Kıvanç Değirmenli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kıvanç Değirmenli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Aralık 2020 Cuma

NOKTA'DAN ERTUĞRUL'A BEKLEDİĞİ PAS GELDİ


NOKTA'DAN ERTUĞRUL'A BEKLEDİĞİ PAS GELDİ 


Kıvanç Değirmenli
OYUN BOZAN
26 EKİM 2004
"Düşman bir Kaos içindeyse, Kendi kendini yener"
Sun Tzu Savaş Sanatı


Biliyor muydunuz?

Bir kaç bin satan "Agos" isimli gazetesinde "Hoş Gidişler Ola" manşeti ile AB raporunu Ermeni Milliyetçiliği adına kutsarken Mustafa Kemal ile dalga 
geçme hatasını işleyen Hrant Dink ismli şahsın; 21 Mart 2003 yılında Los Angeles merkezli "İstanbul Ermenileri Organizasyonu" isimli kuruluş tarafından 
ödüllendirildiğini ve Cengiz Çandar ile birlikte ABD'de " Ermeni Soykırımı " konferanslarına katıldığını

Kaynak: Serdar Kuru / Türkiye Dönüştürülürken,
 
Hürriyet gazetesinin iki baş yazarı; Türkiye'de devletin bölünmüşlüğünün de sembolü gibi duruyor karşımızda.

Biri Oktay Ekşi...İfadesi ve duruşu ile; Cumhuriyet'in ve bu ülkenin temellerini "moda" hezeyanlar uğruna tartışmak gibi bir gaflete düşmeyecek kadar bilinçli; hataları ve sevapları ile köklü bir yazar...

Diğeri Ertuğrul Özkök.. Komili'nin Zeytinyağı'ndan, İzmir'deki bilinçaltı anılarına kadar kendi "trendlerini" topluma yamayacak kadar narsist ve "değişim" adına gittiği yöne değil, pahalı şaraplarını yudumlayabildiği sürece bindiği kayığın konforuna bakan bir isim...

Biri AB raporunu; Türkiye adına masaya yatırıp; rapordaki tuzakları Hürriyet'in ana sayfasından deşifre edecek kadar gazetesinin çizgisine muhalif...
Diğeri; Kandil dağına muhabir yollayıp, PKK'lı terröristleri milletin gözüne "gitar çalan sevimli kızlar" portresi ile sokacak kadar kıblesini kaybetmiş bir "kalem"...
İşte bu Ertuğrul Özkök'ün ara sıra "tabu yıkan" yazılarına tanık olursunuz. 
Geçen aylardan bir tanesinde yine bu tarz bir yazı kaleme almış ve " MİT Başkanı ile hiç tanışmadığından" tutun da, " Hürriyet'in devletin gazetesi olduğu "na kadar bir çok inci ile süslediği satırların arasına; Hürriyet'in " Türkiye Türklerindir " motosunu da konu etmiş ve bunun değişmesinden kaleminin ucu ile söz edivermişti.

Ertuğrul o sırada bu konudan kaleminin ucu ile bahsedince not almayı ihmal etmedim. 

Ne de olsa Ertuğrul; özel mahzenini şişesi 400 dolar olan şaraplar ile o ince kalem darbeleri sayesinde dolduran bir "üstad" olduğu için; elbet bu kalem darbesinin de birileri için bir anlamı olmalıydı.

Ve beklenen an geldi...

Bu hafta çıkan Nokta'nın kapağına bir bakın...
Nedense artık AB'nin yıldızları olmadan resmedilmeyen bayrağımızın fon rengine; Hürriyet'in Atatürk'lü logosu bayrak rengi siyaha dönüştürülerek yerleştirilmiş ve altına bakın neler yazılmış...
"Türkiye Türklerindir; Kürtlerindir, Sünnilerindir, Alevilerindir, Çerkezlerindir, Lazlarındır, Boşnaklarındır, Rumlarındır, Ermenilerindir, Yahudilerindir, Süryanilerindir, Pomaklarındır, Gürcülerindir, Tatarlarındır"
Bu tür fütursuzluklar zamanında devletin derinlerinden duyduğum bir cümleyi hatırlatıyor : "Bırakın bölsünler, zamanı gelince hepsini toplarız". 
Türkiye'yi önüne gelene paylaştırmak konusunda bu kadar bonkör davranan Nokta'da; "GAP ve İsrail" kapağından sonra gerçekleşen ekip değişiminin aynı anda hem İsrail'in siyonist emellerine, hem de AB'nin bölücü emellerine bu kadar hizmet ediyor olduğunu görmek gözümüzü yaşartmıyor değil.
Fakat bu kapağın bir diğer özelliği var...
Nokta Dergisi; Ertuğrul Özkök'e uzun zamandır beklediği pası atıyor...hani şu ufak kalem darbesi ile " Hürriyet'in motosunu tartışmaya açmak için pas bekliyorum" diyen Ertuğrul...

Şimdi açılacak perdeyi izleyin sevgili okuyucular...

Yakın bir gelecekte Ertuğrul Özkök; Nokta'nın kapağına gönderme yaparak ve dolayısı ile böyle bir tartışmayı tek başına açma yükünden kurtularak; Hürriyet'in "Türkiye Türklerindir" motosunu tartışmaya açacak...
Gerisini siz düşünün...
Hürriyet'teki iki başyazarın Türkiye'de devletin bölünmüşlüğünün de göstergesi olduğunu söz ederek başlamıştık yazıya...
Devlet; küresel güçlere senkron kadrolarla, küresel güçlerle asenkron kadrolar arasında ayrışırken; 
Ertuğrul'un yazıları ile Oktay Ekşi'nin yazılarını yanyana okumaya devam edin.
Çok şey öğreneceksiniz. 

K.D

***

KALICI EBLEHLİK ÜZERİNDEN GÜNCEL DEZENFORMASYONLAR

            KALICI EBLEHLİK ÜZERİNDEN GÜNCEL DEZENFORMASYONLAR.,


Kıvanç Değirmenli
OYUN BOZAN
27 Ekim 2004
 
"Savaş Hiledir"
Hz. Muhammed

Biliyor muydunuz?

1500'lü yılların başında İspanyol şifrecilerin; Fransızların yaydığı "asla kırılamaz" dezenformasyonuna güvenerek tek alfabeli yerine koyma yöntemi ile şifrelemeye devam etmeleri sonucu onlarca yıl şifrelerinin Fransa ve Vatikan tarafından okunduğunu ve bu dezenformasyonun bugün ABD tarafından yayılan "128 bit ve üzeri şifrelemeler asla kırılamaz" dezenformasyonu ile çok benzeştiğini..
 
Toplumlar arası "eblehlik farkı" dezenformasyonunkaynağını tespit etmek için yararlı. 

"Emperyalizme Tek Raporla En Fazla Hizmet Eden Akademisyen Ödülü" Baskın Oran'a mı, Fikret Başkaya'ya mı verilmeli ? 
"Azınlık" raporu ile TSK'nın tepkisizliği toplumun gözününiçine sokulmuş oldu. 
Akşam durup dururken; "Da Vinci"'yi , Hristiyanlığın Şeytan Ayetleri başlığı ile niye ana sayfaya taşıdı? 

Katoliklerle İşbirliğini  Savunan yazar kim?

Bir ülkede gerçekleştirilen dezenformasyonun kalitesi; o ülke insanının da eğitiminin ve bilinçinin de bir göstergesidir. 

İnsanlar eğitimli ve bilinçli ise; dezenformatif güçlerin işi daha zordur ve kamuoyunu yanlış yönlendirmek için daha fazla çaba göstermek, daha dolaylı yolları kullanmak zorundadırlar. 

Millet ne kadar eblehleşirse; dezenformatif güçlerin de işi o kadar kolaylaşır. 
Bilinçli veya eğitimli olduğundan değil ama; yüzyıllardır binlerce oyunun döndüğü bir coğrafyada yaşamanın getirdiği reflekslerden; içselleştirdiği "şark kurnazlığının" verdiği avantajlara kadar Türk millleti üzerinde dezenformasyonun niteliği ile; Bush gibi bir adamı seçen ve hala yeniden seçmeye çok yakın olan ABD milleti üzerinde gerçekleştirilecek dezenformasyonun niteliği de bu nedenle farklı olmalıdır. 

Bu nedenledir ki; 

"Enerjisiz Kalacağız" manşetlerinin atıldığı günlerde aynı zamanda E-5'teki ışıkların günlerce kapatılması ve hemen ardından Türkiye'yi gaza boğan milyarlarca dolarlık doğalgaz boru hatları ve santralleri ihalelerine girilmesini bu ülkede kimse yutmadı. 
Milletin; cebinden milyarlarca doların alınıp; Rusya bağlantılı enerji tekellerine sifonlamasına tepki vermemesinin sebebi "dezenforme" olması değil; uyuşmuşluğunun göstergesi idi. 
Fakat; ABD'deki bir elektirik kesintisi ve bir kaç "sarı bülten", "turuncu bülten", "teröristler kapımızda" açıklaması ile toplumun bütün dinamikleri bir gecede değiştirildi.


Bu nedenledir ki;

Türkiye'de; hiç bir zaman; Eski MİT Başkanı'nın Başbakan, eski Genelkurmay Başkanı'nın Dışişleri Bakanı, Genelkurmay Başkanı'nın oğlunun Telekomunikasyon Kurumu Başkanı, Holding Yönetim Kurulu üyelerinin Başkan Yardımcısı ve bakan olduğu bir sistemi millete demokrasi diye yutturamazsınız. 

ABD'de ise bırakın demokrasiyi diye yutturmayı; bu sistemi yeniden seçtirebilirsiniz bile. İşte bu yüzden; tepkisizlikten nasır bağlamış bu toplumun ölüsünü bile, ABD milletinin en uyanık haline değişmemek gerekir.
Toplumlar arası eblehlik farkının dezenformasyon kalitesinde yarattığı fark; sözkonusu Türk medyası olunca çok işe yarıyor.
 
Türk medyası üzerinden yaratılan fırtınaların hangilerinin dış, hangilerinin iç kaynaklı olduğunu "eblehlik farkı" testine tabi tutarak çok rahat tespit edebilirsiniz. 

İki örnek üzerinden konuşalım.

Bir tanesi; günlerdir tartışılan Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu'nun yayınladığı "Baskın Oranındır" tarzı rapor.
 
Dünya tarihinde "emperyalizme tek bir raporla en fazla hizmet eden akademisyen ödülü" verilecekse; Baskın Oran, Huntington ve Fukuyama gibi abilerinin ardından bir mansiyonu kesin hakedecektir. Tabi; yazdığı raporu; Fikret Başkaya'nın "paradigmanın iflası" isimli kitabından ciddi anlamda esinlenerek yazdığı ortaya çıkarsa ödülünü elinden alıp, Başkaya'ya verebilirler ama sonuçta küresel güçler açısından bir şey değişmez. 

Bu raporun basına düşmesi ile birlikte; ortaya bir de; "akademisyenin densizliği/zamansızlığı " havası da yayıldı ve Başbakan'dan Abdullah Gül'e kadar hükümet üyelerinin nasıl da bu rapora karşı oldukları konuşulmaya başlandı.
Hükümet bir yandan raporun sorumluluğundan sıyrıldı, bir yandan da raporun içeriğinin kamuoyunda tartışılmasına vesile oldu. Ve tabi tepkisizlikten nasır bağlayan Türk Silahlı Kuvvetleri'nin buna bile tepki göstermeyeceğini ve sineye çekeceğini test etmiş oldu. (Pentagon'un "TSK'nın tepkisi sinirlenmekten öteye geçemez" tespiti ne kadar da doğruymuş. Adamlar; doktrine ettikleri kurumu bilmeyecek de biz mi bileceğiz. ) 

Bir yandan raporu kamuoyuna salıp; bir yandan da "habersizdik" havası yaratmak; Türk Milleti'ni tanıyanların yarattığı bir dezenformasyon dalgasıdır. 
İkinci örnekte ise; karşımızda Akşam gazetesinin dünkü nüshası duruyor. 
Akşam; durup dururken ana sayfasından "Hristiyanlığın Şeytan Ayetleri" başlığı ile Dan Brown'un şu ünlü "Da Vinci Şifresini" yeniden gündeme getirdi ve bu kitabın Hristiyanlığın yüzlerce yıllık temel öğretilerini sarsmasından ve "paganizmi yani putperestliği" övmesinden şikayetçi oldu.

Bunla kalsa kurtulabilirlerdi belki ama; bir de bu habere yorum olarak; yarım sayfa, Patrikhane ile hayli yakın ilişkilere sahip Prof. Hatemi'nin "bu kitap Katolikliğe karşı ısmarlanmıştır", "Opus Dei'nin mafya ile ilişkisi yoktur" gibi ifadelerini içeren yorumlarını ekleyince Akşam'ın dezenformasyon çabası gittikçe anlamsızlaştı ve eblehleşti. En azından hastanelik ettikleri ve Da Vinci'yi Türkiye'nin gündemine ilk kez taşıyan Serdar Turgut'un yorumunu hap kadar vermeselerdi. 

Aylar önce çıkan bir kitabı yeniden ana sayfaya taşımanın anlamsızlığını bırakın; %99'u müslüman olan bir ülkede; "Hristiyanlık Elden Gidiyor" kaygısını dile getirmenin bize ne faydası olduğunu anlamak imkansız. 

Ama belki size bir ipucu verebiliriz.

Bu haberin hemen yanıbaşında "MİT'e Arman Suar mı Geliyor?" başlığı ile "MİT'in Yeni Başkanı Kim Olacak?" spekülasyon denizine katkıda bulunan Güler Kömürcü'nün haberini görüyorsunuz. 

Bu noktada aklıma; Güler Kömürcü'nün Teşvikiye'deki "cafe"lerde yaptığı sohbetlerde kullandığı "Katolikliğe destek olmalıyız, onlarla işbirliği yapmalıyız" şeklindeki yorumları geliyor...

Sonra sabah haberlerinde Karamehmet'in temerrüte düşen ödemesini gerçekleştirdiğini dinliyorum...

Yurdum baronlarının çıkış yolları bulmak için aynı anda hem Katoliklerle, hem şeytanla aynı yatağa girmesi konusunda yeteneği ile bir kez daha gurur duyuyorum. 

Aynı yeteneği bir de dezenforme ederken gösterseler...

ASKERLEŞEN ENTELLEKTÜELLER., ENTELLEKTÜELLEŞEN ASKERLER., SALAK YERİNE KONAN MİLLET.

ASKERLEŞEN ENTELLEKTÜELLER.,  ENTELLEKTÜELLEŞEN ASKERLER.,  SALAK YERİNE KONAN MİLLET.


Kıvanç Değirmenli
OYUN BOZAN

28 Ekim 2004 Perşembe

"Oh, Şimdi rahatladım. Uyuyan dev artık uyanacak" Pearl Harbour sonrasında Churchill

Biliyor muydunuz?

İspanya'da " Ya vaftiz Ya ölüm " sloganı ile Hristiyanlığa zorlanan Yahudilerin (Konverso) zamanla çoğalması sonucu İspanya'da yahudi kanı taşınmayan asil aile kalmadığını ve "Yeni Hristiyanların" devlet içinde bu kadar yükselmesinin, halkta infial uyandırması üzerine, Papa V. Nicholas'ın konversoların devlet memuru olamayacaklarını ilan ettiğini

Kaynak: İsrail Ulusu'nun Tarihi / Moshe Sevilla - Sharon / Yeruşalayim 1981
 
NATO'nun güvenlik konsepti; entellektüeli " Terör " Paranoyasına alet olma yolunda askerleştirirken; askeri, " Terörle mücadele"de küresel güçlere hizmet etme yolunda entellektüelleştirir ve Milli reflekslerinden sıyırır

Askerin Silahına davranmadığı olayların listesini hiç yaptınız mı?

Harp Akademileri'nde Emperyalizm başlığı altında ABD niye es geçilir?

İki gün önce medyada sadece Yeni Şafak'ın; o da köşede iki üç satır gördüğü bir haber gözlerden kaçtı...

Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR)'ın Genel Başkanı Abdülmelik Fırat; dünyanın en imtiyazlı teröristi Öcalan'ın talimatı ile kurulduğu belirtilen Demokratik Toplum Hareketi'nin başarılı olması için "Öcalan Konsepti"nden kurtulması gerektiğini söyledi.

Fırat'ın esas çarpıcı cümlesi sonda saklıydı : 

"Öcalan konsepti ile devam ederse DEP ve DEHAP gibi olur. Öcalan derin devletle çalışır. Öcalan, Özel Harp Dairesi ve Gladyo ile ilişkili biridir"

Normal şartlarda, küresel güçlerin Pravda'sı şeklinde bir medyaya sahip olmayan bir ülkede bu cümle gündemin merkezine otururdu.

Bu demeçle eş zamanlı olarak, sürekli "derin devletle" bağlantılı olarak anılan DYP Lideri Ağar'ın verdiği bir röportajda; PKK ve Öcalan'ı yoketmek için İsrail'den alınan silahlara 50 milyon dolar ödendiği bilgisi tazelendi.

Bu iki demecin verildiği ülkede;

a) Leyla Zana isimli terörist beslemesi Yeşil pasaportu ile ülkenin VIP salonlarını; yine yeşil pasaport ile yurtdışında genellikle NATO toplantılarına giden askerler ile paylaşıyordu. 
b) Dünyanın en imtiyazlı teröristi Öcalan'ın avukatlarına, adaya daha rahat gidip gelsinler diye gemi tahsis edilmişti
c) Başbakan; 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nda; Avrupa Anayasası'nı imzalamak bahanesi ile Ankara'da değildi.
d) Prens Charles; iki cümlesinden birini sürekli "Birleşik Krallık" ifadesi ile süslediği ve "dinlerarası diyalog"dan sözettiği demeçler vere vere Mardin'i dolaşmakta idi
e) Ve tabi "diyalog" ile "diabolik" güçlere hizmet edenler; ülkeye geri dönüşünün zeminini hazırlamak için iftar yemeği taarruzuna geçmişti. 
Ülkemizin güzelliği; "akıllara ziyan" listesini her gün farklı maddelerle yenileme ve hiç bir zaman kendinizi tekrar etmeme lüksüne sahip olmanız. 
Normalde; bu ülkenin, vatanını seven, hatası ve sevabı ile ülke kaygısı ile çalışan kadrolar tarafından millet adına yönetildiğini inanıyorsanız; yukarıdaki tarzda tablolar size her gün saç baş yoldurabilir. Akıl sağlığınız açısından bu tür varsayımlardan bir an önce sıyrılmanızı tavsiye ederiz. 
Neticede size ait olması gereken bu ülkenin ; 
Entellektüelleşmiş askerlerin silahı, askerleşmiş entellektüellerin kalemi tuttuğu ve bu ikisinin de küresel planlar doğrultusunda yönlendirildiği bir NATO konsepti ülkesi olduğunun idrakine varırsanız; hem Akıl sağlığınızı korur; hem de bu Devleti ve ülkeyi tekrar sizin yapmanın dinamiklerini daha iyi kurgularsınız. 

