Montrö etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Montrö etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Ocak 2020 Cuma

TÜRKİYE ARAP KIŞI SAVAŞININ İÇİNE SOKULUYOR

TÜRKİYE ARAP KIŞI SAVAŞININ İÇİNE SOKULUYOR


Türkiye Arap Kışının İçine Sokuluyor
Cahit Armağan Dilek 
03 Ocak 2020
21 Yüz Yıl. Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi.,


Türkiye'nin gündemi "bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete" sözünü aratmıyor.

Daha bir ay öncesinde Türkiye'nin gündeminde olmayan Libya konusu, bir numaralı gündem konusu oldu. Bırakın gündem maddesi olmasını neredeyse bir numaralı güvenlik tehdidi haline getirildi.

Ve Libya'ya asker gönderme tezkeresi TBMM'de dün görüşüldü. Bu yazı yazıldığında henüz tezkere görüşmesi sonuçlanmamıştı. Sayısal çoğunluk evete işaret ediyor. Ona göre yazıldı.

      Bizi bu tezkereye getiren her şey 27 Kasım 2019'da Libya ile imzalanan iki mutabakat muhtırasıyla başladı.

Hâlbuki o tarihte son bir yıldan bu yana Fırat'ın doğusuyla yatıp kalkıyorduk. Fırat doğusundaki Barış Pınarı Harekâtını konuşuyorduk. İktidar, Fırat doğusuna iki milyon Suriyeli gönderecek bir güvenli bölge ve TOKİ projesini içeride dışarıda tüm toplantılarda anlatıyordu. Kimseyi ikna edemedi.

ABD'ye, PKK/YPG'ye gönderdiği 30 bin TIR hatırlatılıyor, S400 alacağız diye sert (!) çıkıyorduk. ABD yaptırım kararı alırsa aynen karşılık veririz gerekirse İncirlik ve Kürecik'i kapatırız diyorduk. ABD yaptırımı Kongre'den geçti, Trump onayladı. F-35 uçaklarını alamayacağımız kesinleşti ama Türk üsleri ABD'ye kapatılmadığı gibi İncirlik'te ABD tesislerinin modernizasyonu ve genişletilmesi projeleri ihale edildi.

     İç Politikada ekonomik kriz derinlemesine hissediliyordu, halk artık mırıldanmaya başlamıştı. İktidar partisi içinden yavru partiler çıkmaya başlamıştı.

İşte tam da bu sırada adeta gökten zembille inen Libya konusu tüm gündemi işgal etti. İktidar, Libya ile birlikte Kanal İstanbul konusunu da aniden gündeme soktu. Libya gibi Türkiye için deniz aşırı sayılacak bir yerde askeri harekâtını sürdürebilmesi ekonomik açıdan mümkün gözükmektedir. Aynı ekonomik gerekçeyle Kanal İstanbul'un yapılması da mümkün gözükmüyor.

Hal böyle olunca bu iki konu adeta dışarıdan Türkiye'ye dayatılmış bir konu gözüküyor.  İçeride iktidarın iç politikada durumunu konsolide edecek bu konular, konuları dayatan dış aktörler hedeflerinin gerçekleşmesinin önünü açıyor.

     Kanal İstanbul Konusuyla Montrö'nün tartışmaya açılmasıyla ABD'nin dünyada sürekli varlık gösteremediği tek deniz olan Karadeniz'in çatışma alanına dönüştürülmesi, Türkiye'nin kuzeyden kuşatılmasının önü açılıyor.

Türkiye Libya'ya angaje edilerek Irak ve Suriye'de olup bitenlere, Türkiye'ye en yakın ve en büyük tehdidin görmezden gelinmesi isteniyor. Daha dün Cumhurbaşkanı 250 binden fazla bir göç dalgasının İdlib sınırına dayandığını belirtip sınırı açacaklarını ima etmiştir. Eğer açılırsa bunun 250 binde kalmayacağını herkes biliyor. BM'ye göre 2 milyon kişi gelebilir.

     Türkiye'ye Suriyeli Arap göçü katlanarak artıp Türkiye Türksüzleştirilirken, Suriye ve Irak'ın bölünmesi senaryosu hızlanırken Libya'ya asker göndermek kimin aklı? Bir ay önce Türkiye'de konuşulmayan konu nasıl bir numaralı güvenlik tehdidi oldu da Türkiye oraya asker gönderip oradaki iç savaşın parçası olacak?

Önceki gün yazdık. Libya'ya asker gönderme kararının siyasi hedefi net değildir ve afaki hayali Türkiye'nin imkân ve kabiliyetlerini aşan, Türkiye'nin bekasıyla yakından uzaktan ilgili olmayacak şekilde "Libya'da barış ve istikrarı sağlamak" olarak belirlenmiş gözüküyor.

Bu ifade ABD'nin Irak'a özgürlük, demokrasi ve barışı getireceğiz hedefiyle benzerlik gösteriyor. ABD bile oluşturduğu büyük koalisyonla Irak'ta bırakın barışı getiremediği gibi Irak'ın parçalanmasının önünü açtı, Irak devletini dağıttı, milyonlarca insanın hayatına mal oldu.

Trablus'taki Ulusal Mutabakat Hükümetine (UMH) destek sağlayacak tek ülke olacak Türkiye, Libya'da barış ve istikrarı sağlayabilir mi? Bu önü açık ve hayali bir hedeftir. DİB Çavuşoğlu'nun CHP ve İYİ Parti yetkililerine söyledikleri de Libya'daki senaryonun önü açık olduğunu, belirsizlik ve bilinmezliklerle dolu bir yere yani bir maceraya Türk askerinin gönderileceğini teyit ediyor.

Türkiye'nin Libya'ya asker göndermenin bahanesi olarak da deniz sınır mutabakatına karşılık olarak UMH'yi askeri olarak destekleme denkleminin büyük bir hata ve Türkiye'ye tuzak olduğunu söyleyelim.

Elma ile Armudu toplamak gibi birbirinden bağımsız iki konudan kurulan bu denklem Türkiye'nin çıkarlarına hizmet etmez. Yani illaki Libya'ya asker gönderelim ki mavi vatanda haklarımızı koruyalım söylemi doğru değildir.

Daha önce defalarca uyardık. Libya'daki durum Irak ve Suriye'dekinden çok farklı. Oralarda haklı bir sınır ötesi terör operasyonu için asker göndermişken, Libya'da bir iç savaşta taraf oluyoruz. Bildiğiniz savaşa giriyoruz. Hem de bizim savaşımız olmayan bir savaşa giriyoruz.

2011'de Tunus ve Libya'dan başlayan Arap Baharı kışa felakete dönüştü. Bahar vaad edilen ülkeler insanlar kışın içinde kaldı.  Yeniden alevlenen iç çatışmalarla birlikte, küresel ve bölgesel güçlerinde dahliyle Suriye'deki mini dünya savaşından sonra yeni bir mini dünya savaşının Libya'da yaşandığını görüyoruz.

Suriyeli göç dalgalarıyla ve iklim değişikliğinin yanında iç çatışmalar nedeniyle Ortadoğu'dan gelecek yeni Arap göç dalgalarıyla Türkiye Türksüzleştirilirken Türkiye'yi ve Türk askerini de Arap Kışının içine göndermenin sorumluluğu ve maliyeti büyük olacak.

https://www.21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/turkiye-arap-kisinin-icine-sokuluyor

***

9 Mart 2016 Çarşamba

Gürcistan Çatışması Türkiye’yi ikilemde Bıraktı,


Gürcistan Çatışması Türkiye’yi ikilemde Bıraktı,


Sinan İkinci ve Peter Schwarz

16 Eylül 2008
İngilizce’den çeviri (9 Eylül 2008)
Türkiye’nin Gürcistan’a olan yakınlığı ve bölgedeki yoğun ekonomik ve siyasi bağları göz önünde bulundurulduğunda, Türk hükümetinin Gürcistan ile Rusya arasındaki çatışmaya verdiği tepki dikkat çekici derecede yumuşak oldu.
Türkiye’nin üyesi olduğu NATO açıkça Gürcistan’dan yana tavır alırken ve Türkiye’nin üye olmak istediği Avrupa Birliği, Rusya’yı Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlığını tanıma kararı nedeniyle sert bir biçimde kınarken, Türk hükümeti bu tür açıklamalar yapmadı. Türk Dışişleri Bakanlığı bunun yerine, Türkiye’nin son olaylar karşısında duyduğu rahatsızlığı ifade etmekle yetinen kısa bir bildiri yayımladı.

Washington ve Moskova arasında tırmanmakta olan gerilim Ankara’da yönetici çevreler tarafından tedirginlik içinde izleniyor ve onları bir ikilemle karşı karşıya bırakıyor.

Türkiye bir yandan ABD ve Avrupa’nın Hazar bölgesine erişimi sağlamaya ve bu bölgenin petrol ve gaz rezervlerini Rus topraklarını baypas ederek kullanmaya yönelik girişimlerin içinde boylu boyunca yer alıyor. Bu bağlamda en önemli iki petrol boru hattı da - Bakü - Tiflis - Ceyhan Petrol Boru Hattı ve Nabucco doğal gaz boru hattı projesi- Gürcistan ve Türkiye topraklarından geçiyor. Aynı şey kısa bir süre önce tasarlanmış olan ve Türkiye’yi Gürcistan ve Orta Asya’ya bağlayan demiryolu projesi için de geçerli.

Türkiye ile Gürcistan arasındaki ekonomik ilişkiler zaman içinde artış gösterdi. Gürcistan’da 100 kadar Türk şirketi - çoğunlukla inşaat sektöründe- faaliyet gösteriyor ve bu ülkede yaklaşık olarak 600 milyon dolar yatırım yapmış durumdalar. İki ülke arasındaki ticaret hacmi yılda 1 milyar dolar düzeyinde. Türkiye aynı zamanda Gürcistan ordusuna silah ve askeri teçhizat satıyor ve subaylarına eğitim veriyor.

Diğer yanda ise Rusya, son yıllarda hızlı bir ekonomik büyüme göstermiş olmasına karşın hâlâ son derece kırılgan bir durumda olan Türk ekonomisinin vazgeçilmez bir ticaret ortağı haline gelmiş durumda.

Türkiye’nin Rusya ile olan ticaret hacmi geçen yıl 27 Milyar Dolardı ve bu tutarın bu yılın sonunda 38 Milyar Dolara yükselmesi bekleniyor. 

Böylece Rusya’nın Türkiye’nin en önemli ticari ortağı olarak Almanya’nın yerini alacağı tahmin ediliyor. Türk inşaat şirketleri ve süper market zincirleri Rusya’da çok faaller. Rusya, Türkiye’ye, bu ülkenin elektrik üretimi için son derece büyük bir ihtiyaç duyduğu doğal gazın yüzde 70’ini sağlıyor. Rusya -yılda 2,5 milyon turistle- aynı zamanda Türkiye’ye gelen en büyük sayıdaki yabancı turist grubunu oluşturuyor. Bu yaz ilk kez Akdeniz’deki popüler dinlence yeri Antalya’da Rus turistlerin sayısı Alman turistlerden daha fazlaydı.

Rusya, Ankara’nın ne kadar kırılgan bir konumda olduğunu, Rusya’ya giren Türk TIR’larını sıkı denetime alıp, sınırda bekleme sürelerini bir aya kadar uzatarak daha şimdiden göstermiş durumda. Bu uygulama birçoklarınca, Ankara’nın ABD savaş gemilerine, Gürcistan’a insani yardım götürme bahanesi altında Türk boğazlarından geçme ve Karadeniz’e girme izni verme kararına karşı girişilmiş bir misilleme olarak yorumlanıyor.

Gürcistan’daki çatışmanın neden olduğu tedirginlik Türk basınında yer alan birçok köşe yazısında da yansımasını buldu.

Köşe yazarı Nasuhi Güngör, 28 Ağustos’ta, günlük Star gazetesinde yayınlanan yazısında gelinen durumdan şikâyetçi oldu: " Kafkaslarda ortaya çıkan tabloyla birlikte Türkiye, belki de uzun yıllardır karşılaşmadığı zorlu bir koridordan geçiyor. Yerimiz şurası demek eskisinden çok daha zor."

Turkish Daily News aynı gün şu yorumu yaptı: " Türkiye’nin Doğu ile Batı arasında, riskler taşıyan bir köprü konumunda olduğu, NATO üyesi olmanın yükümlülükleri ve önemli ticaret ortağı Rusya arasında sıkışıp kalmış olmasıyla birlikte bir kez daha ortaya çıktı. Karadeniz’deki, Tomahawklarla ve gemi savar füzelerle silahlanmış olan NATO gemileri Rusları rahatsız ederken, gümrüklerde çıkarılan engeller Türkiye’ye Moskova’yı sinirlendirmenin potansiyel tehlikelerini hatırlatıyor."
Gazete Türkiye’nin eğreti duran diplomasisinin sürdürülemez nitelikte olduğunun altını çiziyor: "Rusya ile Gürcistan arasındaki bu son Kafkaslar krizinin hemen sonrasında, kırılgan bir diplomasi hattı üzerinde ilerleyen Türkiye ne kendisini Batılı müttefiklerinden ayırmak ne de ticaret ve enerji ortağı Rusya’yı kendisinden soğutmak istiyor."

"Boğazlar Sorunu"


ABD’nin ve onun Avrupalı müttefiklerinin Rusya’yı yalıtma girişimleri, 19. ve 20. yüzyıllarda emperyalist çatışmalarda merkezi bir rol oynamış olan "Boğazlar Sorununu" yeniden gündeme getirdi. Türk basını ABD’nin, Karadeniz’e askeri gemilerin geçişini düzenleyen 1936 tarihli Montrö Sözleşmesi’nin gözden geçirilmesi için yaptığı baskıdan yakındı.
Montrö Sözleşmesi, II. Dünya Savaşı’nın eşiğinde imzalandı ve daha önce uluslararası denetim altında olan İstanbul ve Çanakkale boğazlarının kontrolünü Türkiye’ye geri verdi. Sözleşme ticari gemilerin boğazlardan geçişini serbest bırakırken, savaş gemilerinin Karadeniz’e çıkmalarına yönelik olarak ciddi sınırlamalar getiriyor. Sözleşme ile herhangi bir zamanda boğazlardan geçebilecek gemilerin tonajını, sayısını ve Karadeniz’de kalmalarına izin verilen süreleri belirleyen katı sınırlamalar getirildi. Karadeniz’e kıyısı olan devletlere -yani Türkiye dışında önemli bir filo sahibi olan tek Karadeniz devleti Sovyetler Birliği’ne- ise daha az kısıtlayıcı kurallar uygulandı.

Montrö Sözleşmesi, '' Britanya’nın kışkırtmasıyla, Sovyetlerin Akdeniz’e çıkışına bazı sınırlamalar getirdiyse de, esas olarak dış güçlerin boğazları Sovyetler Birliği’ni tehdit etmek için kullanamamalarını güvence altına aldı ve Sovyetlere Karadeniz’de egemenlik kurma olanağını sağladı. Sözleşme II. Dünya Savaşı sırasında Mihver güçlerinin Sovyetler Birliği’ne saldırmak üzere boğazlardan deniz gücü göndermelerine etkin bir biçimde engel oldu. ''

Savaştan sonra Montrö Sözleşmesi kimi bazı değişikliklere uğramış olsa da yürürlükte kaldı. Ne var ki, ABD, Sovyetler Birliği’nin çöküşünden bu yana, sözleşmede değişiklik yapılması konusunda giderek daha fazla baskı yapıyor. Sözleşme imzalandığı sırada ABD Montrö’de bulunan ülkeler arasında yer almıyordu.
Eğer Ukrayna ve Gürcistan, Washington’un arzu ettiği gibi NATO’ya kabul edilmiş olsalardı, Karadeniz NATO suları haline gelecekti. Bu durumda Karadeniz beş NATO üyesi ülke -Türkiye, Bulgaristan, Romanya, Ukrayna ve Gürcistan- tarafından çevrelenmiş ve ana Karadeniz donanma limanı Sivastopol bugün Ukrayna topraklarında bulunan Rusya, yalnızca görece küçük bir kıyı şeridi ile kalmış olacaktı.

Montrö Sözleşmesi konusu, ABD’nin Gürcistan’a "yardım" taşıyan, toplam 140.000 ton ağırlığındaki iki hastane savaş gemisini boğazlardan geçirmeye çalışmasıyla gündeme geldi. Türk hükümeti bunun Montrö Sözleşmesine aykırı olduğunu belirterek bu gemilere geçiş izni vermedi. En sonunda Washington bu iki geminin yerine üç adet daha küçük gemi gönderdi.
Hürriyet gazetesi bu olay üzerine, 22 Ağustos’ta, kamuoyunda iyi tanınan köşe yazarı Oktay Ekşi’nin "Montrö'yü kaşımak" başlıklı bir değerlendirmesini yayınladı. Ekşi yazısında ABD yönetiminin Irak’a saldırmadan önce zaten Montrö Sözleşmesi’nde değişiklikler yapılmasını talep ettiğini belirtti ve bu değişikliklerin İran ve Rusya’yı hedef aldığına işaret etti.

Ekşi şunları yazdı: " Şimdi de ABD'nin Montrö 'den rahatsızlık duyduğunu gösteren işaretler var. Örneğin, 2003 yılında Irak'a saldırmayı aklına koyduğu zaman ABD yine Montrö' yü zorlamaya kalktı. Neyse ki Irak harekâtına Türkiye'nin destek vermesini öngören meşhur tezkere TBMM tarafından reddedilince o proje suya düştü."

Ekşi yazısında, "Gerçekten Trabzon ve Samsun üzerinden Irak'a mı gidilir yoksa İran'a ve Kafkas ülkelerine mi? Montrö'yü kaşımanın altında hangi hesapların yatabileceğini bu örnek yeterince göstermiyor mu?" diye sordu.
Akademisyen Beril Dedeoğlu, 20 Ağustos’ta Star gazetesinde yayınlanan "Boğazlar yeniden…" başlıklı bir makalede, Türkiye’nin içine düşürülmüş olduğu ikilemden şikâyet etti: "Bununla birlikte ABD ile Rusya karşılıklı davranışlarını meşru gösterecek ‘gerçek’ düşman bulduk diye sevinirken arada kalan ülkeleri zor günler beklediği söylenebilir. Bu zorlukları yaşayan ülkelerden birisi Türkiye ve ortaya çıkan birçok sıkıntılı durumdan birisi Karadeniz ile ilgili."
Ekşi gibi Dedeoğlu da yazısında Irak savaşı öncesinde ABD’nin Karadeniz’e erişim sağlamak için yaptığı girişimlerden söz ediyor. Dedeoğlu şöyle yazıyor: "Hatırlanacağı gibi ABD, Irak işgali öncesinde Türkiye topraklarının kullanılmasını talep etmiş, Türkiye de 1 Mart tezkeresiyle bunu reddetmişti. Türkiye bu meseleleri tartışırken, herhalde izin verileceği yolunda bir kanaat oluşmuştu ki daha karar çıkmadan ABD Anadolu’nun Akdeniz kıyısına valizini boşaltmaya başlamıştı. Tam bu sırada, ABD ikinci bir bölgeyi daha incelemeye almış ve Karadeniz kıyılarının, özellikle de Doğu Karadeniz kıyılarının operasyonlar için pek elverişli olacağına kanaat getirmişti.

"Akdeniz, Irak operasyonu bakımından açıklanabilir bir havza iken, Karadeniz’in Irak ile açıklanması biraz zor olmuştu. O sıralar ABD’nin esasen İran’ı vuracağı falan düşünülmüştü de esas olarak ABD’nin Karadeniz’de Rusya’yı askeri olarak sıkıştırmaya çalıştığı anlaşılmıştı. Karadeniz’e askeri geçişin Romanya üzerinden olması mümkün olsa bile, Akdeniz gücü ile bağlantılı çalışabilecek kapasite bakımından en önemli geçişin Türk Boğazları olduğu ortada. O dönemde ABD’den Boğazların kullanımı, dolayısıyla Montrö Sözleşmesi’yle tanımlanmış rejimin değiştirilmesi talebi gelmişti. Montrö, bir yandan ABD’nin Karadeniz’e askeri geçişini engellerken bir yandan da Rusya’nın Akdeniz’e inmesini engelliyor, dolayısıyla Türkiye bunu bir kez deldi mi, ileride kimin ne amaçla kullanacağı garanti edilemez. Irak savaşı öncesinde Türkiye, ABD’nin talebini reddetmiş ve Rusya da kendisinin bu anlamdaki beklentilerini bir yana atıp Türkiye’nin ABD’nin Karadeniz’deki varlığını engelleyen olmasını sevinçle karşılamıştı. Gürcistan ile olan savaşla birlikte, konu yeniden gündeme gelmiş durumda."

Ekşi ve Dedeoğlu iki yıl önce ABD yönetimi tarafından, Akdeniz’de NATO bünyesinde faaliyet gösteren anti-terör gücünün -Aktif Çaba Operasyonu- sorumluluk alanının Karadeniz’i de kapsayacak şekilde genişletilmesini öngören bir öneride bulunduğundan söz etmiyorlar. Ankara bu öneriye, 70 yıllık Montrö Sözleşmesi’nin erozyona uğratılmasına neden olacağından korkarak karşı çıkmıştı.

Türkiye’yi çevreleyen ortam Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Irak’ta ABD’nin başlattığı savaşla birlikte dramatik bir biçimde değişti. ABD istikrar sağlayıcı bir güç olmaktan çıkarak bir numaralı istikrarsızlık yaratan güç haline geldi. Rusya üzerindeki ABD baskısı artarken, Türkiye için her iki tarafla da iyi ilişkiler sürdürmek giderek daha zor hale geliyor. Bu, Türk yönetici seçkini içindeki daha şimdiden kaynama noktasına ulaşmış olan bölünmeleri hiç kuşkusuz daha da artıracaktır.

Bu arada Türk yönetici seçkinin akıl hocaları son dakikada gelebilecek karşılıklı ödünlere dayalı bir anlaşmanın ortaya çıkmasını umuyorlar. Dedeoğlu’nun makalesinin son paragrafında şöyle deniliyor: "Türkiye Güney’de ABD ile Kuzey’de Rusya ile çalışma koşullarını, iki oyuncunun kesiştiği Gürcistan’da yitirme aşamasına girdi. Bu durum belki ileriki dönemlerde iki iyilikten birini seçmek zorunda bırakır Türkiye’yi. Umalım ki Rusya ABD’yi bu anlamda caydırmayı başarsın, umalım ki Türkiye K.Irak ya da başka kaygılar nedeniyle ABD taleplerinin ileride oluşturabileceği sorunları Amerikalılara ifade etmede başarılı olabilsin."

Elbette bir burjuva gazetesinden derinleşmekte olan Gürcistan krizinin ve ABD militarizminde yaşanan patlamanın altında yatan nedenleri tahlil etmesi beklenemez. Bu nedenlerin kaynağında, yönetici seçkinlerin, bizzat kâr sisteminin temel ve çözümsüz çelişkilerinin -yani dünya ekonomisi ile köhnemiş kapitalist ulus devlet sistemi arasındaki ve toplumsallaşmış üretimle özel mülkiyete dayalı piyasa anarşisinin- üstesinden gelmeye yönelik çılgınca çabaları yer alıyor. Düşen kâr oranları ve küresel ekonominin derinleşen krizi büyük güçleri, pazarlar, ucuz emek gücü ve kaynaklar için, kapitalizm altında en sonunda ancak askeri yöntemlerle çözülebilecek amansız bir rekabetin içine itiyor.

Türk yönetici seçkininin buna karşı herhangi bir çözümü yok ve bütün "manevra kapasitesini" yitirmek üzere. Ülke, siyasi alanda ağır bir rejim krizinin pençesine düşmüşken, ekonomik alanda da Türkiye kapitalizmi son derece kırılgan bir durumda.Afganistan’a yapılan saldırının üzerinden altı buçuk yıl ve Irak’ın ABD’nin başını çektiği koalisyon güçleri tarafından işgal edilmesinin üzerinden beş yıl geçtikten sonra, Ortadoğu’da, Kafkaslarda ve Orta Asya’da, bütün bölgeyi bir askeri cehenneme çevirmekle tehdit eden bir büyük yangın ufukta belirmiş durumda.

Makalenin İngilizce orijinali
(9 Eylül 2008)
Türkiye’nin ekonomik göstergeleri kötüleşiyor
( 15 Eylül 2008)
Türk-Kürt çatışmasındaki tarihsel ve siyasi sorunlar
( 28 Kasım 2007)


..