22 Eylül 2019 Pazar

Karikatür Rezaleti Amerikan Tertibidir.,

Karikatür Rezaleti Amerikan Tertibidir., 

Selim Somçağ

Danimarka basınında Hz. Muhammed’ e hakaret niteliği taşıyan karikatürlerin yayınlanması Büyük Ortadoğu Projesine destek sağlamaya yönelik bir Amerikan,  daha doğrusu bir neo-con tertibidir.  

Amerika Irak’a hâkim olamamıştır. 

Hâkim olamamanın ötesinde,  ABD ve İngiliz birlikleri Irak’ta  işgalci güçler gittikten sonra ülkenin kendilerine kalacağının hesabını yapan Şii çoğunluğun işgale aktif direniş göstermemesi sayesinde barınabilmektedir. Öte yandan ABD kamuoyunda neo-con iktidarına ve bu iktidarın Irak işgaline verilen destek gün geçtikçe azalmaktadır. Buna karşılık ABD ekonomisindeki bıçak sırtı dengelerin sürdürülmesi her geçen gün daha da zorlaşmakta,  ABD’nin hegemonya planları bakımından tehdit olarak gördüğü Çin gibi ülkeler ise ekonomik ve siyasî olarak güçlenmeye devam etmektedir.  ABD’nin dünya hakimiyetini sürdürmesinin yolu olarak belirlenen neo-con projesi Irak’ta ters bir rotaya saplanmıştır. Neo-con iktidarı bu ters rotadan kurtulmak için bir sıçrama yapmak zorundadır. Ya BOP projesi Mezopotamya bataklıklarında boğulup gidecek, ya da cephe genişletilerek çatışma daha geniş ölçekte tırmandırılacaktır.

Cephenin yeni hedefleri bellidir:   

Suriye ve İran.   Zaten Kamışlı’daki Kürt ayaklanmaları,  Lübnan’da Hariri suikastı gibi olaylarla ABD Suriye’ye çoktan beri elense çekmektedir.  ABD-İngiltere-İsrail üçlüsü yalnız bir Suriye’yi gözlerine kestirebilirler, ama İran’a yönelik bir işgal harekatına girişemezler,  çünkü buna güçleri yetmez.   İran coğrafî olarak büyük bir ülkedir,  stratejik derinliği vardır.   Nüfusu çoktur (80 milyon civarında.   Medyada yer alan 70 milyon civarındaki rakamlar İran’ın resmî bildirimidir,  fakat bu ülke çeşitli sebeplerle nüfusunu düşük göstermekte dir)   İran devleti İslam Devriminden beri,  yani 25 yıldır büyük petrol gelirini en çok halkın hayat standardını yükseltmeye (devlet ihtiyacı olan herkese sosyal konut sağlamakta ve gıda kuponu dağıtmaktadır) ve silahlanmaya harcamakta dır.    

Dolayısıyla İran halkı 10 küsur yıllık gıda ve ilaç ambargolarıyla bunaltılmış Irak halkına, İran ordusu Körfez savaşıyla ağır darbe almış Irak ordusuna benzememektedir.  
İran’ın en önemli gücü ise halkın ezici çoğunluğunun birlik içinde olması ve devletini desteklemesidir.    

Bu bakımdan Irak Kürt,  Türkmen,  Sünnî Arap,  Şii Arap olarak bölünmüş Irak’la kıyaslanamayacağı gibi,  ne yazık ki Türkiye’den de daha iyi durumda dır.  

İran’ın çimentosu Şiiliktir.   

İran asırlarca dünyanın tek Şii devleti olduğu için, burada Şiilikle Perslere kadar uzanan köklü İran geleneklerinin kaynaşmasıyla dinî görüntülü bir İran milliyetçiliği ortaya çıkmıştır.  Sünnî ülkelerde başarılı olamayan İslamî köktendinciliğin İran’da çok başarılı olmasının sebebi de budur,  çünkü İran bağlamında Şii-İslamî hedeflerle millî hedefler bağdaştırılabilmiştir.  Merci-i taklid,  imamet gibi Şii kavramları halkın dinî nitelik taşıyan siyasî otoriteye sadakatini güçlendirmektedir.   Ayrıca İran’ın Irak’taki Şii nüfus üzerinde büyük nüfuzu vardır.   
Üçlü koalisyon İran’a saldırırsa İran,  Amerika ve İngiltere’ye Irak’tan,  İsrail’e Hizbullah aracılığıyla Lübnan’dan vurabilecek,  üçlü belki de Dimyat’a pirince 
giderken evdeki bulgurdan olacaktır.   Binaenaleyh,  ABD-İngiltere-İsrail üçlüsünün bugün için İran’a  yönelik Irak benzeri bir işgal harekatına girişmeleri hayaldir.    

Bu yüzden üçlü İran’ı içeriden sarsmak için çok sevdikleri etnik ayrılıkçılık silahını kullanmayı denemektedirler.    

İran’daki en büyük etnik azınlık nüfusun yaklaşık üçte birini oluşturan Azeri Türkleridir,  dolayısıyla etnik ayrılıkçılıkla İran’ı bölme planlarının ilk hedefi İran Türkleridir.  

Amerika bu amaçla himayesine aldığı Çöhregani adlı Türkçü görüntülü bir İran Azerisini geçen yıl Türkiye’ye yollayarak “Güney Azerbaycan’ın bağımsızlığı” konusunda  milliyetçi çevrelerde propaganda yaptırtmaya çalıştıysa da, asıl niyet sırıttığı için bu zat Türkiye’de pek yüz bulamadı.   
Zaten İran’ı etnik temelde bölme hesabı neo-conların bu konularda akıl hocalığını yapan Amerikalı ve İngiliz oryantalistlerin isabetsiz teşhislerine dayanmaktadır ve tutmaz.    
Modern İran devletinin temelini Azeri Türkleri atmıştır.   
İran Selçuklulardan itibaren asırlarca bir ucu Orta Asya’da veya Anadolu’da bulunan Türk devletleri tarafından,  millî ve coğrafi bütünlüğünü kaybetmiş olarak yönetildi.   
16. yüzyıldaki Safevî iktidarıyla bu durum değişti.    
Türk kökenli olan ve askerî güç olarak hemen tümüyle Türkmen aşiretlerine dayanan Safevîler İran’ı doğal sınırlarına oturttu ve o zaman çoğunluğu Sünni olan İran halkını cebren Şiileştirerek İran’a ideolojik bir çimento sağladı.   Safevilerden sonra da İran’ı ta 1920’lere kadar Afşar,  Kaçar gibi Anadolu kökenli Türkmen oymaklarına mensup hanedanlar yönetti.  İran Azerileri bu ülkede oynadıkları tarihî rolün bilincindedir.   İran’da Türklerin kültürel halkları gayet kısıtlı olmakla beraber,  Azeriler toplumsal olarak dışlanmış bir kesim değildir.   Bilakis ulema,  siyasî kesim ve tüccar arasında Azerilerin önemli ağırlığı vardır.    

Ayrıca dindarlıkta,  Şiiliğe bağlılıkta Türkler Farslardan geri değil,  belki daha ileridir.  
(Bu bakımdan Kuzey Azerbaycan,  yani Azerbaycan Cumhuriyeti emsal teşkil etmez,  çünkü:  
Birincisi, bu bölge batıdan ve kuzeyden Sünni Osmanlı etkisine açık olduğu ve bir dönem de Osmanlı hakimiyetinde yaşadığı için önemli ölçüde Sünni nüfus da barındırır.   
İkinci olarak da 1828’den yakın geçmişe kadar Rus hakimiyetinde kaldığı için laikleşmiş,  toplumda dinin,  bu arada Şiiliğin rolü zayıflamıştır.  Güneyde,  yani İran Azerbaycanında ise ne Sünni nüfus vardır,  ne de laikleşme güçlüdür.)  Bütün bu sebeplerden dolayı İran Azerileri Türklüklerini bilmekleberaber,  çoğunlukla ülkelerine bağlıdır.   İran’a bir  saldırı vukuunda bu bağlılık şüphesiz daha da artacaktır.   Dolayısıyla İran’ı etnik kışkırtıcılıkla bölmek görünür gelecekte mümkün değildir.

Bu şartlar altında neo-conlar ne yapacaktır?   
Mevcut güçlerle İran yutulamıyorsa,  yapılacak iş cepheyi genişleterek güçleri arttırmaktır.   
Bunun iki ana ayağı vardır.   
Birinci ayak Avrupa’dır.   
Irak harekatında her zaman ABD ile hareket eden İngiltere dışında kıtanın diğer ibüyük güçleri olan Almanya ve Fransa ABD’ye destek vermemişti.   Bunda bu iki ülke kamuoyunun da önemli rolü olmuştu. İşte şimdi karikatür provokasyonu ile Avrupa kamuoyu da İslamı uygarlığa, özgürlüğe ve bu arada Avrupa’ya karşı bir tehdit olarak görmeye itilmektedir.  
Maalesef İslam ülkelerinde bu tertibe balıklama atlayacak gruplar sayısızdır,  halbuki bu hakarete devletler düzeyinde,  resmi bir tepki gösterilmeli, radikal ve saldırgan görüntülü nümayişler yapılmamalıydı.    

