Türk Dış Politikası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türk Dış Politikası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Mart 2020 Pazar

Türk Dış Politikasına Yansımalarıyla Arap Baharı., BÖLÜM 2

Türk Dış Politikasına Yansımalarıyla Arap  Baharı., BÖLÜM 2


Nihayetinde; Türkiye’nin bölgede yaşanan olaylarda demokratik dönüşümü 
destekleyici rolü, artan etkisi ve bölge halklarında oluşan Türkiye’ye karşı büyük 
heyecan ve hayranlıkla birlikte, uluslararası camiada Türkiye’nin bölgenin lider 
ülkesi olabileceğine yönelik düşünceler yeni bir tartışmayı da ortaya çıkmıştır. 
Bu tartışmanın ana eksenini; Türkiye’nin Müslüman bir ülke olması ve 
demokratik bir rejimle yönetilmesi nedeniyle Arap baharında dönüşüm yaşayan 
ülkelere model olabileceğine dair düşünceler oluşturmaktadır. Biz de bu noktada 
bu tartışmaların her iki yönüne de yer vererek bir sentez yapmaya çalışacak ve 
“Türkiye demokratik bir ülke olarak Ortadoğu’ya model olabilir mi?” sorusunu 
cevaplamaya çalışacağız. 

Sonuç Yerine: Türkiye Demokratik Bir Ülke Olarak Ortadoğu’ya Model Olabilir Mi? 

Türkiye’nin demokratik bir ülke olarak Ortadoğu’ya model olması, Arap baharı 
süreci ve ardından oluşan ortamda kendine has bir tartışma alanı oluşturmuştur. 

Fakat Türkiye’nin model olması ilk olarak Arap baharında gündeme gelen bir 
konu değildir. 1991 yılında SSCB’nin dağılmasıyla 15 yeni cumhuriyet ortaya 
çıkmış ve bu cumhuriyetlerden Kafkasya ve Orta Asya’da yer alan Türk 
Cumhuriyetleri için de Türkiye model olarak gündeme gelmişti. Fakat model 
olma konusunda Türkiye’nin ve Batılı ülkelerin beklentisi farklıydı. Batılı 
ülkelerinin önceliği; Türk Cumhuriyetleri’nde yönetimin İslamcı radikallerin, 
dolayısıyla Batı karşıtı akımlarının eline geçmemesi ve Batı dünyası ile 
ekonomik ilişkileri geliştirecek laik yönetimlerin işbaşına gelmesiydi. Onlara 
göre; yeni Cumhuriyetlerin demokratik temeller üzerine kurulmaları fazla önem 
taşımamaktaydı. Türk Cumhuriyetleri’nde demokratik bir yönetimden çok 
otoriter yönetimler kuruldu ve bu durum Batı tarafından bir bakıma kabul gördü. 

Batılılara göre; ancak otoriter sistemler, bağımsızlıklarını yeni kazanmış 
ülkelerde siyasi istikrarı ve ekonomik kalkınmayı gerçekleştirebilirler ve Orta 
Asya’yı tehdit eden İran’ın destek verdiği radikal akımlara karşı durabilirlerdi 
(Demiray, 2010: 102). 

2010 yılının sonlarında başlayan Arap Baharı sürecinde de Türkiye’nin model 
olup olamayacağı çok farklı çevrelerde tartışılmaya başladı. Farklı pek çok 
görüşün bulunduğu bu tartışma alanındaki çalışmalara yakından bakıldığında, 

Türkiye’nin bölge ülkelerine model olabileceği yönünde görüşlerin varlığıyla 
birlikte, bunun geçerli bir tespit olmadığını savunan fikirlerin de var olduğu göze 
çarpmaktadır. Model olma konusunda Türk yetkililerin ifadesi son derece açık: 
Başbakan ve Cumhurbaşkanı gibi üst düzey yetkililer, Türkiye’nin bölgeye 
model olma gibi bir amacının olmadığını ifade etmekteler. Diğer yandan da 
Türkiye’nin deneyimi ve başarıları ile bölgedeki hareketlere yardımcı olabileceği ve bölgedeki demokratik gelişmelerde destek olabileceğini de belirtmektedirler   (Çakmak, 2011: 17; http://www.bloomberght.com/haberler/haber/1177903-bagis-ortadoguya-model-olma-gibi-bir-istegimiz-yok). Model konusunda, diyalektik bir yöntem kullanarak sorunun cevabını iki taraflı olarak ele alacak ve ilk olarak Türkiye’nin bölgeye model olabileceği yönündeki olumlu görüşleri ve onların gerekçelerini sunacağız, ardından karşı görüşleri ve gerekçelerini aktararak bir bakış açısı oluşturmaya çalışacağız. 

Türkiye’nin Ortadoğu’ya ve özellikle Arap baharı yaşanan ülkelerin içinde 
bulundukları dönüşüm sürecine model olabileceğini savunan görüşlerin 
temelinde, Türkiye’nin bütün eksikliklerine rağmen Müslüman ağırlıklı nüfusuyla, laik ve işler bir demokrasiye sahip ülke olması yatmaktadır (A Model of Middle East Democracy, Turkey Calls For Egypts Change in Egypt, 2011). 

Türkiye, Müslüman çoğunluğa ehil toplumunun dini ve muhafazakâr değer 
yargılarını laik devlet anlayışı ve liberal sosyoekonomik yapıyla bir araya 
getirebilmiştir. Bu temel parametrelere Türkiye’nin Batı dünyası ile geliştirmiş 
olduğu fonksiyonel ilişkiler de eklendiğinde oluşan tabloda Türkiye, Ortadoğu 
coğrafyasında hem liberal temsili demokrasinin yaşamasını hem de bölge 
toplumları nazarında düşman Batılı dünya algısının değişerek; yerine pragmatik 
ve işbirliği odaklı ilişkiler kurulmasını sağlaması ekseninde öne çıkan bir ülke 
durumundadır (Oğuzlu, 2011: 74). 

Türkiye’nin bölgeye yönelik model olabileceğini güçlendiren diğer bir unsur ise; 
2002 yılından sonra ülkede yaşanan gelişmelerdir. Bu tarihten sonra iktidara 
gelen Adalet ve Kalkınma Partisi, İslami geleneklerden gelen muhafazakâr bir 
yapıya sahiptir. Bu özellikleriyle parti, rejimin laik ve çoğulcu karakterini 
benimseyen bir politika izlemiş ve bu durum kimi çevrelerce Batı dünyasındaki 
Hıristiyan demokrasinin Müslüman versiyonu olarak gösterilmiştir (Turkey: A 
Model For The Arab World?, 2011). Bununla birlikte, Mısır ve Tunus’ta seçimlere giren ve kazanan partilerin, Adalet ve Kalkınma Partisi’ne benzer parti 
programları nı benimsemeleri ve özellikle Tunus’ta iktidara gelen El Nahda 
partisinin Türkiye’deki Adalet ve Kalkınma Partisi’ni örnek alacağını söylemesi 
gibi pratikte yaşanan gelişmeler, Türkiye’nin demokratik bir ülke olarak bölgeye 
model olabilme ihtimalini arttırmaktadır (Türel, 2011: 27). Bu gelişmeler, Arap 
dünyasında model sorununun önemli bir problemi olan İslam dini ile 
demokrasinin birlikte düşünülemeyeceği inancına yönelik şüpheleri de 
değiştirmeye başlamıştır. Bu bağlamda Washington Ortadoğu Enstitüsü 
direktörü Wendy Chamberlin, Türkiye’nin İslam ve demokrasiyi kucaklayan 
yapısına işaret ederek, İslam ve demokrasinin uyumsuz olmadığını; aksine 
karşılıklı olarak birbirlerini destekleyici içeriğe sahip olduklarını belirtmiştir 
(Turkey: A Model For The Arab World?, 2011). 

Türkiye’nin demokratik bir model olarak savunulmasını ve öne çıkarılmasını 
sağlayan bir başka faktör de: diğer Müslüman ülkelerin ve özellikle İran’ın 
bölgeye yönelik beklentileri karşılayamamasıdır. İran’ın Esad rejimini 
desteklemesinin yanı sıra Bahreyn’e yönelik duruşu da; İran politikalarının 
mezhepçiliğe dayandığını göstermesi ve Arap toplumunda İran algısının negatif 
yönde etkilenmesine neden olmuştur. Zira İran yönetiminin hızlandırılmış 
prosedürlerle Irak ve Lübnan’daki müttefiklerini Suriye rejimini desteklemeye 
zorlaması da, bu gerçeği açıkça ortaya koymaktadır (Bakeer, 2012: 4). İran, 
1979’da İslam devrimini gerçekleştirdikten sonra bu devrimi Ortadoğu 
halklarına bir yol gösterici olarak önermekteydi. Hatırlanacağı üzere Arap 
dünyasında son iki yılda yaşanan değişimde meydanları dolduran kalabalıklar 
demokrasi, özgürlük ve sosyal adalet isterlerken; aynı zamanda -Müslüman 
kardeşler örneğinde görüldüğü gibi- iktidarların güçlü alternatif adayları olan 
İslamcı muhalefet daha pragmatik bir siyaset izlemektedir (Fakho ve Hokayem, 
2011: 25). 

Buraya kadar olan kısımda, Türkiye’nin demokratik bir ülke olarak Ortadoğu’ya 
model olabileceğini savunan görüşlerin ana hatlarını aktarmaya çalıştık. 
Bu noktada, Türkiye’nin bölgeye model olamayacağını öngören görüşleri ele 
alacağız. 

Türkiye’nin bölgeye model olamayacağını savunanların dikkat çeken ilk iddiası, 
Türkiye’nin demokratik dönüşümünü tamamlayamadığı yönündedir. 
Bu bağlamda Türkiye’nin otoriter bir rejimden çıkarak tam bir demokrasiye 
geçtiğini söylemenin zor olduğu belirtilmekte ve Türkiye’de demokrasinin 
konsolidasyonu sürecinin eskilere dayanmasına rağmen zaman içerisinde farklı 
nitelikler kazanarak evrimine devam ettiği vurgulanmaktadır (Oğuzlu, 2011: 78). 
Nitekim Oxford Üniversitesi profesörlerinden Tarıq Ramadan da Türkiye’de 
demokrasi adına bazı ilerlemeler kaydedilmesine rağmen, ülkede yaşanan bu 
dönüşümün uzun bir süreç olduğunu belirtmiş ve Türkiye’de hala askeri 
vesayetten arındırılmış tam bağımsız bir demokrasinin var olmadığını söylemiştir (Turkey: A Model For The Arab World?, 2011). 

Bu görüşe benzer şekilde ünlü tarihçi Norman Stone da, bu denli yavaş bir demokratik gelişime sahip ve İslam’a mesafeli temeller üzerine kurulu Türkiye’nin, Ortadoğu’ya model olamayacağını aktarmaktadır (Egypt Isn’t Turkey, 2011). Türkiye demokrasinin modelliğine yönelik olarak aktardığımız bu bakış açılarına eklenebilecek bir görüş de demokrasi kültürü ile alakalı olarak ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda Türkiye’nin demokrasi modelinin kendi özgün 
kültüründen ortaya çıktığını, aynı şekilde her ülkenin özgün demokrasi modelini 
kendi özellikleriyle bulması gerektiği söylenmektedir (Ayman, 2011). 

Türkiye demokrasisinin özgünlüğüne yapılan bu vurguya paralel şekilde iç 
politik şartlarda meydana gelen Kürt halkı sorunu, kamusal alanda başörtüsü 
problemi, azınlıklar sorunu, ifade özgürlüğünde ortaya çıkan sıkıntılarla birlikte 
çok çeşitli bir muhalefetin oluşamaması gibi değişkenler göz önüne alındığında, 
Ortadoğu bölgesinde her ülkenin kendi özgün demokrasi modelini oluşturması 
fikri kuvvet kazanmaktadır (Özdemir, 2012). Bu özgün iç dinamiklere gönderme 
yapan Amerikalı gazeteci David Judson da, ülkelerin ve toplumların birbirlerine 
monte edilebilecek “lego parçaları” olmadıklarını belirtmiş, kendilerine has 
özellikleri olan ülkeleri birbirlerine benzetmeye çalışmanın tehlikeli bir girişim 
olduğu üzerinde durmuştur (Türkiye Arap Baharına Model Olabilir Mi?, 2011). 

Türkiye’nin bölgeye yönelik model olamayacağına ilişkin sunulan bir diğer 
görüş de: Türk modelinin önemli bir niteliği olan “laikliğin” Arap dünyasındaki 
algısıdır. Özellikle Türkiye’nin bölgeye yönelik ziyaretlerinin Mısır ayağında, 
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı laikliği savunan konuşması bir 
tartışma yaratmıştır. Bu konuşma bir yandan liberal eğilimli bölge halklarının 
beklentilerini karşılayan bir çizgidedir; ancak diğer bir yandan geniş İslamcı 
kesimin tepkisine yol açmıştır. Türkiye’nin model olamayacağını savunanlar, 
böyle bir temel konuda ikiye ayrılmış olan Arap toplumunun konsensüs halinde 
Türk modelini benimseyeceğini düşünmenin zor olduğunu dile getirmektedirler. 
Onlara göre, Araplar kendi özelliklerine uygun şekilde kendi modellerini 
geliştirmeyi tercih edeceklerdir (Kohen, 2012). 

Son olarak Türkiye’nin bölgeye model olamayacağına ilişkin savlar içinde 
değerlendirilebilecek farklı bir görüş de, ortak mutabakat üzerine kuruldur. 
Boğaziçi üniversitesi profesörlerinden Hakan Yılmaz’ın dile getirdiği bu bakış 
açısına göre; Türkiye, Amerika ve Avrupa Birliği birlikte hareket eder, 
birbirlerine karşı dürüstlük ilkesini korur ve her ülke kendi modelini 
Ortadoğu’da kabul ettirmeye çalışmazsa, bölgede demokratikleşmeye yönelik 
bir umut meydana getirilebilir. Yine Yılmaz’a göre esasen gerekli olan olgu 
gerçekçi bir bakış açısından ziyade; romantik bir algılama ve mutabakattır. Aksi 
halde tek başına Türk modeli sistematik bir fayda sağlamayacaktır (Türkiye 
Arap Baharına Model Olabilir Mi?, 2011). 

Sonuç itibariyle, “Türkiye demokratik bir ülke olarak Ortadoğu’ya model teşkil 
edebilir mi?” sorusuna yönelik verilebilecek bütün cevaplar bazı eksikleri 
bünyesinde barındıracaktır. Gösterdiğimiz üzere, Türkiye’nin birçok olumlu 
özelliği her ne kadar iyi bir tablo oluştursa da; öte yandan hiç de 
azımsanmayacak ölçüde öneme sahip olumsuz yönlerinde var olması, bu tabloya net bir yorum yapılmasının önünü kesmektedir. Çünkü model olma tartışması bir nevi açık uçlu tartışmadır ve buradan kesin bir hüküm çıkarmak son derece zordur. Mamafih, Arap baharıyla birlikte zirveye taşınan bu tartışmanın nasıl bir sonuca varacağını belirleyecek tek faktör: Ortadoğu’nun kaderini kökten değişeme uğratarak yeni bir döneme girmesini sağlayan halkın, yine aynı şekilde bölgenin nasıl bir yapıya bürüneceğine dair göstereceği iradesidir. Hemen belirtmek gerekir ki; bu iradenin önemini gösteren bir örnek Mısır’da meydana gelmiştir. Ülkede oluşturulacak yeni anayasa yönelik Birleşmiş Milletlerin yardım teklifini reddeden Mısır, bu süreci ülkesinin iç meselesi olarak görmüştür (Mısır Anayasa Konusunda BM Yardımını Reddetti, 2012). 

...............

