DİYARBAKIR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
DİYARBAKIR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Ocak 2021 Perşembe

DİYARBAKIR'DAKİ ÖZ YÖNETİM TOPLANTISI ÜZERİNE SİYASAL BİR DEĞERLENDİRME

DİYARBAKIR'DAKİ ÖZ YÖNETİM TOPLANTISI ÜZERİNE SİYASAL BİR DEĞERLENDİRME

 

Feyzi Çelik
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
20.09.2015
 
H19 Eylül tarihinde Diyarbakır’da “Hep birlikte özyönetime” sloganıyla DBP’li  (Demokratik Bölgeler Partisi) Yerel Yönetimler toplantısı yapıldı. Toplantının sonuç bildirgesini Mardin Büyükşehir Belediye başkanı Ahmet Türk okudu. Zamanlama açısından bakılacak olursa bu toplantının oldukça geç yapıldığını söylemek mümkündür. Böyle bir toplantının Varto, Sur, Silvan ve başka yerlerde öz yönetim ilanından önce yapılması gerekirdi. Çatışmalı ortamla eş zamanlı olarak ilan edilen öz yönetim ilanının siyasal/demokratik mücadeleyi esas alan HDP'yi zora sokacağı belliydi. HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, öz yönetimin demokratik siyaset yoluyla olması gerektiğini söyledi. Demirtaş'ın bu yöndeki açıklamasından sonra öz yönetim ilanları yapılmamaya başlandı. Eğer devam etseydi Van ve Diyarbakır gibi büyükşehirlerde de ilan edileceği an meselesiydi. Öz yönetim ilanına karşı devletin sert tepkisi askeri gücün şehirlerde kullanılmasına kadar gidebilirdi. 

HDP ve DBP yetkilileri bu tehlikeli gidişatı gördükleri için erken gördükleri öz yönetim ilanlarından geri adım attılar. Hem öz yönetime atfettikleri anlam hem de öz yönetimin tüm Türkiye'nin ihtiyacı olduğunu söyleyerek coğrafi temelli öz yönetim taleplerinin olmadığını deklare ettiler. Bundan sonraki süreçlerde yeni bir öz yönetim ilanı olmayacağı gibi ilan edilen öz yönetimlerin kadüklüğe bırakılacağı açıktır. Ahmet Türk açıklamasında "özyönetimin meşru ve demokratik taleptir." Diyerek bu talebin karşılanması için tüm engellemelerin kalkmasını Türk hükümetinden talep etmiştir. Kısacası yasal düzenleme yapılmasını istemiştir. Böylece, tek taraflı öz yönetim ilanına başvurmayacaklarını ortaya koymuştur. DBP'nin bu kararı, gerginleşen ortamın yumuşaması için bir adım olarak algılanırsa, önümüzdeki yıllarda çatışmasızlık ortamı yeniden oluşabilir. Diyarbakır toplantısından önce KCK'nin çift taraflı ateşkese hazır oluğu da göz önünde bulundurulursa KCK'nin buna hazır olduğu söylenebilir. Gerek Türkiye'deki demokratik kesimlerin gerekse AB'nin bu konudaki çağrıları da bu yöndedir. Sorun KSH ile Devlet arasında güvensizlik noktasında düğümlenmiştir. Bulunduğu konum itibarıyla Kürt tarafının lideri olmaktan çok "arabulucu" gibi görünen Öcalan'ın yeniden devreye girme ihtimali bu süreci hızlandıracaktır. 

Ahmet Türk'ün "Özyönetimin Türkiye demokrasisini ileriye taşıyacak bir ihtiyaç olduğunu" söylemiş olması da "Türkiyelileşme" ve "demokratik cumhuriyet" tartışmasını yeniden Kürtlerin gündemine getirmesinde de devletin bir kaybı yoktur. İleriki süreçlerde Kürt haklarının kolektif kabulünden çok bireysel hak şekline sokulması tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu da yeni çatışma tohumlarını ekmekten başka bir işe yaramayacaktır. KSH'nin adım atarken, bir yönetim şekli ilan ederken bunu dikkate alması gerekmektedir. 

Diyarbakır toplantısından çıkan sonuçlardan biri de yüzyılı aşkın, ulusarasılaşmış Kürt meselesinin yüzde 90 yerel yönetimler sorunu olduğunun vurgulanmış olmasıdır. Kürt sorunun yerel yönetim sorununa indirgenmesi hem siyasal/sosyolojik gerçeklere hem de Kürdistan'ın jeopolitik konumuna uygun değildir. Giderek Irak Kürdistan Bölge Yönetimi ve Rojava'daki kazanımlara Türkiye'nin veya başka güçlerin müdahalesinin yolu da açılmış oluyor. 

***

1 Mart 2018 Perşembe

MİLLETE HİZMET YOLUNDA

MİLLETE HİZMET YOLUNDA


Rifat Serdaroğlu
01 Ocak 2014


Eşine ancak Faşist ve Komünist rejimlerde rastlanan, çok eskilerde kalmış, basit, ilkel ve izlenme oranı binde birlerin altında sürünen bir programın adıdır, “Millete Hizmet Yolunda” safsatası.

Erdoğan’ın danışmanları ve propaganda uzmanları aldıkları milyonlarca lira karşılığında her ay bu programları hazırlarlar, Erdoğan’a ve ailesine beğendirirler ve yazdıklarını Erdoğan’a okuturlar.
 Erdoğan, cama yazılanları “Bizim oğlan bina okur, döner-döner gene okur” deyişindeki gibi, bir “Sultan” edasıyla okur, ama kendisini ailesi-yandaşları ve yağcılarından başka kimse seyretmez.

Gazetelerden okuduğumuza göre Erdoğan, 2013 yılını değerlendirdiği son “Millete Hizmet Programında”, artık alışkanlık haline getirdiği “Türk Milletine Doğruları Söylememek” gibi çok çirkin olan davranışına devam etmiş ve
3 önemli konuda Türk Milletini yanıltmaya kalkmıştır.
 Söylenenleri ciddi bulduğumuzdan değil, fakat tarihe doğru notlar düşmek adına bu üç vahim çarpıtmayı, yeni yılın ilk günlerinde sizlerle paylaşmak istedik…

1) Diyarbakır’da Tarihi Bir Buluşmaya Şahit Olduk. (R. T. Erdoğan)
 Erdoğan; “Diyarbakır’da Sayın Barzani, 38 yıldır ülkesinden uzak kalan Şivan Perver, değerli sanatçımız İbrahim Tatlıses ve on binlerce Diyarbakırlı ’nın bulunduğu tarihi buluşmaya şahit olduk. Diyarbakır ve diğer 80 İl’de insanlar sevinç gözyaşları döktüler. 76 milyon bu buluşmayı Yeni Türkiye’nin güçlü, büyük ve kardeşlik içindeki Türkiye’nin buluşması olarak gördüler” dedi.

*Türk Milleti’nin Diyarbakır’da gördüğü tablo net olarak şudur;

 TC Başbakanı Erdoğan, Türk Milletinin binlerce askerini- binlerce polisini-kundaktaki bebeklerden, yaşlı ninelere-dedelere kadar on binlerce günahsız insanını acımadan katleden bir çeteyi kendi hâkimiyetindeki topraklarda barındırıp-besleyen ve üzerimize gönderen bir kanlı katil olan eşkıya başı
Barzani, Türkiye’ye “Terörist Devlet” diyen bir bölücü olan Şivan Perver, karısını bir tetikçiye bacağından vurduracak kadar zavallı bir insan İbrahim Tatlıses, el ele vermişler ve beraberce Türk Millet ile alay ediyorlar! İşte Türk Milletinin Diyarbakır’da gördüğü “İhanet Tablosu” budur.
 Bu tablo tüm Türk Milletini derinden yaralamış, şehit-gazi yakınları ve bu kahramanları kendi evlatları gibi gören Türk Milleti kahrından ve üzüntüsünden gözyaşı dökmüştür.
 Gerisi bu aziz vatana yapılan ihaneti saklama- örtme çabalarıdır…

2) Gezi Olayları Ağaç-Çevre Kılıfına Saklanmış Suikast Girişimidir. ( R. T. Erdoğan)
   Erdoğan bizzat kendi emriyle Polise aşırı güç kullandırarak, 7 gencimizin öldüğü-12 gencimizin gözlerini kaybedip kör olduğu, 7 binden fazla gencin işkence gördüğü, binlercesinin gözaltına alındığı, AKP Hükümetinin yüz karası eylemlerini örtmek amacıyla Gezi Olayları için, “Suikast” kelimesini kullanmaktan çekinmemiş ve Türk Milletine bir kez daha hakaret etmiştir.

*Türk Milletinin Gezi Olayları hakkındaki düşüncesi net olarak şudur;
 Gezi Olayları Türk Milletinin hem Çevre hassasiyetini hem de insan haklarını- toplantı gösteri yürüyüş haklarını hiçe sayan faşist bir anlayışa sahip iktidara karşı gerçekleştirdiği onurlu bir direniş ve demokratik tepki hakkını kullanmasıdır. Biat Kültürü ile yetişenlerin, demokrasiden nasibini almamışların, Türk Milletinin ve Türk Gençliğinin bu davranışını anlamamaları gayet doğaldır.

3) 17 Aralık Komplosu, yolsuzluk ambalajına gizlenmiş bir suikast girişimidir.
 (R. T. Erdoğan)
 Erdoğan; “17 Aralık komplosu milletin hükümetini hedef almıştır. Bunun da ötesinde, milli iradeyi, demokrasiyi, sandığı hedef almıştır.
 Yargı ve Emniyet başta olmak üzere, devlet kurumları içine yerleşmiş bir örgüt, dışarıdan aldığı talimatlarla, Türkiye’nin istikrarına, güven ortamına, Türkiye’nin büyüyen ekonomisine ve kardeşliğine suikast girişiminde bulunmuştur” dedi…

*Türk Milletinin 17 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu ilgili kanaati net olarak şudur;
 - Bosna’ya Yardım- Deniz Feneri e.V(Asrın en büyük yardım soygunu)- Mısır’daki Müslüman Kardeşler Örgütüne Yardım olaylarında olduğu gibi, 17 Aralık’ta ortaya çıkan yolsuzluk olayları da gerçektir.
- Erdoğan, nasıl Deniz Feneri Davasını örtmeye çalıştı ise, bu yolsuzluğu da örtmeye çalışmaktadır.
-Bu 87 Milyar Dolarlık yolsuzluk olayı, önce Erdoğan’ın ailesine, sonra da doğrudan Savcıların “Hırsızlar İmparatoru” dediği kişiye ulaşacaktır.
- Binlerce polisin yer değiştirilmesi, Savcılara çok ağır hakaret ve tehditler, “Hırsızlığı Örtme” çabasıdır.
- Eğer devlet kurumları içinde yabancı bir yapı var ise, bu kanunsuz yapı 12 yıldır “TEK BAŞINA” iktidar olan AKP tarafından devletin en hassas birimlerine sokulmuştur.
- Erdoğan hala çarpıtmalar yapmakta ve aklı sıra Türk Milletinin hafızası ile alay etmektedir. Referandum öncesi “Mezarlıktakiler bile oy kullansın” diyen Cemaat önderine, referandumdan sonra kim “Okyanus ötesindeki dostumuza teşekkür ve minnetlerimi sunuyorum” dediyse, iyi bilin ki, bu kanunsuz yapıyı devletin içine sokan da aynı kişidir.
- Türk Milletinin kendilerine verdiği Yüce Makamları, “yol bulma-rüşvet alma-zengin olma-adam kayırma amacıyla kullananlar, iyi bilinsin ki, önümüzdeki seçimlerde “Oy Çalmak” dâhil, her türlü kumpası yapacak tıynettedirler.

Erdoğan; “Milletin ve Allah’ın huzuruna alnımız AK çıkmak, bizim yegâne gayemizdir” demektedir.

 Almanya’da gerek Almanlar, gerekse Almanya’da yaşayan Türklerin, “Türkiye’nin Hitleri” adını yakıştırdıkları Erdoğan, bu yolsuzluk soruşturmalarına engel olmaya devam ettiği sürece, Türk Milleti nezdindeki azalan itibarını tamamen kaybedecek ve sokağa çıkamaz hale gelecektir…

Sağlık ve başarı dileklerimle 
01 Ocak 2014
Rifat Serdaroğlu

https://rifatserdaroglu.com/2014/01/01/millete-hizmet-yolunda/


***


10 Mart 2017 Cuma

Cindoruk: İsyanı İki Şarkıcıyla Çözmek olası değil,




Cindoruk: İsyanı İki Şarkıcıyla Çözmek olası değil,




18 Kasım 2013 Pazartesi 15:55

Cindoruk: İsyanı iki Şarkıcıyla Çözmek olası değil, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 17'nci başkanı, Doğru Yol ve Demokrat Türkiye Partisi'nin eski genel başkanı.. 
Hüsamettin Cindoruk, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Mesud Barzani ve Şivan Perwer’le Diyarbakır'da buluşmasıyla ilgili, “ 48 bin insanın ölümüne neden olan isyanı bir Şarkı ve İki Şarkıcıyla Çözmek olası değildir ” dedi,


Atatürkçü Düşünce Derneği Çanakkale Şubesi'nin düzenlediği “Cumhuriyet ve Hukuk' konulu konferansa konuşmacı olarak katılmak üzere kente gelen 
Hüsamettin Cindoruk, basın mensuplarının gündeme ilişkin sorularını da yanıtladı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Mesud Barzani ve Şivan Perwer’le Diyarbakır'da  buluşmayla ilgili görüşleri sorulan Cindoruk şunları söyledi:

" Türkiye'nin en kalıcı sorunu ayrılıkçı Kürt isyanı. Türkiye 1804'den beri bu isyanlarla uğraşıyor. Bugün de böyle bir isyanla karşı karşıyayız. 

Bu isyan deyimini ben kullanmıyorum, Öcalan kullanıyor. 48 bin insanın ölümüne neden olan isyanı bir şarkı ve iki şarkıcıyla çözmek olası değildir. 
Çok hafife aldığımızı görüyorum. 

Başbakan ve arkadaşları önümüzdeki yerel seçimler için bir yatırım yapıyor. Ama Türkiye'nin en kalıcı ve en zor problemi üzerinde böyle bir oyun bence yanlış olur. 

Mesud Barzani’nin gelişiyle mesele milletlerarası hale getirilmiştir ve yanlış yapılmıştır. 

İç meselemize Irak merkezi hükümetiyle itilaflı olan bir bağımsız bölge karışmıştır. Milli bir meselemiz ulusal bir mesele olmaktan çıkarılmış, bir Orta Doğu  meselesi haline getirilmiştir. Bundan sonra mesele Orta Doğu'da çözülecekse Türkiye'nin etkinliği azalır. Biz ırkçı değiliz. Bizim milli düşüncemiz, 
Milli duruşumuz cumhuriyetçi, demokrat, Atatürkçü bir düşüncedir. Atatürk barışının tekrar kurulması için bizim Barzani'nin yardımına ihtiyacımız yoktur.”

' SİYASİ HAMLELER EĞİTİMİN DIŞINDA YAPILMALI '

AK Parti ve cemaat arasında ortamı geren dershanelerin kapatılması konusundaki görüşleri de sorulan Hüsamettin Cindoruk, siyasi rekabetin eğitime olumsuz etki yapmaması gerektiğini savundu. Cindoruk, “Dershaneler üniversitelere giriş sınavlarındaki kaliteyi yükseltti. Yasakçı zihniyetle dershaneler, okullar kapatılmaz. 

Başbakan Erdoğan'ın dershaneler konusundaki girişimini siyasi bir hamle olarak görüyorum. Siyasi hamleler eğitimin dışında yapılmalı” dedi. 


Kaynak: DHA
http://www.haberekspres.com.tr/politika/cindoruk-isyani-iki-sarkiciyla-cozmek-olasi-degil-h56299.html

***

16 Ocak 2017 Pazartesi

İSTANBUL VE DİYARBAKIR BAŞKENTLİ KONFEDERASYON PAZARLIĞI



İSTANBUL VE DİYARBAKIR BAŞKENTLİ KONFEDERASYON PAZARLIĞI



MEHMET ALİ GÜLLER


AKP’nin PKK’yla yaptığı belli başlı 7 pazarlık öyküsüyle ilgili 24 Ağustos tarihli yazımızı “Pazarlığın boyutu sadece referanduma ‘evet’ demek karşılığında gündeme gelen BDP’nin ‘Öcalan muhatap alınsın, operasyonlar durdurulsun, seçim barajı düşürülsün, KCK tutukluları serbest bırakılsın’ şeklindeki dört şartıyla mı sınırlı? Yoksa, aslında referandumda ‘evet’ çıktıktan sonra yolu açılacak ‘demokratik özerklik’ ve ‘federasyon anayasası’ pazarlığı mı yapılıyor? Pazarlığın ayrıntılarını da bir sonraki yazımızda ortaya koyacağız…” diyerek bitirmiştik.

Pazarlık yapıldığı ortaya çıktı ancak pazarlığın gerçek konusu gözlerden gizlenmeye çalışılıyor. Pazarlığın esasını, “federasyon Anayasası” oluşturuyor. Ama bu alt pazarlığın üstünde, ABD ile Türkiye arasında, Irak’ın kuzeyi kapsamlı “konfederasyon” pazarlığı yapılıyor.

12 Eylül’den hemen sonra, “evet” çıkması halinde yeni bir anayasa yapılacağı ve bu anayasanın “demokratik özerklik” esaslı “federasyon anayasası” olacağı BDP’liler tarafından ilan ediliyor; ancak bu ilan, miting meydanlarındaki tüm konuşmasını Kılıçdaroğlu ile Bahçeli’ye vakfeden Erdoğan tarafından yalanlanmıyordu!

YENİ ANAYASA, ÖZERK KÜRDİSTAN

BDP Genel Başkan Yardımcısı Gülten Kışanak “… yeni anayasayla Kürt halkına özgürlük ve demokratik özerk Kürdistan gelecek” diyordu. (Milliyet Gazetesi, 22 Ağustos 2010) Yargının siyasi yasaklı ilan ettiği ama AKP’nin dolaylı önünü açtığı Demokratik Toplum Kongresi Eşbaşkanı Ahmet Türk ise “esas olan özerkliktir” diyordu. (Hürriyet Gazetesi, 23 Ağustos 2010). Öcalan “demokratik özerklik projesinin siyasi, hukuki, kültürel, öz savunma ve diplomasi boyutlarını” açıklıyor ve “Katalan Modeli” ile “Katalonya Anayasası”nın incelenmesini istiyordu. (ANF, 20 Ağustos 2010). Ve son olarak BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, hükümete “Yeni bir anayasa, Demorkatik Türkiye, Özerk Kürdistan” formülünü sunuyordu. (ANF, 25 Ağustos 2010)

Ancak az önce belirttiğimiz gibi AKP ile PKK arasında var olan “federasyon” pazarlığının üstünde, ABD ile Türkiye arasında da, Irak’ın kuzeyini kapsayan “konfederasyon” pazarlığı vardı.

Peki federasyon ile konfederasyon pazarlıkları arasındaki bağ hangi olguya dayanıyordu? Önce bir saptama yapalım.

HEDEF, TÜRKİYE’YE ‘KÜRDİSTAN’A EVET’ DEDİRTMEK

ABD, 1992’den bu yana parlamentosunu kurduğu, hükümetini oluşturduğu, başkentini ilan ettiği, merkez bankasını inşa ettiği, parasını bastığı, gümrüğünü ördüğü, en önemlisi ordusunu kurduğu Kukla Devleti’ni hâlâ neden ilan edemiyor? Çünkü Türkiye henüz bu plana razı olmadı! Plana direnen kuvvetler zayıflatıldı, yıpratıldı, içeri atıldı ama hâlâ teslim alınamadı!

Şimdi bu saptamaya bir ara verelim ve ABD’nin Irak’tan muharip asker çekmesinin ne anlama geldiği üzerinde duralım:

ABD’nin son muharip askerini de Irak’tan çekmesi, Obama iktidara geldiğinde estirilen rüzgâr benzeri bir etki yaptı herkeste… Ki Obama’nın kendisi gibi, bu çekilme de revize BOP’un bir parçası… Peki gerçekte olan biten neydi?

YENİ ŞAFAK OPERASYONU BAŞLIYOR

Öncelikle altını çizmemiz gereken olgu şu ki, geri çekilme takvimiyle ilgili anlaşmayı Obama değil, aslında Bush hükümeti imzalamıştı! İkincisi çekilen muharip askerler orta ve güney Irak’tan çekildi. Ve yerlerini bundan sonra alacak olan Blackwater tipi “özel ordu”larla kontratlar, hızlı biçimde imzalanıyor. Ne de olsa Irak petrollerinin yaklaşık yüzde 75’i 35 yıllığına çoğu ABD’li olan batı şirketlerine devredildi. ABD her halükarda bu kontratların güvenliğini korumak isteyecektir. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü P. J. Crowley’nin, “Irak’ta savaşı bitiriyoruz, ama Irak’la işimizi bitirmiyoruz” demesi tam da bu anlama gelmiyor mu?

ABD’nin Irak komutanı General Odierno’nun, geri çekilme takvimi ile ilgili söylediği “en son kuzey Irak’tan çekiliriz” açıklaması asker çekme meselesinin esasıdır. Aslında ABD Irak’tan çekilmiyor, kuzey Irak’a yoğunlaşıyor. El Halic Gazetesi’ne yansıdığı kadarıyla 2020 yılına kadar 94 üs’te 6 tugay ABD askeri bulundurulması konusunda, zaten bir mutabakat oluşturulmuş! Ki şu anda 56 bin ABD askeri hâlâ Irak’ta bulunuyor!

Savaşın bitmediği ABD’nin süreç isimlendirilmesinden de anlaşılıyor. ABD Irak’a savaş açtığında buna “Özgürlük Operasyonu” demişti. ABD, 1 Eylül 2010’dan sonraki sürece ise “Yeni Şafak Operasyonu” ismi vermiş. Demek ki, ABD açısından biten bir şey yok, hatta başlayan yeni bir süreç var!

İşte o süreç Irak’ın kuzeyi merkezli yeni bölge düzeni sürecidir. “Acelemiz var” diyerek hızla “Kürt Açılımı” başlatan Tayyip-Gül ikilisinin acelesi de bu takvim nedeniyleydi…

ABD KONFEDERASYONU İÇİN KÜRT AÇILIMI

Şimdi yeniden az önce yaptığımız saptamaya dönelim. ABD’nin her şeye rağmen Kürdistan’ı ilan edemediğini; çünkü Türkiye’nin plana henüz razı edilemediğini; direnen kuvvetlerin zayıflatıldığını, yıpratıldığını, içeri atıldığını ama hâlâ teslim alınamadığını belirtmiştik.

İşte 12 Eylül referandumu, aslında Türkiye’nin önce federasyona sonra da konfederasyona razı edilmesi, evet demesi anlamına geliyor. Referandum, Türkiye’nin tüm merkezi kurumlarıyla birlikte teslim alınması öncesinin son vuruşu olacak. Ve bölgede üç gelişme birbirine paralel olarak ilerleyecek.

Birincisi; ABD, Irak’ın kuzeyini Erbil başkentli olarak Kürdistan diye ilan edecek.  Türk devleti, Kürdistanlılara “çifte vatandaşlık” hakkı tanıyacak.

İkincisi; yeni bir anayasa ile Türkiye’nin güneydoğusu özerk ilan edilecek; dolayısıyla üniter Türkiye yerine federatif Türkiye kurulacak. Kürdistan ile özerk Güneydoğu arasında “çifte vatandaşlık” ve “ticari birlik” üzerinden “siyasi birliğe” gidilecek.

Üçüncüsü, Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir alt düzeni olarak geçen aylarda ilan edilen ve adına Ortadoğu Birliği denilen “Türkiye, Suriye, Lübnan ve Ürdün” arasındaki ticari birlik, İstanbul başkentli siyasi birliğe dönüştürülecek.

Ve son olarak bu üç yapı birleştirilip İstanbul ve Diyarbakır merkezli bir konfederasyona dönüştürülecek!

İşte ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi budur! Başbakan Erdoğan’ın tam 6.5 yıl önce “ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi içinde Diyarbakır’ı bir merkez yapacağız” dediği görev işte budur. (Kanal D, Teke Tek, 16 Şubat 2004)


https://mehmetaliguller.com/2010/09/01/istanbul-ve-diyarbakir-baskentli-konfederasyon-pazarligi/