( Bu çerçevede Hamas gibi köktendinci grupların hareketleri ve söylemleriyle emperyalizmin “medeniyetler çatışması” tezine büyük destek verdiğini gözden 
kaçırmamak gerekir.   Filistin’de laik-milliyetçi El Fetih’in yerine Hamas’ın iktidara gelmesinde ABD ve İsrail’in önemli rol oynamış olduğu muhakkaktır.   
İran’ın başında da böyle kritik bir dönemde “İsrail haritadan silinmelidir” gibi sözler sarf edebilen bir kişinin bulunması şüphesiz ki aynı şekilde neo-con 
planlarının değirmenine su taşımaktadır.)    Zaten dün Amerikan Dışişleri Bakanı Rice’ın bu ülkelerde karikatürlere gösterilen tepkilerden yola çıkarak İran ve 
Suriye’yi Müslümanların öfkesini istismar ederek şiddeti teşvik etmekle suçlaması karikatür olayının İran-Suriye cephesini genişletmeye yönelik bir Amerikan tertibi olduğunu açıkça ortaya koymuştur.   Bu yöndeki başka bir gösterge de Fransız devleti içinde ABD’den bağımsızlık çizgisinin lideri konumundaki Cumhurbaşkanı Chirac’ın karikatür olayını provokasyon olarak nitelemesi ve sorumluları eleştirmesidir..

Tabiî Batı ve Özellikle Avrupa kamuoyunda İslam aleyhtarlığını körüklemek cephe genişletme harekatının ikinci derecedeki ayağıdır,   çünkü Avrupa ülkelerinin İran çöllerinde ölecek askeri yoktur.   Kritik ayak Türkiye’nin İran ve Suriye’ye saldırı cephesine dahil edilmesidir,  çünkü Türkiye’nin dünyanın her yerinde savaşmaya muktedir askeri vardır.   Dolayısıyla ABD ve müttefiklerinin İran’a saldırarak BOP’u kurtarma planında kritik ülke Türkiye’dir.   

Bu konuda ABD’nin psikolojik harekatı son haftalarda büyük hız kazanmıştır.  Millî cephede yer alması gereken çevrelerin dahi (bilerek veya bilmeyerek) bu 
harekata destek vermesi özellikle ilginçtir ve Amerika'nın ne kadar sıkıştığını göstermektedir.  Cumhuriyet gazetesinde Mustafa Balbay ve Doğu Silahçıoğlu Şahap füzelerinin menzillerinden dem vurarak günlerce İran’ın Türkiye için tehdit oluşturduğunu yazdılar.   

Sanki Şahap füzeleri sittin senedir İran’ın elinde değilmiş,  ve sanki Türkiye’nin çevresindeki bunca ülkede Türkiye’yi vurabilecek menzilde füzeler yalnızca İran’ın elinde varmış gibi...  

(Bu arada Cumhuriyet’teki yazı dizisinde ileri sürülen “Türkiye destek vermese de ABD İran’a saldırabilir” iddiası Türkiye’ye yönelik Amerikan propagandasının  kilit taşıdır. Irak harekatından önce de aynı propaganda yöntemi işlenmiş,  Amerika’nın güdümündeki medya günlerce “Amerika bizsiz de Irak’ı halleder; olayın  dışında kalırsak masada yerimiz olmaz” diye yazmıştı.  Amerika’nın Türkiyesiz  Irak’ta ne kadar başarılı olduğunu bugün görüyoruz.  ABD’nin Irak’a kıyasla İran’a saldırı için Türk askerine ihtiyacı çok daha fazladır ).  

Ulusalcı profil vermeye çalışan bazı medya erbabının bugünlerde Uğur Mumcu’nun katillerinin İran’da olduğu iddiasını kanıtlanmış bir gerçekmiş gibi 
işlemeye başlamaları da yine aynı harekatın bir parçasıdır.  

Elbette İran ya da herhangi bir başka devlet Türkiye için bir tehdit oluşturabilir,  çünkü dış politikada oyuncular devletlerdir ve bunların her an milli menfaatleri
veya planlarına göre herhangi bir başka devlete karşı hasmane tavır almaları mümkündür.   
Ancak dış politikada ve askerlikte tehdit sıralaması diye hayatî önemde bir kavram vardır.   
Tehditleri uzak-yakın,  küçük-büyük diye sıralamayı beceremeyen bir devlet yok olur.

Bugün Türkiye’nin millî birliği ve toprak bütünlüğü açısından, daha üç yıl önce Türk topraklarına onbinlerce askerini indirmeye çalışan ve Irak’ın kuzeyinde 
Türkiye’nin güneydoğusunda gözü olduğunu açıkça dile getiren bir kukla devleti kurduran Amerika mı daha büyük tehdittir,  yoksa İran mı?

Türkiye’nin Millî birliğini ve toprak bütünlüğünü koruması açısından, Amerikan cephesine dahil olup İran ve Suriye’ye saldırarak bu ülkelerin parçalanmasına 
yol açmak mı daha akıllıcadır,  yoksa Amerika Irak’tan çekilene kadar baskılara göğüs gerip bölgede barışı savunmaya devam ettikten sonra İran ve Suriye 
ile beraber kukla devletin fitilini söndürmek mi?

Bu soruların cevapları açıktır.


http://acikistihbarat.com/Goruntule.aspx?id=4822

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder