TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA DAVUTOĞLU DÖNEMİ: 2009 DEĞERLENDİRMESİ. BÖLÜM 3
Davutoğlu’nun Dış Politika Vizyonu
Davutoğlu’nun dış politika vizyonu “Stratejik Derinlik” konsepti etrafında şekillenmektedir. Davutoğlu’na göre konsept üç temel boyuta sahiptir. Birinci boyut iç politika ve Türkiye siyaseti ile ilgilidir. Davutoğlu’nun vizyonu iç politikada istikrar, güvenlik ve demokrasinin bir arada olmasını öngörmektedir. Buna göre, güvenlik ve demokrasi bir diğeri için feda edilmemesi gereken kavramlardır.
Bu kavramların bir arada bulunmaları için siyasi istikrar olmazsa olmaz bir koşul olarak göze çarpmaktadır. 2002 yılından bu yana ülkede tek parti yönetiminin olması bir anlamda bu koşulu sağlayan bir durumdur. Diğer taraftan, toplumsal barış, devlet ve toplum arasında güven tesisi ve güçlü bir ekonomi ihtiyaç duyulan diğer durumlardır.
Tam bu noktada ikinci boyut olan mücavir bölgelerle bütünleşme devreye girmektedir. İçeride sorunlarını çözerek özgüven sağlayan Türkiye, ancak bölgesel ölçekte etkili hale gelebilir. “Stratejik Derinlik” vizyonu bir anlamda tarih ve coğrafyanın anlamını yeniden yorumlayarak mücavir bölgelerle ilişkileri geliştirmenin önündeki en büyük engel olan psikolojik bariyerleri ortadan kaldırmaktadır.
Bu bariyerleri kaldırmanın ötesinde bölgede acı hatıralarla şekillenen tarihi hafızayı pozitif anlatılarla şekillendirmeye çalışmaktadır.
“Stratejik Derinlik”in ufkuyla Ortadoğu’dan Balkanlar’a karşılıklı işbirliği ve güven üzerinden kurulu yeni bir algı ortaya çıkmaktadır.
Son boyut ise mücavir bölgelerle bütünleşmiş Türkiye’nin küresel ölçekte tesir icra edecek hale gelmesidir.
Bu alanda ise Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi üyeliği, G-20 üyeliği ve Medeniyetler İttifakı gibi girişimleri göze çarpmaktadır.16
Türkiye, demokratik reform süreci ve gelişen ekonomisinin sağladığı imkânlar sayesinde bölgede barışı destekleyen bir güç haline gelebilmiştir. Davutoğlu’nun dış politikada belirleyici bir konuma gelmesinden önceki dönemde, Türkiye’de güvenlik büyük ölçüde bir iç politika sorunu olarak değerlendirilmekteydi. Dış politika iç politikanın uzantısı olarak görülüyordu. Bu tutum, iç sorunların dışsallaştırılması ve Türkiye’nin sınırları ötesinde içeride yaşanan sıkıntılara kaynak teşkil edecek düşmanlar aranması eğilimiyle pekişiyordu.
Bazı durumlarda dış etmenler gerçekten de iç sorunların doğmasına etki etmekteydi. Ancak siyasetçiler bu etmenleri abartarak ya da kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde yönlendirerek güçlü konumlarını muhafaza ediyorlardı. Davutoğlu, dış politikasını Türkiye’nin komşularını dışlayan tutumunu sona erdirecek yeni bir coğrafi tahayyüle dayandırdı. Davutoğlu’nun dış politika vizyonunun önemli unsurlarından biri, özellikle Orta Doğu’ya yönelik olumsuz kanıları ve ön yargıları geçmişte bırakmaktı. Bu tutumun sonucu olarak, Türkiye
dış politikasını iç politikasından ayırmayı başardı.17
Davutoğlu’nun dış politika vizyonu sayesinde, Türkiye’deki siyasetçilerin ezberi bozulmuş ve zihinlerinde bölgedeki ülkelere ilişkin geçmişten farklı varsayımların canlanması sağlanmıştır. O halde temel soru, Türkiye’nin dış politika seçimlerini şekillendiren bu düşünce değişikliğinin temelinde ne yattığıdır. Davutoğlu’nun yeni dış politika vizyonu, Türkiye’nin sınırdaş olduğu bölgeler ve uluslararası
ilişkileri bağlamındaki rolünün, yani “stratejik derinliğinin”, siyasetçilerin zihinlerinde var olan vatan/yurt sınırlarının dışında yeniden tanımlanmasını sağlamıştır. Bu yeni vizyonla birlikte, Türkiye’nin komşuları ile kurduğu ilişkilerin fiziksel sınırları ortadan kalkmıştır.
Bölgeye yönelik politikaları oluştururken ulusal çıkarların tehdit altında olduğu algısı ile hareket etmenin yarattığı sıkıntı ortadan kalkınca ‘sınır çizme ve ötekileştirme’18 arasındaki ilişki de anlamını yitirmiştir.
Davutoğlu’nun vizyonu Türkiye’nin ulusal güvenlik kültürünü ve jeopolitik dengelere yönelik hâkim anlayışı derinden etkileyecek ve böylelikle siyasetçilerin ufukları genişleyecek ve dış politikada yeni tutumlar geliştirilecektir. Değişim, ulusal düzlemdeki dönüşümü genel olarak değerlendiren ve dönüşümün siyasi, ekonomik ve kültürel öğelerinin her birinin dış politikayla kuracağı ikili ilişkileri içeren çok taraflı bir çerçeveyle ifade edilebilir. Örneğin daha güvenli bir ulusal ortam ile özgüveni yüksek bir dış politika anlayışı yapıcı bir ikili ilişki kurabilecektir. Bu süreç, ulusal güvenlik anlayışının oluşturulma yöntemini yeniden tanımlayacak ve dış politika yapma sürecine yeni etmenler ekleyecektir. Kirişçi’nin söylediği gibi, Türkiye’deki siyasetçilere göre, “siyasi gelişme, ekonomik kabiliyet, toplumsal dinamizm ve yurtiçinde İslam ile demokrasiyi aynı anda yaşatabilme yeteneği”19
Türkiye’yi komşu bölgelerinde ve Afrika ve Asya’daki uzak bölgelerde faal ve etkin politikalar geliştirebilecek ve uygulayabilecek bir güç haline getirmiştir.
Davutoğlu, Türkiye’nin komşu bölgelerinin dışında daha geniş bir coğrafyada güvenlik, istikrar ve refaha katkıda bulunmayı vaat ettiğini söylemektedir. Örneğin, Türkiye’nin Afrika kıtasına yönelik geliştirdiği yardım politikalarına ilişkin olarak şunları belirtmektedir:
“Afrika’yı ihmal eden bir ülkenin uluslararası alanda önemli bir konumda olması imkânsızdır”.20 Türkiye’nin bu bölgelere yönelik ilgisi iç politikasını rayına oturtması, uluslararası ilişkilerinde özgüvenini yükseltmesi, evrensel bir dış politika vizyonu geliştirmesi ve dünya politikalarında liderlik hedefini belirlemesini takiben filizlenmiştir.
Ahmet Davutoğlu’nun da vurguladığı gibi:
Coğrafi açıdan Türkiye çok ayrıcalıklı bir konuma sahiptir. Afro-Avrasya bölgesinin ortasında yer alan Türkiye, tek bir kimliğe indirgenemeyeceğinden birçok bölgesel kimliğin bir araya geldiği bir merkez ülke olarak tanımlanabilir. Rusya, Almanya, İran ve Mısır gibi Türkiye de gerek coğrafi açıdan gerekse kültürel açıdan salt bir bölgeyle ilişkilendirilemez. Türkiye’nin bölgesel çeşitliliği ona pek çok bölge arasında manevra kabiliyeti sağlamaktadır. Dolayısıyla Türkiye komşu bölgelerinde bir nüfuz sahasına sahiptir.21
Stratejik Derinlik22 adlı eserinde Davutoğlu’nun ustaca ortaya koyduğu gibi, her ne kadar Türkiye’nin diğer ülkelerle arasındaki mesafe aynı kalsa da, Türkiye’nin komşu bölgeleri ile arasındaki tarihi ve kültürel bağların farkına varılması sayesinde, bu coğrafyadaki ülkelerle ilgili yeni algılama biçimleri gelişmekte ve yeni bir coğrafi tahayyül oluşmaktadır. Bu coğrafyadaki ülkelerle geçmişte iletişimi zorlaştıran mesafe ve diğer engeller artık siyasetçiler ve halk nezdinde geçerliliğini yitirmiştir. Bu süreçte, komşu bölge ülkelerinin Türkiye’ye ‘yakınlığı’ yeniden keşfedilmiş ve komşuluk ilişkilerinin yitirilmesinden önceki dönemdeki olumlu iletişim hatırlanarak, ortak kültür ve medeniyet mirası ortaya çıkarılarak ve ortaklık olasılıkları araştırılarak bu ülkelerin Türkiye’nin kendilerine yakınlaşmasına ne denli ‘açık’ oldukları görülmüştür. Davutoğlu’nun ‘sıfır sorun’ politikası adını verdiği, Türkiye’nin komşularına yönelik yeni politikası
komşuları ile sorunlarını mümkün olduğunca azaltmayı hedeflemektedir.23
Dışişleri Bakanlığı çevrelerinin söylemlerinde Asya ve Afrika’nın anlamlarının değişmiş olması, güç ile coğrafya arasındaki dinamik ilişkinin göstergesidir. Türkiye daha geniş bir coğrafyanın içinde ve yeni bölgelerin bir parçası olacak şekilde kendini yeniden konumlandırma sürecine girmiştir. Türkiye’nin dışişleri ve güvenlik elitleri ve hükümet yetkilileri de Davutoğlu’nun vizyonunun sağlamasını yapmışlardır. Başbakan Tayyip Erdoğan, Davutoğlu’nun stratejik derinlik söylemine referans vererek “İstanbul yalnızca kıtaların birleştiği bir merkez değil, aynı zamanda medeniyetlerin buluşması ve sentezinin bir sembolüdür”24 demiştir.
Erdoğan, İstanbul’u geniş bir coğrafyanın merkezine oturtarak Türkiye’nin coğrafi ve kültürel mirasını daha kapsamlı bir bölgesel çerçevede anlamlı kılmıştır.
Davutoğlu’na göre ayrıca,Türkiye’nin Şili’den Endonezya’ya, Afrika’dan Orta Asya’ya ve AB’den İslam Konferansı Teşkilatına kadar uzanan geniş bir coğrafyada kurduğu ilişkiler, bütüncül bir dış politika yaklaşımının parçası olacaktır. Bu girişimleri sayesinde 2023’te yüzüncü yılına yaklaşırken Türkiye
Cumhuriyeti küresel bir aktör olmaya daha yaklaşacaktır.25
Bu zihniyet sayesinde Türkiye, Afrika’dan Uzak Doğu’ya ve ötesinde uzanan coğrafyada etkin bir oyuncu haline gelme yolundadır.
Davutoğlu’nun yeni dış politika vizyonunu eleştirenler, genelde kendisinin Yeni Osmanlıcılık (Neo-Ottomanism) akımını takip ettiğini ve dolayısıyla eskiden Osmanlı İmparatorluğu’na ait topraklara yönelik dış politika faaliyetlerini geliştirdiğini öne sürmektedirler.
Aslında Davutoğlu’nun önermeleri eski Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın dönemindeki dış politikalar ve AK Parti’nin takip ettiği hükümetin AB üyeliğine doğru attığı cesur adımlarla aynı çizgide devam etmektedir. Dış politikadaki bu eğilimleri daha da öteye taşıyarak Davutoğlu, aslında daha kapsamlı bir dış politika yaklaşımı oluşturmuş ve Türkiye’nin ulus-devlet sonrası dönemde küreselleşmenin meydana getirdiği sorunlarla mücadele edebileceği siyasa araçları geliştirmiştir. Davutoğlu’nun ulusal egemenliği gözetmek kaydıyla,
sınırları uygulamada (de facto) anlamsız hale getirmeye yönelik yaklaşımı Osmanlı İmparatorluğunun arka bahçesi sayılabilecek coğrafyaya dönmeyi gerektiren jeo-politik zorunluluklar doğurmaktadır.
İbrahim Kalın’a göre, “Türkiye’nin çağdaşlık ötesine geçişi (post-modernity) Osmanlı İmparatorluğu tarihinde gömülüdür”.26 Ne Osmanlı tarihini hiçe sayan ne de Türkiye tarihini Osmanlı dönemine indirgeyen Davutoğlu’nun komşu ülkelerle ortak tarihi ve kültürel bağlantıları vurgulaması, Türkiye’nin sınırlarındaki bölgelerle ilişkilerini kolaylaştırmıştır. Örneğin, Stratejik Derinlik’te Kudüs sorununa dair bölümde “bölgedeki hiç bir siyasi sorun Osmanlı arşivleri olmadan çözülemez”27 diyerek Osmanlı tarihini, Türkiye’nin Orta Doğu’daki barış sürecinde merkezi bir görev üstlenmesi için uygulamaya koymayı tasarlamıştır. Kemal Kirişçi, Davutoğlu’nun dış politika vizyonunun ekonomik açıdan devletlerin birbirlerine dayanmak durumunda olduklarını önemle vurgulaması nedeniyle gerçekçi olduğu kanısındadır.28 Bu bağlamda Davutoğlu’nun jeo-politik tahayyülünün arkasındaki amacının öncelikle Yeni-Osmanlıcılık olduğunu savunmak yanlış olacaktır.
Türkiye’nin komşu bölgeleriyle ilgili dış politikası, onun komşularına nazaran üstün bir konumda olmasını öngörmemekle beraber, bölgedeki dinamiklere dayanan bir barış ve güvenlik ortamı yaratmaya yönelik kapsayıcı bir yaklaşımı içermektedir. Bu yaklaşımı benimseyen Türkiye’deki dış politika eliti, komşu bölgelerde barış girişimlerinde bulunacak özgüveni ve siyasi iradeyi oluşturabilmişlerdir.
Türkiye artık Orta Doğu, Avrasya ve Afrika’dan liderlerle Batılı siyasetçileri ve üst düzey yetkilileri ağırlamakta ve değişik coğrafyalardaki çatışmalara çözüm bulmak için çeşitli platformlar oluşturmakta ya da bu platformlarda yer almakta dır. Türkiye’de karar alıcılar güven inşa edici yöntemler kullanarak ülkeler arasında çatışmaları sona erdirmeye ve bölgede kemikleşmiş sorunları arabuluculuk yoluyla çözmeye çalışmaktadırlar. Türkiye’deki karar alıcıların bu tutumu, Türkiye’nin uluslararası sistemin içinde barış elçisi konumuna gelmesini de sağlamıştır. Bu gelişmelerin arkasındaki itici güç olan Davutoğlu’nun vizyonu, Orta Doğu’dan Avrasya’nın steplerine uzanan geniş coğrafyada yeni bir barış algısının oluşmasına zemin hazırlamıştır.
Yeni Dış Politika Araçları
Türkiye’nin yeni dış politika vizyonu sahada bu anlayışı hayata geçirmek için benimsenen ve uygulamaya konulan araçlara bakılarak daha iyi anlaşılabilinir. Yeni dış politikanın entelektüel mimarı Davutoğlu’nun oluşturduğu çerçeve dış politikanın yürütülme mekanizmalarını daha önce görülmeyen netlikte ortaya koymuştur. Bu araçlardan ilki, entegre dış politika anlayışıdır.29
Davutoğlu’na göre Türkiye, Soğuk Savaş döneminde dış politika çizgisi açısından bir öncelikler ülkesiydi. O dönemde, dış politika elitlerinin zihinlerinde bir öncelikler sıralaması vardı ve dış politikaları bu sabit öncelikler sıralamasına göre yapıyorlardı. Ancak, Davutoğlu’na göre günümüzde bu öncelikler sıralaması geçerliliğini yitirmiştir. Türkiye’nin artık tüm dış politika meselelerini tek bir siyasal formül etrafında birleştirmesi gerekmektedir.
Türkiye’nin geçmişte yaptığı gibi bazı dış politika meselelerine sırtını dönme lüksü yoktur.
Türkiye’nin çok kimlikli olması nedeniyle Orta Doğu barış sürecinden Kafkaslarda istikrarın sağlanmasına kadar pek çok konuyu aynı çerçevede irdeleyeceği
bütüncül bir dış politika anlayışı geliştirme imkânı vardır. Acil sorunlara öncelik verirken diğer dış politika meselelerini göz ardı etmemelidir.
Dolayısıyla dış politika bir süreçtir ve dış politikaya geçmişe kıyasla daha uzun soluklu bir bakış açısı ile yaklaşılmalıdır. Örneğin, Türkiye dış politikası 2004 yılının ilk yarısında Avrupa Birliği ve Kıbrıs meselesine, 2004 yılının ikinci yarısında ise Irak meselesine odaklanmıştır. Gazze krizi dış politika gündemine 2008 yılının sonlarında girmiştir. Davutoğlu’nun ifade ettiği gibi, dış politikada sadece tek bir bölge ya da sorun üzerinde uzun süre odaklanmak hatalı olacaktır; aksine Türkiye’nin dış politikası stratejik derinlik ilkesine bağlı kalmakla beraber, her an meydana gelebilecek değişikliklere gereken tepkiyi verebilecek kadar dayanıklı ve esnek olabilmelidir.30
Bu bağlamda Davutoğlu ayrıca Türkiye’nin dış politikasında taraf değiştirdiğine dair suçlanmasına karşı çıkmaktadır.31 Örneğin, 2004 yılında Türkiye’nin faal dış politikasına bakıldığında, odağının Kıbrıs sorunu olduğu söylenebilir ya da Gazze krizi sürecindeki yoğun diplomasi trafiğine bakınca, Türkiye dış politikasının Orta Doğu odaklı olduğu söylenebilir. Bu tür tanımlamalar, Türkiye’nin dış politikasını
bir süreç olarak algılamamanın ürünüdür ve dış politikayı kısa dönemli ve konjonktürel olarak değerlendirmenin yanlış olduğunu gözler önüne sermektedir. Türkiye tüm dış politika alanlarını tek bir çerçeve etrafında toplayan bütüncül bir politika izlemektedir.
Türkiye’nin Batı’dan Orta Doğu eksenine geçtiği iddialarını reddeden Davutoğlu, Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde geçici üyeliği olduğunu ve G20’nin faal bir üyesi olduğunu hatırlatmakta ve Türkiye’nin Avrupa Birliği tam üyelik sürecine bağlılığının sürdüğünü ifade etmektedir.32 Türkiye’nin Batı’yla ilişkilerinde bağlılıklarını sürdürürken bir yandan da Doğu ile ilişkilerini geliştirmesi Davutoğlu’nun bütüncül dış politika anlayışının temel taşlarıdır.
Davutoğlu’nun dış politika vizyonunu hayata geçirmek için kullandığı ikinci araç, ritmik diplomasiyle güçlendirilen faal bir dış politika çizgisidir. Davutoğlu, kitabında İKT (İslam Konferansı Teşkilatı) ile diplomatik ilişkilerin alt düzeyde gerçekleştirilmesini eleştirmiş ve bu nedenle Türkiye’nin 2000 yılında İKT’nin genel sekreterliği görevi için bir aday gösterme imkânını kaçırdığını belirtmiştir.33
Davutoğlu, Başbakanın Başdanışmanlığı görevini sürdürürken, İKT’nin 2004 yılındaki genel sekreterlik seçimlerinde Türkiye’nin yüksek düzeyde diplomatik katılımını sağlamıştır. Sonuç olarak, demokratik bir seçimle İKT tarihinde ilk defa Türkiye’nin adayı Profesör Ekmelettin İhsanoğlu Genel Sekreter olmuştur.34 Ayrıca son dönemde Türkiye’nin komşu bölgelerinin başkentleri, onlarca yıldır
görülmeyen sıklıkta ve yoğunlukta Türkiye’den dış politika temsilcilerini konuk etmiştir. Bu faal dış politika yaklaşımı, Türkiye’nin komşuları ile kurmak istediği sorunsuz ilişkileri bir sonraki aşamaya taşımıştır; bu aşamayı Davutoğlu Dışişleri Bakanı olarak düzenlediği ilk basın toplantısında “maksimum işbirliği” olarak tanımlamıştır. Davutoğlu’nun çizdiği yeni ufuk, komşularıyla sorunlarını çözen
Türkiye’nin bu başarıyı arka plana alarak komşularıyla en üst düzeyde siyasi ve ekonomik işbirliğini geliştirmesi hedefini belirlemektedir.
Türkiye, Dünya Su Forumundan, Az Gelişmiş Ülkeler ve Karayip Ülkelerine kadar pek çok topluluk ve uluslararası kuruluşun zirvelerine ev sahipliği yapmaktadır. Orta Doğu’dan Avrasya’nın steplerine kadar uzanan bölgedeki sorunların tarafları arasında direkt ve dolaylı barış görüşmelerine de ev sahipliği yapmıştır. Güncel örnekler olarak, İsrail ve Suriye arasında kesintiye uğrayan dolaylı barış
görüşmeleri ve Afganistan ve Pakistan arasındaki direkt görüşmeler sayılabilir. Türkiye ayrıca Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi geçici üyesi seçilmiş ve Afrika Birliği, Karayip Ülkeleri Birliği (Association of Caribbean States, ACS) ve Amerikan Devletleri Teşkilatı (Organization of the American States, OAS) kuruluşlarında gözlemci konumunda yer almakta ve Arap Ligi toplantılarına davet edilmektedir.
Aynı zamanda Asya’da Güven Artırıcı Tedbirler ve İşbirliği Konferansı ve Güneydoğu Avrupa İşbirliği süreci dönem başkanlıklarını Türkiye üstlenmiştir. Körfez İşbirliği Konseyi ile stratejik diyalog mekanizması kurulmuştur. Türkiye’nin gelişmekte olan ülkelere yaptığı yardımların miktarı 2008 yılında 700 milyon ABD dolarını geçmiştir ve Türkiye Birleşmiş Milletler’de artan yardım faaliyetleriyle bağışçı bir ülke haline gelmektedir.
Üçüncü araç, özellikle kriz dönemlerinde sahada göstereceği varlıktır.35 Davutoğlu’nun önerdiği gibi, Türkiye gerek Avrupa Birliği gerekse Orta Doğu ve Kafkasya’da Türkiye’ye özgü bir bakış açısını sunmak üzere sorunun yaşandığı noktada varlığını göstermelidir. Bu dış politika aracı, en son Rusya – Gürcistan krizi ve Gazze krizi sırasında kullanılmıştır. Başbakan Erdoğan Gürcistan, Azerbaycan ve Rusya’yı bölge ve Avrupa liderlerinin hepsinden önce ziyaret etmiştir. Türkiye yeniden istikrarın tesisi amacıyla bir zemin hazırlamış ve girişimleriyle Karadeniz bölgesinde olası bir NATO-Rusya krizini engellemiştir. İkincisi, Erdoğan, İsrail’in Gazze’ye saldırısını hemen takip eden dönemde
dört Arap ülkesine gitmiş ve Davutoğlu’nun başkanlık ettiği bir Türk ekibi de Şam ile Kahire arasındaki diplomatik trafiği yürütmüştür.
Dördüncü araç, Davutoğlu’nun herkesi kapsayan ve herkese eşit uzaklıkta durmayı hedefleyen politikasıdır. Türk dış politikası, Davutoğlu’na göre, ilgili tüm tarafları çözüm bulmaya ve öneriler geliştirmeye davet etmeli ve böylelikle geniş bir koalisyon oluşturmalıdır.
Bu bağlamda Türkiye, diplomasisini dikkatle ve alçakgönüllülükle yürütmelidir. Türkiye’de karar alıcılar tüm taraflara eşit uzaklıkta kalmaya ve çatışma eksenli bölgesel gruplara ya da ittifaklara katılmamaya özen göstermektedirler. Türkiye’nin herkesi kapsayan ve herkese eşit uzaklıkta durmayı hedefleyen politikası, bölgedeki bazı aktörlerin endişelerini yatıştırmakta ve genel anlamda
Türkiye’nin müdahalesinin yapıcı rol oynayacağına ikna etmektedir.
Beşinci araç ise, dış politikada toplam performans anlayışıdır. Yani Sivil Toplum Kuruluşları, iş çevreleri ve diğer sivil örgütler gibi devlet dışı aktörleri de yeni dış politika vizyonunun bir parçası haline getirmek ve yeni ve dinamik dış politika çizgisine tam destek vermelerini sağlamaktır.36 Yeni dış politika anlayışının bütünleştirici etkisi nedeniyle, değişik sosyal gruplar, dış politika yapımındaki katkılarını arttırmışlardır. İşadamları örgütleri, sivil toplum kuruluşları, entelektüeller, düşünce kuruluşları ve diğer kişi ve kurumlar şimdilerde
dış politika yapım sürecine dâhil olmaktadırlar. Bu kurumların günümüzde oynadıkları rol, yerel ve uluslararası politikaların yapım sürecinde sivil aktörlere yer vermeyen geçmiş döneme nazaran daha kapsayıcı ve toplam performansa dayalı yeni dış politika anlayışına uymaktadır.
4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***