Bu noktada; 
Bu ülkede onbinlerce şehidimize ve canımıza malolan PKK senaryosunun ve bunun çözülmesi ile birlikte geliştirilen kürtçülük akımının arka planını çok iyi okumanız gerekiyor...
Bunun için önünüze kağıt kalem alın ve bu ülkede askerin silahını çekmediği olayların bir listesini yapım : 

a) Öcalan'ın getirilişi sonrasında; birden "biz bu konuda duygusalız" diyerek "demokrasi" adına Öcalan'ın asılması için tavır koymayan...
b) Süleymani'ye de; kendisini doktrine eden müttefiki başına çuval geçirirken ve geçirdikten sonra en ufak bir karşı hamle bile yapmadığı gibi hala "müttefiklik" ilişkisini sürdüren...
c) Limanları ve havaalanları hem Irak işgali öncesinde, hem de şimdi, ABD'nin lojistik üssüne dönüşürken; ABD askerinin üstünü arayan binbaşısının görev yerini değiştirecek kadar omurgası zedelenmiş ve "ne yapalım İskenderun limanı valiliğin kontrolünde" demeci verecek kadar halkını salak yerine koyan...
d) Yıllarca milletin başını "irtica" diye ütüleyip, ondan sonra "irtica" yaygarası ile iktidara taşınan AKP kadroları, ABD-AB-İsrail üçgeninde ülkeyi federal bir kaosa sürüklerken şiirsel bir suskunluğa bürünen..
e) Kuzey Irak'a tek bir helikopter bile sokamadığı halde milyarlarca dolarlık tank ve AWACS ihalelerini masaya yatıran; Telafer'de onlarca sivil ABD tarafından katledilirken gıkı bile çıkamayan ve buna rağmen hala medyaya, "NATO tatbikatında birinci olan Özel Kuvvetler" haberleri servis edecek kadar düştüğü durumun farkına varmayan "sizin" askeriniz.
Bu noktada; bu anlayıştan kurtulunmadığı sürece, babanız olsa tanımamak, her vatanseverin görevidir. Bu yazıyı görevi gereği okuyanlar kusura bakmasınlar ama dost acı söyler. 
Bizim kusurumuza bakacaklarına; açıp Harp Akademileri'nde okutulan kitaplarda emperyalizmle ilgili bölümlere bir göz atsınlar.
Bu ülkenin subaylarına emperyalizm başlığı altında İngiltere dahil bir çok ülkenin politikalarının anlatıldığını görecekler. 
Neyi göremeyecekler dersiniz : tabiki ABD'yi.
Emperyalizmi okuturken; ABD'yi es geçen bir anlayışın bu ülkenin güvenlik politikasını üretmesi mümkün değildir.
Bu milletin tarihsel misyonuna ve bağımsızlık özlemine cevap verebilecek anlayışa ve güce sahip olması da...
Bu arada; çağdaşlaşmayı, astsubayın altındaki arabanın modeli ile ölçmediğimizi ve Atatürk'ün muasırlaşma derken de, Avrupa'nın Opel, ABD'nin Ford fabrikalarını işaret etmediğini belirtmeyi zul sayarız ; 

Askerleşen entellektüellerimize de, entellektüelleşen askerimize de...

K.D.
 

EMLAK DEĞİL SEVGİLİ GİBİ BİR VATAN

EMLAK DEĞİL SEVGİLİ GİBİ BİR VATAN


(29 Ekim 2003'te Star'da Yayınlanan Yazı) 

Kıvanç Değirmenli
OYUN BOZAN
29 Ekim 2004 Cuma
 
100. Yıl Mutabakatı.,

" Belki dünyanın en güzel vatanı değilsin ama., !
Ama ben yine de seni çok seviyorum "

Filistin Kurtuluş Örgütü kamplarının girişinde yazan yazı

Eski İstihbarat başkanlarının Başbakan, Eski Genelkurmay Başkanlarının Dışişleri bakanı olduğu bir sisteme ve DYP-ANAP kadar birbirinden ayrışmayan iki parti ile demokrasiye sahip olduğunu zanneden bir kamuoyuna sahip olabilirdiniz...

ABD'de kızılderili sorunu, Almanya'da Nazizm bizim, kürtçülüğü, İslamcılığı tartıştığımız kadar tartışılsa o ülkelerin hali nice olurdu.

Ertuğrul Özkök gibilerine o kadar da kızmayın; her halükarda William Safire, Daniel Pipes gibilere on basarlar.

Mustafa Kemalleri'de , Mehmet Akif'leri de yeniden aynı hedef doğrultusunda harekete geçirmenin zamanıdır.

Herkesin ülkeye "denize nazır Türkiye arazisi, kat karşılığı küresel müteahhite verilir" muamelesi yaptığı bir dönemde yaşıyoruz..
Kimi; ülkenin yıllardır oluşturduğu değeri, "Aria'ya verdik" diyebiliyor, babasının malını devreder edasında...
Kimi; "tüccar zihniyet" abidesi, "ben cebime giren paraya bakarım" diyor 40 milyon dolarlık arazileri bir kaç milyon dolara yandaşı sermayedarlara peşkeş çekerken..
Ülkeyi; dünyanın en pahalı elektriğine mahkum edecek altyapıları dışa bağımlı olarak kurarken içi sızlamadığı gibi, bir de utanmadan "vizyondan" sözedenler bile var...
Başına çuval geçirenlerle aynı masaya oturup, ülke çıkarlarını pazarlık etmeyi "müttefiklik gereği" ve "ülke yararına" olduğunu savunanları gördüğümüz gibi.
Bazıları var; Atatürk'ün adını kullanıp orduya davetiye çıkarıyorlar, nasıl bir provokasyona geldiklerinin bilincinde olmadan, En yüksek tepelerde oturanlar bile alet oluyor, ülkeyi kamplara bölme oyununu bıkıp usanmadan oynayan odakların oyununa; 
Hatta gözlerinizle görüyorsunuz; üstün idealler ve yeni politik vizyonlar adına, dış güçlerin himayesinde ülkede toplumsal mühendislik çalışmasına girişenleri.
En vahimlerine medyada rastlıyorsunuz; ekranlara çıkıp, pişkin pişkin sırıtarak, "Türkiye, Türklere bırakılamayacak kadar önemli bir ülkedir" diyecek kadar ebleh entel pozisyonunda ahkam kesiyorlar hegemon güçlerin adına.
Böyle bir ülkede 29 Ekim'i kutlamak zorundayız.

Ama ümitsizliğe gerek yok. Düşünün; her şeye rağmen;

88 IQ'ye sahip ve Haçlı Seferleri gibi abuk subuk laflar eden, Kültürsüz, cahil, kan kusan bir başkanınımız olabilirdi;

Eski CIA Başkanlarının Devlet Başkanı, eski Genelkurmay Başkanlarının Dışişleri Bakanı olduğu, ülkenin en büyük holdinglerinin yönetim kurulu üyelerinin bakanlıkları paylaştığı ve birbirinden bizdeki DYP-ANAP kadar bile ayrışmayan iki partinin bulunduğu sistemi demokrasi zannedecek kadar bilinçsiz ve cahil bir kamuoyumuz da olabilirdi..

Bu ülkedeki demokrasiyi hiç küçümsemeyin;

Güneydoğumuzda bir kalkışma yaşanırken o kalkışmanın temsilcilerinin gazete çıkarıp dağıttığı, bütün baskılara rağmen partileşebildiği bir ülkede yaşayan; köşelerinde ve televizyonlarından en geniş çerçeveli tartışmaların yaşandığı, en tabu konuların bir haftada alaşağı edilebildiği bir ülkede yaşarken; cenaze görüntülerini sansürleyen, medya yönetim kurullarına generalleri yerleştiren ve "yalan yaymanın ofisi" ni kuran bir sistemede sahip olabilirdiniz. O ülkede; İsmet Berkan; Ertuğrul Özkök gibi isimlerin değil köşe yazması, muhabir olmasına bile izin vermezlerdi.

Düşünün; bizim ülkemizde kürtçülüğü tartıştığımız kadar ABD'de kızılderili sorununu, bizim İslamcılığı tartıştığımız kadar Almanya'da Nazizm'i tartışsalar bildiğimiz Almanya veya ABD kalır mıydı ortada...

Doğru; gençliğimiz apolitikliği, BBG'lere, PopStar yarışmalarına ve "evleniyorum" rezilliklerine mahkum şahsiyet yıpranmışlığı ile ümit vermiyor olabilir. Bir "greencard" hayali ile bıraksanız kaçacak pozisyonda bulunabilir. Ama her koşulda yarısı uyuşturucu batağına batmış; dünya haritası üzerinde kendi ülkesini bile gösteremeyecek kadar eğitimsiz ve ülkelerini dünyanın merkezi zanneden bir gençliğe göre çok daha dinamik, bilgili, donanımlı ve içinde vatan sevgisinin özünü taşıyor..

Ordunuzun; bir ABD, İsrail ve Rus ordusu gibi temelsiz ve çapulculuktan gelen ve çapulculuğa giden bir ordu olduğunu düşünsenize. Mevcut zihin bulanıklığına rağmen; tarihten gelen kökleri ile hala savrulmayan ve nihai tespitte biriilerinin jandarması olmaya direnen bir ordu. Bu orduyu dışa bağımlı kılan stratejik ve taktik tercihleri aşamayan kadrolar tarafından yönetiliyor olsa da.

Çocuklara tanklarla ateş eden, üç kayıp verdi mi paniğe kapılıp, sadece kendini korumaya başlayan korkaklardan oluşan, sırf şüphelendi diye arabanın içindeki kadın-çocuğu tarayan, "Irak'taki sivil kayıplar bizim için önemsizdir" diyebilen isimler tarafından yönetilen, her yıl ülkede yüzbinlerce çocuğun ölümüne neden olan ambargoların bekçiliğini üstlenen; kendisi işgal gücü olarak bir ülkeyi mahvetmişken "Osmanlı 400 yıl işgal gücü olarak bu topraklarda bulunmuş" diyebilecek kadar cahil ve küstah generallere sahip bir işgalci ordusuna sahip olabileceğinizi düşünebiliyor musunuz?

Ya da Willim Safire gibi postmodern-faşist bir köşe yazarına sahip olup, bu gibi adamlara prim verildiğini? Tahtaya vurun!. Bizdeki en şaibeli ve yetersiz isimler bile bazılarınkinin yanında Aristo gibi durmuyor mu? Siz; Hürriyet gibi bir gazetenin başköşesinde, "teröristleri yok etmek için Irak gibi ülkeleri nükleer bombalarla yoketmeliyiz" şeklinde yazıp, kamuoyu tarafından yerin dibine sokulduktan sonra köşesi ve medyayı bırakmak zorunda kalmayacak bir isim düşünebiliyor musunuz bu ülkede. O yüzden Ertuğrul Özkök'e o kadar da kızmayın. Her halükarda William Safire, Daniel Pipes gibilere on basar. 
Bu ülkeyi sevmek ve her şeye rağmen sahiplenmek için o kadar sebebimiz var ki... Bakın Filistin Kurtuluş Örgütü'nün kamplarının kapısında ne yazıyor...
Belki dünyanın en güzel vatanı değilsin Ama ben yine de seni çok Seviyorum

Sevgiliye söylenecek kadar güzel, uğruna ölecek kadar güçlü. Bizim dünyanın en güzel vatanına sahip vatandaşlar olarak, tankın karşısında elinde taşla duran Filistinli çocuk kadar cesarete sahip olmamız lazım.
Bu ülkeyi paylaşmanın ve bölmenin hayallerini kuranlara ve onların içerideki uzantılarına karşın;

29 Ekim bu Ülkeye;

Tarlasında, şirketinde, okulunda, camisinde, kışlasında,Duasında, yasasında, çocuğunu emzirirken, ihaleye hazırlanırken, amirine rapor kaleme alırken, nöbet tutarken, yazılım yazarken, Brüksel'de müzakere ederken...kısacası kendinin olanı yine kendi ve çocukları için koruyacak kadar bu ülkeyi bencilce ve toplumu adına seven ve sahiplenen herkese kutlu olsun.

Mustafa Kemalleri de, Mehmet Akif'leri de, yeniden aynı hedef doğrultusunda harekete geçirmenin zamanıdır.

K.D.


22 Eylül 2019 Pazar

BU İŞTE BİR MİT YENİĞİ Mİ VAR ?

" BU İŞTE BİR MİT YENİĞİ Mİ VAR ?"

Kıvanç Değirmenli,

OYUN BOZAN
25 EKİM 2004

"Dünyanın gerçek Sırrı, Görülebilir olandadır; Görülmeyende değil!" 
Oscar Wilde

Biliyor muydunuz?

    NATO sembolünün Yeni Ahid'i Yazan 4 Evangelisti ve Alşimist-Okulist gelenekte yeralan 4 temel elementi simgelediğini ve bu 4'lü Haç'ın 
gösterdiği misyon çerçevesinde dünyanın dört bir yanına asker gönderen NATO'nun üslerinde aynı zamanda Asker Misyoner Papazlar olduğunu...

Kaynak: Aytunç Altındal / Gül ve Haç Kardeşliği

Can Ataklı Star gazetesinde yayınlanan Oyun Bozan köşesine son verdiğinde tarih 15 Kasım 2003'tü.

O gün çıkan yazı; yarısı sansürlenmiş şekilde yayınlandı. Sonuna bize ait olmayan; "Star'daki yaklaşık 2 aylık beraberliğimiz burada bitiyor. Hoşçakalın" ifadesi eklenerek okuyucularımızla iletişimimiz kesilmiş oldu.

"Bu İşte Bir MİT Yeniği Var mı?" başlıklı sansürlenen yazıyı okumak için tıklayın
Oyun Bozan köşesi aracılığı ile; ABD Büyükelçisi'nin yaptığı temaslardan; Fettullah Gülen'in Türkiye'ye dönüş planlarına kadar bir çok deşifrasyonu gerçekleştirdik. (Zaman'a manşet olan Fettullah Gülen röportajları serisi geçen sene yapıldığı halde ancak bu sene yayınlandı. Sebebi; Gülen'in Türkiye'ye dönüş planının deşifre olması idi)

Kandil dağı sosyolojisi üzerine kalem oynatmadığımız, AB'ye karşı "ev ödevlerinden" sözeden yazılara imza atmadığımızdan,; kısacası suya sabuna dokunmadan birilerine zemin hazırlayan yazıları yazmadığımızdan olsa gerek; bu kadar deşifrasyonu bünye kaldıramadı ve köşemiz sansürlendi.

Bizi sansürleyenler çok fazla geçmeden kendileri de ciddi bir sansürle karşı karşıya kaldılar.

Cem Uzan'ı yaklaşan operasyon ve sonuçlarından kurtarabileceğini düşünenler; o günlerde patronları adına harıl harıl görüşme yapmakla meşguldüler. Başbakanlıktan; Ankara'da Sheraton oteline kadar bir çok mekan Cem Uzan ve ekibinin ümit dolu vaatlerle sırtlarının sıvazlandığı sahnelere sahne oldu.

Bandı daha da geriye sardığımızda ise; Fatih Çekirge gibi isimler aracılığı ile, Cem Uzan'a; "Ağustos'ta darbe olacak, parti kur, AKP'ye yüklen" mesajları yollayanları görüyoruz.

Liderler ve çevresindeki danışmanların öneminin en güçlü iki kanıtı bu sürecin sonunda karşı karşıya getirildiler ve Cüneyt Zapsu/Egemen Bağış/Ömer Çelik gibi "veri filtrelerine" sahip Tayyip Erdoğan ile Fatih Çekirge/Can Ataklı/Engin Saydam gibi "veri filtrelerine" sahip Cem Uzan kontrol edemedikleri bir arenaya sürüklendiler.

Gücünü aklı ile dengeleyemeyen Cem Uzan'ın defteri ; görünürde AKP hükümeti, perde arkasında ise, artık " Uzan Operasyonuna " ihtiyacı kalmayan güçler tarafından kapatıldı. 

"Oyun Bozan" işte bu süreçte yayından kaldırıldı. 

Şimdi yeniden karşınızdayız. 

Vatanımıza yönelik tarihin en kapsamlı ve boyutlu saldırılarından biri ile karşı karşıya olduğumuz bu dönemde; Oyunu Bozmak ve yeni bir oyun kurmak zorundayız. 

Oyunu Bozmanın ilk safhası deşifrasyondur fakat deşifrasyon hiç bir zaman; bu ülkenin beyinlerinin yılgınlığa düşmesi ve "elimizden geleni yaptık ama ne yapalım her yerdeler" duygusunu yaratmaya hizmet etmemelidir.

Oyunu Bozarken; yeni ve daha güçlü bir karşı oyun kurmanın dinamiklerini de beraberinde yaratmalı ve önümüzdeki haritayı doğru etüd etmeliyiz; bu harita üzerine kendi güçlerimizi konuşlandırmadan önce. 

Sizleri hep beraber bu oyunu bozmaya ve Türkiye için yeni bir karşı oyun kurmaya davet ediyoruz.

Yolumuz açık olsun.

Kıvaç Değirmenli

 http://www.acikistihbarat.com/oyunbozan/oyunbozan251004.htm

***********