MEHMET ALİ GÜLLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
MEHMET ALİ GÜLLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Eylül 2018 Çarşamba

ASİMETRİK PSİKOLOJİK SAVAŞ’ DEĞİL, ABD SALDIRISI!


ASİMETRİK PSİKOLOJİK SAVAŞ’ DEĞİL, ABD SALDIRISI!

Yakamoz, Sarıkız, Ayışığı, Eldiven, Kafes, Islak İmza, Poyrazköy, Çukurambar, Balyoz; toptan söylersek Ergenekon tertibi… Bu sayısız sözde darbe iddiaları ile TSK üzerinden hedeflenenler nelerdi ve ne oranda başarıldı?
1.. Türk Ordusu’nu bölmek
a- Dönemin Genelkurmay Başkanı Em. Org. Hilmi Özkök ile dönemin Kuvvet Komutanları ve Ordu Komutanları arasında ayrılık var!
Bunun en somut örneği Balyoz tartışmalarında söylenenlerdir.
Em. Org. Çetin Doğan: “Hilmi Özkök yurttaşlık görevini yapsın”
Em. Org. Hilmi Özkök: “Muhatap Yalman”
Em. Org. Aytaç Yalman: “Org. Başbuğ kurmay başkanımdı, o bilir”
Em. Org. Çetin Doğan: “Org. Özkök’ün açıklamaları yetersiz”
b- Ergenekon tertibi nedeniyle yargılanan komutanlar ile yargılanmayan komutanlar arasında ayrılık var!
c- Ordunun tepesi ile ordunun gövdesi arasında ayrılık var!
Amirallere sözde suikast iddiaları ile tutuklanan teğmenler, sahip çıkılmayan albayların, yarbayların intiharları, yaptığı görevler nedeniyle karargahından gözaltına alınan komutanlara sahip çıkılmaması…
2.. Ordu-Millet birliğini zayıflatmakTSK’ya güven, millet nezdinde yıllardır % 100’lere yakın seyretmekteydi. Ancak son yapılan anket çalışmalarında (doğruluğu tartışmalı bile olsa) bu oran %60’lara kadar düşmüştür!
3.. TSK’yı İrticaya karşı mücadele edemez hale getirmek
28 Şubat sürecinin bin yıl kararlılık ilan ettiği irticaya karşı mücadele azminde büyük gedikler açıldı. Örneğin “AKP ve Gülen’i bitirme planı” diye sunulan ve ıslak imza tartışmalarıyla kitlelerin zihinlerinin bulandırıldığı tertiple, aslında “İrticaya Karşı Eylem Planı” (uygulanmasını bırakın, düşünülmesi bile) yasak hale getirildi. 
Balyoz Darbe Planı diye dile getirilen ama aslında EMASYA protokolü kapsamında bir devlet görevi olarak yapılmış bir seminerle, “Emniyet ve Asayiş Yardımlaşma” protokolü tartışmaya açılmış oldu. İçişleri Bakanlığı ile Genelkurmay Başkanlığı arasında imzalanmış bu protokolün, bizzat Başbakan Erdoğan’ın ağzından kaldırılacağı ilan edildi. 
Hükümet tarafından 100 sayfadan 25 sayfaya kırpılan 2005 tarihli son Milli Güvenlik Siyaset Belgesi, Balyoz tartışmalarıyla yeniden gündeme getirildi ve bu yıl yapılacak düzenlemelerde iç tehdidin (irtica ve bölücülük) kaldırılacağı bizzat Başbakan’dan başlayarak hükümet üyeleri tarafından ilan edildi.
4.. TSK’yı Milli Stratejiden yoksun bırakmak2005 tarihli Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nden hükümetin çıkardığı Dış Güvenlik Eylem Planı ekinden sonra yapılacak (komşularla sıfır sorun politikası gereği!) yeni düzenlemeler,  Türkiye’yi özellikle Irak’ın kuzeyinden ve Kıbrıs’tan gelen tehditlere karşı daha da zor durumda bırakacaktır.
Peki Türk Silahlı Kuvvetleri neden bu 4 önemli tertip hedefini savuşturamamıştır?
1.. TSK öncelikle “yığınakta hata” yapmıştır, tehdidin kaynağını ilan etmemiş ve tehdidin kaynağıyla sözde ortaklığa devam etmiştir. Salt “asimetrik psikolojik savaş” uygulanmasından şikayet ederek ve “asimetrik psikolojik savaş”ın arkasındakileri en fazla “vicdansızlar” olarak tarif ederek, savaşa karşı mevzilenilemez! ABD’yi tehdidin kaynağı ilan etmeden, NATO’dan çıkmadan, ne milleti doğru mevzilere seferber etmek mümkündür ne de Süleymaniye’de kafamıza geçirilen çuvaldan çıkmak mümkündür.
2.. TSK, (kendinden önceki tüm) mevzileri terk etmeyi savaş taktiği olarak benimsemiştir. Cumhuriyetin kaleleri sıra sıra (YÖK, kimi üniversiteler, bazı sendikalar, merkezi devlet kurumları vd.) düşmüştür! Terk edilen mevzilerin çokluğu, savunma hattının belli olmaması, Cumhuriyet’in savunulmasını daha da zorlaştırmıştır.
3.. TSK milyonların şahlandığı Cumhuriyet Mitinglerinin devrimci ruhuna sahip çıkmamıştır. Bu durum TSK’yı kendisine yönelik saldırılar karşısında nesnel olarak yalnız bırakmıştır. Çünkü Cumhuriyet Mitinglerine devrimci ruh verenler Ergenekon tertibiyle içeri atılmıştır. Tayyip Erdoğan’ı Başbakan yapan CHP ile Abdullah Gül’ü Cumhurbaşkanı yapan MHP’nin muhalefeti ile Cumhuriyeti muhafaza etmenin imkansız olduğu 7 yıllık pratikle bir kez daha kanıtlanmıştır.
Sonuç:
Polordu inşa etmek, Kamu Güvenliğini CIA komutasındaki Özel Örgüte devretmek, tertibin şu anki hedefidir. Bu hedef nedeniyle, TSK’ya yönelik saldırılar daha da yoğunlaşmaktadır. Ve saldırı sürdüğüne göre TSK teslim alınamamıştır. En önemli gerçek budur! Bu gerçeği güçlendirmek, bu gerçekten hareketle mevzileri yeniden ele geçirmek Atatürk’ün bıraktığı mirastır.
MEHMET ALİ GÜLLER

16 Ocak 2017 Pazartesi

İSTANBUL VE DİYARBAKIR BAŞKENTLİ KONFEDERASYON PAZARLIĞI



İSTANBUL VE DİYARBAKIR BAŞKENTLİ KONFEDERASYON PAZARLIĞI



MEHMET ALİ GÜLLER


AKP’nin PKK’yla yaptığı belli başlı 7 pazarlık öyküsüyle ilgili 24 Ağustos tarihli yazımızı “Pazarlığın boyutu sadece referanduma ‘evet’ demek karşılığında gündeme gelen BDP’nin ‘Öcalan muhatap alınsın, operasyonlar durdurulsun, seçim barajı düşürülsün, KCK tutukluları serbest bırakılsın’ şeklindeki dört şartıyla mı sınırlı? Yoksa, aslında referandumda ‘evet’ çıktıktan sonra yolu açılacak ‘demokratik özerklik’ ve ‘federasyon anayasası’ pazarlığı mı yapılıyor? Pazarlığın ayrıntılarını da bir sonraki yazımızda ortaya koyacağız…” diyerek bitirmiştik.

Pazarlık yapıldığı ortaya çıktı ancak pazarlığın gerçek konusu gözlerden gizlenmeye çalışılıyor. Pazarlığın esasını, “federasyon Anayasası” oluşturuyor. Ama bu alt pazarlığın üstünde, ABD ile Türkiye arasında, Irak’ın kuzeyi kapsamlı “konfederasyon” pazarlığı yapılıyor.

12 Eylül’den hemen sonra, “evet” çıkması halinde yeni bir anayasa yapılacağı ve bu anayasanın “demokratik özerklik” esaslı “federasyon anayasası” olacağı BDP’liler tarafından ilan ediliyor; ancak bu ilan, miting meydanlarındaki tüm konuşmasını Kılıçdaroğlu ile Bahçeli’ye vakfeden Erdoğan tarafından yalanlanmıyordu!

YENİ ANAYASA, ÖZERK KÜRDİSTAN

BDP Genel Başkan Yardımcısı Gülten Kışanak “… yeni anayasayla Kürt halkına özgürlük ve demokratik özerk Kürdistan gelecek” diyordu. (Milliyet Gazetesi, 22 Ağustos 2010) Yargının siyasi yasaklı ilan ettiği ama AKP’nin dolaylı önünü açtığı Demokratik Toplum Kongresi Eşbaşkanı Ahmet Türk ise “esas olan özerkliktir” diyordu. (Hürriyet Gazetesi, 23 Ağustos 2010). Öcalan “demokratik özerklik projesinin siyasi, hukuki, kültürel, öz savunma ve diplomasi boyutlarını” açıklıyor ve “Katalan Modeli” ile “Katalonya Anayasası”nın incelenmesini istiyordu. (ANF, 20 Ağustos 2010). Ve son olarak BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, hükümete “Yeni bir anayasa, Demorkatik Türkiye, Özerk Kürdistan” formülünü sunuyordu. (ANF, 25 Ağustos 2010)

Ancak az önce belirttiğimiz gibi AKP ile PKK arasında var olan “federasyon” pazarlığının üstünde, ABD ile Türkiye arasında da, Irak’ın kuzeyini kapsayan “konfederasyon” pazarlığı vardı.

Peki federasyon ile konfederasyon pazarlıkları arasındaki bağ hangi olguya dayanıyordu? Önce bir saptama yapalım.

HEDEF, TÜRKİYE’YE ‘KÜRDİSTAN’A EVET’ DEDİRTMEK

ABD, 1992’den bu yana parlamentosunu kurduğu, hükümetini oluşturduğu, başkentini ilan ettiği, merkez bankasını inşa ettiği, parasını bastığı, gümrüğünü ördüğü, en önemlisi ordusunu kurduğu Kukla Devleti’ni hâlâ neden ilan edemiyor? Çünkü Türkiye henüz bu plana razı olmadı! Plana direnen kuvvetler zayıflatıldı, yıpratıldı, içeri atıldı ama hâlâ teslim alınamadı!

Şimdi bu saptamaya bir ara verelim ve ABD’nin Irak’tan muharip asker çekmesinin ne anlama geldiği üzerinde duralım:

ABD’nin son muharip askerini de Irak’tan çekmesi, Obama iktidara geldiğinde estirilen rüzgâr benzeri bir etki yaptı herkeste… Ki Obama’nın kendisi gibi, bu çekilme de revize BOP’un bir parçası… Peki gerçekte olan biten neydi?

YENİ ŞAFAK OPERASYONU BAŞLIYOR

Öncelikle altını çizmemiz gereken olgu şu ki, geri çekilme takvimiyle ilgili anlaşmayı Obama değil, aslında Bush hükümeti imzalamıştı! İkincisi çekilen muharip askerler orta ve güney Irak’tan çekildi. Ve yerlerini bundan sonra alacak olan Blackwater tipi “özel ordu”larla kontratlar, hızlı biçimde imzalanıyor. Ne de olsa Irak petrollerinin yaklaşık yüzde 75’i 35 yıllığına çoğu ABD’li olan batı şirketlerine devredildi. ABD her halükarda bu kontratların güvenliğini korumak isteyecektir. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü P. J. Crowley’nin, “Irak’ta savaşı bitiriyoruz, ama Irak’la işimizi bitirmiyoruz” demesi tam da bu anlama gelmiyor mu?

ABD’nin Irak komutanı General Odierno’nun, geri çekilme takvimi ile ilgili söylediği “en son kuzey Irak’tan çekiliriz” açıklaması asker çekme meselesinin esasıdır. Aslında ABD Irak’tan çekilmiyor, kuzey Irak’a yoğunlaşıyor. El Halic Gazetesi’ne yansıdığı kadarıyla 2020 yılına kadar 94 üs’te 6 tugay ABD askeri bulundurulması konusunda, zaten bir mutabakat oluşturulmuş! Ki şu anda 56 bin ABD askeri hâlâ Irak’ta bulunuyor!

Savaşın bitmediği ABD’nin süreç isimlendirilmesinden de anlaşılıyor. ABD Irak’a savaş açtığında buna “Özgürlük Operasyonu” demişti. ABD, 1 Eylül 2010’dan sonraki sürece ise “Yeni Şafak Operasyonu” ismi vermiş. Demek ki, ABD açısından biten bir şey yok, hatta başlayan yeni bir süreç var!

İşte o süreç Irak’ın kuzeyi merkezli yeni bölge düzeni sürecidir. “Acelemiz var” diyerek hızla “Kürt Açılımı” başlatan Tayyip-Gül ikilisinin acelesi de bu takvim nedeniyleydi…

ABD KONFEDERASYONU İÇİN KÜRT AÇILIMI

Şimdi yeniden az önce yaptığımız saptamaya dönelim. ABD’nin her şeye rağmen Kürdistan’ı ilan edemediğini; çünkü Türkiye’nin plana henüz razı edilemediğini; direnen kuvvetlerin zayıflatıldığını, yıpratıldığını, içeri atıldığını ama hâlâ teslim alınamadığını belirtmiştik.

İşte 12 Eylül referandumu, aslında Türkiye’nin önce federasyona sonra da konfederasyona razı edilmesi, evet demesi anlamına geliyor. Referandum, Türkiye’nin tüm merkezi kurumlarıyla birlikte teslim alınması öncesinin son vuruşu olacak. Ve bölgede üç gelişme birbirine paralel olarak ilerleyecek.

Birincisi; ABD, Irak’ın kuzeyini Erbil başkentli olarak Kürdistan diye ilan edecek.  Türk devleti, Kürdistanlılara “çifte vatandaşlık” hakkı tanıyacak.

İkincisi; yeni bir anayasa ile Türkiye’nin güneydoğusu özerk ilan edilecek; dolayısıyla üniter Türkiye yerine federatif Türkiye kurulacak. Kürdistan ile özerk Güneydoğu arasında “çifte vatandaşlık” ve “ticari birlik” üzerinden “siyasi birliğe” gidilecek.

Üçüncüsü, Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir alt düzeni olarak geçen aylarda ilan edilen ve adına Ortadoğu Birliği denilen “Türkiye, Suriye, Lübnan ve Ürdün” arasındaki ticari birlik, İstanbul başkentli siyasi birliğe dönüştürülecek.

Ve son olarak bu üç yapı birleştirilip İstanbul ve Diyarbakır merkezli bir konfederasyona dönüştürülecek!

İşte ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi budur! Başbakan Erdoğan’ın tam 6.5 yıl önce “ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi içinde Diyarbakır’ı bir merkez yapacağız” dediği görev işte budur. (Kanal D, Teke Tek, 16 Şubat 2004)


https://mehmetaliguller.com/2010/09/01/istanbul-ve-diyarbakir-baskentli-konfederasyon-pazarligi/