SAVAŞ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SAVAŞ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Eylül 2017 Salı

1925 KÜRT HAREKETİNİN YAPISI VE HEDEFLERİ BÖLÜM 2



1925 KÜRT HAREKETİNİN YAPISI VE HEDEFLERİ 
BÖLÜM 2




Yine bu ekolün Kürt temsilcilerinden, Kürt siyasetinin “vazgeçilmezleri” arasında yer alan Tarık Ziya Ekinci, sözcükler aynı degilse bile aynı anlayısla yaklasır.
“Kürt asiretleri, Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkısından itibaren yaptıgı çalısmaların ve giristigi savasımların destekçisi olmuslardır. Erzurum Kongresi
büyük ölçüde Kürt asiretlerinin destegi ve katılımı ile gerçeklestirilmistir. Kürtler Kurtulus Savası’na katılmıs ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulusunda etkin rol oynamıslardır. Kurtulus Savası döneminin her asamasında ve BMM hükümetleri altında Kürtlerin ulusal haklarına saygılı bir politika izlenmistir”8
Gerek Mazhar Ahmad ve gerekse Tarık Ziya Ekinci’nin sıgındıkları yer, Erzurum Kongresidir. Erzurum Kongresinde seçilenlerin, nasıl seçildikleri ve karar
mekanizmalarındaki pozisyonları son derece açıktır. “Perde arkasında” bile yönetilmeyle güvenilmeyecek insanların neyi ve kimi temsil ettiklerini sayın 
yazarlara sormak gerekir.

Ayrıca Erzurum Kongresine katılan yada destekleyen Kürt asiretleri kimlerdir? Mustafa Kemal, çesitli manevralarla Kürt asiretlerini yanına çekmeye çalısıyor. 
Olaya resmi ideolojinin dogrultusunda bakan Prof. Dr. Ergun Aybars, Erzurum Kongresini degerlendirirken sunları söylüyor:

“Erzurum Kongresi sırasında dogunun asiretlerinin gücüyle savası kazanabilmek veya hiç degilse yalnızlıklarını saglamak amacında olan M. Kemal, asiret
reislerine yolladıgı mektuplarında, saltanat ve hilafetin büyük bir tehlike içinde oldugunu ve bu makamların kurtarılması için düsmanla savasmak
gerektigini belirtmis ve Dogu Anadolu’nun Ermeniler’e verilmek istendigini açıklayıp onları kendi taraflarına kazanmak isteyen İngiltere’nin
kıskırtmalarına araç olmalarını engellemek istemisti”9

Aybars’ın söyledikleri ne Mazhar Ahmad ne de Tarık Ziya Ekinci’nin belirtiklerini dogrulamıyor. Aksine Kürtler’in en hassas oldukları konulardan hareketle 
yanına çekmek ya da en azından yansızlıklarını saglamaktır. Burda herkesçe bilinen temel bir kuralı hatırlatmak gerekir. Toplumlar ancak kurumlarıyla, 
örgütleriyle temsil edilirler. Bu genel dogrudan hareketle Kemalist hareketle isbirligi yapan Kürt örgüt veya kurumundan söz etmek mümkün müdür? 

Buna verilecek yanıt olumlu degildir. Kemalistler son derece usta manevralarla Kürt örgütlü güçlerini bertaraf etmek için bütün güçlerini kullanırken diger
yandan bazı asiret liderlerini ve din adamlarını yanlarına çekme çabasındadırlar. Temel argümanları “Ermeni tehdidi” ve “Hilafet ve Saltanatı kurtarmak”tan 
ibarettir. 

Mustafa Kemal Hareketi son derece Türkçüdür. Ancak bu niteligini kamufle etmek zorundadır. Kemalist Hareketin ayakları üzerine duruncaya kadar Kürtler’in destegine ihtiyacı vardır.

Sovyet Kürdologlarından Prof. Dr. M. S. Lazarev, Kürtlerle Türklerin beraber hareket etmeleri gerektigi , ancak bunun gerçeklesmedigini söylemektedir:
“Bu dönemde Kürt halkının düsmanları ve dostları Türk halkıyla aynıdır. Bu, Kürt ve Türk ulusal hareketleri arasındaki müttefiklik için objektif bir yapı oluşturmuş
tur. Fakat bu müttefiklik olusmamıs, daha da önemlisi bu iki hareket arasında o dönemde karsıtlık ortaya çıkmıs, uzun süre devam etmistir.

Kemalistlerin Kürt nasyonal ideolojisine ve bu ideolojinin sürdürümcülerine yaklasımı düsmanca olmustur. Kemalist hareket içindeki etkili
çevrelerin(özellikle nasyonalizmi sövenist bir sekilde yorumlayan sag kanat) kendi anti-Kürt yönelimlerini haklı çıkarmak için bütün Kürt hareketinin,
İngiliz yabancı oldugu versiyonunu bilinçli bir sekilde abartmıs olmaları da etkili olmustur. Bu açıdan Noel’in misyonları, anti-Kürt propagandayı sisirmek
için uygun bir bahane de vermistir.”

Lazarev, Misak-i Milli ile ilgili de sunları söylemektedir.

“1-Kuskusuz Kemalistler, belirgin derecede Osmanlı ve 'slami renkli sövenist düsüncelerini deklare etmisler, fakat Jöntürkler’den farklı olarak onların
realist olan nasyonal ideallerini Türkiye sınırlarının daha ilerisine uzanmamıslardır.

2-Kemalistler, azınlıkların bölgesel kendi kaderlerini tayin hakkını ve burjuva nasyonalizminin ve burjuva demokratizminin sınırlandırılmıs çerçevesi içinde
ülkedeki ulusal sorunun çözümüne yönelik herhangi bir yönetim –politik önlemi tamamıyla reddetmislerdir. Temel olarak onlar Türkiye’de bu sorunun varlıgını
reddetmislerdir”10

Lazarev’in anlatımları kendi içinde çeliskiler tasımakta, kavramları siyasal bir bütünlük olusturamamaktadır. Kemalist hareket, hem ulusal kurtulusçu hem de 
sövenist diye tanımlanmaktadır. Lazarev, Kemalist hareketin anti-Kürt yanını öne çıkardıgını kabul ediyor, basından beri Kürt hareketine iyi gözle bakmadıgını 
vurguluyor ve İngiliz kıskırtmasının bir propaganda malzemesi olarak kullandıgını söylemekten geri durmuyor.
Çeliskiler tamda bu noktalarda yogunlasmaktadır. Sovyet Kürdologlarının tutumlarını Bolseviklerin genel politikalarından ayrı degerlendirmek mümkün degildir. 
Bolsevikler ve uzantısı III.Enternasyonal Kemalist Hareketi “ulusal kurtulusçu” ve “ilerici” diye tanımlamıs, her türlü destegi vermislerdi. 
Bununla yetinilmemis Türk Fasist Hareketinin önemli simaları Bakü Dogu Halkları Kurultayında dünya ezilen halklarının temsilcileri olarak
boy gösterecek, Kemalist Hareketin sözcülügünü yapacaklardır.

Azadî Örgütü, tarihi çok net bilinmemekle beraber Bolseviklere 10 maddelik bir protokol önermistir. Örgüt, kendilerine yardım edilmesi sartıyla kendileriyle 
isbirligine hazır olduklarını beyan etmislerdir. Yine aynı amaçla Örgüt Lideri Cıbranlı Halit Bey, Lenin’den destek isteyen bir mektup gönderecektir. 
(* Protokol ve mektup ekte verilmistir.)
Dolaysıyla hem 1925 Kürt Hareketi, hem de Mahabat Kürt Cumhuriyetinin kurulusu sırasında büyük umutlar bagladıkları Bolseviklerin “azizligine” ugrayacaklardır. 

Boseviklerin politikası büyük devlet politikasıdır. Bu politikanın, 'ngilizlerin veya Fransızların bölge politikalarını belirlerken kullandıkları kıstaslardan 
farklı degildir. Sovyetler Birligi merkezdir. Dünyadaki bütün ulusal kurtulus hareketlerinin birincil görevi bu merkezi koruma, gerektiginde kendisini feda etmektir. Kürtler’in payına da kendisini “feda etmek” düsmüstür. Bolsevikler Kürt Hareketlerini desteklemedikleri gibi, Kürtleri ezen güçlerin en büyük destekleyicileri haline geldiler.

Sovyet ekolünün Kürdologları bu genel politikanın içinde yetistiklerinden, Bolseviklerin Kürt politikasına elestirel yaklasmadılar. 
Bu nedenle de yer yer tutarsızlıklar dolu ve biri biriyle çelisen degerlendirmeler ortaya çıkmıstır. Sonuç olarak Bolseviklerin Kürt politikası elestirel bir süzgeçten geçirilmeden yapılacak her degerlendirme sakat ve tutarsız olacaktır. Öte yandan Kürtler,  Bolsevikler tarafından “ulusal kurtuluscu” ve “ilerici” diye tanımlanan Kemalist Harekete karsı ulusal taleplerini yükseltmeye
baslamıslardır.
Alisan Bey’in liderligindeki Koçgiri Hareketi, Kürt ulusal talepleriyle Kemalist hareketin karsısına çıkacaktır. İstekler söyle sıralanmıstır:

“ 1-İstanbul hükümetince kabul edilen Kürdistan özerkliginin Ankara hükümetince de tanınıp tanınmayacagının açıklanması;
  2-Kürdistan özerk yönetimi konusunda Mustafa Kemal hükümetinin ivedi olarak yanıt vermesi;
  3-Elazıg, Malatya, Sivas, Erzincan cezaevlerindeki Kürtlerin hemen salıverilmesi;
  4-Kürt çogunlugun bulundugu illerde Türk memurlarının çekilmesi,
  5-Koçgiri yöresine gönderilen birliklerin geri alınması.(15 Kasım 1920) ” Bu isteklerin kabul edilecegi söylenmisse de, söylenenlere inandırıcı
bulunmaz.Bunun üzerine Ankara hükümetine,25 Kasım 1920’de asagıda ki telgraf çekilmistir.“
Elazıg vilayeti vasıtasıyla Ankara Büyük Millet Meclisi riyasetine Sevre muahedesi mucibince Diyarbekir, Elazıg, Van, Bitlis vilayetlerinde müstakil bir Kürdistan 
teşekkül etmesi lazım geliyor, bınaenaleh bu teskil edilmelidir, aksi taktir de bu hakkı silah kuvvetiyle almaya mecbur kalacagımızı beyan eyleriz.


25 Tesrin Sani 1336
İmza
(Garbi Dersim asair ruesası)”11

Kürtlerin bu isteklerine yanıt verilmez. Merkez Ordusu Komutanı ve onun emrine verilen Topal Osman komutasındaki kuvvetler tarafından büyük bir vahsetle
bastırılır. Kürtlerin isteklerine karsı, Ankara hükümetinin cevabı hiç de dostane degildir. Dönemin Sivas Valisi Ebubekir Hazım Bey anılarında hareketin
bastırılmasını söyle anlatır:

“Askerle çemberlenen köyler ahalisi söylentilerin dorugunda, yani Kürtlerin tekil edilecegine inanarak hayatlarını kurtarmak için köylerini, evlerini terk ederek 
daglara sıgınmaya mecbur olmuslardır. Sırf can korkusundan kaçanlarisyan ve eskıyalıkla suçlanarak bos kalan köyler yakılıp yıkılarak bütün mal ve esyalarına 
el konulmustur.

Su surette Umraniye bucagına ve Zara ilçesinin merkezine baglı köylerden 76 ve Divrigi ilçesinden 57 toplam 132 köy savasan düsman istikamları gibi yakılmıs, tahrip olunmus ve yüzlerce nüfus öldürülmüstür. Ayrıca, bütün mal, esya, zahire ve hayvanlar yagma olunmustur.Binlerce nüfus da daglarda , kırlarda açlıktan ve sefaletten ölüme mahkum edilmislerdir.”12
Yasanan vahset genis tartısmalara yol açar. TBMM’sindeki bir çok milletvekili olayı dile getirir. Yapılan bütün tartısmalardan sonra olusturulan sorusturma 
kurulu Nurettin Pasa’nın görevinden alınarak, yargılanmasına karar verilmistir. Olayın bu kısmını Ugur Mumcu söyle anlatır.

“Sorusturma Kurulu ,Nurettin Pasa’nın görevden alınmasına ve yargılanmasına karar vermistir.TBMM, kurul kararın kabul eder.Pasa görevinden alınarak,
yargılanmak üzere Ankara’ya çagrılır. Nurettin Pasa, Mustafa Kemal Pasa’ya bas vurup suçlamaları yanıtlar.
Mustafa Kemal Pasa, TBMM’sinde Nurettin Pasa’ya verilen cezanın “biraz agır oldugunu” söyler. Konunun Bakanlar Kurulunda da görüsüldügünü , Nurettin
Pasa’nın görevinden alındıgını ,bu nedenle yargılanması kararının degistirilmesi gerektigini ,Nurettin Pasa’nın savunmasının alınarak konunun
bir komisyonda incelenmesi gerektigini anlatılır”13

Mustafa Kemal Pasa’nın bu istegi üzerine bir baska sorusma komisyonuna havale edilir ve konu kapanır. Lazistan mebusu Ziya Hursit’in,  “ Demek ki bu adam TBMM’nin üzerindedir” “Nurettin Pasa, bu olaganüstü yetkilerini kimden almıstır?” derken yerinde bir soru sorar. Devamındaki gelismeler güç ve yetkisini kimlerden aldıgını ortaya koymaktadır.
1919 yılı Güney Kürdistan’da hareketli gelismelere gebedir. Seyh Mahmut yönetimdeki Kürtler, 'ngilizlerle çarpısmaktadırlar. Güney Kürdistan’da Kürtler her  seyden önce topraklarının kendilerine ait oldugunu düsünüyorlardı. Bu, 'ngilizlerin bölge politikasına ters düsmektedir. Kürt-'ngiliz çatısması, 
Kemalistleri oldukça hosnut etmistir.

Ankara Hükümetinin Kürt politikasının pratik uygulama alanı olan Elcezire Komutalıgına gönderdigi talimata, “yabancılarla Kürtlerin anlasmalarına” engel 
olunması ister.

“1-Göreceli olarak bütün ülkelerde genis çapta dogrudan dogruya halk tabakalarını ilgilendiren ve etkili biçimde yerel yönetimler
kurulması iç siyasetimizin gereklerindendir. Kürtlerin oturdukları bölgelerde hem iç hem dıs siyasetimiz bakımından göreceli olarak
yerel bir yönetim biçimini gerekli görüyoruz.
2-Ulusların kendi kaderlerini kendilerinin belirlemeleri bütün dünyada kabul edilmis bir ilkedir. Bizde bu ilkeyi kabul etmisizdir.
Öngörülecegi üzere Kürtlerin bu zamana kadar yerel yönetim birimlerini tamamlamıs ve baskalarını ve tartısan yandaslarını bu
amaç adına tarafımızdan kazanılmıs olması ve oylarını kullandıkları zaman kendi kaderlerine zaten sahip olduklarını TBMM yönetimimde
yasamayı istedikleri duyurulmalıdır. Kürdistan’daki bütün sorunun bu amaca dayalı siyasete yönelmesi Elcezire cephesi kumandanlıgı
sorumlulugundadır.
3-Kürdistan’da Kürtlerin Fransızlar ve özellikle Irak sınırında 'ngilizlere karsı husumetini silahlı çatısma ile degistirilmeyecek ölçülere vardırmak ve
yabancılarla Kürtlerin uyusmalarına engel olmak, göreceli olarak, yavas yavas yerel yönetimler kurarak, bu nedenleri açıklamak ve bu yola içtenlikle bize
baglılıklarını saglamak, Kürt liderlerine mülki ve askeri görevler vermek, bize baglılıklarını güçlendirmek gibi genel ilkeler benimsenmistir”14

Bu talimatlardan çıkan sonuçlar sunlardır:

1- Mümkün olan bütün araçlar kullanılarak, Kürtlerin Fransız ve 'ngilizlerle iliski kurmaları engellenmeli, Kürtlerin İngilizlerle olan silahlı çatısmaları tesvik 
edilmelidir.
2- Kürt liderlerini elde tutmak için, Kürt liderler mülki ve askeri görevlere getirilmelidir.
3- Dönemin kosuları itibariyle gündemde olan ulusların kaderlerini tayin hakkı gibi evrensel bir ilkeyi görünürde kabul etmekle beraber, böyle bir ilkenin 
Kürtleri bagımsız hareket etmeye götürme ihtimaline karsı, “yerel yönetim” gibi içi bosaltılmıs bir öneriyi gündemde tutarak, Kürtleri oyalama politikası 
yürürlüge koymaktır.

1 Subat 1922 tarihinde “Kürtlere Özerklik Yasası” adıyla TBMM’sine yasa tasarısı sunulacak ve kabul edilecektir. Yasa Kürtlerin taleplerini karsılamaktan çok 
uzaktır. Yasa uygulama amaçlı degildir. Yasaya mecliste bulunan Kürt milletvekilleri muhalefet etmislerdir. Kemalistler Lozan’a gidilen bir süreçte konumlarını güçlendirmek, TBMM’sinin Kürtleri de temsil ettigi tezlerini güçlendirmek istemektedirler. Zaten Mustafa Kemal’in 16/17 Ocak 1923’teki 'zmit’te yaptıgı ve devletin yetmis yıl gizledigi konusmasında, bu yasanın uygulanma sansı olmadıgı anlasılmaktadır. Mustafa Kemal, konusmasında sunları söylemektedir:

“-Kürt sorunu, bizim, yani Türklerin çıkarı için kesinlikle söz konusu olamaz. Çünkü,bizim ulusal sınırlarımız içinde Kürt ögeleri öylesine yerlestirilmistir ki,
pek sınırlı yerlerde yogun olarak yasarlar. Bu yogunluklarını da kaybede ede ve Türklerin içine gire gire öyle bir sınır olusmustur ki, Kürtlük adına bir sınır
çizmek istersek,Türkiye’yi mahvetmek gerekir. Örnegin Erzurum’a giden, Erzincan’a, Sivas’a, Harput’a kadar giden bir sınır çizmek gerekir. Ve hatta
Konya çöllerindeki Kürtleri de göz önünde tutmak gerekir.

-Bu nedenle baslı basına bir Kürtlük düsünmekten çok Anayasamız geregince zaten bir çesit özerklik olusacaktır. O halde hangi bölgenin halkı
Kürt ise onlar kendi kendilerini özerk olarak yöneteceklerdir.Bundan baska Türkiye’nin halkı söz konusu olurken onları da beraber ifade etmek gerekir.
İfade olunmadıkları zaman bundan kendileri sorun çıkarırlar. Simdi TBMM hem Türklerin ve hem Kürtlerin yetkili temsilcilerinden olusmustur. Ve bu iki öge,
bütün çıkarını ve bütün yazgılarını birlestirmistir. Yani onlar bilirler ki, bu ortak bir seydir. Ayrı bir sınır çizmek dogru olmaz”15

Konusmadan da anlasılacagı üzere bir özerklik söz konusu degildir. “Bir çesit özerklik” söz konusudur. 1923’te Kürtler öylesine “dagılmıslar ki” çogunluk 
olusturdukları yerler pek söz konusu degildir. Zaten TBMM “Kürtleri de temsil etmektedir”
Bu dönemde Kürt örgütlenmeleri dagınık ve toparlayıcı olmaktan uzaktır. Metropol merkezli Kürdistan Teali Cemiyeti dagınıklıgı yasamakta ve insiyatif sahibi degildir.
Çalısmaları Ankara hükümetini rahatsız eden Cıbranlı Miralay Kürt Halit Bey’in gönderildigi Erzurum, Kürt örgütlenmesinin yeni merkezi olacaktır. 
Halit Bey, Kürt asiretlerini bir araya getirme ve askeri-siyasi bir örgütlenme içerisindedir. Bu çalısmaları devam ederken Ankara hükümeti ile sürtüsmeleri 
sürmektedir.
1925 Hareketi ve Azadî Örgütü hakkında ciddi çalısmaları bulunan akademisyen Martin Van Bruinessen’in bu dönemle ilgili ulastıgı sonucu aktarmak 
istiyorum:

“1923’te tamamı doguda yasayan Kürt subaylar, seyhleri, asiret reisleri ve sehirlerdeki seçkin kisiler Azadî adı altında yeni bir bir örgüt kurdular.
Bunların çogu Kemalist Hareketi destekleyip hayal kırıklıgına ugramıs kimselerdi”16

Yine 1925 Hareketi ile ilgili ciddi çalısma ve katkıları olan akademisyen Robert Olson’un degerlendirmesi söyledir:
“Kanaatimce, Kürtler’in destegi olmaksızın Türk milliyetçilerinin o kadar basarılı olmasının mümkün olmadıgını söylemek mübalaga olmaz. Baska bir
degisle, Kürtler, Kemalistler’e askeri olarak ve faal bir biçimde Erzurum’da meydan okumus olsalardı, milliyetçi Türk hareketinin Rus ve müttefik
kuvvetleri ile Ermeniler’e karsı elde etmis oldukları basarılar, ciddi biçimde gecikirdi”17

Bu alanda bir boslugu dolduran çalısmasıyla Cemil Gündogan da, Azadî kadrolarıyla ilgili benzer yorumda bulunmaktadır. Bu yorumu aktaralım:
“İKİNCİ KÜMELEŞME, bu süreçte, Kemalist hareketle birlikte davranmakla beraber, Kürt ulusal haklarının savunuculugundan da vazgeçmeyen Kürt
güçlerinden olusmaktaydı.
Bu kümelesmeye mensup kadroların Birinci kümelesmeyle iliskileri konusunda belgelere dayalı belirlemeler yapma olanagı bulamadık. Ancak belli
bir bölümünün, baslangıçta Birinci kümelesmeye dahil oldugunu söylemek, sanırız olayların gelisim mantıgı ile çelismeyecektir. Çünkü bu kümelesmeye 
ait kadroların bir kısmının KTC’ye üye oldukları ve/veya bizzat faaliyetlerine katıldıkları biliniyor. Örnegin 'hsan Nuri, Cibranlı Halit veya Yusuf Ziya gibi
kümelesmenin önde gelen isimleri KTC ile iliskilidirler”18

Gerek Bruinessen gerekse Gündogan’ın yorumlarını beraber vermemizin nedeni, degerlendirmelerin benzerligindendir. Sayın Bruinessen, Azadî kadrolarının 
Kemalist harekete umut bagladıklarını, hayal kırıklıgına ugradıktan sonra, böyle bir örgütlenmeye yöneldikleri söylemektedir. Sayın Gündogan’ın degerlendirme leri aynı paraleldedir. Sayın Olson ise Kürtler Erzurum’da Türk milliyetçilerine meydan okusalardı, Türk milliyetçileri bu basarıyı kazanamazlardı. Bu iki degerlendirme farklıdır.

a) Kürtlerin 1919-20’li yıllarda Erzurum’da Kemalist harekete meydan okumadıkları açıktır. Buna dayanarak Kemalist harekete yadım ettikleri söyleniyorsa bu farklı yorumdur. Düsüncemize göre 1920’li yıllarda Kürt hareketinin, Kemalist harekete meydan okuma sansı yoktur. Kürtler dagınıktır ve örgütsüzdür.
Dolaysıyla Kürdistan sorunu masada olmasına ragmen, bölge dengelerini belirleyen güçlerden destek bulma ihtimali çok zayıftır.

b) Azadî kadrolarının, Kemalist harekete umut bagladıkları tezine gelince, buna katılmak mümkün degildir. Bunu söyleyebilmek için, Cıbranlı Halit Bey’in 1919’dan sonra yogunlasan çalısmalarını görmemek gerekir. Ankara hükümeti ile sürtüsmelerinden dolayı Erzurum’a çekilen, terfisi
durdurulan birinin ve çevresindeki kadroların Kemalist harekete umut bagladıkları söylenemez.
Dönemin tanıklarından iki kisi ile yakınlıgım nedeniyle, hareket öncesi ve sonrası dönemle ilgili düsüncelerini dinleme olanagım oldu. Birincisi
dedemve aynı zamanda Cibranlı Halit Bey’in kardesi, Ahmet Sever, digeri Halit Bey’in amcazadesi Halil Kılıçoglu. Her ikisi de hareketten önce Halit Bey’in en
yakınında bulunan insanlardan. 

Halit Bey tutuklandıktan sonra Bitlis cezaevi ile iliskiyi saglayan kisileraynı zamanda. Harekete Varto ve Hınıs cephesine komutanlık yapmıs, hareket yenilgiye  ugrayınca, 1927 yılına kadar gerilla mücadelesi yürütmüs,1927 yılında Suriye’ye gidip Fransızlar’a iltica etmis,1928 affıyla geri dönmüslerdir. 
Ahmet Sever dönüsünden sonra 1930 yılında tutuklanarak Ankara 'stiklal Mahkemesinde “Simali Kürdistan Cemiyeti’ni” kurma savıyla yargılanmıs, delil 
yetersizliginden serbest bırakılmıstır. Ahmet Sever, Halit Bey’in Erzurum Kongresinden sonra Mustafa Kemal’le iliskilerinin gergin oldugunu söylüyordu. 
Özelikle Erzurum Kongresi sırasında, Erzurum’da bulunmamaya özen gösterdigini, aralarındaki  gerginligin bu dönemlerde basladıgını, 1920-1924 yılları arasında,  Mustafa Kemal’in, Erzurum’a gezilerinde iliskilerin gergin ve tartısmalı oldugunu aktarmıstı. Serif Fırat “Cibranlı Halit Bey’in, milli hükümete karsı cephe aldıgı  süphesi ile” rütbesi durdurulmak suretiyle, Erzurum’a satın alma komisyonu baskanlıgına atandıgını belirtiyor. Robert Olson bu dönemi söyle degerlendirmektedir:

“1919 yılında Halit Bey gibi adamlar, Dersim bölgesi kasabalarında, hükümet otoritesini temsil eden konumları isgal etmekte ve bu otoriteyi asiretleri
hükümete karsı isyan için teskilatlanmaya zorlamak için kullanmaktaydılar. Ancak 1920 yılına gelindigindedir ki, Halit Bey ve onun gibi düsünenler,
seyhler ve hocalar arasında Kemalistlere karsı propagandaya baslamıslardı.


3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..


***

1925 KÜRT HAREKETİNİN YAPISI VE HEDEFLERİ BÖLÜM 1

1925 KÜRT HAREKETİNİN YAPISI VE HEDEFLERİ..  BÖLÜM 1


www.peyamaazadi.com

2006




1925 KÜRT HAREKETİNİN YAPISI VE HEDEFLERİ - 
TAHSİN SEVER HARİTA 

1925 Kürt Hareketinin Yapısı ve Hedefleri 


“ Üç bin yıllık Geçmisin hesabını yapamayan insan.., Günübirlik yaşayan insandır.”  GOETHE 


İçindekiler 

Giriş....................................................................................................................................3 

Kürdistan Sorunu’nun Biçimlendiği Süreç ..........................................................................5 

AZADİ (KÜRDİSTAN İSTİKLAL KOMİTESİ) 1921..................................................................21 

AZADİ’NİN YAPISI VE HEDEFLERİ ......................................................................................25 

HAREKETİN BAŞLAMASI VE SONRASI................................................................................35 

HAREKETİN NİTELİĞİVESONUÇLARI................................................................................37 

Azadî’nin Bolşeviklere Önerdiği Protokol Metni...............................................................42 

Cıbranlı Halit Bey’in Mektubu...........................................................................................43 

KAYNAKLAR:.....................................................................................................................44 


Yayına Hazırlayan: 
www.peyamaazadi.com 
Tahsin Sever 


1925 Kürt Hareketinin Yapısı ve Hedefleri 


Giriş 

Biz “Kürt Aydınlarının” bırakınız üç bin yıllık tarihi, geriye dönük yüz yıllık tarihi yeterince arastırdıgı söylenemez. Bu tespit geçmisin, resmi söylemin dısında, titizlikle arastırılması ve yazılmasının tarihsel bir görev olarak omuzlarımızda durdugudur. 

Bunu söylerken tarihçi bir kimligim yok. 

Tarihe olan ilgim bir aydın olmanın ötesinde degildir. 

Kürt toplumuna dayatılan statünün olusum dönemini arastırmak; Cemil Gündogan’ın deyimi ile “ Meslekten Tarihçilere ” düşen bir görevdir. 

Tarihe yaklasım her dönem hem tarihçilerin hem de tarihsel ve siyasal olaylara ilgi duyan bireyi mesgul eden en önemli sorunlardan biri olagelmistir. 
İster meslekten tarihçiler olsun ister tarihi olayları yorumlaya kalkısan her hangi bir arastırmacı olsun bazı sorulardan hareketle tarihsel olayları 
anlamlandırmaya ve tarihe bu çerçevede belli konsept oturtmaya çalısırlar. 

Her kesin üzerinde fikir birligi ve genelde kabul gören “dogru”lar olusturmak özellikle siyasal ve tarihsel olaylarda çok zordur. 

Tarihe positivist yaklasan yazımlar, olgunun dış görüntüsüne yüklenmekte, gözlemlenebilen, sayılabilen, ölçülebilen verilere takıldıklarından özneleri eyleme  iten düsünceleri, siyasal durusları, amaçları gibi son derece önemli konuları göz ardı etmek gibi bir risk tasırlar. 

Örnegin; 
1925 Hareketinde “dini misyonlar” olan sahsiyetlerin yer almasına dayanarak, bu görüntüyü temel alarak, hareketi “gerici” olarak nitelemek gibi. 

Son zamanlarda 1925 eksenli yapılan tartısmalar zorunlu olarak tarihe nasıl yaklasmalı sorusunu da gündeme getirdi. Ulusu belirleyen ve biçimlendiren 
en önemli olgulardan biri olan tarih bilinci mücadelenin döne döne tekrarladıgı yanlısları görmemize ve hatalardan dersler çıkarmamıza hizmet eder. 

Ulusalcı siyasal tezlerin dejenere edildigi, bir yandan Kemalist “ Demokratik Cumhuriyet ” ile maniple edildigi diger yandan ulusal deger adına tabuların 
yaratıldıgı ve putların olusturuldugu bu hasas süreçte kapsam son derce önemlidir. 

Geçmiş yüzyılda meydana gelen, Kürt Halkının kaderini etkileyen olayların üzerindeki sis perdesi yeterince aralanamamıstır. 

Bu durumun birbiriyle baglantılı önemli sebepleri vardır. Özellikle Azadî ile ilgili bilgi ve dokümanların Genelkurmay arsivine kapatılarak sır gibi saklanması, 
Azadî’nin önemini açıklamaya yeter. 

Bitlis Harp Divanı tutanaklarından bir sözcük bile dısarı sızdırılmazken, Diyarbakır İstiklal Mahkemesi tutanaklarının magazinleştirilerek çarşaf çarşaf 
basılarak yayınlanması devletin niyetini yeterince ortaya koymaktadır. 

Bireyler ön plana çıkarılmıs, bu bireylerin ifadelerindeki tutarsızlıklar çarpıtılarak kamuoyuna sunulmustur. 

Bu sistemli çabanın birbirine baglı iki önemli hedefi vardır. 

1924 Beytüssebap Ayaklanması, akabinde 1925 Kürt Hareketi arkasındaki örgütlü gücün inkarı ve buna baglı olarak hareketin hedeflerinin çarpıtarak 
yansıtılmasıdır. Devletin bu konuda basarısız oldugu söylenemez. O kadar basarılı ki bugün bile “Kürt aydınları” devletin önümüze koydugu argümanlarla 
hareketi degerlendirmeye devam ediyorlar. 

Özellikle seksenli yıllarda sonra basta Avrupalı akademisyenlerin arastırmaları olayın üzerindeki sis perdesinin aralanmasına ve giderek hareketin resmi 
devlet ideolojisinin bakış açısının çerçevesi dısında tartısılmasına olanak saglamıstır. 

Bu olumlu gelismelere ragmen kimi Kürt aydın çevrelerinin hala resmi devlet görüsünün dısında, yeni bir bakış açısıyla olaya bakmak gerektigini bilincin de 
olmadıkları anlasılmaktadır. Bunun nedeni son derece açıktır. 
Son yüzyıllık tarihimizin yazanların genellikle Sovyet ekolünden gelme “Kürdologlar” ve Kemalistlerdir. 

Bazı Kürt aydınlarının 1925 Kürt Hareketi ile ilgili resmi devlet ideolojisinin çerçevesini asamayan tutumları hayretle izlenmektedir. 

Su nokta iyice bilinmelidir ki 1925 Kürt Hareketini “ Şeyh Sait ” sahsında somutlamak, niyet ne olursa olsun hareketin gerisindeki örgütlü güç olan 
Azadî’nin inkarı ve hareketin Kürt niteliginin tartısmalı hale getirilmesidir. 

Azadî Örgütü, 1925 Hareketinin temel öznesidir. 

Ancak 13 Subat 1925’te Piran’da provakasonla patlayan silah, hareketin kontrolden çıkmasına, siyasi ve askeri yönleri zayıf olan geleneksel kanadın liderlige oturmasına yol açmıstır. 
Kürdistan Sorunu’nun Biçimlendigi Süreç 1915-1925 dönemi Kürtlerin bugünkü statülerinin sekillendigi dönemdir. 

Birinci Dünya Savası’nın yaratıgı yeni güç dengelerinin ve buna baglı olarak olusan toplumsal hareketlenmelerin sebep ve sonuçlarını kısaca irdelemek 
gerekir.1789 Fransız 'htilali ve sonrasında gelisen uluslasma hareketlenmeleri, Osmanlı İmparatorlugu’nun içten çözülmesine yol açmıs, imparatorluk 
içindeki dengelerin sarsılmasına yol açmış ve İttihat-ı Terakki’nin iktidarıyla sonuçlanmıstır. 
İttihat-ı Terakki, baslangıçta farklı uluslardan insanları barındırıyorsa da, iktidarı Türk milliyetçiliginde somutlasmıştır. İmparatorluk, Kuzey Afrika ve 
Balkanlar’daki kendi toprak kayıplarını, Orta Asya’da Turan hayalleriyle telafi etmeyi düsünmüstür.

Bu düsünce, Almanların yayılmacı politikası ile birlesince, Osmanlı İmparatorlugu kendisini Birinci Dünya  Savası’nın içinde buldu. Sonuç, İttihatı
Terakkiciler için tam da bir yıkımı ifade eder. Turan hayalleri kursaklarda kaldıgı gibi İmparatorluk da yıkılmayla karsı karsıya gelir. Birinci Dünya Savası
sonuçlanmıs, Osmanlı 'mparatorlugu Mondros Mütarekesi ve pesinden Sevr Anlasmasını imzalamak zorunda kalmıstır. Sevr Anlasması, Osmanlı Devleti’nin 
paylasılması, bölgenin yeni güç aktörleri tarafından yeniden düzenlenmesi demektir. Bu anlasma bölgede yasayan halklar açısından olumlu, olumsuz sartlar ve olanaklar yaratmıstır. Öte yandan Baskan Wilson’un yayımladıgı ve kendi ismiyle anılan “Prensipleri” yeni tartısmalar ve hareketlenmeler yaratmıstı.

Bütün bu gelismeler olurken Kürtlerin durumu neydi? Öncesine çok kısa baktıgımız zaman, Osmanlı 'mparatorlugu bünyesinde beylikler seklinde yasıyorlardı. 
Beyliklerin iç islerine merkezi yönetim fazla müdahale etmiyordu. Osmanlı merkezi yönetiminin güçlü Kürt beylikleri istemedigi de her icraatında ortaya 
çıkıyordu. Bunun bir örnegi de Bedirhan Bey‘in güçlenmesinin Osmanlı yönetiminde  yarattıgı  rahatsızlıktan  anlasılmaktadır. 

Şevket Süreyya Aydemir ,bu dönemi şöyle aktarmaktadır: 

< “Dogu ve Güneydogu Anadolu’da Kürt beyleri ve şeyhleri, müstakil hükümdarlar gibi yasıyorlardı. 
Başlıcaları: 

1806 Babanzade, 
1813 Abbas Mirza,
1828 Muslu Emin Pasa, 
1832 Mir Mahmut, 
1842 Bedirhan, 
1855 Yezdan Ser, 
1880 Nehrili Abdullah olmak üzere eskiden beri sürüp gidiyordu.
Ortada bir Anadolu kalıyordu.Ama orada,devlet degil, esraf ve eskıya hakimdi.”1 >

Osmanlı, Kürt beyliklerinin güçlenmesine izin vermeden, Kürt asiretleri ve beylikleri arasındaki çeliski ve çatısmaları diri tutarak, iç islerine fazla müdahale 
etmeden otoritesini saglamaya çalısıyordu. Buna 1891 yılından itibaren kurulan Hamidiye Alayları eklenir.

Süphesiz Hamidiye Alayları, Osmanlının “böl-yönet” politikasının bir sonucudur.Bir taraftan Kürtlerin kendi iç çatısmalarını diri tutmak, diger taraftan 
Kürt-Ermeni çatısmasını körüklemek amaçlanmıstır. Ancak bu amaçların ne kadarının gerçeklestigi ayrı bir tartısma konusudur.Bir süre sonra bu alayların varlıgı, Osmanlı yönetiminde farklı düsüncelere ve tartısmalara yol açacaktır. Hamidiye Alayları ile ilgili degerlendirmeler tek yanlıdır.

Yine 1900’lü yıllardan itibaren gerek metropollere göçmüs, zorla iskana tabii tutulmus Kürt çocukları arasında gerekse bu ulusun aristokrasisinin ve feodal 
beylerinin metropollerde okuyan çocukları arasında Kürt yurtseverligi düsünceleri yayılmaya baslamıstır. Zira Kürtler’de ulusal uyanısa öncülük edecek Kürt ulusal sermaye sınıfından veya isçi sınıfından bahsetmek mümkün degildir. Dolaysıyla Kürt ulusallıgının öncüleri Kürt feodalleri ve Kürt aristokrasisinin 
çocukları olacaktır. Baslangıçta farklı yerlerde yer alan Kürt aydınları, bir süre sonra kendi örgütlenmelerine yöneleceklerdir. 'ttihat-ı Terakki’nin
kurulusunda Abdullah Cevdet ve 'shak Sükuti gibi Kürt aydınlarını görmekteyiz. Ayrıca tanınmıs bir çok Kürt sahsiyetini baslangıçta 'ttihat-ı Terakki 
örgütlenmesi içinde görmekteyiz.

1918’lere gelindiginde Baskan Wilson tarafından Amerikan Kongresine sunulan Amerikan dıs politikasının esasını olusturan, ” Wilson Prensipleri ” adıyla anılan 
bildiridir. Wilson Prensipleri 14 maddeden olusmaktadır. Wilson Prensiplerinin 12 maddesi Osmanlı 'mparatorlugu’nun egemenlik alanı ile ilgilidir. 
Kürtler açısından en önemli maddesi süphesiz 12. maddedir. Zira 12. Madde sınırların Milliyet esasına göre düzenlenmesini öngörüyordu.

Kürtler açısından en önemli düzenleme süphesiz Sevr Anlasması’dır. 

Sevr Anlasması,Kürtler açısından artılar ve eksiler içermektedir.Anlasmanın en çok tepki çeken maddesibagımsız Ermenistan olarak öngörülen toprakların bir 
çok Kürt sehirlerini kapsamasıolmustur. 

Önce Sevr Anlaşmasının Kürtler’le ilgili maddelerine bakalım.


“Madde 62 – 'ngiltere, Fransa ve İtalya hükümetleri tarafından kendilerine yetki verilmis üç üyeden olusan komisyon İstanbul’a yerleserek, anlasma
baskanlıgının tüzügüne göre belirtilmis bulunan altı aylık süre içinde Fırat’ın dogusunda bulunan ve sınırları ilerde saptanacak olan Ermenistan’ın güneyi ile
Türkiye, Suriye ve Mezopotamya’nın kuzeyi arasında belirtilmis bulunan ve Kürtler’in salt çogunlukta bulundukları bölgeler için, anlasmanın 27. maddesi
II ,2 ve 3 derecelerine uygun olarak, dahili otonomi planı hazırlayacaktır. Herhangi bir sorun karsısında oy birligine varılmaması halinde, komisyon
üyeleri kendi hükümetlerine ileteceklerdir.

Adı geçen plan, bu bölgeler içinde bulunan Süryani, Keldani ve diger etnik, dini toplulukların tüm azınlık haklarını garanti altına almak zorundadır.Ve bu
amaçla İngiliz, Fransız, İtalya, Acem ve Kürtleri temsilen kurulacak bir komisyon , bizzat yerinde incelemelerde bulunacak ve gerek Osmanlı devleti
dahilinde ve gerekse aynı sekilde İran sınırında yapılacak bir degisiklik söz konusu olursa, bu degisiklikler, anlasmanın içerigine uygun bir sekilde
gerçeklestirilecektir.

Madde 63 –Osmanlı hükümeti su andan itibaren, 62. maddesine göre kurulmus bulunan her iki komisyonun bildirecekleri kararlara aynen uymayı ve bu
kararları üç ay içinde tatbik etmeyi üstlenir.

Madde 64 –Anlasma baskanlıgının saptadıgı tarihten itibaren geçecek en çok bir yıllık süreç içerisinde , eger 62. maddenin kapsamı içerisinde bulunan Kürt
halkı yani bu bölgede oturan halk çogunlugu Osmanlı devletinden ayrılarak tamamen “ BAGIMSIZ ” olmak arzusunu belirtirse ve Milletler toplulugu
Konseyi’ne basvurursa ve eger Konsey’de bu halkın bagımsızlık istegini gerçeklestirebilecek kapasitede bulunduguna inanırsa ve bunun yerine
getirilmesi ögütlenirse , Osmanlı devleti bu ögütlemeye aynen uymayı ve bu bölgedeki bütün hakları ve unvanlarından vazgeçmeyi ve kendisini buna göre
ayarlamayı simdiden üstlenir.

Bu vazgeçme isleminin ayrıntıları, baslıca müttefik güçlerle Osmanlı Devleti arasında varılacak özel bir sözlesmeye baglanacaktır. Bu vazgeçme isi
tamamlandıktan ve Kürdistan devletinin bagımsızlıgı gerçeklestikten sonra , bu bagımsız Kürt devletiyle günümüze kadar Kürdistan’ın bir parçası olan
Musul ilinde yasayan Kürtlerin kendi istekleriyle birlesmeyi istemeleri halinde müttefik güçler bu birlesmeye karsı hiçbir itirazda bulunmayacaklardır.”
Sevr Anlasmasının, Ermenistan sınırlarıyla ilgili maddeleri Kürtler içerisinde tedirginlik yaratırken, Kürt sorunun uluslar arası anlasmalara girmesi, 
Kürtler arasında yeni fırsatlar demektir. Ancak Kürt aydınları arasında ciddi tartısmalar vardır. En büyük Kürt örgütü olan Kürdistan Teali Cemiyeti, 
ayrısmaların esigindedir. Basını Seyit Abdulkadir’in çektigi bir grup, Osmanlı bünyesinde otonomi isterken, basını Bedirhanilerin çektigi baska
bir grup bagımsızlıktan yanadır. Kürdistan Teali Cemiyeti’nin, görüs ayrılıkları ve metropol merkezli olması etkinligini azaltacak, yeni örgütlenmelerin önü 
açılacaktır. Koçgiri ve çevresindeki örgütlenmeler, Kürdistan Teali Cemiyeti subeleri olarak baslamıssa da daha sonra bagımsız insiyatif olarak devam edecektir. 

Önceleri Kürdistan Teali Cemiyeti içinde yer alan, Cıbranlı Miralay Halit Bey ve arkadasları, daha sonra Erzurum merkezli daha genis bir örgütlenmeye 
yöneleceklerdir.

Dagılmaya yüz tutan Osmanlı yönetimi ellerinde kalan tek halk olan Kürtleri, elde tutmanın manevraları içindedir. Damat Ferit Pasa Hükümeti, Seyit Abulkadir ile “Kürdistan’a Özerlik Yasasını” imzalarken, padisah fermanı ile Samsun’a çıkan Mustafa Kemal, “tehlike altında olan din, hilafet ve saltanatı kurtarma”, ”Ermeni tehlikesi” sloganlarıyla örgütlenme çabası içindedir. Bu sloganlar, Kürtlerin en zayıf yanlarıdır.

Kürtlerle Türkleri beraber tutmanın tek yolu gibi gözükmektedir. Bununla beraber ne İstanbul Hükümetinin, ne Kemalistlerin ne de bölgeyi yeniden 
düzenleyecek olan İngiliz ve Fransızların, Kürt sorununu çözmek gibi ciddi bir istek ve önerileri yoktur. Taraflar pozisyonlarını belirlemek, birbirlerine karsı 
hamlelerini yapmak için Kürt - Kürdistan sorununu çantalarında hazır tutmaktadırlar. 20’ den fazla Arap devletinin sınırlarını cetvelle çizerek, kurulmasına karar verenler, “Bagımsız Kürdistan” kurmaya karar verirlerse, buna engel olacak güç kimlerdir? Bolşevik devrimi ile Ruslar sahneden çekilmislerdir. İstanbulHükümeti, içinde bulundugu durum itibariyle itiraz edecek konumda degildir. Kemalist hareketin kendisinin uluslararası destege ihtiyacı vardır. 
Bundandır ki 'ngilizlerin böyle bir niyetine karsı duracak güç ortalıkta yoktur. Binbası Noel gibi İngiliz askeri uzmanlarının Kürdistan’da fizibilite çalısmaları 
olmustur. Binbası Noel’in İngilizlerin genel bölge politikasıyla uyusmayan önerileri de olmustur. 
Ancak bu öneriler sahsidir ve İngilizlerin genel politikasını yansıtmamıstır.

Mustafa Kemal bu denklemin içinde, Erzurum Kongresini toplamaktadır. Erzurum Kongresi, Türkçü Cevat Dursun Bey ve arkadaslarının önderlik ettigi, 
Erzurum Müdafa-i Hukuku Milliye Cemiyeti tarafından organize edilmistir. Katılan delege sayısı hakkında çeliŞkili rakamlar vardır. Sayının 52 ile 56 arasında 
degiştigi tahmin edilmektedir. Erzurum Kongresine, Diyarbakır ve Elazıg gibi önemli Kürt sehirlerinden delege gelmezken, delege agırlıgının Trabzon ve Erzurum çevresi oldugu anlasılmaktadır. Mustafa Kemal’in Erzurum Kongresini açıs konusması son derece dikkat çekicidir.

  <  “En son olarak yakarım sudur ki, istekleri gerçeklestiren yüce Tanrı, Sevgili Peygamberi adına bu kutsal yurdun sahibi ve savunucusu ve Yüce İslam Dininin kıyamet gününde sadık koruyucusu olan ulusumuzu ve saltanat katını ve yüce Halifeligi korusun…Amin”2 >

Mustafa Kemal’in, isin basında Halifelige ve saltanata tavır alması söz konusu degildir. Zira Kürtler’in kendi baslarına örgütlenmelerini engellemenin tek yolu 
“Ermeni tehlikesini” ön plana çıkarmak, dini, halifeligi ve saltanatı kurtarmayı amaç olarak koymaktır. Bu yapılırken her türlü yöntem kullanılarak, 
Kürt örgütlenmesinin önüne geçmektir. 

Bir taraftan Kürt ulusal talepleriyle örgütlenen Koçgiri Hareketi, TBMM’de bile tepki çeken bir siddet dozuyla ezilirken öte yandan askeri görevinden istifa 
etmis olmasına ragmen, askeri birimlere gönderdigi telgraflarında “Kürtçülük cereyanının” yok edilmesi emirlerini vermistir.

“Malatya da On Besinci Alay Kumandanı 'lyas Bey’e Vali ile mutasarrıfın firarı, niyetlerindeki hıyanete en büyük delildir.Bu vatan hainlerinin İngiliz parası ile 
millet ve hilafet aleyhinde Kürtlük gayesi için çalıstıkları ve maattessüf İstanbul’daki hükümetin de bunların seriki cinayetleri oldugu elde edilen sifrelerden anlasıldı, mesele tamamen vatanidir. Bu sebeple evvelemirde bu denilenlerin süratle derdestleri ve Kürtlük cereyanın o taraflarda sala müsait zemin bırakılmaması lazımdır.

Diyarbekir’de On Üçüncü Kolordu Erkanıharbiye Reisi Halit Beyefendiye 2-Dahiliye Nazırı ve Harput valisinin elde edilen sifreli muhaberatında Ali Galip
Beyle hempalarının kuvayi mühime toplayarak Sivas üzerine yürümek gibi bir hıyaneti vataniyeye tesebbüs etmek istedikleri tahakkuk eylediginden maruz
kuvvetlerin yetismesine intizara lüzum kalmadı. Esirrayi mumaileyhimin serian takip ve derdestleri ve Kürtlük cereyanına müsait zemin husulüne mahal
bırakılmaması için kolordunuzca her türlü tedabire tevessül edilmesi pek mühimdir”3

Her iki talimatta hedef, bertaraf edilmesi gereken “Kürtlük cereyanı”dır . “Kürtlük cereyanı” ile anlatılmak istenen, Kürt ulusal taleplerinin dile getirilmesi 
ise Kürtlerin talepleri ret edilerek, Türk-Kürt kardesligi nasıl saglanacaktır? 
Bizce bu öfkenin sebebi, Kürtlerin kendi baslarına örgütlenme çabası içine girmeleridir. Kemalist hareket iç ve dıs konjonktür geregi, Kürtleri de temsil 
ettiginin savı ile pazarlık masasına oturmak isterken, diger taraftan Kürt örgütlerine karsı amansız bir mücadele içindedir.
Kemalistlerin bir baska tavrı, Kürtler arasında örgütlenme faaliyetlerine baslayan Cıbranlı Halit Bey’e karsı takındıkları tutumdur. 1919’da Ovacık
asiretlerinin ayaklanması üzerine, Cıbranlı Halit Bey kuvvetlerine, ayaklanmanın bastırılması talimatı verilmistir. Bu olay tipik Kürtleri birbirine kırdırtma
politikasının ürünüdür. Gerek Cıbranlı Halit Bey’in yurtsever kisiligi ve gerekse Ovacık asiretlerinin duyarlılıgı sayesinde planlanan oyun tutmamıstır.
Olayı dönemin tanıklarından Dr. Vet. M. Nuri Dersimi’den dinleyelim:

“Erzincan ve Erzurum mıntıkaları Rus ve Ermeni kuvvetlerinden tecrid edildikten sonra, Dersimde yeniden bazı mahalli ihtilaller bas gösterdi.
Aldandıklarını anlamıs olan Ovacık asiretleri, Türk mıntıkalarına akın etmeye basladılar.

Türk hükümeti bu hareketlere karsı yeni bir hile tasarlamıs olmalı ki, bu mıntıkaya Kürt asiret alayı kumandanı Cıbranlı Halit kuvvetlerini gönderdi.
Dersimliler, gerek alay kumandanının sahsına ve gerekse efradına karsı hüsnü kabül gösterdiler ve hiçbir hadise çıkarmaksızın, alay mümanaatsız Ovacıga
yetisti. Bu durum Türk hükümetinin dikkat nazarından kaçmamıstı. Her fırsattan istifadeyi bilen Türkler, Kürt Halit sayesinde Ovacık mıntıkası asiretlerin de hasıl olan sükünden dahi faydalanarak, Ovacıkta bu Kürt kumandan sayesinde yeniden bir Türk kaymakamlıgı tesisini basarmıslardı.
Kaymakamlık tesisi isi basarıldıktan sonra, Kürt Halit Bey alayının Dersimde ipkası Türklerce mahsurlu görüldügünden, bu alay orduyla birlesmek üzere
geri çektirilmisti”4

Kürtler arasındaki iletisim rahatsızlık yaratmıs, mezhep farklılıklarını hesap ederek Kürtler arasında çatısmaların yogunlasacagını sananlar yanılmıslardır. 
Gelismeler bununla sınırlı degildir. Kendi bölgesi olan Varto’ya dönen Halit Bey’in çalısmaları, Ankara Hükümetini rahatsız etmeye devam edecektir. 
M. Serif Fırat, bu konuda sunları söylemektedir:

<  “Bu fikir üzerinde oynayan Cibranlı Halit, 1920 yılının yaz aylarında İstanbul’da bulunan Kürt Teali Cemiyeti reisi Abdulkadir, Hakkarili Abdürrahim ile anlasarak bunların vasıtasıyla Meclisteki Bitlis Mebusu Yusuf Ziya ve arkadaslarıyla anlasmıs, haklarını Cemiyet-i Akvam vasıtasıyla alacaklarına inanmıslardı. Halit Bey bir taraftan dogudaki hazırlıkları ikmal ve kuvvetlerini toplu bulunduracak diger taraftan milli hükümeti igfal edecekti.

Cibranlı Miralay Halit, bu sırada Varto, Bulanık, Malazgirt, Hınıs, Karlıova, Solhan, Çapakçur bölgelerindeki asiret agalarından, seyh, hoca ve köy muhtarlarından aldıgı mühürlü mazbataları Kürt Teali Cemiyetine ve oradan da güya Cemiyet-i Akvamda bu is için çalısan Mustafa Nemrudi ile Kürt Serif’e gönderiyorlardı.”  >

“Bu hadiseden sonra Cibranlı Halit Bey’in, milli hükümete karsı cephe aldıgı kolorduca süpheli görülmüs, bölgedeki asiretlerin basından ayrılması
düsünülmüs ve bu sebeple Erzurum’a çagrılarak miralaylık rütbesi baki kalmak sartıyla, kolordu divanı muhasebat komisyon reisligi ödeviyle Erzurum’da
alıkonulmustu.19 Agustos 1336-1920”5

Buradan da anlasılacagı üzere Kürtlerin kendi adlarına yaptıkları hiçbir çalısmaya müsaade edilmemistir. Bu arada Erzurum Kongresi yapılmıs, bazı kesimlerin 
iddiasına göre, Türklerin ve Kürtlerin beraber temsil edildigi, “Temsil Heyeti” seçilmistir. Temsil Heyetinde yer alan üç Kürt’ten ikisi gıyabında seçilmis, 
çalısmalara katılmamıslardır.
Geriye kalan Erzincan delegesi Seyh Fevzi Efendi, Sivas Kongresinden sonra geri dönmüstür. Bu durumu Mustafa Kemal’in kendisinden dinleyelim:
“Efendiler, istitrat kabilinden sunu arz edeyim ki bu zevat hiçbir vakit bir araya gelip birlikte çalısmıs degillerdir. Bunlardan 'zzet, Servet ve Hacı Musa
Beyler ve Sadullah Efendi hiç gelmemislerdir. Raif ve Seyh Fevzi Efendiler, Sivas Kongresine istirak etmisler ve onu mütaakıp biri Erzurum’a digeri
Erzincan’a avdet ederek bir daha iltihak eylememislerdir.
İkincisi Efendiler; millet, memleket, siyaset ve ordu idareleriyle hiçbir alaka ve münasebetleri ve bu hususta liyakatleri görülmemis ve tecrübe edilmemis
gelisi güzel zevattan, bilfarz Erzincanlı bir Naksi seyhi ve Mutkili bir asiret reisi gibi zavallılardan da teskili, ihtimalden hariç olmayan herhangi bir heyet
temsiliyeye, mevzu bahis olan vaziyet ve vazife bırakılabilir miydi? Ve bıraktıgımız takdirde, memleket ve milleti kurtaracagız dedigimiz zaman,
milleti ve kendimizi igfal etmis olmak gibi bir hata irtikab etmeyecek miydik?

Bu mahiyete bir heyete, perde arkasından yardım edilebilecegi mevzuubahis olsa da , bu tarz emniyet telakki edilebilir miydi?”6
Mustafa Kemal, Temsil Heyeti ile ilgili degerlendirmelerini son derece net yapıyor.

“Kürt temsilcileri “olarak adı geçen sahısların çalısmalara hiç katılmadıklarını, bu islerin “Liyakatsız” ve “Zavallı” olan bu zatlara bırakılmayacak kadar önemli 
oldugunu, bu Temsil Heyetini “perde arkasında” yönetmek bile emniyetli degildir, demektedir.

Gelelim tartısmaların odagındaki su ünlü Amasya Protokolü’nde yer alan Kürtlerle ilgili maddelere;

Protokol, Osmanlı Devleti diye düsünülen sınırların, Türklerin ve Kürtlerin oturdugu arazi diye tarif ediyorsa da Kürtlerin Osmanlı Devletinden ayrılmasının 
“imkansızlıgına” vurgu yapmaktadır. Ayrıca Kürtlerin ırk hukuku ve sosyal haklar bakımından desteklenmesine vurgu yaparken, bunun Kürtlerin mesru ve dogal 
hakları oldugundan degil, yabancılar tarafından “bagımsızlıgını gerçeklestirme amacı güder gibi görünerek yapılmakta olan karıstırıcılıgın önüne geçmek için”  
denmektedir. Kürtlerin taleplerine haklı ve mesru talepler diye bakan bir anlayıs söz konusu degildir. Sadece bölge dengeleri içinde taraflar kendi konumlarını 
güçlendirmek için Kürtleri kendi hesaplarına göre pazarlama çabasındadırlar. Damat Ferit Pasa kabinesi, Seyit Abdülkadir’in baskanlıgındaki heyetle
“Kürtlere Otonomi” protokolü imzalarken, Kemalistlerde bos durmayıp ihtiyaç duyduklarında Kürt kartını kullanmak için manevralar pesindedirler. 
Bunda da basarısız oldukları söylenemez. Bir sürü yazar-çizer, Mustafa Kemal, “Kürt Sorunu” oldugunu kabul ediyordu diye avunuyor. Halbuki Mustafa Kemal, 
“Kürt Sorunun” mimarı ve yaratıcısıydı. Durum birinci agızdan bu kadar net iken, Mustafa Kemal hareketini, “ilerici” ve “anti-emperyalist” niteleyerek, her türlü 
destegi veren Bolseviklerin yazar-çizer takımı, olaya ideolojik kılıf bulmakta gecikmedi. Sovyet ekolünün Kürt aydınlarından Dr. Kemal
Mazhar Ahmad, bunların basında gelir. Dr. Kemal Mazhar Ahmad, sunları söylemektedir:

“Kemalist Devrim, Kürt halkının büyük bölümünü ülkeyi yabancı isgalcilerden kurtarmak için içtenlikle ve omuz omuza mücadele etmek üzere harekete
geçirdi. Kürtler bununla, son derece yüksek bir yurtseverlik duygusu ve dogru bir siyasi anlayıs ortaya koydular.Türk burjuva devriminin ilk sıcak yıllarında
Mustafa Kemal’le beraber bu devrimi baslatanların büyük bir kesimi Kürt’tü.

Örnegin, devrimin baslangıcının en önemli olaylarından biri olarak degerlendirilen Erzurum Kongresi’nin sekiz kisiden olusan yönetiminde üç Kürt
vardı: Erzincan’dan Naksibendilerin bası Seyh Fevzi, 1918 yılına kadar Osmanlı Mebusan üyesi olarak kalan Sadullah Bey, Mutki asiret reisi Hacı Musa

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

**


7 Eylül 2016 Çarşamba

“Sözümü Tutamadım, Artık Yaşayamam”


 “Sözümü Tutamadım, Artık Yaşayamam”



Turhan Feyizoğlu





Petrol, günümüz sanayisinin en önemli hammaddelerinden birisi olma özelliğini koruyor. Birçok savaşın nedeni, dünya kamuoyuna sunulanın veya gösterilenin aksine tamamiyle farklı nedenlerden çıkmıştır. Savaşların hemen hepsinin kökeninde ekonomik çıkarlar yatmaktadır.

Birinci Dünya Savaşı’nın ana nedenlerinden birinin, Orta Doğu’daki petroller üzerinde İngiltere ile Almanya’nın rekabeti olduğu bilinen bir gerçektir. Savaş sonrasında Türkiye, ya da o dönemdeki varlığıyla Osmanlı İmparatorluğu petrol bölgelerini çeşitli nedenlerle kaybetmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti döneminde petrol konusu nasıl gelişti kısaca göz atalım.
Türkiye’de ilk Petrol Kanunu, 1926 yılında kabul edildi. 1933 yılına kadar önemli bir gelişme olmadı. 1933 yılında, petrol arama girişimlerini düzenlemek amacıyla “Petrol Arama ve İşletme İdaresi” kuruldu. Bu teşkilat eliyle ilk sondaj işlemi, 1934 yılında yapıldı. 1935 yılında, her çeşit maden arama çalışmalarını bir elden yürütmek amacıyla, Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü (MTA) kuruldu. Petrol Arama ve İşletme İdaresi de bu kurum içinde Petrol Grubu Direktörlüğü adıyla çalışmalarına devam ettirildi.
Petrol Arama ve İşletme İdaresi’nin yaptığı çalışma sonucu ilk petrole, 1940 yılında, Raman bölgesinde, 1951 yılında da Garzan’da rastlanmıştı.
7 Mart 1954 tarihinde kabul edilen 6327 sayılı kanunla Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) kuruldu.

Gittikçe artan sayıda sondaj çalışması sonucu Türkiye, petrol tekellerinin pazarı olmaktan çıkmaya başlamıştı.
Türkiye’nin tüketici olmaktan üretici olmaya geçmeye başlaması uluslararası petrol tekellerini rahatsız etmiş, bunun önlenmesi için açık-gizli her türlü yol denenmiş ve denenmeye günümüzde de devam edilmektedir.
Uluslararası petrol tekellerinin engellemelerini kırmak amacıyla Türk kamuoyu da, gerekli tepkisini zaman zaman göstermiştir. Bazı dergi ve gazetelerin konuya duyarlı yaklaşması sonucu, 1963 yılından itibaren kamuoyunun tepkisi ortaya çıkmıştı.
Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) da, 1965 yılında, daha fazla sayıda kuyu açabilmek ve daha fazla petrol çıkartabilmek için çaba harcamaya başladı. Fakat bu konuda uluslararası petrol şirketleri tarafından çeşitli engeller olduğunu görünce, sorunu, kendisini destekleyebilecek örgütlere götürerek yardımlarını istedi.
TPAO’nun daha fazla kuyu açarak petrol çıkartma isteğini dönemin bazı öğrenci örgütleri destekledi ve sorunu ulusal bir anlayışla sahiplendi.
İstanbul Teknik Üniversitesi Öğrenci Birliği (İTÜ-ÖB), yaptığı çalışma sonunda şu tesbite varmıştı:
“Türkiye’de 11 yabancı şirket ve 1 yerli petrol şirketi olan TPAO vardır. 11 yabancı şirket her biri sekizer kuyu açarak toplam 88 kuyu, TPAO ise ancak sekiz kuyu açabiliyor. TPAO, daha fazla kuyu açmak istemekte, fakat zamanın hükümeti buna izin vermemektedir. 11 yabancı petrol şirketinin çıkarttığı petrol TPAO’nun çıkarttığı petrol kadar ancak olmaktadır. 11 yabancı petrol şirketi, Türkiye’de petrol üretmek değil, petrol bölgelerini üretime kapatmak için çalışma yapmaktatır. Ayrca, ürettikleri petrolü de Türkiye’ye, Avrupa ülkelerine sattıkları petrolden % 35 daha fazla pahalıya satmaktadır.”
İstanbul Teknik Üniversitesi Öğrenci Birliği (İTÜ-ÖB), elde ettiği bu bilgileri kamuoyuna duyurmak amacıyla, 13 Ocak 1965 günü, bir basın toplantısı düzenleyerek kamuoyuna açıklamış, bunun ardından “Milli Petrol” başlığı altında bir kampanya başlatmıştı.
Sokaklara, “ Vatandaş yerli petrol kullan ”, “ Petrolünü Petrol Ofis’ten al ”, “ Yabancı petrole hayır ”, “ Petroller millileştirilecektir ”, “ Kahrolsun Yabancı Petrol Şirketleri ” gibi savsözler yazılır.

Kampanyaya, Türkiye Milli Talebe Federasyonu (TMTF) ile Orta Doğu Teknik Üniversitesi Öğrenci Birliği (ODTÜ-ÖB) de katıldı.

“Milli Petrol” kampanyası, toplumun değişik kesimlerince olumlu tepkiler aldı ve kamuoyunca benimsendi. Bu nedenle sorun, kampanyanın dışına taşmış ve gerçekleştirilmesi gereken bir amaç haline dönüşmüştü. Bu amacın gerçekleşmesi için de 19 Aralık 1966 günü, kurulduğu resmen kabul edilen ve şimdi bazı kişilerce çoktan unutulan bir dernek faaliyete başladı.
19 Aralık 1966 günü kurulan derneğin, 2 Ocak 1967 günü gazetelerde yayınlanan tüzüğünde özetle şu bilgiler yer almaktadır:
Derneğin ismi, “Türkiye’nin Petrol ve Madenlerini Koruma Derneği”dir.
Derneğin adres merkezi, Ankara’da Yenişehir, Adakale Sokak, 28 numaradaydı.
Derneğin amacı şöyleydi:


A) Türkiye’nin Petrol ve Madenlerini Koruma Derneği’nin başta gelen amacı, petrol ve maden kaynaklarımızın egemenliğimize, milli güvenliğimize ve yurt ekonomisine en uygun bir şekilde bulunup geliştirilmesine, değerlendirilmesine ve memleketin petrol ve maden ihtiyacının yurt ekonomisine ve Milli Savunma ihtiyaçlarına en uygun surette karşılanmasına hizmet etmektedir.
B) Dernek, yukarıdaki ana amacın yanında, iktisadi hayatın kilit noktalarını teşkil eden sinaî müesseselerin memleket yararına kurulmasını ve işlemesini sağlama amacıyla da hukuki imkânların müsaadesi oranında gereken işlem ve eylemlerde bulunur.”

Dernek bunun için, ne yapması gerektiğini tüzüğündeki üçüncü maddesinde şöyle açıklamıştır:

“ 
A) Özellikle Türkiye’nin petrol ve maden, kaynak ve rezervlerine, petrol ve maden alanındaki ihtiyaçlarına manevi bekçilik yapmak amacıyla kurulan Derneğin, amacına ulaşabilmek için faydalanacağı araçların başlıcaları, incelemeler yapmak ve yaptırmak, tartışmalar, toplantılar, konferanslar, kongreler, eğitici kurslar, geziler düzenlemek, makale, gazete, dergi, broşür, kitap bastırmak ve dağıtmak, burslar vermek, aynı amaçla fotoğraf yayınları yapmak, sergiler hazırlamak, filmler çevirmek, çevirtmek ve oynatmak, radyo yayınları yaptırmak ve bunlara benzer faaliyetlerde bulunmaktadır.

B) Dernek, gerek petrol ve maden alanındaki tesislerin, gerek memleketin kilit noktasındaki sinaî teşebbüslerin memleket yararına işlemesini sağlamak amacıyla ilgili müessese ve teşebbüslerde pay sahibi ve bu alandaki derneklere üye olabilir.”

Tüzüğün 4. maddesinde derneğin kurucuları soyadına göre sırasıyla şöyleydi:

Hilmi Akın (Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi), 
Yücel Akıncı (Türkiye Milli Talebe Federasyonu Genel Başkanı), 
Prof. Muammer Aksoy (SBF öğretim üyesi, Kurucu Meclis Anayasa Komisyonu üyesi), 
Prof. Dr. Muzaffer Aksoy (İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi), 
Prof. Dr. Haydar Arseven (İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi), İffet Aslan (Yazar-gazeteci), 
Doğan Avcıoğlu (Gazeteci, Kurucu Meclis Anayasa Komisyonu üyesi), 
Orhan Birgit (Yazar, İstanbul milletvekili), 
Doç. Dr. Tuncer Bulutay (SBF öğretim üyesi), 
Doç. Dr. Turgut Cansever (Yüksek mühendis-mimar), 
Behçet Kemal Çağlar (Şair), 
İbrahim Çamlı (Yazar-gazeteci, İstanbul Petrol Rafinerisi A. Ş. Basın Müşaviri), Rauf Çapan (Avukat), 
Ali İhsan Çelikkan (Milletvekili), 
Özer Derbil (Avukat, Türkiye Petrolleri eski Genel Sekreteri ve Petrol Ofisi eski Genel Müdür Muavini), 
Prof. Dr. Lütfi Duran (İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi), Cengiz Ekinci (Milletvekili), 
Bülent Ecevit (Yazar, Zonguldak Milletvekili), 
Fikret Ekinci ( Yazar, Hukukçu), 
Mehmet Erdemir (Yüksek Elektrik Mühendisi, Etibank Müşaviri), 
Refik Erduran (Yazar, Milliyet’te gazeteci), 
Muammer Ertem (Manisa Milletvekili), 
Numan Esin (Eski Milli Birlik Komitesi üyesi), 
Gökhan Evliyaoğlu (Yazar, Gazeteci, Eski Milletvekili), 
Prof. Dr. Turhan Feyzioğlu (Kayseri Milletvekili, Kurucu Meclis Üyesi), 
Hüseyin Günday (Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı İkinci Başkanı), 
Ecvet Güresin (Yazar, Cumhuriyet’te gazeteci), 
Suphi Gürsoytrak (Tabii Senatör), 
Recai İskenderoğlu (Diyarbakır Milletvekili), 
Prof. Dr. Enver Ziya Karal (Ankara Üniversitesi Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi öğretim üyesi, Kurucu Meclis Anayasa Komisyonu Başkanı), 
Suphi Karaman (Tabii Senatör), 
Arslan Başer Kafaoğlu (Devlet Planlama Teşkilatı eski uzmanı, Türkiye Petrolleri eski Mali Müşaviri), 
Kâmil Karavelioğlu (Tabii Senatör), 
Ahmet Güryüz Ketenci (Türkiye Milli Talebe Federasyonu Genel Başkanı), 
Doç. Dr. Metin Kıratlı (SBF öğretim üyesi), 
Sadi Koçaş (Senatör), 
Sami Küçük (Tabii Senatör), 
Prof. Aziz Köklü (SBF Öğretim Üyesi), 
Alp Kuran (Hukukçu, Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı Başkanı), 
Doğan Nadi (Yazar, Cumhuriyet’te Gazeteci), 
Nadir Nadi (Yazar, Gazeteci, Senatör), 
Hüdai Oral (Denizli Milletvekili), 
Faruk Önder (Konya Milletvekili), 
Muzaffer Özdağ (Milletvekili, Milli Birlik Komitesi Üyesi), 
Doç. Dr. Çetin Özek (İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi), Mehmet Özgüneş (Tabii Senatör), 
Prof. Ragıp Sarıca (İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi ve Kurucu Meclis Anayasa Komisyonu Üyesi), 
Prof. Bahri Savcı (SBF Öğretim Üyesi, Kurucu Meclis Anayasa Komisyonu Üyesi), İlhan Selçuk (Yazar, Cumhuriyet’te Gazeteci), 
İlhami Soysal (Yazar, Akşam’da Gazeteci, Kurucu Meclis Üyesi), 
Doç. Dr. Mümtaz Soysal (SBF Öğretim Üyesi), 
Dr. Atilla Sönmez (SBF öğretim üyesi), 
Prof. Dr. Cahit Talas (SBF Öğretim Üyesi, Kurucu Meclis Üyesi), 
Dr. İhsan Topaoğlu (Türkiye Petrolleri Genel Müdürü ve İPRAŞ İdare Meclisi Başkanı), 
Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya (İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi, Kurucu Meclis Anayasa Komisyonu Üyesi), 
Halil Tunç (Türk-İş Genel Başkanı), 
Haydar Tunçkanat (Tabii Senatör), 
Dr. Baran Tuncer (SBF öğretim üyesi), 
Seyfettin Turan (Yazar), 
Melih Tümer (İktisatçı), 
Muhtar Uluer (Eski Sanayi Bakanı), 
Hayrettin Uysal (Milletvekili, öğretmen, TÖDMF Genel Başkanı), 
Tahsin Yalabık (Yüksek Maden Mühendisi, Etibank Genel Müdürü), 
Prof. Fehmi Yavuz (SBF Öğretim Üyesi, Kurucu Meclis Üyesi), 
Ahmet Yıldız (Tabii Senatör), 
Lebit Yurdoğlu (Milletvekili, Eski Köy İşleri Bakanı).

Yönetim Kurulu üyeleri de şöyledir:

 Muammer Aksoy, İffet Aslan, Özer Derbil, Mümtaz Soysal, Cahit Talas, İhsan Topaloğlu, Tahsin Yalabık.

1977 yılına gelindiğinde, Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı petrol şirketleri, üretimi kısarak, iç pazarda büyük bir sıkıntı yaratmıştı.
Dönemin Başbakanı, bu sıkıntıyı, “ Petrol vardı da biz mi içtik? ” şeklinde açıklamıştı.

“ Aman petrol, canım petrol ” diye bir şarkı bestelenmiş, hatta bunu söyleyen şarkıcı, bu şarkıyla uluslararası bir şarkı yarışmasına da katılmıştı.
1978’e gelindiğinde Türkiye’de petrol sıkıntısı had safhaya varmıştı.
Petrol krizi olmasına rağmen her ne hikmetse en büyük petrol rafinerisi olan ATAŞ rafinerisinde, 21 Haziran 1978 günü grev kararı alınmıştı. Bunun yanısıra, Rusya’nın Türkiye’de petrol arayacağını açıklaması üzerine Batılı yabancı petrol şirketleri, Türkiye’de benzin satışını 24 Haziran 1978 tarihinden itibaren durdurmuştu.
ABD, petrol üzerinde hakimiyet kurmak amacıyla, önemli bir petrol üretim sahası olan Irak’a yönelik bir savaş planlamış, değişik bahaneler uydurarak bunu uygulamıştır.
ABD Enerji Bakanı Spencern Abraham, 21 Eylül 2002 Cumartesi günü yaptığı açıklama, “ABD’nin petrol için yalvarmayacağını” ifade ederek, “Üreticiler işleri nasıl kendi bildikleri gibi yürütüyorlarsa, ABD’de de öyle yapacak” demişti.
ABD’nin Irak ile girmek istediği savaşa dünya kamuoyu “hayır” demiş ve bu konuda savaş karşıtı büyük gösteriler yapılmıştı.
28 Eylül 2002 Cumartesi günü, Londra’da yapılan ve 350 bin kişinin Irak’a saldırıya karşı çıktığı gösteride bir konuşma yapan Londra Belediye Başkanı Ken Livingstone, “Bütün bunlar petrol için... Bunu anlamıyacak kadar aptal insan yok İngiltere’de” demişti.
ABD ve İngiltere, “ Bir Damla petrol, İnsandan daha değerlidir ” anlayışıyla hareket ediyor.
Irak’da 100 binin üzerinde sivil öldürüldü ABD, İngiltere ve işbirlikçileri tarafından.

Yeni Dünya Düzeni ” adı altında, emperyalist güçler tarafından çapulculuk, yağma, talan, soykırım devam etmekte.
Türkiye’nin Petrol ve Madenlerini Koruma Derneği ” nin kuruluşunun üzerinden yaklaşık 39 yıl geçti.

Şimdiki duruma kısaca bir bakalım.

Petrolün MillileştirilmesiP ” eyleminden, petrol dahil herşeyin özelleştirilmesi kararlarının alındığı, ayrıca, Türkiye’yi de doğrudan ilgilendiren bir savaş ortamı içindeyiz. Türkiye’nin en büyük kamu kuruluşu olan TELEKOM özelleştirildi. TÜPRAŞ, özelleştirildi. ERDEMİR, özelleştirilmeye çalışılıyor.
11-12 Ağustos tarihli gazetelerde yer alan bazı bilgilere göre, AKP hükümetinin Maliye Bakanı ve Özelleştirmeden Sorumlu Bakanı Kemal Unakıtan, Mustafa Kemal döneminde kurulan ve adını Mustafa Kemal’in verdiği “Sümerbank” kuruluşu için “Sümerbank’ı bitirdik. Biz, yakında adını bile tarihten sileceğiz.” açıklamasını yapmış.
Özelleştirme denilen konuda o kadar pervasızca hareket ediliyor ki, ekonomi sektörünün önde gelen kuruluşlarından Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu bile bundan rahatsızlık duymuş ve özetle şu açıklamayı yapmıştı:
“Küresel oyuncu mu olacağız, yoksa taşeron mu: Eğer küresel oyuncu olacaksak, Turkcell, Erdemir, Tüpraş gibi şirketler ülkemizin küresel oyuncu olmasında rol alacak şirketlerdir. Global dünyada gücünü birleştirmezsen büyüyemezsin; büyüyemezsen yok olmaya, taşeron, amele olmaya mahkûmsun.”
Tarih yazılmış. O tarih kanla, onurla yazılmış. Kimse silemez. Silinir.
Buna iki yiğit ve onurlu insandan bahsederek örnek vermek istiyorum.
Birinci Dünya Savaşı ile Türk Milli Kurtuluş Savaşı, insanı duygulara boğan nice kahramanlıklara, fedakârlıklara, cesaretlere, yiğitliklere sahne olmuştu.
Bu isimsiz kahramanlardan bir tanesi Süleyman Askeri’dir. Süleyman Askeri, Osmanlı Devleti’nin hakimiyetinde olan Prizren’de 1884 yılında doğdu. 1902’de Harb Okulu’nu bitirdi. İttihat ve Terakki üyesiydi. 1909-1911 yıllarında Osmanlı Devleti’nin hakimiyetinde olan Bağdat’ta jandarma komutanlığı görevinde bulundu. 1912’de Osmanlı Devleti’nin hakimiyetinde olan Trablusgarp’ta ve Bingazi’de Mustafa Kemal’in emrinde İtalyan emperyalist güçlerine karşı gerilla savaşı yaptı. 1913’te Enver Bey’in komutasındaki 10. Kolordu Kurmayında çalıştı.
Emperyalist güçlerin Edirne’ye saldırdığı dönemde Edirne’nin kurtarılmasında büyük çabalar gösterdi. Emperyalist işgalci güçlere karşı Batı Trakya’da kurulan Türk Devleti’nin yöneticisi olarak gerilla savaşı uyguladı.
1914’te Osmanlı Devleti’nin hakimiyetinde olan Basra’da valilik ve merkez komutanlığı yaptı. İngiliz emperyalizmine karşı direndi ve Teşkilatı Mahsusa adına gerilla birlikleri oluşturdu. Basra’nın güneyinde Şuaybiye çatışmasında yaralandı. Emperyalist İngiliz güçlerine ve uşaklarına esir düşmemek için Süleyman Askeri, Nisan 1915’te, intihar etti. Nuri Conker’in kayınbiraderiydi.
İkinci örnek Türk Kurtuluş Savaşı’ndan... Ankara’da, Meclis’ten olağanüstü yetkiler almış olan Mustafa Kemal, 22 Ağustos 1921’de, tüm cephedeki askerlere, emperyalist işgalcilere karşı hücum emri verdi. Başkomutan Mustafa Kemal, Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak ve Batı Cephesi komutanı İsmet İnönü, 26 Ağustos 1921 tarihinde sabaha karşı saat 03.30’de Afyonkarahisar’ın Kocatepe mevkii’nin yanındaki çadırlı ordugahta bulunuyor, savaşı yönetiyorlardı.
Bu cephede gizlice konuşlandırılmış 200 top vardı ve verilen emirle topçu ateşi başladı.
Saat 09.00’da 23. Tümen Belentepe’yi işgalci emperyalist güçlerden ve onlara hizmet eden Yunanlı uşaklarından kurtararak ele geçirdi
Aynı saatlerde Yarbay Salih Omurtak’ın komutasındaki 61. Tümen, Kazuçuran mevkiini emperyalist işgalci güçlerden ve onlara hizmet eden Yunanlı uşaklarından kurtararak ele geçirdi. Süvari tümen, emperyalist işgalci güçlerin askerlerine doğru ilerliyordu ve emperyalist işgalci güçlere hizmet eden Yunan askeri cephesinin gerisine sızmak üzereydi.
Çiğiltepe karşısındaki durum ciddiyet arzediyordu. Bu tepe karşısındaki 57. Tümen nedense bir türlü ilerleyememişti.
Mustafa Kemal, bu tümenin komutanı Albay Reşat Paşa’yı telefonla aradı.
“- Reşat Paşa, hâlâ hedefinize ulaşamadınız. Bir sorun mu var?”
“- Yarım saat sonra ulaşacağız efendim. Söz veriyorum.”
“- Peki, size güveniyorum.”
Yarım saat dolalı hayli olmasına rağmen Çiğiltepe düşmemişti. Mustafa Kemal, Albay Reşat Paşa’yla konuşmak istedi. Telefona Üsteğmen Bozkurt Kaplangı, çıktı.
“- Albay Reşat Paşa’yı istemiştim.”
Üsteğmen Bozkurt Kaplangı, ağlamaklı:
“- Reşat Paşa, az önce intihar etmiş efendim. Size bir açıklama bırakmış.”
“- Oku.”
“- Peki okuyorum: Yarım saat içinde size o mevzii almak için söz verdiğim halde sözümü tutamamış olduğumdan dolayı yaşayamam.”
Üsteğmen Bozkurt Kaplangı, Başkomutan Mustafa Kemal’in sözlerini ağlayarak dinledi.
“Başkomutanlık Meydan Savaşı”, zaferle sonuçlandı.
Türk Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanması Subay Süleyman Askeri ve Albay Reşit Paşa gibi onurlu milliyetçilerin bu tür davranışları sayesinde olmuştu.
Onlar ve onun gibi yiğitler, bizim kahramanlarımızdır.
Tarih ve Türk toplumu onları hiçbir zaman unutmayacak.
Subay Süleyman Askeri ve Albay Reşit Paşa gibi yiğit ve onurlu insanlar, Türk toplumunda her zaman var ve hazır.

http://www.turksolu.com.tr/ileri/26/feyizoglu26.htm


..