20 Ekim 2018 Cumartesi

PKK - CUMHURİYETİ VE AK - PARTİ., BÖLÜM 13

PKK - CUMHURİYETİ VE AK - PARTİ., BÖLÜM 13



KCK operasyonları o kesimler ile Emniyet'i kimi illerde karşı karşıya getirdi. Şimdilerde bazı aydınların 'Devletin bir kesimi KCK operasyonlarına karşı' diye yaygara koparması bundan. İstihbaratçılar içindeki o kesim bazı aydınları maniple ederek KCK operasyonlarını cemaat operasyonları gibi göstermeleri de şaşırtıcı değil bu nedenle. Zira başından beri o kesim KCK operasyonundan 
rahatsızdı. Rahatsızlığın nedeni KCK üzerinden PKK'ya yeni bir kaynak yapmak istemeleriydi. Ne demek PKK'ya KCK üzerinden kaynak yapmak? İstihbarat teşkilatlarının doğal görevlerinden biri mücadele ettikleri örgütlere sızmaktır. 

KCK yapılanması yeni bir yapılanma olarak ortaya çıkınca istihbarat birimleri de bu alanı bir fırsat alanı olarak görüp PKK içine sızmak için değerlendirmiş 
olabilir. Buraya kadar aslında her şey normal. Peki, KCK networkuna sızdırdığınız elemanlardan ne beklersiniz? PKK'nın yapacağı eylemleri güvenlik birimlerine bildirip eylemler olmadan önce önlenmesini beklersiniz değil mi? 

Hayır bizde böyle olmadı olmuyor. 
MİT ve Askerî İstihbarat birimlerinin KCK yapısı içindeki elemanları'İl Sorumlusu' seviyesine çıktılar, serhildan eylemlerinde toplumu galeyana getirmek için yüzleri poşulu en önde yürüyenler arasında onlar da vardı; hatta en önde gidenler çoğu zaman onlardı. Polis de bunların kim olduğunu biliyor ve eylemlerde bunlara dokun(a)mıyordu." ifadelerini kullandı. 

KCK yapılanmasını iller bazında bizzat yöneten ve yönlendirenler aslında Hakan Fidan'dan önceki MİT içindeki bir damarın ve Askeri İstihbarat elemanlarının yer 
aldığını belirten Uslu, "Bu damar uzun süre KCK operasyonlarına direndi. Hatta bazı elemanları KCK operasyonlarında tutuklanınca Emniyet birimlerine sert 
çıktılar. Ben en azından dört önemli ilde tutuklanan KCK il sorumlularının bizzat istihbarat elemanları olduğunu biliyorum. (KCK üzerinden bir kesim istihbaratçı PKK'yı kendi emelleri doğrultusunda yönlendirmeye çalışırken diğer kesim istihbaratçıların Devrimci Karargâh üzerinden sızma/yönlendirme girişimi yapmış olabileceği unutulmamalı) Bu noktada bir hatırlatmayı yapayım. MİT-PKK görüşmesinde Afet Güneş KCK'nın başı Sabri Ok'a 'Şehirleri bomba doldurdunuz hepsini biliyoruz' derken nereden biliyordu? Bizzat KCK networkunun illerdeki 
sorumlusu kendi elemanları olduğundan biliyordu. Peki, bunu Emniyet birimleriyle paylaşıp yakalattılar mı? Hayır. Hatta KCK operasyonu yapan Emniyet birimlerine çok kızdılar. Sahi KCK sanıklarının eli kelepçeli o fotoğrafını 
kim sızdırdı medyaya? Neden? Sakın KCK'ya operasyon yapıp Diyarbakır'da terör estiren, terör estirilmesine göz yuman, istihbaratçı KCK yöneticilerini içeri alan Emniyet müdürünü görevden aldırmak için olmasın?" ifadelerini kullandı. 

Uslu yazısına şöyle devam etti: "Yeni devlet PKK ile mücadele ederken istihbarat birimlerinin KCK içindeki elemanları şehir sorumlusu seviyesine gelmişti ama asıl görevleri olan PKK'nın şehirlerde yapacağı eylemleri bildirmek bir yana o eylemleri bizzat organize ediyordu. Emniyet'e de aslında hem PKK ile hem de o kesim istihbarat görevlileri ile mücadele etmek düşüyordu. Bu noktada kendisini sol ideolojiye yakın biri olarak tanıtan istihbaratçıların "KCK'yı, ovada PKK vesayeti" gibi tanımlayıp KCK operasyonlarına buna rağmen karşı çıkması ile sol-liberal aydınların "KCK operasyonlarını devlet değil cemaat yapıyor, devlet KCK operasyonlarına karşı" diye tempo tutmaları size de anlamlı gelmiyor mu? 
KCK operasyonlarına destek veren sol-liberallerin Başbakan'ın net açıklamalarına rağmen "Devlette bir kesim bunu istemiyor" deyip bu tutumu ısrarlı bir  kampanya ya dönüştürmelerini siz de anlamlı buluyor musunuz? MİT'in başına geldikten sonra bir süre Hakan Fidan'da teşkilatındaki o etkili ve güçlü damarın telkiniyle –ve Öcalan/PKK ile müzakere sürecinde– KCK'ya karşı sert tutum alınmasına soğuk bakmış olabilir. Ancak KCK networkunun ne olduğunu görmeye başlayıp kurumuna hâkim olmaya başladıktan sonra işin rengi değişti. En son 
MİT ve Emniyet ortak KCK raporu hazırlayarak manzaranın fotoğrafını net ortaya koydular. Askerî İstihbarat birimleri için aynı şeyi söylemek biraz daha zor. 
Necdet Özel'in bu kesimler üzerinde etkisi var mı emin değilim. Reşadiye saldırısından bir gün önce Ankara'dan Tokat'a sivil bir Hyundai arabayla giden Jandarma İstihbarat yöneticisine halen Reşadiye saldırısından önce Tokat'ta ne arıyordun, kimlerle toplantı yaptın, diye soran yoksa, çok şey değişmemiştir o cenahta... (Sahi o istihbaratçı komutanın askeri olarak askerlik yapan 
Nurettin Demirtaş nerede bilen var mı?) Boşuna "PKK sadece PKK değildir" demiyorum. Bu örgütü, liderleri, istese de tam olarak kontrol edemezler. Kimin eli kimin cebinde belli değil. Olan gariban çocuklara oluyor. Kime çalıştığı belli olmayan KCK liderleri, hatta milletvekilleri olduğu sürece, onların peşine takılıp eyleme giden, dağa çıkan çocuklar ölmeye devam edecek... Peki, ne oldu da son on günde 14 PKK militanı ellerinde silahlarıyla birlikte bir kurşun atamadan yakalandı? Yedi PKK militanı bir kamyonette silahlarıyla birlikte nasıl yakalanır? PKK mı değişti yoksa en azından MİT'teki istihbarat anlayışı mı değişti?" (44). 

Hemen bu devrede olan bitenlere Fethullah Gülen Hocaefendi’de sessiz kalamadı. Terör örgütü, açıklamalardaki bazı bölümleri ‘kes-yapıştır’ yöntemini 
kullanarak, Gülen'in, sanki bölge insanına şiddet uygulamasını istiyormuş gibi propaganda yapmaya başladı. Oysa Hocaefendi, sohbetinde bölge insanıyla 
kucaklaşmak gerektiğini anlatıyordu. Hocaefendi, bölge insanına kulak vermek gerektiğinin altını çizdi. Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri'nin yıllar önce 
yaptığı bir tavsiyeye dikkat çekti. Bediüzzaman, 100 yıl önce Van'da Kürtçe eğitim veren büyük bir üniversitenin kurulmasını istemişti. Mesela Gülen’in konuşmasındaki şu bölüm ezberleri bozacak mahiyetteydi: "Neden okullarda 
Kürtçenin de öğretilmesine fırsat verilmedi? Yurtdışındaki okullarımızda, hatta Amerika'da bile Türkçe seçmeli ders olarak okutuluyor ve kimse buna mani olmuyor. Büyük devlet olmanın hususiyeti budur. Bir dönem balyoz gibi 
tepelerine inerek bunları sindiririz zannettik. Hâlbuki her balyoz sadece kini ve nefreti kamçıladı. Ve bunu arkadan gelen nesiller tevarüs etti ve bir milleti yutacak hale geldi. Meselenin üzerine bağırıp çağırarak, yakıp yıkarak ve 
öldürerek değil; akıl, firaset ve şefkatle gidilmelidir." 

Hocaefendi, bölge insanına daha çok hizmet götürülmesini istiyor ve bölge halkının dertlerine deva olunma çabasının, yıllar önce başlaması gerektiğini 
vurguluyor. Gülen açıklamasında ‘keşke o insanları kucaklayabilecek devlet memurları gönderilebilse’ diyordu. Bazı yazarlar Gülen’in açıklamalarının PKK’yı 
paniğe sevk ettiğini bu yüzden Hocaefendi aleyhinde propaganda yapıldığını vurguladı. Kürt sorununun çözümü Gülen Hocaefendi’nin dile getirdiği görüşlerin PKK’yı rahatsız ettiğini söyleyen Yazar Mümtaz’er Türköne, “PKK’nın varlığı ve geleceği Kürt sorununun çözümüne bağlı. Hocaefendi de sorunun çözümü için çok önemli şeyler söyledi. Sorunun çözümü için bugüne kadar sorgulanmamış politikalar geliştirdi. Sorunun çözümü için atılan adımlar PKK’yı gereksiz hale getireceği için PKK yağa kalkıyor, itiraz ediyor, lâfebeliği yapıyor. 

Hocaefendi’nin sorunun çözümü noktasındaki mesajlarının PKK’yı paniğe sevk ettiğini düşünüyorum. PKK kendi tabanını kemikleştirmek için Hocaefendi’ye savaş açtığını düşünüyorum.” diye konuştu. PKK’nın Hocaefendi’nin sözlerini çarpıtmasını Marksist Leninizm taktiğine benzeten Türköne, “Karşısındakinin sözlerini amacından saptırmaya çalışıyor. Kürtlerin de artık PKK’nın silahlı vesayetini tasfiye etmesi gerekiyor. Şuandaki karşımızdaki tablonun tamamı PKK’ın silahlı vesayetinin yol açtığı vesayetten ibaret. Silahın üstünlüğünün sona ermesi gerekiyor.” ifadelerini kullandı (45). 

Sabah Gazetesi Yazarı Mahmut Övür ise Gülen’in açıklamalarının çok olumlu mesajlar içerdiğini belirtti. 

Özellikle Kürtçe’nin serbestliği ile ilgili değerlendirmelerin radikal bir çıkış olduğuna vurgu yapan Övür, “Türkiye’deki muhalefet ya da siyasi erkler hep 
karşısındakinin negatif tarafını ortaya çıkararak baktı olaya. Burada da onu görüyorum. Hoca sağduyuya çağırıyor. O camia açısından radikal bir çıkış yapıyor. Bu olumlu tarafına bakmıyorlar. Oradan bir cümlesini cımbızlayarak siyaset yapıyorlar. Ben bunu doğru bulmuyorum. Bu halklar arasında dostlukları değil, düşmanlığı getiren bir yaklaşım bu. Bunu her kesimde görmek mümkün. PKK bunu en iyi yapanlardan biri.” diye konuştu. PKK’nın kendisi dışında hiç kimsenin çözüm üretmesine tahammül edemediğini dile getiren Övür, “Sadece Gülen hocanın değil, diğer sivil toplum hareketlerinin de çözüm üretmesinden rahatsız oluyor. Bizim eski devlete benziyor. Kürt vatandaşları bu konuda 
daha sağduyulu yaklaşıyor diye düşünüyorum. Çok büyük oranda sağlıklı bakan kesim var.” şeklinde konuştu (46). PKK’nın Gülen aleyhinde yaptığı kara propagandayı bölgenin siyasetçileri de eleştiriyor. Adalet ve Kalkınma 
Partisi (AK Parti) Diyarbakır Milletvekili Mehmet Galip Ensarioğlu, Hocaefendi’nin ‘bölge halkıyla kucaklaşılmalı’ gibi ifadelerinin PKK’yı rahatsız etmiş olabileceğini söyledi. Gülen hakkındaki kara propagandanın PKK’nın yayın organlarında son dönemde sıkça yapılmaya başlandığına dikkat çeken Ensarioğlu, “Fethullah Gülen cemaatinin bölgedeki yapılanmasına karşı mücadele edilmesi gerektiği, hatta savaşılması gerektiği gibi ağır ifadeler de kullanılıyor. Kendinden 
olmayana tahammül etmeyen kendine tahammül beklemesin. Kendinden olmayana bu şekil muamele ederse bu olmaz. Bu onların samimiyetini de sorgular hale getirir. Her fikre her görüşe saygı göstereceğiz. 

Bu kucaklaşma meselesi herhalde rahatsız ediyor onları. Acaba bizim zeminimiz mi elimizden gidiyor? Diye kaygı var. Bölgeye ilgi duymaları olumlu laflar etmeleri herhalde rahatsız ediyor onları.” şeklinde konuştu (47). 

Gülen aslında ne demişti. Sohbetinin soru ve cevapları özetle şöyleydi: 

Soru: 1) Milletimiz bir kere daha yürek dağlayan şehit haberleriyle sarsıldı. 
Terör hadisesini ve arkasından ülkemizde hakim olan genel havayı nasıl 
değerlendiriyor sunuz? 

. İnsanların pek çoğunun yitirdiği değerlerden biri de, ızdırap duyulması gereken meseleler karşısında ızdırapsız olmalarıdır. Yürek dağlayan hadiseler karşısında 
yüreği yanmayan kimselerin problemlere çareler bulmaları mümkün olmadığı gibi, birilerini teselliye matuf “âh u vâh”ları da yalandır. İhmal, ayrı bir günah; kâmetinin çok üstünde bir tavır sergilemek de ayrı bir yalan ve günahtır. 
(01:00) 

. Herkesin kendini yeterli gördüğü, her şeyin hakkından geleceğine inandığı ve hayatını ona göre planladığı bir dünyada siz en doğruları bile kimseye 
duyuramaz ve o zihniyetteki vazifelilere, sorumlulara hiçbir şey kabul ettiremez siniz. Bu da önemli bir handikaptır; çok ciddi stratejiler ve çareler üretsek de maalesef bugün kimse dinlemez. Hatta -artık mümkün değil, o peygamberlere nasip olmuştur ama- vahiy ve ilhama müstenid bir kısım mesajlar getirseniz, onu bile dinletemezsiniz. (04:11) 
. Çoklarının dediği gibi, mensup olduğumuz Birleşmiş Milletler ve NATO içinde önemli güce, kuvvete ve mekanize birliklere sahip sayılı devletlerden biriyiz. Bir 
espriye bağlı ifade edersek, o güç, kuvvet ve mekanize birliklerin neler yapabileceğini görmek istiyorsanız, 27 Mayıs ihtilaline bakabilirsiniz. O güç, gelip kendi milletinin başına binmiş ve 25-30 milyon insanı teslim almıştır. Daha sonra da her on senede bir binlerce insanı ezmiş, zindanlara atmış, sürgünlere yollamıştır. Şimdi, sen orada kuvvetini sonuna kadar kullanmışsın, sokağa 
hükmetmişsin; fakat, ayıptır bu, ârdır, otuz senedir dağdaki bir avuç şakînin hakkından gelemiyorsun. (05:48) 
. Böyle bir dönemde, senelerin ihmalinden dolayı bir kısım müesseseleri tenkid manasına gelecek sözler sarfetmek ve onları suçlamak doğru değil. Ne var ki, bu mübarek vatanın parçalanması tehlikesi karşısında, Gandi’nin Hindistan hakkındaki sözlerini hatırlıyorum ve gözlerim doluyor. Hindistan’ın bölündüğü, Pakistan’ın ayrıldığı günlerde Gandi, Muhammed Ali Cinnah’a der ki; 
“Beni testere ile ortadan biç, ikiye böl; fakat, Hindistan’ı bölme!” İşte, o ölçüde bir ızdırap olmayınca, gerekli stratejiler üretilemez ve o gâilenin hakkından gelinemez. (08:42) 

. Ümitsizliğe kapılmamalı; ama bugüne kadar ihmal edilmiş tedbirler var: Keşke, o bölgeye gönderilen muallimler, bugün dünyanın dört bir tarafına ciddi 
fedakârlıklarla hicret eden gönüllüler gibi, dönmemek, orada ölmek ve oraya gömülmek üzere gitselerdi. Keşke o halkın karakterini çok iyi bilen, çok ciddi bir empati mülahazasıyla onları doğru okuyan ve ona göre muamelede bulunan vaizler gönderebilseydik. Keşke her köye olmasa bile birkaç tanesine bir sağlık memuru, pratisyen hekim gönderebilseydik de okullardaki sağlık derslerini onlar verseler; hem mesleklerini icra etme yoluyla hem de okuttukları çocuklar vesilesiyle ailelerin içine girseler ve kendilerini ifade etselerdi. Keşke halkı 
öyle kucaklayabilecek adliyeden insanlar ve mülkiye memurları gönderebilse idik. Keşke evleri teker teker gezip toplumun dertlerini dinleyen ve güvenin teminatı olan emniyet memurları gönderebilseydik. Böylece başkalarının halkı idlal etmesine fırsat vermeyecek şekilde bütün sızma kanallarını kapatsaydık. Otuz sene değil, on sene evvel bile ülkeyi idare edenlerin aklı bu işe erseydi ve bunlar bugüne kadar gerektiği ölçüde yapılabilseydi, bugün o problemler kökünden kurutulmamış olsa da en aza indirilmiş olacaktı. (10:20) 

. İnsan öldürerek bir yere varmak ve bir hedefe ulaşmak hiçbir peygamberin, hiçbir Hak dostunun defterinde yoktur. Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve 
sellem) on üç sene Mekke-yi Mükerreme’de presleniyor gibi bir baskı altında yaşamış ama bir karıncaya bile ayağını basmamıştır; o mütemerrid, o mütegallip, o mütehakkim insanlara karşı her zaman insanca davranmıştır. İşte, bu ruhun o insanlara anlatılması lazımdır ki dağa çıkmanın önü kesilebilsin. Evet, kim yaparsa yapsın, insan öldürerek ve kan dökerek bir hedefe varmaya çalışmaya ancak vahşet denir, cinayet denir, zulüm denir ve bunlarla da insanlık adına hiçbir hayır elde edilemez. (15:45) 

. Bediüzzaman Hazretleri o bölgenin insanıdır. Bir dönemde Ermeni Taşnaksiyonu’na karşı talebelerini arkasına alıp gönüllü savaşan, Rus işgaline karşı alay komutanı olarak mücahede eden, bacağı kırılan, esir düşen, Kosturma’da hapis kalan ve harikulade bir şekilde oradan kaçıp Türkiye’ye dönen, İstiklal Mücadelesi’ni destekleyen, kendisine meclise girme yolu açılan, fakat siyasetle hizmet edemeyeceğine inanınca Erek Dağı’nda inzivaya çekilen Üstad Hazretleri, çeşitli bahanelerle senelerce zulüm görmüştür. “Seksen küsur senelik hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum. Bütün ömrüm harp meydanlarında, esaret zindanlarında, yahut memleket hapishanelerinde geçti. Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı. Divan-ı harplerde bir cani gibi 
muamele gördüm; bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilattan men edildim. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere maruz kaldım. Zaman oldu ki, hayattan bin defa ziyade ölümü tercih ettim. Eğer dinim intihardan beni men etmeseydi, belki bugün Said topraklar altında çürümüş gitmişti.” diyecek kadar acı ve ızdırap yudumlamıştır. Fakat, kat’iyen olumsuz bir tavır sergilememiş ve milletin huzurunu kaçıracak hiçbir harekete izin vermemiştir. (17:12) 

. Ben O’nun çırağı, kapıkulu, kölesi sayılmam ama ben de onca senedir burada kendi vatanımdan cüdâyım. Mevcudiyetim oradaki genel ahenge zarar verir diye 
burada gönüllü duruyorum. Peki siz neden o canavarlığa tevessül ediyorsunuz?!. Öyle bir hak aramanın misali yoktur geçmişte. Ne peygamberlerin nurânî hayatında, ne bir kısım toplum liderlerinin, Zerdüştlerin, Hermeslerin, 
Budaların, Brahmanların hayatında yoktur öyle bir şey. O ancak şeytan çizgisinde olabilecek bir şeydir. (19:49) 

. Bizim en büyük problemimiz, bizi birbirimize bağlayacak tutkal mahiyetindeki çok önemli bir dinamik olan dini değerlendiremeyişimiz olmuştur. (21:13) 

. Hazreti Bediüzzaman ta Meşrutiyet yıllarında Medresetü’z-Zehra adıyla Van’da bir üniversite kurulmasını teklif ederken orada Arapça’nın farz, Türkçe’nin vacip ve Kürtçe’nin caiz gibi kabul edilerek hepsinin beraberce okutulması gerektiğini söylemiştir. Neden okullarda Kürtçe’nin de öğretilmesine fırsat verilmedi? Yurtdışındaki okullarımızda, hatta Amerika’da bile Türkçe seçmeli ders olarak okutuluyor ve kimse buna mani olmuyor. Büyük devlet olmanın hususiyeti budur. (21:35) 

. Bediüzzaman Hazretleri, maruz kaldığı zulümlere rağmen hiç kimseyi zerre kadar incitmemiş, “intikamımı alın” dememiş; hatta kendisine o teklifte bulunanlara şöyle cevap vermiştir: “Türk milleti asırlardan beri İslâmiyet’in 
bayraktarlığını yapmıştır. Çok veliler yetiştirmiş ve çok şehitler vermiştir. Böyle bir milletin torunlarına kılıç çekilmez. Biz Müslümanız, onlarla kardeşiz, kardeşi 
kardeşle çarpıştıramayız. Bu şer’an caiz değildir. Kılıç, haricî düşmana karşı çekilir. Dâhilde kılıç kullanılmaz.” İşte bu sâlim düşünce herkese mal edilmeliydi ama maalesef bu hususta muvaffak olunamadı. (24:30) 
. Bugüne kadar pek çok fırsat kaçırılmıştır ama bu her şey bitmiş demek değildir. Belki bir kısım mütemerridleri kuvvetle sindirme ve baskı altına alma da 
düşünülebilir; fakat, esas o toplumun ruhuna girme yolları açılmalı, kardeşlik ruhu yeniden canlandırılmalı, vifak ve ittifak stratejileri oluşturulmalı ve onlarla tevfik-i ilahiye davetiyede bulunulmalıdır. (27:14) 

Soru: 2) Çeyrek asırdır tekrar edip duran terör hadiseleri ve herbiri arkasından yapılan benzer açıklamalar milletimizde bir güven bunalımı da hasıl etti ve bazı kimseleri provokasyonlara açık hale getirdi. Bu zaviyeden, sağduyu çağrıları nasıl anlaşılmalı ve hem teröre hem de görevini hakkıyla yapmayan sorumlulara 
karşı tepkiler hangi suretle seslendirilmelidir? (29:30) 

. Türkiye’nin, uluslararası arenada denge unsuru olan ve bölgede gözünün içine baktıran büyük bir devlet olmasını istemeyen hasımların varlığı görmezlikten 
gelinmemelidir. Böyle bir hasımlık önceden bir kısım müstemlekeci Avrupa ülkelerine mahsustu. Günümüzde, çevremizde ve Ortadoğuda bölünmüş, parçalanmış, kendi felsefelerine bağlı sistemlerini kurmuş devletler de sizin 
büyümenizi çekemiyorlar. O dağın şu anda kimler tarafından desteklendiğini bilmiyoruz. Yoksa, nereden alacaklar onca silahı.. nereden bulacaklar onca imkanı.. dağ doğurmuyor ki onları... Mutlaka birileri onlara yardım ediyor sizi dize getirmek ve pazarlığa çekmek için. Böyle çepeçevre kuşatılma karşısında bulunan bir millet çok tedbirli ve temkinli hareket etmelidir. (30:00) 
. Dünden bugüne şer güçler, bir tarafta bazılarını tahrik edip sokaklara salarken beri tarafta da onlara karşı çıkarılabilecek başkalarını kışkırtmış, diğerlerine 
saldırtmış ve insanları karşı karşıya getirip vuruşturmuş; böylece kendi menfaatleri ni elde etmeye çalışmışlardır. Nitekim, 27 Mayıs öncesinden başlayıp 80 darbesi ve hatta sonrasına kadar devam eden benzer provokasyonlarda aynı eller, insanları sağ sol gibi sınıflarla ikiye bölmüş, onların damarlarına basmış ve 
vatan evladını birbirine kırdırtmış; sonra da akan kanın üzerine kendi saltanatlarını kurmaya çalışmışlardır.

İçinde bulunduğumuz şartlarda da aynı senaryoların sahneye konması, bir Kürt-Türk çatışması çıkarılması ve hatta sonunda meselenin Birleşmiş Milletler’in hakemliğine kadar vardırılması muhtemel dir. (32:48) 
. Her köşesi, rengi, deseni, çeşidi ve şivesiyle ülkemizi ve insanımızı seven herkesin çok dikkatli ve temkinli olması, kışkırtmalara gelmemesi ve hele 
“mukabele-i bilmisil” kaide-i zalimânesine girmemesi lazımdır. 
Bağırıp çağırmalarla, “Şehitler ölmez, vatan bölünmez” sloganlarıyla problem çözülmez. O fitne ve fesadın önüne geçilmesini isteyenler, tenkit ve tekliflerini başkaları na yol göstermek üzere, yetkililere verecekleri sağlam metinler halindeki raporlarla ve bildirilerle masumca ifade edebilirler. (37:11) . Meselenin üzerine bağırıp çağırarak, yakıp yıkarak ve öldürerek değil, akıl, firaset ve şefkatle gidilmelidir. Az önce işaret ettiğim “hakkı, kötek olanlar” istisna edilirse, o toplumun yüzde doksan beşi şefkatle ve re’fetle kucaklanmalı, onlara karşı mülayemetle hareket edilmelidir. (40:03) 

. Herkes bu meselenin halli için duanın gücüne de sığınmalı; her fırsatta gönüllerini Yüce Dergâh’a açıp “Allahım, birliğimizi sağla, aramızı te’lif buyur, bizi vifak ve ittifaka muvaffak kıl. Hidayet ve ıslahını murat buyurduğun insanları ıslah eyle, kalb ve kafalarına salah ver. Şayet düşmanlık yapanlar arasında ıslahını murat buyurmadığın ve kendileri hesabına ıslah istemeyen kimseler varsa, onların da altlarını üstlerine getir, birliklerini boz, evlerine ateş sal, köklerini kurut ve işlerini bitir.” diye niyaz etmelidir. (40:32) (48). 

Fethullah Gülen Hocaefendi, 2009 yılı başında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a özel bir mektup gönderdi. Henüz medyaya sızmamış bu mektupda, ilk defa 
Gülen 150 bürokrat ismi vererek Erdoğan’dan Kürt sorunun çözümünde yardım ricasında bulundu. İsimleri verilen dindar bürokratların ülkemizin doğusunda kritik görevlere getirilmesi halinde PKK sorununın ortadan kalkayacağını vurguluyordu. 

Ancak Erdoğan, Gülen’in verdiği tavsiyeye kulak tıkadı ve tam tersini yaptı. MİT’e emir vererek PKK’nın değil Gülen Hareketinin izleenmesi ve terörist listesine alınmasını talep etti. Gülen sempatizanı 4800 kişinin fişlenmesi süreci böyle başladı. Erdoğan, Kürt sorununda PKK’yı teek muhatap kabul edilerek af edilmesi imkansız bir süreci barış süreci adı ile başlattı. Sonunda ülkenin bölünmesine gidileceği açık olan bu süreci Gülen durduramadı ama ‘Serhildan’ adlı sivil Kürt halkı ayaklanmasını engellemeyi başardı. 40 Türk Polisinin paralel bahanesiyle tasfiye, görev değişikliği ile pasifize edilmesi dış güçlerin Büyük Kürdüstan projesinin önemli bir ayağını oluşturuyor. Bu oyunu gören Hakkari, Bingöl Emniyet müdürleri istifalarını hemen sundular. 

Sekizinci Bölüm  PKK'yı Ancak Kürt Aydınları Bitirebilir 

Kürt aydınları Kemal Burkay, İbrahim Güçlü ve Orhan Miroğlu, 2011 ve 2012’de çarpıcı açıklamalar yaparak PKK’nın Kürtleri tek başına temsil etme yetkisini elinden almaya çalıştılar. Gülen ile aynı görüşte idiler. 

Orhan Miroğlu Bir açıklamasında: “Kürtlerin silahlı mücadelesi meşru değildir. Geçmişte de devletin baskıcı politikalarını eleştiriyordum. Şimdi bu geride kaldı. 
Kürtlerle savaşmak isteyen bir devlet yok. Kürtlerin haklarını silah ile bastırmak isteyen devlet de yok. PKK’nın silahlı stratejisi hem Kürtlere hem de Türklere zarar veriyor. Bugün PKK’nın dışında aydınları hedef alacak marjinal bir yapı, çete, Ergenokvari örgütlenme kalmadı. Adam öldürme Türkiye’de bir tek grubun tekelindedir. O da PKK’dır. Dağa insan kaçırmak, polisin arkasına yaklaşıp kafasına sıkmak, imam infaz etmek, köylüleri öldürmek bir tek PKK’ da var” dedi. 28 Şubat sürecinin tartışıldığını ancak kritik bir konunun gündemden kaçırıldığını ifade eden Miroğlu, “28 Şubat süreci gündemde ama PKK hiç konuşulmuyor. O döneme ilişkin Öcalan’ın “Tansu Çiller’i bize öldürme teklifi 
yapıldı” şeklinde sözleri var. Neden kimse bunu sorgulamıyor? 

   28 Şubat gündemde iken Öcalan’a kimlerin Çiller’i öldürme teklifi yaptığı sorulmuyor. Bu atlanacak bir konu değil” diye konuştu. Yapımcılığını ve 
Sunuculuğunu Gazeteci- Yazar Aslan Değirmenci’nin Kanal 5’te yaptığı haber programı ‘Son Gündem’ e konuk olan Kürt Yazar Orhan Miroğlu, PKK ve medya’yı sert sözlerle eleştirdi, Suriye, İran ve PYD ilişkisini ortaya koyan açıklamalarda bulundu. Orhan Miroğlu, “Kürtlerin silahlı mücadelesi meşru değildir. Geçmişte de devletin baskıcı politikalarını eleştiriyordum. Şimdi bu geride kaldı. Kürtlerle savaşmak isteyen bir devlet yok. Kürtlerin haklarını silah ile bastırmak isteyen devlet de yok. PKK’nın silahlı stratejisi hem Kürtlere hem de Türklere zarar veriyor” dedi. “Medya, özellikle de bazı liberal yazarlar PKK’ya tolerans tanıyor” diyen Miroğlu, “Ve PKK bundan çok iyi yararlanıyor. Şemdinli de yaşananları farklı yansıtmak PKK’ya hizmet etmektir. Liberal yazarlar son süreçte hatta Suriye’de PYD dışındaki hiçbir Kürt yapıyı görmeyerek PKK 
propagandası bile yapıyor. Gerçekleri görmezden geliyorlar. 15-16 Kürt partisi yok sayılıyor. Özgür Suriye ordusunda bulunan Kürtler bile hedef alınıyor” diye 
konuştu. Medya’ya yönelik eleştirilerini sert ifadelerle dile getiren Miroğlu, “Bunlara itiraz ettiğimizde andınçlandıklarını iddia ediyorlar. Oysa biz bunları dile getirdiğimizde andınçlanıyoruz. Hem de PKK’ya andıçlatıyorlar. Hem hedef yapıyor hem de baskı uyguluyorlar. Kuzey Irak’ta, Suriye’de muhalif Kürtlerin  başına gelenler ortada. Bugün PKK’nın dışında aydınları hedef alacak marjinal bir yapı, çete, Ergenokvari örgütlenme kalmadı. Adam öldürme Türkiye’de bir tek 
grubun tekelindedir. O da PKK’dır. Dağa insan kaçırmak, polisin arkasına yaklaşıp kafasına sıkmak, imam infaz etmek, köylüleri öldürmek bir tek PKK’ da var. Ama böyle bir durumda bizlerin medya tarafından hedef alınması sorgulanmalıdır. Aynı kalemler, akademisyenler bazı programlarda, panellerde elinde silah olanları eleştiremedi. Panellerde şiddet politikalarına hiç değinilmedi. PKK’nın strateji gündeme getirilmedi. Aynı şekilde askerlerin benimsemediğimiz politikalarını yerden yere vuranlar Kürt silahlı örgütünü vesayetini neden 
konuşmuyorlar. Ne yani bizimde mi Kandile çıkmamız gerekiyor?” diye sordu. Milat Gazetesi Ankara Temsilcisi Aslan Değirmenci’nin sorularını cevaplandıran Miroğlu, “Şuanda liberaller ve ulusalcılar ile PKK’nın çıkarları örtüşüyor. Bunların umudu PKK… AK Parti’ye muhalif bütün kesimlerin umudu şiddet olayları oldu. Şiddet olayları ile hükümetin sarsılmasını bekliyorlar. AK Parti’yi yenememenin nefreti bu. Psikolojik harbe liberaller ve ulusalcılar destek veriyor. Oysa 90’lı yıllarda insanlar sokaklarda infaz ediliyordu. Tüm hakları ellerinden çalınıyordu. Bugün böyle bir durum yok. Bu gündeme getirilmiyor. Uzman olduğu iddia edilenler PKK’nın öldürdüklerini gündeme bile getirip, sorgulamıyorlar. Kandil’in politikalarını eleştiren bir tek yazılarına rastlamıyoruz. Uludere konusu evet önemlidir. 

Bu konuda tepkilerimi dile getirdim. Uludere sorgulanmalı. Ama Uludere konusunu gündeme getiren bazıları neden Gaziantep bombalı saldırısında aynı tepkiyi göstermiyor? Bu çelişkiyi yakalamak gerekiyor. Uludere’de koyduğumuz tepkiyi Gaziantep’de de göstermeliyiz” şeklinde konuştu. Bazı çevrelerin ise 
muhalif Kürtleri “devletin Kürdü” olarak tanımladıklarını hatırlatan Miroğlu, “Kim devletin kürdü kim değil aslında belli. Geçmişte bazı karakolların basılmasına, facialara, katliamlara baktığımız zaman işbirlikleri görebiliriz. 

Türkiye henüz konuşmadı. Demokratikleşme süreci umarım Fırat’ın ötesindeki sayfanın açılmasına da sebep olurda Türkiye bunları konuşmaya fırsat bulur. Köylerin yakılması, boşaltılması, faili meçhul cinayetler üç-beş kişinin işi değil. Bir derin ilişki sonucunda bunlar gerçekleşti. İnsanlığa karşı işlenen suçlar var. Bu suçların bir ayağında da İstanbul burjuvazisinin temsilcileri, medya 
var. 28 Şubat süreci gündemde ama PKK hiç konuşulmuyor. O dönemle ilişkin Öcalan’ın “Tansu Çiller’i bize öldürme teklifi yapıldı” şeklinde sözleri var. 
Neden kimse bunu sorgulamıyor? 28 Şubat gündemde iken Öcalan’a kimlerin Çiller’i öldürme teklifi yaptığı sorulmuyor. Bu atlanacak bir konu değil” dedi. 

Suriye krizine ilişkin de önemli değerlendirmelerde bulunan Miroğlu sözlerini şu şekilde sürdürdü: “Suriye ile PKK ciddi bir ilişki içinde… Aynı şekilde İran ile PKK 
yakınlaşması da ortada. Sadece Suriye’de değil İran’da da PKK kampları mevcut. PKK’ya bölgede bir manevra alanı sağlandı. Suriye devriminin başlamasıyla birlikte İran’ın PKK politikası değişti. İran, Suriye ve PKK ayakta durmanın yolunun bir birine verecekleri desteğe bağlıyor. PYD, PKK ve Esed ordusu beraber yaşıyorlar. Etnik ve mezhepsel çatışma çıkartarak ayakta durmaya çalışıyorlar. Temel hedefte Türkiye’yi plan dâhilinde sıcak çatışmaya çekerek süreci derinleştirip, zaman kazanmak… Bir Vietnam beklentileri var. Ama şu bir gerçek bu son bir çırpınış. Tutmaz. Diktatörün 30- 40 bin kişinin öldürmesi 
sokağa dökülerek ‘savaş istemiyoruz’ diyenleri etkilemiyor. Esed’i destekleyen eylemler yapılıyor. Aynı gruplar şimdi savaş karşıtı sahte bir kimlikle karşımıza 
çıkıyorlar. Ama onların da etkileri tükenmek üzere…” (49). 

‘Vur kendini dağlara’ başlıklı yazısının Taraf gazetesinde sansürlenerek yayınlanmaması üzerine gazete ile yollarını ayıran Orhan Miroğlu’nun bu makalesini Rotahaber yayınladı. 

Miroğlu, Taraf gazetesine gönderdiği, ‘Vur kendini dağlara’ adlı son yazısının gazetede yer almadığını belirtmiş, “Taraf’ın benim için miadı doldu” demişti. 
Yaşanan bu gelişmenin ardından Miroğlu’nun sansürlenen yazısı büyük merak uyandırmıştı. 

  İşte Orhan Miroğlu’nun 3 bölüm halinde yayınlamayı düşündüğü yazısının Taraf’a gönderdiği ve sansürlenen ilk bölümü ve yayınlanmayan 
2. Bölümü… ( 14 CÜ BÖLÜMDE)

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

44 Uslu, Emre. 'KCK yöneticileri istihbarat elemanı'. Taraf gazetesi. 17.11.2011. 
45 Türköne, Mümtaz’er. Gülen'den PKK'yı panikleten sözler. CHA.15.11.2012. 
46 Övür, Mahmut. 15.11.2011. 
47 CHA. 15.11.2011. 
48 Gülen, Fethullah. ‘Terör ve Izdırap’. 15.11.2011. 
49 Miroğlu, Orhan. Öcalan’a Derin talimatı kim verdi? Kanal 5. 7 Ekim 2012. 


14 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder