20 Ekim 2018 Cumartesi

PKK - CUMHURİYETİ VE AK - PARTİ., BÖLÜM 11

PKK - CUMHURİYETİ VE AK - PARTİ., BÖLÜM 11


Altıncı Bölüm; PKK'ya İhale Edilen Yeni Görev 

'İnternet andıcı' davasının en önemli sanıklarından olan ve hakkında tutuklama kararı bulunan Tümgeneral Mustafa Bakıcı'nın Kuzey Irak yolunu kullanarak 
Türkiye'den kaçtığı ortaya çıktı. Ergenekon davasında müebbet aldı. Şırnak'ta 23. Tümen komutanlığı yapan Bakıcı, hakkındaki tutuklama kararına rağmen Ağustos 2011'de tümgeneralliğe yükseltilmiş ancak daha pasif bir göreve getirilmişti. Bakıcı, 2008-2009 tarihleri arasında Genelkurmay İç Güvenlik Harekât Daire Başkanlığı görevini yürütürken aynı zamanda bilgi destek daire 
başkanlığına vekâlet etmişti. Ancak onun ismini 23. Tümen komutanı iken duymaya başladık. Gelin onunla ilgili en önemli tartışmayı hatırlayalım... 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Seçim mitingi yapacağı 24 Mayıs'tan 
birkaç gün önce 12 Mayıs 2011 tarihinde Şırnak'ta 12 PKK'lı öldürüldü. Askerler, Tümgeneral Bakıcı'nın talimatıyla cesetleri almayarak arazide bıraktı. Sivil 
insanların sınırı geçerek cesetleri getirmesine göz yumuldu. Daha sonra öldürülen militanların, örgüte yeni katılan tecrübesiz gençler olduğu anlaşıldı. Bakıcı, cenazeleri adli tıp uzmanının bulunduğu Diyarbakır veya Malatya'ya göndermek yerine Şırnak'a getirdi. Cenazeler üzerinden Güneydoğu'da büyük olaylar yaşandı. 2. Ordu komutanı, Şırnak'a gelerek olaylara el koydu. 

Aynı Bakıcı, 12 PKK'lının öldürülmesinden bir hafta önce çevresindekilere bile haber vermeden Kuzey Irak'a gitmişti. Yüksek rütbeli bir subayın teklifsiz bir şekilde Kuzey Irak'a gitmesi ve bunu gizli tutması kafalarda soru işaretlerine neden olmuştu. Bakıcı'nın orada kimlerle gizli görüşmeler yaptığı ise hâlâ bilinmiyor. Mustafa Bakıcı'nın yine aynı yolu yani Kuzey Irak yolunu kullanarak 
Rusya'ya kaçtığı ortaya çıktı. Burada, Bakıcı'nın Genelkurmay'daki görevinin İç Güvenlik Harekât Daire başkanı olduğu bilgisini bir kez daha hatırlamakta fayda 
var. Türkiye'de bunlar yaşanırken, dünya da bir başka olayla sarsıldı. Sekiz Türk ve bir Yunanlıyı öldüren Milliyetçi Demokratik Parti'nin bünyesinde Alman 
istihbaratına mensup 100'e yakın köstebeğin olduğu ortaya çıktı. Bu sayı size küçük gibi gelebilir ancak bu, söz konusu partinin yüzde 15'i demekti. Devlet-Terör örgütü ilişkisi, üzerinde çok derin incelemeler gerektiren bir konu. 

Ancak el yordamıyla, hasbelkader öğrendiğimiz bilgilere baktığımızda dünyadaki bütün terör örgütlerinin ya kendi devletinin ya da bir başka devletin yardım ve 
yataklığıyla ortaya çıktıkları, hayatlarını bu yolla devam ettirdikleri çok net bir şekilde görülüyor. PKK'nın da her kritik evrede ortaya çıkıp provokatif eylemlerde bulunması ve süreçleri statükonun istediği yörüngeye sokması, bu 
örgütün ne işe yaradığını iyice tartışılır hale getiriyor. 

Bundan sonra üzerinde durulması gereken en önemli konu; PKK'ya ihale edilen yeni görev olacak sanıyorum. Taraf Gazetesi'nden 18 Kasım 2011’de Kurtuluş Tayiz'in yazdığı yazı da bu konuyu iyice deşifre ediyordu. Tayiz, bakın ne diyor: "Kürt medyasındaki Gülen düşmanlığı, 1990'lar Türkiye'sini ve 28 Şubat medyasını hatırlatıyor bana. İstihbaratın aşırdığı Gülen videoları her akşam haber kanallarının birinci gündemiydi. Gazetelerin manşetleri de öyle. Devletin eski sahiplerinin veya askerî bürokrasinin 

Gülen düşmanlığını sanki bugün PKK devralmış gibi davranıyor. Yayınlarda kullanılan jargon 28 Şubat Medyasından, OdaTv ve İşçi Partisi'nden tanıdık. Hatta bu konuda neredeyse birebir aynı sözcük ve kavramları kullanıyorlar.'' 

PKK; artık devlette bazı birimlerin faaliyet gösteremez hale geldiği konulara el atıyor ve Gülen hareketiyle mücadele işini üzerine alıyor. Bu da PKK'nın 
aslında nasıl bir örgüt olduğunu net bir biçimde gözler önüne seriyordu. Bakıcı olayı, Alman İstihbaratı'nın yaptıkları, Aselsan'daki mühendislerin ölümü, Abdullah Öcalan'ın Turgut Sunalp tarafından serbest bıraktırılması vs. Bunların hepsi aslında terör örgütlerinin bir simülasyondan ibaret olduğunu ortaya koyuyordu. İyice anlaşılıyor ki devletler terör örgütlerini istediği zaman 
devre dışı bırakabiliyor. Yeter ki bu konuda iyi niyetli ve kararlı olunsun (33). 

PKK politikalarını yakından takip eden Kurtuluş Tayiz'in yazısı, muhafazakâr medyacıların da ilgisini çekti. (Taraf, 18 Kasım) Tayiz, Fırat Haber Ajansı'ndan internet sitelerine, PKK uzantısı medyanın, Fethullah Gülen Cemaati'ne niye yüklendiğini sorguluyordu. Mesela PKK komutanı Murat Karayılan, kasım başındaki bir söyleşisinde, elinde cemaatle ilgili dosya bulunduğunu... 

Bu dosyayı Türkiye'deki TV ve gazetelerle paylaşmak istediğini söylüyordu. Dosyaya verdiği isim neydi dersiniz? 

Sıkı durun: "Yeşil Ergenekon"! Kurtuluş Tayiz ayrıca PKK'nın kullandığı dilin, 28 Şubat darbe medyasının kullandığı dile benzemesinin altını çiziyor. Sonra da, 
"PKK'nın bu Gülen düşmanlığı nereden çıktı" diye soruyor: Nasıl oldu da PKK çevresi cemaati neredeyse "baş düşman" ilan etti? Yazar bu soruya cevap ararken, Leonardo Di Caprio'nun başrolünü oynadığı "Inception" filmine gönderme yapıyor ve PKK'nın kafasına bu fikri Ergenekon yapılanmasının, derin devletin soktuğunu söylüyor. 

"Kurtuluş Tayiz yanılıyor" diyemem. Çünkü seçim döneminde PKK-BDP çizgisinin güttüğü inanılmaz politikalara hep birlikte şahit olduk: 
Güneydoğu'da CHP'yi, hatta yer yer MHP'yi desteklediler... Daha ne olsun!Ayrıca "sivil iktidarla" değil, "askeri vesayetle" ittifak kuruyorlar. "Kimle savaşıyorsak, barışı da onunla yaparız" diyerek askere göz kırpıyorlar.Dolayısıyla, askeri vesayetin hedefe koyduğu, Ergenekoncuların "bitirme planları" yaptığı Gülen 
cemaatine, onlar da yükleniyor. Bu analize kategorik bir itirazım yok. Ama bence PKK'nın Gülen düşmanlığının daha basit bir açıklaması var... Başbakan Erdoğan, seçim konuşması için Diyarbakır'a gittiğinde hep iki temayı öne sürüyor: 

1) "Kimlik" politikasına karşı, "cüzdan" politikası. Yani ekonomik kalkınma... 

