29 Ocak 2017 Pazar

Kafa Devrimi



Kafa Devrimi

Mine G. Kırıkkanat


AKP iktidarının ipini çoktan çektiği demokrasiyi mezara nasıl ve ne zaman gömeceği, artık belli.

Dünkü Cumhuriyet gazetesi, hepimizin bildiği, kimimizin bire bir tanık olduğu korkunç gerçeği açıkladı: Son 10 yılda çoluk çocuk, toplam nüfusu yaklaşık 5 milyon artan Türkiye, önümüzdeki seçimlere, aynı sürede 12 milyon artış gösteren Kuşkulu bir seçmen kitlesiyle giriyor. Bu kitlenin yadsınamayacak bir bölümü çok yüksek olasılıkla, T.C. yurttaşlığı verilen Suriyelilerden, öteki dünya kaçkını mevtalara kadar düzmece seçmenlerden oluşuyor.
AKP yandaşları, özellikle sosyal medyada boşuna konuşmuyor, Muhalefeti sandığa gömmektehditleri savururken... Seçim sandıkları, muhalefetle birlikte cenazesi kaldırılacak demokrasinin mezar adresi.
Bu komploya direnebilecek, karşı çıkacak ve sonuç alacak sesler nasıl düzmece suçlamalar, hileli kovuşturmalarla susturulup sindirildiyse; demokrasi de düzmece oylar ve hileli seçimlerle gömülecek.
İktidar, seçmen kitlesindeki hileli yüzdeyi ortaya çıkaracak, komployu önleyecek denetim ve yargı mekanizmasını da kilitledi. YSK, bağımsız değil. Anayasa Mahkemesi keza...
***
Türkiye’de silahsız, külahsız, halkoyuyla değişim isteyen demokratlar, AKP’nin henüz “Mostralıkolarak tahammül edip içeri tıkmadığı muhalifler ve muhalefet partileri, ne yapabilir, böyle bir oldu bitti karşısında?
Her şeyden önce AKP’nin toplumsal anlayışına taban tabana zıt bir vizyon edinmelidirler. Nedir AKP’nin toplumsal anlayışı? Kadınları ikinci plana itmekte cinsel ayrımcılığı kullanan, erkek egemen bir toplum değil mi nihai amacı? Zaten gerek demokrasi, gerekse laiklik de kadın ve erkeğin yasa önünde eşitliği, dolayısıyla dinden bağımsız bir eşitlik değil midir?
Öyleyse AKP’nin karşısına, kadın ağırlıklı bir söylem ve uygulamayla çıkılmalıdır. Ancak böyle tersine bir vizyon, iktidarın amacına taban tabana zıt bir Türkiye projesi, atılan gericilik temellerini sarsar ve bugün değilse yarın, gidişatı tersine çevirebilir.
Oysa, Türkiye’nin durumuna nüfusun yarısını oluşturan kadınlar açısından bakıldığında, AKP, CHP ile MHP’nin birer erkek egemenliği olduğunu, son toplamda hiçbir fark taşımadıklarını görüyoruz. Halen, paylaşalım ya da paylaşmayalım, savunduğu toplumsal görüşü, kadın temelinde düşünen tek parti BDP.

***
Dolayısıyla gerek CHP, gerekse MHP’nin kendi kafasında yapması ve zaten Türkiye’deki tüm erkek nüfusa örnek olması gereken bir devrim var: Egemenlik alışkanlıklarından, kadınlar lehine feragat.

Hele CHP’nin, erkek egemen yapılanmasındaki bu kafayı, eğer AKP’den farklı ve ilerici olduğunu kanıtlamak derdindeyse; eğer yenilenmek, umut olmak istiyorsa, hemen, derhal değiştirmesi gerekiyor! Çünkü CHP’nin son yıllarda çıkardığı en başarılı ve çalışkan milletvekili Emine Ülker Tarhan’ı, toplumdaki ağırlığı erkekağır topların önüne geçer korkusundan nasıl harcadığını unutmadık…
Önümüzde belediye seçimleri var. Pek çok CHP’li kadın da aday adayı. Erkek egemen CHP, kafasında bir devrim yapsa ve kadın adaylara ağırlık verse, hatta çoğunluk tanısa fena mı olur?

***
Örneğin Aylin Kotil. Sapına kadar CHP’li, dediği ve yaptıkları uyumlu, sahada inanılmaz bir enerjiyle çalışan, hatta seçim barajının düşürülmesi için tek başına İstanbul’dan Ankara’ya yürüyecek kadar gayretli bir idealist. Çok iyi bir milletvekili de olabilirdi, ama nedensegeçen seçimlerde aday gösterilmedi.
Şimdi Beyoğlu Belediye başkanlığına CHP’den aday adayı, Aylin Kotil. Üstelik, 1970 yılında Beyoğlu’nda doğmuş!

Bütün kültürlerin kavşağı, İstanbul halkını buluşturan çekim merkezi Beyoğlu, bir özgürlük alanı olması gerekirken; yolsuzluklar kadar, AKP’nin yasakçılığından ve Kasımpaşalı Ahmet Misbah Demircan’ın çapsız kafasından çok çekti.
CHP’nin Beyoğlu’nu yeni bir yüz, taze umutlar taşıyan Aylin Kotil ile kazanıp özgürlüğüne kavuşturması, ne kadar güzel olur…

G NOKTASI

1970 yılında Beyoğlu’nda doğan Aylin Kotil, İstanbul Üniversitesi İngilizce İktisat Fakültesi mezunu. ABD Strayer Üniversitesi’nden Kamu Yönetimikonulu yüksek lisans sahibi. Dinler tarihi ve siyaset tarihi üzerine çalışmaları var. Profesyonel yaşamı, eğitime adanmış bir kişilik. Özellikle okulöncesi çocukların eğitimiüzerine yoğunlaşan Aylin Kotil, 1996 yılında Ataköy ve Yeşilköy’de kurduğu Aylin Kotil Okullarını yönetiyor. Okulöncesi eğitimin yaygınlaştırılması kapsamında, Erzurum’da bir anaokulu yaptırdı. Beş yıl süreyle Cumhuriyet gazetesi Pazar ekine yazılar yazdı. “Benim İçin Ateş Yakar mısın?” başlıklı kitabında, hayata ve insana bakışını anlatıyor. Çeşitli sivil toplum kuruluşlarında yer aldı ve çalıştı. Aylin Kotil, kendisini bildi bileli seçim kampanyalarında görev aldığı, saha militanı olarak çalıştığı ve siyasal mücadelesinde varlığını adadığı CHP’nin, altı yıldan beri kayıtlı üyesi.

Yorgun Ulusların Bağrındaki yeni, Büyük ve taze Güç, Kadın halkıdır.”
MARCEL PREVOST  


***


Anayasa Dersleri…


Anayasa Dersleri…

Melih Aşık

Başbakan grup toplantısında 1921 Anayasası’nı övdü dün:
Türkiye ilk sivil anayasasını 1921 yılında yapmıştır. 1921 yılındaki o anayasadan sonra ne yazık ki bu derece katılımcı anayasa yapılmamıştır. Biz  tıpkı 1921 yılında olduğu gibi herkesin katkı verdiği, herkesi kucaklayan, herkesin diline, inancına, kimliğine saygı duyan sivil bir anayasa yapma arzusundaydık...
Başbakan’ın 1921 Anayasası’yla ilgili fazla bilgi sahibi olmadığı belli...
1921 Anayasası’na anayasa bile denmez... İlk Meclis içinde kurulan bir komisyon tarafından hazırlanmış, özel çoğunluk aranmadan, olağan bir kanun gibi kabul edilmiştir. Topu topu 24 maddedir. İçinde temel hak ve özgürlüklerle ilgili madde yoktur. İnanç, kimlik gibi konuları güvenceye alması söz konusu değildir.
Başbakan dünkü konuşmasında Anayasa Komisyonu çalışmalarına da nokta koydu ve ekledi:
Yeni anayasa hedefinden vazgeçmiş değiliz. Komisyondan sonuç çıkmasa da biz farklı yolları denemeye, Türkiye’nin ihtiyacı olan yeni anayasa için samimi şekilde çalışmaya devam edeceğiz.
Yani... AKP tek başına veya BDP gibi bir partiyi yanına alarak yeni anayasayı yapma çalışmalarını sürdürecektir. AKP’nin amacının bu olduğu baştan beri söyleniyordu.

Kıy-AK Vakıf!