    Orta Doğu ve Kuzey Afrika Ülkeleri İle İlişkiler;

Genel:

Orta Doğu’daki gelişmeler gerek bölge halklarıyla mevcut tarihi, kültürel ve sosyal yakınlığımız, gerek bu gelişmelerin doğrudan veya dolaylı etkileri nedeniyle Türkiye’yi yakından ilgilendirmektedir.

Çok boyutlu, proaktif, yapıcı ve geleceğe dönük bir dış politika izleyen Türkiye, Orta Doğu’da barış, istikrar ve refahın egemen olmasını arzu etmekte, bu hedefle yürütülen çabalara güçlü destek vermekte ve gereksinim duyulan her alanda krizlerin aşılması ve sorunların çözümü için girişimlerde bulunmakta veya çözüm süreçlerinde aktif katkı sağlamaktadır.

Küresel düzeyde olduğu gibi Orta Doğu’da da mevcut sorunlar sonsuza kadar çözümsüz kalamayacaktır. Çözümlenemeyen her sorunun, her an yeni insani trajedilere yol açabileceği maalesef çeşitli vesilelerle tecrübe edilmiştir. Ortak sorunların çözümü bölgesel sahiplenme ve kapsayıcı diyalog anlayışından geçtiği cihetle bu konuda tüm bölge ülkelerine görevler düştüğüne inanmaktayız.

Türkiye’nin bölge için vizyonu kalıcı barış, istikrar ve güvenlik ile sürdürülebilir ekonomik kalkınmanın sağlanmasıdır. Güvenlik ve istikrarın tesisi, ekonomik kalkınma ve refah için temel şarttır. Bu nedenle, Türkiye bölgedeki sorunların kapsayıcı diyalog yoluyla çözülmesi, bölge ülkeleri arasında ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda ilişkilerin güçlendirilmesi için çaba sarfetmektedir. Komşu çevremizde kalıcı istikrar arayan ve bölgesel bütünleşme sağlanmasını hedefleyen girişimlerimiz, bu çabaların somut birer tezahürünü oluşturmaktadır.

Türkiye bu çerçevede gerek ikili düzeyde, gerek çok taraflı platformlarda Orta Doğu ülkeleriyle mevcut ilişkilerini ve işbirliğini yapısal temelde güçlendirmeye çalışmaktadır. Bu kapsamda, Türkiye’nin Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi (YDSK) süreçlerini, Batılı ülkelerden önce Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesi ülkeleriyle tesis etmiş olduğu da hatırda tutulmalıdır.

Arap Ülkeleri ile İlişkiler:

Ortadoğu coğrafyasının önemli unsurlarından biri olarak Türkiye, Arap ülkelerinin istikrar, güvenlik ve huzurlarını doğrudan kendi istikrar, güvenlik ve huzuruyla bağlantılı görmektedir.

Bu bağlamda Türkiye, Arap ülkelerinin karşı karşıya olduğu tüm sosyal, ekonomik ve siyasi sınamalarda, bu ülkelerin yanında durmak ve elden gelen destek, dayanışma ve katkıyı sağlamaya gayret göstermekte, sorunların ancak işbirliği, eşgüdüm ve diyalog yoluyla ve sadece siyasi sahada kalıcı ve sürdürülebilir çözümlere kavuşturulabileceğine inanmaktadır.

İstikrar ve barış arayışı kapsamında Türkiye, bölgede yaşanmakta olan sınamalara soğukkanlı ve uzun vadeli bir bakış açısıyla eğilmekte, günü kurtarıcı çözüm önerilerinden ziyade, alandaki gerçekliklerle uyumlu, bölge halkların özümseyeceği, dolayısıyla da kalıcı olabilecek çözüm alternatifleri geliştirilmesi yönünde aktif ve ön alıcı bir tavır sergilemektedir.

Keza Türkiye, bölgeye yönelik genel bakış açısı çerçevesinde, tüm Arap ülkeleriyle şartların el verdiği ölçüde siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel işbirliği ve angajmanı artırmaya çaba göstermekte, bu angajman çabaları sayesinde sağlanabilecek ikili ve bölgesel karşılıklı bağımlılığın, bölgesel istikrar, barış ve huzur ortamının en güçlü temel taşı olacağını savunmaktadır.

Bu genel çerçeve kapsamında Türkiye’nin Arap ülkeleriyle geleceğine yönelik vizyonu da, kalıcı ve sürdürülebilir bir siyasi ve güvenlik istikrar ortamında, sosyal, ticari ve kültürel etkileşimin kazan-kazan ilkesi temelinde geliştirilmesi ve bu sayede, ülkemiz dahil, tüm bölge ülkeleri halklarının refah ve huzurunun artırılması yönündedir.


http://www.mfa.gov.tr/turkiye_nin-ortadogu-ile-iliskileri.tr.mfa


Kaynaklar 

“A Model of Middle East Democracy, Turkey Calls For Egypts Change in 
Egypt”, (2011) Time World News, 
http://www.time.com/time/world/article/0,8599,2045723,00.html 

AKGÜN, M., PERÇİNOĞLU G. ve GÜNDOĞAR, S. S. (2009) Ortadoğu’da 
Türkiye Algısı 2009, TESEV Yayınları, İstanbul. 

AKGÜN, M. ve GÜNDOĞAR, Ş. S. (2012) Ortadoğu’daki Türkiye Algısı 2011, 
TESEV Yayınları, İstanbul. 

ALTUNIŞIK, M. B. (2011) “Türkiye’nin Ortadoğu’daki Yumuşak Gücü ve 
Önündeki Engeller”, TESEV Dış Politika Programı, 
http://www.tesev.org.tr/tr/yayin/turkiyenin-ortadogudaki-yumusak-gucu-ve-onundeki-en, ss.3-4. 

“Arap Baharı Başladığı Günden Beri Türkiye’nin Tutumu Değişmedi” (2012) 
Turkishny Leading Turkish-American Web Portal, 
http://www.turkishny.com/other-news/4-other-news/84122-arap-bahari-basladigi-gunden-beri-turkiyenin-tutumu-degismedi. 

Arap Baharı (2012) http://www.mfa.gov.tr/turkiye_nin-ortadogu-ile-iliskileri.tr.mfa. 

AYMAN, M. (2011) “Türkiye Ortadoğu’ya Model Olamaz”, Habervesaire 
http://www.habervesaire.com/news/ayman-mohyeldin-turkiye-ortadogu-ya-model-olamaz-1869.html. 

BAKEER, A. H. (2012) İran’ın Suriye’ye Yönelik Tutumunun Analizi, USAK 
Analiz, No: 17, USAK Yayınları, Ankara ss. 1-16. 

BAL, İ. (2001) Türk Dış Politikası, Alfa Yayınları, İstanbul. 

BOLAT, D. (2012) “Türkiye’nin Ortadoğu Politikasının Genel Çizgisi ve Bu 
Politikada Etkili Olan Faktörler”, Akademik Makalem, 
http://akademikmakalem.com/2012/01/27/turkiyenin-orta-dogu-politikasinin-genel-cizgisi-ve-bu-politikada-etkili-olan-faktorler/ 

ÇAKMAK, C., Yetim, M. ve Çolak, F. G. (2011) Ortadoğu’da Devrimler ve 
Türkiye, Bilgesam, Rapor No: 31, İstanbul. 

ÇİÇEKCİ, C. (2012) “Arap Baharı Sürecinde Türk Dış Politikasındaki 
Dönüşümün Ana Hatları”, Academia, 
http://comu.academia.edu/Ceyhun%C3%87i%C3%A7ek%C3%A7i/Papers/1483425/Arap_Bahari_Surecinde...-_Ceyhun_CICEKCI s.20 

CRİSS, N. B. (2002) “Türkiye Cumhuriyeti’nin Dış Politikaları”, Doğu Batı 
Dergisi, Yıl: 6, Sayı: 21, Ankara, ss.141-142. 

DALACOURA, K. (2012) “The 2011 Uprisings in the Arab Middle East: 
Political Change and Geopolitical Implications”, International Affairs, 88: 1, 
Number: 63. 

DAVUTOĞLU, A. (2008) “Turkey’s Foreign Policy Vision: An Assesmen of 
2007”, Insight Turkey, Volume: 10, Number: 1. 

DEDE, A. Y. (2011) “The Arab Uprisings: Debating the Turkish Model”, 
Insight Turkey, Volume: 13, Number: 2, ss.23-24 

DEMİRAY, M. (2009) “Model Ülke mi Lider Ülke mi? Değişen Dengeler 
Bağlamında Türkiye’nin Bölgesel Rolü ve Stratejileri”, Journal Of Azerbaijani 
Studies, Khazar Univeristy Press, ss. 91-112. 

DURAN, H. (2008) “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Dış politika Anlayışı ve 
İlkeleri”, Editör: BIYIKLI, Mustafa, Türk Dış Politikası -Cumhuriyet Dönemi- 
Cilt:1, Bilimevi, ss. 35-52. 

Egypt Isn’t Turkey (2011) The Daily Beast World News Internet News Page 
http://www.thedailybeast.com/newsweek/2011/02/20/egypt-isn-t-turkey.html. 

EROL, M. S. (2007) “11 Eylül Sonrası Türk Dış Politikasında Vizyon Arayışları 
ve “Dört Tarz-ı Siyaset”, Akademik Bakış, Cilt:1, Sayı:1, Ankara, s.34 

FAKHO, E. ve HOKAYEM, E. (2011) “Waking the Arabs”, Survival, Volume: 
53, Number: 2, Philadelphia, s.25. 

GÖZEN, R. (2007) “Türkiye’nin Ortadoğu Politikası: Gelişimi ve Etkenleri”, 
Çukurova Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi, 
http://strateji.cukurova.edu.tr/ORTA_DOGU/04.htm 

KHOURİ, Rami G. (2011) “Drop the Orientalist Term, ‘Arab Spring’’”, The 
Daily Star: Lebanon, 
http://www.dailystar.com.lb/Opinion/Columnist/2011/Aug-17/Drop-the-
Orientalist-term-Arab-Spring.ashx#axzz1mhR03jGW. 

KİBAROĞLU, M. (2011) “Arap Baharı ve Türkiye”, Adam Akademi, Sayı: 2, 
ss. 26-36, 
http://www.mustafakibaroglu.com/sitebuildercontent/sitebuilderfiles/kibaroglu-
adamakademi-arapbahariturkiye-aralik2011.pdf. 

KNAPP, C. (2012) Turkey: The Past, Present, and Future Leader of the Middle 
East, The Georgia Political Review, 
http://www.georgiapoliticalreview.com/turkey-the-past-present-and-future-
leader-of-the-middle-east/ 

KOHEN, S. (2012) “’Türk Modeline’ Gölge Düşüyor”, Haber Akademi İnternet 
Haber Sayfası, 
http://www.haberakademi.net/2012/basindanyazi.aspx?yzid=6547&yzr=143. 

KURUBAŞ, E. (2011) “Türkiye’nin Ortadoğu’da Misyon Arayışları”, Ankara 
Strateji Enstitüsü, http://www.ankarastrateji.org/yazar/prof-dr-erol-
kurubas/turkiye-nin-orta-dogu-da-misyon-arayislari/ 

LAÇİNER, S. ve EKİNCİ, A. C. (2011) 11 Eylül Sonrası Ortadoğu, Usak 
Yayınları, Ankara, s.46. 

LEVACK, J. ve PERÇİNOĞLU G. (2012) Türkiye ve Ortadoğu: Alt-Bölgeler 
Üzerinden Bir Değerlendirme, TESEV Yayınları, İstanbul. 

MAKOVSKY, A. ve SAYARI, S. (2002) Türkiye’nin Yeni Dünyası ve Türk Dış 
Politikasının Değişen Dinamikleri, (Der.), Alfa Yayınları, İstanbul. 

“Mısır Anayasa Konusunda BM Yardımını Reddetti” (2012) Zaman Gazetesi 
Dış Haberler İnternet Sayfası, 

http://zaman.com.tr/haber.do?haberno=1249265&title=misir-anayasa-
konusunda-bm-yardimini-reddetti 

MURRAY, D. (2011) “After Spring, Winter”, The Spectator, 
http://www.spectator.co.uk/essays/all/7418928/after-springwinter.thtml 

MÜNFERİD, Ebu’l-Hasan H. (2012) “Bölge Devrimleri ve Türkiye’nin Rolü 
(Örnek Olma Çabası)”, Sedat Baran, (Çev.) Uluslararası İslami Mezhepleri 
Yakınlaştırma Kurulu ve Islamic Mazahep Uni. 
http://www.taqrib.info/turkish/index.php?view=article&catid=1%3Ajahane-
eslam&id=655%3Aboelge-devrimleri-ve-tuerkiyenin-rolue-oernek-olma-
cabas&format=pdf&option=com_content&Itemid=27, s.5. 

OĞUZLU, T. (2011) “Ortadoğu’da Demokratikleşme ve Türkiye Model Olabilir 
mi Tartışması: ‘Evet, Ama!’”, Ortadoğu Analiz, Cilt: 3, Sayı: 27, Ankara, s.74. 

ÖZCAN, D. (2011) “Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Türkiye’nin Ortadoğu 
Politikası”, TASAM, http://www.tasam.org/tr-
TR/Icerik/2357/soguk_savas_sonrasi_donemde_turkiyenin_orta_dogu_politikasi 

ÖZDEMİR, A. Y. (2012) Türkiye: Ortadoğu İçin Bir Model?, Magrib Enstitü, 
http://magrib.org/turkiye-ortadogu-icin-bir-model/ 

Turkey: A Model For The Arab World?, (2011) Euronews Internet News Page, 
http://www.euronews.com/2011/03/25/turkey-a-model-for-the-arab-world/ 

TÜREL, O. (2011) “2011 Yazında Orta Doğu’yu Düşünürken”, Mülkiye 
Dergisi, Cilt: 35, Sayı: 272, Ankara, s.27. 

Türk Dış Politikasında Sorunsuz Alan Kaldı Mı? (2011) Stratejik Araştırmalar 
Enstitüsü, http://www.turksae.com/sql_file/384.pdf s.4. 

“Türkiye Arap Baharına Model Olabilir Mi?” (2011) Ses Türkiye Gazetesi, 
İnternet Haber Sayfası, 
http://turkey.setimes.com/tr/articles/ses/articles/features/departments/national/2011/10/19/feature-01 

UĞUR, M. U. vd. (2011) 2011 Yılında Türk Dış Politikası Değerlendirmesi, 
Bilim ve Sanat Vakfı, 
http://www.bisav.org.tr/yayinlar.aspx?module=makale&yayinid=123&menuID=
2_3&yayintipid=3&makaleid=934 

VELTHEIM, R. (2011) “The Arab World and Europe- New Challenges for the 
Union for the Mediterranean”, 

http://www.iss.europa.eu/uploads/media/The_Arab_World_and_Europe_-
_new_challenges_for_the_Union_for_the_Mediterranean.pdf. 

YAKIŞ, Y. (2011) “Arap Baharı ve Türkiye”, Müstakil Sanayici ve İşadamları 
Derneği (MÜSİAD) Çerçeve Dergisi, 
http://www.musiad.org.tr/img/arastirmalaryayin/pdf/CERCEVE%20SAYI-
57%20son.pdf, ss.121-122. 

YALÇIN, H. B. “Türkiye’nin ‘Yeni’ Dış Politika Eğilim ve Davranışları: 

Yapısal Realist Bir Okuma”, Bilgi, s.23, 2011 Yaz, ss. 35-60, 
http://www.bilgidergi.com/uploads/yalcin2011.PDF. 


***

Türk Dış Politikasına Yansımalarıyla Arap Baharı., BÖLÜM 1

Türk Dış Politikasına Yansımalarıyla Arap  Baharı., BÖLÜM 1 



Hasan Duran1 
Çağatay Özdemir2 
1 Yrd. Doç. Dr., Dumlupınar Üniversitesi, İktisadi İdari Bilimler Fakültesi, Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim 
Üyesi, hduran71@hotmail.com. 
2 Uzman, Dumlupınar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 
cgtyozdemir@windowslive.com. 


Özet 

Bölgesel ve küresel etkileriyle Ortadoğu bölgesinde amentüleri baştan sona sarsan halk hareketleri, çevre ülkeler üzerinde büyük etkiler oluşturduğu gibi; uluslararası alanda kuvvetli aktörlerin üzerinde de büyük etkiler yaratmıştır. Bölgeye yönelik politikalarını yeniden gözden geçirerek farklı taktik ve 
stratejilere yönelen ülkeler, bir satranç tahtası edasında olan Ortadoğu’da yeni konjonktüre uygun hamleler yapmak üzere harekete geçmişlerdir. 

Bu yeni duruma yönelik geliştirilen politikalara ilişkin olarak pek çok çevre, Ortadoğu’da değişimin getirdiği güç boşluğunu doldurma ya da bölgede yaşanan dönüşüm sürecinin fırsatlarını değerlendirme gibi açıklamalar getirirken; pratikte yaşanan, farklı ülkeler tarafından bölgeye yapılan ziyaretler ve bu ziyaretlerde ortaya çıkan çekişmeler paralel şekilde stratejik bir güç mücadelesi alanın oluştuğuna işaret etmektedir. 

Tüm bu gelişmeler ve stratejik arka planda yaşanan çekişmelerle birlikte Arap baharı karşısında Türk dış politikasının geliştirmiş olduğu retorik, bölgede ve uluslararası çapta yankı uyandırmıştır. Çalışmada Arap baharı karşısında Türk dış politikasını ele alarak yaşanan dönüşüm sürecinde Türkiye’nin bölgedeki rolünü değerlendirmeye çalışacağız. 

Türkiye’nin Ortadoğu Politikasının Temelleri ve Yakın Tarihi 

Türkiye, Ortadoğu bölgesine bir yandan yakın diğer bir yandan ise uzak bir ülke 
durumundadır. Yüzyıllara kadar uzanan tarihi süreç içerisinde coğrafi, tarihi, 
sosyokültürel etkiler ile dini bağlar, Türkiye’yi bölgenin bir parçası konumuna 
getirmiştir. Bu algı Türkiye’yi bölgeye yakın bir ülke olarak göstermeye 
yararken; öte yandan Türkiye’nin uzun yılları kapsayan öncelikli Batı’ya 
yakınlaşma politikası, Ortadoğu bölgesinden uzak kalmasıyla sonuçlanan bir 
çizgi oluşturmuştur (Gözen, 2007). Özellikle Cumhuriyet tarihinden itibaren 
Türkiye, Ortadoğu’ya yönelik olarak mesafeli bir politika izlemeye devam 
etmiştir (Bolat, 2012). Bölgeye yönelik olarak bu yakınlık- uzaklık kavramsal 
ikileminin içerisinde Türkiye’nin Ortadoğu politikasını oluşturan iki faktör 
büyük önem arz etmektedir (Gözen, 2007). Bunlardan birincisi; Türkiye’nin 
bölgeden bir ülke olması hasebiyle bulunduğu topraklardan kopuk bir dış 
politika uygulayamaması üzerine kuruludur. Türkiye’nin Ortadoğu bölgesinde 
kendi güvenliği, istikrarı ve refahı bu bölgelerdeki gelişmelerle sıkı sıkıya bağlı 
gözükmektedir. Bir anlamda bölgedeki konjonktür üst başlığı altında 
toplayabileceğimiz bir çok gelişme, Türkiye’yi doğrudan etkilemekte ve 
gelişmelere yönelik politikalarda belirleyici unsur olarak var olmaktadır 
(Makovsky ve Sayarı, 2002: 53-75). İkinci faktör ise; Türkiye’nin sahip olduğu 
ideolojik önceliklerdir. Cumhuriyetin birincil hedefi modernleşmek olarak 
özetlenebilecek olgu üzerine kurulu olmasından dolayı, Türkiye birçok dinamiğe 
dayanan hedefler ve uygulamalar bütününü politikalarına yansıtmıştır. Millet, 
milliyetçilik, din, kültür, Batılılaşma, çağdaşlaşma ve daha pek çok benzeri 
konudaki düşünce sistematiğinden oluşan devlet ideolojisi, Türkiye’nin 
bölgeden uzak kalmasına yol açmıştır (Gözen, 2007; Duran, 2008). Türkiye’nin 
Ortadoğu’ya yönelik politikalarını etkileyen bu temel parametrelerle birlikte, 
tabi ki farkı değişkenlerin de varlığından söz etmek mümkündür. Kimi zaman 
konjonktür içerisinde, kimi zaman da devlet ideolojisi içerisinde ele alınan bu 
etkiler: güvenlik olgusu, lider profili, ittifaklar, ekonomik çıkarlar, anti terörizm, 
insan kaçakçılığı gibi pek çok alt başlık altında toplanmaktadır (Criss, 2002: 141-142). 

Türkiye, yakın zamana kadar Ortadoğu’yu ihmal etmiş, sorunlarına taraf 
olmamış; bölgeyi, kuruluş felsefesi ve kendini içinde hissettiği Doğu-Batı 
gerilimi çerçevesinde değerlendirmiştir. Benzer bir yaklaşım, Ortadoğu 
açısından da mevcuttur. Yine yakın zamana kadar Ortadoğu ülkeleri için Türkiye 
ağırlığı olan, dikkate alınması gereken bir devlet değildi. Kıbrıs sorunu ile karşı 
karşıya kalan Türkiye’nin bölgede destek aramasıyla başlayan değişim, 1980’li 
yıllara kadar samimiyetten uzak kalmıştır (Akgün ve diğ., 2009). 

Türkiye’nin Ortadoğu’ya yönelik olarak politikalarının temelinde yatan bu 
etkilerle birlikte, Türkiye’nin Ortadoğu politikasında yakın dönem olarak ele 
alabileceğimiz 1980 sonrası -bilhassa 1980-1988- dönemde başlayan hareketlilik bölgeye yönelik Türk dış politikasını Türkiye, Irak ve Amerika denklemine taşımıştır. Hakikaten Türkiye’nin 1990 sonrası dış politikasında Körfez krizi ve sonrası gelişmeler politikaları ciddi şekilde etkilemiştir (Bal, 2001: 409-439). 
Söz konusu süreçte Ortadoğu siyasal gündemini belirleyen Körfez Savaşı ve 
Ortadoğu barış süreci gibi olaylar, bölgede dış aktörleri daha etkili bir hale 
getirmiştir. Ancak Türkiye bu gelişmelere karşı politikalar geliştirirken iç siyasal 
şartların etkisinde kalmış, yeni dönemin değişkenlerine uyum sağlama 
aşamasında yakın coğrafyada meydana gelen değişikliklere tepkisel reaksiyon lar vermekle yetinmiştir (Özcan, 2011). Soğuk Savaş sonrası dönemde dış politika ufkunu genişletebilme imkânı kazanan Türkiye, Soğuk Savaş sırasındaki pasif rolünün aksine, aktivist bir politikaya doğru yönelmeye başlamıştır (Erol, 2007: 34). 

2000’li yıllara doğru ve özellikle 11 Eylül sonrası dönemde ise, Ortadoğu’ya yönelik dış politikasında özgüveni giderek pekişen ve her geçen gün bölgeye ilgisi artan bir süreç söz konusudur. Türkiye, geçmişe nazaran Ortadoğu ile kurduğu ve yeniden canlandırdığı özel ilişkileri nedeniyle, bölgede yaşanan gelişmelerde daha etkili ve daha aktif bir aktör haline gelmiştir (Laçiner ve Ekinci, 2011: 46). 

Irak’ın 1990 yılında Kuveyt’i işgal etmesi, Türkiye’nin bölgeye bakışını 
değiştirmiş; 1991 Mart’ında patlak veren insani kriz, Türkiye’nin sınırlarına 
akan mülteciler, sonrasında Madrid Barış Konferansı ile başlayan ve Oslo’da 
filizlenen Filistin sorununa çözüm bulunabileceğine olan inanç, söz konusu 
değişime ivme kazandırmıştır. AK Parti’nin iktidara gelmesiyle Ortadoğu 
politikalarında değişim ve yakınlaşma, hız ve görünürlük kazanmıştır (Akgün ve 
diğ., 2009). 

  Nitekim 11 Eylül sonrası Türkiye’nin içerisinde bulunduğu uluslararası 
konjonktür, Türkiye’yi farklı bir sürece doğru sürüklemektedir. Bu bağlamda 
Türkiye stratejik derinliklerine ve tarihinin mirasına doğru yol almaya başlarken; İmparatorluk geçmişi, Türkiye’nin dış politikasında temel dayanaklardan birisi 
haline gelmeye başlamaktadır. 

  Bu bağlamda Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na göre; Türkiye, “tek, bütünsel bir kategoriye indirgenemeyecek çoklu bölgesel kimlikleri olan merkezi bir ülke” konumundadır (Davutoğlu, 2008: 1). 
Böyle bir süreç ve dönüşüm içerisinde Türkiye’nin Ortadoğu’da ve eski Osmanlı coğrafyasında artan etkisi, yeni Osmanlıcılık gibi fikirlerin de tartışmaya açılmasına yol açmıştır. Her ne kadar Ortadoğu merkezli bir İslam dünyasından şimdilik bahsetmek mümkün olmasa da; Türkiye, günümüzde ve gelecekte Ortadoğu bölgesine liderlik yapabilecek en yakın ülke olarak 
gösterilmektedir (Erol, 2007: 47-48). 

Arap Baharı ve Türk Dış Politikası 

Arap Baharı süreci, bahar nitelendirmesiyle uluslararası çapta farklı bir ilginin 
odağı haline gelmiştir. Uyanış ya da isyan değil de, “bahar” kavramının 
kullanılması kimi çevreler tarafından olumlu karşılanırken; kimi çevreler de 
eleştirilerde bulunmuştur. Bu farklı görüşlerle birlikte bahar kavramının tarihte 
birçok olayı nitelendirmek için kullanıldığı göze çarpmaktadır. Örneğin: 
Avrupa’daki 1830 ve 1848 devrimlerinde kullanılmış (Dalacoura, 2012: 63), 
bunun yanı sıra 1968 yılında Çekoslovakya’da “politik özgürleşme” olarak 
adlandırılan; ancak Sovyetler Birliği’nin müdahalesiyle sona eren dönemi 
anlatmak için de bahar nitelemesi yapılmış ve yaşanan gelişmeler “Prag Baharı” 
olarak anılmıştır (Khouri, 2011). Bu özellikleriyle Arap Baharı, Ortadoğu’da 
baskıcı ve otoriter yönetimlere karşı yakın dönemde meydana gelen halk 
hareketlerini göstermek ve süreci bir demokratikleşme dalgası şeklinde ifade 
etmek için kullanılmaktadır (Murray,2011; Dede, 2011: 23-24). Arap dünyasın da büyük bir değişikliğe yol açan, ülkeden ülkeye geçen, ulusal ölçekteki esaslı farklılıklara rağmen; benzer sloganlar ve benzer talepler – daha fazla özgürlük, daha fazla demokrasi ve daha fazla temel ve sivil haklar- içeren, nerede ve ne şekilde sona ereceği bilinmeyen (Veltheim, 2011) ve adlandırılmasıyla da büyük yankı uyandıran Arap baharı, Ortadoğu toplumlarının içinde bulunduğu işsizlik, gıda yetersizliği, enflasyon, siyasi yozlaşmalar, ifade özgürlüğüne getirilen kısıtlamalar gibi olumsuzluklara karşı bir tepki olarak ortaya çıkarak, kısa zamanda Ortadoğu’da sarsıcı etkiler yaratmıştır (Dede, 2011: 23-24). 

Sosyal iletişim ağlarının hem sayı hem de etkinlik bakımından hızla arttığı 
günümüz dünyasında, Ortadoğu coğrafyasında yaşananların zamanla bölge 
sınırları dışına taşacağını ve küresel bir boyut kazanacağını söylemek mümkün dür. Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde yaşanan renkli devrimlerin Arap 
Baharı’nı tetiklemiş olduğu nasıl düşünülüyorsa; Ortadoğu’da yaşanan olayların 
da, gelişmiş Batılı ülkelerin vatandaşı olmalarına karşın geri kalmış ülke 
vatandaşı standartlarında yaşayanlar için de harekete geçmek ve sokaklara 
dökülmek için tetikleyici bir etkisinden söz edilebilir. 

   Örneğin; Occupy Wall Street (Wall Street’i işgal et) sloganının kitlesel eylemlere dönüşmesi, Ortadoğu’daki kitlesel eylemlerin bir sonucu olarak görülebilir (Kibaroğlu, 2011: 30). 

Arap baharı, küresel konjonktür açısından da son derece kritik gelişmeleri 
bünyesinde barındıran bir süreçtir. Uzun yıllardır yönetimde bulunan baskıcı 
iktidarların tahtlarını kaybetmelerini simgeleyen bu süreç, daha önce de 
belirttiğimiz gibi sadece bölgesel değil küresel bir etki de yaratmıştır. Tüm bu 
özellikleriyle uluslararası politikanın birçok alanında Arap baharı, pek çok veri 
ve analiz üretmiştir. Bu noktada Arap baharına yönelik olarak Türk dış 
politikasının üretmiş olduğu retorik, sebep sonuç ilişkisi bağlamında önem arz 
etmektedir (Çiçekçi, 2012: 20). 

Türkiye’nin Ortadoğu’ya yönelik dış politikasında Yeni Osmanlıcılık fikirlerinin 
tartışıldığı ve Komşularla Sıfır Sorun gibi ilkelerin sergilendiği bir dönemde, 
Arap baharı parametrelerde büyük sarsıntılar yaratmıştır. Özellikle komşularla 
sıfır sorun politikası çerçevesinde barış ve refah nitelendirmesiyle öne çıkan 
bölge, bir savaş alanına dönmüştür. Örneğin bir yıl önce vizelerin kaldırıldığı, 
dostluk barajı temellerinin atıldığı, sınırlardaki mayınlı bölgelerin temizlendiği 
ve ortak bakanlar kurulunun yapıldığı Suriye sınırında, bir yıl sonra Suriye 
ordusu ile çatışma durumuna gelinmiştir (Türk Dış Politikasında Sorunsuz Alan 
Kaldı Mı?, 2011: 4). Aslında komşularla sıfır sorun yaklaşımı, son dönemde 
otonomi arayışı içerisindeki Türk dış politikasının en önemli araçlarından 
birisidir. Sıfır sorun yaklaşımı, Türkiye’nin komşularıyla ve yakın coğrafyasıyla 
mümkün olduğunca asgari ölçüde sorun yaşamasını hedeflemekte ve bölgeyi bir 
güven ve istikrar bölgesi haline getirmeyi hedeflemektedir. 

    Türkiye komşularıyla ve yakın coğrafyasıyla sorunlu olduğu takdirde, bölge dışı aktörlere bağlı kalacağını bildiği için, mümkün olduğunca sorunsuz ve dengeli politikalar izlemektedir (Yalçın, 2011: 47-48). Fakat bölgede –özellikle 
Suriye’de yaşananlar ve Esad yönetiminin tutumu- böylesine bir dönüşüm 
yaşanırken komşularla sıfır sorun gibi bir politikanın siyasi olarak başarıya 
ulaşmaması normal gözükmektedir. Fakat siyasi olarak bu tür bir dönemi 
yaşamasına rağmen, Türk dış politikası Arap baharı sürecinde iktisadi ve 
diplomatik olarak sıfır sorun ilkesinden vazgeçmemiştir (Uğur ve diğ., 2011). 
Tüm bu gelişmeler komşularla sıfır sorun politikasını etkilemekle birlikte, 
Türkiye yine de Ortadoğu’da ağırlığını ve diplomasi gücünü muhafaza etmekte 
aynı zamanda bölge ülkelerinde yaşanan -demokratik- geçiş süreçlerini 
desteklemektedir (Türk Dış Politikasında Sorunsuz Alan Kaldı Mı?, 2011: 4). 

Herhalukarda doğru teşhis ve tedavi uygulanması için şunu da mutlaka göz 
önünde bulundurmak gerekir; komşularla sıfır sorun politikası çerçevesinde ikili 
ilişkileri yüksek seviyeli işbirliği düzeyine çıkarmak arzusu doğru bir hedeftir; 
fakat ikili ilişkilerde tarafların ortak hedeflere ulaşması için gerekli koşullar: her 
iki tarafın da niyetlerinde samimi olmaları ve davranışlarında tutarlı olmalarıdır. 
Maalesef bu samimiyet ve tutarlılık Suriye yönetimince sergilenmemiştir. 

Komşularla sıfır sorun politikasını her şeye rağmen uygulamak mümkün değildir. 

Komşularla sıfır sorun ilkesinin yaşadığı bu problemlerin büyük etkisiyle 
birlikte, bölgeye yönelik Türk dış politikasına karşı yeni bir kavramsallaştırmaya 
da ihtiyaç duyulmuştur. Bu ihtiyaca yönelik üretilen normatif popüler liderlik 
kavramı, bölge yönetimlerini kazanma yolundan ziyade bölge halklarını 
kazanmaya dönük bir tarif olarak göze çarpmaktadır. Bu bağlamda Türk dış 
politikası, Ortadoğu halkları nezdinde kazandığı güveni ve kabulü uluslararası 
çevrelerde ulusal çıkarlarına yönelik olarak dile getirmektedir. Dışişleri Bakanı 
Davutoğlu yapmış olduğu bir röportajda, güncelliğini koruduğu için özellikle 
Suriye konusunda izlenebilecek üç politikadan bahsetmiştir. 

Davutoğlu’na göre; Statüko adına Esad’ın yanında olmak, ikincisi Suriye’de yaşananlarla ilgilenmemek, üçüncüsü ve Türkiye’nin izlediği: Esad’la ilişki yürütülemediği için halkın yanında yer almaktır. Diplomasinin bütün imkânlarının Suriye için kullanıldığını ifade eden Davutoğlu, krizin büyümemesi için çok çaba 
harcandığını farklı formüller geliştirildiğini; fakat Suriye yönetiminin bunları 
kabul etmediğini de belirtmektedir (Davutoğlu Esad’a Ömür Biçti, 25.08.2012, http://www.ntvmsnbc.com/id/25376791). 

Türkiye’nin, Suriye’deki iç savaştan dolayı kaygılı olduğu açıktır. Mülteci akını 
ihtimali, olası ekonomik kayıplar ve özellikle Kürt sorunuyla ilgili stratejik 
sonuçları dolayısıyla, Suriye’nin gidişatı hakkında ciddi endişeler taşımaktadır 
(Altunışık, 2011: 3). Yine paralel olarak bölgeye yönelik İslami söylemleriyle 
öne çıkan Türkiye, medeniyetler ittifakı süreçlerine İslam Dünyası’nı temsil 
etme düşüncesiyle hareket ederek bölgeyle bütünleşme yoluna gitmektedir. 

Bu açıdan Arap baharıyla birlikte genelde Türk dış politikası ve özelde bölgeye 
yönelik dış politika etki alanını genişletmektedir (Çiçekçi, 2012: 21-22). 
Genişleyen bu etki alanı, bazı problemleri de meydana getirmektedir. Özellikle 
Arap baharıyla birlikte Türk dış politikasının önündeki zorluk, çıkarları ile söz 
konusu ülkelerde demokratik dönüşümü destekleyen ilkeli bir dış politika 
arasında sağlamaya çalıştığı dengede oluşmaktadır. Bu bağlamda Ortadoğu’da 
barışçıl ve kontrollü bir dönüşümü desteklemek Türkiye için en iyi seçenek 
olarak gözükmektedir. Eğer ki bölgedeki rejimler Arap baharı sayesinde temsil 
kapasitesi yüksek ve hesap verebilir niteliğe sahip yönetimler haline gelirse, bu 
durum Türkiye için çıkarları yönünde yararlı olacak ve ortaya çıkacak yeni 
rejimlerin Türkiye’ye karşı bakışı eski yönetimlere nazaran belirli ön yargılardan 
kurtulmuş olacaktır. Nitekim böyle bir Ortadoğu’nun Türkiye’nin yakınlaşma, 
işbirliği ve diyalog üzerinden ilerleyen bölgeye yönelik dış politikasıyla daha iyi 
senkronize olacağı aşikârdır (Altunışık, 2011: 3-4; Akgün, 2012: 16- 20). 

Sonuç olarak Türk dış politikasında Arap baharı süreci yeni Osmanlıcılık 
fikirlerinden, komşularla sıfır sorun politikasına; normatif popüler liderlikten, 
bölgede ortaya çıkan pek çok yeni fırsatlara değin pek çok alanda kendisini 
göstererek yeni bir vizyonun oluşmasında önemli rol oynamıştır. Yaşanan bu 
gelişmeler ışığında belirtmek gerekir ki; dış politikalara yönelik yapılan günü 
birlik değerlendirmeler idealler ve pratikler doğrultusunda objektif veriler 
sunamamaktadır. 

Türkiye’nin Arap Baharı Karşısında Tutumu 

Türkiye, Arap baharı sürecinde hangi Ortadoğu ülkesi olursa olsun halkın ve 
demokrasinin yanında yer alan bir tutum sergilemiş ve bölgedeki değişim 
hareketlerini desteklediği her fırsatta belirtmiştir (Münferid, 2012: 5). 

Bu bağlamda Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu; Arap baharının başladığı günden beri Türkiye’nin tutumunun değişmediğini; aynı zamanda bölge halklarının demokrasi, yönetimde şeffaflık ile hukuk devleti taleplerine destek verildiğini belirterek Türkiye’nin yaşanan olaylara yönelik tavrını açık bir şekilde ortaya koymuştur (Arap Baharı Başladığı Günden Beri Türkiye’nin Tutumu Değişmedi, 2012). 

Türkiye, Arap baharı adıyla Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da yaşanan toplumsal 
hareketleri, bölge halklarının meşru talep ve beklentilerinin gerçekleşmesinin 
daha fazla ertelenemeyeceğinin işareti olarak görmekte ve esasen Soğuk 
Savaş’ın sona ermesiyle 90’lı yıllarda yaşanması gereken bu geciken değişimi, 
tarihi yeniden doğal akışına yerleştiren bir dönüm noktası olarak kabul 
etmektedir (Arap Baharı, www.mfa.gov.tr). Bu çerçevede Türkiye, güvenilir ve 
kardeş Müslüman ülke sıfatıyla farklı birçok yerde İslam ülkelerine seslenerek 
reform yapmalarının zorunluluk olduğunu vurgulamıştır. Geçmişten bu yana 
bölgede değişim ve dönüşüme ihtiyaç duyulduğunun altını çizen Türkiye, 
sürdürülebilir istikrarın ancak halkın huzur, güvenlik ve refahının güvence altına 
alınmasıyla sağlanabileceğine inanmaktadır. Değişim sürecinin barışçıl 
yollardan hayata geçirilmesini, şiddet ve orantısız güç kullanımından 
kaçınılmasını; devletlerin egemenliği, toprak bütünlüğü ve siyasal birliğinin 
korunmasını; etnik, mezhepsel ve dini bölünmelerin önüne geçilmesini, 
izlenmesi gereken temel ilkeler olarak savunmaktadır. 
(Arap Baharı, www.mfa.gov.tr). 

Ancak kimi ülkelerin baskıya devam etmesi Türkiye’yi farklı bir tutuma doğru sürüklemiş ve Türkiye Ortadoğu’da sahaya inerek bizatihi oyunu kurgulayıcı ve düzenleyici bir yapıya bürünmüştür. Yakın tarihlere şöyle bir bakıldığında Ortadoğu coğrafyasına Türkiye tarafından yapılan ziyaretler bu tavrı pratikte çok iyi şekilde göstermektedir (Kurubaş, 2011). Bu noktada önemli bir husus da Arap Baharı ve Türk dış politikası konusunda bahsettiğimiz normatif “popüler liderlik” kavramıdır. Bu kavram çerçevesinde ve bölgede Türkiye’nin üstlendiği kurgulayıcı rol üzerinden bakılacak olursa, bölgeye yapılan ziyaretler Arap halklarında Nasır’dan beri eşi benzeri görülmemiş bir heyecan ve umudu temsil etmiş; bölge halkları Türkiye’yi ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı makûs talihlerini tersine çevirecek bir kurtarıcı gibi karşılamışlardır. 

Bununla birlikte söz konusu gezilerin Mısır ve Tunus’taki seçimlerden sonra gerçekleşmesi ise, Türkiye’nin Ortadoğu bölgesindeki gelişmelere ilişkin olarak kurgulayıcı ve düzenleyici bir yönlendirme arzusu içinde olduğunun sinyallerini vermektedir (Kurubaş, 2011). 

Arap Baharı sürecinde, normatif popüler liderliğin örneklerini üst düzey 
yöneticilerin tutumlarında görmek mümkündür. Başbakan Recep Tayyip 
Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun sıklıkla, Cumhurbaşkanı 
Abdullah Gül’ün ise zaman zaman, Mısır’da yaşanan gelişmelerin ilk günlerinden itibaren süreçle ilgili yaptıkları açıklamalar ve kullandıkları ifadelerde, muhatapları olan Mısır, Libya ve Suriye yöneticilerinin ne gibi adımlar atmaları gerektiği konusunda kesin ve netti. Özellikle Arap halkları arasında geniş yankı uyandıran ve takdirle karşılan ifadeler sonrasında bireysel seviyede Türk devlet adamları ve genel olarak Türkiye ile ilgili sempati düzeyi çok yüksek seviyelere ulaşmıştır (Kibaroğlu, 2011: 31). Yapılan alan çalışmalarında da bunun sonuçlarını görmek mümkündür 3. 

3. Son dönemlerde Arap dünyasında Türkiye üzerine farklı alan araştırmaları yapılmakta ve bu araştırmalar bölgede Türk imajının olumlu yönde bir değişime uğradığını göstermektedir. 
Bu konuda bakınız: Meliha Benli Altunışık, (2010), Arap Dünyasında Türkiye Algısı, TESEV Yayınları, İstanbul., Mensur Akgün, Sabiha Şenyücel Gündoğar, (2012), Ortadoğu’daki Türkiye Algısı 2011, TESEV Yayınları, İstanbul. 

Türkiye’nin sürece yönelik bu tutumuna ve sonuçlarına uluslararası camiadan 
baktığımızda ise büyük bir yankının oluştuğunu söyleyebiliriz. Öyle ki; bölge 
ülkeleri arasında Arap baharından güçlenerek çıkan Türkiye’nin gelecekte 
Ortadoğu’nun lider ülkesi olabileceğine dair düşünceler oluşmuştur (Knapp, 
2012). TESEV tarafından 2011 de yapılan bir araştırmada “Türkiye, Ortadoğu 
ülkeleri için başarılı bir model olabilir mi?” sorusuna katılanların % 61’i “Evet” 
demiştir (Akgün, 2012: 20-21; Levack ve Perçinoğlu, 2012: 2-5). 

Olaylara ilişkin tutumuyla Türkiye, Arap baharında her ülkeye eşit mesafede 
kalarak objektif bir duruştan yana olmuştur. Daha farklı bir ifadeyle; Türkiye’nin 
bölgede yaşanan gelişmelerde değerlendirmelerini, ülkeden ülkeye ayrılık 
gözetmeksizin; her ülkenin kendi değişkenleri çerçevesinde ele alarak eşitlik 
prensibiyle gerçekleştirdiğini söylemek mümkündür (Yakış, 2011: 121-122). 

2.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,


***

9 Şubat 2020 Pazar

Türkiye - Suriye İlişkileri : Türk Dış Politikasında Kırılma Noktası

Türkiye - Suriye İlişkileri : Türk Dış Politikasında Kırılma Noktası 




Demet ŞENBAŞ 

Özet 

Suriye'de Mart 2011'de başlayan ve kısa sürede iç savaş halini alan çatışmalar, Türk dış politikasının ve bölgede kurulan ittifakların kırılganlığını gözler önüne sermiştir. Türkiye Suriye ile 1998 yılında yapılan Adana Mutabakatıyla normalleştirdiği ilişkilerini 2000'de Hafız Esad'ın ölümü ve Ahmet Necdet Sezer'in cenaze törenine katılmasıyla bir adım öteye taşımıştır. AKP döneminde ortaya atılan yeni Türk Dış Politikası çerçevesinde Türkiye Balkanlar ve Kafkaslardan, Rusya ve Kuzey Afrika'ya kadar yakın çevresine açılmıştır. Ancak bu siyaset çevresinde tarih, medeniyet ve coğrafya siyasetine öncelik tanımış ve önceliği Arap dünyasına vermiştir. Bu noktada da Suriye ile ilişkilerini ittifak noktasına getirmiştir. İki ülke yöneticilerinin üst düzeydeki karşılıklı ziyaretleri ve vize uygulamasının kaldırılmasıyla, ticaret hacminde de hızlı artışa neden olan bu ittifaktan Türkiye Araplarla ilişkilerinde yararlanmak isterken Suriye ise ABD ve Avrupa’yla ilişkilerinde Türkiye'den faydalanmak istemiştir. Ancak Ortadoğu Bölgesi ittifakların kırılgan olduğu bir bölgedir. Bölge dinamikleri sürekli değişmektedir. 17 Aralık 2010’da Tunus’ta başlayan ve kısa sürede tüm 
Ortadoğu ülkelerine yayılan Arap Baharı Suriye'ye de sıçramış ve Suriye'yi iç savaşa sürüklerken, Türkiye-Suriye ilişkilerini de çıkmaza sokmuştur. Suriye ile gelinen yeni nokta Türk Dış politikasında önemli bir yeri olan komşularla sıfır sorun politikasından uzaklaşılmasına neden olmuştur. Çalışmada Türkiye-Suriye ilişkilerindeki genel sorunlara değinilecek, Suriye sorunun uluslararası boyutu incelenecek, Türkiye-Suriye ilişkilerinde gelinen noktanın Ortadoğu'ya yönelik dış politikası üzerindeki etkileri üzerinde durulacaktır. 

Giriş 

Türkiye ve Suriye arasında 2000’lere dek süren bir gerginliğin ardından Yüksek 
Düzeyli İşbirliği Antlaşmasına dek varan bir ilerleme söz konusudur. Ancak Arap Baharı olaylarının Suriye’ye yansıması ve Beşar Esad yönetiminin reformlara karşı tutumuyla beraber ilişkiler yeniden 2000 öncesi durumuna dönmüştür. Peki bir düşüşün, yükselişin ve yeniden düşüşün böyle keskin yaşandığı Türkiye’nin en uzun sınır komşusuyla ileriye dönük sorunlar ne olabilir? Çalışmada ikili ilişkilerin dününe ve bugününe değinecek, uluslararası ortamda Suriye sorununa karşı takınılan tutumlar değerlendirilecek ve günümüzde Suriye üzerinden yürütülen parçalanma senaryolarının Türkiye dış politikası üzerindeki etkisi 
üzerinde durulacaktır. 

Türkiye-Suriye İlişkilerindeki Genel Sorunlar ve İlişkilerin Yükselişi ve Düşüşü 

Suriye ve Türkiye ilişkilerinde Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından itibaren bir takım sorunlar ortaya çıkmıştır. Bunlar, Suriye’nin Büyük Suriye Devleti’ni kurma politikası çerçevesinde önemli limanlara sahip Hatay üzerinde hak iddia etmesinden kaynaklanan Hatay sorunu, Fırat ve Dicle Nehirlerindeki suyun paylaşımından doğan su sorunu ve Suriye’nin bir Ermeni terör örtü olan ASALA 236 ve Kürt terör örgütü olan PKK 237ya destek vermesiyle ortaya çıkan terör sorunudur. Hatay eski bir Suriye toprağıdır Türkiye sınırları içine dahil 
olmuştur. Hatay’ı “benim şahsi meselem” olarak adlandıran Mustafa Kemal Atatürk’ün İkinci Dünya Savaşı sürecinde oluşan dış konjonktürü iyi kullanması sonucunda 23 Haziran 1939’ta Hatay Suriye’den kopmuş ve Türkiye’ye katılmıştır.238 Ancak Suriye’nin eski Suriye toprakları üzerinde kurmak istediği “Büyük Suriye İdeali” çerçevesinde oluşan Hatay iddiala rı Suriye ve Türkiye arasındaki problemlerin başında yer almaktadır.239 
Özellikle Büyük Suriye Devleti’ni oluşturma politikalarının aktifleştiği 1950 yılından sonra Hatay konusu tekrar gündeme taşınmaya çalışılmıştır.240 

Türkiye ve Suriye arasındaki su sorunu öncelikle Fırat ve Dicle Nehri’nin tanımıyla ilgili yaşanmaktadır. Suriye iki nehrin uluslararası su olduğunu eşit paylaşılması gerektiğini ve üzerinde kazanılmış hakları olduğunu savunmakta ,241 Türkiye ise sınıraşan su olduğunu ve nehrin sularının kendi bölgesinden geçen noktalarda egemenlik hakkına sahip olduğunu savunmaktadır.242 

Türkiye’nin 1983’te başlattığı GAP projesi iki ülkenin su sorununu zirve 
noktaya ulaştırmıştır. Suriye tarımsal sulamadan dönen suların kalitesinin bozulacağını iddia etmekte ve Türkiye’nin vermeyi yükümlendiği suyun miktarını azaltacağını savunmaktadır ve su ve teröre destek konusunu iç içe geçirmiştir. 

Suriye, ASALA’ya verdiği desteğin ASALA’nın dağılmasıyla kesilmesinin 
ardından 243 1980 sonrasında PKK’ya destek vermeye başlamıştır. PKK terör örgütünün merkezinin Şam’a yerleşmesi Türkiye ve Suriye arasında ciddi sorunlara neden olmuştur. 
PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’a uzun yıllar boyunca barınma imkanı sağlayan Suriye Türkiye ile 1998 yılında savaşın eşiğine dek gelmiştir.244 Suriye’nin Abdullah Öcalan’ı sınır dışı etmesiyle imzalanan Adana Mutabakatı ile birlikte Türkiye-Suriye ilişkileri gelişmeye başlamıştır. 245 

Irak Savaşı Türkiye ile Suriye’nin ortak tehdit ve ilgi alanlarının oluşmasına ve 
ABD’nin Suriye’ye karşı izlediği politika Suriye’nin Türkiye’ye yakınlaşmasına neden olmuştur. Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile yeniden şekillenen Orta Doğu’ya yönelik Türk dış politikası, bazı kesimlerce yumuşak gücünün kaynağı olarak isimlendirilen Türkiye ile diğer Ortadoğu ülkelerinin siyasi, coğrafi ve kültürel benzerliklerini diplomasi anlayışıyla ortak çıkarlara ve işbirliğine dönüştürmek üzerine kurulmuştur. Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi de Türkiye’nin Ortadoğu’ya yönelirken arkasını sağlama almasını ve daha rahat hareket etmesini sağlamıştır. 

Ancak Türkiye’nin bölgedeki siyasi ve ekonomik gücünün sınırlarını, bölgedeki 
devletlerle kurulan karşılıklı işbirliği ve dayanışmanın sürekliliği belirlemektedir. Bölgenin dinamik yapısı Ahmet Davutoğlu’nun diplomasi ve bölgesel işbirliğine dayalı teorisine hem olumlu hem olumsuz yönde etki etmektedir. Bu dinamik yapı iyi yönetildiği zaman Türkiye’nin dış siyasetinde önemli fırsat alanları ortaya çıkarabilir ve gücü yayılabilir. Diğer yandan dinamik yapı bölgesel çatışmayı ve ikili krizleri yükseltmektedir ve Türkiye’nin dış siyasetteki manevra alanını sınırlanmaktadır. Ahmet Davutoğlu’nun komşularla sıfır sorun teorisinin zayıf noktaları bunlardır. 

2000’lerin başından 2009’a kadar, Türkiye-Suriye ilişkileri Irak’ın işgali, ABD 
baskıları ve Lübnan kriziyle gelişmeye başlamış, diyalog süreci arttırılmış ve iki ülke arasındaki olumsuzluklar ve önyargılar azaltılmış, iki ülke işbirliği düzeyinden yüksek düzeyli stratejik işbirliği düzeyine gelmiştir. 2009’da imzalanan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Anlaşması Ortadoğu'nun geneli açısından oldukça önemli bir olaydır. 246 

Arap Baharı olayları 15 Mart 2011 tarihinden beri Suriye’ye de sıçramıştır. 
Türkiye’deki bazı sivil toplum kuruluşları yoluyla Suriyeli Müslüman Kardeşler üyelerinin İstanbul’da bir basın açıklaması yapması iki ülke ilişkilerinde kurulan güvenlik ilişkilerinin zarar görmesine yol açan süreci başlatmıştır. Cisr eş-Şugur kasabasında 120 Suriye güvenlik görevlisinin öldürülmüş ve ardından Suriye-Türkiye sınırında bir kitlesel göç hareketi başlamıştır. Çok kısa bir sürede 10 binden fazla Suriyeli Hatay sınırından Türkiye’ye geçmiştir. Böylece Türkiye, Suriye’deki gelişmelere doğrudan müdahil olmak zorunda kalmıştır.247 

9 Ağustos 2011’de Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Şam ziyaretiyle beraber ikili 
ilişkiler yeni bir döneme girmiştir. Davutoğlu Esad’ı değişime çağırmış, Esad ise 
reddetmiştir.248 Ulusal Konsey Örgütlenmesi, Konseyin kurulması ve tüm muhalifleri bir çatı altında toplama girişimlerine Türkiye’nin vermiş olduğu destek ve Özgür Suriye Ordusu adı altındaki silahlı örgütlenmeye destek vermesi, Türkiye’nin Suriye’deki iktidar mücadelesinde aktif bir rol oynamaya çalıştığının göstergesidir.249 

Gelişmelere bakıldığında Suriye’nin parçalanması Ortadoğu açısından büyük sonuçlar doğurabilir. Suriye Ortadoğu bölgesinde ve Arap Dünyasında önemli bir stratejik konuma sahiptir. Türkiye, Irak, Lübnan, Ürdün ve İsrail ile komşudur. Parçalanmış Suriye’nin Orta doğu daki dengeleri ciddi anlamda değiştirecektir. Şam yönetimi, Orta doğu’daki birçok sorunun çözümü konusunda anahtar rol oynamaktadır. Suriye’nin Filistin-İsrail sorunu ve Filistin’in kendi içerisinde yaşadığı birçok meselede takındığı tutum diğer Ortadoğu ülkeleri açısından önemsenmektedir. Lübnan konusunda Suriye’nin Hizbullah Örgütü üzerindeki 
etkisi tartışılmazdır. Yeni Suriye hükümetinin bu konudaki tutumu Lübnan’ın geleceği açısından önem taşıyacaktır. 

Suriye Sorununun Uluslararası Boyutu 

2011 Mart’ında başlayan olaylar farklı ülkeler tarafından farklı algılanmıştır. Suudi Arabistan’ın desteklediği Al Arabia ve Katar’ın desteklediği Al-Jezeera olayları geniş ölçekli göstererek Suriye hükümetini suçlarken Hizbullah’a bağlı Al Manar ve İran’a bağlı Press TV muhalifleri suçlamıştır. ABD ve AB ülkeleri Esad rejimine karşı yaptırım kararı alırken Türkiye Kasım 2011’de Suriye’ye yaptırım uygulayan ülkeler arasına katılmıştır. Bu ülkeler baskılarını artırmak için Tunus, Fransa ve Türkiye’de Suriye’nin Dostları toplantıları düzenlemeye başlamıştır. Diğer taraftan İran doğrudan Esad yönetimini desteklemektedir. Rusya ve Çin de İran’la beraber Esad rejimini destekleyen ülkeler arasında yeralmıştır. Şubat 
2012’de BM Güvenlik Konseyi’nin Suriye ile ilgili almaya çalıştığı dış mücadeleye açık kapı bırakan karar yasasını reddetmiş, Nisan 2012’de Annan Misyonu kapsamında Suriye’ye gözlemci gönderilmesine dönük karar tasarısı oylamasında dış müdahale konusunda dikkatli davranmışlardır.250 

BM Genel Sekreterliği olayların başladığı andan itibaren Esad’ı kınamış ve reform çağrısı yapmıştır. ABD ve Fransa gibi ülkeler sert bir uyarı üzerinde dururken Rusya ve Çin karşı çıkmıştır. Bu nedenle Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri Kofi Annan Mart 2012’de BM ve Arap Birliği Suriye Özel Temsilcisi olarak Şam’da Beşar Esad ile doğrudan görüşmede bulunmuş ve 21 Mart 2012 günü Tüm Konsey üyeleri tarafından kabul edilerek Annan Planı  açıklanmış tır. 251 Annan Planının kabulünden sonra 12 Nisan’da Esad yönetimi ateşkes ilan 
ettiğini belirtmiştir. Ancak çatışma ve müdahale haberleri tekrar gelmeye başlamıştır. Dolayısıyla Annan Planı başarıya ulaşamamıştır.252 

2011 yılının sonunda ABD Suriye’ye uyguladığı yaptırımları genişletmiş ve Esad’a çekilme çağrıları yapmıştır. 7 Mart 2012’de ise BM’den karar çıkartılamaması üzerine Suriye için askeri müdahale dahil tüm seçeneklerin masada olduğu ABD Savunma Bakanı Leon E. Panetta tarafından belirtilmiştir ayrıca muhaliflere maddi ve manevi tüm desteklerini arttıracaklarını da sözlerine eklemiştir. Ancak Obama Suriye’ye yapılacak bir müdahalenin hata olacağını açıklamıştır. Her ne kadar Savunma Bakanı tüm görüşlerin masada olduğunu 
söylese de kısa vadede böyle bir seçenek olmadığı görülmüştür. ABD yönetimi Suriye’de bir rejim değişikliğini kaçınılmaz görmekte ve doğrudan bir çatışmaya girmeden sorunu aşmaya çalışmaktadır.253 

Suriye Sorununun Türkiye’nin Ortadoğu’ya Yönelik Politikalarına Etkisi 

Türkiye’nin Orta Doğu’ya yönelik siyasetinin anahtarı olan Suriye parçalanması veya kısa bir süre sonra başka siyasi aktörlerin Türkiye’nin Suriye’deki nüfuzunu ele geçirecek olması Türkiye’yi Suriye’deki kaostan en çok etkilenen ülkelerden biri haline getirecektir. Türkiye Suriye ile geniş bir sınıra sahiptir ve parçalan ması durumunda ülkenin kimlerin yönetimine gireceği ve dış politika açısından takınacağı tutum Türkiye’nin güvenliğini etkileyebilir. Türkiye’nin kendi içinde dış politikasını ve güvenliğini etkileyen önemli bir zaafı vardır: 

Kürt sorunu. Suriye’de yeni kurulacak yapının Kürt sorununa bakışı ve bağımsız Kürdistan konusundaki fikirleri önem taşımaktadır. Esad yönetimi Kürdistan’a karşıdır ve bu duruş iki ülkenin bu derece yakınlaşmasında önemli bir alt yapıyı oluşturmuştur. Yeni yönetimin bağımsız bir Kürdistan’a olumlu bakışı Türkiye’nin Suriye ile ilişkilerini sınırlandırabilir. Bunun yanı sıra Türkiye’nin Suriye üzerindeki etkinliğini kaybetmesi riski Ahmet Davutoğlu’nun komşularla sıfır sorun siyasetinin etkisizleştiğini ve Türkiye’nin sıfır sorundan etrafı sorunlarla çevrili bir ortama sürüklendiğini göstermektedir. 

Sonuç 

Suriye Arap Cumhuriyeti homojenliği yüksek yapıda bir ülke olmasına rağmen ülkede Hafız Esad ile başlayan ve oğlu Beşar Esad ile devam eden Nusayri egemenliği söz konusudur. Bir azınlık grup tarafından yönetilen Suriye’de bu durum daima kanamaya hazır bir yara halini almıştır. Günümüzde Arap Baharı olaylarının bu bölgeye de sıçramış olması ülkenin bu homojen yapısının dış güçler tarafından daima canlı tutulmuş olmasının bir sonucudur. 

Suriye bulunduğu jeopolitik konum ve Hizbullah’a verdiği lojistik destek ve İran’la sürdürülen müttefiklik düzeyinde ilişkiler, İsrail düşmanlığının ortak paydasında buluşma gibi nedenlerle Ortadoğu politikalarında daima söz sahibi olmuştur. Bu durum Suriye’nin önemini Batı nezdinde de arttırmaktadır. ABD tarafından haydut devlet ilan edilen Suriye, İran’la olan dostluğu, Hizbullah desteği ve önemli jeopolitik konumu nedeniyle daima kontrol altında tutulması gerektiği fikri Batı ülkelerinde mevcuttur. Bu çerçevede Batı tarafından 2000’li 
yıllarda Suriye’yle sorunların çoğunlukla ortadan kalkmış olduğu Türkiye’ye Suriye’nin reform sürecini hızlandırarak uluslararası ortama entegre olmasını sağlama görevi verilmiştir. 

Ancak Esad rejimi bu süreci gerekli hız ve istekle gerçekleştirmemiş ve iç fraksiyonların kullanılmasıyla birlikte Suriye bugünkü iç savaş durumunu almıştır. 

Suriye’de parçalanmaya yönelik bir eğilim olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Bölgede son günlerde ortaya çıkan Işid faktörü ve bölgede kurulabilecek Suriye’den de toprak alarak oluşturulması planlanan bir Kürt Devleti ihtimali, Türkiye’nin politika alanını sınırlandırmaktadır. Bu tip, sorunlarla dolu bir geçmişe sahip olan ülkelerle ilişkilerde güven kurulması zordur. 

Dolayısıyla doğru yaklaşım devletlerin sadece liderleriyle değil, halkıyla ilişkiye geçmektir. Bunu da günümüzde en iyi sağlayan faktör ticarettir. Yeni oluşacak 
bölgesel ve nispeten küçük fraksiyonlarla kurulacak yatırım ve ticaret ilişkileri ve etnik ve dini kimliklere yönelik olmayan politika geliştirmek, bu devletlerle oluşacak ilişkileri iyi yönde sürdürmekte faydalı olabilir. 

Tabi ki bunu yaparken, karşılıklı güven sağlanması için ikili ilişkilerdeki temel sorunlara da çözüm getirilmeye çalışılmalıdır. 

Kaynaklar 

Anadol, Cemal, Tarih Boyunca Türk-Ermeni Meselesi, Bilge Karınca Yayınları, İstanbul, 2007 

Arı, Tayyar, “Geçmişten Günümüze Ortadoğu Siyaset, Savaş ve Diplomasi”; Alfa Yayınları, İstanbul, 2007. 

Atlıoğlu, Yasin, Türkiye’nin Suriye Siyasetindeki Çıkmazları, Bilgesam, 23 Haziran 2011 

Ayhan, Veysel, “Türkiye-Suriye İlişkilerinde Yeni Bir Dönem: Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi”, Ortadoğu Analiz, Kasım 2009, cilt:1, sayı:11. 

Ayhan, Veysel, “Arap Baharı”, MKM Yayınları, Bursa, 2012. 

Çavdar, Cengiz, “Dağdan İniş, PKK nasıl silah bırakır? Kürt Sorununun Şiddetten Arındırılması” TESEV Analiz, Haziran, 2011. 

Dursun, Abdülkadir, “Sınıraşan Sular Fırat ve Dicle Nehirlerinin Türkiye, Suriye ve Irak İlişkileri Üzerine Etkileri, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Isparta, 2006. 

Erciyes, Erdem, “Ortadoğu Denkleminde Türkiye-Suriye İlişkileri”, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, Şubat 2004. 

Fırat, Melek, Kürkçüoğlu, Ömer, “Batı Avrupa’yla İlişkiler”, Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşı’ndan Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar Cilt:1, 15. baskı, İstanbul, 2009. 

İbas, Selahattin, “ Türkiye-Suriye İlişkilerinin Tarihi”, Ortadoğu Siyasetinde Suriye, Editör: Türel Yılmaz, Mehmet Şahin, Ankara, Ekim 2004. 

Olson, Robert, “Türkiye’nin Suriye, İsrail ve Rusya ile İlişkileri: 1979-2001”, çev. Süleyman Elik, Orient Yayınları, Ankara, 2005. 

Şalvarcı, Yakup, “Pax Aqualis, Türkiye-Suriye-İsrail İlişkileri, Su Sorunu ve Ortadoğu”, Zaman Kitap, Şubat, 2003. 

Umar, Ömer Osman “Türkiye-Suriye İlişkileri (1918-1940)”, TC. Fırat Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Merkezi Yayınları, Tarih Şubesi Yayınları, no:3, Elazığ, 2003. 

Euronews, 
http://tr.euronews.com/2011/11/30/turkiye-den-suriye-ye-9-maddelik-yaptirim/, (Erişim: 04.09.2014) 


 BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

236 ASALA İngilizce Armenian Secret Army for the Liberation of Armenia tamlamasının kısaltmasıdır; Ermenistan'ın Kurtuluşu için Ermeni Gizli Ordusu anlamına gelen, 1973 ve 1985 yılları arasında, Türkiye dahil 16 farklı ülkede Türk ve diğer mülki ve diplomatik hedeflere karşı terör eylemlerinde bulunmuş solcu ve aşırı milliyetçi Ermeni terör örgütüdür. Daha geniş bilgi için bknz. Anadol, Cemal, Tarih Boyunca Türk-Ermeni Meselesi, Bilge Karınca Yayınları, İstanbul, 2007 
237 Kürtçe Partiya Karkerên Kurdistan anlamına gelen ve Türkçe’de Kürdistan İşçi Partisi olarak bilinen PKK, Türkiye'nin doğu ve güneydoğusu, Irak'ın kuzeyi, Suriye'nin kuzeydoğusu ve İran'ın kuzeybatısını kapsayan bölgede bir devlet kurmayı amaçlayan ve bu amaçla söz konusu toprakların Türkiye sınırları dahilinde kalan kısmına sahip olabilmek için eylem yapan yasadışı silahlı örgüt. 1974 yılında Abdullah Öcalan tarafından kurulan PKK'nın ideolojisi, Marksizm-Leninizm üzerine kuruludur. PKK'nın başlangıçtaki amacı; Kürdistan diye tanımlanan, Kürtlerin de yaşadığı, Türkiye'nin doğu ve güneydoğusu, Irak'ın 
kuzeyi, Suriye'nin kuzeydoğusu ve İran’ın kuzeybatısındaki bölgede, 
bağımsız sosyalist bir Kürt devleti kurmaktır. Ayrıntılı bilgi için bknz. Çavdar, Cengiz, “Dağdan İniş, PKK nasıl silah bırakır? Kürt Sorununun Şiddetten Arındırılması” TESEV Analiz, Haziran, 2011. 
238 Fırat, Melek, Kürkçüoğlu, Ömer, a.g.e., s. 291 
239 İbas, Selahattin, “ Türkiye-Suriye İlişkilerinin Tarihi”, Ortadoğu Siyasetinde Suriye, Editör: Türel Yılmaz, Mehmet Şahin, Ankara, Ekim 2004, s. 59 
240 Umar, Ömer Osman, a.g.e., s. 250 
241 Dursun, Abdülkadir, “Sınıraşan Sular Fırat ve Dicle Nehirleri’nin Türkiye, Suriye ve Irak İlişkileri Üzerine Etkileri, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Isparta, 2006, s. 25 
242 Şalvarcı, Yakup, “Pax Aqualis, Türkiye-Suriye-İsrail İlişkileri, Su Sorunu ve Ortadoğu”, Zaman Kitap, Şubat, 2003, s. 35 
243 Erciyes, Erdem, “Ortadoğu Denkleminde Türkiye-Suriye İlişkileri”, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, Şubat 2004, İstanbul, s. 103 
244 Arı, Tayyar, “Geçmişten Günümüze Ortadoğu Siyaset, Savaş ve Diplomasi”; Alfa Yayınları, İstanbul, 2007, s. 648 
245 Olson, Robert, “Türkiye’nin Suriye, İsrail ve Rusya ile İlişkileri: 1979-2001”, çev. Süleyman Elik, Orient Yayınları, Ankara, 2005, s.12 
246 Ayhan, Veysel, “Türkiye-Suriye İlişkilerinde Yeni Bir Dönem: Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi”, Ortadoğu Analiz, Kasım 2009, cilt:1, sayı:11, s. 31 
247 Atlıoğlu, Yasin, a.g.e., s.3 
248 Ayhan, Veysel, a.g.e., s. 425-35 
249 Ayhan, Veysel, a.g.e. , s. 438-42 
250 Ayhan, Veysel, a.g.e., s. 398-99 
251 Ayhan, Veysel, a.g.e., s. 398-403 
252 Ayhan, Veysel, a.g.e., s. 404-6 
253 Ayhan, Veysel, a.g.e., s. 406-10 


***

26 Eylül 2019 Perşembe

TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA DAVUTOĞLU DÖNEMİ: 2009 DEĞERLENDİRMESİ. BÖLÜM 4

TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA DAVUTOĞLU DÖNEMİ: 2009 DEĞERLENDİRMESİ. BÖLÜM 4 


Davutoğlu Dönemi Türk Dış Politikası

Davutoğlu’nun dış politikadaki aktivizmi, geçtiğimiz yedi yıl içinde Ortadoğu, Afrika, Asya, Latin Amerika, Avrupa Birliği, Kıbrıs ve Kafkasya gibi dünyanın birçok bölgesini kapsamaktadır. Bu anlamda genel olarak baktığımızda, komşularıyla arasındaki sorunları çözmekle kalmayıp, maksimum işbirliği ilkesi çerçevesinde imzaladığı onlarca anlaşma, kaldırılan vizeler, bölgede çıkan sorunların çözümlenmesine dair yürüttüğü arabuluculuk rolleri, imzaladığı enerji anlaşmaları, göze çarpan gelişmelerdir. 

Komşularla ilişkiler bağlamında en somut örneklerden biri Suriye ile yaşanan gelişmedir. İki ülke bundan yalnızca on sene önce savaşın eşiğindeyken, son sekiz yıl içerisinde 51’i tek bir gün içinde olmak üzere 80’den fazla anlaşma ve protokol imzalamıştır. Bu anlaşmalar arasında Serbest Ticaret Anlaşması, Yüksek Düzey Stratejik Konsey Anlaşması ve Serbest Dolaşım Anlaşması gibi son derece önemli anlaşmalar da bulunmaktadır. Hatay Sorunu ve Su Sorunu gibi yılların kökleşmiş problemleri bu süreç içinde çözüme kavuşmuştur. Suriye bundan sadece 10-15 yıl önce Türkiye’ye karşı koz olarak kullandığı PKK sorununda bile Türkiye’yle ortak hareket etmiştir. Bugün Türkiye Suriye’yle sadece dost ülke konumuna gelmemiş, aynı zamanda Suriye’nin bölgedeki sorunlarının çözümünde de önemli rol oynamıştır. 
Suriye’nin İsrail, Lübnan, Irak ve Suudi Arabistan ile yaşadığı problemlerinin çözümünde önayak olmuştur. Lübnan’daki sivil çatışmanın çözümüne, Lübnan’daki grupları bir araya getirerek katkı sağlamıştır.37 Türkiye aynı zamanda, Irak’ın Ağustos 2009’da ‘yeşil bölge’de meydana gelen patlamalara dair Suriye’yi suçlamasının ardından çıkan anlaşmazlığın çözümünde Beşar Esad ve Nuri Maliki ile ayrı ayrı görüşerek aktif arabuluculuk yapmıştır.38 

Ayrıca, taraflara Türkiye, Suriye ve Irak arasında üçlü mekanizma kurulmasına dair öneri getirmiş ve tarafların New York’ta bir araya gelmesini sağlamıştır.39 
Bunun yanında, Hariri suikastından beri araları açık olan Esad ve Kral Abdullah’ın bir araya gelmesine önayak olarak Suudi Arabistan ve Suriye arasındaki gerginliğin çözülmesini sağlamıştır. 

Suriye’yle gelişen ilişkilere ek olarak Türkiye Yunanistan ile de büyük yol kat etmiştir. Eskiden Türkiye’nin AB’ye girmesine şiddetle karşı çıkan Yunanistan bugün Türkiye’nin AB üyeliğinin en büyük savunucularındandır. Yunanistan Dışişleri Bakan Vekili Dimitris Druças da Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğinin gerekliliğinin altını çizmiş ve “Türkiye AB üyesi olduğunda şimdiki ve geçmişteki Türkiye olmayacak” şeklindeki ifadesiyle Yunanistan’ın Türkiye’nin içeride gerçekleştirmekte olduğu reform sürecine ve AB üyeliğine olan desteğini dile getirmiştir.40 Yunanistan’la yaşanan gelişmelere sekte vuran bir konu hiç şüphe yok ki Kıbrıs’tır. Kıbrıs Sorunu’nun çözüme kavuşturulamaması bu anlamda büyük bir engel olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunlara ilaveten, İstanbul Rum Patrikhanesi ve Ege’de kıta sahanlığı sorunu gibi konular da henüz açıklığa kavuşturulmamıştır. 


Türkiye’nin AB ile ilişkileri dış politikanın tüm alanlarını tek bir resimde toplamayı hedefleyen bütüncül dış politika çerçevesinde önemli bir yer tutmaktadır. İlişkiler, Avrupa merkezli bir dünya sisteminin ortaya çıkışından sonra bir ayak uydurma ve bütünleşme çabası olarak gelişmiştir. Avrupa ile ilişkilerin tarihi bir bağlama oturtulması sağlıklı bir yaklaşım için olmazsa olmaz bir koşuldur. 

Bugün gelinen noktada içeride bazı tarafların AB ile ilişkilerde bir özgüven sorunu yaşadıkları ve tutarlı bir duruş geliştirememiş oldukları göze çarpmaktadır. Oysaki hem Osmanlı İmparatorluğu, hem de Türkiye Cumhuriyeti tarih boyunca Avrupa’da yaşanmış gelişmelere karşı kendi reflekslerini geliştirmiş ve kayıtsız kalmamıştır. Örneğin, Osmanlı imparatorluğu 1648 Vestfalya anlaşması ile kurulan yeni düzene, Köprülü reformları ile cevap vermiş ve modernleşme ve sekülerleşmenin ilk adımlarını atmıştır. 1815 Viyana Anlaşması sonrası kurulan Avrupa Uyumuna Tanzimat ile cevap verilmiştir. İntibak süreci Tanzimat’la ivme kazanmış, 1856 Paris Anlaşması Islahat Fermanı’na işlerlik kazandırmış ve Osmanlı’yı Avrupa devletler topluluğunun bir üyesi olarak tanıyarak toprak bütünlüğünü garanti altına almıştır. I. Dünya Savaşı ile biten Avrupa Uyumundan sonra kurulan Milletler Cemiyeti’nin üyesi olan Türkiye Cumhuriyeti, Batılılaşma reformlarını hızlandırarak intibak sürecini sürdürmüştür. Bütün bu sürece bakıldığında görülmektedir ki, Avrupa ile ilişkiler 
bir tarihi-felsefi süreklilik dinamiğine sahiptir. Bu anlamda, ilişkileri belirli sorunlar ya da konjonktürel durumlarla tanımlamak hatalı olur. 

Türkiye’nin AB üyelik süreci zarfında karşılaştığı engellerden biri, büyük nüfusu, geniş yüzölçümü, nispeten geri kalmış ekonomisine ilaveten hiç şüphesiz Müslüman-Türk kimliğidir. AB’nin bu anlamdaki kaygısı Türkiye’nin söz konusu kimliği yüzünden AB’ye kolay entegre olamayacağı ve AB norm ve değerlerini benimseyemeyeceği yönündedir. Valéry Giscard d’Estaing’in “Türkiye’nin üyeliği 
AB’nin sonunu getirecektir” sözleri bunun bir ispatıdır.41 Ancak bu yorumlar asıl AB’nin savunduğu ve kuruluş sebebini oluşturan ‘bir arada yaşamak’ (co-existence), ‘barış’, ‘adalet’ gibi değerlere ters düşmektedir. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de dediği gibi, Türkiye AB’ye medeniyetlerin çatışması için değil, uyumu için alınmalıdır.42 Türkiye’nin üyeliği AB’nin çoğulcu bakış açısı ve çeşitliliği anlamında örnek teşkil edecektir.43 Taşpınar’a göre, Türkiye, AB için büyüyen bir pazar sağlayabilir, AB’nin önümüzdeki senelerde çaresizce ihtiyaç 
duyacağı işgücünü sağlayabilir, Müslüman dünyası için demokrasi anlamında örnek teşkil edebilir.44 

Diğer taraftan AB ile ilişkileri tek taraflı bir bağımlılık ilişkisi olarak tanımlamak da doğru olmaz. Türkiye’nin modernleşmesi, demokrasisi ve ekonomik kalkınması için uluslararası standartları yakalama süreci AB olmasa bile devam etmesi gereken bir süreçtir. 

AB ile sürecin sağlıklı işlemesinin ise Türkiye-AB ilişkilerini aşan bir boyutu vardır. Bunun en büyük sebebi 11 Eylül sonrası oluşan sorun alanlarının önemli bir kısmının Türkiye ve AB’nin mücavir bölgelerinde oluşudur. Türkiye’nin geleceğini AB ile birlikte görmesi hem Türkiye’nin reform süreci, hem de mücavir alanlarda yürüttüğü yapıcı politikalar açısından anlamlı bir tutumdur. Son yıllarda Türkiye’nin dış politikasında AB’ye verdiği önem “eksen kayması” tartışmalarına da bir cevap niteliği taşımaktadır. AB’nin geleceğinde Türkiye’ye nasıl bir rol vereceği ise kendi geleceğini nasıl gördüğü ile ilişkilidir. 

Türkiye’nin AB sürecindeki en önemli konulardan biri de Kıbrıs’tır. Kıbrıs sorunu yıllardan beri kemikleşmiş yapısıyla Türkiye’nin önünü tıkayan engellerden biridir. Annan Planı’nın sonuç getirmemesi ve KKTC’ye uygulanan uluslararası ambargoların hala kaldırılmaması gibi etkenler karamsar bir ortamı da beraberinde getirmiştir. 

Bu anlamda, Türkiye’nin artan stratejik ağırlığı ve gücü AB’yi bu konuda ikna edebilecek potansiyele sahiptir. Türkiye’nin çözüme dair beklentisi BM Güvenlik Konseyi kararları ile uyum içerisinde iki toplumlu, iki bölgeli ve siyasi eşitliğe dayalı bir Kıbrıs’tır.45 
Son yıllarda Kıbrıs sorununa dair olan gelişmeler her ne kadar ağır ilerlemekteyse de, ümit var bir duruma işaret etmektedir. 
Bu anlamda dört önemli alanda soruna dair gelişme göze çarpmaktadır. Bunlardan ilki, Kuzey Kıbrıs’ın Avrupa Konseyi sayesinde Avrupa’da temsil  ediliyor oluşudur. İkincisi, Kıbrıs’ın açılan ofisler aracılığıyla, Kuveyt, Katar ve Umman’da ve dolayısıyla Körfez ülkelerinde temsil edilmesidir. Bir diğer önemli gelişme ise Mersin, Laskiye ve Tripoli deniz seferleridir. Söz konusu seferler sayesinde Doğu Akdeniz’in sanki AB, Yunanistan ve Güney Kıbrıs etki alanı olduğuna dair bir süredir hâkim olan anlayış zayıflamıştır.46 

Son olarak da, Eski Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın Pakistan’a devlet başkanı olarak yaptığı ziyaret, İKÖ heyetinin Kuzey Kıbrıs’a ziyarette bulunması  sayılabilir. Tüm bu gelişmelere ek olarak, son yıllarda Kuzey Kıbrıs ve Güney Kıbrıs arasındaki ekonomik uçurumun ciddi oranda azalmış olması 
da önemli bir gelişmedir.

Türkiye’nin ‘komşularla sıfır problem’ stratejisi çerçevesinde en çok tartışılan konulardan biri Ermenistan ile ilişkiler olmuştur. Türkiye son yıllarda Ermenistan ile ilişkilerini normalleştirme yolunda önemli adımlar atmış, geniş inisiyatif almış fakat bu adımlar henüz istenildiği ölçüde olumlu bir sonuca kavuşturulamamıştır. Yaşanan normalleşme süreci Ermeni soykırımının ABD Temsilciler Meclisi 
Dışişleri Komitesi’nde kabul edilmesinden iki gün önce Ermenistan koalisyon hükümetinin üç büyük partisinin Türkiye-Ermenistan arasında normalleşme sürecini destekleyen protokolleri askıya aldıklarını açıklamalarıyla sekteye uğradı. Başbakan Erdoğan’ın süreci Karabağ sorunu ile ilişkilendirmesi ve soykırım tasarılarına sert tepki vermesi eleştirilere maruz kalırken, Ermenistan soykırımın kabulünü her fırsatta ön koşul olarak sunmakta ve Karabağ konusunda taviz vermek istememektedir. Türkiye her şeye rağmen normalleşme sürecinin önemini vurgulamaktadır. Bunun Kafkasya’da barış, istikrar ve güvenlik ortamının sağlanmasında ve Kafkasya’da hala hâkim 
olan Soğuk Savaş psikolojisinin giderilmesinde oynayacağı rolün altını hassasiyetle çizmektedir.47

Türkiye’nin dış politikadaki aktivizmi Kafkasya’da da etkisini göstermiştir. 

Örneğin, Rusya-Gürcistan krizi arifesinde, Türkiye’nin Kafkaslara yönelik yürüttüğü dinamik dış politikası, Davutoğlu’nun siyasi önermelerinin uygulanmasına örnek teşkil etmektedir. Türkiye’nin yeni bölgesel siyasetinin bir ürünü olarak, Gürcistan ve Rusya arasındaki kriz başlamadan önce Ankara’nın, Rusya, Ermenistan, Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye’yi içine alan çok taraflı diplomatik bir girişimi, Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformunu oluşturmuştur. 

Bu platform, tüm üyeler tarafından paylaşılan bölgesel bir bakış açısını geliştirmeyi ve bölgesel barış ve güvenlik, enerji güvenliği ve ekonomik işbirliği gibi konularda kullanılabilecek araçlar oluşturmayı hedeflemektedir. Ermenistan, Rusya Federasyonu, Azerbaycan ve Gürcistan Türkiye’nin önerisine olumlu yanıt vermiş ve projeyi yapıcı bir çaba olarak değerlendirmiştir.48 

Türkiye’deki karar alıcılar, bölgesel güvenlik anlayışını pekiştirecek güven inşa edici araçların oluşturulmasının önemine vurgu yapmaktadır. 

Avrupa Birliği bu girişime yeşil ışık yakmış ve Avrupa Komisyonu İlerleme 
Raporu’nda Türkiye’nin bu girişiminden övgüyle bahsedilmiştir.49 

NATO da bu platformu, Karadeniz bölgesindeki güvenliğin inşası için yapıcı bir adım olarak değerlendirmiş ve Türkiye’nin kriz boyunca ortaya koyduğu yapıcı politikaları örnek göstermiştir.50 
Türkiye-Rusya ilişkileri Davutoğlu döneminde oldukça önemli gelişmelere sahne oldu. Rusya Başbakanı Vladimir Putin’in, 6 Ağustos 2009’da Türkiye’ye yaptığı ziyareti sırasında enerji boru hatlarından, nükleer santrale, gümrük problemlerinden, ekonomiye kadar farklı alanlarda 20 işbirliği anlaşması imzalandı. Ankara “Rusya-Batı” çatışmasında taraf tutmamaya özen göstermek te ve bir yandan da Moskova ile ikili ilişkilerini geliştirmeye çalışmakta dır. Türkiye bu siyasetini 2008 yılının Ağustos ayında yaşanan Rusya-Gürcistan krizi sırasında faal olarak sürdürmüştür. Türkiye’deki karar alıcılar, kriz sırasında gerginliği aza indirgemek için dikkatle hareket etmişler ve bölgesel sorunları çözmek için bölgesel bir platform fikrini öne sürmüşlerdir. Kriz sırasında Başbakan Erdoğan, Rusya ile ilişkilerin önemini şu şekilde ortaya koymuştur: “Biri en yakın müttefikimiz olan ABD, diğeri ise enerji başta olmak üzere önemli ticaret hacmimizin bulunduğu Rusya. Enerjimizin üçte ikisini Rusya’dan sağlıyoruz. 

Türkiye’nin ulusal çıkarları neyi gerektiriyorsa ona göre hareket ederiz... Rusya’yı göz ardı edemezsiniz.”51 Türkiye ve Rusya arasında yaşanan gelişmeler neredeyse son üç yüz yılı sıcak ve soğuk savaşlarla geçirmiş iki ülke arasında tarihi bir işbirliği fırsatı çıkarmıştır. 
Özellikle enerji alanında her iki ülkenin birbirine rakip projeler içinde yer almalarına rağmen, işbirliğinin gelişmesi uzun dönemli olumlu bir perspektif sunmaktadır.

Ortadoğu’ya döndüğümüzde, Türkiye’nin son yıllarda tüm aktörlerle yürüttüğü olumlu ilişkiler öne çıkmaktadır. Bu bağlamda, örneğin HAMAS’la yürüttüğü görüşmeler bazı kesimlerin eleştirilerine maruz kalmış olsa da, HAMAS’ın 2005 yerel ve 2006 genel seçimlerinde edindiği başarılar, Filistin sorununda yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Bu anlamda Türkiye, bölgesindeki sorunlara demokrasi ekseninde ve tüm taraflara adil temsil hakkı verilmesi bağlamında yaklaşılmasının ve sorunların daha barışçıl ve sürdürülebilir yöntemlerle 
çözülmesinin öneminin altını çizmiştir. Türkiye’deki karar alıcılara göre HAMAS, uluslararası sistemin kendisine karşı uyguladığı ekonomik ve siyasi ablukayı kaldırmak için Orta Doğu’da ittifaklar aramaktadır. Böyle bir ortamda, Türkiye’nin müdahalesi olmadan HAMAS için tek çıkış noktası, İran-Suriye-Hizbullah cephesine yaklaşmak olacaktır.52 Türkiye’nin tavrı ise HAMAS’ı siyasi sürecin içine dâhil etmek yönündedir. Bu anlamda Davutoğlu, Suriye’de HAMAS’ın sürgündeki lideri Halit Meşal ile iki kere görüşmüştür. 
Davutoğlu’nun ikinci ziyareti Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin Erdoğan’dan yardım talebini takiben gerçekleşmiştir. Bu anlamda, Türkiye HAMAS ve uluslararası aktörler arasındaki uzlaşma sürecini başlatmış ve bir yandan da Fetih, Filistin yönetimi ve Abbas ile sürekli temas halinde kalmaya özen göstermiştir. Ankara’nın bu noktada katkısı, HAMAS’ı akılcı adımlar atmaya teşvik etmek ve Filistin’deki tarafların yakınlaşmasını sağlamak yönünde olmuştur. 

Filistin’in işgal altındaki bölgelerinden sorumlu BM Özel Raportörü Prof. Richard Falk, Türkiye’nin HAMAS ile iletişimini olumlu değerlendirerek, özellikle 2006 yılında Türkiye’nin HAMAS’a yaptığı davete ilişkin şu sözleri sarf etmiştir: “Bu çabanın zamanında eleştirilmiş olması ve neticede başarısız olması üzücüdür. Geriye bakıldığında, HAMAS’ın uzun vadeli ateşkesi kabul etmeye hazırlıklı olduğu bir dönemde Türkiye’nin bu girişiminden istifade edilmiş olsaydı, gerek Gazze’deki sivil halkın refahı gerekse İsrail’in güvenliği açısından çok yararlı olurdu.”53 Davutoğlu Sarkozy’nin Suriye Başkanı Beşar Esad ve AB Ortak Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Javier Solana ile Şam’da Ocak 2009’da yaptığı görüşmelere katılmıştır. Sarkozy ve Esad’ın ortaklaşa düzenledikleri basın toplantısında Sarkozy, Davutoğlu’nun sorunun çözümüne ilişkin yaptığı katkısından ötürü şükranlarını dile getirmiştir.54 
Birtakım Batılı ve Orta Doğulu basın organları da Sarkozy’ye katılarak Davutoğlu’nun ayrıcalıklı rolünü vurgulamış ve kendisinin HAMAS ve İsrail arasındaki ateşkesi sağlamadaki katkısına ayrıca dikkat çekmişlerdir. 

Türkiye Ortadoğu’nun bugün içinden çıkamadığı kaos ortamından tek çıkış yolunun barış, işbirliği, dayanışma ve karşılıklı bağımlılık ilkelerine dayalı yeni bir anlayış ve düzen olduğunun bilinciyle hareket etmektedir. Bu anlamda, Türkiye’nin Irak’taki varlığı da büyük önem taşmaktadır. Erdoğan’ın da dediği gibi, Türkiye Irak’taki tüm gruplarla ve Irak’ın tüm komşularıyla iyi ilişkiler yürüten tek ülkedir.55 
Türkiye Irak’ın ulusal bütünlüğü ve istikrarı için mücadele vermekte ve bunu BM Güvenlik Konseyi, İKT, Arap Ligi, Avrupa Komisyonu ve Irak’a Komşu Ülkeler Platformu ve aracılığıyla sağlamaktadır.56 

Bunlar arasında Irak’a Komşu Ülkeler Platformu Türkiye tarafından kurulmuş ve ilk toplantısını 23 Ocak 2003’te İstanbul’da düzenlemiştir. Bununla birlikte, Türkiye, Amerika ve Irak’taki Sünni gruplar arasında da sahne arkası diplomasisi yürütmüştür. Bu görüşmelerden birinin sonucunda Sünniler ateşkes yapmaya, Amerika ise Irak’ta adil seçimlere destek vermeye karar vermişlerdir.57 
Türkiye’nin girişimiyle, Irak’taki 2005 ve 2010 seçimlerine Sünniler de katılmıştır. 2010 seçimleri esnasında ve sonrasında birçok Irak’lı grup Ankara’ya gelip gitti ve Ankara’dan destek istedi. Türkiye Irak’taki tüm gruplarla görüşebilen tek ülke olma yetisini bu esnada da sürdürmüştür. Türkiye’nin 2003’te Irak’a asker göndermeyi ve Amerika’nın Türkiye üslerini kullanmasını reddetmesi bu anlamda Türkiye’ye itibar ve güven kazandırmıştır.58 Türkiye, ayrıca, Irak’ın demokrasisine katkı sağlamak amacı ile 350 Iraklı politikacıya seçimlerle ilgili eğitim vermiştir.59 17 Eylül 2009’da ise Suriye Dışişleri Bakanı Walid al-Muallem ve Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari Davutoğlu’nun konuğu olarak İstanbul’da bir araya gelmiş ve üç lider bölgesel güvenlik ve barış konularında konuşmuşlardır.60 

Yeni dış politikanın çok konuşulan açılımlarından biri de Darfur politikasıdır. Eleştirilerin çıkış noktası genellikle bilgi noksanlığı ve bununla birlikte gelen yanlış anlaşılma olarak öne çıkmaktadır. 
Türkiye’nin Darfur politikası ne Batının Sudan hükümetini topyekûn eleştirmesine ve ülkede yaşananları ‘soykırım’ olarak nitelendirmesine 
destek vermekte, ne de ülkede yaşanan olayların trajik boyutlarını reddetmektedir.61 Türkiye Beşir hükümetinin uluslararası platformda 
izole edilmesinin Sudan’a sadece daha fazla trajedi getireceği kanaatindedir. Bunun yerine, Türkiye, Sudan’la arasında mevcut ekonomik ve politik bağları güçlendirmiş, bu sayede Sudan’ın yeniden yapılandırılmasında aktif rol oynamıştır. Ayrıca, Beşir ile yakın ilişkiler kurarak, Sudan hükümeti ve hükümet politikaları üzerinde etki sahibi olma yoluyla ülkedeki karışıklığı bir nebze de olsa giderme yoluna gitmiştir. Başbakan Erdoğan’ın yoğun eleştirilere maruz kalan 

“Bizim mensubu olduğumuz İslam dinine mensup birinin soykırım yapması asla mümkün değildir” şeklindeki açıklaması caydırıcı nitelik taşımaktadır ve bir Müslüman’a soykırım yapmanın yakışmayacağı şeklinde yorumlanmalıdır. Ayrıca Erdoğan Türkiye’nin Batı’nın yaptığı gibi Darfur’da yaşanan olaylara seyirci kalmadığının ve ülkeye somut yardımlar götürerek sorunun çözümüne yönelik aktif adımlar attığının altını çizmiştir. Türkiye aynı zamanda Mısır’da 
düzenlenen Darfur Donörler Toplantısı’na önayak olmuş, yönetim masasına yönetici sıfatıyla oturmuştur. Türkiye’nin Darfur konusunda Müslüman dünyası ekseniyle paralel duruş sergilemesi sadece bu bölgelerde edindiği nüfuzu sürdürme mücadelesi olarak değil, aynı zamanda bir barış yapıcı ve arabulucu olarak edindiği pozisyonu koruma refleksi olarak algılanmalıdır. Bu noktada Türkiye’nin sert ve eleştirel bir pozisyon takınması bir geri tepmeye yol açacaktır ve Türkiye etki alanını daraltmış olacaktır. 

   Türkiye’nin dış politika aktivizmi Balkanlar’da da kendisini göstermiştir. Osmanlı döneminde imparatorluğun merkezinde konumlanan bölge Cumhuriyet döneminde fazlasıyla boşlanmış ve göz ardı edilmiştir. Türkiye’nin Balkanlar’la olan tarihi bağı Bosna kriziyle yeniden gün yüzüne çıkmıştır. Bosna krizini bitiren Dayton Anlaşması’yla gerekli sonucun alınamamış ve Dayton süreci tıkanmıştır. 


   Bu anlamda, yeni dış politika Balkanlar’ı da kapsayıcı bir vizyon geliştirmiş ve bu bölgenin Osmanlı döneminde olduğu gibi bir arada yaşama kültürünü yeniden canlandırmayı öngörmektedir. Bu noktadan yola çıkarak, Davutoğlu göreve geldiği ilk aylarda Sırbistan ve Karadağ’a iki ziyaret gerçekleştirmiştir. 2010’un bir anlamda Balkanlar’da suların ısınacağı bir yıl olacağı öngörüsüyle bu ziyaret 
trafiği 2009’un sonuna doğru ivme kazanmıştır. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de Balkan ülkelerine gerçekleştirdiği yüksek profilli ziyaretlerle bu diplomatik atağı desteklemiştir. Bu girişimler sonuç getirmiş, Türkiye somut adımlar atarak Medeniyetlerararası İttifak toplantısını Bosna-Hersek’te toplamış, Sırbistan ve Karadağ ile ilişkilerini geliştirmiş, başkanlığını yürüttüğü Güneydoğu Avrupa İşbirliği Süreci’ni aktif çalıştırmasıyla bu gerilimlerin hemen hepsinde rahatlamaya yol açmıştır. Türkiye’nin Bosna-Hersek, Sırbistan ve Hırvatistan’la yürüttüğü üçlü diyalog girişimleri Balkanlar’da adım adım yeni bir düzeni oluşturacak köşe taşlarını inşa etmeyi hedeflemektedir.62 
Bu anlamda yine önemli bir girişimle, Bosna’nın NATO üyelik sürecine girmesi sağlanmıştır. Bu gelişmeyle birlikte, uluslararası toplum ve bölge ülkeleri tarafından Bosna’nın toprak bütünlüğünün korunması garanti altına alınmıştır. Bosna’nın toprak bütünlüğü ve güvenliğini sağlayacak çabalar ve özellikle NATO’nun müdahalesi bölgede Türkiye’yi de etkileyebilecek potansiyel bir krizden kaçınmanın yegâne yollarıdır.63

Türkiye’nin Latin Amerika ülkeleri ile ilişkileri de son yıllarda oldukça gelişmiştir. Latin Amerika 560 milyon nüfusuyla son yıllarda küresel yatırımcılar için cazip bir pazar haline gelmiştir. Önümüzdeki yıllarda ABD, Kanada, Meksika, Karayipler, Orta ve Güney Amerika ülkelerinin tamamı aralarında bir serbest ticaret bölgesi (Amerikalar Serbest Ticaret Bölgesi-Free Trade Area of the Americas -FTAA) oluşturmayı hedeflemektedirler. Proje tamamlandığında 800 milyon nüfus ve toplamda 10 trilyon Dolar GSMH ile dünyanın en büyük serbest ticaret bölgesinin oluşturulması hedeflenmektedir.64 Bu ölçekte bir potansiyel Türkiyeli girişimciler için önem arz etmektedir. 

Sonuç

Türkiye son yıllarda hızlı bir dönüşüm geçirmektedir. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle değişen dengeler, Türkiye’nin 1999’da başlayan AB üyelik süreci, 11 Eylül olayları, Ak Parti hükümetinin 2002 yılında başa gelmesi, Irak Savaşı gibi olaylar ve gelişmeler Türkiye’de önemli bir değişim sürecini tetiklemiştir. Bu süreç içeride, demokrasi ve güvenlik algılarındaki değişim olarak göze çarparken, dış politikada yeni bir vizyonu beraberinde getirmiştir. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu akademik birikimini ve tecrübesini diplomasi kulvarlarına başarıyla taşımış ve Türkiye’nin yeni dış politikasının mimarı olmuştur. Yeni dış politika Osmanlı’dan miras kalan ve Cumhuriyet 
döneminde etkisini sürdürmüş bürokratik/otoriter zihniyeti kısmen de olsa rafa kaldırmayı başarmıştır. Güvenlik, çıkar ve güç gibi kavramları temel öncelikler olarak gören ve meşruiyetini tehdit algısından alan geleneksel bürokratik/otoriter anlayışın yerini barış, işbirliği, dayanışma ve karşılıklı bağımlılık gibi kavramları temel alan yeni bir anlayış almıştır. Türk dış politikasının içe dönük karakterinin yerini proaktif, dinamik ve çok boyutlu bir politika almıştır. 

Yeni dış politikada devlet dışı aktörlerin taleplerine daha çok yer verilmekte, aktörler politika yapım sürecine daha çok müdahil olmaktadırlar. 
Soğuk Savaş döneminin klasik iç/dış ayrımı artık ortadan kalkmış, devlet yegâne aktör olma özelliğini yitirmiş, iç konjonktür ve talepler dış politika üzerinde daha belirleyici olmaya başlamıştır. 

Bu anlamda, bölgesel ve küresel değişimlerin yanı sıra içeride yaşanan dönüşüm, politika yapıcıların kimliklerindeki değişim, iktidarın sermaye tabanından gelen yeni pazar arayışları ve bu tabanın Orta Doğu’yla var olan bağlantılarını kullanma refleksi gibi unsurlar Türkiye’nin yeni bir dış politika vizyonu geliştirmesini kaçınılmaz kılmıştır. Türkiye, bölgesinde barış, güvenlik ve istikrar tesis edilmediği sürece bu vizyonu gerçekleştiremeyeceğinin bilincinde olarak diplomasi aygıtını temel araç olarak kullanmanın önemini kavramış 
ve bölgesinde bir yumuşak-güç olarak yükselmiştir. Türkiye’nin bu atılımı Batı’nın da avantajınadır. Bu avantaj Türkiye’nin Batıyla ilişkilerinin daha da gelişmesini sağlamış, örneğin yeni Amerikan yönetimi tarafından tam destek almıştır. 

Bütün bu unsurlar ışığında Türkiye’nin yeni bir dış politika izlemesi rasyonel bir seçimdir. Türkiye’nin bu seçiminin bölgede ve uluslararası bağlamda yansımaları da olumlu olmuştur. Türkiye’nin komşularıyla onlarca yıldır süre gelen, kemikleşmiş problemlerini çözme girişimleri, bölgesel ve uluslararası sorunlara karşı eskisi gibi kayıtsız kalmayışı ve çözümlerine dair atılımları, içeride gerçekleştirdiği demokratik reformlar geniş bir coğrafyada bir cazibe merkezine dönüşmesine yol açmıştır.

DİPNOTLAR;

1 Yasemin Çelik, Contemporary Turkish Foreign Policy, Praeger Publishers, Connecticut, 1999, pp. xi-xiv. 
2 İbrahim Karagül , “Davutoğlu, ‘düzen kurucu ülke’ ve yeni Osmanlıcılık” , Yeni Şafak, 9 Eylül 2009.
3 Bülent Aras,. Ortadoğu ve Türkiye, Q Matris Yayınları, 2003, s. 10.
4 Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, İstanbul, Küre Yayınları, 2001, s. 117.
5 Ahmet Davutoğlu, “Turkey’s Foreign Policy Vision: An Assesment of 2007”, Insight Turkey, Cilt 10, No1, 2008, s. 83-84.
6 “AB Komşuluk Politikası” için bakınız, European Neighborhood Policy Strategy Paper, 
http://ec.europa.eu/world/enp/pdf/strategy/strategy_paper_en.pdf 
7 European Security Strategy, s.1 http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cmsUpload/78367.pdf
8 Cengiz Çandar, “Turkey’s Soft Power Strategy”, SETA Policy Brief, No, 2009, s. 7.
9 Ahmet Davutoğlu, “Türkiye merkez ülke olmalı”, Radikal, 26 Şubat 2004. 
10 Williams’a göre ‘güvenliksizleştirme’ (desecuritization) ‘olayları ‘güvenlik’ gündeminden çıkarıp siyasal söylemin ve ‘normal’ siyasal tartişma ve 
alanının içine çekmektir ( Michael C. Williams, 2003, “Words, Images, Enemies: Securitization and International Politics”, International Studies 
Quarterly, Cilt 47, No 4, s.523). Aras ve Polat ise ‘normal siyasetin sınırlarını genişletmek’ olarak tanımlar (Bülent Aras& Rabia Karakaya Polat, “From Conflict to Cooperation: Desecuritization of Turkey’s Relations with Syria and Iran”, Security Dialogue, Cilt 39, No 5, 2008, s.498).
11 John Calabrese, “Turkey and Iran: Limits of a Stable Relationship”, British Journal of Middle Eastern Studies, Cilt 25, No 1, 1998, ss.75–94; Robert Olson, 
“Turkey–Syria Relations Since the Gulf War: Kurds and Water”, Middle East Policy, Cilt 5, No 2, 1997, ss.168–193.
12 Bülent Aras & Rabia Karakaya Polat, “Turkey and the Middle East: frontiers of the new geographic imagination”, Australian Journal of International 
Affairs, Cilt 61, No 4, 2007, s. 472.
13 Bülent Aras & Rabia Karakaya Polat, “From Conflict to Cooperation: Desecuritization of Turkey’s Relations with Syria and Iran”, s. 498.
14 “Obama declares Turkey model partner of values”, Turkish NY, 07 April 2009. 
http://www.turkishny.com/en/english-news/5599-obama-declares-turkey-model-partner-of-values.html [29 August 2009] 
15 Bülent Aras, “A Golden Era for US-Turkey Relations?”, The Guardian, 4 April 2009.
16 Bülent Aras, “Oxford’da Davutoğlu vizyonu”, Sabah, 5 Mayıs 2010.
17 Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, İstanbul,Küre, 2001, s.49 ve 409.
18 H. V. Houtum, ‘The Geopolitics of Borders and Boundaries,’ Geopolitics, Cilt 10, No 4, 2005, s.674.
19 Kemal Kirisci, ‘Turkey’s Foreign Policy in Turbulent Times,’ Chaillot Paper, 92, EU-ISS, Paris, Eylül 2006, s.96.
20 “Ties with Africa Help Ties with EU,” Hurriyet Daily News, 28 Şubat 2009.
21 Ahmet Davutoğlu, “Turkey’s New Foreign Policy Vision,” Insight Turkey, Cilt 10, No 1 (2008), s.78.
22 Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik.
23 Ibid.
24 R. T. Erdoğan, ‘Asya Kalkınma Bankası’nın 38. Yönetim Kurulu Toplantısındaki konuşması’, İstanbul, 5 Mayıs 2005, şu link’ten ulaşılabilir: 
http://www.adb.org/annualmeeting/2005/Speeches/prime-minister-speech.html.
25 Davutoğlu, “Turkey’s New Foreign Policy Vision”, … s.96.
26 Ibrahim Kalın, “Turkey and the Middle East: Ideology or Geo-Politics?” Private View, No 13,2008.
27 Davutoğlu, Stratejik Derinlik, s.333.
28 Kemal Kirişçi, Transformation of Turkish Foreign Policy: The Rise of the Trading State,” New Perspectives on Turkey, No 40, 2009, s.29-57.
29 “Enine-Boyuna Dış Politika Özel Programı”, TRT, 23 Ocak 2009.
30 TRT 1 Enine-Boyuna Dış Politika Özel Programı
31 Sami Kohen, “Davutoğlu ile Yeni Dönem,” Milliyet, 3 May 2009.
32 TRT 1 Enine-Boyuna Dış Politika Özel Programı
33 Davutoğlu, Stratejik Derinlik, s.264.
34 Bülent Aras, “Can Turkey Rouse the Muslim World?” Daily Star, 18 Haziran 2004.
35 TRT 1 Enine-Boyuna Dış Politika Özel Programı.
36 Davutoğlu, Stratejik Derinlik, … s.83.
37 Bununla birlikte, Davutoğlu Beşar Esad’la Mart 2010’da Şam’da bir araya gelerek Rafik Hariri’yle arasında çıkan bir anlaşmazlığı çözme girişiminde bulunmuştur.
38 Milliyet, 1 Eylül 2009.
39 Ayhan, Veysel. “Davutoğlu’nun Bağdat Ziyaretleri Işığında Türkiye-Suriye İlişkileri”, Ortadoğu Analiz, Cilt1, No 9, 2009, s.12.
40 “Türkiye-Yunanistan İlişkileri Atina’da Masaya Yatırıldı”, Cihan, 26 Şubat 2010. Bununla beraber Başbakan Erdoğan’ın 10 bakan ve 300 işadamıyla 
14 Mayıs 2010’da Yunanistan’a yaptığı gezi esnasında Türkiye-Yunanistan Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi Toplantısı kapsamında 21 tarihi anlaşma imzalanmıştır. Anlaşmalar çerçevesinde Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi kurulması ve Yunanistan’ın hususi pasaportlara uyguladığı vizelerin kaldırılması gibi konular da çözüme kavuşturulmuştur. 
41 Gareth Harding, “Bordering on the ridiculous: why Turkey is not a European country”, European Voice, Cilt 8, No 41, 2002. 
42 Abdullah Gül, Yeni Yüzyılda Türk Dış Politikasının Ufukları, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Yayını, 2007, s. 235.
43 Meltem Müftüler-Bac, “The New Face of Turkey: The Domestic and Foreign Policy Implications of November 2002 Elections”, East European Quarterly, 
Cilt 37, No 4, 2004, s.437. 
44 Ömer Taşpınar, “Turkey’s Middle East Policies: Between Neo-Ottomanism and Kemalism”, Carnegie Paper, No 10, Eylül 2008, s.28.
45 Bülent Aras, “Kıbrıs Atağı”, Sabah, 4 Kasım 2009.
46 Bülent Aras, “Kıbrıs’ta önemli gelişmeler”, Sabah, 10 Mart 2010.
47 Bülent Aras, “A diplomatic mistake over Armenia,” The Guardian, 5 Mart 2010.
48 “Turkey Spearheads Creation of Caucasian Union,” Global Insight, 18 Ağustos 2008.
49 Bakınız Türkiye 2008 İlerleme Raporu, şu link’ten ulaşılabilir: 
http://ec.europa.eu/enlargement/pdf/press_corner/key-documents/reports_nov_2008/turkey_progress_report_en.pdf
50 “Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu’na destek var,” Sabah, 19 Ağustos 2008.
51 Fikret Bila, “Erdoğan: Rusya’yı Gözardı Edemeyiz,” Milliyet, 2 Eylül 2008.
52 Yasemin Congar, “Meşal, Esad, Bush, Erdogan,” Milliyet, 3 Temmuz 2006.
53 Richard Falk “Understanding the Gaza Catastrophe,” Today’s Zaman, 4 Ocak 2009.
54 “Gazze’de BM Okuluna Saldırı”, CNNTürk, şu uzantıdan ulaşılabilir: 
http://www.cnnturk.com/2009/dunya/01/06/gazzede.bm.okuluna.saldiri/507680.0/index.html
55 Prime Minister’s Speech, 09 January 2007, available at www.basbakanlik.gov.tr.
56 Bulent Aras, “Davutoglu Era in Turkish Foreign Policy”, SETA Policy Brief, No 32, 2009, s.13.
57 Taha Akyol, “Neden Türkiye başardı,” Milliyet, 06 Aralık 2005.
58 Semih İdiz,. “Turkey’s Facilitator Role”, Milliyet, 5 Aralık 2005. 
59 Prime Minister’s Speech, 28 February 2006, available at www.basbakanlik.gov.tr.
60 Hurriyet, 17 September 2009. 
61 Mehmet Ozkan & Birol Akgün, ‘Why Welcoming Al-Basher: Contextualing Turkey’s Darfur Policy,’ SETA Policy Brief, forthcoming.
62 Bülent Aras, “Balkanlar’da ‘Türk’ barışı, Sabah, 10 Şubat 2010.
63 Bülent Aras, “O zaten uyumaz!,” Sabah, 28 Nisan 2010.
64 “Türkiye´nin Latin Amerika ve Karayiplere Yönelik Politikası ve Bölge Ülkeleri ile İlişkileri,” Dışişleri Bakanlığı Resmi Websitesi, 
http://www.mfa.gov.tr/i_-turkiye_nin-latin-amerika-ve-karayiplere-yonelik-politikasi-ve-bolge-ulkeleri-ile-iliskileri.tr.mfa    [29 Mayis 2010].


***