2) Din bağı, din kardeşliği... Niye? Çünkü Kürt vatandaşların yarısı BDP'ye oy verirken, diğer yarısı AK Parti'ye oy veriyor. Bu gerçeği oluşturan dinamiklerden 
biri de, elbette Başbakan Erdoğan'ın altını çizdiği din kardeşliği...Bu durum, PKK'nın, "Kürt sorununun temsilcisi benim" iddiasını havada bırakıyor.Gelelim 
Cemaat faktörüne: Gülen cemaatinin üyeleri her yerde olduğu gibi, Güneydoğu 'da  da fedakârca çalışıyor.Ne mi yapıyorlar? Örneğin "Okuma Salonları" adlı bir girişimleri var. Yoksul ailelerin çocuklarına ekstra öğretim görme imkânı sağlanıyor. 

Ben geçen yıl Diyarbakır'a gittiğimde, bu salonlardan birini gezmiştim: 
Okuma salonları, "dershane, kütüphane, yardım evi, kültür ocağı" arası bir organizasyon. Para talep edilmeden, çocukların öğretimdeki eksikleri  tamamlanıyor. Kimi kırık notlarını düzeltiyor, kimi sınavlara hazırlanıyor. Devletten beş kuruş alınmıyor. 

Girişimi tamamen gönüllü işadamları finanse ediyor. Ramazanda çocukların ailelerine erzak gidiyor, akşam birlikte iftar yapılıyor. 2010 Ağustos ayı itibariyle 
kentteki 21 okuma salonunda, 4 bin çocuk vardı.Salonu gezdiğimin ertesi günü, "İslamcı" siyasetten, "Kürt ulusalcılığına" deplase olan, (BDP'nin bağımsız 
milletvekili) Altan Tan ile konuşmuştum. Okuma salonlarının asıl işlevinin, Kürt çocuklarını asimile etmek olduğunu söylemişti kaşlarını çatarak! Velhasıl 
PKK'lılar... Gülencilerin din kardeşliğini sağlamlaştırdığını... Yoksul Kürt çocuklara yeni ufuklar açarak, militanlaşmalarını engellediğini görüyor... Ve fena halde gıcık oluyor! KCK'ya karşı yapılan operasyonların, cemaatin çalışmalarını rahatlattığı bir dönemde, PKK'nın Gülencilere yüklenmesi normal değil mi? Olayın bu yönüne de bakmak gerek (34). 

Terör örgütü PKK, köşeye sıkıştıkça ne yapacağını ve kime saldıracağını şaşırdı. 

Yardımcı Doç. Dr. Mahmut Akpınar, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Kürt sorununun çözümüne yönelik çalışmaların örgütü telaşlandırdığını söyledi. Bu 
rahatsızlıktan dolayı, sadece Gülen Hareketinin değil, bölgedeki önemli din adamlarının da PKK tarafından karaladığını ifade eden Akpınar; “Marksist bir örgütün bölge üzerindeki uygulamaları sonucunda, bölgede din unsurunun etkisini yitirdiğini görebiliyoruz. Bu açıdan, örgüt Türk ve Kürt halkının ortak paydası olan din unsurunun yeniden canlanmasını istemiyor. Örgüt bundan 
dolayı bazı din adamlarını montajlarla, iftiralarla değersizleştirmeye çalışıyor.”dedi. 

Sivil toplum kuruluşlarının bölgede pek fazla etkisinin olmadığını kaydeden Akpınar, bunun yerine eğitim faaliyetlerini yürüten bazı kurum ve kuruluşların mevcut olduğunu dile getirdi. Bu eğitim kurumlarının, geniş bir tabana yayılması ve örgütlü yapılanmalarından dolayı, PKK’nın bu yapılandan ciddi rahatsızlık duyduğunu ifade eden Akpınar şöyle konuştu: 

“Örgütün eğitim faaliyetlerini hedef almasının nedenleri arasında, eğitilen bölge insanın dağa çıkamayacağını biliyor. O kurumlardan geçmiş birinin dini 
değerlere, ülkenin değerlerine sahip çıkacağı düşüncesi ile PKK siyasal faaliyetlerinde etkili olamayacağı endişesi içerisinde. Örgüt bu açıdan, eğitim faaliyetlerinin geleceğine zarar vereceği düşüncesinde ve karşısında. 
PKK, bölgeden bu dini faaliyetleri yürüten kişileri çıkararak Stalinist bir baskı kurmayı hedefliyor. Dini unsurlar olmasın, var olanları da bir şekilde tehditle 
kaçıralım, düşüncesiyle bölgede baskı oluşturmayı hedefliyorlar. Amaçları kendi egemenlik alanlarını genişletmektir.” 

Türk uluslaşma sürecinde de İslam’dan önceki dine ait vurgular yapıldığını hatırlatan Mahmut Akpınar bu durumu, Kürt uluslaşma sürecinde de gördüğüne dikkat çekti. PKK’da İslam’ın Kürt kimliğini yıprattığı düşüncesinin hakim olduğuna işaret eden Akpınar; “Şimdi gecikmiş bir Kürt buluşması yaşanıyor. Maalesef PKK bunu yapıyor. 21. yüzyılda bu ulaşlaşmayı yaparken Kürtleri Zerdüştlük Dini’ne döndürmeyi amaçlıyor. Ancak pragmatist ve popülist bir takım temellerle Kürt halkını yanında tutmayı amaç ediniyor. Samimi olmaksızın, bir takım imamlar çıkararak o insanlar üzerinde Kürtlerin hem Kürtçü damarları nı hem de dini duygularını tatmin etmeyi amaçlıyor.”ifadelerini kullandı. 

Mahmut Akpınar, bazı aydınların KCK operasyonlarına gösterdiği tepkiyi de eleştirdi. KCK operasyonlarının bu aydınlar tarafından perdelediğini 
düşündüğü nü kaydeden Akpınar şöyle konuştu: 

"Bunlara, bazı beyaz aydınlar dediğimiz, sistemin kanını emen, sistemden sağladıkları avantajlarını sürdürmek için PKK ve KCK üzerinden ayrıcalıklarını 
sürdürmek eğilimlerindedirler. Bu liberal aydınların etkisinden yararlanan bir kısım aydınlarda o rüzgârın etkisi ile KCK’yı bilmeksizin, BDP’nin tanıtmalarıyla bu yapıyı ılımlı, şirin görme eğilimindedirler. Meselenin cemaate yansıtılmasına gelince bence orada bir saptırma var. Meselenin gerçek boyutlarını görmek istemeyenler hedef saptırıyorlar.” 

PKK’nın uluslararası boyutları ile ilgili değerlendirmelerde de bulunan Akdoğan, Ortadoğu yapılandırılırken uluslararası güçlerin, ülkeler arasında anlaşmazlıklar çıkarmak için PKK’yı yeniden yapılandırdığını savundu. Suriye ile İran’ın da bölgede müttefik olduğunu dile getiren Akpınar, Suriye’deki Esad Rejimi’nin ortadan kalkmasının bölgede en çok İran’a zarar vereceğini vurguladı. Suriye yönetimin değişmesinin ve demokratikleşmesi yolunda adımlar atılmasının 
bölgede Türkiye’nin varlığını güçlendireceğini anlatan Mahmut Akpınar, “Suriye'nin toplumsal yapısı Türkiye’ye yakındır. Dolayısıyla, İran’ın ve Suriye 
yönetiminin bu ülkede bir değişimin yaşanmasını sağlamak isteyen ülkelere karşı tavır alması, yaptırım kullanması anlaşılabilir bir şeydir.” yorumunda bulundu (35). 

Güneydoğu’yu ve bölgeyi iyi bilen biri için, hatta sıradan bir vatandaş için bile şu durumu tesbit etmek zor değildi: "Burada bir PKK, bir de Gülen cemaati var." 

30 yıldır PKK terörü ve "Kürt meselesi"nin çözümü konusunda atılmış en önemli adım, 2009’dan itibaren hamiyet sahibi bazı işadamlarının Doğu ve 
Güneydoğu'muzla kurmaya başlattığı "gönül köprüleri" oldu. Artarak devam eden bu faaliyet, yine hem terör hem de "Kürt meselesi"nin çözümünde eğitimle birlikte en önemli faktör olan din ve din kardeşliğinin bilhassa "Gülen cemaati" tarafından teoriden pratiğe aktarılmasıyla birlikte yürümektedir. Söz konusu gönül köprüleri ilk kurulmaya başladığı zaman, terör ve "Kürt meselesi"ni 
besleyen bazı iç ve dış çevrelerin bundan ne kadar büyük rahatsızlık duydukları nı içeride ve dışarıda bazı yayınlarda müşahede etmiştim. O günden başlayan bu rahatsızlıklar, 2011’den sonra daha üst perdeden ve daha geniş çevrelerce dile getiriliyordu. 

Türkiye'de KCK ve PKK operasyonlarına karşı çıkan ve devleti PKK ile masa başında buluşturmaya çalışan bazı liberal çevreleri anlamak için de Fethullah Gülen Hocaefendi'ye karşı duyulan ciddî bir rahatsızlığı görmek  yetecektir.  

Meselâ, Kürşat Bumin, eline fırsat geçtiğini düşündüğünde bu rahatsızlığı bir şekilde dile getirir. Habermas'la karşılaştırılmak Hocaefendi'ye artı katkı 
yapacakmış gibi, bir zaman Hocaefendi'nin Habermas'la karşılaştırılmasını da eleştirmiş bulunan Bumin, meselâ, İsrail'in nükleer silahlarına karşı çıkmaz ama, İsrail'in var diye İran'ın da olmalı mı diye üst üste altı yazı yazabilir. 

İsrail'in Gazze saldırısına ses çıkarmaz; bir şeyler söyleme mecburiyeti duyunca da İsrail'i bir cümle ile eleştirip, yazısının kalan kısmını Filistinlileri tenkide ayırır. Dünyadaki 50 milyon Yahudi'nin sadece 5 milyonunun İsrail devlet sınırları içinde, Ermenilerin çoğunluğunun diasporada yaşıyor olması Bumin için İsrail ve Ermenistan devletlerinin varlığına mâni değildir; fakat mültecî 
Filistinlilerin varlığının Filistin'dekilerden daha fazla olmasını, F. Taştekin, S. İdiz ve Amerika'nın Felluce katliamını bile savunabilmiş Cengiz Çandar'ı da yanına 
alarak, bir Filistin devletinin kurulmasına ve Türkiye'nin BM'de bunu desteklemesine mâni görür. Bumin, KCK ve hattâ PKK'ya karşı operasyonlara karşıdır; Hocaefendi'nin "kötek"ten başka bir şeyi hak etmeyen teröristlere hak 
ettiğinin verilmesi gerektiğini söylemesini eleştirir; fakat meselâ ABD'nin "el-Kaide" üzerinden Müslümanlara karşı sürdürdüğü terör savaşını, Üsame Bin Ladin'i hem de başka bir ülke toprağında, hem de yargılamadan öldürüp 
denize atmasını hiç kınamaz; zaten Ali Bayramoğlu da bu konuda, "saldırganı en ağır şekilde cezalandırmanın" haklılığından söz eder. Oysa Ladin 2007’de böbrek 
yetmezliğinden Pan Amerikan hastanesinde ölmüştü, operasyon tamamen çakmaydı. Terörstin miadı dolunca çöpe ayılır. PKK gibi örgütler uluslararası güçlerin oyuncağıdır. 

Yazar Bumin, Aysel Tuğluk'un seçimlerden 5 hafta önce sarf ettiği "Çok kötü şeyler olacak..." sözünü tehdit değil tesbit olarak niteler ama aynı günlerde Mahmut Alınak'ın "Seçimlerden sonra AKP hükümeti 6 ay içinde düşürülecek" sözünü duymaz. Tabiî, daha sonra PKK'nın Çukurca ve Silvan saldırıları aleyhinde tek kelime yazmadığı gibi, 25 askerimizin şehid edildiği son Çukurca 
saldırısı hakkında söylediği de sadece "8 koldan yapılan terör saldırısı" ifadesinden ibarettir; ne bu saldırıyı kimin yaptığını kaydeder, ne de bir kınama cümlesi olsun sarf eder. 

 BDP'nin özerklik ilanı çalışmalarını sadece zamansız görerek eleştirir; Öcalan için "bölücübaşı" tabiri kullanılmasını da kınar. AB'yi Egemen Bağış'a dayanarak 
bir barış birliği olarak gören Bumin, Almanya'da Türklerin vahşice öldürülmesini ise ne görür, ne duyar. "Türk Milleti" tabirinden ya da Türk Milleti'nin övülmesinden de öyle rahatsızdır ki, Sayın Ulaştırma Bakanımızın söylediği "Son yaşadığımız Van depremi bir kez daha göstermiştir ki, Türk milleti büyük bir millettir..." değerlendirmesini hazmedemez ve sanki sayın bakan "Türk milleti tek veya en büyük yardımsever millettir." demiş gibi, yardımseverliği millîleştirme olarak tenkit eder. "Kürt Meselesi"ni, KCK ve PKK operasyonlarını anlamada işte bir ölçü (36). 

Yedinci Bölüm KCK: Paralel Devlet 

10 yıl önce bir kısmı gözaltına alınıp serbest bırakılan 300 PKK’lı, bugün KCK’nın ana kadrosunda yer alıyor. O zaman görmezden gelinen örgüt üyeleri, şimdi ülkeyi tehlikeye sürüklüyor. Planlardan biri, BDP’nin kapattırılması. KCK/PKK yapılanması, eylem türleri ve kirli, derin ilişkileriyle farklı bir örgüt profili çiziyor. 
Sıradan bir gerilla hareketi olmaktan çıkan örgütün tüm ayakları sürekli hareket ve gelişim hâlinde. Hem silahlı çatışmayı sürdürüyor hem kendilerine örtülü destek veren siyasetçilerin üzerindeki baskıyı sürdürüp olmadık işler 
yaptırıyor hem de topluma karşı psikolojik harekât uyguluyor. İddiaya göre, KCK/PKK, Barış ve Demokrasi Partisi’nin (BDP) Anayasa Mahkemesi tarafından bir an önce kapatılmasını istiyor. Bunun için de parti temsilcilerini, KCK ile irtibatını güçlendirecek şekilde yönlendiriyor. Çünkü, bir Kürt partisi daha kapatılırsa oluşacak mağduriyet psikolojisi örgüte yarayacak. Hatta KCK, partinin kapatılması için mayıs ayını milat olarak seçti. Mayısa kadar ya dava açılmış olacak ya da parti, kapatılmayı sağlayacak eylemlerin içine çekilecek. 

Bu yönde talimatlar çoktan verildi. BDP’li siyasetçilerin “Ben de KCK’lıyım” diye kendini ihbar etmesinin altında yatan sebep bu. 

Diğer taraftan yargı organlarının yürüttüğü KCK operasyonlarının devam edeceği söyleniyor. Alınan bilgilere göre, Abdullah Öcalan’ın avukatlarını da kapsayan operasyonların perde arkasında ilginç bilgiler var. Adı geçen avukatlar, Öcalan-Kandil-Avrupa arasında KCK’nın talimatlarını taşıyan kişilerden oluşuyor. 

Özellikle İrfan Dündar, yurtdışında olduğu için yakalanmayan Mahmut Şakar gibi kişiler avukat operasyonunun ‘kilit isimleri’ konumunda. Öcalan ile 
Dündar’ın 120, Mahmut Şakar’ın 74 görüşme yaptığı tespit edildi. Görüşmelerin çoğunda eylem kararı alındı ve sonrasında birtakım saldıralar gerçekleşti. Öcalan’ın Haziran 2004’ten itibaren avukatlar aracılığıyla KCK’nın silahlı kanadına saldırı talimatları verdiği artık kesinlik kazanmış durumda. Gözaltına alınan avukatların içinde Öcalan ile görüşmeyenler olsa da, çoğu KCK yapılanmasındaki ‘Hukuk birimi’ içinde yer alıyor. Öcalan’ın vekâlet verdiği avukat sayısı aslında 250 civarında ve önemli bölümü KCK yapılanmasında ismi geçmeyen kişilerden oluşuyor. 

KCK’nın örgüt şemasına bakıldığında operasyonların kimlere yapılacağı anlaşılıyor. KCK’nın ovadaki vesayetini sağlamanın vasıtası görülen kişi ve kurumlara karşı yeni operasyonlar yapılacağı söylenebilir. Zira bazılarına göre sıradan bir şema olarak nitelendirilen yapılanmanın unsurları bir bir harekete geçiriliyor. KCK/PKK bu şekilde canlı tutuluyor. KCK-BDP ilişkisinin bir an önce ortaya konulup partinin kapatılması örgütün istediği bir şey. Diyarbakır’da görülen KCK davasında çıkacak bir karar BDP’nin örgütün yan kuruluşu olduğunu ortaya çıkaracak, dolayısıyla partiyi suçlu konumuna getirecek. Bu sonuçların doğuracağı problemler hesaba katıldığında Türkiye’nin önümüzdeki süreçte yine 
KCK üzerinden bir kaosun içine sürüklenmek istendiği ifade edilebilir. 


Peki, bazı siyasiler ve gruplar tarafından eleştirilen KCK operasyonları gerçekten haksız mı? 

  Sorunun cevabını bulmak için, gözaltına alınan veya tutuklananların geçmişlerine bakmak gerekiyor. Mesela Öcalan’ın avukatlığını yapan hukukçuların önemli kısmının KCK sözleşmesinde geçen yemini ettikleri 
belirtiliyor. Aslında sorulması gereken soru şu: KCK yapılanması nasıl oldu da bir anda çok sayıda dernek, vakıf ve sendika içinde yer alabildi ve bazı kişiler 
üzerinden örgütü yönlendirmeye başladı? Bunun için biraz geriye gitmekte fayda var. Abdullah Öcalan’ın 1999’da yakalanıp tutuklanmasından sonra örgüt bir bocalama dönemine girdi. Fakat, artık adına Ergenekon denen yapılanma daha önce PKK ile zayıflayan ilişkisini yeniden tesis etmeye başladı. ‘1999 Ergenekon-Analiz-Yeniden Yapılanma’ belgelerinde geçen ‘terör örgütleri ile işbirliği’ 
maddesi bu dönemde ortaya çıkıyor. Bu sürede dokunulmayan Ergenekon kendisini 2001’den başlamak üzere yeniden yapılandırdı. Son olarak 2002 yılında mevcudiyetini resmileştirdi. Bu belgelerin hepsinde ‘faydalanılması gereken terör örgütleri’ listesinde PKK hep bir numara oldu. Bir iddiaya göre, Ergenekon yapılanması örgütün yeniden yapılandırılması için harekete geçti ve bazı subaylar örgüte katıldı. 2001’de dağdakiler dâhil şehirde yaşayan 300 kişilik bir PKK’lı listesi güvenlik birimleri tarafından dönemin Adalet Bakanlığı’na sunuldu. Hatta o tarihte birçok kişi örgüte yardım ve yataklık ettiği gerekçesiyle gözaltına alınıp tutuklandı; ama tuhaf bir şekilde serbest bırakıldı. Örneğin 
bu kişilerden biri şu anda PKK’nın medya ayağının önemli ismi olan Baki Gül’dü. 300 kişilik listedeki kişiler hakkında somut deliller olmasına rağmen işlem yapılmadı, yapılanlar ise düzeltildi. Tuhaf bir el, 2001’de hazırlanan 
300 PKK’lı listesini sümen altı etti. Aksiyon’un yıllar sonra ulaştığı listede ilginç isimler var. Bugün adı KCK ile anılan ve yapının ‘beyin takımı’ olarak geçen kişilerin ismi ön planda. O listede adı geçenlere yönelik herhangi bir hukuki işlemin yapılmamış olması PKK’yı yeniden toparlamaya yetti. 2002 örgütün yeniden dirildiği yıldı. Sonrasında 2004’te çıkartılan ‘savaş’ kararı ile KCK/PKK 
güçlenerek ortaya çıkan bir yapı oldu. 

