Demokrat Parti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Demokrat Parti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Eylül 2019 Cuma

Darağacı: Demokrasi Kahramanı Menderes

Darağacı: Demokrasi Kahramanı Menderes






Darağacı: Demokrasi Kahramanı Menderes.,

daragaci.jpg


İstiklal Madalyası sahibi olan Başbakan Adnan Menderes, 27 Mayıs Darbesi'nin ardından 17 Eylül 1961 tarihinde darağacında asılarak idam edildi.
Türkiye Cumhuriyeti tarihine kara bir leke olarak geçen Başbakan Adnan Menderes'in idam edilmesinin üzerinden 58 yıl geçti. 1950-1960 yılları arasında Başbakanlık yapan Adnan Menderes, 27 Mayıs darbesi sonrasında kurulan düzmece mahkemeler ve sahte delillerle 17 Eylül 1961 tarihinde idam edilmişti.
“Darağacı/ Demokrasi Kahramanı Menderes” isimli kitabımda Menderes’in hayatını ve yaşananları son arşiv bilgileri, belgeleri ve aktüel gelişmeler ışığında uzun bir kütüphane çalışması sonunda yazmaya çalıştım. Olayı hatırlayarak ders alınması dileğiyle.  Çünkü, hafızayı beşer, nisyan ile maluldür!.. Yani "insan unutur!.." İstiklal ve istikbalimiz açısından mazlum, şehit başbakanımızı unutmamamız ve unutturmamamız gerekiyor.
Yaşanan bazı hayatlar, dramla başlar ve yine dramla biter; ama sadece dramdır. Bazı hayatlar da vardır ki yine dramdır, ama sonu zaferdir. En azından, sonu itibariyle dram gibi gözükse de sonuçları itibariyle başka hayatlara zafer müjdeleyen bir dram…
Adnan Menderes’in hayatı ve dönemi işte aynen böyle...
Çarıktan medeniyete geçişin adıydı Menderes dönemi. Kimi “beyaz devrim” dedi ismine, kimi “altın yıllar”... Asırlardır hizmete susamış Anadolu insanı; baraja, yola, fabrikaya, okula, suya, elektriğe onunla kavuşmuştu. Anadolu insanı  Ezanına, Kur’an-ı Kerimine de onunla kavuşmuştu. Sevinç gözyaşları içinde duygularını yaşamıştı… Bunun için ona Bediüzzaman Said Nursi “İslam Kahramanı” denmişti. Artık millet huzurluydu, mutluydu. Mahsul para ediyor, elleri nasır tutan köylünün yüzü gülüyordu. Sefaletin, Anadolu’nun kaderi olmadığını anlıyordu artık insanlar. Halk horlanıp itilip kalkılmaz olmuştu. Devlet dairelerinin kapıları milletin girebilmesi için sonuna kadar açılmıştı. Sadece halkın değil, ülkenin itibarı da zirveye yükseliyordu. Türkiye için yeni dünya düzeninde öylesine bir ülke öngörenlerin hesaplarını şaşırtıyordu Menderes. Kendi halinde bir ülke gömleği dar gelmeye başlıyor, adeta geçmişteki şanlı yerine doğru başını yeniden doğrultuyordu Türkiye…
Türk siyasi hayatının on yılına Başvekil olarak damgasını vuran Adnan Menderes... Türk demokrasisinin geleceğini, "fikir, inanç ve teşebbüs hürriyetleri”nde görmüştür. Türkiye’nin ekonomik kalkınmasının ancak geniş bir hürriyetler ortamında mümkün olabileceğini vurgulamıştır.
13 Nisan 1949'da yapılan DP Aydın İl Kongresi'nde "Üyelerden biri, 'Sefaletin bulunduğu yerde hürriyet olamaz' dedi. Ben, aksini söyleyeceğim. Hürriyetin olduğu yerde sefalet olamaz." diyen Menderes, CHP iktidarlarında temel hak ve özgürlüklere getirilen kısıtlamalara da karşı çıkmıştır:
"Vatandaşın, Söz, Fikir ve Vicdan Hürriyeti, Demokrasinin temelini teşkil eder. Bir memlekette demokrasi vardır diyebilmek için de bu hürriyetin her türlü tehditten masun olması şarttır. Bu hürriyetlerin tehdit altında bulunması veya bulunabileceği korkusunun kalplerde hakim olması, kanunlarda yazılı olanlar ne olursa olsun o memlekette demokrasinin yer bulmamış olmasının şaşmaz delilidir…” (Demokrasinin temelleri, Adnan Menderes, Vatan Gazetesi, 22 Haziran 1946.)
1923-1950 döneminde söz, fikir ve vicdan hürriyetinden bahsetmek, özel teşebbüste bulunmak mümkün değildi. Bunlardan bahsetmek ve yapmak yasaklar listesindeydi. Bırakınız üretim yapmayı, hele ihracat yapmayı, bir şehirden diğerine mal götürmek bile zordu. Jandarma her şeydi. Geliri olmayandan vergi toplanır, vermeyenlere ceza yağardı. İslâmiyet zümrüdü anka kuşuna dönmüştü, adı var kendisi yoktu. Kur’ân bile toplatılan kitaplar arasındaydı. Müslüman’ın dinini öğrenmesi, anlaması, yaşaması yasaktı…
1950’ye kadar, köylere fazla bir şeyler götürülmediği için, köylüler, çiftçiler kentlere gelmeye başladılar. Onların çocukları da okumaya, meslek sahibi olmaya ve siyasete girmeye başladılar. ”Öküz Anadolulular” çiftçilik ve askerlik dışında da iş yapmaya başladılar. Milleti sürü sayan zihniyet bundan rahatsız olmaya başladı. Demokrat Parti iktidarı, ayrıcalıklı zümreye ve çocuklarına rezerve edilmiş mevki ve makamları ‘Hasolar’, ‘Memolar’ veya ‘ağzı çorba kokanlar’la paylaştırmaya başladı. 1950’lerde halkın; CHP’lilerin DP’lileri kast ederek;” Ne yani ülkeyi Hasolar, Memolar mı yönetecek” sözünü affetmeyip DP’yi büyük bir güçle iktidara getirmeleri buna bir misaldir. Halk kendine değer verenlere her zaman destek olmuş onları baş tacı yapmış ve yapmaya da devam etmektedir.
Cumhuriyet geçmişimize baktığımızda elit zümre her zaman kendini hissettirmiş, halkına hep tepeden bakan bu zümrenin, kendi dünya görüşü ve hayat biçimine uymayan, demokratik yollarla iktidar olmuş hükümetleri darbelerle yıkmışlardır.
14 Mayıs 1950’de ‘Yeter söz milletindir’ diyerek, milleti ile  bütünleşen, Adnan Menderes’in Demokrat Partisi 69’a karşı 408 milletvekili çıkararak, CHP’ye tarihi bir ders verdi. Bu öyle bir dersti ki, milleti hor gören, ona “Öküz Anadolulular” gözüyle bakan CHP zihniyeti  bir daha tek başına iktidar yüzü görmedi.
Artık millet söz sahibiydi. Millet söz sahibi olduğu için de, yıllar yılı onun rağmına yapılan icraatlara son veriliyor, milletin istediği işler yapılmaya başlıyordu.
Yıllardan beri millete karşı yürütülen dinî baskılar, dine yönelik yasak ve engellemeler DP gelince son buluyordu. Menderes hükümeti daha ilk ayında 18 yıllık aslına uygun olarak okutulması yasaklanan ezana hürriyetini veriyor, ezan serbest bırakılıyordu. İktidarın iki ayı dolmadan da radyoda dinî program yasağı kaldırılmış ve haftada iki gün Kur’ân okunmasına başlanmıştı.
Başbakan Adnan Menderes’in dine ve dindarlara tavrı ise açık ve kesin idi. Daha 1951’de “irtica” iddiasıyla dindarlara baskı yapılmasının hesabını kuranlara karşı, “DP, vicdan hürriyetine riayet edeceğini beş yıl evvel programıyla millete vaad etmiştir” cevabını veriyordu. “Türk Milleti Müslümandır ve Müslüman olarak kalacaktır. Evvela kendine ve gelecek nesillere dinini telkin, onun esasını ve kaidelerini öğrenmesi, ebediyen Müslüman kalmasının münakaşa götürmez bir şartıdır” diyen Menderes’ti. Bunun için, ezanın aslına çevrilmesine sebep olduğu için Menderes, Bediüzzaman’ın ifadesiyle “İslâm kahramanıdır.” Çünkü, ezanın hikmeti sadece Müslümanları namaza çağırmak değildir. Onun yanında bütün insanlık namına, insanlığın ve kâinatın yaradılışının büyük neticesi olan tevhid ve rububiyete karşı, ubudiyetin izahına vesiledir. Bunun yerini de ezandaki mübarek ifadelerden başka hiçbir şey tutamaz.
Menderes devri, demokrasi, hürriyet ve dini inkişaf devri olduğu kadar, fakirlikten kurtuluşun diğer bir adıydı…
Anadolu köylüsünün şartlarını, tarım ekonomisine dayanan Türkiye’de toprağın, toprakta çalışan insanın durumunu çok iyi bilen Menderes, bu ülkenin fakir tabakalarının, köylüsünün, şehirlisinin, kasketli, çarıklı, poturlu, ve şalvarlıların hayat şartlarını çok iyi bildiği için, çok kısa zamanda Türkiye gerçeğini, tepeden görüldüğü gibi değil, tabanda yaşandığı gibi çok iyi kavrayabilmiştir. Türkiye’de hürriyet içinde refah, demokrasi içinde medeniyet mücadelesini yapmanın imkân dahilinde olduğunu göstermiş bir iktidarın parlak başbakanıdır.
Anadolu köylüsünün şartlarını, tarım ekonomisine dayanan Türkiye’de toprağın, toprakta çalışan insanın durumunu çok iyi bilen Menderes, bu ülkenin fakir tabakalarının, köylüsünün, şehirlisinin, kasketli, çarıklı, poturlu ve şalvarlıların hayat şartlarını çok iyi bildiği için, çok kısa zamanda Türkiye gerçeğini, tepeden görüldüğü gibi değil, tabanda yaşandığı gibi çok iyi kavrayabilmiştir. Türkiye’de hürriyet içinde refah, demokrasi içinde medeniyet mücadelesini yapmanın imkân dahilinde olduğunu göstermiş bir iktidarın parlak başbakanıdır.
Menderes dönemi gerçeğinin rakamlardaki ifadesi ise gözler kamaştırıyordu. Cumhuriyetin ilk 27 yılında en fazla yüzde 3’lerde ve genel ortalama yüzde 2’lerde kalan büyüme hızı, DP ile birlikte yüzde 12’lere fırlamıştı. Ülke, CHP’nin 20 senede getirdiği yere, DP’nin dört senesinde gelmişti. Bu devirde ülke çapında bir imar ihtilâli yaşanıyordu. Tarım ve sanayide, eğitimde, sağlıkta büyük yatırımlar, temel altyapı yatırımları yapılıyordu. Büyük hidroelektrik santralleri, liman inşaatları, sulama tesisleri, şehir içinde, şehirler arasında, köylerde karayolu yapımına bu dönemde büyük önem verilmiştir. Köylü cebine para girince, yapılan yollarla şehre, kasabaya giderek sosyal ve ekonomik hayatında olumlu değişiklikler yaşamıştır.
Tek parti devrinin bir iki göstermelik barajına karşılık, Menderes Türkiye’ye 42 yeni baraj hediye etmiştir. (Geniş bilgi: Demokrat Partinin İktisat Politikası [1950-1954] Mehmet Abidin Kartal, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Master Tezi, İstanbul-2000)
Adnan Menderes’in, DP’si Türk tarihinde, köylerdeki fakirlik ve cehalet fasit dairesini kırmayı başarmış ilk siyasî partidir. Uyguladığı ekonomi politikası sonucu kalkınma hamlesini köylere kadar götürebilmiş en başarılı ilk Türk hükümetidir.
Bu başarılı hükümet bazı çevrelerce hazmedilemedi. 27 Mayıs 1960’da Başkanlığını Orgeneral Cemal Gürsel’in yaptığı Millî Birlik Komitesi, Demokrat Parti iktidarını devirip yönetime el koydu.
İhtilâlden sonra ABD Cumhurbaşkanı Dwight Eisenhower’in, MBK başkanı, Devlet başkanı, Başbakan ve Millî Savunma Bakanı Cemal Gürsel’e hareketten duyduğu memnuniyeti bildiren bir dostluk ve kutlama mesajı göndermesi düşündürücüydü… Yine ABD’nin ihtilâlden kısa bir süre sonra, Türkiye’ye 400 milyon dolarlık yardımda bulunması da, ihtilâldeki CIA parmağı ise 21 Ocak 1972 tarihli The Daily Telegraph’ta açıklanacaktı. O günkü Türk hükümetinin bu iddiayı yalanlayacağı yerde, ilgili gazete nüshasının yurda girişini yasaklaması ise, bu açıklama karşısında tereddüde mahal bırakmıyordu…
Diğer taraftan, Sovyetler Birliği de Menderes yönetiminden memnun değildi. Sovyetlerin Türkiye üzerindeki emelleri 1940’ların ortalarında dile getirilmişti ve Türkiye’nin 1952’ de NATO’ya dahil olması bu emelleri suya düşürmüştü. Yurttaki komünist faaliyetlere set çekilmesi, Moskova’nın hoşuna gitmiyordu. 1957 seçimleri sırasında Moskova Radyosu Türk halkını CHP’ye oy vermeye çağırmıştı. Komünist Bizim Radyo da, ihtilâli “27 Mayıs hareketi Bayar-Menderes faşist diktatörlüğünü devirdi” diye haber veriyordu.
1946 devalüasyonu ve ikinci dünya savaşı bunalımında “yön arayışı” ile iyice bunalan Türkiye, dışarıdaki yerleşik yapının içeride türetmeye başladığı “burjuva sınıfına” ve onların uzantısı olan siyaset adamlarına teslim oluyordu... 1950-1960 arasında “kendini bu yapıdan” kurtarmayı deneyen Menderes ve ekibi, Türkiye’yi bu kalıptan çıkarmayı denese de “içerideki taşeronların tahrikleri” ve dış odakların “tezgahı” ile başarılı on altın yıl sonunda askeri darbe ile darağacında  linç edildiler... Aynı durum 1960’tan 1977’lere kadar devam etti. Ekonominin kanını emen imtiyazlı yapı palazlandı, halkın varlıkları transfer edildi. 1977-1980 arasında “Türkiye’de başlayan fikri ve maddi” kıpırdanmaya izin verilemezdi, 1980’de yine aynı çark çalıştı ve 1960’da Türkiye’yi “asker süngüsüyle” tuzağa yeniden çeken düzen , bu sefer yine aynı yola başvurdu. 1980-2003 arası yöntemin “sadeleştiğini” fakat 28 Şubat ve elektronik darbe denemeleri dahil yapının aynen çalıştığını gördük. Sistemin özü hep aynıydı; “dışarıdaki düzen-içerideki taşeronlar-medya ile meydana getirilen sanal kamuoyu” gibi unsurlar el ele vererek, askeri de kullanarak, bu devletin asıl sahiplerinin önünü kesmek, Türkiye’ye diz çökertmek…
2003 bu yapının yıkılmaya başladığı, Türkiye’nin bu tuzaktan çıkmaya başladığı sürecin başlangıcı. Çıkış bir günde olmadı hatta 2008’de IMF ile bağ kopana kadar eski ağırlık ve “askeri darbe dahil birçok deneme hayata geçmese de, yaşandı”! eski model  ve uzantıları kanımızı emmeye devam etti!
Bütün bu süreçte özellikle 1946-2003 arasında Türkiye ekonomisi asla Yiğit Bulut’un ifadesiyle “üretim-bilgi-vizyon temelli” olmadı. Montaj endüstrisine dayanan sanal üretim ve arkasında “dağ gibi faiz ile” halkın varlıklarını emen bir yapı sürekli çalıştı.
Ülkemizde  zaman zaman meydana gelen müdahalelerin, kanlı terör olaylarının, her türlü vesayetin arka plandaki amacı “dağ gibi faiz ile” halkın varlıklarını emmeye  devam eden yapının devamlılığını sağlamaktır.
1950-1960 arasında ekonomide neler yapıldığın ‘Darağacı – Demokrasi Kahramanı Menderes’ kitabımda  geniş bir şekilde yazdım... Menderes “ekonomiyi” ayağa kaldırmış, milletin cebine para girmesine, refahtan pay almasına, insanca yaşamasına sebep olmuştur. 1946 sonrası “teslim alınan” dinamikleri “özgürleştirme-millileştirme” yolunu seçmiş bundan dolayı küresel güçler ve onların içerdeki taşeronları tarafından “istenmeyen adam” ilan edilmişti! 1958’de ilk küresel darbeyi yedi ve Menderes hükümeti, IMF ve Dünya Bankası’nın dayatmasını kabul ederek 4 Ağustos tarihinde istikrar önlemlerini açıklayarak doları 2.80 TL’den 9 TL’ye çıkardı... 4 sene boyunca Dünya Bankası dayatmalarına direnen Menderes 1958’de teslim olmak zorunda kaldı ve 1960’ın da yolu açılmış oldu. Ülkeyi sömüren küresel güçler ve içerdeki taşeronlar milletin zenginleşmesini, ülkenin kalkınmasını istemiyorlardı. Fikir, inanç ve teşebbüs özgürlükleri ortamında, milletinin zenginleşmesi  ve kalkınma yolunda aldığı kararlarda ısrarı, 27 Mayıs 1960 ihtilali ile milletin iradesini hançerleyenler hainler tarafından,  Menderes’in  hayatının Darağacında sona ermesine sebep oluyordu.
‘Darağacı – Demokrasi Kahramanı Menderes’ kitabımda Adnan Menderes’in hayatını ve yaşananları son arşiv bilgileri, belgeleri  ve aktüel gelişmeler ışığında yazmaya çalıştım. Başbakanlık Yassıada belgelerini tek tek tasnif edilerek kamunun hizmetine 2006 yılında sundu. Bu belgeler bilhassa 27 Mayıs darbesinin öncesi ve sonrasını aydınlatıyor. Bu belgeler dikkate alınmadan yazılan Adnan Menderes hakkındaki araştırmalar geçerliliğini kaybetmektedir. Çalışmamız bu belgeler ışığında yapılmıştır.
2000 yılında İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türkiye Cumhuriyeti Ana Bilim Dalında ‘Demokrat Partinin İktisat Politikası (1950-1954) ‘ konulu tezi hazırlayarak Yüksek lisans yaptım. Bu tezi hazırlarken Adnan Menderes ve Demokrat Parti hakkında geniş bir arşiv, kitap, gazete araştırması çalışması içinde bulundum. Kitabın şekillenmesinde bu çalışmaların çok faydası oldu.
27 Mayıs 1960 darbesi, tarihe kara bir leke olarak geçti. Dönemin Başbakanı Merhum Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan, bu darbenin ardından idam edildiler. Onların darbeye giden süreçte ve darbenin ardından kaleme aldıkları sözler, ailelerine ve siyasetçi arkadaşlarına gönderdikleri mektup ve telgraflara yansıdı. Merhum Adnan Menderes'in idam edilmeden önce cuntacılara yazdığı mektup yıllarca çok konuşuldu. Peki Adnan Menderes idamından önce cuntacılara yazdığı mektupta hangi ifadeleri kullandı?
Merhum Adnan Menderes, idam edilmeden önce cuntacılara hitaben yazdığı mektupta onlara dargın olmadığını belirtiyor. Menderes, mektubunda şu ifadelere yer veriyordu:
"Kellemi onlara götürdüğünüzde deyiniz ki 'Adnan Menderes hürriyet uğruna koyduğu başını 17 sene evvel almadığınız için sizlere müteşekkirdir.' İdam edilmek için ortada hiçbir sebep yok. Ölüme kadar metanetle gittiğimi, silahların gölgesinde yaşayan kahraman efendilerinize acaba söyleyebilecek misiniz?Şunu da söyleyeyim ki milletçe kazanılacak hürriyet mücadelesinde sizi ve efendinizi yine de 1950'de olduğu gibi kurtarabilirdim. Dirimden korkmayacaktınız ama şimdi milletle el ele vererek Adnan Menderes'in ölüsü ebediyete kadar sizi takip edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir. Buna rağmen duam sizlerle beraberdir."
Menderes’in infazının öğleden sonra saat 14:26’da tamamlanmasından sonra, bir fırtına koptu, gelen gök gürültüsünün ardından yağan şiddetli yağmur, herkese kendisini ülkesine adamış bir büyük devlet adamının tertemiz ruhunun rahmeti olduğunu düşündürdü.
1960’dan bu yana bu milletin değerlerini yok sayanları, onları sürü sayanları, onları sömürenleri, Menderes’in yolunda olanlar takip etmektedirler. Takip edenlerin zaman zaman yolları kesildi ve kesilmeye çalışılıyor. Bugün de yaşadığımız olaylar bunu bütün açıklığıyla gösteriyor.  Menderes ne demişti, “Yeter! Söz milletin!” dedi. Ezanı aslına çevirdi. Milleti sürü olmaktan kurtardı. Milletle devleti barıştırdı. Sen misin millete gücünü ve asaletini hatırlatan! Sen misin sözün millette olduğunu söyleyen! Sen misin ezanı aslına çeviren! Haydi darağacına! Senin asıl suçun, bu ülkede millete millet olduğunu hatırlatmak ve ona özgüven aşılamaktır. Onun sevgisini kazanmaktır. 
Aslında asılan Adnan Menderes değildi. 
Asılan milletin gücüydü. 
Asılan milletin değerleriydi. 
Asılan milletin ta kendisiydi. 
Ülkemizde zaman zaman perde arkasında aynı senaryo uygulanmaya çalışılıyor.
Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan, 17-25 Aralık 2013’te yargı içindeki bir çetenin Emniyet’teki bir grupla birlikte, hükümete ve şahsına yönelik darbe hazırlığı içinde olduğunu ifade ederek, bu çeteyi ‘Tabanı ibadet, ortası ticaret, tavanı ihanet’ olarak tanımlıyordu.
15 Temmuz 2016 tavanın ihanetini bu milletin hepsi gördü. Bütün millet, bütün medya, bütün partiler, bütün sivil örgütler, Erdoğan’ın söylediği gerçekleri gözleri ile görmüşlerdir ve tepkilerini göstermişlerdir. Bu ülkemizde birlik ve kardeşliğin tesisi açısından, demokrasinin değerinin anlaşılması açısından çok önemlidir.
15 Temmuz gecesinde bu aziz milletin ortaya koyduğu mücadeleyi ve verilen şehitleri Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı ruhu ile birlikte yan yana yazacaktır. 15 Temmuz  darbesi durdurulmasaydı Türkiye emperyalizme teslim edilecek, bir Irak, bir Suriye olacaktık. 15 Temmuz 2016 gecesinde millî irade ayağa kalktı. Küresel taşeron FTÖ çetesinin darbe girişimini millet dik durarak, eğilmeyerek önledi. 15 Temmuz 2016 da millet ‘Menderes’i astınız, Özal’ı zehirlediniz, Erdoğan’ı yedirmeyiz diyordu.’
Darbelerin hedefi, Milletin iradesinin önünü kesmek. Milli iradenin tecelli etmesini engellemek. Millet olarak bu oyunları bozmamız gerekiyor. 15 Temmuzda bu millet  canını vererek bu son oyunu bozmuştur. Biz milletiz, Türkiye’yi darbeye, teröre yedirmeyiz demiştir. Bu oyunları bozmak için Darağacında bir Başbakanı şehit verdiğimizi unutmamalıyız… Millet Menderes’te, Özal’da yaptığı hatayı 15 Temmuz darbe girişiminde yapmadı. Başkomutanının etrafından tek yürek, tek bilek oldu. Darbeye karşı sonuç, dik duran milletin başarısıdır ve çok değerlidir. Milletimiz demokrasiye, millî iradeye ölümüne sahip çıkmıştır. Bu başarı hikâyesinin kahramanı milletimizin her bir ferdidir.
15 Temmuz hain Fetö örgütü darbe girişiminden sonra, kripto Fetö’cülerin masum insanlara çamur atması sonucu mağduriyetlerin yaşanmaya başlanması da olayın diğer bir yönü,  Cumhurbaşkanımızın ifadesiyle, ‘at izi, it izine karıştırıldı.’ Bu duruma hükümetin kalıcı çözüm getirmesi  sosyal barışın tesisi açısından elzemdir. Hainler ülkemizde emellerine ulaşmak için kaos ortamının devam etmesini istiyorlar. Devletle millet arasında sosyal barışı baltalamak için mağduriyetlerin devam etmesini istiyorlar. Mağduriyetlerin devam etmesi hainlerin, ekmelerine yağ sürüyor.
Siyasi tarihimizdeki acı olayların yaşanmaması için, yeni Mendereslerin önünün kesilmemesi için, halkın demokrasiyi kararlı ve şuurlu bir şekilde savunması, müdahalelere, darbelere, teröre, her türlü vesayete de teslim olmaması gerekiyor. Demokrasinin temeli, sözde, kararda milletindir. Millet seçtiklerine sahip çıkmalıdır. İdareciler milletin hizmetkarıdır. Devlet millete hizmet için vardır.
Gönüllerde, omuzlarda, milletin bağrındaki Menderes kimdir?  Onu yoğurup yetiştiren nedenleri bilmeden,  Adnan Menderesi tanımak mümkün değildir. Milletle devleti barıştıran, milleti sürü olmaktan kurtararak devletin kapılarını onlara sonuna kadar açan, ona gerçek değeri veren ve  onun ayağına  maddi manevi her türlü hizmeti götüren, milletini ezanı buluşturan, bunun için Asrın Müceddidi tarafından, ‘İslam Kahramanı’  diye tesmiye edilen Adnan Menderes’i ‘Darağacı – Demokrasi Kahramanı Menderes’ adlı kitabımda,  sizleri baş başa bırakıyorum… Adım adım Menderesi tanıyalım… Çocuklarımıza, gençlerimize tanıtalım.
Kitaptan bazı başlıklar…
Yetim Adnan, Milli Mücadeleye Katkısı, Atatürk’le Tanışma, Başvekil Adnan Menderes, Adnan Menderes’in Kişiliği, Ezanın Aslına Çevrilmesi, Bağdat Paktı, Menderes İmamı Azamın Türbesinde Neler Düşündü, 6-7 Eylül olayları kimin işi?, Menderes dönemi ekonomi politikaları,  İstanbul’un imarı, Menderes’in Acısına dayanamayan imam, Dokuz subay olayı, Ankara’ya mabetsiz  şehir denirdi, Adnan Menderes’in Kahraman Milletvekili, Gıyaseddin Emre, Londra’da Yaşanan Uçak Kazası, Menderes’in üç aşkı, Adnan Menderes ve Bediüzzaman,  Menderes Neden  Demokrasi ve İslam kahramanı, Prof. Dr. Cevat Akşit Hocanın Menderes’i Ziyareti, 27 Mayıs’ta  C.H.P Öğrencileri Kullandı, Cemal Gürsel’in Sansürlenen Mektubu, Yassı ada Gerçeği….

DARAĞACI: DEMOKRASİ KAHRAMANI MENDERES, MEHMET ABİDİN KARTAL 

KİTABIN ARKA KAPAK YAZISI
Anadolu köylüsünün şartlarını, tarım ekonomisine dayanan Türkiye’de toprağın, toprakta çalışan insanın durumunu çok iyi bilen Menderes, bu ülkenin fakir tabakalarının, köylüsünün, şehirlisinin, kasketli, çarıklı, poturlu ve şalvarlıların hayat şartlarını çok iyi bildiği için, çok kısa zamanda Türkiye gerçeğini, tepeden görüldüğü gibi değil, tabanda yaşandığı gibi çok iyi kavrayabilmiştir. Türkiye’de hürriyet içinde refah, demokrasi içinde medeniyet mücadelesini yapmanın imkân dahilinde olduğunu göstermiş bir iktidarın parlak başbakanıdır.
27 Mayıs 1960’ta kalkınmaya, özgürlüklere, millete dur denilmişti. 
27 Mayıs, istikrarlı ve sağlıklı bir siyasi bünyenin gelişmesine, güçlü, rasyonel ve çevik bir devlet cihazının kurumlaşmasına engel olmuştur. Demokrasiyi tahrip etmiş, siyasî kimlikleri yok etmiş ve sivil siyasi aktörlere duyulan güveni mesnetsiz bırakmıştır. Sürekli düşmanlardan bahsetmek, topluma korku salmak geleneği de 27 Mayıs’ın bakiyesidir.
Neydi Menderes’in suçu? Menderes geldi, “Yeter! Söz milletin!” dedi. Sen misin millete gücünü ve asaletini hatırlatan?!. Sen misin sözün millette olduğunu söyleyen?!. Haydi darağacına! Senin asıl suçun, bu ülkede millete millet olduğunu hatırlatmak ve ona özgüven aşılamaktır. Onun sevgisini kazanmaktır. Bebek-Köpek davası mı? Bunlar prosedür gereği. Hani, “Siz asın, gerekçesi arkadan gelir” misali. Aslında asılan Adnan Menderes değildi. Asılan milletin gücüydü. Asılan milletin değerleriydi. Asılan milletin ta kendisiydi.


15 Haziran 2019 Cumartesi

1946-50 ARASI DÖNEMDE MÜFRİT MUHAFAZAKAR DEMOKRATLAR VE TÜRK DEMOKRASİSİNİN ALMIŞ OLDUĞU BİÇİM., BÖLÜM 4

1946-50 ARASI DÖNEMDE MÜFRİT MUHAFAZAKAR DEMOKRATLAR VE TÜRK DEMOKRASİSİNİN ALMIŞ OLDUĞU BİÇİM., BÖLÜM 4


V. MMD'NIN MP'Yi KURMASI VE MMD'NİN SİYASAL İDEOLO" İSİ 


DP' den tasfiye edilen MMD'nin, hem bizzat muhalefet partisi olan DP'ye hem de iktidar partisi CHP' ye karşı oluşmuş bir cephenin mümessilleri olarak 20 Temmuz 1948 tarihinde kurdukları MP, milletin ilk hakiki muhalefet partisi olduğu iddiasını taşıyarak siyasi hayatta yerini almıştır. Partinin fikir babası ve Kurucusu Kenan Öner, MP'nin, "İktisad ve siyasi sahada liberal, ictimai sahada ırkçılık ve Turancılığa kapılmadan milliyetçi ve inkılapçı sahada ihtiyacı, zaruretleri zorlamadan daima müterakki hamlelerle ilerleyen" bir parti olacağını söylemiştir (Tasvir, 6.5. 1948). MP'nin müssisleri, başta fahri genel başkan Mareşal Çakmak olmak üzere, Prof. Yusuf Hikmet Bayur, Prof. Kenan
Öner, General Sadık Aldoğan, Osman Nuri Köni, Dr. Mustafa Kentli, Enis
Akaygen ve Osman Bölükbaşı'dır (Kudret, 6.7.1948).

MP'nin kuruluşu, bir "mükemmelleşme" olarak nitelendiriimiş ve muhalefetin, DP Kurucularının vicdan ve adalet çerçevesinde yürümeyen vesayetinden kurtularak, MP sayesinde siyasi rüşde ve bağımsızlığa kavuşması biçiminde değerlendirilmiştir (Seviğ, 1950). MP Genel Başkanı Bayur, MP' nin kuruluş nedenlerini şöyle sıralamıştır: 

(1) CHP ve DP'nin programları ve ana çizgileri bakımından aynı olmaları ve DP'nin,  iktidara geçse bile, aynı yolu izleyecek olması, 
(2) DP Kurucularının iktidarla muvazaa haline düşmüş olmaları, 
(3) 12 Temmuz'dan sonra muhalefetin fiilen söndürülmüş olması, 
(4) DP Kurucularının iktidarla gizli temas halinde bulunmaları 
(Kudret, 22.6.1949).

Aynı şekilde Nurettin Ardıçoğlu da, muh~lefetin parçalanmasını iki etkenle
açıklar: Birincisi, iktidarla uzlaşma yolunda bazı grupların takip ettikleri
politika, yani muvazaa, ikincisi ise, yine aynı grupların "tahakküm saltanatı"
politikasıdır (Ardıçoğlu, 1948a ).

CHP ile DP'nin program ve siyasal ideoloji bakJmlarından birbirlerinden
çok da önemli bir farkları olmaması karşısında, MP, siyasi doktrin ve ideolojik
bakJmlardan bu iki partiden farklı bir özellik taşımaktadır. Progranunda iktisadi
ve siyasal alanlarda liberal, içtimai ve kültürel konularda ve özellikle de milli
örf ve ananeler bakınundan tutum olarak tam bir "muhafazakar demokrat" olan
MP Kurucuları, daha DP saflarında iken "Müfrit Demokrat Muhafazakarlar"
olarak tanınnuştır (Başgil, 1966: 62). MP'nin, Türkiye'de çok partili siyasal
hayatın tam anlanu ile kurulup, yerleşmesi ve yaşanunı sürdürebilmesi için,
hem ortaya koyduğu "büyük ve felsefi bir siyasi doktrin "e, hem de geniş
kitlelere dayanan siyasal partilerin kurulması gerektiği düşüncesiyle ortaya
çıktığı ve parti programının da bu düşünceleri içerdiği ileri sürülmüştür
(Ardıçoğlu, 1948b).

Progranunın birinci maddesinde, Cumhuriyet, adalet, liberallik ülkülerine
ve milliyetçilik esasına bağlı olduğunu belirten MP, insanların tabii ve
vazgeçilmez özgürlüklerinden hareket eden ve ferdiyetçi felsefeye dayanan
klasik demokrasiyi esas aldığını ifade etmiştir. Her biri hukuk devleti teşkil
eden ve ferdi hak ve hürriyetleri teminat altına alan Batı demokrasilerinin
yanında olduğunu, bir zümrenin ya da bir sınıfın diktatörlüğünü çağrıştıran
totaliter "Doğu demokrasileri"nin karşısında olduğunu beyan eden MP,
Anayasa'nın hakiki demokrasiye uymayan hükümlerini ve bilhassa CHP'nin
siyasi umdelerini (altı ok), devletin ana vasıfları haline sokan Anayasa'nın
ikinci maddesinin kaldırılmasını istemiştir (Millet Partisi Program ve Tüzük,
1948: 3-5; Millet Partisi'nin Proğramı, Milletin Sesi, 8.10.1948).
Partinin ana vasıflarından birisi de milliyetçiliktir. Dayandığı milliyetçilik,
muhafazakarlıkla yan yana ve birbirini tamamlar niteliktedir. O dönemde
ülkede dört çeşit milliyetçilik telakkisinin bulunduğu belirtilmiştir. Bunlar, (1)
Kemalist milliyetçilik, (2) Anadolu milliyetçiliği, (3) ırkçı-Turancı milliyetçilik,
(4) ananeci mutedil Türkçülük'tür. MP, ananeci mutedil milliyetçi bir
partidir. MP, Kemalist milliyetçiliği "tebaa milliyetçiliği" olarak yorumlayarak,
bu milliyetçiliğin CHP ve DP' nin programında yer aldığını belirtir. Ayrıca,
Kemalist milliyetçilikten ananeciliği ile, Anadolu milliyetçiliğinden de Anadolu
dışında ikinci bir ufuk var inancı ile ayrıldığı, ancak ırkçı-Turancı milliyetçilikle
hiçbir şekilde bağının olmadığı ve kana ve soya dayalı milliyetçilik
türünü reddettiği ileri sürülmüştür (Ardıçoğlu, ı948c; Alsan, 1950). 

Programda millet kavranunın ortaya koyduğu diğer unsurlar ise, din, milli ananeler ve aile kurumudur. Programın yedi ve onuncu maddelerinde, "Parti, içtimai nizamın teşekkülünde ilikatların, ahlakın, geleneklerin, ö,! ve adetin büyük hisselerini tanır... Aile müessesesi, cemiyetin temeli ve yüksek manevi bir kıymetidir" şeklinde izah edilen bu unsurlar, MP'nin milliyetçilik anlayışına muhafazakar bir renk vermektedir. Ayrıca sekizinci maddede, "Parti din müessesesine ve milli ananelere hürmetkardır" ifadesinin yer alması da, partinin muhafazakar milliyetçi bir kimliğe sahip olduğunu göstermektedir (Millet Partisi, Program ve Tüzük, 1948: 4-5; Millet Partisi'nin Programı, Milletin Sesi, 10.1948 ve 15. iO.i948). 

Muhafazakar milliyetçi-liğin hodbinliği ve şövenizmi çağrıştıracak olması karşısında, programda insaniyet ülküsü ve barışçılığı telif eden bir yaklaşım içinde bulunulması, dünya uluslarının birlikte tek medeniyete doğru gittiklerinin kabul edilmesi ve onlarla işbirliği yapılmasının salık verilmesi bir ölçüde şovenizme set çektiği söylenebilirse de, MP'nin, geleneksel milliyetçilik yapısı içinde dinsel öğeleri de içine katan bir tür Türkçü milliyetçilik anlayışını yansıttığı belirtilmelidir.

MP'nin muhafazakarlık anlayışı da, milliyetçilik anlayışına benzemektedir.
Daha önce değinildiği üzere, programın yedinci ve sekizinci maddelerde
geçen ifadelere bakıldığında, MP'nin hayli muhafazakar bir kimliğe sahip
olduğu belirtilebilir. Ancak, on üçüncü maddenin ikinci fıkrasında, "Her devrin
icabatını tesbit etmek, o devirde yaşayan neslin en mukaddes hakkıdır ve o
devirde yaşayan bir neslin milli ve içtimai faaliyetleri tanzim ve idare edebilir"
(Millet Partisi, Program ve Tüzük, 1948: 6) denmekle, katı muhafazakarlık
anlayışında bir yumuşamaya gidilmiştir. Bu bakımdan MP'nin "mutedil
muhafazakarlık" anlayışı içinde olduğu belirtilmelidir. MP'nin programı, o
dönemde muhafazakar-İslamcı cereyanların ortaya çıkışına önemli bir örnektir.
MP, çok partili düzene geçildikten sonra gittikçe ivme kazanan İslamcı ve
muhafazakar hareketler içinde, o zamanki havaya oranla daha İslami ve
muhafazakar bir görüşün ilk örneğini veren bir siyasal parti olarak dikkati
çekmiştir (Tunaya, 2003: 169).

Ayrıca MP, muhafazakar anlayışına uygun olarak, inkılapçılığı "tekamülcülük" olarak yorumlamıştır. Tekamülcülük, "insan tabiatını ve içtimai amil ve şartları zorlamadan daima ilerlemek" anlamında ele alınmaktadır. Ayrıca "Medeniyet icaplarına uydurmak...anmielere ve milletin iradesine uygun olmak ... hakiki ihtiyaca tekabül etmek.. .geriliğe yönelik olmadan istikbali göz önünde tutmak" biçimlerinde algılanan tekamülcülük (Millet Partisi, Program ve Tüzük, 1948: 6), aslına bakılırsa Kemalist inkılapçılık anlayışına alternatif bir tutum olarak ileri sürülmektedir. Bu konuda parti programının inşasında etkili olduğu bilinen Nurettin Ardıçoğlu' nun değerlendirmeleri hayli ilginçtir. Ardıçoğlu, Kemalist inkılapçılık devrinin kapandığını, o günün şartlarında ihtiyaçlanna gereken cevabı verdiğini, artık yerinı başka bir teze bırakması gerektiğini savunmuştur. Bu tezin, ulusun "kendi kendine düşünüş" tezi olduğu, Türkiye'de devrimler döneminin sona erdiği, artık "milli intibah devri "nin (ulusal uyanma devri) başladığı ileri sürülmüştür. Böylece, milletlerin kendi tarihine yöneleceği ve inkılaplarla benimsenen kurumların, tarihten gelen örf, adet, gelenek ve göreneklerle birleşerek, bizzat kendi ulusal kültürlerini yaratabilecekleri ve istikrara kavuşabilecekleri dile getirilmiştir (Ardıçoğlu, 1948ç).

Öte yandan parti, laiklik konusunda da farklı bir görüşe sahipti. Din
işlerinin devletten ayrı, özerk bir teşkilat tarafından idare edilmesini isteyen
MP'nin laiklik anlayışı, Türkiye'de o güne dek hakim olan laik düzene ters bir
mahiyetteydi (Tunaya, 2003: 169). MP programında da yansıttığı gibi, devletin
resmi laiklik anlayışından farklı, kendine özgü bir laiklik anlayışı getirmiştir.
Buna göre, din hayatı ve dini kurumlar tam anlamıyla "mü 'minler cemaatine"
bırakJimah, dinle ilgili her türlü işi bu cemaat görmeli ve Diyanet İşleri
Başkanlığı gibi kurumlar kalkmalıdır. Ayrıca MP, dini hayatı düzenleyen
kanunlann da kaldırılmasını istiyordu (Millet Partisi, Program ve Tüzük, 1948:
5-6). Onlara göre, ibadet şekillerini ve din adamlarının kılık kıyafetini
düzenleyen bu gibi kanunlar, vicdan özgürlüğüne aykınydı ve anti demokratik
kanunlar kapsamına giriyordu. Öte yandan, MP'liler din ve devlet konusundaki
bu türden görüşlerini, bütün uygar dünyada geçerli olan laiklik anlayışı olarak
sunmuşlardır. Laikliği bunun dışında anlayan CHP ve DP gibi partileri,
"devletleştiritmiş bir dini hayatı" savunan partiler olarak gören MP, bu
anlayışları laikliğe ay kın bir tutum olarak görmüştür (Ardıçoğlu, 1950).

Ayrıca MP, bir Anayasa Mahkemesi'nin kurulmasını ve halk tarafından
seçilmiş bir Ayan Meclisi (ikinci meclis) teşkil edilmesini (Madde 35)
savunuyordu ki, bu istekler o dönemin (1948) Türkiye'si için hayli ilginç idi.
Anayasa Mahkemesi ve ikinci bir meclisin teşekkülü fikri, çok daha geç
tarihlerde, CHP'nin 12-15 Ocak 1959 tarihleri arasında toplanan 14. Kurultay'ı
sonunda yayınlanan "İlk Hedefler Beyannamesi" adı verilen bir bildiri ile
gündeme gelecekti.

< Beyanname, partizanlığın kalkacağını, ikinci meclis, anayasa mahkemesi, yüksek hakimler meclisi ve yüksek iktisat şurası kurulacağını, seçim emniyeti ve üniversite özerkliğinin temin edileceğini ve sosyal adaletin Anayasa'ya gireceğini taahhüt ediyordu. Bkz. (Erer, 1964: 356-357). >

SONUÇ

CHP öncülüğündeki tek partici otoriter yönetim tarzı karşısında, elverişli
iç ve dış siyasal koşulların da yardmuyla, "1946 ruhu" adı verilen simgesel
siyasal söylemi kullanarak, bir tür "hürriyet" ve "demokrasi" mücadelesi içine
giren DP'nin, 1946-50 arasını kapsayan muhalefet yıllarında sergilemiş olduğu
siyasal tutum, Türk demokrasisinin gelişim seyri açısından önemli sonuçları / gelenekleri de beraberinde getirmiştir. 

Bir kere söz konusu dönem, Cumhuriyetin henüz başlarında tecrübe edilen çok partili demokrasiye geçiş doğrultusunda iki başarısız denemeden epey sonra ve Cumhuriyet devrimlerinin daha bir yerleşti ği bir dönem olması nedeniyle, ileride çoğulcu ve rekabetçi bir demokratik dönüşümü sağlayacak adımlar için iyi bir başlangıç zemini olabilmesi açısından önemliydi. Her ne kadar daha önceki denemelerde olduğu gibi, DP Kurucuları da yerleşik iktidar seçkinlerinden olsa da, iç ve dış siyasal gelişmelerin rüzgarını arkasına alarak, siyasetin merkezinde gerçek halk katmanlarının olacağı (soyut halk kavrarrunın değil), sağduyulu, ayağı yere basan ve en önemlisi de sorgulayan muhalefet geleneğini yapısında
barındırabilen bir demokratik siyasal kültürün yerleşmesi yönünde tarihi bir
adım atabilirlerdi. 1950-60 arası dönemde "milli irade" kavramına sığınarak
otoriter ve baskıcı bir yönetim tarzı gösteren DP iktidarı bir yana, 1946-50
arasında çok uygun koşullarda muhalefette bulunan DP Kurucularının siyasal
söylem ve eylem biçiminin, zaten otoriter siyasal kültür geleneğine sahip Türk
demokrasisinde bir özgürlükçü yarık açmak şöyle dursun, otoriteryenizmi daha
da pekiştirdiğini söylemek, DP içinde siyasete atılan ve adına "müfrİt
muhafazakar demokrat" denilen birtakım siyasi aktörlerin, iktidarla anlaşmalı
bir biçimde DP'den tasfiye edilmesi gerçeği göz önüne alındığında abartılı
olmasa gerektir.

Öte yandan, her türlü aşırı sağ ve aşırı sol akımlarla hilafetçi, saltanatçı
ve ayrılıkçı siyasal örgütlenmelerin yasak olduğu bir siyasal yasallık zemininde,
DP Kurucularının aksine tek parti döneminde aktif siyasette olmayan birtakım
siyasi aktörler de, dönemin "hürriyetçi" siyasal mücadelesine katılrruşlardır.
Ancak daha sonraları "müfrit demokratlar" olarak nitelendirilen bu kişiler, tek
parti ideolojisini sorgulamak ve her türlü siyasal-iktisadi haksızlığın üzerine
gidilmesini, yani geçmişin hesabının sorulmasını istemişlerdir. Bunun için de,
"milli şef' İnönü liderliğindeki CHP'yi iktidardan uzaklaştırmak için sert,
tavizsiz bir muhalefet hareketi başlatrruşlardır. Bu durum, iktidar çevrelerinde
tepkiyle karşılanrruş ve İnönü'nün telkinleri sonucu, DP Kurucuları parti
içindeki "müfrit"leri bir bir tasfiye etmişlerdir.

İşte bu açıdan bakıldığında, "]946 ruhu" diye adlandırılan ve o dönemden sonra gelmiş tüm muhafazakar sağ siyasal partilerin meşruiyellerini dayandırdıkları siyasal söylemin, bundan öte bir anlamı ve içeriği yoktur. "1946 ruhu"nun bir anlamı varsa, o da, toplumun "türlü-çeşitli" gruplarını, simgesel/ biçimsel düzeyde de olsa başlangıçta tek parti iktidarına karşı örgütlemesidir.
Sonraları bu "ruh"un içeriği doldurulamamış ve bu haliyle, "1946 ruhu"
simgesel düzeyde bir mitten ibaret kalmıştır. Bu durum, 1946'da DP içinde
siyasete atılan, daha sonra DP Kurucularının sergiledikleri muhalefeti yeterli
görmeyerek Kurucuları, "1946 ruhu"nu katletmekle suçlayan ve DP'nin CHP
ile yapılan bir muvazaanın ürünü olarak kurulduğunu iddia eden ve Kurucular
tarafından tasfiyeye uğradıkları için daha sonraları MP'yi kuran "müfrit
muhafazakar demokratlar"ın başlarına gelenlerden daha iyi anlaşılabilecektir.

Sonuç olarak, aşırı sol ve sağın temsiline izin verilmediği, sınırlı ve biçimsel çok partili demokrasiye geçişte, program açısından mahiyetçe CHP'den pek farkı olmayan DP'nin, iktidar döneminde sonu 1960 İhtilali'ne varan antidemokratik ve yetkeci yapısının, esasen, 1946-50 arası muhalefet yıllarında ortaya çıktığını söylemek yanlış olmasa gerektir. Tabir caizse, bu süreçte otoriter yönetim açısından DP'nin CHP'lileştiği, CHP' nin de DP'lileştiği, Taner Timur'un tabiri ilc bir tür "ikiz parti demokrasisi" (Timur, 1994: 63)32 kurumlaşmaya başlamıştır.

DİPNOTLAR;

< O dönemde DP'nin seçim platformu temelolarak, toplum üzerinde dini-kültürel
baskının ve ekonomİ üzerinde ezici devlet denetiminin eleştirisi üzerinde
odaklanıyordu. Bu konu ile ilgili değerlendirmeler için, bkz. (Keyder, 1992: 53-54).
Bu durum karşısında CHP, hem dini-kültürel alanda (laiklik politikası), hem de
iktisadi alanda o zamana kadar uyguladığı politikadan bir ölçüde ayrılmak gereğini hissederek, rakibi DP'nin elinden seçmenleri kazanmada çok etkili olabileceğini sandığı bir silahı almak istemiştir. Dönemin tanıklarından Yakup Kadri, 1946 seçim mücadelesinden sonra laik ve devrimci geçinen CHP yöneticilerinin geminin dümenini soldan sağa çevirmeye başladıklarını belirtir. DP'nin, halkın dini hislerini siyasal mücadelede kullanması karşısında, CHP'nin de bundan geri kalmamak için okuııarda din dersleri okutulması, Köy Enstitüleri'nin kaldırılması, eski usul imam ve sübyan mekteplerinin kurulması gibi bir çalışma içine girdiğini belirten Yakup Kadri, hatta 1950 seçim mücadelesinde CHP'nin Ticani tarikatıyla işbirliğine dahi gittiğini anlatır. Bkz. (Karaosmanoğlu, 1984: 192-193).>
< "Müfrit demokratlar"dan Bölükbaşı, bu süreci şu cümlelerle anlatmıştır: "CHP'nin çift parti maskesi altında devam ettirmek istediği demokrasi oyununun iltifat gören bir oyuncusu olmayı Demokrat Parti 'nin kabul edemeyeceği her halde anlaşılmıştır" (Kuvvet, 7. 4. 1947). >

   Gelinen aşamada, çok partili siyasal hayatın kuruluş süreç ve biçimi ile
DP'nin Türk siyasetine kazandırdığı "popülist politik söyleme" bakarak, 1946
ile birlikte Türkiye'de bir ölçüde "muhalefetsiz bir demokrasi "nin kurumlaşmaya başladığı yolunda bir değerlendirmede bulunmak pek de yabana atılabilecek bir yaklaşım tarzı olmasa gerek.

Kaynakça;

Adnan Menderes'in Konuşmalan, Demeçieri, Makaleleri CL (Aralık 1933.Mart 1950) (Ankara:
Demokratlar Kulübü Yay., Haz. Haluk Kılçık).
AGAOGLU, Samet (1992), Siyasi Günlük Demokrat Partinin Kuruluşu (istanbul: iletişim Yay.).
AHMAD, Feroz/AHMAD, Bedia Turgay (1976), Türkiye'de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kronolojisi, 1946-1971 (istanbul: Bilgi Yayınevi).
AKŞiN, Sina (1980), Jön Türkler ve ıttihat ve Terakki (istanbul: Gerçek Yayınevi).
ALSAN, Zeki Mesut (1950), "MP'nin Milliyetçilik Anlayışı," Kudret.
ARCAYÜREK, Cüneyt (1983), Demokrasinin Ilk Yı//an: 1947-1951 (Ankara: Bilgi Yayınevi, Birinci Basım).
ARDIÇOGLU, Nurettin (1948a), "Muhalefetin Bugünkü Manzarası," Kudret.
ARDIÇOGLU, Nurettin (1948b), "Millet Partisinin Program ve Felsefesi," Kudret.
ARDıçoGLU, Nurettin (1948c), "Millet Partisi Program ve Felsefesi: 5, Milliyetçilik," Kudret, 29.7. 1948.
ARDIÇOGLU, Nurettin (1948ç), "Millet Partisi Program ve Felsefesi: 6, Muhafazakarlık," Kudret.
ARDIÇOGLU, Nurettin (1950), "Sahte Laikler Bize Mürteci Diyorlar," Kudret.
ATAY, Falih Rıfkı (1946), Ulus.
BABAN, Cihad (1970), Politika Galeri: Büstler ve Portreler (istanbul: Remzi Kitabevi).
BAŞGiL, Ali Fuat (1966), 27 Mayıs ihtilali ve Sebepleri(istanbul: Çeltüt Matbaacılık) (Çev. M. Ali Sebük ve i. Hakkı Akın)
BAYAR, Celal (1969), Başvekilim Adnan Menderes (istanbul: Baha Matbaası).
BAYUR, Hikmet (1947), "Parti Mücadelelerimizde Müfritler ve Mutediller," Kuwet.
BAYUR, Yusuf Hikmet (1948), "Halkımız Hürriyet Misakını Suya Düşürenlerden Hayır Bekliyemez,"
Akın. BÖLÜKBAŞı, Osman (1947), "Tahrikçilere Zaruri Bir Cevap," Kuwet.
ÇAYLAK, Adem (2004), Türk Siyasal Hayatında Osman Bölükbaşı (A. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi).
Demokrat Parti Kuruculan Bu Davanın Adamı Değildirler (1949), Haz. Müstakil Demokratlar Grubu (Ankara: Yeni Matbaa).
DOGAN, Avni (1964), Kurtuluş, Kuruluş ve Sonrası (istanbul: Dünya Yay.).
ERER, Tekin (1964), On Yılın Mücadelesi (istanbul: Ticaret Postası Matbaası).
EROGUL, Cem (1992), "Çok Partili Düzenin Kuruluşu: 1945-71," IRViN, Cemil Schick / ERTUGRUL,
Ahmet Tonak (Der.), Geçiş Sürecinde Türkiye (istanbul: Belge Yayınları).
EROGUL, Cem, (2003), Demokrat Parti, Tarihi ve Ideolojisi (Ankara: imge Kitabevi, 4. Baskı).
ESiRCi, Şükrü (1999), Celal Bayar'ın Söylev ve DemeçIeri, 1946-50 (istanbul: Türkiye iş Bankası Yay.).
GOLOGLU, Mahmut (1982), Demokrasiye Geçiş: 1946-1950 (istanbul: Kaynak Yay.).
İNÖNÜ, ismet (2001), Defterler: 1919'1973, Haz. Ahmet Demirel, 2 CHt (istanbul: Yapı Kredi Yay.).
KARA, Nihal (1982), Türkiye'de Çok Partili Sisteme Geçiş Kararı: 1945 (A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi, Yayınlanmamış Doktora Tezi).
KARAOSMANOGLU, Yakup Kadri (1984), Politikada 45 Yıl (istanbul: iletişim Yayınları, ikinci Baskı).
KARPAT, Kemal H. (1996), Türk Demokrasi Tarihi (istanbul: Afa Yay.).
KENTLi, Mustafa (1948), "Demokrat Partide Buhranın Sebepleri I," Yeni Sabah.
KEYDER, Çağlar (1993), Türkiye'de Devlet ve Sınıf/ar (istanbul: iletişim Yay., Üçüncü Baskı).
KEYDER, Çağlar (1992), "Türkiye Demokrasisinin Ekonomi Politiği," IRViN, Cemil Schick
ERTUGRUL, Ahmet Tonak (Der.), Geçiş Sürecinde Türkiye (istanbul: Belge Yayınları).
METE, Orhan (1947), Bütün Tafsilat ve Akisleriy/e Demokrat Partinin Birinci Büyük Kongresi (İstanbul: Ticaret Dünyası Matbaası).Millet Partisi, Program ve Tüzük (1948), (Ankara: Millet Partisi Yayınları).
Millet Partisinin Programı (1948), Mil/etin Sesi.
NUTKU, Emrullah (1979), Demokrat Parti Neden Çöktü ve Politikada Yitirdiğim Yıl/ar 1946.1958(istanbul: Fakülteler Matbaası).
ÖNER, Kenan (1948), Siyasi Hatıralarım ve Bizde Demokrasi (istanbul: Osmanbey Matbaası).
SAÇllOGLU, Nahit (1990), Bir Özgürlük Savaşçısı Sadık Aldoğan (istanbul: Günlük TicaretTesisleri).
SADAK, Necmettin (1946), "Demokrat Partiye Hoş Geldin Deriz," Akşam.
SERTEL, Sabiha (1969), Roman Gibi (istanbul: Ant Yayınları).
SERTEL, Zekeriya (1977), Hatırladı k/arım (istanbul: Gözlem Yay., ikinci Basım).
SEViG, Vasfi Raşid (1950), "Büyük Millet, Büyük Allah," Kudret.
ŞENERErman (1987), Demokrasimizde DP Damgalı Dönemeç: 1946.47'nin Öyküsü," Milliyet.
TAHTAKILIÇ, Ahmet (1989), Dönüşü Olmayan Yol (Ankara: Akademi Matbaası).
TANRIÖVER, Hamdullah Suphi (1948), "Demokrat Parti," Tasvir.
TiMUR, Taner (1994), Türkiye'de Çok Partili Hayata Geçiş (istanbul: iletişim Yay., ikinci Baskı).
TOKER, Metin (1970), Tek Partiden Çok Partiye (istanbul: Milliyet Yayınları).
TUNAYA, Tarık Zafer (1952), Türkiye'de Siyasal Partiler 1859 - 1952 (istanbul: Doğan KardeşYayınları A. Ş. Basımevi).
TUNAYA, Tarık Zafer (1992), "Tarık Zafer Tunaya He Türkiye'de Çok Partili Hayatın 40. Yılı
Üzerine Bir Röportaj," Tarık Zafer Tunaya'ya Armağan (istanbul: istanbul BarosuYayınları).
TUNAYA, Tarık Zafer (2003), Islamcılık Cereyanl (istanbul: istanbul Bilgi Üniv. Yay.).
YALMAN, Ahmet Emin (1997), Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim (İstanbul: Rey Yay.,ikinci Baskı).
YALMAN, Ahmet Emin (1947), "Tek Çıkar Yol," Vatan.

***



1946-50 ARASI DÖNEMDE MÜFRİT MUHAFAZAKAR DEMOKRATLAR VE TÜRK DEMOKRASİSİNİN ALMIŞ OLDUĞU BİÇİM., BÖLÜM 3

1946-50 ARASI DÖNEMDE MÜFRİT MUHAFAZAKAR DEMOKRATLAR VE TÜRK DEMOKRASİSİNİN ALMIŞ OLDUĞU BİÇİM., BÖLÜM 3



IV. MMD'NİN DP'DEN TASFİYESİ


12 Temmuz Beyannamesi, gerginleşen iktidar-muhalefet ilişkisinde, daha doğru bir ifade ile İnönü ile DP Kurucuları arasında bir yumuşama meydana
getirmişse de, hem iktidar hem de muhalefet kanadındaki "müfritler"in tasfiye
edilmesi gibi bir siyasal sonuç da doğurmuştur.21 Ağaoğlu'nun anlattıklarına
bakılırsa, İnönü, Beyannameyi yayımlarken, kafasında şunları planlamıştır: 12
Temmuz Beyannamesi Demokratlar arasında önce şaşkınlık yaratacak, sonra da
muhalefet içinde ayrılık yaratacaktır. 12 Temmuz Beyannamesi eğer planlı bir
düşünüşün sonucu ise, gerçekten de Demokratlar arasında çoktan beri başlamış
olan ayrılığın fiile neticeleri Beyannameden sonra iyice belirmeye başlamıştır
(Ağaoğlu, 1992: 213-214). 

İnönü'nün hangi saikle hareket ettiği net olarak bilinemese de, Beyannamenin 
uygulama halinde tahakkuk ettiğini göstermek için, DP Muğla mebusu 
Nuri Özsan'ı yanına alarak Doğu vilayetlerine bir seyahat tertip etmiştir. 

Özsan, İnönü ile aralarında, (1) partilerin "müfrit" elemanlarının tasfiye edilmesi gerektiğini ve (2) milletvekili ödeneklerinin artırılması konularının görüşüldü-ğünü DP GİK' e iletmiştir. Ayrıca Özsan, seyahat esnasında İnönü'nün kendisine şöyle dediğini de belirtmiştir: "Ben hem devlet hem parti başkanıyım. Kendi partimin içindeki müfritleri halledebilirim.
Fakat siz ne yapacaksınız? Mesela Yusuf Kemal Tengirşenk işini nasıl
halledeceksiniz?". Nitekim, o günlerde Samet Ağaoğlu, Nihat Erim'i ziyaret
etmiş ve Erim, Ağaoğlu'na, Tengirşenk'le birlikte Öner, Aldoğan, Tahtakılıç ve
Bölükbaşı' nın tasfiyeleri meselesinin ne olduğunu sormuştur. Ayrıca Erim,
Ağaoğlu'na, tasfiye meselesini Köprülü'nün kendisine söylediğini de aktarmıştır  (Doğan, 1964: 260-261; Demokrat Parti Kurucuları Bu Davanın Adamı Değildirler, 1949: 23).

< Osman Bölükbaşı'nın DP'den istifa süreci yaklaşık bir yıl kadar sürmüştür. 
Bu süreçte yaşananlar için, bkz. (Çaylak, 2004: 89- ıo3). Bölükbaşı, kendine has bir üslupla istifası hakkında şöyle konuşmuştur: "DP'den ayrılmakla demokrasi
davasından ayrılmadım ... Hareketim bir din değiştirmek değil, sadece arkasında
namaz kılınamayacak bir imamın bulunduğu camiyi terk ederek, başka bir camiye geçmektir". (Kudret, 12. i ı. 1948).>

<  Bu süreçle birlikte, CHP'de "mü/rit" kesimin temsilciliği yapan Başbakan Peker, Yardımcısı Mümtaz Ökmen ve Cevdet Kerim İncedayı gibi siyasilerin, İnönü'nün rehberliğinde hareket eden ve başını daha çok Nihat Erim' in çektiği "mutedil" denilen 35' lerin, parti meclis grubu toplantısında Peker aleyhine oy vermesi ile birlikte, siyasetteki ağırlıkları ortadan kaldırılmış ve zaten i947'nin Eylül ayı başlarında Peker Hükümeti de istifa etmiştir.>

Gerçekten de bu çerçevede, önce Aldoğan, 18 Aralık 1947' de, yazdığı
sert yazılar ve yaptığı ateşli nutuklar yüzünden DP GİK'te, tabir caizse hesaba
çekilmiş (Saçlıoğlu, 1990: 25-26), ardından 12 Temmuz Beyannamesi' ne
muhalefet eden Tengirşenk, gerek basın, gerekse DP Kurucuları tarafından
eleştirilerek, DP'den tasfiye edilmeye çalışılnuştır.22 Tüm bu olanlara bakarak,
DP'de "mü/rü" temizleme işini, özellikle Köprülü-Erim ekseninde, iktidar ve
DP liderlerinin bir şekilde görüştüklerini ileri sürmek yanlış olmasa gerektir.
Öte yandan, "müfritler"in DP'den tasfiyesinde, milletvekillerinin
ödeneklerinin artırılması da önemli bir rol oynanuştır. Ödeneklerin artırılması
fikri İnönü'den gelmiştir.  İnönü'nün ödenekler meselesiyle DP saflarında bir
ikilik yaratmak ve DP'nin muhalefetini yumuşatmanın hesabını yaptığı iddia
edilmiştir (Ağaoğlu, 1992: 214). 1947'nin sonlarında milletvekilleri
ödeneklerini artıran kanun, Meclis'te iktidar milletvekillerinin oyları ile kabul
edilmiştir. Artan ödeneklerin ne yapılacağı konusu DP' de tartışmalar neden
olmuştur. Çözüm olarak, DP milletvekillerinin maaş farklarını partiye
bırakmaları kararlaştırılır. 

Bu karar, DP'yi karıştırnuş ve bir kısım milletvekillerinin itirazlarına yol açnuştır. Bu ödenek meselesi de diğer ayrılık konularında olduğu gibi, sonraları, DP genel merkezi (yani Köprülü, Menderes, Bayar üçlüsü) tarafından "müfrit" sayılan kimselerin partilerin atılmasında bir bahane olarak kullanılmıştır. Maaş farklarını partiye verdikleri halde bazı kişiler, sırf "sivri" ya da "mü/rü" oldukları için kamuoyunun yadırgamayacağı ödenek bahanesine dayanılarak partiden ihraç edilmişlerdir.

DP'nin parçalanması ve "müfrit muhafazakarlar"ın kurduğu MP'nin
doğumuna yol açan olayların belki de en önemlisi, DP'nin İstanbul il başkanı
KENAN Öner'in önce başkanlıktan sonra da partiden istifasıdır. KENAN Öner, 27 Aralık 1947 tarihinde, DP İstanbul il başkanlığından istifa etmiştir. 

Öner, istifasında Kurucular tahakkümünden, zümre siyasetinden yakınmış ve İnönü'yü sevindirmek için Aldoğan ve Tengirşenk gibi ivazsız ve ihtirassız hizmet
aşkıyla çalışan kimi partililerin, GİK' e çağrılarak ifadelerinin alındığını
söyleyen Öner, CHP kadar DP'nin de "efendisi" haline getirilen İnönü'nün
istekleri doğrultusunda Kurucular tarafından partide bir tür "mutedil-müfrit"
ayrımının yapıldığı ve müfritlerin partiden uzaklaştırılmaları için her türlü
tedbirin alındığı suçlamasında bulunmuştur (Vatan, 12.2.1948; Cumhuriyet, 12.2.1948). 

< Örneğin basında, "... DP liderleri ile pek çok konuda ters düşerek parti içinde takım ahengini bozan Yusuf Kemal Tengirşenk, D? idare heyetinden ayrıldı" ifadesi kullanılmıştır (Vatan, 24. 12. 1947). >
< Bu konuda İnönü, Erim ve Nuri Özsan arasındaki konuşma için, bkz. (Doğan,I 964: 261). >



Öner, 16 Ocak 1948 tarihinde, yani DP' nin İstanbul il kongresinin
yapılacağı 18 Ocak'tan iki gün önce de, DP'den istifa etmiştir (Vatan,
17.1.1948). Öner, istifasından sonra Bayar'a bir mektup yazmış ve " ... Millete
hizmetten ziyade 4-5 kişilik bir zümre tahakküm ve saltanatı kurdunuz ...
Demokrasi Halk Partisi 'nde okuduğunuz derslerle değil, millet iradesinin
halelden siyaneti ile başlar" demiştir (Yeni Sabah, 17.1.1948).

Öte yandan, istifa ile Bayar-Menderes-Köprülü üçlüsüne karşı el altından
bir hareket başlatıldığı, Anadolu' da bir olağanüstü kongre tertip edilmek
istendiği ve bununla da Bayar ekibinin yılularak Öner başkanlığı ve Mareşal
fahri önderliğinde yeni bir harekete zemin hazırlanmak istendiği iddia
olunmuştur (Yalman, 1997: 1419-20). Ayrıca, Vatan'da Mümtaz Faik Fenik de,
müfritIere yönelik şiddetli bir kampanya başlatmıştır (Vatan, 10.2.1948). Bu
türden saldırıları, müfrit kanattan sayılan Hikmet Bayur, muhalefetin DP
zihniyeti ile yaşayamayacağını ve Bayar gibi konuşanların ancak, yeni bir
istibdat idaresi kurabileceklerini iddia eden makaleleri ile yanıtlamıştır (Bayur,
1948; Yeni Sabah, 30.1.1948). Bayur, başka bir yazısında da, DP'nin bu hali ile
memlekete hayır değil, zarar getireceğini, "DP iyi bir tasfiye görmezse, ilerde
bir diktatörlük idaresi kuracağım", bunun ilk örneğinin de Bayar' ın Balıkesir
nutkunda söylediği, "Nizamname hududu dışına çıkanlar kulaklarından tutulup
Haysiyet Divam 'nda atılırlar" cümlesi ile verildiğini iddia etmiştir (Yeni Sabah, 10.2.1948).

Öte yandan, DP içinde yaşanan iç parçalanma ve ayrılıkların bir nedeni
de GİK ile Parti Meclis Grubu arasında yaşanan gerilim ve kavgalardır. Bayar,
ilk zamanlar Meclis Grubu ile Menderes-Köprülü hizbi arasında bir uzlaşma
yaratmak isteyen bir görünüm vermiş ve epey tereddüt geçirmişse de, Köprülü-
Menderes hizbinin resti karşısında, daha fazla dayanamamış ve tavrını genel
merkezden yani ılımIılardan yana koymuştur (Kudret, 27.2.1948).24 Bu arada,
Meclis'te Mithat Sakaroğlu, Osman Nuri Köni, Emin Sazak ödenekler
konusunda Bayar'ı hedef alan sözler sarfetmişlerdir. Tüm bu gelişmeler üzerine
DP GİK, 9 Mart 1948 tarihli toplantısında, Muğla milletvekili Necati Erdem,
İstanbul milletvekilleri Osman Nuri Köni ile Ahmet Kemal Silivrili, Muğla
milletvekili Mithat Sakaroğlu ile Afyon milletvekili Sadık Aldoğan'ın,
Haysiyet Divanı'na verilmesine ekseriyetle karar vermiştir 
(Yenİ Sabah,10.3.1948; Esirci, 1999: 509-510).25

< Toker, tereddütlerinİn sonunda Bayar, Meclİs Grubu yanında vazİyet alsaydı,
Türkİye'nin demokrasi tarihinde ne bir Menderes, ne bİr Köprülü yer bulurdu,
aksine mesela bir Tahtakılıç veya Ahmet Oğuz gibi MP'lilerin birİnci planda
olabileceklerini söylemektedir (Toker, 1970: 302). >

Bunun üzerine, DP GİK'teki "müfrit demokratlar"dan Yusuf Kemal
Tengirşcnk, Enis Akaygen, Emin Sazak, Ahmet Tahtakılıç, Ahmet Oğuz ve
Hasan Dinçer partide yaşanan gelişmelerden ve en son alınan haysiyet divanı
kararlarından memnun olmayarak LO Mart 1948 tarihinde GİK üyeliğinden
istifa ettiklerini açıklarruşlardır. İstifalarında, Kurucuların tahakkümü altında
olduğunu iddia ettikleri GİK çoğunluğunun, son aylarda partinin temelini
yıkacak tutum ve eylem içinde hareket ettiklerini, partide tenkit hakkını ortadan
kaldırdıklarını ifade etmişlerdir (Kudret, 11.3.1948).26

Bu arada genel merkez de tasfiyelere devam etmiştir. II Mart 1948
tarihli DP GİK toplantısında, Afyon mebusu Hazım Bozca ile Çanakkale
mebusu Ali Rıza Kırsever'in haysiyet divanına verilmesine ittifakla karar
verilmiştir.27 16 Mart 1948 tarihli toplantıda da, GİK'ten istifa eden 6 üyenin
toptan haysiyet divanına verilmesine, Suphi Batur'un muhalefet reyiyle karar
verilmiştir (Ağaoğlu, 1992: 559-568). Bu kişiler, 24 Mart 1948'de haysiyet
divanı kararı ile partiden çıkarılmışlardır (Vatan, 25.3.1948). Daha sonra DP'li
bir kısım mebus, ihraçların büyük kongre tarafından tasvip edilmesine kadar,
çıkarılanların grup toplantılanna alınmala-rını savunmuşlardır. Bu istekleri,
kabul edilmeyince büyük kongreye kadar parti grup toplantılanna katılmama
kararı alrruşlardır. DP'de yaşananlan "Kurucular diktatoryası" olarak
nitelendiren 10 DP' li milletvekili de, Nisan 1948 tarihinde parti Meclis grubuna
devam etmemeye karar verdikleri yönünde bir beyanname yayınlarruşlardır.
Beyannamede, büyük kongre tarafından haysiyet divanına yedek üye
seçilmediği ve zamanla haysiyet divanı asıl üyelikleri boşaImış olduğu
belirtilerek, haysiyet divanı üyelikleri parti kurucuları na ram olan kişilerce
doldurularak, çıkarmaların bu surette yapıldığı iddia edilmiştir.28

< Karara muhalif olanlar, Yusuf Kemal Tengirşenk, Emin Sazak, Enis Akaygen,
Ahmeı Tahtakılıç, Ahmet Oğuz ve Hasan Dinçer'dir. >
< DP içindeki parçalanmanın en önemli kanıtı sayılan, söz konusu GİK üyelerinin
istifa mektubu için, bkz. ( Ağaoğlu, 1992: 547).>
< 11-12 Mart 1948 tarihlerinde toplanan GİK zabıtları okunduğunda DP' de alınan tüm karar ve uygulamalarda gerçekten bir tür "Kurucu Diktatoryası"nın olduğu anlaşılmaktadır. Belirtilen tarihli Genel İdare Kurulu toplantı ve alınan kararlar için, bkz. (Ağaoğlu, 1992: 549-558).>
< Demokrat Parti Kurucuları Bu Davanın Adamı Değildirler, 1949: 69. Gerçekten de, birinci kongrede seçilen haysiyet divanı Üyelikleri, o tarihe kadar boşalmıştı. 
9 üyeden geriye sadece Fuat Hulusi Demirelli ve Hamit Şevket İnce kalmıştı. Ayrıca kongrede haysiyet divanına yedek üye seçilmemişti. Haysiyet divanı boşaldığı için, kongrenin toplanarak yeniden seçim yapması gerekirdi. Fakat Kurucular amaçlarını gerçekleştirmek için sahte bir haysiyet divanı teşkil etmişlerdir. Kurucular bunu yaparken, büyük kongrenin zabıılarını tahrif etmişlerdir. Haysiyet divanı seçimine ilişkin sayfalar yerinden çıkarılmış, imha edilmiş ve yerlerine istedikleri kişilerin ismi doldurularak, başka kağıtlar eklenmiştir. Önceki zabıtlarda tasnif heyetinin imzaları olmasına rağmen, eklenen sayfalarda imzalar yoktur. Sonradan bir kişiye imza attırmışlar dır. KENAN Öner, zabıtların tahrif edildiğini belirterek, "Benim ve arkadaşlarımın imzaları nerde, onu göstersinler" demiştir. Kurulan sahte haysiyet divanı ile İnönü'nün 12 Temmuz Beyannamesi'nde "şirretler" adını verdiği ve
listesini Bayar'a tevdi ettiği "müIri! demokratlar" bir bir partiden ihraç
edilmişlerdir. Kudret, 14. 6. i949. Yukarda yazılanlar, Kudret gazetesinin
iddialarıdır. Ancak, DP genel merkezince de tekzip edilmemiştir. Bu konu ile ilgili
olarak, GİK üyesi ve tüm işlerin içinde olan birisi olan Ahmet Tahtakılıç da,
kongrenin seçim tasnif listelerinin değiştirilerek, sureta bir haysiyet divanı teşkil
edildiğini ileri sürmüştür. Tahtakılıç, sekreter odasından kongre zabıtlarını
istediğini, tetkik ettiği zaman da divana ait tasnif listelerinin bir kısmının hala
mürekkebinin rengi değişmemiş ve bozulmamış kağıtlarda olduğunu gördüğünü
anlatır. Daha sonra Bayar, Parti dosyalarının kendi malumatı olmadan Tahtakılıç
tarafından görülmesinden şikayet etmiştir. Bkz., Demokrat Parti Kurucuları Bu
Davanın Adamı Değildirler, 1949: 57-58.>

< Bu benzetme, DP GİK toplantısında Refik Koraltan tarafından yapmıştır (Yeni
Sabah, 27.03. 1948).>>

DP' den tasfiye edilen ya da istifa eden bağımsız milletvekillerinden 13
tanesi, 13 Mayıs 1948'de Meclis'te "Müstakil Demokratlar Grubu" adı ile
yeni bir grup kurmuşlar ve büyük kongre toplanıncaya kadar bağımsız bir grup
olarak kalmaya karar verdiklerini açıklamışlardır (Kudret, 18.5.1948). Ancak
ilerde görüleceği gibi, DP Büyük İkinci Kongresi, grubun tezlerini kabul
etmemiş ve ihraçları onaylamıştır. Müstakil Demokratlar da ilerde "müfriı
demokratlar"ın kuracakları MP' ye katılacaklardır (Tahtakılıç, 1989: i12).

Diğer taraftan, DP içindeki MMD'nin hareketinin Çerkez Ethem'in
ayaklanmasına benzetilmesi29 konusunda Bölükbaşı, "Mesnedsiz ve delilsiz
olarak ... Çerkes Ethem 'lerle kıyaslamak yoluna sapanların, ellerinde iktidar
olsa ... idam sehpaları kurarak, muarızlarını ipe çekecekleri muhakkaktır .

... Büyük Kongre 'yi toplamayarak millet önünde hesaplaşmaktan kaçınanların
milletin beklediği hürriyeti bu memlekete getirmek şöyle dursun, birer hürriyet
ve demokrasi diktatörü olacaklarına hükmetmek için/azla bir düşünceye lüzum
yoktur sanırım" diye konuşmuştur (Tasvir, 2.4.1948). 

Yine, DP' den ilk ihraç edilen Dr. Mustafa Kentli de, DP Kuruculannın ruhlarında otoriler ve totaliter bir mektebin izlerinin bulunduğunu, onlar için önemli olanın halk efkan değil, halkın "şuurlu parçası"nın fikri, yani kendi kanaatleri olduğunu iddia ederek, DP kurucularının memlckete fikir ve söz hürriyeti getirerneyeceğini, çünkü, demokrasi prensiplerinin ilkin parti içinde ve muhalefette iken tatbik edilmesi gerektiğini dile getirmiştir (Kentli, 1948). DP' deki buhranın cereyan ettiği günlerde, Tasvir'de Hamdullah Suphi Tanrıöver'in bir makalesi yayınlanır. 

DP Kurucularını muvazaa ve sahte demokratlıkla suçlayan ve DP' den ayrılarak
MP'yi kuracak olan MMD, devamlı bir surette bu makaleye göndermede
bulunacaklardır. Bu makalede Tanrıöver, makalenin yazıldığı tarihten sekiz ay
önce DP Kurucuları (Bayar, Köprülü ve Menderes) ile Bayar'ın evinde
yaptıkları bir sohbetten bahsetmiştir. DP'den ayrılanların muvazaaya delil
olarak kullandıkları bu yazıda Hamdullah Bey, Bayar, Köprülü ve Menderes'e
bir takım sorular sormuştur. Hamdullah Suphi' nin yazısında, DP Kurucularının
sorulan sorulara karşılık, ihtilale ve karışıklığa karşı olduklarını, İnönü ile bir
şekilde "gizlice" anlaştıklarını, 1950 seçimlerinin kanuni vaktinden evvel
yapılmasına taraftar olmadıklarını ve İnönü'den daha iyi bir devlet başkanı
olmadığına inandıklarını belirten yanıtlar verdiklerine ilişkin bir iddia vardır
(Tanrıöver, 1948). Bu makale de, muvazaanın bir belgesi olarak gösterilmiştir.

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***