Tasarının adı özetle; Anayasa Mahkemesi Vakfı. Meclis gündeminde olan tasarı geçerse vakfın kurulması için gerekli olan 50 bin lira Anayasa Mahkemesi bütçesinden sağlanacak. Yüce Mahkeme’ye yapılan başvurulardan alınan paranın yüzde 30’u vakfa kalacak. CHP Milletvekili Emine Ülker Tarhan, böyle bir vakfı temelden yanlış ve hukuka aykırı buluyor. Diyor ki:
Vakıf, toplumumuzda iyilik, fedakarlık, yardımseverlik gibi kavramları çağrıştırır. Normalde bir vakıf kurulurken kişiler kendi malvarlıklarından belli bir bölümü vakfa bağışlarlar. Oysa Anayasa Mahkemesi Vakfı’nda kurucular hiçbir fedakarlıkla bulunmamakta, başkasının parasını kullanmaktadır. Vakıf en başta bu yönüyle etiğe ve hukuka aykırıdır.

Tarhan’ın önemli bir itirazı daha var:

Vakfın en önemli gelir kaynağı, Mahkeme’ye bireysel başvuruda bulunacak insanlardan alınacak paradır. Yani adalet peşinde koşan, haksızlığa uğradığını düşünen herkes bu vakfı zorunlu olarak fonlayacaktır. Tabii bağış da yapılacak. Mahkeme’ye bireysel başvuru yapan kişi vakfa bağışta bulunursa bu Mahkeme’nin vereceği kararı baştan tartışmalı hale getirmez mi? İstediği kararı çıkartamayanlar, bağışta bulunmadıkları için sonucun bu olduğunu iddia ederlerse ne olacak?
Vakıf açıkça hak arayanları haraca kesecek...

ŞAK

Başbakan grupta konuşuyor... Tribünlere toplanmış şakşakçılar ikide bir sözün arasına girip “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye tempo tutuyor. Son derece sakil bir manzara. Dünya lideri olduğunu söyleyen Başbakan bu tezahürata ihtiyaç mı duyuyor? Öyle  görünüyor. Aynı tezahürat manzarası CHP grubunda da yaşanıyor. CHP’li vekiller grup toplantısına zamanında yetişemezse içeri girmiyor. Çünkü yerleri mutlaka izleyicilerce kapılmış oluyor. Grup konuşmaları naklen veriliyor. İsteyen dışarda dinleyebilir. Partilerin bu toplantılara izleyici almaması gerekir. Ama bu şovdan medet umuyor her iki parti... Yakışmıyor...
Erdoğancılarla -Gülenciler birbirini yemeye başladı!
Yedirmeyiz” faslı da buraya kadarmış!

* * *
Arınç “Terörle Mücadele Kanunu’nu kaldırabiliriz” diyor. İktidar teröristlerle müzakereye oturup muhalifleri düşman bellediğine göre...
Terörle mücadele yerine... “Muhalefetle Mücadele Kanunu” çıkarmalı...

Akif Kökçe


Emniyet kaynaklı Gezi istatistikleri gazetemizde yayımlandı. Gezi’ye katılan vatandaş sayısı 3 milyon 600 bin olarak belirlenmiş ki... Bu sayı ülkemizde aktif muhalefet yapma cesareti gösterenlerin sayısının hayli büyük olduğunu gösteriyor. Verilen bir başka bilgiye göre... Gözaltına alınanların yüzde 78’i Alevi’dir.
Soru: Neden çoğunluk Alevi?
Emniyet önceden yapılmış fişlemeye göre mi hareket ediyor?
Gözaltına özellikle Alevi olanlar mı alındı?
Ayrıca gözaltına alınan insanların Alevi olup olmadığı nereden biliniyor?
Kimsenin kimliğinde Alevi olup olmadığı yazmadığına göre... Bu istatistik nasıl oluşturuldu?

***




Kandil'e Giden CHP'li ve Gerici-Bölücü ittifak!..



Kandil'e Giden CHP'li ve Gerici-Bölücü ittifak!..,



Mehmet Faraç

İstanbul'un Avrupa yakasındaki ilçelerinden birinde belediye başkanlığı yapan bir zatın bir süre önce PKK'nın Kandil'deki üssüne giderek örgüt militanlarından seçim desteği istediği medyaya yansıyınca parti tabanı büyük şok yaşamıştı...
CHP yönetimi; bir süre önce affedilerek partiye yeniden alınan bu kişinin, PKK ile ittifak girişimi konusunda ne ilginçtir ki bir açıklama yapmadı... Medyadaki vahim haberlere bakılırsa, PKK'lılar Kandil'e giden CHP'liye yüz vermeyince o da geri dönmek zorunda kalmış...

Ana muhalefetin BDP'ye "İstanbul'da 4 belediye başkanlığı" önerdiği iddialarının tabanda yarattığı infial ise sürüyor...

Kılıçdaroğlu'nun çevresindeki isimlerle Mustafa Sarıgül'ün, bir yandan cemaatle diğer yandan da PKK'nın legal partileriyle ittifak yapacağı iddiası büyük tepki çekerken ne ilginçtir ki CHP yönetiminde derin bir suskunluk hakim!..
Suskunluk devam ettikçe gerici-bölücü çevrelerle "gizli ittifak" yapıldığı iddiası daha da güçleniyor ve partiye oy veren kitlelerin öfkesi büyüyor, istifalar yaşanıyor...
PKK yanlısı BDP- HDP hattı ise bu suskunluğu CHP'ye taarruza dönüştürmüş... Halkların Demokratik Partisi'nin (HDP) İstanbul'da yaptığı toplantıda da "CHP ile ittifak" meselesi tartışılmış...
Örneğin HDP Eşbaşkanı Ertuğrul Kürkçü, CHP tabanının, CHP yönetimini ittifaka zorladığını öne sürmüş!..
Kimlermiş bu CHP tabanı doğrusu merak ettik?.. Sakın ola; "ABD oluyorsa, Türkiye Birleşik Devletleri de olur" diyebilen Mustafa Sarıgül zihniyeti olmasın?...
CHP ve Sarıgül gibiler bu kafayla giderlerse, görünen o ki her ilçede "Milli Merkez" güçlenecek ve "cumhuriyetçi güçbirliği" adayları ortaya çıkacak...
Doğrusu cumhuriyetin kuşatıldığı, laikliğin tehdit altında olduğu bir dönemde, bölücü-gerici ittifaka karşı ancak "Atatürk'te birleştik" stratejisi seçenek olabilir ki, CHP tabanı da zaten bunu çok iyi görüyor...

NATO kafa!..

NATO'nun, "Arap Baharı" safsatasıyla Libya lideri Muammer Kaddafi'yi teröristlerin kucağına attırarak linç ettirmesinin üzerinden iki yıl geçti...
Kaddafi, Ekim 2011'de öldürülünce ülkeye demokrasi geleceğini zanneden zavallılar, yarattıkları kan bataklığını izlemekle yetiniyorlar...
Başıboşluk ve kaos sürerken ülkenin güneyindeki bedeviler, rejime isyan ederek özerklik talebinde bulundu... Libya'da şeriat rejimi kurmak isteyen dinci gruplar ise iki yıldır ordu güçleriyle savaşıyor...
Geçen yıl Bingazi Konsolosluğu baskını sırasında ABD elçisi Chirs Stevens'ın da öldürülmesinden sorumlu olan El Kaide bağlantılı radikal İslamcı Ensar el-Şeria militanları hükümete karşı isyana öncülük ederken, şeriat peşinde koşuyorlar... Ve işte bu sırada Libya'da her gün onlarca kişi katledilirken, ülke hızla iç savaşa sürükleniyor...
Anlayacağınız, Bağdat'ın işgalini izlemekle yetinen Iraklılar nasıl Saddam Hüseyin'i arıyorlarsa, Kaddafi'nin linç ettirenler de eski Libya'yı özlüyor...
Demek ki neymiş; ulus olarak NATO'nun ve emperyalizmin gazına gelerek kendi liderini, başkasının ipiyle ölüme göndermeyeceksin!.. Olmuyor yani başkasının kucağında "demokrasi", olmuyor!..

El Kaide Turka!..

Gaflet yalnızla emperyalizmin ayak seslerine alkış çalmakla sınırlı değil elbet... Örneğin işbirlikçilerin işgaline katkı için kendi ayaklarıyla komşu ülkelere koşanlara ne demeli?..
İçişleri Bakanlığı, Suriye'de terörist grupların iç savaş çıkartma çabalarıyla ilgili ürkütücü bir rapor hazırlamış... Rapordan da anlaşılıyor ki, El Kaide sempatizanı 500 kadar Türk de, Suriye'ye giderek Esad'ı devirme ya çalışan şeriatçı El Nusra Cephesi ve "Irak-Şam İslam Devleti" saflarına katılmış...
Hani şu Suriye sokaklarında kafa kesen, öldürdükleri insanların kalplerini yiyen militanlar var ya, Türk El Kaideciler ne yazık ki onlarla birlikte savaşıyormuş!..
Bakanlığın raporuna göre 500 Türk militan Afganistan ve Pakistan'daki kamplarda eğitilmiş ve bunların 75 kadarı da Suriye'deki çatışmalarda öldürülmüş...
Peki geriye kalanlar?.. Bir süre sonra Suriye huzura kavuşunca bu Türk militanlar ülkelerine geri dönerler ve faaliyetlerine devam ederler!.. İşte o zaman 2003'te İstanbul'da yapıldığı gibi El Kaide yine kamyonlara birer ton patlayıcı yerleştirerek sinagogları, konsoloslukları ve banka şubelerini havaya uçurur mu acaba?.. Çünkü Türk güvenlik güçleri; 2003'te, İstanbul'daki 4 intihar saldırısında 60'tan fazla yurttaşı öldüren El Kaideciler'i de yalnızca izlemekle yetinmişti!..
Umarım tarih yeni canlı bomba eylemleri konusunda da tekerrür etmez ve Suriye'de büyüyen terör Türkiye'yi vurmaz!..

Kırık ayna!..

Lütfen siz de çevrenizdekilere sorun bakalım aynı tepkileri alacak mısınız?.. Çünkü son haftalarda kiminle konuştuysam aylardır televizyonda haber izlemediğini söyledi... Bazı insanlar 2011 Haziran'ındaki son genel seçimlerden bu yana habere olan ilgilerini kestiklerinden yakındı...
Bu tepkinin en az üç nedeni var... Mesela Ulusal Kanal, Halk Tv ve Kanal B dışındaki televizyonların neredeyse tamamı iktidarın borazanına dönüşmüş... Haberlerde sürekli AKP'nin propagandası yapılıyor...
"Gezi" olayları sırasında görülen penguen televizyonculuğu ise yandaşlığın zirvesine dönüşünce, halkın televizyonlara ambargosu büyümüş...
İkinci gerekçe toplum psikolojisinin bozulduğunu da kanıtlıyor... Çünkü halkın işsizlik ve geçim sorunları yerine trafik kazalı, cinayetli, vurdulu kırdılı suçlarla ilgili sinir bozucu haberler ve magazincilik yapılması da insanları ekrandan uzaklaştırıyor...
2011 seçimlerinde AKP'nin üçüncü kez tek başına iktidara gelmesinin ardından halkın umudunun tükenmesi de, insanları siyasetin rehin aldığı güncel olaylara duyarsız hale getirmiş...
Çevrenizdeki insanların neredeyse dörtte üçü televizyon haberleri izlemiyor hale gelmişse aslında bu da toplum psikoloji açısından önemli bir haber konusudur... Ancak eminim bu konudaki bir haberi yapacak yandaş televizyon kanalı kesinlikle bulunamayacaktır!..
Çünkü memlekette habercilik adına ahkam kesen en az 50 tane "beyaz cam", kırık bir ayna kadar gerçeği gösteremeyecek kadar zavallılaşmış!..


***


Önce o “ Sıradan Orta Asya Ülkeleri ” Kadar olsak da sonra Burun Kıvırsak



Önce o “ Sıradan Orta Asya Ülkeleri ” Kadar olsak da sonra Burun Kıvırsak


Selcan Taşçı

Bir panik, bir panik; Şanghay İşbirliği Örgütü’nü ağza almak bile Türkiye’yi demokrasiden uzaklaştırmak demekmiş. 
Yıkılmadı gitti şu  “naif, elit, çıt kırıldım, nazik, kibar, entelektüel, medeni, demokrat, centilmen, şövalye(!), sütten çıkma ak kaşık, masum Batı”, “hunhar, cani, barbar, vahşi, ilkel, cahil, yobaz, diktatör Doğu” ya karşı önyargısı.
Bir kerecik bile sormak aklına gelmez mi insanın;
Doğuya gittikçe demokrasiden uzaklaşacağı varsayılan bir ülkede, nasıl oldu da bütün darbeler “Batı” eliyle yapıldı?
Aydın”larımızın, hâlâ bu zırvalıklarla oyalandığını ve gerçeği ve zamanı ve tarihin “aslında ne oluyor” faslına tanıklık etme şansını kaçırdıklarını görüyorlarsa, Adnan Menderes’ten tutun da Bülent Ecevit’e kadar sağdan, soldan kim bilir kaç siyasetçi mezarlarında ters dönüyordur şimdi!
Salvador Allende’den Ngo Dinh Diem’e ne kadar  “Batı’nın demokrasi cinayeti maktülü” varsa, kahroluyordur:
-  Aaaah ah; keşke bizde de mezarlarımızdan çıkıp, darbecilerimizle hesaplaşma çağrısı yapan olsa!

***
Komedi olur; tabii ki tutup da Çin’in, Rusya’nın; hatta örgütteki Türk devletlerinin insanlık aleminde birer “demokrasi anıtı” olarak yükseldiklerini iddia edecek değilim!
Ama ABD’nin Irak’a götürdüğü kadar, Afganistan’a götürdüğü kadar da mı demokrasileri yok yani!
Guantanamo’dan, Ebu
Garip’ten beter midir mesela cezaevleri?
Demokrasi” nin kutup yıldızı ABD mi, AB mi, Fransa’dan İsveç’e kadar teker teker “soykırımcı” Avrupa ülkeleri mi?
Putin kötü, fena, yaklaşmayalım aman ha da;
Beyzbol sopasıyla mesaj yollayan Obama mı iyi!

***

Sıradan bir Orta Asya ülkesi olmayalım” mış;
Tamam.
Sıradışı”  bir Orta Doğu ülkesi mi olalım;
Pakistan mesela!
Libya?
Mısır?
Dünyayı yönetmek için seçildiklerine”  inanan bir avuç ruh hastasının kuklası mı olalım peki?
Yugoslavya modeli hoşunuza gider mi?

***

Ne Şanghay; ne Washington, ne Brüksel;  “demokrasinin olduğu yer” diye bir coğrafya yok yer kürede;
Milli menfaatlerin olduğu yer”  var; tabii görebilene, cesaretle izini sürebilene!
Yüzümüzü Washington’dan Moskova’ya, Pekin’e dönmek değil, konjonktüre Ankara’dan bakabilmeyi becermek bütün mesele!
Ha yegane derdiniz  “demokrasi” ise de;
Tek kutuplu dünya”  önkabulünden daha  “anti-demokratik”  bir tutum olabilir mi; biraz düşünün bence üzerinde!

***
Keşke, “milli güvenliği” söz konusu olduğunda  “düşmanından izin almak zorunda”  olmadan tatbikatını da yapabilen, ülkesini  “işgal karargahı”  olarak kullanan yabancı askerleri kapı dışarı da edebilen, en önemlisi  “dünyanın tek efendisi vardır ve diğerlerine düşen biattır”  mantığını reddeden o  “sıradan Orta Asya ülkeleri” kadar olabilsek de sonra burun kıvırsak  “demokrasi”lerine!
Bir ucu PKK; öteki Vatikan’da...
Bence alın elinize birer kase çekirdek -patlamış mısır da olur- çitleye çitleye izleyin!
Kavga” dediğinin bir raconu vardır; bu bildiğin Laurel-Hardy itişmesi. Gülünç yani!
Dershane meselesini diyorum;  “Ya Allah” deyip kılıçları çektiler,  “Vira Bismillah”  diye donanmaları suya indirdiler de cenge girdiler ya;
Aaaa bir baktık “cephe” diye seçtikleri gazeteleri “ağlama duvarı” na çevirdiler iki haftada.

Onurlu bir hadisedir “kavga” esasında;

Çıkarsın “er meydanı”na, dövüşülecek mi dövüşürsün, çarpışılacak mı çarpışırsın; göğüs göğüse mi göğüs göğüse!
Bileğinin hakkı” diye bir şey var nihayetinde;
Kazanırsan ne ala. Kazanamazsan... O zaman, bükemediği bileği öpmek düşer kaybedenin payına... Bakın ateşkes metinlerine; devletler arasında bile böyledir uygulama.
Ama nerdeee “kaybetmeyi göze alarak” kavgaya tutuşacak o yürek “yandaşlık”la varolmuş kalemşorlarda;
İdeoloji yok ki, inanmışlık, adanmışlık yok ki; “menfaat” çoğunluğunu bir arada tutan ortak payda.

Eh böyle olunca da, bir gün biri  “kıymayın” diye gözyaşı döküyor, öbür gün diğeri “Mavi Marmara’daki Yunanlının, Gazze’deki yetimin, Arakan’daki gencin, Myanmar’da katledilenlerin umudu, BM önündeki “Rabia”ların, Gazze’deki yetimin sesi Erdoğan”a reva mı diye dövünüyor...
Buyrun şu ana kadarki en tesirli, en sarsıcı, en yıkıcı iki taarruz emri:
- PKK kadar hatırımız yokmuş!
Ve;
- Diyalog adına Vatikan’la görüşen bir ekol, ısrarla Başbakan’la diyalog kapılarını kapatmaya çalışıyor!
Bir taraf  “PKK’dan esirgenmeyen muhabbet”e hasret, öteki  “Vatikan’dan esirgenmeyen”e...
Tencere dibin kara seninki benden kara...
Hâlâ emin misin “taraf” olmak istediğine bu içi boşaltılmış kavgaya!
Seç, beğen, al vatandaş diyeceğim ama biraz olsun aşinaysam değerlerine, iki ucu da uymaz sana!


***


Erdoğan Zor Durumda




Erdoğan Zor Durumda


Rifat Serdaroğlu

Salı günleri AKP Grup toplantılarında yaşanan kakofoninin yeni bir çeşidini daha yaşadık. Televizyonlara yapılan baskılar o kadar artmış ki, İl Belediye Başkan Adayları tanıtılmasını bile Arap Müziği eşliğinde-görüntülü olarak yayınladılar.
Bu arada Erdoğan’ın tarih cahili olduğu ve kendisinden başka imam tanımadığı bir kez daha ortaya çıktı. Kurtuluş Savaşı Kahramanlarından “Sütçü İmam’ı” , “Sütçü Nine” yapıverdi!

Erdoğan’ın telaşından anlaşılacağı gibi önümüzdeki “Yerel Seçimler” var olup, olmamak mücadelesi olarak geçecek. AKP ve Erdoğan bu seçimlerde her türlü devlet olanaklarını utanmadan yine kullanacaklar.

Ne yaparlarsa yapsınlar, Valileri İl Başkanı-Kaymakamları İlçe Başkanı olarak kullansınlar, Suriyeli kaçakları seçmen yapsınlar, istedikleri kadar gıda-giyecek-beyaz eşya dağıtsınlar, bu defa Türk Milleti o kahredici şamarını bunların suratına indirecek ve tarihin derinliklerine gönderecektir.
Türk Milleti bu seçimlerde şunları düşünerek oy kullanacaktır;

*Türk Milleti, Vatan Savunması uğruna şehit verdiği evlatlarının katillerini besleyip barındıran, katillerin ellerine silah verip çoluk-çocuk, yaşlı-genç demeden insanlarımızın üzerlerine saldırtıp öldüren eşkıya başı eli kanlı
Barzani ile Erdoğan’ın birbirlerine sevdalanıp sıra gecelerinde aşk yaşamalarını asla unutmayacaktır!

*Türk Milleti, 54 bin insanımızın canını alan PKK Narko-Terör örgütünün başı Öcalan’ı, Türk Devleti ile muhatap haline getiren AKP ve Erdoğan’ı asla unutmayacaktır.

*Türk Milleti, Irak’ta 1,5 Milyon Müslümanı öldüren, on binlerce Müslüman kadın ve kıza tecavüz eden işgalci Amerikan Askerleri için, “Sağ salim ülkenize dönmeniz için gece-gündüz dua ediyorum” diyen BOP Eşbaşkanı Başbakan Erdoğan’ı asla unutmayacaktır.

*Türk Milleti, Libya’nın tüm yeraltı-yerüstü zenginliklerinin küresel çetenin eline geçmesinin ve yüzbinlerce Libyalı Müslümanın öldürülmesinin ayakçılığını yapan Erdoğan’ı asla unutmayacaktır.

*Türk Milleti, ABD-Cemaat-AKP ortaklığıyla sahte deliller üreterek Türk Ordusu Komuta Heyetinin yarıdan fazlasının zindanlara atılmasını ve bu rezil oyuna malzeme olan emekli ordu mensuplarını asla unutmayacaktır.

*Türk Milleti, Müslümanların sadaka paralarını dolandırıp bu paraların bir kısmını siyasette, bir kısmını ise metresleriyle kullanan “Sadaka Hırsızlarını” asla unutmayacaktır.

*Türk Milleti, İsviçre Bankalarında milyarlarca dolarlık 8 tane hesabı bulunanı da, Türk Milletini Uluslararası Tefecilere kurban ettirenleri de asla unutmayacaktır.

*Türk Milleti, gencecik çocuklarımızı polislere öldürten, gözlerini çıkartan, işkenceye tabi tutan zalimleri asla unutmayacaktır.

*Türk Milleti, ellerinde kan, ekonomilerinde haram, iktidarında zulüm olan AKP ve Erdoğan’ı asla ve asla unutmayacak ve “Sandık” önüne geldiğinde hesabını mutlaka soracaktır.

Anasından her er doğan, delikanlı olmuyor ki, Türkiye’nin şansına da böyle çakma bir er doğan düştü. Yetti artık, badem takımı Türkiye’nin geleceğini karartmak üzere, süpürün deliğe!


***

İktidar Olmanın Yolu



İktidar Olmanın Yolu

Saadet Pesen

“Amerika’nın istemediği hiçbir siyasi güç, iktidar olamaz!”
“Önce Amerika’ya danışmak gerek!”
“Amerika istemiyorsa, iktidar bir hayaldir…”
“Kim Amerika’ya yakın duruyorsa, iktidar olacak demektir…”
Yakın zamana kadar söylenenler ya da duyduklarımız bunlardı.
Peki, gerçekliği var mıydı bu söylenenlerin?
Elbette.
Süleyman Demirel’den başlarsak, Özal, Çiller…
Devam edelim;
BOP Eşbaşkanı R T Erdoğan, milletvekili bile değilken;

  • Beyaz Saray tarafından davet edilir.
  • Haa, kendileri “Beni destekleyin” mesajını vermişti önceden, mektubunu yazmıştı.
  • R T Erdoğan’ın Başbakan ve A Gül’ün de Dışişleri Bakanı olacağı 1995’te planlanmıştı.
  • Gerçekleşti mi?

Gerçekleşti.

Hatta her iki taraf da “Yetmez” dediler ve BOP Eşbaşkanlığı konusunda anlaştılar.
Diyorlar ki; “Amerikalılar mı geliyor da oy kullanıyorlar?”
Amerikalıların ülkemize gelmelerine gerek yok! Bu işlerin,  masrafsız, kolay ve
milletimizi  tanıyanlarca yapılmasının en uygun yol olduğunu biliyorlar emperyalistler. Mustafa Kemal Atatürk boşuna mı; “İktidar sahipleri, şahsi çıkarlarını, düşmanların siyasi emelleriyle birleştirmiş olabilirler…” tespitini yapmış ve gençliği uyarmış?
Elbette Amerikalılar gelip oy kullanmıyorlar. İşbirlikçileri yeter!
Doğrudur, iktidar olmanın yolu Amerika’ya yakın olmaktan geçer-di!
Amerika, dünyanın süper gücüydü.
Ekonomik üstünlüğü vardı.
Dünyanın her tarafına uzanabilen eli çoook uzundu.
Tek kutuplu dünya” tanımı yapılıyordu…
Devran döndü. “Tek kutuplu dünya” dönemi bitti.
Amerika “Süper Güç” olma özelliğini yitirdi.
Sesi soluğu çıkmaz oldu. Çıksa da duyulmaz oldu. Duyulsa da etkisiz oldu.
Bağımsızlık”,Kurtuluş” ve “Devrim” sesleri yükseldi. BRİCS ve Şanghay Örgütlenmeleri biçiminde birliktelikler oluştu.
Şimdi artık etken ve etkin olan; “Millet’in Sesi” oluyor.
Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 24 Müslüman ülkenin sınırlarını değiştirme projesi olan BOP çöküyor. Ortadoğu halkları “ABD ülkemizden defol” diyorlar.
Amerika ve Avrupa emperyalizmine meydan okuyorlar.
Biz bize yeteriz. Bizi bölemeyeceksiniz. Kendi kendimizi yönetebiliriz. Gölge etmeyin, başka ihsan istemeyiz…” diyorlar.

Şartlar böyle iken;

Amerika’ya sıklıkla yapılan ziyaretler,
F tipine sadakat söylemleri,
Amerika ve Avrupa sömürgenlerinin aktörleri olan bölücülerle “Seçim ittifakları”,
AKP iktidarını yıkmak bir yana, gerçekte  “İktidar olmak” niyetlerinin olmaması nedeniyle, her tutum ve söylemleriyle ve âdeta AKP’ye hizmet eden politikaları,
Halka güvenmeyen, onu sadece “Oy deposu” olarak gören anlayışları, onları “İktidar” yap-ma-ya-cak-tır!

Halkına güvenen,

Haziran eylemleri” ile ülkesine, milletine sahip çıkan,
En son milyonlarla Atatürk’üne yürüyen,
İşçinin, köylünün, esnafın, memurun-öğretmenin, öğrencinin birlikteliğiyle “Cumhuriyet değil AKP Yıkılacak” diyen ve “Hükümet İstifa” haykırışlarının sahipleri, milyonlarla buluşan siyasi irade “Atatürk’te Birleşerek” İKTİDAR o-la-cak-tır!

Tek yol budur!



***