Beyliklerin iç islerine merkezi yönetim fazla müdahale etmiyordu. Osmanlı merkezi yönetiminin güçlü Kürt beylikleri istemedigi de her icraatında ortaya 
çıkıyordu. Bunun bir örnegi de Bedirhan Bey‘in güçlenmesinin Osmanlı yönetiminde  yarattıgı  rahatsızlıktan  anlasılmaktadır. 

Şevket Süreyya Aydemir ,bu dönemi şöyle aktarmaktadır: 

< “Dogu ve Güneydogu Anadolu’da Kürt beyleri ve şeyhleri, müstakil hükümdarlar gibi yasıyorlardı. 
Başlıcaları: 

1806 Babanzade, 
1813 Abbas Mirza,
1828 Muslu Emin Pasa, 
1832 Mir Mahmut, 
1842 Bedirhan, 
1855 Yezdan Ser, 
1880 Nehrili Abdullah olmak üzere eskiden beri sürüp gidiyordu.
Ortada bir Anadolu kalıyordu.Ama orada,devlet degil, esraf ve eskıya hakimdi.”1 >

Osmanlı, Kürt beyliklerinin güçlenmesine izin vermeden, Kürt asiretleri ve beylikleri arasındaki çeliski ve çatısmaları diri tutarak, iç islerine fazla müdahale 
etmeden otoritesini saglamaya çalısıyordu. Buna 1891 yılından itibaren kurulan Hamidiye Alayları eklenir.

Süphesiz Hamidiye Alayları, Osmanlının “böl-yönet” politikasının bir sonucudur.Bir taraftan Kürtlerin kendi iç çatısmalarını diri tutmak, diger taraftan 
Kürt-Ermeni çatısmasını körüklemek amaçlanmıstır. Ancak bu amaçların ne kadarının gerçeklestigi ayrı bir tartısma konusudur.Bir süre sonra bu alayların varlıgı, Osmanlı yönetiminde farklı düsüncelere ve tartısmalara yol açacaktır. Hamidiye Alayları ile ilgili degerlendirmeler tek yanlıdır.

Yine 1900’lü yıllardan itibaren gerek metropollere göçmüs, zorla iskana tabii tutulmus Kürt çocukları arasında gerekse bu ulusun aristokrasisinin ve feodal 
beylerinin metropollerde okuyan çocukları arasında Kürt yurtseverligi düsünceleri yayılmaya baslamıstır. Zira Kürtler’de ulusal uyanısa öncülük edecek Kürt ulusal sermaye sınıfından veya isçi sınıfından bahsetmek mümkün degildir. Dolaysıyla Kürt ulusallıgının öncüleri Kürt feodalleri ve Kürt aristokrasisinin 
çocukları olacaktır. Baslangıçta farklı yerlerde yer alan Kürt aydınları, bir süre sonra kendi örgütlenmelerine yöneleceklerdir. 'ttihat-ı Terakki’nin
kurulusunda Abdullah Cevdet ve 'shak Sükuti gibi Kürt aydınlarını görmekteyiz. Ayrıca tanınmıs bir çok Kürt sahsiyetini baslangıçta 'ttihat-ı Terakki 
örgütlenmesi içinde görmekteyiz.

1918’lere gelindiginde Baskan Wilson tarafından Amerikan Kongresine sunulan Amerikan dıs politikasının esasını olusturan, ” Wilson Prensipleri ” adıyla anılan 
bildiridir. Wilson Prensipleri 14 maddeden olusmaktadır. Wilson Prensiplerinin 12 maddesi Osmanlı 'mparatorlugu’nun egemenlik alanı ile ilgilidir. 
Kürtler açısından en önemli maddesi süphesiz 12. maddedir. Zira 12. Madde sınırların Milliyet esasına göre düzenlenmesini öngörüyordu.

Kürtler açısından en önemli düzenleme süphesiz Sevr Anlasması’dır. 

Sevr Anlasması,Kürtler açısından artılar ve eksiler içermektedir.Anlasmanın en çok tepki çeken maddesibagımsız Ermenistan olarak öngörülen toprakların bir 
çok Kürt sehirlerini kapsamasıolmustur. 

Önce Sevr Anlaşmasının Kürtler’le ilgili maddelerine bakalım.


“Madde 62 – 'ngiltere, Fransa ve İtalya hükümetleri tarafından kendilerine yetki verilmis üç üyeden olusan komisyon İstanbul’a yerleserek, anlasma
baskanlıgının tüzügüne göre belirtilmis bulunan altı aylık süre içinde Fırat’ın dogusunda bulunan ve sınırları ilerde saptanacak olan Ermenistan’ın güneyi ile
Türkiye, Suriye ve Mezopotamya’nın kuzeyi arasında belirtilmis bulunan ve Kürtler’in salt çogunlukta bulundukları bölgeler için, anlasmanın 27. maddesi
II ,2 ve 3 derecelerine uygun olarak, dahili otonomi planı hazırlayacaktır. Herhangi bir sorun karsısında oy birligine varılmaması halinde, komisyon
üyeleri kendi hükümetlerine ileteceklerdir.

Adı geçen plan, bu bölgeler içinde bulunan Süryani, Keldani ve diger etnik, dini toplulukların tüm azınlık haklarını garanti altına almak zorundadır.Ve bu
amaçla İngiliz, Fransız, İtalya, Acem ve Kürtleri temsilen kurulacak bir komisyon , bizzat yerinde incelemelerde bulunacak ve gerek Osmanlı devleti
dahilinde ve gerekse aynı sekilde İran sınırında yapılacak bir degisiklik söz konusu olursa, bu degisiklikler, anlasmanın içerigine uygun bir sekilde
gerçeklestirilecektir.

Madde 63 –Osmanlı hükümeti su andan itibaren, 62. maddesine göre kurulmus bulunan her iki komisyonun bildirecekleri kararlara aynen uymayı ve bu
kararları üç ay içinde tatbik etmeyi üstlenir.

Madde 64 –Anlasma baskanlıgının saptadıgı tarihten itibaren geçecek en çok bir yıllık süreç içerisinde , eger 62. maddenin kapsamı içerisinde bulunan Kürt
halkı yani bu bölgede oturan halk çogunlugu Osmanlı devletinden ayrılarak tamamen “ BAGIMSIZ ” olmak arzusunu belirtirse ve Milletler toplulugu
Konseyi’ne basvurursa ve eger Konsey’de bu halkın bagımsızlık istegini gerçeklestirebilecek kapasitede bulunduguna inanırsa ve bunun yerine
getirilmesi ögütlenirse , Osmanlı devleti bu ögütlemeye aynen uymayı ve bu bölgedeki bütün hakları ve unvanlarından vazgeçmeyi ve kendisini buna göre
ayarlamayı simdiden üstlenir.

Bu vazgeçme isleminin ayrıntıları, baslıca müttefik güçlerle Osmanlı Devleti arasında varılacak özel bir sözlesmeye baglanacaktır. Bu vazgeçme isi
tamamlandıktan ve Kürdistan devletinin bagımsızlıgı gerçeklestikten sonra , bu bagımsız Kürt devletiyle günümüze kadar Kürdistan’ın bir parçası olan
Musul ilinde yasayan Kürtlerin kendi istekleriyle birlesmeyi istemeleri halinde müttefik güçler bu birlesmeye karsı hiçbir itirazda bulunmayacaklardır.”
Sevr Anlasmasının, Ermenistan sınırlarıyla ilgili maddeleri Kürtler içerisinde tedirginlik yaratırken, Kürt sorunun uluslar arası anlasmalara girmesi, 
Kürtler arasında yeni fırsatlar demektir. Ancak Kürt aydınları arasında ciddi tartısmalar vardır. En büyük Kürt örgütü olan Kürdistan Teali Cemiyeti, 
ayrısmaların esigindedir. Basını Seyit Abdulkadir’in çektigi bir grup, Osmanlı bünyesinde otonomi isterken, basını Bedirhanilerin çektigi baska
bir grup bagımsızlıktan yanadır. Kürdistan Teali Cemiyeti’nin, görüs ayrılıkları ve metropol merkezli olması etkinligini azaltacak, yeni örgütlenmelerin önü 
açılacaktır. Koçgiri ve çevresindeki örgütlenmeler, Kürdistan Teali Cemiyeti subeleri olarak baslamıssa da daha sonra bagımsız insiyatif olarak devam edecektir. 

Önceleri Kürdistan Teali Cemiyeti içinde yer alan, Cıbranlı Miralay Halit Bey ve arkadasları, daha sonra Erzurum merkezli daha genis bir örgütlenmeye 
yöneleceklerdir.

Dagılmaya yüz tutan Osmanlı yönetimi ellerinde kalan tek halk olan Kürtleri, elde tutmanın manevraları içindedir. Damat Ferit Pasa Hükümeti, Seyit Abulkadir ile “Kürdistan’a Özerlik Yasasını” imzalarken, padisah fermanı ile Samsun’a çıkan Mustafa Kemal, “tehlike altında olan din, hilafet ve saltanatı kurtarma”, ”Ermeni tehlikesi” sloganlarıyla örgütlenme çabası içindedir. Bu sloganlar, Kürtlerin en zayıf yanlarıdır.

Kürtlerle Türkleri beraber tutmanın tek yolu gibi gözükmektedir. Bununla beraber ne İstanbul Hükümetinin, ne Kemalistlerin ne de bölgeyi yeniden 
düzenleyecek olan İngiliz ve Fransızların, Kürt sorununu çözmek gibi ciddi bir istek ve önerileri yoktur. Taraflar pozisyonlarını belirlemek, birbirlerine karsı 
hamlelerini yapmak için Kürt - Kürdistan sorununu çantalarında hazır tutmaktadırlar. 20’ den fazla Arap devletinin sınırlarını cetvelle çizerek, kurulmasına karar verenler, “Bagımsız Kürdistan” kurmaya karar verirlerse, buna engel olacak güç kimlerdir? Bolşevik devrimi ile Ruslar sahneden çekilmislerdir. İstanbulHükümeti, içinde bulundugu durum itibariyle itiraz edecek konumda degildir. Kemalist hareketin kendisinin uluslararası destege ihtiyacı vardır. 
Bundandır ki 'ngilizlerin böyle bir niyetine karsı duracak güç ortalıkta yoktur. Binbası Noel gibi İngiliz askeri uzmanlarının Kürdistan’da fizibilite çalısmaları 
olmustur. Binbası Noel’in İngilizlerin genel bölge politikasıyla uyusmayan önerileri de olmustur. 
Ancak bu öneriler sahsidir ve İngilizlerin genel politikasını yansıtmamıstır.

Mustafa Kemal bu denklemin içinde, Erzurum Kongresini toplamaktadır. Erzurum Kongresi, Türkçü Cevat Dursun Bey ve arkadaslarının önderlik ettigi, 
Erzurum Müdafa-i Hukuku Milliye Cemiyeti tarafından organize edilmistir. Katılan delege sayısı hakkında çeliŞkili rakamlar vardır. Sayının 52 ile 56 arasında 
degiştigi tahmin edilmektedir. Erzurum Kongresine, Diyarbakır ve Elazıg gibi önemli Kürt sehirlerinden delege gelmezken, delege agırlıgının Trabzon ve Erzurum çevresi oldugu anlasılmaktadır. Mustafa Kemal’in Erzurum Kongresini açıs konusması son derece dikkat çekicidir.

  <  “En son olarak yakarım sudur ki, istekleri gerçeklestiren yüce Tanrı, Sevgili Peygamberi adına bu kutsal yurdun sahibi ve savunucusu ve Yüce İslam Dininin kıyamet gününde sadık koruyucusu olan ulusumuzu ve saltanat katını ve yüce Halifeligi korusun…Amin”2 >

Mustafa Kemal’in, isin basında Halifelige ve saltanata tavır alması söz konusu degildir. Zira Kürtler’in kendi baslarına örgütlenmelerini engellemenin tek yolu 
“Ermeni tehlikesini” ön plana çıkarmak, dini, halifeligi ve saltanatı kurtarmayı amaç olarak koymaktır. Bu yapılırken her türlü yöntem kullanılarak, 
Kürt örgütlenmesinin önüne geçmektir. 

Bir taraftan Kürt ulusal talepleriyle örgütlenen Koçgiri Hareketi, TBMM’de bile tepki çeken bir siddet dozuyla ezilirken öte yandan askeri görevinden istifa 
etmis olmasına ragmen, askeri birimlere gönderdigi telgraflarında “Kürtçülük cereyanının” yok edilmesi emirlerini vermistir.

“Malatya da On Besinci Alay Kumandanı 'lyas Bey’e Vali ile mutasarrıfın firarı, niyetlerindeki hıyanete en büyük delildir.Bu vatan hainlerinin İngiliz parası ile 
millet ve hilafet aleyhinde Kürtlük gayesi için çalıstıkları ve maattessüf İstanbul’daki hükümetin de bunların seriki cinayetleri oldugu elde edilen sifrelerden anlasıldı, mesele tamamen vatanidir. Bu sebeple evvelemirde bu denilenlerin süratle derdestleri ve Kürtlük cereyanın o taraflarda sala müsait zemin bırakılmaması lazımdır.

Diyarbekir’de On Üçüncü Kolordu Erkanıharbiye Reisi Halit Beyefendiye 2-Dahiliye Nazırı ve Harput valisinin elde edilen sifreli muhaberatında Ali Galip
Beyle hempalarının kuvayi mühime toplayarak Sivas üzerine yürümek gibi bir hıyaneti vataniyeye tesebbüs etmek istedikleri tahakkuk eylediginden maruz
kuvvetlerin yetismesine intizara lüzum kalmadı. Esirrayi mumaileyhimin serian takip ve derdestleri ve Kürtlük cereyanına müsait zemin husulüne mahal
bırakılmaması için kolordunuzca her türlü tedabire tevessül edilmesi pek mühimdir”3

Her iki talimatta hedef, bertaraf edilmesi gereken “Kürtlük cereyanı”dır . “Kürtlük cereyanı” ile anlatılmak istenen, Kürt ulusal taleplerinin dile getirilmesi 
ise Kürtlerin talepleri ret edilerek, Türk-Kürt kardesligi nasıl saglanacaktır? 
Bizce bu öfkenin sebebi, Kürtlerin kendi baslarına örgütlenme çabası içine girmeleridir. Kemalist hareket iç ve dıs konjonktür geregi, Kürtleri de temsil 
ettiginin savı ile pazarlık masasına oturmak isterken, diger taraftan Kürt örgütlerine karsı amansız bir mücadele içindedir.
Kemalistlerin bir baska tavrı, Kürtler arasında örgütlenme faaliyetlerine baslayan Cıbranlı Halit Bey’e karsı takındıkları tutumdur. 1919’da Ovacık
asiretlerinin ayaklanması üzerine, Cıbranlı Halit Bey kuvvetlerine, ayaklanmanın bastırılması talimatı verilmistir. Bu olay tipik Kürtleri birbirine kırdırtma
politikasının ürünüdür. Gerek Cıbranlı Halit Bey’in yurtsever kisiligi ve gerekse Ovacık asiretlerinin duyarlılıgı sayesinde planlanan oyun tutmamıstır.
Olayı dönemin tanıklarından Dr. Vet. M. Nuri Dersimi’den dinleyelim:

“Erzincan ve Erzurum mıntıkaları Rus ve Ermeni kuvvetlerinden tecrid edildikten sonra, Dersimde yeniden bazı mahalli ihtilaller bas gösterdi.
Aldandıklarını anlamıs olan Ovacık asiretleri, Türk mıntıkalarına akın etmeye basladılar.

Türk hükümeti bu hareketlere karsı yeni bir hile tasarlamıs olmalı ki, bu mıntıkaya Kürt asiret alayı kumandanı Cıbranlı Halit kuvvetlerini gönderdi.
Dersimliler, gerek alay kumandanının sahsına ve gerekse efradına karsı hüsnü kabül gösterdiler ve hiçbir hadise çıkarmaksızın, alay mümanaatsız Ovacıga
yetisti. Bu durum Türk hükümetinin dikkat nazarından kaçmamıstı. Her fırsattan istifadeyi bilen Türkler, Kürt Halit sayesinde Ovacık mıntıkası asiretlerin de hasıl olan sükünden dahi faydalanarak, Ovacıkta bu Kürt kumandan sayesinde yeniden bir Türk kaymakamlıgı tesisini basarmıslardı.
Kaymakamlık tesisi isi basarıldıktan sonra, Kürt Halit Bey alayının Dersimde ipkası Türklerce mahsurlu görüldügünden, bu alay orduyla birlesmek üzere
geri çektirilmisti”4

Kürtler arasındaki iletisim rahatsızlık yaratmıs, mezhep farklılıklarını hesap ederek Kürtler arasında çatısmaların yogunlasacagını sananlar yanılmıslardır. 
Gelismeler bununla sınırlı degildir. Kendi bölgesi olan Varto’ya dönen Halit Bey’in çalısmaları, Ankara Hükümetini rahatsız etmeye devam edecektir. 
M. Serif Fırat, bu konuda sunları söylemektedir:

<  “Bu fikir üzerinde oynayan Cibranlı Halit, 1920 yılının yaz aylarında İstanbul’da bulunan Kürt Teali Cemiyeti reisi Abdulkadir, Hakkarili Abdürrahim ile anlasarak bunların vasıtasıyla Meclisteki Bitlis Mebusu Yusuf Ziya ve arkadaslarıyla anlasmıs, haklarını Cemiyet-i Akvam vasıtasıyla alacaklarına inanmıslardı. Halit Bey bir taraftan dogudaki hazırlıkları ikmal ve kuvvetlerini toplu bulunduracak diger taraftan milli hükümeti igfal edecekti.

Cibranlı Miralay Halit, bu sırada Varto, Bulanık, Malazgirt, Hınıs, Karlıova, Solhan, Çapakçur bölgelerindeki asiret agalarından, seyh, hoca ve köy muhtarlarından aldıgı mühürlü mazbataları Kürt Teali Cemiyetine ve oradan da güya Cemiyet-i Akvamda bu is için çalısan Mustafa Nemrudi ile Kürt Serif’e gönderiyorlardı.”  >

“Bu hadiseden sonra Cibranlı Halit Bey’in, milli hükümete karsı cephe aldıgı kolorduca süpheli görülmüs, bölgedeki asiretlerin basından ayrılması
düsünülmüs ve bu sebeple Erzurum’a çagrılarak miralaylık rütbesi baki kalmak sartıyla, kolordu divanı muhasebat komisyon reisligi ödeviyle Erzurum’da
alıkonulmustu.19 Agustos 1336-1920”5

Buradan da anlasılacagı üzere Kürtlerin kendi adlarına yaptıkları hiçbir çalısmaya müsaade edilmemistir. Bu arada Erzurum Kongresi yapılmıs, bazı kesimlerin 
iddiasına göre, Türklerin ve Kürtlerin beraber temsil edildigi, “Temsil Heyeti” seçilmistir. Temsil Heyetinde yer alan üç Kürt’ten ikisi gıyabında seçilmis, 
çalısmalara katılmamıslardır.
Geriye kalan Erzincan delegesi Seyh Fevzi Efendi, Sivas Kongresinden sonra geri dönmüstür. Bu durumu Mustafa Kemal’in kendisinden dinleyelim:
“Efendiler, istitrat kabilinden sunu arz edeyim ki bu zevat hiçbir vakit bir araya gelip birlikte çalısmıs degillerdir. Bunlardan 'zzet, Servet ve Hacı Musa
Beyler ve Sadullah Efendi hiç gelmemislerdir. Raif ve Seyh Fevzi Efendiler, Sivas Kongresine istirak etmisler ve onu mütaakıp biri Erzurum’a digeri
Erzincan’a avdet ederek bir daha iltihak eylememislerdir.
İkincisi Efendiler; millet, memleket, siyaset ve ordu idareleriyle hiçbir alaka ve münasebetleri ve bu hususta liyakatleri görülmemis ve tecrübe edilmemis
gelisi güzel zevattan, bilfarz Erzincanlı bir Naksi seyhi ve Mutkili bir asiret reisi gibi zavallılardan da teskili, ihtimalden hariç olmayan herhangi bir heyet
temsiliyeye, mevzu bahis olan vaziyet ve vazife bırakılabilir miydi? Ve bıraktıgımız takdirde, memleket ve milleti kurtaracagız dedigimiz zaman,
milleti ve kendimizi igfal etmis olmak gibi bir hata irtikab etmeyecek miydik?

Bu mahiyete bir heyete, perde arkasından yardım edilebilecegi mevzuubahis olsa da , bu tarz emniyet telakki edilebilir miydi?”6
Mustafa Kemal, Temsil Heyeti ile ilgili degerlendirmelerini son derece net yapıyor.

“Kürt temsilcileri “olarak adı geçen sahısların çalısmalara hiç katılmadıklarını, bu islerin “Liyakatsız” ve “Zavallı” olan bu zatlara bırakılmayacak kadar önemli 
oldugunu, bu Temsil Heyetini “perde arkasında” yönetmek bile emniyetli degildir, demektedir.

Gelelim tartısmaların odagındaki su ünlü Amasya Protokolü’nde yer alan Kürtlerle ilgili maddelere;

Protokol, Osmanlı Devleti diye düsünülen sınırların, Türklerin ve Kürtlerin oturdugu arazi diye tarif ediyorsa da Kürtlerin Osmanlı Devletinden ayrılmasının 
“imkansızlıgına” vurgu yapmaktadır. Ayrıca Kürtlerin ırk hukuku ve sosyal haklar bakımından desteklenmesine vurgu yaparken, bunun Kürtlerin mesru ve dogal 
hakları oldugundan degil, yabancılar tarafından “bagımsızlıgını gerçeklestirme amacı güder gibi görünerek yapılmakta olan karıstırıcılıgın önüne geçmek için”  
denmektedir. Kürtlerin taleplerine haklı ve mesru talepler diye bakan bir anlayıs söz konusu degildir. Sadece bölge dengeleri içinde taraflar kendi konumlarını 
güçlendirmek için Kürtleri kendi hesaplarına göre pazarlama çabasındadırlar. Damat Ferit Pasa kabinesi, Seyit Abdülkadir’in baskanlıgındaki heyetle
“Kürtlere Otonomi” protokolü imzalarken, Kemalistlerde bos durmayıp ihtiyaç duyduklarında Kürt kartını kullanmak için manevralar pesindedirler. 
Bunda da basarısız oldukları söylenemez. Bir sürü yazar-çizer, Mustafa Kemal, “Kürt Sorunu” oldugunu kabul ediyordu diye avunuyor. Halbuki Mustafa Kemal, 
“Kürt Sorunun” mimarı ve yaratıcısıydı. Durum birinci agızdan bu kadar net iken, Mustafa Kemal hareketini, “ilerici” ve “anti-emperyalist” niteleyerek, her türlü 
destegi veren Bolseviklerin yazar-çizer takımı, olaya ideolojik kılıf bulmakta gecikmedi. Sovyet ekolünün Kürt aydınlarından Dr. Kemal
Mazhar Ahmad, bunların basında gelir. Dr. Kemal Mazhar Ahmad, sunları söylemektedir:

“Kemalist Devrim, Kürt halkının büyük bölümünü ülkeyi yabancı isgalcilerden kurtarmak için içtenlikle ve omuz omuza mücadele etmek üzere harekete
geçirdi. Kürtler bununla, son derece yüksek bir yurtseverlik duygusu ve dogru bir siyasi anlayıs ortaya koydular.Türk burjuva devriminin ilk sıcak yıllarında
Mustafa Kemal’le beraber bu devrimi baslatanların büyük bir kesimi Kürt’tü.

Örnegin, devrimin baslangıcının en önemli olaylarından biri olarak degerlendirilen Erzurum Kongresi’nin sekiz kisiden olusan yönetiminde üç Kürt
vardı: Erzincan’dan Naksibendilerin bası Seyh Fevzi, 1918 yılına kadar Osmanlı Mebusan üyesi olarak kalan Sadullah Bey, Mutki asiret reisi Hacı Musa

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

**