NATO beyin ölümüdür etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
NATO beyin ölümüdür etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Nisan 2020 Perşembe

Şu anda yaşanmakta olan, NATO’nun beyin ölümüdür

Şu anda yaşanmakta olan, NATO’nun beyin ölümüdür 



 Prof. Dr. Mustafa Kibaroğlu

İstanbul

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, 6 Kasım 2019’da İngiltere’de yayımlanan The Economist dergisine verdiği demeçte, Avrupa ülkelerini 
uyararak, “ NATO Müttefiklerinin savunmasında artık Amerika Birleşik Devletleri’ne güvenemeyeceklerini ” vurguladıktan sonra dile getirdiği 
Şu anda yaşanmakta olan, NATO’nun beyin ölümüdür ” ifadesi uluslar arası arenada büyük bir sarsıntı meydana getirdi.

Başta Almanya Şansölyesi Angela Merkel ve Kanada Başbakanı Justin Trudeau olmak üzere, Kuzey Atlantik İttifakı Örgütü’ne üye ülkelerin Liderleri 
ve NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg art arda açıklamalar yaparak, Macron’un sözlerinin, özellikle eski Varşova Paktı üyesi olan ve  Rusya’dan algıladıkları tehdidi halen iliklerine kadar hisseden, Orta ve Doğu Avrupalı müttefik ülkelerde doğurduğu endişeleri gidermeye çalıştılar.


Emmanuel Macron,

Macron, The Economist dergisinde yayınlanan ve meşhur Elysée Sarayı’nda gerçekleştirilen söyleşisinde, 4 Nisan 1949’da Washington’da  imzalanan Kuzey Atlantik Antlaşması’nın 5. Maddesi kapsamında vurgulanan İttifak dayanışması nın, son yıllarda ABD’nin başına buyruk  davranışları sebebiyle, gelecekte geçerliliği olup olmayacağından emin olmadığını dile getirdi.



Fransa Cumhurbaşkanı bu görüşünü desteleyen bir gelişme olarak da, ABD Başkanı Donald Trump’ın Suriye’den asker çekme kararı alması sürecinde, 
NATO’lu müttefiklerine danışmadığının altını çizerek, Trump’ın bu kararıyla Türkiye’nin Barış Pınarı harekâtını başlatmasına zemin hazırladığını  ve bu gelişmeden duyduğu rahatsızlığı ifade etti.

Macron’un bu ifadeleri ve Suriye’de yaşanan süreçle alakalı olarak Türkiye’yi de içine alan sözlerinin amacının, esas olarak, NATO’nun geleceği  hakkında ABD’nin tutumundan kaynaklanan kaygılarını dile getirmekten çok, en önemli müttefiklerinden olan Türkiye’yi hedefe koymak olduğu  anlaşılıyor.

Macron, ayrıca, üstü kapalı olarak, aynen Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi, Türkiye’nin Suriye ile bir sorun yaşaması durumunda, İttifak  dayanışmasının sergilenmeyebileceği, bir başka deyişle, 5. Madde kapsamında NATO’lu müttefikleri nin Türkiye’nin yardımına gelmeyebileceği konusunda bir imada da bulunmakta. [1]

9 Ekim günü başlayan Barış Pınarı harekâtı, birçok kişinin yansıtmaya çalıştığı gibi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı  Donald Trump arasında yapılan bir telefon görüşmesinden sonra ve “Trump’ın izni ile” apar topar başlamış bir askeri harekat değildir.

    Barış Pınarı harakâtının Batı dünyasında oluşturduğu rahatsızlığın sözcülüğünü Macron’un üstlenmiş olduğu anlaşılıyor. 
Görünen o ki, Fransa Cumhurbaşkanı, bu tutumunu Aralık ayında Londra’da toplanacak NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’ne de taşıyacak.

Türk yetkililer, devletin en üst seviyesinden itibaren, her kademede, başta Amerikalı muhatapları olmak üzere, NATO müttefiki ülkelerde,  en azından son beş yıldır, Suriye’nin kuzeyinde YPG/PYD terör örgütünün varlığı ile oldu bittiye getirilmeye çalışılan fiili bir durumun ve  kurulmaya çalışılan siyasi bir yapının Türkiye’nin güvenliği bakımından arz ettiği tehditleri defalarca dile getirmişler ve aslında yapılması  gerekenin, söz konusu coğrafyada, Türkiye-Suriye sınırı boyunca, belli bir derinliğe kadar inecek şekilde bir “Güvenli Bölge ” oluşturulması nın  gerekliliğini anlatmışlardır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, önceki ABD Başkanı Obama ile yapmış olduğu hemen her yüz yüze görüşmede ve telefon konuşmalarında bu konuyu 
ısrarla ve kararlılıkla gündeme getirmesine karşılık, Obama’nın tutumunun tam anlamıyla “ipe un sermek” ve zaman kazanmak için ilerideki belirsiz tarihleri işaret etmek olduğu zaman içinde anlaşılmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti devletinin asker ve sivil ilgili tüm unsurları, müttefik ülkelerin kayıtsız ve hatta karşıt tutumlarına rağmen, hazırlıklarını her 
alanda eksiksiz olarak yerine getirmişler ve bir gün nasıl olsa kaçınılmaz olarak başlatılacak olan harekâtın planlarını defalarca gözden geçirmişlerdir. 
Bu sebepledir ki, Barış Pınarı harekâtı hem sahada hem diplomasi alanında hedeflerine varmak yolunda hızla ilerliyor.

Bu durumun Batı dünyası içinde meydana getirdiği rahatsızlığın sözcülüğünü Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un üstlenmiş olduğu anlaşılıyor. 

Görünen o ki, Macron, bu tutumunu Aralık ayı başında İngiltere’nin başkenti Londra’da toplanacak olan NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’ne de taşıyarak, Türkiye’ye yönelik ağır eleştirilerin hız kesmeden devamını sağlamakta kararlı.

Benzer şekilde, Kasım 2010’da Portekiz’in başkenti Lizbon’da toplanan NATO Zirvesi öncesinde, dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, 
İttifak’ın “Füze Kalkanı” projesi kapsamında Malatya yakınlarında bulunan Kürecik’teki radar üssünün kullanımıyla ilgili olarak başlatılan tartışmalar da, Türkiye’nin NATO’nun bu önemli projesine karşı olduğu görüşünü yaymış ve müttefiklerin haksız yere Türkiye’yi eleştirmelerine  yol açmıştı.

Türk yetkililer, o dönemde de, Sarkozy kaynaklı yanlış bilgiler üzerinden yapılan yersiz ve haksız eleştiriler karşısında soğukkanlı tutumlarını  koruyarak, her seviyeden muhataplarına Türkiye’nin NATO’nun Füze Kalkanı projesine verdiği önemi, Kürecik’teki radarın bu proje içindeki hayati  önemini sabırlı ve detaylı bir şekilde anlatmışlardır. Nihayetinde, 2010’da Lizbon’da alınan karar gereği projenin 2012 Chicago Zirvesi itibarıyla  Avrupalı müttefik topraklarını koruyabilecek şekilde operasyonel hale getirilmesi hedefi üzerinde fikir birliğine varılmıştır.

Aralık 2019’da Londra’da yapılacak NATO Zirvesi, Türkiye’nin Barış Pınarı harekâtının yalnızca siyasi ve askeri yönlerinin değil, daha önemlisi, insani açıdan kaçınılmaz gerekliliğinin bütün yönleriyle gözler önüne serilmesi ve Suriye’de yaşanan iç karışıklıktan her bakımdan en mağdur olan ülkelerin başında gelen Türkiye’nin müttefiklerine yönelik beklentilerini de anlatması için çok önemli bir zemin olacaktır.

Londra’daki Zirve toplantısına kadar geçecek kısa süre zarfında, her kademedeki Türk yetkililerin, müttefik ülkelerdeki muhataplarına, NATO dayanışmasının gücünü ve hazırlık seviyesini, yalnızca devletlerden kaynaklanan tehditler karşısında değil, “devlet-dışı aktörler” olarak tanımlanan ve küresel boyutta eylemler gerçekleştirebilecek yapıya ulaşan bütün terör örgütleri karşısında da göstermek için önlerinde çok önemli bir fırsat olduğunu ve bunun kısa vadede ortaya konulabilecek örneğinin de, Suriye’de yaşanan trajedinin ve güvenlik sorunlarının sona erdirilmesinde  İttifak’ın ruhuna ve 1949 Washington Antlaşması’nın lafzına uyacak şekilde Türkiye ile güçlü bir dayanışma içinde olmaktan geçtiğini vurgulamalarında yarar vardır.

[ Prof. Dr. Mustafa Kibaroğlu MEF Üniversitesi İktisadi İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi dekanıdır ]

[1] Soğuk Savaş döneminde NATO’nun Avrupalı müttefikleri tarafından Orta Doğu’nun “alan dışı bölge” olarak görülmesinin Türkiye’nin  güvenliğine ve İttifak dayanışmasına olan olumsuz etkileri hakkındaki analizler için bkz:

    Türkiye NATO İlişkileri
    "Turkey and NATO in Retrospect: Hard to Classify as a "Win-Win" Relationship - Part I"

    "Turkey and NATO in Retrospect: Hard to Classify as a "Win-Win" Relationship - Part II"

https://www.aa.com.tr/tr/analiz/macron-un-nato-cikisinda-asil-hedef-turkiye/1643927


***