  Bugünkü neticeden dönemin Adalet Bakanlığı sorumlu tutuluyor. İşin ilginç tarafı, şu anki KCK davasında adı geçenlerin yüzde 90’ı 2001’deki listede yer 
alıyor. Bu kişiler KCK’nın ana damarlarını oluşturan mevkilerde görevli. Yine güvenlik güçleri tarafından 2010’da hazırlanan 300 kişilik bir başka listede aynı 
kişilerin adı geçiyor. Ancak bu kez iş şansa bırakılmadı. 

Bazı şahıslar KCK operasyonlarında gözaltına alınırken bazılarının ismi yerel güvenlik birimlerine ve gümrük kapılarına verildi. Bu isimler aynı zamanda İnterpol’e bildirildi. Listede Aleviler üzerinde ayrıca çalışılmış. KCK’lıların yüzde 40’ının Alevi kökenli olduğu ileri sürülüyor. Özellikle Tunceli kökenli Alevilerin örgütteki varlığının artması ayrı bir tartışma konusu. Kripto Ermeniler olarak işaretlenen isimler de dikkat çekiyor. 

KCK/PKK yapılanmasının kendi yayın ve medya organları aracılığıyla psikolojik savaş yürüttüğünü söylemek mümkün. Bu savaşı veren, çoğu zaman bazı 
sivil toplum oluşumlarına yönelik kara propaganda yapan ve KCK’nın yayın akışını düzenleyen üç isim ön plana çıkıyor: Baki Gül, Mustafa Karasu ve Duran Kalkan. Bu kişilerin ortak noktaları bir hayli fazla. Örgütte ‘yönetici’ adına birçok açıklamayı bu kişiler yapıyor. Bu şahıslar özellikle Fethullah Gülen Hareketi’ne yönelik başlattıkları kara propaganda ile Kürtler üzerinde etkili olmaya çalışıyor. Üç kişinin derin kadronun bir parçası olması ve birlikte çalışması dikkat çekici. Duran Kalkan ve Mustafa 


Karasu, PKK’nın kuruluş aşamasında yer alan ve Ankara Grubu olarak bilinen ekipten. Özellikle Karasu’nun Ergenekon bağlantısı, tanıklar ve birtakım belgelerle sık gündeme geldi. Örgütün şahin kanadını Cemil Bayık ile 
birlikte bu kişiler yönetiyor. Fakat örgütte sevildikleri pek söylenemez. Hem Kalkan hem de Karasu’nun muhtemel bir operasyonda Türk güvenlik güçlerinden çok, kendi militanları tarafından öldürülmekten korktuğu belirtiliyor. 

Bu aynı zamanda onların sağ ele geçirilmesini istemeyenlerin de beklentisi. Derin devlet ve KCK/PKK, üç kişinin sağ ele geçirilmesi durumunda örgütün bütün karanlık ilişkilerini ortaya dökmelerinden korkuyor ve bu yüzden tetikte bekliyor. Dolayısıyla bu kişilerin hayatta kalma şansları neredeyse yok gibi. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

33 Kamış, Mehmet. PKK'ya ihale edilen yeni görev. Zaman Gazetesi 19.11.2011. 
34 Aköz, Emre. PKK niye cemaate düşman kesildi? Sabah Gazetesi, 19.11.2011. 
35 CHA. Terör örgütü PKK, köşeye sıkıştıkça ne yapacağını ve kime saldıracağını şaşırdı. 18.11.2011. 
36 Ünal, Ali. 'Kürt meselesi' ve 'Gülen Cemaati' rahatsızlığı. Zaman Gazetesi, 26.11.2011 

12 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

**

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder