PYD etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
PYD etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ekim 2018 Cumartesi

PKK - CUMHURİYETİ VE AK - PARTİ., BÖLÜM 12

PKK - CUMHURİYETİ VE AK - PARTİ., BÖLÜM 12


Derin kanatla birlikte çalışan ancak pek bilinmeyen diğer isim Baki Gül ise ‘Derin’ kadronun önemli ayağını oluşturuyor. PKK yanlısı TV ve gazetelerde boy 
göstermesiyle tanınan Gül’ün geçmişinde izah etmekte zorlandığı karanlık noktalar bulunuyor. Sümen altı edilen 300 kişilik listede adı kırmızı kalemle çizilenlerden. Gül’ün karanlık ilişkileri örgüt içinde de biliniyor. Tunceli 
merkeze bağlı Okurlar nüfusuna kayıtlı 1974 doğumlu Gül’ün adı ‘derin kadronun basıncısı’ olarak geçiyor. 2001 yılında adı listede olmasına rağmen Kuzey Irak’ta 
gerçekleştirilen basın konferansına katıldığını tanıklar anlatıyor. Zaman zaman kırsalda bulunan, örgüt kamplarını dolaşan Gül, ‘PKK medyasının her şeyi’ olarak da anılır. 2004 yılında hakkında örgüt üyeliğine dair çok sayıda belge ve delil olmasına rağmen adliyede serbest bırakılması kafaları karıştırdı. Çünkü kendisinden daha az örgüt bağlantılı olan arkadaşları tutuklanıp cezaevine 
gönderilirken, o ‘gizli el’in kurtardıkları arasındaydı. 

KCK/PKK içinde başlayan ve giderek derinleşen diğer bir kavga Alevi-Sünni çatışması. Derin Alevi kanat çözüm istemiyor ve sürecin bu şekilde devam etmesinden yana. 

Örgütte hayli etkili konumda olan Aleviler KCK/PKK yapılanmasını da şekillendirecek güce sahip. Ancak Sünni PKK’lılarla son dönemde araları açılıyor. Önce Zazalarla çatışmaya giren Aleviler onları örgütten uzaklaştırmayı 
başardı. Şimdi ise Sünni örgüt mensuplarını sindirmeye çalışıyorlar. Kendilerinden yana olmayanları yetkisizlendiren Derin Alevi kadro şu anda örgütün tek hâkimi durumunda. Onlar KCK’yı yönlendirdiği gibi, örgüt adına resmî görüşmeleri de yapıyor. Mustafa Karasu isminin sık sık görüşmelerde geçmesi boşuna değil. 

KCK yapılanması şeması içinde siyasi alan kısmında yer alan Kürdistan Aleviler Birliği, tam bir örgüt okulu olarak çalışıyor. KCK bir dönem DHKP-C’nin etkili 
olduğu ve kullandığı Alevi vatandaşlarımızı aynı yöntemle kullanıyor. Daha çok “Ali’siz Aleviliği” savunan ve İslamiyet karşıtı bir propaganda yürüten örgüt, Alevileri, dinî duygularını istismar ederek örgüte kazandırıyor. 

İstihbarat birimleri, son dönemde örgüte katılanların dinî-mezhebî profilini çıkarmış. Buna göre, örgüte katılanların yüzde 60’ı Alevi kökenli, yüzde 35’i Sünni, yüzde 5’i ise diğer dinlere mensup. 

Aslında bu durum geçmişten beri devam ediyor. 300 kişilik listede Tuncelili ve Alevi olarak geçenlerin sayısı ise 25. 

KCK, Kürtleri fişliyor KCK/PKK yapılanmasının kent meclislerine bağlı mahalle örgütlenmeleri adı altında istihbarî bilgi toplama dışında bölgede yaşayan Kürt 
vatandaşları da bir bir fişlediği ortaya çıktı. Operasyonlarda ele geçirilen dokümanlar arasında çok sayıda kişiye ait özel bilgilere ulaşıldı. Bu bilgiler 
Diyarbakır merkeze gönderilmek üzere her ilin Kent Meclisi tarafından tanzim ediliyor. 28 Şubat’takileri aratmayan türden fişlemeler dikkat çekici ayrıntılar 
içeriyor. Örneğin, bir şahısla ilgili fişlemede maaşı, kaç çocuğu olduğu, çocuklarının yaşı, hangi okula gittikleri, bir cemaat veya vakıfla ilgisi olup olmadığı gibi bir dizi soruya cevap aranıyor. A. isimli şahıs hakkında tutulan 
fişleme raporunda şöyle deniyor: “Bu Kürt bizden değildir. Kendisi Kürt, karısı Kürt ve yerli olmasına rağmen örgüte yardım ve destekte bulunmuyor. Üç çocuğu var. Bir çocuğu … cemaatine ait okuma salonuna gidiyor. 

Ama büyük kızı bir yere gitmiyor, biz bunu kullanabiliriz. Ayrıca aile namaz kılıyor ve x televizyonlarını seyrediyor. Küçük oğulları girdiği sınavlarda başarılı oluyor, xx dershanesine devam ederse gerçek bir Kürt olmaktan çıkacaktır. 
Bu ailenin en az bir ferdini kazanmalıyız.” Kişilerin ne zaman eve girip çıktıkları, hangi komşularıyla samimi oldukları dahi fişlemelerde yer alıyor. 

Gizlenen listeden bazı isimler 2001 tarihinde hazırlanan, dağdaki teröristleri kapsayan ancak onlara yardım eden veya onlarla irtibatlı olanların da yer aldığı 
listede ilginç isimler bulunuyor. 
    Bugün KCK yapılanmasında da bu isimleri görmek mümkün. Söz konusunu listede şu anda örgütten ayrılanlar da var. 

Bunlardan biri Osman Öcalan. Hâlen geçerli olan isimlerden bazıları ise şöyle: 

Zübeyir Aydar, Remzi Kartal, Rıza Altun, Duran Kalkan, Murat Karayılan, Ali Haydar Kaytan, Gülüşan Sever, Sakine Cansız, Nilüfer Koç, George Aryo, Gönül Tepe, Nuriye Kespir, Muzaffer Ayata, Sabri Ok, Makbule Eksen, Dündar Alparslan, Cemil Bayık, Mustafa Karasu, Dursun Ali Küçük, Pınar Yıldırım, Mustafa Okçu, Suna Parlak, Rukiye İncesu, Baki Gül, Reşat Ok, İrfan Dündar, Mahmut Şakar, Osman Özçelik, Hüseyin Cengiz, Fatma Gül, Mehmet Gündüz, Nedim Seven, Ruhşen Mahmutoğlu, Hamit Bayram, İsmet Öğet, Fehmi Atalay, İsmail Nazlıkul (Kasım Engin), Nurettin Demirtaş, Sebehat Tuncel, Bengi Yıldız, Nejdet Atalay, Lokman Özdemir (37). 

Akit'in Ankara Temsilcisi ve Yazarı Yener Dönmez, Öcalan'ın orijinal el yazısı ile verdiği eylem talimatına ulaştı. Mektubu Öcalan Temmuz 2011’de yollamıştı. 

Öcalan'ın İmralı'dan örgütü yönettiği; avukatları aracılığıyla sözlü ve yazılı talimatlar ilettiği çokça yazıldı çizildi.. Ama bizzat Öcalan'ın kaleme aldığı 
böyle bir mektuba hiçbir gazeteci ulaşamamıştı. 10 sayfalık bu mektup çoğaltılarak tüm örgüt üst yöneticilerine dağıtılmıştı. Nitekim mektup Siirt Pervari'de 19 Ağustos 2011'de güvenlik güçleriyle girdiği çatışmada ölü ele geçirilen sözde Botan Eyalet Sorumlusu Zerdeşt Kod adlı Ali Gezer'in cebinden çıktı. Öcalan'ın mektubu örgüt yöneticilerine avukatları aracılığı ile ulaştırıyordu. 
Öcalan'ın önceden kaleme aldığı 10 sayfalık talimat mektubunu avukatlarına, emniyet güçlerinin ele geçirdiği tarihten 23 gün önce yani 27 Temmuz 2011'de yaptığı görüşmede verdi. KCK operasyonunda gözaltına alınan avukatların Öcalan'dan aldıkları talimat mektubunu çoğaltarak, BDP ve KCK yöneticileri üzerinden Kandil'deki örgüt yöneticilerine ulaştırmıştı. Mektubun bir başka nüshasının ise PKK'ya yakın olan ANF ve Roj Tv gibi yayın kuruluşlarına dağıtıldığı ve bu sayede kamuoyunun yanlış yönlendirilmeye çalışıldığı ortaya  çıktı.    
Şok mektupta terörist başı, PKK militanları ve KCK yöneticilerine talimatlar yağdırıyor; örgütün pasif durumdan çıkarak, aktif olarak eylemler yapmasını 
emrediyordu. Öcalan, mektubunda şöyle diyordu: “Kandil de, BDP de şunu bilmeli, ikide bir ‘Biz halkı tutamıyoruz, biz kitleyi durduramıyoruz, kitle patlama noktasındadır' diyorlar. Bırak o zaman patlıyorsa patlasın. ‘Sorun çözülmez ise devrimci halk savaşını başlatırız, savaşa da barışa da hazırız' diyorlar. Seni tutan mı var, yap! Yapar mısın yapamaz mısın sen bilirsin.” 

Nitekim mektuptan 23 gün sonra 19 Ağustos'ta örgütün sözde Botan Eyalet Sorumlusu Zerdeşt Kod adlı Ali Gezer'in asker kıyafetiyle şehre inerek, Pervari'de karakola saldırı gerçekleştirmiş, çıkan çatışmada ölü ele geçirilmişti. Öcalan'ın talimat mektubu bu örgüt yöneticisinin cebinden çıkmıştı. 19 Ağustos 2011'deki bu saldırıyı gerçekleştiren Zerdeşt Kod adlı Ali Gezer ile Ferzat Nucevan adlı PKK'lı alkollüydü. Teröristlerin adli tıp raporlarında incelemenin iki gün sonra yapıldığı ve saldırı anında teröristlerin yaklaşık 150 promil alkollü 
oldukları tespitine varıldı. Başbakan Erdoğan, örgüt yöneticilerine ulaştırılmış olan bu şok Öcalan mektubundan haberdar edildi. Devletin zirvesinde bir dizi 
görüşme gerçekleştirildi. Başbakan Erdoğan ve devletin zirvesine, Öcalan'ın dağa nasıl eylem talimatı verdiğinin yol haritası en ince ayrıntılarına kadar anlatıldı. Öcalan'ın avukat görüşmelerinin engellenmesi kararı, ele geçen bu 
mektup ve ardından yapılan görüşmeler üzerine alındı. Böylelikle Başbakan Erdoğan'ın “Öcalan İmralı'dan PKK'ya talimatlar verdiği için görüşmeleri 
yasaklandı” açıklamasının perde arkası aralanmış oldu. Terörist başının 10 sayfa olarak kaleme aldığı mektubun tamamı incelendiğinde PKK ve KCK'ya yönelik 
talimatların yer aldığı göze çarpıyordu. Öcalan mektupta örgütün artık pasif durumdan çıkmasını ve aktif olarak eylemler yapmasını emrediyordu. Öcalan'ın mektubunda Kandil ve KCK'yı pasif davranmak ve eylem yapmamalarından dolayı sıkça eleştirmesi de dikkat çekiciydi. Terörist başı çokça “sözün bittiği yerdeyiz” ifadesini kullanarak, artık silahlı olarak devrimci mücadelenin olması gerektiği uyarısında bulunuyordu. 

Başbakan Erdoğan ve Türkiye'ye hakaretler savuran Öcalan, Mektubunda iki gazetecinin isminden ise olumlu bahsediyordu. Bunlar Cengiz Çandar ile Ahmet Altan idi. Öcalan mektubunda direkt Taraf Genel Yayın Yönetmeni ve Yazarı Ahmet Altan ve Radikal Yazarı Cengiz Çandar'a hitap ediyordu. Terörist başı mektubunda Cengiz Çandar'ın Kürt raporuna ilişkin “Cengiz de bir şeyler yazmış. Bir şeyler anlatıyor ama o da derinliğini anlamamış. Çok yetersiz kalıyor. Hepiniz birbirinize benziyorsunuz, Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş” diyordu. 

Öcalan mektupta şunları söylüyordu: “Açık bir şekilde KCK'ye de, Devlete de söylüyorum. Beni taşeron olarak kullanamazsınız. KCK de beni taşeron olarak 
kullanıyor. AKP de gelen heyeti taşeron olarak kullanıyor. Her iki taraf da beni taşeron olarak kullanmaya çalışıyor.” 

 “Kandil de bana ‘Yazdıklarınızdan çok istifade ediyoruz, önümüzü aydınlatıyorsunuz' diyor. Her iki taraf da beni idare ediyor. Aslında bu bir şantajdır. Her iki tarafın da beni taşeron olarak kullanmasına son veriyorum. Bugün itibariyle buna son veriyorum.” 

 “Türkiye de ikide bir ‘ Bitireceğiz, şöyle bitireceğizdiyor. Eğer bitirmezsen senden daha rezili yoktur. İşte ‘İşte Sri Lanka gibi olacak' diyorlar. Eğer 300 uçağı kaldırıp Kandil'i bombalamazsan, Eritemezsen sen de şerefsizsin. Sen de hazırsan Sri Lanka olmadığını ispatla o halde...” 

“Ahmet Altan yazısında savaşın gümbür gümbür geldiğini, bunu durduracak tek kişinin ben olduğumu yazıyor. İyi de ben burada ayda-yılda bir yaptığım bir-iki 
saatlik görüşmeyle mi bunu başaracağım? Yapabiliyorsa o koşullarda gelsin kendisi yapsın. Ona söylemeli Öcalan rolünü oynaması için hükümetin adım atması lazım, irade göstermesi lazım. Onlar da üzerine düşeni yapmalı. 30 
yıldır Kandil tüm yükü omuzlarıma atmış. Kandil'i de uyarıyorum. 30 yıl dışında 13 yılda burada sırtımda taşıyorum. Benim bu önderlik tarzıma alışmışlar. Benden bu Önderlik tarzımdan sürekli yardım almaya çalışıyorlar. 

BDP onlar o kadar konuşacaklarına doğru-dürüst karar versinler. Kararlarını da uygulasınlar.” (38). 

Başbakan Erdoğan, Ekim 2011’de Makedonya’ya yaptığı gezi dönüşü uçakta gazetecilere, bazı Alman vakıflarının BDP'li belediyeler üzerinden PKK'ya yardım 
ettiklerinin tespit edildiğini açıklamıştı. Erdoğan'ın işaret ettiği Alman vakıf ve dernekleri, Heınrich Böll Stiftung Derneği, Konrad Adenaeur Vakfı, Friedrich Ebert, Friedrich Naumann isimli kuruluşlardı. Polisin yaptığı KCK operasonları kapsamında Profesör Büşra Ersanlı'yı tutuklaması Almanları kızdırmıştı. Çünkü Ersanlı, bu Alman kuruluşlardan biri olan Heınrich Böll Stiftung Derneği tarafından Türkiye'nin iç meselelerinin konuşulacağı yuvarlak masa toplantısına katılmış ve KCK’nin gölge Kürdistan devleti kurulması projesine akademik destek vermişti. 14 Eylül 2011 günü Heınrich Böll Stiftung Derneği'nin Ersanlı ile kurduğu irtibat Ersanlı'nın sorgu tutanağına da yansıdı. Soruşturmada ayrıca, KCK'nın İstanbul yapılanmasında görev alan birçok örgüt mensubunun yanı sıra Osman Kavala'nın da Heınrich Böll Stiftung Derneği'ndeki toplantılara katıldığı 
belirlendi. 

Ersanlı'nın, PKK'lı öğrencilere Marmara Üniversitesi'nde Yüksek Lisans kontenjanı ayarladığı da ortaya çıktı. Savcılık kararıyla bir süredir telefonları dinlenen Ersanlı ile Yüksel isimli bir kişi arasında geçen görüşmede, PKK'nın yayın organlarından Dicle Haber Ajansı'nda çalışan 4 kişiye Marmara üniversitesi Ortadoğu 

Enstitüsü'nde Yüksek Lisans kabulü almalarını istediği görülüyordu. Ersanlı görüşmede sınava giren 4 kişinin durumuyla ilgileneceğini söylüyordu. Ersanlı, BDP Parti Meclisi üyesiydi. Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'nde öğretim üyesi olarak çalışıyordu. Spekülatör George Soros'un Helsinki Yurttaşlar Derneği'nin kurucularındandı.

   1972 yılında TİİKP örgütü içerisindeki faaliyetlerinden dolayı tutuklanmıştı. Bu davada "Hükümetin izni olmadan belli ideolojide veya yurtdışı destekli cemiyetleri kurmak ve işletmek suçundan 15 yıl ağır cezasına çarptırılmış ama çıkarılan af kanunuyla 1974 yılında tahliye edilmişti. Eski eşi İş Adamı Mehmet Ali Zarifoğlu geçmişte TİKB örgütü mensubu olarak faaliyet gösterdiği için çeşitli tarihlerde  gözaltına alınmıştı. Doğu Perinçek'in kurucusu olduğu Türkiye İşçe Köylü Partisi'nde Faaliyet göstermiş ve 1970 yılında bu gazeteyi dağıtırken gözaltına alınmıştı. Diğer eski Eşi Lazare Cem Behar da öğretim üyesiydi. Ablası Fatma Sırma Evcan, İşçi Partisi Genel Başkanı ve halen Ergenekon davasında tutuklu yargılanan Doğu Perinçek'in eski eşiydi. Emine Büşra Ersanlı Van ve İstanbul'daki Siyaset Akademilerinde Toplumsal Cinsiyetçilik Dersleri veriyordu. 

  Ayrıca, Siyaset Akademilerinde ders verecek eğitimcileri yetiştiriyordu. Ersanlı'nın verdiği derslerde, PKK kaynaklarını kullandığı ve PKK'nın ideolojik çerçevesi içinde hareket ettiği açıktı. Örneğin derslerinde 
kullandığı ve evinde yapılan aramalarda ele geçirilen "Kadının Toplusal Sözleşmesi" isimli doküman, PKK'nın  kadın yapılanması olan Partiya Azadiya Jin a Kurdistan'ın anayasasıydı. Sözde siyaset akademilerinde sınıflara PKK'lıların isimlerinin verildiği görülüyordu. O sınıflardan bazıları şöyleydi: 

Sınıflardan birine ismi verilen Müslüm Doğan, 18 yaşında iken Abdullah Öcalan'ın yakalanışının protesto edildiği Adıyaman'da 2010 15 Şubat'ında düzenlenen 
eylemde kendini ateşe vererek hayatını kaybetmişti. Şerzan Kurt da, Muğla Üniversitesi'nde öğrenci olduğu sırada 12 Mayıs 2010 tarihinde öğrenci 
olaylarında hayatını kaybetmişti. Aydın Ertem ise, Diyarbakır Dicle Üniversitesi' nde öğrenci iken 6 Aralık 2009 tarihinde terör örgütü adına korsan gösteri ve 
yürüyüş eyleminde çıkan olaylarda hayatını kaybetmiş bir isimdi (Bugün, Habervaktim, 2011). 


Ersanlı'nın da aralarında bulunduğu KCK tutukluları tarafından Siyaset Akademileri'nde verilerin derslerin, terör örgütünün Kandil'deki kamplarında verdiği derslerle birebir aynı olduğu görülüyordu. İşte PKK'nın dağdaki kamplarda verdiği dersler ile KCK'nın Siyaset Akademileri'nde verilen derslerin karşılaştırılması: 



Abdullah Öcalan'ın talimatıyla, PKK'ya nitelikli kadrolar yetiştirmesi için kurulduğu tespit edilen siyaset Akademilerinde eğitimler veren Büşra Ersanlı'nın evinde ele geçirilen el yazması dokümanlar, siyaset akademilerinin işlevi konusunda önemli ipuçları veriyordu. Siyaset akademilerindeki eğitim müfredatı ile PKK'nın dağ kamplarındaki eğitim içeriğinin aynı olduğu görülüyor. Büşra Ersanlı'nın el yazması notlarında, PKK'nın terör örgütü listesinden çıkması gerektiğinden, Kürt devletinin kurulması için şartların uygun olduğundan, özerkliğin tek taraflı olmayacağı ama devlet kurmanın tek taraflı olabileceğinden, Kürdistan devletinde tüm kamusal alanların Kürtler tarafından yönetileceğinden bahsediliyordu. 

Büşra Ersanlı'dan ele geçirilen belgeler arasında, Siyasi Partiler ve Sivil Toplum Örgütleri Komisyonu tarafından hazırlanan bir rapor da bulunuyordu. Raporda 
iki başlık altında yapılan faaliyetlerle ilgili değerlendirmelere yer verilmişti."İkinci Etap Faaliyetimiz" başlığında; "KCK Diyarbakır davası duruşmalarına dönük 
yapılan çağrı, görüşme ve iletişimlerdir. İstanbul, Ankara ve Diyarbakır merkezli yürüttüğümüz bu çalışmada planlanan, öngörülen ve Hedeflenenlere ulaşıldığı 
gerçekleşen duruşmalar sürecinden gözlemlenerek, görülmüş" ifadelerine yer verilmişti. 2009'da Diyarbakır'da açılan KCK davasın baskı altına alınmasına 
yönelik faaliyetlerin raporlaştırıldığı görülüyordu. KCK duruşmalarına yönelik, dava duruşmalarının izlenmesi ve destek sağlanması faaliyetlerinin ilk 3 gününün değerlendirildiği raporda, KCK duruşmalarına destek veren STK, gazeteci yazarlar ve aydınlar isim isim yer verilmiş durumdaydı. Raporda Gazeteciler/Yazarlar başlığı altında, Cengiz Çandar, Ruşen Çakır, Altan 
Öymen, Oral çalışlar, Murat Belge gibi kamuoyunun yakından tanıdığı ve KCK soruşturmasına ilk günden karşı çıkan isimler dikkat çekiyordu. 11 Kasım 2010 tarihli 4 sayfalık raporun son değerlendirme cümlesinde ise; Cengiz Çandar, Oral Çalışlar, Altan Öymen ve Murat Belge'nin isimlerine tekrar yer verilerek, bu isimlerin yanısıra birçok gazeteci, düşünür ve televizyon kanalları haber ve yorumlarla beklenen istikamette bir yayın politikası izlemişlerdir ifadeleri yer aldı. KCK duruşmalarına destek veren akademisyen arasında Osman 
Kavala, Eşber Yağmurdereli ve Gencay Gürsoy isimleri dikkat çekiyordu. 

Büşra Ersanlı'nın, terör örgütü PKK'nın ortalığı savaş alanına çevirdiği molotoflu eylemlerine de katılmıştı. Ersanlı'nın, Hatip Dicle'nin adaylığının YSK'da iptalinin 
ardından 26 Haziran'da Taksim'de düzenlenen eylemde yerini aldı. Hatip Dicle'nin milletvekilliği adaylığının düşürülmesi üzerine PKK yandaşları tarafından 26 Haziran 2011'de Taksim meydanında izinsiz protesto eylemi gerçekleştirilmek istenmişti. BDP organizesinde 

Cevahir İşmerkezi önünde Halaskargazi caddesi üzerinde toplanan kalabalık, polisin izin vermemesi üzerine, yolu trafiğe kapatmış, yüzleri kapalı PKK yandaşları da etrafa molotof atarak, taşlı sopalı saldırılarda bulunmuştu. PKK 
yandaşlarının gerçekleştirdiği bu eylemlerde toplam 9 polis yaralanırken, 28 işyerinde ve park halindeki araçlarda hasar meydana gelmiş, olaylar sonrasında 42 PKK sempatizanı gözaltına alınmıştı. Operasyon öncesi şüpheler üzerine telefonları dinlenen Prof. Ersanlı'nın yaptığı bir görüşmede polis gazından etkilendiğini söylüyordu. Resmi dinleme kayıtlarına göre, Ersanlı, 22 Haziran 2011 günü Meral Danış Bektaş isimli şahısla telefonda konuşurken, polis gazı yediğini anlatıyordu. Büşra Ersanlı'nın sadece Hatip Dicle'nin adaylığının iptal 
edilmesi sonrasında değil, başka birçok PKK sempatizanının düzenlediği yasadışı protesto eylemine katıldı. Soruşturma dosyasına yansıyan başka bir bilgide 
de Ersanlı'nın PKK marşı söylediği ve Öcalan lehine sloganlar attığıydı. 

Ersanlı'nın 27 Mart 2011'de “Kürt sorununda yürütülen çözümsüzlük politikalarına tepki vermek” adı altında İstanbul Demokratik Kent Konseyi ve Barış ve Demokrasi Partisi'nin desteğiyle Taksim'de çadır kurularak bekleme 
eylemi olduğu kesindi. Bekleme eylemine katıldığı belirlenen Ersanlı'nın diğer eylemciler ile birlikte PKK terör örgütünün marşlarının söylemiş ve Abdullah Öcalan lehine slogan atmıştı. 
Soruşturma dosyasına yansıyan bu bilgiden de Ersanlı'nın, PKK yandaşlarının 22 Haziran 2011'de İstanbul Taksim'de gerçekleştirdi ği ve Tarlabaşı Bulvarı'nın trafiğe kapatılması ile İETT otobüsüne hasar verilmesi ve 1 polis memurunun yaralanması ile sonuçlanan eyleme katıldığı anlaşılıyordu (39). 

"KCK operasyonlarını eleştirenler, Türkiye'nin vücuduna yeni kanser hücreleri zerk ediyorlar"dı. Bugün gazetesinde yazan eski savcı Gültekin Avcı, KCK'nın 
HPG adına yaptığı açıklamaları sorguladığı yazısında, 'PKK'nın KCK bünyesinde bir ideolojik cephe' olduğunu ifade etti. KCK'nın gençleri dağa çağırdığını belirten Avcı, KCK'nın bu eylemlerinin dahi operasyonların bugünkü yoğunlukta yapılmasını gerektireceğine dikkat çekti. BDP'nin bir siyasi parti olmadığını belirten Avcı, "KCK'yı maskelemek ve dikkatleri üzerine çekmek için sahneye 
sürülen çekici bir mankendir." dedi ve bu partinin misyonunun "İşgal ettiği siyasal statünün hak ve imtiyazlarına dayanarak KCK'yı mümkün olduğunca 
demokratik siyasal alan içine gizlemek ve konuşlandırmak" olduğunu ifade etti. 

PKK'nın sıkça çökertilen web sitelerinden birinde TSK'nın hava operasyonunda ölen üst düzey 7 teröristle ilgili KCK açıklaması vardı. 21 Ekim 2011 tarihli 
açıklama hâlâ sitede duruyordu. Hava operasyonunda ölen teröristlerden Rüstem Cudi KCK Yürütme Konseyi üyesiydi. PKK'nın askeri aparatı olan HPG Askeri Konsey Üyesi Guhar Çekirge, HPG Askeri Konsey Üyesi Alişer Koçgiri de hava operasyonu sonucu ölenler arasındaydı. Kalan 4 kişi PKK-HPG militanıydı. KCK Yürütme Konseyi ne diyordu açıklamasında? 

"Bu değerli öncü konumundaki arkadaşlarımızın şahadeti bizler için ciddi bir kayıp ve acı verici bir olaydır. Bu değerli komutan ve savaşçı arkadaşlarımızın 
şahadetinden dolayı tüm Kürdistan halkına başsağlığı diliyoruz. Onların anısını, özgürlük mücadelesini yükselterek yaşatacağımız sözünü tüm kamuoyun önünde veriyoruz." 

Çukurca'da 24 asker evladımızın haince şehit edilmesinden sonra KCK yine açıklama yapmıştı: 
"Kürdistan halkının öz evlatları olan HPG komuta ve savaşçısının bu fedai ruhu ve performansı olduğu müddetçe hiç kimse Kürt halkının iradesini yok sayamaz ve istediği gibi saldırı yapamaz. Bu büyük devrimci eylemde şahadete ulaşan 7 HPG savaşçısının direnişi ve kahramanlığı büyük bir gerçeği ifade etmiş ve bu yiğitlerin şahsında büyük bir başarıya imza atılmıştır." 

KCK, 24 askerimizin şehit olduğu Çukurca saldırısının, hava operasyonunda öldürülen HPG teröristlerinin anısı için gerçekleştirildiğini açıkça ilan etti. 

KCK, PKK terör örgütünün askeri aparatı HPG adına neden açıklama yapıyordu acaba? 

Yapabilirdi zira PKK KCK bünyesinde bir ideolojik cepheydi. KCK'nın bu açıklamalarını özellikle KCK operasyonlarını eleştirenler okumalıydı. Hele KCK'nın şu ifadeleri her şeyi açıkça ortaya koyuyordu: 

"...Hareketimizin bütün komuta, kadro ve savaşçılarını, tüm değerli sempatizanlarını, gerillada ve serhildanda mücadeleye tüm gücüyle katılmaya, Kürdistan gençliğini gerilla saflarına katılarak kahraman şehitlerimizin anılarına sahip çıkmaya çağırıyoruz." 

Açıklamaların hepsi PKK'nın veya PKK askeri aparatı HPG'nin değil KCK'nın açıklamalarıydı. Bazı KCK körleri yazar ve akademisyenler olaya şaşı bakıyordu. Oysa KCK, Kürt gençlerini açıkça dağlara çağırıyordu. Siyaset veya piknik yapmak için değil tabii ki. Size hukukun gereği olan KCK operasyonlarını bile eleştirme haddi veren, demokratik sisteminizi koruyan güvenlik güçlerinizi kanlı 
bir şekilde kucağınıza vermek için çağırıyordu. Bu zamana kadar KCK diye bir şey bilinmeseydi de sadece bu açıklamalar görülseydi bile, KCK operasyonları nın bugünkü yoğunlukta yapılması gerekirdi. Gazeteciliği, hukukçuluğu, aydın kimliği de bir tarafa bırakın. KCK'nın bu açıklamalarını okuyan normal, orta zekâlı bir vatandaş KCK'nın PKK'dan daha vahim ve şümullü bir yapı olduğunu anlardı. Şunu artık herkes anlamalıydı: BDP diye bir gerçeklik yoktur. Böyle bir siyasal parti de yoktur. BDP, KCK'yı maskelemek ve dikkatleri üzerine çekmek 
için sahneye sürülen çekici bir mankendir. BDP'nin misyonu; işgal ettiği siyasal statünün hak ve imtiyazlarına dayanarak KCK'yı mümkün olduğunca demokratik siyasal alan içine gizlemek ve konuşlandırmaktır. Ayrıca KCK kadrolarında yoğun sayıda BDP siyasi kimliklerine görev verilmesinin sebebi, Selahattin Demirtaş ve Hasip Kaplan'ın söylemiyle "hepimiz mi teröristiz" imajıyla KCK soruşturmaları nın ciddiyetini darbelemek ve terör örgütselliğine Siyasal Meşruiyet kazandırmak tır. KCK operasyonları çok geç kaldı. Umarım kanser metastaz yapmamıştır. 
KCK operasyonlarını eleştirenler, Türkiye'nin vücuduna yeni kanser hücreleri zerk ediyorlardı (40). 

Prof. Büşra Ersanlı gözaltına alınmıştı ama 2012’de KCK davasında başta Almanya ve ABD’nin baskısıyla ilk salıverilen tutuklu olmuştu. Neymiş, acaba KCK operasyonları abartılıyor muymuş! Profesör olunca tüm suçlardan ömür boyu beraat ilamı mı veriyorlardı? General fetişizminden kurtulduk şimdi de akademisyen fetişizmi mi başlamıştı? Ersanlı'nın neden soruşturulduğu açıktı. 
Terör suçunu sadece elinde silah olanlar veya fiilen saldırıda bulunanların işlediğini kabul ederseniz, Öcalan'ı derhal serbest bırakmanız gerekirdi. Murat Karayılan'ı elinde silah adam öldürürken gören var mıydı? Ama yana yakıla arıyorsunuz adamı. 70.000 kişinin ölümüne imza atan Peru'daki Aydınlık Yol terör örgütünün lideri felsefe profesörü Dr. Guzman da elinde silah sağa sola ateş açmamıştı. 

Şamil Tayyar, BDP/ KCK/ PKK ilişkilerine dair açıklamalarda bulundu. BDP'lilerin ikili oynadığını belirten Tayyar, bunun sebeplerini açıkladı. AK Parti 
Milletvekili Şamil Tayyar, bazı BDP'li milletvekillerinin dost sohbetlerinde KCK operasyonlarını yerinde bulduklarını ifade ettiklerini fakat, PKK vesayeti 
nedeniyle bunu resmi açıklamalarına yansıtamadıklarını belirtti. Tayyar, KCK operasyonlarıyla beraber, artık şehirlerde eskisi gibi eylem yapılamadığını, eylem kabiliyetlerinin büyük ölçüde sınırlandığının herkes tarafından daha iyi görüldüğünü ifade etti. BDP’nin KCK operasyonlarına karşı sert tavır almasının altında bir inançtan öte PKK baskısının bulunduğunu, BDP’lilerin her gün ‘fırça yediğini’ ve dolayısıyla onların da bu ‘fırçanın gereğini yerine getirdiğini’ ifade eden Tayyar çok önemli de bir iddiaya da yer verdi. Şamil Tayyar, “Bazı 
BDP’li milletvekilleri dost sohbetlerinde bu operasyonların yerinde olduğunu söylüyorlar. Çünkü, bu operasyonlar arttıkça BDP’li siyasetçiler de daha özgür 
ifadeler kullanmaya başladılar. KCK operasyonları Kürt siyasetçisini, Kürt aydınını, Kürt entelektüelini özgürleştirme operasyonudur. Bunu kabul eden ve gören bazı BDP’li milletvekilleri var ve bunu özel sohbetlerde ifade ediyorlar ancak, PKK vesayeti nedeniyle resmi açıklamalarına bunu yansıtmıyorlar ve resmi platformlarda çok ağır ifadeler kullanıyorlar. 
Yani ikili oynuyorlar diyebiliriz.” dedi. 

Daha önce, PKK vesayetinin bölgede ortadan kaldırılması halinde BDP’nin Türkiye genelindeki oyunun yüzde 1’i bile geçmeyeceği iddiasında bulunduğunu ifade eden Tayyar, “Bu iddiamın hala arkasındayım.” dedi. BDP’nin şu anki yüzde 5-6 oy aralığına da Doğu ve 

Güneydoğu ile İstanbul, Mersin gibi büyükşehirlerde vatandaşların, PKK tarafından tehdit edilmesiyle ulaştığını belirten Tayyar,“Hatta Bazı BDP’li yöneticiler başka yerlere oy verme ihtimali bulunan aşiretlerin ve kurumların telefonlarını Kandil’e vererek, Kandil’den tehdit edilmelerini sağlamışlar.” diye olayı özetledi (41). 

Öte yandan terör örgütünün PKK'nın Avrupa'daki üst düzey yöneticilerinden Sabri Ok, devlet yetkililerine skandal bir mektup göndermişti. Bu devrede Türkiye'nin son dönemde PKK ile gerçek anlamda mücadelesi, Kavaklı ve Kazan Vadisi'nde yaptığı başarılı operasyonlar sonuç vermeye başlamıştı. Köşeye sıkışan, alt ekiple irtibatı kopan, yaptığı eylemlerle bölge halkı tarafından da 
ciddi tepki toplayan PKK, Ok eliyle devletteki açılımcı ekibe mektup yazarak Öcalan'ın tekrar muhatap alınması, hem askeri hem de KCK operasyonların durdurulması dahil bir dizi skandal talepte bulundu. Mektubun yazan, 
Oslo'da gerçekleşen MİT-PKK görüşmesinde PKK'yı temsil etmiş isim olan Sabri Ok’tu. PKK tarafından böyle bir mektubun devlet içindeki açılımcı kanada gönderilmesi ayrı bir tartışma konusuydu ama o mektubun içeriği PKK'nın içinde bulunduğu durumu çok açık ve net bir şekilde özetliyordu. Eğer PKK ile gerçek anlamda mücadele edilirse, askeri operasyonlar ve KCK operasyonları kesintisiz devam ederse çok değil kısa bir süre içerisinde PKK kendisi gelip masaya oturmak isteyecekti. 

 “Öldürebildiğimiz kadar Türk öldürelim” mantığıyla emrindeki örgüt üyelerine yön veren PKK yöneticisi Fehman Hüseyin'de ve örgütün Avrupa Kadrosu'nda taktik değişiklikler başlamıştı. Bu güvenlik güçlerinin başarılı operasyonları ve Kürtlerden yükselen tepkiler nedeniyle zorunlu bir değişiklikti. Çocuğu PKK  saflarında  ölen ebeveynler bile artık PKK ve BDP'ye tepki gösteriyordu. 
Kartepe feribotunu kaçıran teröristin annesinin cenazede Emniyet Amiri'ne söylediği, “Bunları görmezden gelin, bunlar bizi dinlemiyor, istemiyorum bunları”sözleri manidardı. 

PKK'ya Güneydoğu'dan ve Kürtlerden yükselen tepki örneklerini çoğaltmak  mümkündü. Bu tepkiler, terör örgütünü ciddi biçimde rahatsız etti. Bastırmak için önce şiddeti Kürtlere yönelttiler. Anne karnındaki bebeklerden, 17 yaşındaki kızların taranmasına kadar sivillere yönelik saldırılar gerçekleşti. 90'lı yılların bu taktiği tutmadığı gibi ters tepti. 

Van depremi sonrası pekişen kardeşliğimiz bunu iyice artırdı. Fehman Hüseyin, altındaki ekibe “Van bölgesinde eylem yapmayın, çok tepki alıyoruz Sivas bölgesine geçin” diye talimat verdi. PKK'nın yaptığı bölge taksimi bizim bildiğimizden farklıydı. Sivas bölgesi oldukça geniş bir alan dikkat edilmesi gerekiyordu. Van bölgesi ise daha çok Güneydoğu illerini kapsıyordu ve bu bölgeden örgüte yoğun tepki vardı. Kepenk kapatma için baskı yapan KCK'lılar dayak yemeye başladı mesela. Silahlı kanattan Fehman böyle panikte, beyin takımından Sabri Ok ise daha taktiksel davranıyordu. Oslo'daki görüşmelerde 
PKK'yı temsil etmiş isim olan Sabri Ok, “Devletin içinde Açılımı Savunan Ekibe” Kasım 2011’de bir mektup göndererek, bazı taleplerde bulundu ve yeni bir barış 
süreci başlatmak istediğini iletti. 

Mektup şu Talepleri içeriyordu: 

1- Abdullah Öcalan'ı yeniden muhatap alın ve görüşmeleri başlatın 
2- KCK operasyonlarını derhal durdurun 
3- PKK'nın dağ kadrosunun artan saldırıları Öcalan üzerinden kontrol altına alınabilir. 
4- Askeri Operasyonlar hemen durdurulmalı… 

Sabri Ok'un önerdiği yol haritası ve talepleri böyleydi. Kavaklı ve Kazan Vadisi operasyonları sonrası ciddi kayıp veren, KCK operasyonlarıyla alan hakimiyetini büyük ölçüde kaybeden, zaafa uğrayan, alt ekiple irtibat kuramaz hale gelen, para akışında ciddi aksaklık yaşayan PKK Üst Yöneticileri ve destekçisi güçler, böylece yeni bir süreç başlatarak “zaman kazanmak” istiyorlardı. Şu an örgüt için silahtan, paradan, kandan, ses getirmekten çok daha öncelikli şey “zaman kazanmaktı”… Bu mektubun öncesi de vardı tabi ki. Sabri Ok başta olmak üzere Avrupa'da yerleşik kanat, bölgeye giderek Murat Karayılan'la toplantı yaptılar. Bu toplantılarda özellikle 2011 yaz ve sonbaharında yapılan operasyonlarla PKK'nın aldığı ağır yenilgi sonrası yeni bir strateji geliştirme kararı alındı. 
Alınan kararlar şöyleydi: 

1- Öcalan'ın devlet tarafından kabulünün sağlanması ve görüşmelerin devam etmesi 
2- PKK'nın ateşkes ilanının Öcalan tarafından Kandil'e Emir olarak iletilmesi sonrası ateşkesin sağlanması 
3- Sınır ötesi ve bölgede yapılan askeri operasyonların pazarlıkla durdurulması 
4- KCK operasyonlarının sona erdirilmesi ve gözaltına alınanların bıraktırılmasının pazarlıkla sağlanması… 

Alınan kararlardan bazıları bunlardı. Toplantıda başka kararlar da alındı ama özellikle bu kararlar yukarıda bahsettiğim mektuba yansıtıldı. PKK'nın tepesi panikteydi ve yeni bir strateji ürettiler. Önemli olan “Devlet Aklı”nın bu zokayı yiyip yemeyeceğiydi (42). 

PKK ile mücadele bu dönemde hızlandı ve önemli mesafeler alındı. 
Bir yandan 'bazı çevrelerin yanlış öngörüleri yüzünden iki yıl geciktirilen' KCK 
operasyonları kararlılıkla yapılıyordu. Öte taraftan da diplomatik adımlarla örgüt köşeye sıkıştırılıyordu. 

Özellikle Kuzey Irak yönetimi ve Amerika ile yapılan görüşmeler sonuç verdi. İlk etapta İncirlik üssüne 4 adet Predatorlar geldi. Gerçi ABD'nin İncirlik'e  yolladıkları  sadece izleme-istihbarat amaçlıydı. Silahlı modelini Türkiye'ye vermediler. Ama şunu da hatırlatalım, ABD silahlı Predatorları bugüne kadar başka bir ülkeyle de paylaşmadı. Ayrıca Süper Cobralar da yoldaydı. Bununla birlikte Kandil'e yönelik hava akınları aralıksız olarak sürüyordu. Yurtiçinde de sığınaklar bir bir imha ediliyordu. Eylem hazırlığında yakalanan teröristler 
de polisin başarısıydı. Yani ‘tam saha pres' sonuç veriyordu. Tabii ki bu durum her şeyin güllük gülistanlık olduğu anlamına gelmiyordu. Ama bu ülke Kürt sorununu çözmeden önce mutlaka PKK'yı bertaraf etmek zorundaydı. Bir başka ifadeyle kalıcı bir barışı tesis edebilmek için öncelikle savaşmak gerekiyordu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın grup konuşmalarında izlediği tavizsiz politika, Ankara'nın kararlılığını yansıtma açısından çok önemliydi. Erdoğan, KCK'nın ne olduğunu bilmeden sahip çıkanlara sert yükleniyordu. Ama aynı zamanda BDP'ye de rest çekiyordu. Özellikle de Meclis'i boykot tehdidine rest çekmiş ve sonuç almıştı. 

BDP'nin tek gündemi PKK idi. Bu aşamada BDP'nin Erdoğan'ın elini rahatlatması ipleri gevşetti. BDP, hep siyasi partiden çok örgütün uzantısı gibi davrandılar. 
Depremzedelerle değil de terörist cenazeleriyle uğraştılar. KCK'lıları kurtarmak için yargıyı tıkamaya çalışıyorlardı. KCK'nın talimatıyla 'Meclis'ten çekilmekle' tehdit ediyorlardı. Bu hem siyaseten hem de pratikte tutarsız bir restti. Ayrıca çekilseler nereye gideceklerdi? Öte yandan çekilmenin neye yarayacağı da ayrı bir soruydu. Üstelik tehdit ettikleri Erdoğan 'giderseniz gidin' havasındaydı. 

Bütün bu gelişmelerin yanında perde gerisinde çok önemli bir gelişme daha var ki bundan sonraki süreç için önemli ipuçları barındırıyor. 

Malum olduğu üzere PKK'nın en büyük kozlarından birisi Roj TV idi. Özellikle ajite edici, abartılı ve örgüt tabanını motiveye yönelik yayınlarla bildiğimiz Roj 
TV'nin kapatılması için Türkiye yıllardır mücadele veriyordu. Bu mücadelede zaman zaman kendi hatalarımız, zaman zaman da Avrupa ülkelerinin ikiyüzlü 
politikaları nedeniyle mesafe alınamadı. Bu arada Roj TV iki yedek kanal daha kurdu. Kopenhag'da süren kritik bir dava vardı. Davanın seyrine bakarak Roj TV için yolun sonu yakındı. Nitekim öylede oldu ve kanal kapatıldı. 

Ancak kapanmadan önce kanalın yönetimi de davadan umutsuz olduğu için televizyonu sessizce İsveç'e taşıdılar. Stockholm'de 'Rohani' (aydınlık) adında bir kanal kurup Kasım 2011’in ilk haftası itibariyle test yayınına başladılar. 31 Ekim 2011 gecesi Newroz TV'de yeni kanalın haberleri yayınlandı. Kayıtlara göre Roj TV'nin eski direktörü M. Tahsili Zoonozi yeni kanalın da genel direktörü olarak gözüküyordu. Roj TV kapandı ama yayınlar Rohani üzerinden devam etti. Örgütün medya cephesindeki gelişmeler bununla sınırlı değildi. Bir yandan da Norveç'te Suriye Kürtleri'ne hitap edecek Sterk TV isimli bir kanal daha kurdular. Kanal önce iki saat yayın yapmaya başladı. Görünüşte "Rohani" gibi Suriye 
Kürtleri'ne hitap edecekti. Danimarka'daki göstermelik ofis dışında tüm yayınını Brüksel'den yapan Roj TV'nin kapanmaması için BDP'nin ağır topları Danimarka 'da kulis yaptı ama pek yüz bulamadılar. Tabii son dönemde PKK içinde Suriyeliler'in ağırlığını artırması yanında örgütün Suriye Kürtleri'ne yönelik bir kanal kurması da üzerinde durmaya değer bir durumdu (43). 

   Taraf gazetesi yazarı Emre Uslu, KCK operasyonlarında tutuklanan bazı KCK'lıların, istihbarat elemanı olduğunu söyleyince dananın kuyruğu koptu. MİT 
ve askeri istihbaratın KCK yapılanmasına sızdırdığı bazı personelin KCK'da il sorumlusu düzeyine çıktığını iddiasını dile getiren Uslu, KCK eylemlerinden en ön sırada bulunan bu şahısların MİT mensubu olduğunu bilen emniyetin bir süredir bu isimlere dokunamadığını ileri sürdü. MİT'in içindeki sola yakın bir kesimin operasyonlara direnmesinin sebebinin bu olduğunu dile getiren Uslu, "Bu damar uzun süre KCK operasyonlarına direndi. Hatta bazı elemanları KCK operasyonlarında tutuklanınca Emniyet birimlerine sert çıktılar. Ben en azından dört önemli ilde tutuklanan KCK il sorumlularının bizzat istihbarat elemanları olduğunu biliyorum." dedi. 

Terör ve güvenlik konularında çarpıcı açıklamalar yapan Uslu, KCK operasyonları ve süreçle ilgili önemli iddiaları dile getirdi. Uslu, 'KCK yöneticileri istihbarat elemanı' başlığıyla kaleme aldığı yazıda, MİT ve Askeri istihbarat içinde yer alan bir grubun, KCK operasyonlarına karşı olduğunu dile getirdi. Yazısında KCK operasyonlarıyla ilgili son dönemde medyaya yansıyan en kritik bilginin Şamil Tayyar'ın paylaştığı, 'MİT'in KCK tutuklularının salıverilmesini istediği' bilgisi olduğunu aktaran Uslu, bu bilginin doğru ama eksik olduğunu ifade etti. MİT'in 
içindeki sola yakın bir kesimin istihbaratın önemli kesiminin KCK operasyonların dan rahatsız olduğun aktaran Uslu yazısında, "Bu kesim medyada sola yakın 
birtakım kişilere bu rahatsızlığı kurumun rahatsızlığı olarak lanse etmiş olabilirler. Özellikle 2009 yılındaki 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

37 Söylemez, Haşim. KCK’nın amacı BDP’yi kapattırmak. Aksiyon. 30.11.2012. 
38 Dönmez, Yener. Apo'dan Elyazılı Talimatlar. Akit. 27.11.2011. 
39 Bugün, Habervaktim.com. İşte Büşra Ersanlı Gerçeği. 17.11.2011. 
40 Avcı, Gültekin. Yeni Kanser hücreleri zerkediyorlar. Bugün gazetesi. 17.11.2011. 
41 Tayyar, Şamil. Şamil Tayyar'dan Çarpıcı 'BDP İddiası'! 
42 Dönmez, Yener. Sabri Ok'tan Mektup Var. Yeni Akit. 17.11.2011. 
43 Arslan, Adem Yavuz. PKK Roj TV'yi yedekledi, Suriye Kürtleri'ne de TV kurdu. Bugun Gazetesi 17.11.2011. 


13 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

PKK - CUMHURİYETİ VE AK - PARTİ., BÖLÜM 11

PKK - CUMHURİYETİ VE AK - PARTİ., BÖLÜM 11


Altıncı Bölüm; PKK'ya İhale Edilen Yeni Görev 

'İnternet andıcı' davasının en önemli sanıklarından olan ve hakkında tutuklama kararı bulunan Tümgeneral Mustafa Bakıcı'nın Kuzey Irak yolunu kullanarak 
Türkiye'den kaçtığı ortaya çıktı. Ergenekon davasında müebbet aldı. Şırnak'ta 23. Tümen komutanlığı yapan Bakıcı, hakkındaki tutuklama kararına rağmen Ağustos 2011'de tümgeneralliğe yükseltilmiş ancak daha pasif bir göreve getirilmişti. Bakıcı, 2008-2009 tarihleri arasında Genelkurmay İç Güvenlik Harekât Daire Başkanlığı görevini yürütürken aynı zamanda bilgi destek daire 
başkanlığına vekâlet etmişti. Ancak onun ismini 23. Tümen komutanı iken duymaya başladık. Gelin onunla ilgili en önemli tartışmayı hatırlayalım... 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Seçim mitingi yapacağı 24 Mayıs'tan 
birkaç gün önce 12 Mayıs 2011 tarihinde Şırnak'ta 12 PKK'lı öldürüldü. Askerler, Tümgeneral Bakıcı'nın talimatıyla cesetleri almayarak arazide bıraktı. Sivil 
insanların sınırı geçerek cesetleri getirmesine göz yumuldu. Daha sonra öldürülen militanların, örgüte yeni katılan tecrübesiz gençler olduğu anlaşıldı. Bakıcı, cenazeleri adli tıp uzmanının bulunduğu Diyarbakır veya Malatya'ya göndermek yerine Şırnak'a getirdi. Cenazeler üzerinden Güneydoğu'da büyük olaylar yaşandı. 2. Ordu komutanı, Şırnak'a gelerek olaylara el koydu. 

Aynı Bakıcı, 12 PKK'lının öldürülmesinden bir hafta önce çevresindekilere bile haber vermeden Kuzey Irak'a gitmişti. Yüksek rütbeli bir subayın teklifsiz bir şekilde Kuzey Irak'a gitmesi ve bunu gizli tutması kafalarda soru işaretlerine neden olmuştu. Bakıcı'nın orada kimlerle gizli görüşmeler yaptığı ise hâlâ bilinmiyor. Mustafa Bakıcı'nın yine aynı yolu yani Kuzey Irak yolunu kullanarak 
Rusya'ya kaçtığı ortaya çıktı. Burada, Bakıcı'nın Genelkurmay'daki görevinin İç Güvenlik Harekât Daire başkanı olduğu bilgisini bir kez daha hatırlamakta fayda 
var. Türkiye'de bunlar yaşanırken, dünya da bir başka olayla sarsıldı. Sekiz Türk ve bir Yunanlıyı öldüren Milliyetçi Demokratik Parti'nin bünyesinde Alman 
istihbaratına mensup 100'e yakın köstebeğin olduğu ortaya çıktı. Bu sayı size küçük gibi gelebilir ancak bu, söz konusu partinin yüzde 15'i demekti. Devlet-Terör örgütü ilişkisi, üzerinde çok derin incelemeler gerektiren bir konu. 

Ancak el yordamıyla, hasbelkader öğrendiğimiz bilgilere baktığımızda dünyadaki bütün terör örgütlerinin ya kendi devletinin ya da bir başka devletin yardım ve 
yataklığıyla ortaya çıktıkları, hayatlarını bu yolla devam ettirdikleri çok net bir şekilde görülüyor. PKK'nın da her kritik evrede ortaya çıkıp provokatif eylemlerde bulunması ve süreçleri statükonun istediği yörüngeye sokması, bu 
örgütün ne işe yaradığını iyice tartışılır hale getiriyor. 

Bundan sonra üzerinde durulması gereken en önemli konu; PKK'ya ihale edilen yeni görev olacak sanıyorum. Taraf Gazetesi'nden 18 Kasım 2011’de Kurtuluş Tayiz'in yazdığı yazı da bu konuyu iyice deşifre ediyordu. Tayiz, bakın ne diyor: "Kürt medyasındaki Gülen düşmanlığı, 1990'lar Türkiye'sini ve 28 Şubat medyasını hatırlatıyor bana. İstihbaratın aşırdığı Gülen videoları her akşam haber kanallarının birinci gündemiydi. Gazetelerin manşetleri de öyle. Devletin eski sahiplerinin veya askerî bürokrasinin 

Gülen düşmanlığını sanki bugün PKK devralmış gibi davranıyor. Yayınlarda kullanılan jargon 28 Şubat Medyasından, OdaTv ve İşçi Partisi'nden tanıdık. Hatta bu konuda neredeyse birebir aynı sözcük ve kavramları kullanıyorlar.'' 

PKK; artık devlette bazı birimlerin faaliyet gösteremez hale geldiği konulara el atıyor ve Gülen hareketiyle mücadele işini üzerine alıyor. Bu da PKK'nın 
aslında nasıl bir örgüt olduğunu net bir biçimde gözler önüne seriyordu. Bakıcı olayı, Alman İstihbaratı'nın yaptıkları, Aselsan'daki mühendislerin ölümü, Abdullah Öcalan'ın Turgut Sunalp tarafından serbest bıraktırılması vs. Bunların hepsi aslında terör örgütlerinin bir simülasyondan ibaret olduğunu ortaya koyuyordu. İyice anlaşılıyor ki devletler terör örgütlerini istediği zaman 
devre dışı bırakabiliyor. Yeter ki bu konuda iyi niyetli ve kararlı olunsun (33). 

PKK politikalarını yakından takip eden Kurtuluş Tayiz'in yazısı, muhafazakâr medyacıların da ilgisini çekti. (Taraf, 18 Kasım) Tayiz, Fırat Haber Ajansı'ndan internet sitelerine, PKK uzantısı medyanın, Fethullah Gülen Cemaati'ne niye yüklendiğini sorguluyordu. Mesela PKK komutanı Murat Karayılan, kasım başındaki bir söyleşisinde, elinde cemaatle ilgili dosya bulunduğunu... 

Bu dosyayı Türkiye'deki TV ve gazetelerle paylaşmak istediğini söylüyordu. Dosyaya verdiği isim neydi dersiniz? 

Sıkı durun: "Yeşil Ergenekon"! Kurtuluş Tayiz ayrıca PKK'nın kullandığı dilin, 28 Şubat darbe medyasının kullandığı dile benzemesinin altını çiziyor. Sonra da, 
"PKK'nın bu Gülen düşmanlığı nereden çıktı" diye soruyor: Nasıl oldu da PKK çevresi cemaati neredeyse "baş düşman" ilan etti? Yazar bu soruya cevap ararken, Leonardo Di Caprio'nun başrolünü oynadığı "Inception" filmine gönderme yapıyor ve PKK'nın kafasına bu fikri Ergenekon yapılanmasının, derin devletin soktuğunu söylüyor. 

"Kurtuluş Tayiz yanılıyor" diyemem. Çünkü seçim döneminde PKK-BDP çizgisinin güttüğü inanılmaz politikalara hep birlikte şahit olduk: 
Güneydoğu'da CHP'yi, hatta yer yer MHP'yi desteklediler... Daha ne olsun!Ayrıca "sivil iktidarla" değil, "askeri vesayetle" ittifak kuruyorlar. "Kimle savaşıyorsak, barışı da onunla yaparız" diyerek askere göz kırpıyorlar.Dolayısıyla, askeri vesayetin hedefe koyduğu, Ergenekoncuların "bitirme planları" yaptığı Gülen 
cemaatine, onlar da yükleniyor. Bu analize kategorik bir itirazım yok. Ama bence PKK'nın Gülen düşmanlığının daha basit bir açıklaması var... Başbakan Erdoğan, seçim konuşması için Diyarbakır'a gittiğinde hep iki temayı öne sürüyor: 

1) "Kimlik" politikasına karşı, "cüzdan" politikası. Yani ekonomik kalkınma... 

2) Din bağı, din kardeşliği... Niye? Çünkü Kürt vatandaşların yarısı BDP'ye oy verirken, diğer yarısı AK Parti'ye oy veriyor. Bu gerçeği oluşturan dinamiklerden 
biri de, elbette Başbakan Erdoğan'ın altını çizdiği din kardeşliği...Bu durum, PKK'nın, "Kürt sorununun temsilcisi benim" iddiasını havada bırakıyor.Gelelim 
Cemaat faktörüne: Gülen cemaatinin üyeleri her yerde olduğu gibi, Güneydoğu 'da  da fedakârca çalışıyor.Ne mi yapıyorlar? Örneğin "Okuma Salonları" adlı bir girişimleri var. Yoksul ailelerin çocuklarına ekstra öğretim görme imkânı sağlanıyor. 

Ben geçen yıl Diyarbakır'a gittiğimde, bu salonlardan birini gezmiştim: 
Okuma salonları, "dershane, kütüphane, yardım evi, kültür ocağı" arası bir organizasyon. Para talep edilmeden, çocukların öğretimdeki eksikleri  tamamlanıyor. Kimi kırık notlarını düzeltiyor, kimi sınavlara hazırlanıyor. Devletten beş kuruş alınmıyor. 

Girişimi tamamen gönüllü işadamları finanse ediyor. Ramazanda çocukların ailelerine erzak gidiyor, akşam birlikte iftar yapılıyor. 2010 Ağustos ayı itibariyle 
kentteki 21 okuma salonunda, 4 bin çocuk vardı.Salonu gezdiğimin ertesi günü, "İslamcı" siyasetten, "Kürt ulusalcılığına" deplase olan, (BDP'nin bağımsız 
milletvekili) Altan Tan ile konuşmuştum. Okuma salonlarının asıl işlevinin, Kürt çocuklarını asimile etmek olduğunu söylemişti kaşlarını çatarak! Velhasıl 
PKK'lılar... Gülencilerin din kardeşliğini sağlamlaştırdığını... Yoksul Kürt çocuklara yeni ufuklar açarak, militanlaşmalarını engellediğini görüyor... Ve fena halde gıcık oluyor! KCK'ya karşı yapılan operasyonların, cemaatin çalışmalarını rahatlattığı bir dönemde, PKK'nın Gülencilere yüklenmesi normal değil mi? Olayın bu yönüne de bakmak gerek (34). 

Terör örgütü PKK, köşeye sıkıştıkça ne yapacağını ve kime saldıracağını şaşırdı. 

Yardımcı Doç. Dr. Mahmut Akpınar, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Kürt sorununun çözümüne yönelik çalışmaların örgütü telaşlandırdığını söyledi. Bu 
rahatsızlıktan dolayı, sadece Gülen Hareketinin değil, bölgedeki önemli din adamlarının da PKK tarafından karaladığını ifade eden Akpınar; “Marksist bir örgütün bölge üzerindeki uygulamaları sonucunda, bölgede din unsurunun etkisini yitirdiğini görebiliyoruz. Bu açıdan, örgüt Türk ve Kürt halkının ortak paydası olan din unsurunun yeniden canlanmasını istemiyor. Örgüt bundan 
dolayı bazı din adamlarını montajlarla, iftiralarla değersizleştirmeye çalışıyor.”dedi. 

Sivil toplum kuruluşlarının bölgede pek fazla etkisinin olmadığını kaydeden Akpınar, bunun yerine eğitim faaliyetlerini yürüten bazı kurum ve kuruluşların mevcut olduğunu dile getirdi. Bu eğitim kurumlarının, geniş bir tabana yayılması ve örgütlü yapılanmalarından dolayı, PKK’nın bu yapılandan ciddi rahatsızlık duyduğunu ifade eden Akpınar şöyle konuştu: 

“Örgütün eğitim faaliyetlerini hedef almasının nedenleri arasında, eğitilen bölge insanın dağa çıkamayacağını biliyor. O kurumlardan geçmiş birinin dini 
değerlere, ülkenin değerlerine sahip çıkacağı düşüncesi ile PKK siyasal faaliyetlerinde etkili olamayacağı endişesi içerisinde. Örgüt bu açıdan, eğitim faaliyetlerinin geleceğine zarar vereceği düşüncesinde ve karşısında. 
PKK, bölgeden bu dini faaliyetleri yürüten kişileri çıkararak Stalinist bir baskı kurmayı hedefliyor. Dini unsurlar olmasın, var olanları da bir şekilde tehditle 
kaçıralım, düşüncesiyle bölgede baskı oluşturmayı hedefliyorlar. Amaçları kendi egemenlik alanlarını genişletmektir.” 

Türk uluslaşma sürecinde de İslam’dan önceki dine ait vurgular yapıldığını hatırlatan Mahmut Akpınar bu durumu, Kürt uluslaşma sürecinde de gördüğüne dikkat çekti. PKK’da İslam’ın Kürt kimliğini yıprattığı düşüncesinin hakim olduğuna işaret eden Akpınar; “Şimdi gecikmiş bir Kürt buluşması yaşanıyor. Maalesef PKK bunu yapıyor. 21. yüzyılda bu ulaşlaşmayı yaparken Kürtleri Zerdüştlük Dini’ne döndürmeyi amaçlıyor. Ancak pragmatist ve popülist bir takım temellerle Kürt halkını yanında tutmayı amaç ediniyor. Samimi olmaksızın, bir takım imamlar çıkararak o insanlar üzerinde Kürtlerin hem Kürtçü damarları nı hem de dini duygularını tatmin etmeyi amaçlıyor.”ifadelerini kullandı. 

Mahmut Akpınar, bazı aydınların KCK operasyonlarına gösterdiği tepkiyi de eleştirdi. KCK operasyonlarının bu aydınlar tarafından perdelediğini 
düşündüğü nü kaydeden Akpınar şöyle konuştu: 

"Bunlara, bazı beyaz aydınlar dediğimiz, sistemin kanını emen, sistemden sağladıkları avantajlarını sürdürmek için PKK ve KCK üzerinden ayrıcalıklarını 
sürdürmek eğilimlerindedirler. Bu liberal aydınların etkisinden yararlanan bir kısım aydınlarda o rüzgârın etkisi ile KCK’yı bilmeksizin, BDP’nin tanıtmalarıyla bu yapıyı ılımlı, şirin görme eğilimindedirler. Meselenin cemaate yansıtılmasına gelince bence orada bir saptırma var. Meselenin gerçek boyutlarını görmek istemeyenler hedef saptırıyorlar.” 

PKK’nın uluslararası boyutları ile ilgili değerlendirmelerde de bulunan Akdoğan, Ortadoğu yapılandırılırken uluslararası güçlerin, ülkeler arasında anlaşmazlıklar çıkarmak için PKK’yı yeniden yapılandırdığını savundu. Suriye ile İran’ın da bölgede müttefik olduğunu dile getiren Akpınar, Suriye’deki Esad Rejimi’nin ortadan kalkmasının bölgede en çok İran’a zarar vereceğini vurguladı. Suriye yönetimin değişmesinin ve demokratikleşmesi yolunda adımlar atılmasının 
bölgede Türkiye’nin varlığını güçlendireceğini anlatan Mahmut Akpınar, “Suriye'nin toplumsal yapısı Türkiye’ye yakındır. Dolayısıyla, İran’ın ve Suriye 
yönetiminin bu ülkede bir değişimin yaşanmasını sağlamak isteyen ülkelere karşı tavır alması, yaptırım kullanması anlaşılabilir bir şeydir.” yorumunda bulundu (35). 

Güneydoğu’yu ve bölgeyi iyi bilen biri için, hatta sıradan bir vatandaş için bile şu durumu tesbit etmek zor değildi: "Burada bir PKK, bir de Gülen cemaati var." 

30 yıldır PKK terörü ve "Kürt meselesi"nin çözümü konusunda atılmış en önemli adım, 2009’dan itibaren hamiyet sahibi bazı işadamlarının Doğu ve 
Güneydoğu'muzla kurmaya başlattığı "gönül köprüleri" oldu. Artarak devam eden bu faaliyet, yine hem terör hem de "Kürt meselesi"nin çözümünde eğitimle birlikte en önemli faktör olan din ve din kardeşliğinin bilhassa "Gülen cemaati" tarafından teoriden pratiğe aktarılmasıyla birlikte yürümektedir. Söz konusu gönül köprüleri ilk kurulmaya başladığı zaman, terör ve "Kürt meselesi"ni 
besleyen bazı iç ve dış çevrelerin bundan ne kadar büyük rahatsızlık duydukları nı içeride ve dışarıda bazı yayınlarda müşahede etmiştim. O günden başlayan bu rahatsızlıklar, 2011’den sonra daha üst perdeden ve daha geniş çevrelerce dile getiriliyordu. 

Türkiye'de KCK ve PKK operasyonlarına karşı çıkan ve devleti PKK ile masa başında buluşturmaya çalışan bazı liberal çevreleri anlamak için de Fethullah Gülen Hocaefendi'ye karşı duyulan ciddî bir rahatsızlığı görmek  yetecektir.  

Meselâ, Kürşat Bumin, eline fırsat geçtiğini düşündüğünde bu rahatsızlığı bir şekilde dile getirir. Habermas'la karşılaştırılmak Hocaefendi'ye artı katkı 
yapacakmış gibi, bir zaman Hocaefendi'nin Habermas'la karşılaştırılmasını da eleştirmiş bulunan Bumin, meselâ, İsrail'in nükleer silahlarına karşı çıkmaz ama, İsrail'in var diye İran'ın da olmalı mı diye üst üste altı yazı yazabilir. 

İsrail'in Gazze saldırısına ses çıkarmaz; bir şeyler söyleme mecburiyeti duyunca da İsrail'i bir cümle ile eleştirip, yazısının kalan kısmını Filistinlileri tenkide ayırır. Dünyadaki 50 milyon Yahudi'nin sadece 5 milyonunun İsrail devlet sınırları içinde, Ermenilerin çoğunluğunun diasporada yaşıyor olması Bumin için İsrail ve Ermenistan devletlerinin varlığına mâni değildir; fakat mültecî 
Filistinlilerin varlığının Filistin'dekilerden daha fazla olmasını, F. Taştekin, S. İdiz ve Amerika'nın Felluce katliamını bile savunabilmiş Cengiz Çandar'ı da yanına 
alarak, bir Filistin devletinin kurulmasına ve Türkiye'nin BM'de bunu desteklemesine mâni görür. Bumin, KCK ve hattâ PKK'ya karşı operasyonlara karşıdır; Hocaefendi'nin "kötek"ten başka bir şeyi hak etmeyen teröristlere hak 
ettiğinin verilmesi gerektiğini söylemesini eleştirir; fakat meselâ ABD'nin "el-Kaide" üzerinden Müslümanlara karşı sürdürdüğü terör savaşını, Üsame Bin Ladin'i hem de başka bir ülke toprağında, hem de yargılamadan öldürüp 
denize atmasını hiç kınamaz; zaten Ali Bayramoğlu da bu konuda, "saldırganı en ağır şekilde cezalandırmanın" haklılığından söz eder. Oysa Ladin 2007’de böbrek 
yetmezliğinden Pan Amerikan hastanesinde ölmüştü, operasyon tamamen çakmaydı. Terörstin miadı dolunca çöpe ayılır. PKK gibi örgütler uluslararası güçlerin oyuncağıdır. 

Yazar Bumin, Aysel Tuğluk'un seçimlerden 5 hafta önce sarf ettiği "Çok kötü şeyler olacak..." sözünü tehdit değil tesbit olarak niteler ama aynı günlerde Mahmut Alınak'ın "Seçimlerden sonra AKP hükümeti 6 ay içinde düşürülecek" sözünü duymaz. Tabiî, daha sonra PKK'nın Çukurca ve Silvan saldırıları aleyhinde tek kelime yazmadığı gibi, 25 askerimizin şehid edildiği son Çukurca 
saldırısı hakkında söylediği de sadece "8 koldan yapılan terör saldırısı" ifadesinden ibarettir; ne bu saldırıyı kimin yaptığını kaydeder, ne de bir kınama cümlesi olsun sarf eder. 

 BDP'nin özerklik ilanı çalışmalarını sadece zamansız görerek eleştirir; Öcalan için "bölücübaşı" tabiri kullanılmasını da kınar. AB'yi Egemen Bağış'a dayanarak 
bir barış birliği olarak gören Bumin, Almanya'da Türklerin vahşice öldürülmesini ise ne görür, ne duyar. "Türk Milleti" tabirinden ya da Türk Milleti'nin övülmesinden de öyle rahatsızdır ki, Sayın Ulaştırma Bakanımızın söylediği "Son yaşadığımız Van depremi bir kez daha göstermiştir ki, Türk milleti büyük bir millettir..." değerlendirmesini hazmedemez ve sanki sayın bakan "Türk milleti tek veya en büyük yardımsever millettir." demiş gibi, yardımseverliği millîleştirme olarak tenkit eder. "Kürt Meselesi"ni, KCK ve PKK operasyonlarını anlamada işte bir ölçü (36). 

Yedinci Bölüm KCK: Paralel Devlet 

10 yıl önce bir kısmı gözaltına alınıp serbest bırakılan 300 PKK’lı, bugün KCK’nın ana kadrosunda yer alıyor. O zaman görmezden gelinen örgüt üyeleri, şimdi ülkeyi tehlikeye sürüklüyor. Planlardan biri, BDP’nin kapattırılması. KCK/PKK yapılanması, eylem türleri ve kirli, derin ilişkileriyle farklı bir örgüt profili çiziyor. 
Sıradan bir gerilla hareketi olmaktan çıkan örgütün tüm ayakları sürekli hareket ve gelişim hâlinde. Hem silahlı çatışmayı sürdürüyor hem kendilerine örtülü destek veren siyasetçilerin üzerindeki baskıyı sürdürüp olmadık işler 
yaptırıyor hem de topluma karşı psikolojik harekât uyguluyor. İddiaya göre, KCK/PKK, Barış ve Demokrasi Partisi’nin (BDP) Anayasa Mahkemesi tarafından bir an önce kapatılmasını istiyor. Bunun için de parti temsilcilerini, KCK ile irtibatını güçlendirecek şekilde yönlendiriyor. Çünkü, bir Kürt partisi daha kapatılırsa oluşacak mağduriyet psikolojisi örgüte yarayacak. Hatta KCK, partinin kapatılması için mayıs ayını milat olarak seçti. Mayısa kadar ya dava açılmış olacak ya da parti, kapatılmayı sağlayacak eylemlerin içine çekilecek. 

Bu yönde talimatlar çoktan verildi. BDP’li siyasetçilerin “Ben de KCK’lıyım” diye kendini ihbar etmesinin altında yatan sebep bu. 

Diğer taraftan yargı organlarının yürüttüğü KCK operasyonlarının devam edeceği söyleniyor. Alınan bilgilere göre, Abdullah Öcalan’ın avukatlarını da kapsayan operasyonların perde arkasında ilginç bilgiler var. Adı geçen avukatlar, Öcalan-Kandil-Avrupa arasında KCK’nın talimatlarını taşıyan kişilerden oluşuyor. 

Özellikle İrfan Dündar, yurtdışında olduğu için yakalanmayan Mahmut Şakar gibi kişiler avukat operasyonunun ‘kilit isimleri’ konumunda. Öcalan ile 
Dündar’ın 120, Mahmut Şakar’ın 74 görüşme yaptığı tespit edildi. Görüşmelerin çoğunda eylem kararı alındı ve sonrasında birtakım saldıralar gerçekleşti. Öcalan’ın Haziran 2004’ten itibaren avukatlar aracılığıyla KCK’nın silahlı kanadına saldırı talimatları verdiği artık kesinlik kazanmış durumda. Gözaltına alınan avukatların içinde Öcalan ile görüşmeyenler olsa da, çoğu KCK yapılanmasındaki ‘Hukuk birimi’ içinde yer alıyor. Öcalan’ın vekâlet verdiği avukat sayısı aslında 250 civarında ve önemli bölümü KCK yapılanmasında ismi geçmeyen kişilerden oluşuyor. 

KCK’nın örgüt şemasına bakıldığında operasyonların kimlere yapılacağı anlaşılıyor. KCK’nın ovadaki vesayetini sağlamanın vasıtası görülen kişi ve kurumlara karşı yeni operasyonlar yapılacağı söylenebilir. Zira bazılarına göre sıradan bir şema olarak nitelendirilen yapılanmanın unsurları bir bir harekete geçiriliyor. KCK/PKK bu şekilde canlı tutuluyor. KCK-BDP ilişkisinin bir an önce ortaya konulup partinin kapatılması örgütün istediği bir şey. Diyarbakır’da görülen KCK davasında çıkacak bir karar BDP’nin örgütün yan kuruluşu olduğunu ortaya çıkaracak, dolayısıyla partiyi suçlu konumuna getirecek. Bu sonuçların doğuracağı problemler hesaba katıldığında Türkiye’nin önümüzdeki süreçte yine 
KCK üzerinden bir kaosun içine sürüklenmek istendiği ifade edilebilir. 


Peki, bazı siyasiler ve gruplar tarafından eleştirilen KCK operasyonları gerçekten haksız mı? 

  Sorunun cevabını bulmak için, gözaltına alınan veya tutuklananların geçmişlerine bakmak gerekiyor. Mesela Öcalan’ın avukatlığını yapan hukukçuların önemli kısmının KCK sözleşmesinde geçen yemini ettikleri 
belirtiliyor. Aslında sorulması gereken soru şu: KCK yapılanması nasıl oldu da bir anda çok sayıda dernek, vakıf ve sendika içinde yer alabildi ve bazı kişiler 
üzerinden örgütü yönlendirmeye başladı? Bunun için biraz geriye gitmekte fayda var. Abdullah Öcalan’ın 1999’da yakalanıp tutuklanmasından sonra örgüt bir bocalama dönemine girdi. Fakat, artık adına Ergenekon denen yapılanma daha önce PKK ile zayıflayan ilişkisini yeniden tesis etmeye başladı. ‘1999 Ergenekon-Analiz-Yeniden Yapılanma’ belgelerinde geçen ‘terör örgütleri ile işbirliği’ 
maddesi bu dönemde ortaya çıkıyor. Bu sürede dokunulmayan Ergenekon kendisini 2001’den başlamak üzere yeniden yapılandırdı. Son olarak 2002 yılında mevcudiyetini resmileştirdi. Bu belgelerin hepsinde ‘faydalanılması gereken terör örgütleri’ listesinde PKK hep bir numara oldu. Bir iddiaya göre, Ergenekon yapılanması örgütün yeniden yapılandırılması için harekete geçti ve bazı subaylar örgüte katıldı. 2001’de dağdakiler dâhil şehirde yaşayan 300 kişilik bir PKK’lı listesi güvenlik birimleri tarafından dönemin Adalet Bakanlığı’na sunuldu. Hatta o tarihte birçok kişi örgüte yardım ve yataklık ettiği gerekçesiyle gözaltına alınıp tutuklandı; ama tuhaf bir şekilde serbest bırakıldı. Örneğin 
bu kişilerden biri şu anda PKK’nın medya ayağının önemli ismi olan Baki Gül’dü. 300 kişilik listedeki kişiler hakkında somut deliller olmasına rağmen işlem yapılmadı, yapılanlar ise düzeltildi. Tuhaf bir el, 2001’de hazırlanan 
300 PKK’lı listesini sümen altı etti. Aksiyon’un yıllar sonra ulaştığı listede ilginç isimler var. Bugün adı KCK ile anılan ve yapının ‘beyin takımı’ olarak geçen kişilerin ismi ön planda. O listede adı geçenlere yönelik herhangi bir hukuki işlemin yapılmamış olması PKK’yı yeniden toparlamaya yetti. 2002 örgütün yeniden dirildiği yıldı. Sonrasında 2004’te çıkartılan ‘savaş’ kararı ile KCK/PKK 
güçlenerek ortaya çıkan bir yapı oldu. 

  Bugünkü neticeden dönemin Adalet Bakanlığı sorumlu tutuluyor. İşin ilginç tarafı, şu anki KCK davasında adı geçenlerin yüzde 90’ı 2001’deki listede yer 
alıyor. Bu kişiler KCK’nın ana damarlarını oluşturan mevkilerde görevli. Yine güvenlik güçleri tarafından 2010’da hazırlanan 300 kişilik bir başka listede aynı 
kişilerin adı geçiyor. Ancak bu kez iş şansa bırakılmadı. 

Bazı şahıslar KCK operasyonlarında gözaltına alınırken bazılarının ismi yerel güvenlik birimlerine ve gümrük kapılarına verildi. Bu isimler aynı zamanda İnterpol’e bildirildi. Listede Aleviler üzerinde ayrıca çalışılmış. KCK’lıların yüzde 40’ının Alevi kökenli olduğu ileri sürülüyor. Özellikle Tunceli kökenli Alevilerin örgütteki varlığının artması ayrı bir tartışma konusu. Kripto Ermeniler olarak işaretlenen isimler de dikkat çekiyor. 

KCK/PKK yapılanmasının kendi yayın ve medya organları aracılığıyla psikolojik savaş yürüttüğünü söylemek mümkün. Bu savaşı veren, çoğu zaman bazı 
sivil toplum oluşumlarına yönelik kara propaganda yapan ve KCK’nın yayın akışını düzenleyen üç isim ön plana çıkıyor: Baki Gül, Mustafa Karasu ve Duran Kalkan. Bu kişilerin ortak noktaları bir hayli fazla. Örgütte ‘yönetici’ adına birçok açıklamayı bu kişiler yapıyor. Bu şahıslar özellikle Fethullah Gülen Hareketi’ne yönelik başlattıkları kara propaganda ile Kürtler üzerinde etkili olmaya çalışıyor. Üç kişinin derin kadronun bir parçası olması ve birlikte çalışması dikkat çekici. Duran Kalkan ve Mustafa 


Karasu, PKK’nın kuruluş aşamasında yer alan ve Ankara Grubu olarak bilinen ekipten. Özellikle Karasu’nun Ergenekon bağlantısı, tanıklar ve birtakım belgelerle sık gündeme geldi. Örgütün şahin kanadını Cemil Bayık ile 
birlikte bu kişiler yönetiyor. Fakat örgütte sevildikleri pek söylenemez. Hem Kalkan hem de Karasu’nun muhtemel bir operasyonda Türk güvenlik güçlerinden çok, kendi militanları tarafından öldürülmekten korktuğu belirtiliyor. 

Bu aynı zamanda onların sağ ele geçirilmesini istemeyenlerin de beklentisi. Derin devlet ve KCK/PKK, üç kişinin sağ ele geçirilmesi durumunda örgütün bütün karanlık ilişkilerini ortaya dökmelerinden korkuyor ve bu yüzden tetikte bekliyor. Dolayısıyla bu kişilerin hayatta kalma şansları neredeyse yok gibi. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

33 Kamış, Mehmet. PKK'ya ihale edilen yeni görev. Zaman Gazetesi 19.11.2011. 
34 Aköz, Emre. PKK niye cemaate düşman kesildi? Sabah Gazetesi, 19.11.2011. 
35 CHA. Terör örgütü PKK, köşeye sıkıştıkça ne yapacağını ve kime saldıracağını şaşırdı. 18.11.2011. 
36 Ünal, Ali. 'Kürt meselesi' ve 'Gülen Cemaati' rahatsızlığı. Zaman Gazetesi, 26.11.2011 

12 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

**

PKK - CUMHURİYETİ VE AK - PARTİ., BÖLÜM 10

PKK - CUMHURİYETİ VE AK - PARTİ., BÖLÜM 10


Beşinci Bölüm Zerdüştlük Özentisi 

Hadi Eliş ile görüşmemiz çok ilginç geçti. ‘Senin yazdıklarınla bizim düşüncelerimiz arasında bir çizgi kadar bile fark bulunmuyor, ama Öcalan’a terör elebaşsısı demen kanımıza dokunuyor, bizde Gülen’e benzer ifade 
kullansak nasıl tepki verirsin, lütfen Kürt özgürlük hareketinin önderine karşı saygılı olun, sayın deyiniz’ dedi. PKK’nın düzenlediği Kürt festivallerine katıldığımı, PKK’nın yayın organı Sinews’u çıkartan Metin beye Diyarbakır cezaevinde yapılan işkence ve aşağılamaları öğrenince vicdanımın kanadığını söyledim. Kürt festivallerinde gördüğüm Kürt kadınlarının Anadolu kadınları gibi başörtülü ve dindar olmasına rağmen Marksist, dine mesafeli, dağdaki militanların namaz kılmasına ve oruç tutmasına izin vermeyen, Allah’ı inkar 
eden, namus anlayışı gibi, töre ve kültürel değerlere saygısız PKK’nın Kürtler arasında nasıl taban bulduğunu çözemediğimi ilettim. Hadi bey, ‘Biz İslam’a karşı değiliz, Müslüman Kürtleri de dışlamıyoruz. Ancak PKK lideri Abdullah Öcalan, Mazdekizm ve Zerdüştlük dininin Kürtlerin asıl dini olduğuna dair kitap yazdı. Öcalan ne diyorsa odur. Farsların eski dini olan Zerdüştlük ve peygamberi Zerdüşt aslında Kürt kökenlidir. Kürtleri eski dinlerine kavuşturmanın neresi yanlış’ deyiverdi. 

Hiç renk vermedim. Zerdüştlük konusunu araştırmam farz olmuştu. ‘Zerdüşt böyle buyurmuştu Kürtler!’ başlıklı makalemi PKK’nın dünya çapında eylemler yaptığı 15 Ağustos 2012 tarihine denk getirdim. PKK’nın, 

Zerdüştlüğü/ Mecusîliği ‘Kürtlerin dini’ olarak ilân etmesini önceleri bir şaka olarak algılamış, ciddiye almamıştım. İmralı ve Kandil’e yakın sağlam başka bir 
Kürt kaynağından edindiğim bilgi değişik istihbaratlarla teyit edilip birleşince şok oldum. Kürt kimlik kalkışmasının manevi önderi sayılan Abdullah Öcalan’a 
2012 yılında gerçektende Mazdekizm ile ilgili din, felsefe kitabı yazdırılmış veya pek inanmıyorum ya kendisi isteyerek yazmıştı. Bu eserde Öcalan, 4. Zerdüştlüğe soyunduruluyor, yani bir nevi peygamberliğini ilân etmekle kalmıyor, Mecusîlerin tanrı kabul ettiği ‘Ahura Mazda’ rolünü de benimsemiş gözüküyordu. 

İslam dini kardeşliği ile Kürtlerin Türklerle birlikte bin seneyi aşkın süredir sürdürdükleri ortak dava, ortak vatan, ortak ülkü zeminine dinamit koyanlar Zerdüştlerin kötülükler kralı, şeytanı olan ‘Ehriman’ olmalıydı! Neden 
Zerdüşt? M.S. 644 de İslam orduları İran’ı feth edince, Zerdüşt dininden olanları “Ehli Kitap” gibi kabul etmişlerdi. Kuran’da yer alan (40:78) “Senden önce de 
peygamberler yolladık; bunlardan bazılarını sana duyurduk, bazılarındansa bahsetmedik”sözlerinde “bahsedilmeyen” peygamberden birinin Zerdüşt olması 
muhtemeldir. Zerdüşt’e eski Yunanlılar ve Romalılar ilgi duymuşlardı. Nietzsche’nin “Zerdüşt böyle konuştu..” başlıklı eseri, Richard Strauss’un aynı adlı senfonik şiiri, İrlandalı şair Yeats’in Zerdüşt’ten sıkça bahsetmesi, bu 
meçhul insana ilginin sona ermediğini yansıtır. 

Zerdüştlerin çoğu İslam’ı kendine çok yakın buldu ve hemen Müslüman oldular. Zira miraca çıkıp tek Tanrı ile görüşen, cennet ve cehennemi tarif eden, sırat köprüsünü anlatan, yetmiş büyük günahdan sakındıran Zerdüşt, Maneizm’in taassup anlayışına, yobazlığına, dini sömürüsüne karşı bir ahlak manzumesi sunmuştur, zamanla Zerdüşt rahiplerin elinde din yozlaşmış, mükemmel din İslam ile bu dine gerek kalmamıştır. İran, Afganistan ve Orta Asya’da Türkler ve Kürtler arasında İslam yayılınca Zerdüştlük silindi; dünyada halen 250 bin 
Zerdüşt bulunuyor. 

Ünlü Alman filozofu Friedrich Nietzsche kitabında, Zerdüşt’ten çıkarım yapar ve ‘üstün insan’ felsefesiyle Tanrı’dan iradenin, özgürlüğün alınarak insana verildiğini savunur. Bireysel özgürlüğün esasları belkide Doğu’da üç bin beş yüz sene önce İran’da Zerdüşt ile atılmıştı, ama Batı medeniyeti ona egoizm, bencillik kattı, birey özgürlüğü diye bugün yutturulmaktadır. 483 yılında Mazdek isyanını başlatan Mazdek tek Allah’lı bir din getirdi, ancak daha sonra Zerdüşt rahipleri, ‘kadın ve servet ortak’ olmalı görüşünü savunarak bu dini de kirletti. Namuslarına düşkün Kürtlerin kadınların ortak mal olarak kabul edildiği bir toplumda yaşaması imkânsızdır. Kadın, 
erkek eşitliği ilkesini dile getiren, sınıfsal ayrımlara karşı olan Zerdüşt, ‘Yeşil’ veya ‘Kırmızı’ Komünizm’inde ilk babasıdır. Ancak Almanları iki dünya savaşında yerin dibine batıran, kana dayalı üstün ırk ırkçılığı ve  totalitarizmi din haline getirten teorisyenlerden Nietzsche’den esinlenen Öcalan, Zerdüşt’ü çarpıtıyor ve Kürtleri yanlış etkiliyor. Bu filozofun, ‘Tanrı öldü, yeryüzüne bağlı kalın, inanmayın size dünya ötesi umutlardan söz edenlere!’ sözü bir asır insanlığı uçuruma sürükleyen hem Sosyalizmin hem de Nasyonal Sosyalizm’in din düşmanlığını ne güzel anlatıyor. Nietzsche öldü ama Tanrı zaman ve mekândan münezzeh, yaşıyor. 

KCK ile Türkiye’de despot ve faşist bir paralel Kürt özerk veya bağımsız yapılanma kurmak istediklerini açıkça belli eden Murat Karayılan, Zerdüştlüğü öven ve İslâmiyet’e hakaret eden açıklamalar yaptı. Bölücü ve ayrılıkçı gruplarıyla Kürtler ve Türklerin çimentosu olan 

İslamiyet’in gücünü kırmak istiyor ve Kürt vatandaşlarına Zerdüştlük propagandası yapıyorlar. Propagandanın etkisini artırmak için Zerdüşt’ün Kürt olduğu iddiası yayılıyor. Kürtçü yayın yapan internet siteleri ve yayın 
organları son dönemde giderek artan bir şekilde Zerdüştlüğü anlatıyor. Zerdüşt’le ilgili kitaplar ve makaleler yazıyor, şarkılar besteliyorlar. ‘Zerdüşt’ serisi albümleriyle tanınan Reşo da bunlardan biri. Dağdaki militanlara Zerdüştlük dersleri, örgütün üst düzey yöneticileri Suriye uyruklu Fehman Hüseyin (Bahoz Erdal), Duran Kalkan (Abbas) ve Cemil Bayık tarafından 
veriliyor. Suriyeli teröristler dinsizlik konusunda çok baskınlar, dağda domuz eti çoktan helal yapılmış durumda. BDP, ‘Sivil itaatsizlik’ adı altında Cuma 
Namazlarını yozlaştırırken, dağda namaz kılmaya ve oruç tutmaya izin yok. Müslümanlık paydası yıkılıyor. 

Batılı kaynakların 6 bin yıllık Kürt tarihinden bahsettiğini anlatan, yıllardır İsveç’te kaçak yaşayan Mehdi Zana, “Kürtler İslamiyet’i kabul ettiklerinde kaybettiler” diyor. İsveç’te “Kürdistan Zerdüşt Cemaati” adında bir propaganda merkezi var ve bu merkez eliyle 2012’nin Haziran’ında “Kürt Zerdüşt 
Tapınağı” açıldı. Mehdi’nin eski karısı Leyla Zana ise, ‘Kürtlerin kılıç zoruyla Müslüman‘ olduğunu söyleyip çuvalladı, sonra ‘benim dedem şeyh idi, Müslüman’ım’ diye toparladı, ama kimse yemedi! KCK operasyonu 
sonrasında KCK Siyaset Akademileri’nde Kürtlerin dininin Zerdüştlük olduğu şeklinde dersler verildiği ortaya çıktı. Kandil’de PKK’lıların yaptığı Zerdüşt ayini 
gazetelere yansıdı. Haberlerde yer alan fotoğraflarda militanların terörist başı Öcalan’ın resimlerinin de olduğu bir mekânda Güneş’e tapındıkları görülüyordu. PKK militanları içinde Zerdüştlük dini yüzde 34 oranında, oldukça yaygın. Zerdüştlük dininde kutsal sayılan birçok isim örgüt kamplarına, örgütçülere veriliyor, telsiz kodu veya parola olarak kullanılıyor. Murat Karayılan “Medya” 
telsiz kodunu kullanıyor. Medya Zerdüştlük dininin kurucusu Zerdüşt’ün doğduğu yer. Kürt bayramı diye lanse edilen Nevruz’u kullanan PKK, Zerdüştlük 
bağlantısı sayesinde İran Kürtlerini kazanmanın hesabını da yapıyor. Kadim bir İran inancı olan Zerdüştlüğü kullanan örgüt, bölgedeki nüfuz savaşında elini 
güçlendirmek istiyor. Kürt ırkçılığı ilhamını Türk ırkçılığından alıyor. Aşırı ırkçı Türklerde tarihin İslam öncesi evrelerine özel bir gurur ile sığınıyor, cahiliye 
dönemine dair ırki seyahatler düzenliyor, mitolojinin efsunkâr rüzgârıyla coşup, folklorik gösterilere başvuruyor. 

Her iki ırkçı zümrenin de görmediği; daha doğrusu görmek istemediği bir gerçek var. Türkler de, Kürtler de Müslümanlığı kültürel bir fantezi olarak algılamıyor; onu varoluş gerçeği olarak bizzat yaşıyor. Örgütlerin göz ardı ettiği bu hakikati vatandaş görüyor. Kürtlerin en büyük talihsizliği, “Kürt Aydını”nın kendisine cesur bir söylem seçememesidir. Devlet hakkında olabildiğince cesur 
konuşanlar, söz örgütten açılınca birden suspus oluyor. 

Oysa bir topluluğun yanlışını bir başka topluluk tashih edemez. Kan, kin bağı üzerine kurulmuş bir nefret medeniyeti istemiyor medeniyetler beşiği Anadolu insanı. Derin ve karanlık eller, dini bütün Kürt kardeşlerimizi silah zoruyla Zerdüştlük üzerinden berduşluğa davet ediyor. Umarım ırkçılık yoluyla yürütülen bu saçma sapan, felsefi kalmış, özü tahrif edilmiş meşum Zerdüştlüğü hortlatma planı da akim kalır. Üstad Bediüzaman Said Nursi, gücünü halkın millî ve manevî, İslam değerlerinden alan “müspet milliyetçilik” ile sorunun çözümleneceğini öngörüyor. 

Zerdüştülük dinini yakından tanıyalım: Avesta, Zerdüştlüğün kutsal kitabıdır. Tek tanrılı bir dini anlatan bu lirik şiirimsi yazılmış kutsal kitap üç ana bölümden 
oluşur. Yasna adını taşıyan ilk bölümde dini törenlerde okunan ilâhiler yer alır. Zerdüşt e ait olduğu kabul edilen Gatha lar da bu bölümdedir. Toplam 896 mısradan oluşan Gatha’lar, Gat denilen beş manzumedir. Manzumeler 
Esnud Gat, Uştad Gat, Spentmend Gat, Vaşnu Hişter Gat ve Vehiştvet Gat adlarını taşırlar. Çeşitli ilâhilerin oluşturduğu ikinci bölüm Yast adını taşır. Videvdat denilen üçüncü bölüm de “şeytanlara karşı kanun” biçiminde adlandırılır. Bu bölümde şeytanlara karşı tılsımlar ve temizlenme kuralları yer alır. Zerdüştlük dini, ateşin kutsal sayıldığı dinlerden biridir ve ateş, bu inancın 
tanrısı Ahura Mazda’nın ruhu ve oğludur. Bununla ilişkili olarak ateş, iyi ve kötüyü birbirinden ayıran Tanrısal bir güce sahip. Yaşayan yıldız star olarak nitelenen Zerdüşt ve dininin oluşturan üç peygamberden bahsedilir. I. Zerdüşt 
yaklaşık olarak M.Ö 3000 yıllarında yaşayan Mahabat, II. Zerdüşt yaklaşık olarak M.Ö 2040 yıllarında yaşayan Haşeng (bunun Hz. İbrahim de olduğu söylenir), III. Zerdüşt ise M.Ö 660 yaşayan Zerdüşt ün kendisidir. 3. Zerdüşt bilge ve ileri bir düşünce adamı ve filozoftur. Kurduğu dinin adına Mazdeizm denilir. Zerdüşt Mazdeizmle tek tanrılığa yönelirken, egemenlerin gücüyle bütünleşen çok tanrılığı aşar ve tanrıyı egemenlerden alarak, insanlığın özlemleriyle birleştiren bir güce dönüştürür. Soran, sorgulayan tanrının kötülükleri affetmeyeceğine inanır, bu nedenle kötülüklere karşı savaşımını bir tanrı emri olarak öne sürer. 

Zerdüşt ün güçlü bir filozof ve düşünce adamı olduğunu, doğa, toplum ve insan gerçeğine ilişkin bilimsel perspektiflerinde görmek mümkündür. Örneğin Antikçağ Yunan filozoflarının hareket noktası, Zerdüşt inanışının geliştirdiği kavramlara dayanır. M.Ö 538 dönemlerinde yaşayan Theopampos, Ahura Mazda ve Ehriman arasındaki mücadeleyi tabiatın kendi içindeki kanunu olarak algılar. Bu noktada yeri gelmişken doğru anlaşılabilmesi açısından hemen açıklama gereği duyuyorum ki, Zerdüştlük inancında Tanrı kabul edilen Ahura Mazda “Aklın Efendisi” ile sembolize edilir, Ehriman ise kötülüğün güçlerini temsil eder. Ve iyilik-kötülük mücadelesi bu noktada başlar. Eflatun, Zerdüşt’ü hocası olarak kabul eder. Yunan felsefesinin Zerdüşlük’ten etkilenme yönündeki diğer bir örneğini ise Heraklitos’da görebiliriz. Heraklitos (Anadolu da Efes de yaşayan Sokrat öncesi filozoftur. Heraklitos doğadaki her şeyin sürekli değişim içinde olduğunu öne sürmüştür) hareket kuramında Zerdüşt ün karşıtlar mücadelesi 
çizgisinden etkilenir. Bundan yola çıkarak, Zerdüşt ün gök, ışık, güneş ve diğer göksel varlıkların çözümlenmesini yorumlar, bununla fiziksel evrenin öz 
devinimlerini formüle eder. Zerdüşt ün felsefi inancının dünyanın beş temel elementten oluştuğunu belirtir. Bunlar Toprak, Su, Ateş, Hava ve Bitkidir

Zerdüştlük inancına göre Tanrı kadın ve erkeği bir arada ve birbirine arkadaş yaratmıştır. Arkadaşlar arasında eşitliği temel alan bu inançta kadın ve erkek eşit olarak kabul edilmektedir. Zerdüşt inancının gelişip yayıldığı bölgelerde çok eşliliğin azaldığı ve tek eşliliğin arttığı görülmüştür. Zerdüştilikte, doğru yaşama, ahlaki emirlere uyma esastır. Ahlaki emirler; iyi düşünce, iyi söz, iyi iş 
diye özetlenir. Fakirlere cömert davranma, yabancılara misafirperverlik, bütün lekelerden uzak kalma, toprağı sürme, sığırlara bakma, sıkıcı şeyleri imha da faziletli işlerden sayılır. Bazı cinsi konular ve ölü bedenine temas, kirlenmeye yol açar, özel ayinler gerektirir. Yine Zerdüşt inancı her alanda tarım ve hayvancılıkla uğraşılıp bol üretimin sağlanmasını tavsiye etmektedir. 

Temiz hayvanlardan sayılan köpek ve kedinin öldürülmesini büyük günah saymaktadır. Döllenmeyi ve çiftleşmeyi önleme kesin olarak yasaklanmıştır. 
Bu inançta şarap içkisi için, dini ibadetle ilgili olup, dini düşüncelerin geliştirilip derinleştirilmesi ve ruh gözünün açılması amacıyla içilmekte olduğu vurgulanır. Avesta’nın Gatha bölümünde belirtildiğine göre dini inanç alanında şarkı ve 
şiirlerin önemli bir yeri olduğu görülür. Cenneti şarkılı bir yer olarak değerlendirir (27). 

Maalesef, PKK, Kürtleri 1980’den beri epeyce evirmiş ve dönüştürmüştür. Kürtlerin, özellikle genç Kürtlerin ülkeye aidiyet duygusunu yok etmiştir. Kürtleri toplumdan-devletten bütünüyle ayırmak için önünde tek bir engel var. Her ne kadar son zamanlarda Kürtlerin dini duygularını yok edemeyeceğini, İslam’a dair derin kökleri yıkamayacağını farkederek dini kendi lehine kullanmaya çalışsa, nevzuhur hocalarla halkı kandırmaya uğraşsa da 
örgüt Marksist, Ateist, Pozitivist bir yapıdadır. Allah’la, dinle, diyanetle, camiyle medreseyle bir alakası yoktur. 

Lider kadrolarına baktığınızda örgüt bu özellikleri size haykıracaktır. Zira PKK’nın, BDP ve KCK’nın liderleri, militanları Allahsız, peygambersiz, herhangi bir ahlaki kaygı taşımayan, bohem bir hayat yaşayan ateist-Marksist tiplerdir. Bunların Zerdüştlükle de bir ilgileri yoktur; bari Zerdüştlüğün değerlerine, emirlerine uysalar; ama örgüt için Zerdüştlük genç Kürtleri İslam’dan uzaklaştırmanın, toplumdan koparmanın aracından öte bir şey değildir. 

İslam, bizim medeniyetimizin temeli, blokajıdır. Müslüman toplumların kültürel kodları, değer yargıları, toplumsal dinamikleri, birlikte yaşam ilkeleri İslam’a 
dayanır. İslam kardeşliği, beraberliği, dayanışmayı, paylaşmayı teşvik eder. Her türlü terörü ve anarşizmi reddeder. Türklerden daha önce İslam’la tanışan Kürtler ise toplumun ortalamasından daha dindardır; muhafazakârdır. Bu durum, örgütün hedeflerine ulaşması, Kürtleri ırkçı-şoven hale getirebilmesi ve kullanabilmesi için büyük bir engeldir. 

Örgüt pek çok diğer sebebin yanında iki temel nedenden dolayı İslam’a düşmandır. Açıktan, toplum karşısında hedef alamasa da, İslam’ı erozyona uğratmanın, Kürtler arasında etkisiz kılmanın, hayattan dışlamanın 
yollarını aramaktadır. Örgüt, Marksist’tir; materyalisttir. Özellikle İslam’a Karl Marks’ın dediği gibi “insanları uyutan afyon!” olarak bakmaktadır. Örgüte göre eğer Kürtlerin bir dini olacaksa Zerdüştlük olabilir. Tek Parti dönemindeki Şamanizm’e dönüş çabalarına benzer şekilde, örgüt Zerdüştlüğü İslam’dan kopuşu sağlamak, Kürt kimliğini “milli” bir dinle desteklemek için kullanmakta dır. İslam’a bu kadar katı davranan PKK- KCK, öte yandan örgüt içindeki “Kürt”, “Alevi Kürt” görünümlü Kripto Ermenilerin Hıristiyanlık çalışmalarına göz yummakta, desteğini aldığı batının din ve kültürüne tolerans göstermektedir. 

Örgüt ve arkasındaki güçler zaman zaman yalanlasa ve inkâr etse de, bir Kürt devleti peşindedirler. Kürt devletinin olabilmesi için, etle tırnak gibi olmuş, iç içe 
geçmiş Kürtlerle Türklerin ayrışması, vuruşması ve düşman olması gerekmekte dir. “Birlikte yaşanamaz” olduğuna dair tabloların oluşması ve bunun dünya 
kamuoyuna da fotoğraf şeklinde verilmesi, arkasından da U.A. kuruluşların devreye girmesiyle bu ayrışmanın fiilen temin edilmesi gerekmektedir. BOP çerçevesinde Ortadoğu’da bir Kürt devleti kurmak isteyen batılı dostlarımızın(!) ve onların maşası örgütün bu amacının önündeki en büyük engel “İslam”dır. Zira toplumun, Türklerle Kürtlerin müşterek temeli, çimentosu, ortak paydası İslamdır. Örgüt ve arkasındaki güçler bu nedenle Kürtleri, özellikle genç nesilleri İslam’dan uzaklaştırmanın, İslam’ın toplum üzerindeki etkisini erozyona uğratmanın türlü yollarını denemektedirler. 

Uzun süre İslam’a ve değerlerine doğrudan düşman olan örgüt bunun kolay yıkılamayacağını gördüğü için son birkaç yılda taktik ve strateji değiştirmiş; daha faydacı davranmaya başlamıştır. Naylon hocalar bularak, ayrılıkçı 
Cuma namazları tertipleyerek, İslam’ın Kürtçü söylemlerini geliştirerek İslam’ı doğrudan hedef almak yerine, sureti haktan görünerek, asıl niyetini perdeleyerek Kürtleri yozlaştırma, İslam’dan uzaklaştırma yöntemleri 
uygulamaktadır. 

Örgüt ortaya çıktığı 1984 yılından bu tarafa bölgede etkin olan tarikatların, medreselerin, din adamlarının etkisini kırmış, onları itibarsızlaştırmış, toplum üzerindeki kredisini yıkmıştır. Muhafazakâr bir toplum olan Kürtler arasında mahremiyet duygusunu, ahlak anlayışını, namus düşüncesini tarumar etmiştir. Dini eğitim veren kurumları tehditle veya baskıyla sindirmiş, din adamlarının ve kanaat önderlerinin örgüte rağmen söz söylemelerine engel olmuştur. 

Örgütün 30 yıllık çabalarıyla, devletin 28 Şubat gibi dönemlerde uyguladığı katı laikçi yaklaşımlarıyla, Güneydoğu’da dindarlık sözde kalmış, İslam toplum 
üzerindeki etkisini epeyce yitirmiştir. Daha önce İslam bölgede birincil faktör, unsur iken, yoğun propaganda çalışmaları ve Şoven Kürtçü söylemler-eğitimler 
nedeniyle bu gün özellikle 25-30 yaş altı gençlerde İslam etkisizleşmiş; ama Kürtçülük, Kürt olmak çok öne çıkmış ve baskın hale gelmiştir. Tarikatlarla içli dışlı olan Kürtler tasavvuf ekollerinden uzaklaşmıştır. 

  Örgütün propagandası, devletin ve muhafazakâr AKP hükümetinin de ihmalleri sonucu bölgede seküler, hınçlı, militan bir Kürt nesli ortaya çıkmaktadır. Bu gün örgüt bölgede sözünü dinlemeyen imamları öldürmekte, yurtları basmakta-yakmakta, STK’ları tehdit etmekte, cemaatlere hayatı dar etmektedir. Din adamlarını sadece kendi söylemlerini seslendiren figüranlar yapmaya 
çalışmaktadır. Bu noktada hükümetin ve İslam adına hareket ettiğini söyleyen cemaatlerin ve cemiyetlerin, STK’ların büyük vebali vardır. Zira bu kesimler bölgeyi bütünüyle örgüte bırakmışlar, bölgede İslam’ın anlatılmasını dahi örgütün naylon hocalarının, imamlarının inisiyatifine terk etmişlerdir. Örgüt Kürtleri epeyce evirmiş ve dönüştürmüştür. Kürtlerin, özellikle genç 
Kürtlerin devletle ortak bağını koparmıştır; ülkeye aidiyet duygusunu yok etmiştir. Kürtleri toplumdan-devletten bütünüyle ayırmak için önünde tek bir engel vardır: 

İSLAM. Bu güçlü bağı, ortak paydayı, müşterek zemini bazen inkar ederek, erozyona uğratarak; bazen de istismar ederek Kürtçülük ve Kürt devleti namına yıkmakta, yıpratmaktadır. Örgüt bölgede ciddi bir toplumsal taban oluşturmuş, genç kitleleri devşirmiştir. Kaybedilen bu zemini yeniden kazanmanın, örgütün bölgede toplumsal tabanını zayıflatmanın yolu bölge insanında var olan dini 
duyguları yeniden beslemek ve güçlendirmektedir. Örgüt kendisine engel olan bu dinamiğin farkındadır. Sürekli ve sistematik olarak bu dinamiği ve değerlerini 
yıpratmaktadır. Ancak ne devlet, ne hükümet, ne de birlik ve bütünlük yanlısı kesimler bu güçlü argümanı, etkili ortak değeri bölgede gerektiği gibi kullanamamaktadırlar (28). 

Öte yandan PKK ve yandaşlarının Zerdüştlük'ten sonra şimdi de Yezidilik faaliyetleri yürütmesi Güneydoğu bölge halkının tepkisini çekiyor. Kürtlerin, Zerdüştlük ve Yezidilikle alakası olmadığını vurgulayan bölge STK'ları, 
“PKK ve uzantıları Kürtleri İslam'dan, kültüründen ve asıl kimliklerinden uzaklaştırmayı planlıyorlar. Çünkü İslam'ı benimseyen hiç kimse PKK'ya destek vermez” diyorlar. 

Örneğin Memur-Sen ve Diyanet-Sen Bitlis Şube Başkanı İsmet Alca, Zerdüştlük ve Yezidilik faaliyetlerini yürütenlerin dinsiz olduğunu söyleyerek, “Bu kişiler bölgedeki gençleri camiden uzaklaştırıyor. Örneğin sivil Cuma namazları gibi. Ayrıca bu kişiler; sazlı, gitarlı, alkollü, karılı kızlı eğlenceler düzenleyip gençleri dinden koparıyor. Bu şekilde gençleri dinden uzaklaştırıp 
istedikleri gibi yönlendirmeye çalışıyorlar. Gençleri kolayca dağa çıkarıyorlar, güvenlik güçlerine taş attırıyorlar, okul yaktırıyorlar. Devlet ve diyanet gençlere 
sahip çıkmalı. Çünkü İslam'ı benimseyen hiç kimse PKK'ya destek vermez” diye konuşuyor. İHH Mardin İl Temsilcisi ve USTAD (Uluslararası Stratejik Tahlil ve Araştırmalar Merkezi) üyesi Mehmet Timurağaoğlu ise, PKK ve yandaşlarının Kürtlerin içine farklı farklı inançları sokmak istediğini dile getirerek, “Bir zamanlar ‘biz Hıristiyanlarla amcaoğluyuz' dediler, hatta Kürtçe İncil bile dağıttılar. Bir zamanlar ise, ‘Yahudilerle amcaoğluyuz' dediler. Şimdi de Zerdüştlük ve Yezidiliği çıkardılar. Bu faaliyetler sistematik ve planlı bir şekilde yürütülüyor. Kürtleri İslam'dan, kültüründen ve asıl kimliklerinden uzaklaştırma yı planlıyorlar. Bu şekilde onları ele geçirmeye çalışıyorlar. Mahalle baskısı ve silah zoru ile milleti susturmaya çalışıyorlar. 

Artık Kürtlerin  yakasından düşsünler. Bölge halkı insanca yaşamayı hak ediyor” ifadelerini kullanıyor (29). 

Başbakan Erdoğan’da Elazığ Havalimanı’nın açılış töreninde yaptığı konuşmada bu konuya dikkati çekti. Bölge halkının terörle arasına mesafe koyması gerektiğini savunan Erdoğan, Iğdır'da öğretmenleri PKK'nın elinden alan köy halkını örnek verdi. Erdoğan,'Bunlara prim vermeyin. Onlar sizi insan yerine koymuyor. 'Sevgili kürt kardeşim bu terör örgütüne tepkini koy ki bölgede abad 
olmasın. Bu teröristlerin yeri belli. Bunlar zerdüşt. Bunlar Yezidilikten bahsediyorlar. Bu tür ayinleri yapıyorlar.'Terör başta olmak üzere kronik sorunları kardeşlik ruhuyla dayşanışma halinde aşacağız. Bize husumet besleyen her çevrenin dilediği gibi kullandığı bu kuklayı, bu maşayı Allah'ın izniyle bertaraf etmek için çok boyutlu ve kararlı bir mücadele yürütüyoruz'' dedi (30). 

Küresel perspektiften baktığımızda Kürtlerin maşa olarak kullanıldığı Zerdüştlük projesinin mimarı acaba kimler ve neden şimdi bugünlerde gündeme geldi? 
Özellikle son dönemde sessiz sessiz dünyadaki krizi izleyen İsrail’in meşhur ”Mesih Planı” gündemde olmasa da Evanjelistlerin bu plandan vazgeçtikleri yok. Evanjelist Bush’un diskilafiye olması onlar için fazla bir kayıp değil. 
Obama’nın etrafının dikenlerle çevrili olması ve giderek sıkıştırılması, Ortadoğu’daki karışıklığa farklı bir bakış açısı getirmektedir. Obama ikinci defa seçilir seçilmez İsrail’in Gazze’ye düzenlediği kanlı savaş, bu hoyratlığın 
işaretidir. Güç bizde, ABD arkamızda, son Filistinli’yide öldürür bu sorunu kökünden çözeriz yaklaşımı devam ediyor. Düşünce itibariyle İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ında üyesi olduğu Hüccetilerle birlikte aynı 
düzlemde olan Evanjelistlerin birlikte aynı amaca hizmet ederek bölgeyi karıştırmak istemeleri sıradan bir durum değil. Suriye krizi ile Ankara, İsrail ve İran’ın ortak çalıştığını daha yeni anladı. ABD’nin kredi notunun düşürülmesinin arkasındaki hedef hem önümüzdeki seçimlerde 2008'de başlayan ekonomik kriz, Avruapa’da Yunanistan’ın ardından İtalya, ispanya ve Portekiz ekonomilerini de batırmaya, Alman ve Franszıların bu ülkeleri ekonomik olarak tamamen işgal etmesine gebe. Arap baharının Arap kışına dönüşmesi, Ortadoğu’nun karışması bir tesadüften ibaret değildir. 2001'de ABD’nin Afganistan’dan sonra Irak, İran ve Suriye ile birlikte Sudan’ı değiştirme düşüncesi ise son düzlükte İran’ı 
yanına çekme stratejisine dönüştü… Buradaki en büyük etkenlerden biri Evanjelistlerin Obama üzerinde baskı oluşturmasından kaynaklanmaktadır. Pentagon’un 120'ye yakın ülkede gizli savaş yürütüyor olması ve El-Kaide’den 
sonra yeni bir hedef belirleme düşüncesi ise önümüzdeki dönemde Evanjelistlerin tüm etkinliklerine rağmen yerine getirilmesi zor gözüküyor. Küresel baronların bu süreci atlatmak için ellerindeki son kozu oynayacakları zaten 2008'in ortalarında ve son Washington toplantısın da ortaya çıkmıştı. 
Türk askerine korkusuzca ve dengeleri gözetmeden saldıranların neye hizmet ettikleri biraz perdenin arkası ile ilgili. 

Bu bağlamda Abdullah Öcalan diskalifiye edildi, PKK barış istedi, yok istemiyor tartışmaları anlamlıdır. Malum, devletin başındaki şahısta PKK’yı Öcalan’nın yönettiğini zannederek uzun bir süredir onunla istişare ediyordu. 
Silvan’dan sonra uyandı ama geç uyandı. 2009'dan beri söylenen uyarıları dikkate almayan, saçma sapan danışmanlar – görevlendirmeler ve YAŞ kararları alan bir strateji ile ancak buraya kadar… İstediğimiz kadar PKK’ya, KCK’ya operasyon yapalım. Kiminle ve ne ile yapacaksın. Karlofça’dan beri savaş kazanamayan ve Mustafa Kemal’den itibaren alt yapısını Alman bir generalin kurduğu ve içerisinde PKK’lı, CIA’cı ve 


MASON BEKTAŞİLER’in kol gezdiği bir ordu ile mi operasyon yapacaksın? PKK’lı bir itirafçı diyor ki; Bize haritalar getirildi. Askerî, özel haritalar. Krokiler de vardı. Karakolların nerede olduğunu, asker sayısı, mühimmat durumu, komutanların özel ve genel durumları gibi bilgiler gelirdi. Devamında rütbeliler Kandil’e gidip geliyordu diyor. Yahu kardeşim bunların olduğunu bizler bu 
halimizle 1999'dan beri biliyoruz da, siz devletin yöneticileri bunları bilmiyor musunuz. Hala anlamadıkları şey şu; MASON BEKTAŞİ sisteminin 150 yıllık bir 
sistem olduğunu ve bunların temizliği yapılmadan ”sa-va-şı-la-mayacağı. 

Kimseye güvenemez ve hamle yapamazsınız.. Orada ölenler yine Müslüman Türk askerleri olacak. Diğer hainlerde elleri bellerinde ayinlerini yapmaya devam edecekler. Unutmamak lazım, Türkiye’yi değiştiren AKP değil, AKP’yi değiştiren 
Türkiye’dir. Bundan sonraki değişimde yine milli irade ile olacaktır. Yaşanan olaylara -Ortadoğu’da karışıklık veya PKK’nın barış istemiyoruz saldırıları- nazarı ile bakmak sadece bir gaflet ve basiretsizliktir. PKK’yı elindeki figüranlarla 4-5 parça halinde kullananlar ise küresel baronların Ortadoğu temsilcisi kanalı ile sürdürülmektedir. 

Bölgedeki en büyük kanlı stratejileri ise Şİİ-ALEVİ-NUSAYRİ üçgenidir. Bir nevi Şİİ HİLALİNİN MASON  BEKTAŞİ versiyonudur. Tatar İsmail Gaspıralı’nın ifade ettiği gibi İslam en büyük darbeyi Moğol istilası ile yemiştir. Bir nevi Osmanlı’da bu daralma ve baskılar sonucunda ortaya çıkmıştır… Mevlana ve Yunus Emre’ler ise bu yıkıntılar arasında doğmuştur. O yüzden meseleye ümitsizlik nazarı ile bakmak beyhudedir. Allah’a inanlar üzerlerine düşen vazifeyi bihakkın yerine getiriyorsa zafer yakındır..O yolda dökülecek her kan kutsal ve gereklidir. Ne baştakilerin basiretsiz ve gaflet içinde olmaları ne de Yaratan’a yakın kalplerin azlığı- bu işin önüne perde olamayacaktır. Ortada olan ve görünmeden yaşanan bir -

DİN’LER- Savaşı vardır. Bir tarafta Evanjelist-Siyonist-Zerdüşt Tapınakçı kadroları ve diğer tarafta Müslüman Türk evlatları. Bir taraf hem para hem sayı olarak çok önde… Diğer taraf ise hem maddi hem de sayı olarak çok geride. Ancak aradaki en büyük fark; üç harf. Bir taraf kan, diğer taraf Hak diyor (31). 

İlk ve Son sözü her zamanki gibi yine Hak söylüyor; ”Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah Aziz (mutlak izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak 
galip)tir. Hakim (her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunan)dır” (32). 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

27 Arslan, Faruk. Zerdüşt böyle buyurmuştu Kürtler! Farukarslan.com. 15.08.2012. 
28 Gezgin, Yusuf. PKK-KCK’nın İslam’la Derdi Nedir? 10.11.2011. İnternet ulaşımı 
29 Akit. Müslüman Kürt, Zerdüşt PKK’yı desteklemez! 21.10.2012. 
30 AA. PKK Zerdüşt Prim Vermeyin. 20.10.2012. 
31 Polat, Rauf Atilla. Evanjelist PKK’nın Zerdüşt Kalkışması… 18.08.2011. İnternet ulaşımı 
32 Kuran’ı Kerim. Fetih Suresi 7.Ayet 

11 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***