Cemal Madanoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Cemal Madanoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Ocak 2017 Perşembe

27 Mayıs M.B.K. AZAMETİ VE İNHİTATI




27 Mayıs M.B.K.  AZAMETİ VE İNHİTATI


(ULULUĞU ve ÖLÜLÜĞÜ)



         27 Mayıs Yaşıyor. Millî Birlik Komitesi öldü. 

MBK'nin başlıca AZAMETİ: ULULUĞU; 27 Mayıs'ın yaşamasındadır. Ancak, MBK'nin bir de "İNHİTAT": ÖLÜLÜĞU" vardır: MBK yaşamamaktadır. 
Bu yaşamayış, "Her şey gelir, geçer" felsefesinin normal uygulanışı sayılamaz. Üzerinde gereği gibi durulacak şeydir. Onun için biz, MBK'nin ululuğundan (azametinden) çok, ölülüğü (inhitatı) üzerinde durmalıyız. 
         Bununla birlikte MBK'ni iki yanıyla, ululuğu ve ölülüğü ile ele almadıkça, anlayışa varamayız. Son günlerde, özellikle sol cepheyi bulandıran, her türlü ayıklığı önliyen bütün o sosyal ve politik düşünce ve davranış yönsüzlükleri, sözde tartışma bocalayışları hep o en yakın pratiğimiz 27 Mayıs ve MBK olaylarını kavramakta gösterdiğimiz küçük burjuva kendini beğenmiş vurdum duymazlıklarımızdan ileri geliyor. 
Bu sütunlarda, MBK'nin ululuğıı ve ölülüğü üzerine, hem birbirinden ayrı, hem birbirini bütünleyici sıra sıra yazılardan ilkine başlıyoruz. 
         
         BİRİNCİ BÖLÜM

 MİLLİ BİRLİK KOMİTESİNİN ULULUĞU 

         Millî Birlik Komitesi'nin ululuğu herkesin gözü önündedir. Aşın söze hacet yok, gibi gelir. Gene de, bu ululuğun üç karakteristliğine değmeden geçemeyiz. 
         
I - MBK'nin BİRLİK deyimi DAĞINIKLIK anlamına gelir: 27 Mayıs'ı yapanlar hemen hiçbir sosyal prensipte anlaşmış değillerdir. Bu yüzden içlerine giren müthiş dağınıklıklar, hareketi 27 Mayıs olmaktan çıkaramamıştır. 27 Mayıs'ın ululuğunu ispatlıyan birinci belge budur. 
         
II - MENDERES neden ASILDI? Bu konuda şimdiye dek yapılmadık açıklama bırakılmadı. Kimi yanlışlıklar, kimi kişi kinleri, kimi haklı, kimi haksız yığınla nedenleri öne sürüldü. Hep bir şey unutuldu: Menderes son deminde (İster pazarlık için, ister içten inanışla) Antiemperyalist tutuma kaymıştı. Ona rağmen Menderes'in ölümünde emperyalizmin büyük kumarı tutmadı. 27 Mayıs'ın Ululuğunu ispatlıyan ikinci diyalektik belge budur. 
         
 III - 27 MAYIS HALKIN ESERİDİR: Türk Silâhlı Kuvvetleri finans-kapitalin DP iktidarını devirdikleri gece, halk evinden dışarı uğratılmadı. Ama, bütün Yassıada'ya gönderilenleri, hep o " Sokağa çıkma yasağına" uğratılmış halkı birer birer tevkif ettirdi. 27 Mayıs'ın ululuğunu ispatlıyan üçüncü diyalektik belge budur. 
          Bu üç diyalektik ululuk belgesine gelecek sayıdan itibaren kısaca dokunacağız. 

          1- MBK'nin BİRLİK deyimi DAĞINIKLIK demekti: 
         
 Türkiye'de " BİRLİK BERABERLİK " sözü, oldu olası her ağızın pelesengidir. 27 Mayıs bile " MİLLÎ BİRLİK " adıyla, yarı Türkiye nüfusunu peşine takmış 
DEMOKRAT PARTİ iktidarını devirdi. 
Devirmeseydi; ihtilâlciler " Millî birliğimize karşı en büyük suikasti yapmış " Kişiler olarak çarmıha gerileceklerdi. Devirdiler: "millî birliğimizin en büyük sembolü" oldular. Demokrat Parti'ye oy vermiş olan yarı nüfusumuzdan çıt çıkmadı. Sahiden bir MİLLET BİRLİĞİ havası bile doğdu. 

          a) 14'lerin temizlenmesi (Sosyalizme vuruş) 

          Millî Birlik Komitesi, kendi içinde birlik miydi? Daha 27 Mayıs başarı kazanır kazanmaz, en başta 38 kişilik MBK içinden 38 parça gibi göründü. Altı ay geçmedi. 

Milli Birlikçiler ikiye bölündüler. M.B.K.'de yarıya yakın (kimine göre sekizde yedi) "muhalif" üyelerden 14 birlikçi baskınla ayrılıp sınır dışına atıldı. 

          Atılan 14'ler birlik miydiler? Hayır. Sonradan anlaşıldığına göre, 4'ü Türkeş çevresinde faşizan (kafatasçılığa eğgin), 10'u Kabibay'la Erkanlı arasında ikircikli, halkçı göründüler. Ama, rahmetlik Cemal Gürsel Paşa, o zaman M.B.K. Başkanı, Devlet Başkanı, Silahlı Kuvvetler Başkanı sıfatiyle verdiği demeçte, bunların atılma sebebi açısından şöyle dedi: "İnsanı gayrısamimi 
beyanda bulunmak zorunda bırakıyorlardı!". Rahmetli Gürsel Paşa, basına şöyle bir bildiri vermişti: "Türkiye'de Komünistlerin başarı kazanabileceklerini sanmıyorum. Ama, Türkiye için bir sosyalist partinin lüzumlu olduğuna inanıyorum." 
         MBK başkanının bu "beyanları" mı "gayrı-samimi" idi? Anlaşılmadı. Yalnız, çok geçmeden, Türkiye'de sosyalistim diyeni haysiyet divanına verdiği halde, bir gün sosyalistliği kimseye bırakrmıyacak olan bir İşçi Partisi kuruldu. Ve rahmetlik Gürsel Paşa, Amerika'da komaya götürülmeden bir hafta önce, bir kuğu çığlığı gibi, ansızın: "Türkiye'de bir komünist partisinin kurulmasına lüzum vardır" haykırışını yaptı. Ve uçakla Amerika'ya apar topar götürüldüğü günün akşamı, kendi Cumhurbaşkanları Kennedy'yi kim vurduya getiren Amerika uzmanlarının hazakati sayesinde; bir daha kalkamıyacağı komaya daldı. 
Öldü gitti. 
         Ötede 14'ler, 2 yıl, 5'er bin lira maaşlı elçi danışmanlığı ile yurt dışında tecrübeye tâbi tutuldular. Sansasyonel yasak buluşmalar yaptılar. İçeriden, dışarıdan birleşme denemelerine kalkıştırıldılar. Öngörüp birleşemediler. Yurda dönüşlerinde hepsinin ayakları suya erdi. Sosyal ve siyasi yönsüz hiç bir iş yapılamıyacağını anladılar. Faşizmsi düşünenler CKMP'ye halkçımsı düşünenler CHP'ye, sosyalistimsi düşünenler TİP'e girdiler. 

         b) Madanoğlu'nun temizlenmesi (Finans-kapital'e vuruş) 

         14'lerden geri kalan MBK üyeleri " BİRLİK " miydiler? Doğrusu, yalnız 14'ler değil, hepsi: MBK üyelerine kimsenin dokunamıyacağı andıyla, kendilerini 
"millete adamış" idiler. 14'lerin atılmasiyle, herkes sözünden dönmüş, yahut birlik olmaktan çıkmıştı. Bu çözülüşten en çok yararlanmak isteyenler, fırsatı 
kaçırmayacaklardı.14'lerin sınır dışı edildikleri gün, Madanoğlu grubu, öteki MBK üyelerini ortadan kaldırma yoluna girdiler. Kimdi bu Madanoğlu'cular? 14'lerin 
başında yurtdışı edilen Kabibay'ın sonradan harekete sokulan kişiler olmaları, yeterli tanımlama değildir. Millet Meclisi seçimlerinde İstanbul caddelerine, 
hele Beyoğlu caddesine çıkanlar, banknot yağar gibi Madanoğlu propaganda kağıtları yağmış olduğunu görüp şaştılar, kafıle kafıle otomobillerle Madanoğlu'nun ültimatom çaşnılı ünlendirilişi ile karşılaştılar. Madanoğlu'nun ardında finans-kapitalin gölgesi güçlükle saklanabiliyordu. 
         Madanoğlu'nun temizleyecekleri: Gürsel Çerçevesine pek sığmayan albay cuntalanlıydı. Albay cuntaları devletçiliğimizin büyük çoğunluğu alt-kâdeme silahlı kuvvetlerdi. Henüz diriydiler. Kimin adına diktatörlüğe adaylığını koyduğu açıklanmayan Madanoğlu grubunu daha tez davranıp temizlediler. 

         MENDERES NEDEN ASILDI? 

         27 Mayıs patladığı gün sarsıntısından herkes yere kapaklandı. Silahlı kuvvetler gibi yüzde yüz iktidarın emrinde, tek meziyeti İTAAT disiplini olan bir örgüt geri tepsin ? 
Buna kimse inanmadı. Silahlı kuvvetlerin şahdamarı içinde "NATO" kılığı ile yerleşip başkomutan olmuş bulunan Amerikan sermayesi Menderes'i tüketmişti. 
Yeni kartlarla oynamak istiyordu. Bunu Menderes de sezmişti. Amerika'ya nispet, Kruşçofu Ankara'ya çağırmıştı ve kendisi de Moskova'ya gidecekti. DP'nin kazandığı 1957 seçimlerinde, Menderes açıkça şöyle bağırmıştı: 
         "İçte ve dıştaki siyaset bezirganları... İktisadi ve dolayısıyla siyasi istiklâlinden Türk milletini saptırmak istemektedir."(9 Ağustos 1957, İnebolu). 
         Menderes'e bir şeyler olmuştu. İktidara geldiği günden beri bir daha ağzına almadığı sözleri, yeniden ve ansızın öne sürüyordu "Demokrat Parti köylünün ve halkın menfaatlerini koruyan partidir" diyordu. "Ağır Sanayi İşçileri Sendikası Başkanı" oluyordu. İnebolululara: "Onlar size yaptıklarımızı çok görüyorlar, çünkü onlar, sizin nafakanıza göz dikmişlerdir" diyordu. "onlar" dedikleri kimlerdi? 
         "Dışta" dedikleri, içimize kendi elceğizleriyle soktuğu Amerikan kılıklı FİNANS KAPİTAL'di. "İçte" dedikleri, yabancı kapitalin, Türkiye'deki bânkalar ve şirketler kanalıyle kullandığı tefeci hacı ağalar ile, acente bezirganlardı. DP bunların Türkiye'de örgütledikleri parti, Menderes gene onların bir anda kahraman ettikleri lider idi. Şimdi: "İçteki ve dıştaki bezirgânlar" diye damgaladığı velinimetlerine karşı gelen Menderes Demokrat Partiyi nereye götürüyordu? Demokrat Parti programını, içlerinde 
Ahmet Emin Yalman'ın da bulunduğu, Amerikalı uzmanın akıl hocalığı ettiği Menderes Bayar grubu yapmamış mıydı? Şimdi bu "küfrân'ı niymet" kimeydi? 
         Menderes sanayi kurmak, Türkiye fabrikalarından çıkacak mallarla silâhlı kuvvetlerimizi donatmak istiyordu. Bu işin parasını da, utanmadan 
Amerika'ya ödetmiye kalkışıyordu: 300 milyon dolar diye tutturmuştu. Amerika, kendi lâstik tekerlekleri için gerekli asfalt yolların yapımına para, malzeme ve hele bolbol "uzman" yollamıştı. Amerika, kendisinin kullanmadığı silâh ve makineleri Türkiye'ye satıp hibe etmişti. Bunları bozulunca onaracak tamirhaneleri Türkiye'de yaptırmak üzere seımaye ortaklıklarına elverişli "Sınaî Kalkınma Bankası"nı dahi kurdurmuştu. Türkiye'nin dışarıdan aldığı her mal için Türk parası yerine Amerikan doları ödemesini de sağlamıştı. Gelmiş, Türkiye'yi sevâbına savunmak,için, dört bucağımıza silâhlı üsleri de yerleştirmişti devletin sivil-asker bütün subaşlarını "UZMAN"larıyle kesmişti. Daha ne isteniyordu? 
         Bütün bu "Amerikan yardımlarını" Menderes'in sonradan "açık bir istismar" sayması nankörlüktü. Hele "istiklâlimizi tazyiklere maruz bırakmak istikametinde içli, dışlı çalışmaları, Türk milleti mutlaka mağlup edecektir" tehdidini savurması cinayetti. Bu cinayeti işliyenin cezası verilmeliydi. Bu ceza usulünü Amerika çok denemişti. Geri ülkelerde silahlı kuvvetler, sivil hükümetleri kabak çekirdeği gibi çıtırçıtır yiyordu. Çünkü dar gelirli silâhlı kuvvetler hergün artan pahalılık yüzünden yoksul halktan daha az hoşnuzsuz değildi. Bu hoşnutsuzluğun patlaması için, ordu tetiğine en ufak bir parmağın dokunması yeterdi. Böyle parmakları Amerika'dan ithal etmiye hiç lüzum yoktu. Silâhlı kuvvetler otomatik işlerdi. 
         Finans-kapital daha da ileri gitti. 27 Mayıs'tan önce bir Amerikan ajanı, yapılacak ihtilâli Menderes'e haber verdi. Bir taşla iki kuş vurulacaktı. 
" Mart ayında imzalanıp Mayıs başında Büyük Millet Meclisince kabul edilen anlaşmıya göre: "Türkiye'ye doğrudan doğruya veya bilvasıta bir tecavüz vukuunda kuvvetlerini kullanmak dahil olmak üzere gerekli her türlü harekâta geçmeyi" teahhüt etmişti." (Milliyet, 28 Şubat 1960, s. 5)... Merıderes, dilerse Amerika'nın "her türlü harekât"ının kucağına düşüp teslim olurdu, dilerse, boynunu Yassıada'ya teslim ederdi. Emperyalizm için, pek fark etmezdi. 
         "Tecavüz" olup olmadığını kim tayin edecekti? Amerika. Kore'de o tayin etmişti, Vietnam'da tayin ediyor: Yarım milyon Amerikan askerine napalm bombaları, zehirli gazlar ile bir milleti boğduran emperyalizm, "tecavüz"ü önlediğini öne sürebiliyor. Ortada emperyalizmin kendisinden başka bir "tecavüzcü" görünmediği zaman ise; casus kışkırtmalarıyle bir "VASITA" icat etmekte emperyalizmden usta provokatör mü bulunurdu?.. 
         Böyle iddialar belgelere mi dayandırılmalıdır? Bizim ülke bir yandan: "Karda gezip, izini belli etmiyenler" toprağıdır; öte yandan belgeleri sokağa döküp işporta malı ederek "belge"likten çıkarır. Hoşnutsuzlukla kaynıyan üniversitenin en saygı değer kürsüsüne oturmuş Amerikan istihbarat bilgininin itsel açık artırmayla adam satın alması önünde pek içerliyen ateşli bir "aşırı" genç şöyle bağırmıştı: "Ama, Amerika'nın satın alamayacağı insanlar da vardır Türkiyede!" Bilgin istilibaratçı, yüzlerce tanık önünde, sigarasının külünü silkerce rahat bir gülümseyişle şu karşılığı verdi: "- Siz kendinizi vitrine koymıya bakın. U.S. Amerika hükümeti her zaman sizi satın alacak zenginliktedir!" 
          Böyle "açık rejim" çalışması yapan bir gizli güç Tunçkanat'ların aslını ele geçirdikleri belgeleri bile Türkiye hükûmetinin başkanı ile yalanlamanın kolayını elbet bulacaktır. Böylesine bütün suların başını kesmiş bir gücün kışkırtacağı olaylar ortasında, en samimi aktör bile rejisöriin kendisi olduğuna inanabilir. Nelerini gördük, görüyoruz, göreceğiz. İşte, DP çağının en kültür "zehir hafiye"lerinden Bay Mithat Perin'in bile "hâlâ bir cevap" aradığı harcıâlem belge olaylardan tâze bitmiş birtanesi (27 Mayıs'ı anlatıyor.) 
          "Bir başka ihtar daha olmuştu o gece. Türk emniyeti ile zaman zaman işbirliği yapan bir Amerikalı albay vardı o zaman. Aygün'ün onunla randevusu vardı. Bu teması yapmak için Yeşilköy'e gidecek, fakat Amerikalı albayı bulamıyacak ve maalesef konuşamıyacaktı. Oysa Amerikalılar bu gibi hallerde özür dilemek için telefon ederlerdi. 
         "Aygün'ün Yeşilköy'e gidişi saat 21'e rastlıyordu. İhtilâlden sonra ise, Aygün'ün bu gezisi gazetelerde: "Kemal Aygün kaçmak üzere iken Yeşilköy yolunda yakalandı." şeklinde yorumlanmıştı. 
         "Amerikalı albay, neden acaba bu randevuya sadık kalmamıştı? Kemal Aygün de bu soruya hâlâ bir cevap bulamamaktadır." Mithat Perin: Haber 31/1/1967) 
         Neden mi? Neden ha?.. Demek bunu "hâlâ" bilmiyoıuz. 27 Mayıs gecesi, İstanbul'u (Türkiye'nin yarısını) güden DP büyüğü Aygün, "mesâi saati" dışında, bir Amerikan casusu ile, başka hiç bir yer bulamıyor, hava alanına bitişik Yeşilköy'de, nedenini bilmediği bir "randevu" ya gidiyor, gidebiliyor. Ve çapkın Amerikan albayı o siyasi "randevu evine" uğramayıveriyor! İşte biz böyleyiz Türkiye'de... 
         Ona rağmen neler oldu? 27 Mayıs oldu. Anayasa'ya "sosyal devlet" formülü geçti. "Bu sendikacı bir ajandır" diye yeni yeni teşhir edilen kişinin "kurucu" olduğu "sosyalist" işçi partileri kuruldu. Bu partinin genel başkanlığına "getirilen" Aybar Bey, o partiye girme hevesine kalkacak "eski"lerin "hevesleri kursaklarında kalacaktır" buyurdu. Boran Hanım, sosyalizmin "Beyazıt ve Kızılay meydanlarından" geçemeyeceğine ferman verdi. Altan Bey "Uç bahtsız halka oynanan oyunlar" fıkrasını yazdı. 
         Gene de köprünün altından epey sular geçti. Sayın İsmet İnönü bile "solcuyum!" diye bağırmak zorunda kaldı. Bütün bunlar bir şeyi ispatladı. Evdeki pazar çarşıya uymuyordu. 
         27 Mayıs: Kore'de, Kongo'da, Lâtin Amerika'da, Vietnam'da her gün oynanan kanlı emperyalist oyununun Türkiye'de kolayca uygulanamadığını gösterdi. 
         27 Mayıs'ın birinci kuvveti bu oldu. Bu kuvvet nereden ve nasıl geliyordu? 

         27 Mayıs'ta Halkın Rolü 
         
Finans-kapital ülkenin temel ekonomisini ve devlet üstyapısını elinde tutuyor. Finans-kapital dünya ölçüsünde enternasyonalcı kesilmiş emperyalizmin şartsız kayıtsız egemenliğini Türkiye'ye sokup kendisine destek yapıyor. Böyle bir sosyal ve politik güce karşı 27 Mayıs'ın kuvveti ne idi? 27 Mayıs'çıların kendilerine ortak bulunan kanı: Aldıkları sonuç üzerinde herkesten çok kendilerinin şaşa kaldıklarını gösteriyor. Çıkmış anılar 27 Mayıs'ı yapanları, Molyer'in "Zoraki Tabip" piyesindeki hekim rolünde gösteriyor. Bu hatıralardan gelişi güzel birine bakalım. Alb. Kocaş gibi Gn. Madanoğlu da, işe nasıl başlandığını şöyle anlatıyor: 
         "Biz buna (ihtilâle) karar verdiğimiz zaman fazla kalabalık değil 4-5 kişi idik. Kararımızı Gürsel Paşa'ya açalım dedik. Yanına gidip, meseleyi açtığımızda: 
         "- Tamam!.. dedi, kabul ederim. Tek şartla... Üç ay zarfında seçime gidilecek"..." Planları hazırlıyorduk. Bir gün Gürsel bizi çağırdı: 
         "- Beni buradan (kara orduları kumandanlığından) alıyorlar, dedi: Fakat gitmek istemiyorum. Ne yapacaksak, hemen yapalım. Sonra fırsat kalmıyacak." 
         (C. Madanoğlu: İfsa ediyor. Adalet 25 Aralık 1961.) 
         27 Mayısın başı bu... 27 Mayıs gecesi bir mahşer: 
         "Harp okuluna girdiğim zaman ne göreyim? Her taraf aydınlık, sanki bir bayram var. Derhal ışıkların bir kısmını söndürttüm. Milli Birlik Komitesi'ne: 
"Esasen önüne gelen giriyordu. İstiyen içeride kalıyor, istiyen çıkıyordu. O ara başkaları da kapı aralığından sızsa, onlar da girip bizimle çalışabileceklerdi. 
Asıl alınması gerekenler değil, rastgele bir komite üyeleri listesi yapılmış. Bu komitenin fazla bir iş görmiyeceğini düşünerek... Peki, teşkil etsinler de, kimden 
ederlerse etsinler, şeklinde düşündü." (Keza, s. 4) 
         Böylesine başsız, dağınık, yönsüz bir davranış nasıl oldu da 27 Mayıs ihtilâli olarak şehrâyinleşti? Yapanlar da ona hâlâ şaşıyorlar. Yalnız, gözlerine çarpıp da ağızlarından kaçmış tek tük olaylar, işin içyüzünü farkına varmaksızın açıklıyordu. 27 Mayıs'ı, silâhlı çocukların bir kolcu-kaçakçı oyunu gibi anlatan Madanoğlu gördüklerinden şöylesini de saklıyamıyor: 
         " Harp Okulu talebeleri şehre yayıldıktan sonra, Harp Okulu'na yüzlerce kişinin getirildiğini haber aldım. Bizim kararımız, kabine üyeleri ile mâhut Takrir'e imza koymuş olan 4 mepus dışında başka kimseyi tevkif etmemekti. Fakat HALK büyüğü, küçüğü, hatta kedisi, köpeği ile, bu hareketi o kadar candan bekliyormuş ki, penceresini açan, eline telefon rehberini almış: 
         "- Şu evde falanca var... Onu da götürün... 
         "- Bu adam da onlardandır, milyonlar yutmuştur... 
         " Şeklinde, hemen bütün mebusları ve yakınlarını toplatmışlar. Baktım durum büyüyor. Derhal Harp Okulu'na gittim. Ortalık ana baba günü idi. Siviller dolmuştu." (Cemal Madanoğlu: keza). 
         Yâni paşalar, kendilerini işten atanlara karşı 4-5 kişilik bir saray ihtilâli yapmakla yetinmeyi plânlamışlardı. Ok yaydan çıkınca, " kedisi köpeği ile " HALK, bütün " milyonları yutmuşlar "ı, paşalara rağmen nasıl etmiş, etmiş " TOPLATMIŞ "tı! Ve Mizancı Murat Beyin dediği gibi: "avânın hükmü istinafsız" olmuştu. 
         Bir avuç fınans kapitalistin yerli tefeci-bezirgânları dümen suyuna alarak memleketi soyup soğana çevirmesi, başta dargelirli silâhlı kuvvetler gelmek üzere tümüyle halkı öyle çileden çıkarmıştı ki, 27 Mayıs dinamit fıçısının içine atılmış bir kıvılcım olmuştu. Yığılan hoşnutsuzluk, yalnız silâhlı kuvvetler bendi ile tutulabiliyordu. 
O bendin, en beklenilmedik yerinde açılan bir çatlak, bütününü sebâ sellerine kaptırıp sürüklemişti. 
         

27 MAYIS'ın Asıl gücü, Bütün ULULUĞU buradan geliyordu. 
         
http://kutuphane.halkcephesi.net/Sosyalist_Gazete%20yayinlari/sosya04.html



19 Ekim 2016 Çarşamba

MİLLİ BİRLİK KOMİTESİ VE 14' LER OLAYI YIL 1960




MİLLİ BİRLİK KOMİTESİ VE 14' LER OLAYI YIL 1960 




Milli Birlik Komitesi Başkanı, Cemal Gürsel

27 Mayıs 1960 Harekâtı’nden sonra Türk Silâhlı Kuvvetleri adına geçici olarak iktidara el koyan heyetin adı.

27 Mayıs Harekâtı’nı gerçekleştirenler amaçlarını, yeni bir anayasa ile Atatürk devrimlerini güvence altına alma ve hukuk devletinin koşullarını yerine getirme olarak belirlediler.

27 Mayıs günü radyolar aracılığıyla, müdahalenin mevcut siyasî partilerden hiçbiri lehine yapılmadığı, kardeş kavgasını önleme amacını güttüğü bildirildi. 

Merkezi Ankara’da olan hareketin fiilî lideri Cemal Madanoğlu’nun çağrısı üzerine başkentte toplanan bilim adamları, müdahaleyi başarıyla sonuçlandırmış olan ordu mensuplarına iki öneride bulundular:

1) İlk gün “muhafaza” edilmek üzere toplanmışken, ertesi gün serbest bırakılmalarına başlanan iktidar mensupları (DP’li cumhurbaşkanı, TBMM başkanı, başbakan, bakanlar, milletvekilleri vb.), derhal tutuklanmalı,

2) Gerekli anayasa düzeni kuruluncaya dek ülke yönetimine silâhlı kuvvetler adına bir heyetçe el konulmalıdır. Liderliği kabul edeceğini cunta mensuplarından birine (Sadi Koçaş) daha önce bildirmiş olan Orgeneral Cemal Gürsel de bu arada İzmir’den gelerek hareketin başına geçti.

Millî Birlik Komitesi’ne Ankara ve İstanbul’da çoğu birbirinden habersiz olarak hazırlanmış cuntaların mensupları alındı; o sırada yurt dışında bulunan ilgililer (Dündar Seyhan, Talat Aydemir, Sadi Koçaş) komite dışı kaldılar.

Gürsel’in teklifiyle komitede kara, hava, deniz ve jandarma kuvvetlerinin temsil edilmesine önem verildi. Gürsel’den başka 37 üyeden oluşan komite, 12 Haziran 1960 günü 1 sayılı kanunla halka duyuruldu:

Başkan Cemal Gürsel; 
Üyeler; 
Ekrem Acuner, 
Fazıl Akkoyunlu, 
Refet Aksoyoğlu, 
Mucip Ataklı, 
İrfan Baştuğ, 
Rıfat Baykal, 
Emanullah Çelebi, 
Ahmet Er, 
Orhan Erkanlı, 
Vehbi Ersü, 
Numan Esin, 
Suphi Gürsoytrak, 
Orhan Kabibay, 
Kadri Kaplan, 
Mustafa Kaplan, 
Suphi Karaman, 
Muzaffer Karan, 
Kâmil Karavelioğlu, 
Osman Köksal, 
Münir Köseoğlu, 
Fikret Kuytak, 
Sami Küçük, 
Cemal Madanoğlu, 
Sezai Okan, 
Muzaffer Özdağ, 
Fahri Özdilek, 
Mehmet Özgüneş, 
Şükran Özkaya, 
Selahattin Özgür, 
İrfan Solmazer, 
Şefik Soyuyüce, 
Dündar Taşer, 
Haydar Tunçkanat, 
Alparslan Türkeş, 
Sıtkı Ulay, 
Ahmet Yıldız, 
Muzaffer Yurdakuler,

14'ler Olayı;  

MBK’nin üyeleri arasında, bir süre sonra önemli görüş ayrılıkları çıktı. Bunun üzerine 13 Kasım 1960′ta 14 üye MBK’den uzaklaştırıldı ve çeşitli görevlerle yurt dışına gönderildi.

Bu 14 üye şunlardı: 
Fazıl Akkoyunlu, 
Rıfat Baykal, 
Ahmet Er, 
Orhan Erkanlı, 
Numan Esin, 
Orhan Kabibay, 
Mustafa Kaplan, 
Muzaffer Karan, 
Münir Köseoğlu, 
Muzaffer Özdağ, 
İrfan Solmazer, 
Şefik Soyuyüce, 
Dündar Taşer, 
Alparslan Türkeş.

MBK’nin görevi, 1961 Anayasası’nın geçici 5. maddesi uyarınca TBMM’nin toplandığı 25 Ekim 1961 günü sona erdi. Bu süre içinde komitenin kuruluşunda ve yetkilerinde bazı değişiklikler oldu. Kurucu Meclis toplanıncaya kadar (6 Ocak 1961) yasama ve yürütme yetkileri komitedeydi. MBK yasama yetkisini kendisi, yürütme yetkisini de kurduğu bakanlar aracılığıyla kullandı.




..

21 Eylül 2015 Pazartesi

TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 12 EYLÜL VE ÖNCESİ BÖLÜM 17





TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 
12 EYLÜL VE ÖNCESİ   
BÖLÜM 17



FERİT MELEN HÜKÜMETİ DÖNEMİ


1972 yılı Mayıs ayında Türkiye’de önemli gelişmeler yaşanmıştır. CHP’de yapılan 21. Olağan Kurultay sonucunda Bülent Ecevit Genel Başkan seçilmiş ve bu durum karşısında İsmet İnönü istifa etmiştir. Aynı günlerde Deniz Gezmiş ve arkadaşları idam edilmiştir. Bu sırada yeni bir hükümet kurulması için girişimler başlamıştır. Hükümeti kurma görevi Suat Hayri Ürgüplü’ye verilmiş ancak Cumhurbaşkanı Sunay yeni kurulan hükümete onay vermemiştir. Kulislerde buna gerekçe olarak Ürgüplü’nün listesinde sakıncalı isimlerin olması ve Sunay’ın uyarılarına rağmen bu isimlerin olduğu listenin köşke çıkarılması öne çıkarılmıştır. Ayrıca yeni kabinede yer alması öngörülen isimlerden 14’ü ilk kez bakanlık yapacak isimler olmuştur.531
Bu gerçekleşmeyince Sunay hükümet kurma görevini Van Senatörü Ferit Melen’e vermiştir. Melen’e AP,CHP, MGP destek vereceklerini bildirmişler ve sonuçta 8 AP, 5 CHP, 1 MGP’li bakanın yer aldığı liste yeni hükümet olarak güvenoyu almıştır. Kabinenin tamamı eskiden bakanlık yapmış isimlerden oluşmuştur ve bu isimlerin altısı maliye kökenlidir. Bu durum ise bu hükümet döneminde ekonomiye önem verileceğinin göstergesidir.
Hükümet programında öncelik tanınan belirli konular şunlardır: Huzur ve asayiş, seçim, reformlar ve III. Beş Yıllık Kalkınma Planı. Hükümetin ana hedefinin milletin varlığını, bütünlüğünü, birlik ve beraberliğini yok etmek; insan haklarına dayalı Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkarak ülkeyi bir zulüm ve esaret düzenine sürüklemek isteyen her türlü yıkıcı faaliyete ve anarşik eylemlere karşı kararlı ve azimli bir mücadele yapmak olduğu belirtilmiştir.532
Bunun gibi siyasi durumlar sonucunda Melen Hükümeti de sorunların çözümünde yetersiz kalmıştır. Çünkü sıkıyönetim sürmektedir. Kısmen değiştirilen Anayasa, diğer değişikliklerle ancak bir anlam ifade edecektir. Reformlardan söz edilmiş ama hiçbirinin yürürlüğe girmesi o an için mümkün görünmemiştir. İşçi sınıfı geçici bir sessizlik içinde olmuştur. Üniversiteler muhaliflerden arındırılmaya başlamıştır. Aydınların uygulamalara tepkisi büyük olmuştur. Bununla birlikte anarşik olaylar gözle görülür bir biçimde azalmış ama buna karşılık reform tasarılarından hiç biri kesin bir çözüme bağlanamamıştır.533
Bu Melen dönemi yaklaşık 11 ay sürmüştür. Döneme damgasını vuran üç gelişmeden bahsedilebilir. Bunlar: Eminönü Vapurunun batırılması şeklinde gelişen yeni bir terör olayı; Bomba Davası ve Ziverbey’deki Zihnipaşa Köşkündeki işkenceli sorgulamalar hadisesi ve Gürler’in cumhurbaşkanlığı adaylığının ilk günleri olarak sıralanabilir. Bu seçimden sonra Melen Hükümeti istifa etmiştir.534

EMİNÖNÜ ARABA VAPURUNUN BATIRILMASI OLAYI

531 Milliyet, 14.5.1972, s.1.
532 CSTD, C:4, B:62, 30.5.1972, s.550-563.
533 Ahmad, “Demokrasi Sürecinde…”, s.379-381.
534 Cumhuriyet, 8.4.1973, s.1.


Haziran 1972’de bakım ve onarım görmek üzere Haliç Tersanesinde havuza alınan Eminönü araba vapurunun havuz kapağı saatli bir bomba ile yerinden sökülerek ani şekilde havuza su dolmaya başlamış ve vapur da böylece batmıştır. Vapurun batırılmasının faillerinin aynı zamanda Kültür Sarayının ve Marmara gemisinin yakılması olaylarına karışanlarla aynı kişiler oldukları iddia edilmiş;535 iddialara muhatap olanların hepsi Bomba Davasında yargılanmışlardır.

ZİVERBEY KÖŞKÜ SORGULAMALARI VE BOMBA DAVASI

1971–1973 yılları arasında kamuoyunda büyük bir ilgiyle takip edilen duruşmalar silsilesi cereyan etmiştir. Basında Bomba Davası olarak adlandırılan muhakemelerde, birçok ünlü sima TCK 146/1’de tanımlanan suçlamalarla ve idamla tecziye talebiyle yargılanmışlardır. Ziverbey Köşkündeki sorgulamalar ve itiraflar üzerinde hâlâ tartışmalar devam etmektedir. Devletin resmi boyutunun dışında bir de bilinmeyen, gizli ve derin bir boyutu olduğu bu olay ertesinde tartışılmaya başlanmıştır. Derin devlet kavramı ve Türkiye’deki derin devlet hakkında Demirel’in ilginç bir tezi vardır:
Şimdi, bu gladyodan bahsediliyor, derin devletten bahsediliyor, “Derin devlet var mı yok mu?” Derin devlet var. Derin devlet askeriye. Türkiye’de bir tane devlet var aslında. Bunun derini de, düzü de bir tane. Bu derin devletlerden bahsediyorsunuz, bahsediyorsunuz. Nerede bu mübarek ya? Yok, böyle bir şey. Yani “Birisi bunlara karışıyor, ediyor.” falan diyorsanız, eğer ikinci bir devlet arıyorsanız o, askeriye işte.536
Bülend Ulusu ise derin devlet konusunda, bunca yıllık askeri ve siyasi tecrübesine rağmen, ısrarla ayrıntılı bilgi vermekten kaçınmaktadır:
Derin devlet konusunda doğrusunu isterseniz ben herhangi bir bilgi sahibi olmadım. Yani bir teşkilat olsun da Türkiye’yi şöyle sıkıntılı duruma soksun, tahrik etsin vesaire. Benim şöyle hatırladığım: Kontrgerilla ismini halk verdi ona. Bir örgüt böyle silahlı kuvvetler içinde Amerikalıların şeyiyle NATO içinde böyle bir teşkilat yapıldı ama bu teşkilat bu kötü hareketler için değil, daha başka hareketler için yapıldı. Hatırımda kalan. O bakımdan derin devlet diye böyle bir şey ifade edemeyeceğim benim edindiğim intiba olarak.537
İtirafların işkence altında alındığı yönündeki maznunların iddiaları sürmektedir. Dışarıya yazdığı mektuplarda, akrostiş yöntemini kullanarak kendisine işkence altında ifade imzalattırıldığını anlatan İlhan Selçuk da, tıpkı Talat Turhan’ın yorumladığı gibi bu hâdiselerin, ordu içinde oluşmuş, biri Sunay-Tağmaç-Türün, diğeri ise Gürler-Batur-Kayacan işbirliğine dayanan iki klik arasındaki mücadelenin ürünü olduğu görüşündedir.538 Demirel ise Ziverbey Köşkü sorgulamaları hakkında şunları söylemektedir:
535 Türkiye Gerçekleri ve Terörizm (Beyaz Kitap), s.97.
536 9’ncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 07.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.45–18.55].
537 Bülend Ulusu’nun 14.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 11.00–12.45].
538 İlhan Selçuk, Ziverbey Köşkü, İstanbul: Çağdaş Yayınları, 1987, s.6.

Malum hikâyeler. Doğan Avcıoğlu’nun mecmuasından esinlenerek ordunun içerisinde, bilhassa Batur’un etrafındaki subayları da içine alan bir şey teşekkül etmiş. Onu Hasan Cemal çok güzel yazdı. Onlar o grup. Ziverbey hadisesi falan, onlar çok utanılacak şeyler. Ben yokum yalnız orada. Ben yokum. Ben Güniz Sokak’ta, yani burada oturuyorum. Nihat Bey Başbakanlık yapıyor. Ondan sonra, Nihat Bey’den sonra, Ferit Bey de yaptı ya bir müddet.539
Sanıklar, daha sonraki yazı ve beyanlarında, sorgulamalarını yapanların birbirlerine rütbeleriyle hitap edenlerden oluştuğunu; kendilerine sıkça kontrgerillanın gizli karargâhında olduklarını, istedikleri doğrultuda ifade vermedikleri takdirde öldürüleceklerini hatırlattıklarını anlatmaktadırlar. Devletin elinin bile uzanamayacağı kadar güçlü bir teşkilat olduklarını belirten sorgucuların kontrgerilla örgütünün varlığını doğrulayacak ölçüde kendilerine güvenen bir pervasızlık içinde olduklarının da altını çizmektedirler.540 Kontrgerilla konusunda görüşü sorulan Demirel, böyle bir şeyin olmadığının ısrarla altını çizerek şu açıklamalarda bulunmaktadır:
Şimdi, kontrgerillaya gelince: Kontrgerilla konusu çok tartışıldı Türkiye’de. 70’li yılları hatırlıyorum, rahmetli Ecevit, biz hükûmetken çıkar çıkar “kontrgerilla” derdi, ben de hükümete güvenlik mensuplarını çağırırdım, yani Emniyet Genel Müdürünü, MİT Müsteşarını, Genelkurmay Başkanını teker teker çağırdım. “Muhalefet ‘kontrgerilla’ diyor, bu nedir kardeşim?”, “Yok efendim böyle bir şey.” Şimdi, devletin yüksek memurları “Yok efendim böyle bir şey” diyorsa ya yok hakikaten ya yalan söylüyor. Benim bunu ayırt etme imkânım yok ki ama ne oldu sonradan? Sonradan 78’de Sayın Ecevit, rahmetli, bizim elimizden hükümeti aldı milletvekillerinin bir kısmını aktarmak suretiyle, Güneş Motel hadisesi,541 hükümeti aldı. Hükümetin üçüncü günü ben kendisine bir mektup yazdım “Hadi bakalım, bu kontrgerillayı bul çünkü dört sene her gün omzumdaydın ‘kontrgerilla’ diye, ben de bulamadım kimseyi, hadi sen bul kontrgerillayı kardeşim.” Bir süre sonra, rahmetli Hasan Işık geldi, Savunma Bakanıydı, Hasan Işık dürüst bir adamdı, bizim büyükelçiliğimizi falan yaptı, çok dürüst bir adamdı. O dedi ki: “Bu işi karıştırmayın, yok böyle bir şey.”, “Hasan sen temin ediyor musun bunu?”, “Evet.” Siyaseten “yok” diyorsanız yok kardeşim. Ondan sonra, ben, kendi başıma Cumhurbaşkanı olarak veya Başbakan olarak ne kontrgerilla kampı arayabilirdim ne şunu yapabilirdim ne bunu yapabilirdim. Bana derlerdi ki: “Kardeşim, biz sana söyledik ya işte yok yani bunlar.” Yok, olduğu hâlde var idiyse, onlar ortaya çıkarsa “yok” diyen adamlar sorumludur. Bunları yazdım ben, benim kâğıtlarımın içinde vardır. Ben size bir şey söyleyeyim: Bizim idaremizde, benim başında bulunduğum idarede Cumhurbaşkanlığı veya Başbakanlık veya herhangi bir şey, umumi müdürlük, devletin her kademesinde bulundum, meşruiyete dayanmayan hiçbir şey yoktur, her şey meşru ve meşru kökenden yetki almayan hiçbir hareket de yoktur. Her şey açık, herkesin önünde ve her şeyi açık, düzgün yaptık. Bütün bunlara rağmen, yanlış olan şeyler yok mudur?

539 9’ncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 07.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.45–18.55].
540 Geniş bilgi için bkz. Talat Turhan, Kontrgerilla Cumhuriyeti, İstanbul: Tümzamanlar Yayıncılık, 1994.
541 Güneş Motel Olayı olarak Türk siyasi tarihine geçen hadise: Ecevit liderliğindeki CHP’nin hükümet kurma çalışmalarında, AP’den kopartılan 10 bağımsız milletvekili, CGP lideri Turhan Feyzioğlu ile Salih Yıldız ve DP’den Faruk Sükân’ın, kurulacak CHP hükümetine güvenoyu vermeleri karşılığında bakan yapılmalarının hikâyesidir. Bkz. Cüneyt Arcayürek, Demokrasinin Sonbaharı 1977–1978 (Cüneyt Arcayürek Açıklıyor–7), Ankara: Bilgi Yayınevi, 1985, s.304.


Vardır ama söylediğim gibi, gizlisi, saklısı hiç yoktur, hiçbir şeyin gizlisi saklısı yoktur. Kasıt olan bir şey de yoktur, ülke menfaatlerini haleldar edecek bir şey yoktur. Eğer ülke menfaatlerine dokunacak herhangi bir şey olmuşsa kazaradır, tesadüfendir.542
Talat Turhan, Demirel gibi düşünenlere karşı tepkilidir ve şu cümleleri sarf etmektedir:
Neyse, uzatmayalım, birincisi: Ayaklanmaları bastırma harekâtı. Orada Cumhurbaşkanına bile görev veriliyor. 1986 yılında Nokta dergisine demeç verdim. “Yalan söylüyorsunuz, ‘Kontrgerilla yoktur.’ diyor herkes, siyasisi, askeri, paşası ‘Yoktur.’ diyor, ya var işte Amerikan talimnamesi.” Ama yöntem bu, teorik değil o, yöntem. Burada Cumhurbaşkanına görev yüklüyor. Bunu da yazdım, yayımlandı, bugüne kadar hiç kimseden ses seda çıkmadı. Kaç Cumhurbaşkanı değişti o günden bu yana. Şu anda anayasa yapılıyor. Anayasa Komisyonu böyle bir talimnamenin Cumhurbaşkanına görev verdiğinden haberdar, olmaz böyle bir şey. Biz yazıyoruz ki buradan faydalansınlar… Şimdi, birinci kitap: ST 31-15. Amerika’dan aynen tercüme edilmiş. Bulduğum ikinci kitap: Ayaklanmaları Bastırma Harekâtı. Genelkurmay tercüme etmiş, dağıtmış. Orada da bir sahtekârlık var, David Galula diyor ismine, hayır David Galula değil. Aslını getirdim Amerika’dan, CIA denetiminde Harvard Üniversitesi basmış kitabı, başında Kissinger var. Bir darbenin manifestosu, “Darbeden evvel nasıl anarşi yapacaksınız? Darbeden sonra ne yapacaksınız? Kimi ne yapacaksınız? Kime ne yapacaksınız?” orada belli. Hatta öldürüleceklerin sırası da var.Şimdi, efendim, birinci kitap bu. İkinci kitap, Ayaklanma Bastırma Harekâtı… Orada darbenin öncesinde, sonrasında ne yapılacak yazılı. Hatta “Adam öldürmeye başladığınız vakit polisten başlayın.” diyor. “Polisten başlayın.” diyor çünkü “Büyük adamı zaten halk sevmez.” diyor. Şimdi, mesela TİKKO, TİKKO’yla beraber içeride yattım.“Niye bekçiyi öldürüyorsun, garibanı?” diyorum, diyor ki: “Yahu, bu düzenden en az yararlanan bu, düzene en fazla çomar köpekliği yapan bu. Bu ölecek ki iş olsun.” Bu da bir mantık tabii, felsefe. Ama işin arkasına bakarsanız, bir de azmettirme var. Yani şimdi, Özel Harp Dairesinin Başkanı Cihat Akyol diyor ki: “Sahte operasyon yapın, başkasına mal edin.” O zaman, yapılan eylemin hangisi sahte, hangisi doğru; nereden bileceğiz? Hangisini devlet yaptı, hangisini anarşist yaptı? Bilemeyiz. Dolayısıyla, bu ortamdan arınmak lazım. Şimdi… Üçüncü kitap: FM 31-16 Counter Guerilla Operation, şu, İngilizce. Şimdi, burada öyle bir örgütlenme içinde sanıyor ki bizde askerler var. Hayır, asker yok. Savcı da var, polis de var, hâkim de var, iş adamı da var, medya patronu da var, yani ne kadar katakulli varsa onların hepsi var. Dolayısıyla, bunların hepsini komuta eden bir derin devlet var. İşte, bu masonik bir devlet.543
Kültür Sarayı’nın yakılması, Marmara yolcu gemisi ve Eminönü araba vapurlarının batırılması, inşa halindeki Boğaziçi Köprüsünün havaya uçurulması planı, çeşitli soygun eylemleriyle yasadışı gizli örgüte malî takviyenin hedeflendiğine ilişkin savcılık iddianamesiyle yargılananlar arasında, birçok önemli isim göze çarpmaktadır. Soyguncuların anayasal düzeni değiştirmek için örgütlenen ve eski darbecilerden destek alan bir eğilime sahip oldukları iddiaları 12 Mart dönemi basınında sıkça görülüyordu. Bu ithamlara muhatap olanlardan biri de, eski MBK üyesi ve tabiî senatör Mucip Ataklı’ydı.544 Cuntacılık yaparak anayasal rejimi tağyir ve tebdil etme teşebbüsüyle yargılanan önde gelen isimler şunlardı; Doğan Avcıoğlu, İlhami Soysal,İlhan Selçuk, Fakih Özfakih, Talat Turhan, Rafet Kaplangı, Hasan Yalçınkaya, Ersin Ertekin ve Cemal Madanoğlu.

542 9’ncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 07.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.45–18.55].
543 Talat Turhan’ın 26.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 17.37–19.00].
544 “Senatör Mucip Ataklı banka soyguncularını saklamadığını açıkladı”, Hürriyet, 13 Şubat 1971.


Bilgisine başvurulanlardan Talat Turhan’a 9 Mart ve 12 Mart’ın önde gelen isimleri hakkında görüşleri sorulmuş ve gayet açık cevaplar alınmıştır:
Faruk Gürler’i hiç tanımadım, aynı örgüt üyesi olarak yargılandım. Muhsin Batur çok kıvrak hareket etti, ona da bir açık mektup yazdım, yirmi bir gün sonra kalp krizi geçirdi, kitaplarımda var. Celal Eyiceoğlu, altı tane kotrası olan bir mutlu amiraldi, öldü. Kitaplarımda yazıyorum, vaktiniz var mı? Celal Eyiceoğlu Tokyo’ya Büyükelçi gönderildi. Giderken talimatı Sabancı’dan aldı Atlı Köşk’ten. Aldığı komisyon karşılığında –bunları tabii ben söylüyorum ama… Sabancı Grubuyla Japon ilişkisi başladı. Gittikten üç ay sonra 300 bin Toyota lastiği girdi, sonra devam etti. Kemal Karacan, mert, dürüst bir adamdır, babayiğit bir adamdır ama babayiğitlik yetmiyor, emekli olduktan sonra bir evde, bir kokteylde kitaplarında Türkiye'nin tehlike alanı olarak yazıyorum Selahattin Beyazıt çünkü İngiliz ayağını temsil ediyor Bilderbergci ve 30’uncu derece mason, İskoç locasında kraliyet davetlisidir. O diyor ki: “Ya, Paşam emekli olduk bir arabamız bile yok.” Diyor ki: “Paşam ne demek?” Ertesi gün bir araba gidiyor. Yani insanları bir yerden yakalamak mümkün. Turgut Sunalp, açıkça demeçleri var, ben de kitaplarıma alıyorum. “Ben NATO subayıyım, 40 kişi gitti NATO kurulurken.” diyor. “Amerikalıları çok severim, içli dışlıyımdır, onların içerisinde arkadaşlarım vardır.” diyor. Dolayısıyla, o sistemin adamı, korundu Demokrat Parti döneminde. Neden korundu? Çünkü Mükerrem,545 galiba Sağlık Bakanının akrabasıydı, hısmıydı, korundu, yurt dışında geçirdi hayatını. Celil Gürkan, benim tanıdığım en namuslu, şerefli adam, en dürüst adam. O kendi kuşağının yetenekli adamı; iki lisan bilir, kafası çok çalışır. O dönemde öne çıktı ve maalesef harcandı. Vedii Bilget de amiraldir, çok dürüsttür, hiç ödün vermemiştir, ödün vermeden ölmüş gitmiştir. Aydın Kirişoğlu, Hava Kuvvetlerinin beyniydi. O, 12 Martın sola evrilmesinde başat rol oynayacak kabiliyette bir adamdı, süratle gönderdiler. Galiba bir kansere yakalattırdılar, öldürdüler. Ömer Çokgör, o dönemde tuğgeneraldi Hava Kuvvetlerinde ve de Hava Kuvvetlerine sormadan 12 Mart gecesinde Hava Kuvvetlerine alarm veren kişidir ama emekli olduktan sonra bir hafta sonra Cevdet Sunay’ın karşısına çıkmış, tazallümi hâlde bulunmuştur eski tabirle. İşte ben şu kadar para alacağım da, karımın kuaför parası şu kadar da makyaj parası bu kadar da falan filan... İş istemiştir. Memduh Ünlütürk, affedersiniz ben öyle tabir ediyorum birisinin kıçına yapışanların hemoroitidir, Faik Türün’ün. O sayede tümgeneral rütbesine kadar gelmiştir. Binlerce kişiye, on binlerce aydına, yurtsever gence işkence edilmesine fiilen nezaret etmiştir. İlyas Albayrak, Hava Kuvvetlerinde bir albay, işte orada o günün hevesatı içinde olayın içinde gözükmüştür ama işte bir içeri aldılar beş-altı gün, ondan sonra işi bitti. Ondan sonra Fakih Özfakih, 3 Mart günü evinde yapmış olduğu bir toplantıda bu işlerin tersine dönmesine katkı vermiştir. Numan Esin, genç bir 27 Mayısçı, daha sonra yurt dışına gitti, Madrid’e gitti galiba. Geldi, ticaret hayatına atıldı, bir ara MHP’de çalıştı. Ondan sonra bu 12 Mart’ta bizim grubun içinde gözüktü. Ondan sonra da iş hayatına atıldı. Yani aynı örgütten yatıyoruz, o benim bir üst örgüt üyesi, benden bir sene sonra geldi, altı ay evvel çıktı. Doğan Avcıoğlu kendisini kanıtlamış, eserler bırakmış, eserleri yankı bırakmış bir yazardır ama o zamanki düzen onu tehlikeli gördüğü için içeri aldı, sorguladı ama Doğan Avcıoğlu’nun ihtirası da vardı iktidar için. O dönemde, yani “Orduda bir kıpırdama var, ben de fikir üreterek böyle bir paralellik içinde acaba orada bir şey olabilir miyim?” diye düşünmüş olabilir. 

545 Mükerrem Sarol.

İlhan Selçuk, o da eser bırakmış, kendini kanıtlamış, benim gibi her devirde içeri girmiş bir kişidir. İlhami Soysal, işte biraz evvel de söyledim “Cemal Tural546 aleyhinde yazı yazıyor.” diye dövüldü, içeriye atıldı ve her dönemde de içeri atılan bir kişidir. Şimdi, efendim, bir kere darbeyi ve kontrgerillayı bilebilmek için bu mekanizmayı bilmek lazım.547

Madanoğlu önderliğindeki cuntayı ihbar eden şahıs ise, dönemin İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi asistanlarından Mahir Kaynak’tır. O günden bugüne ismi hep bir tereddütle anılan Mahir Kaynak’ın deşifre edilmesi, adı geçen şahsın hayatını karartmıştır. Kaynak, teşkilât tarafından açığa çıkarılmasından sonra sol çevrelerce kışkırtıcı ajanlığın simgesi haline getirilirken; sağda, isminden övgüyle söz ediliyordu. Mahir Kaynak, sol açısından kışkırtıcı ajanken, sağa göre milli ajandı 548 Kaynak, cuntaya sızmayı başarmış en mahrem toplantılara alınacak kadar güven tesis etmiştir. Kaynak, toplantılara ilişkin konuşmaları banda alıyor; rapor halinde üstlerine sunmaktadır. Adı geçenlerin üzerlerine atılı suçun unsurlarının tamamlanması namına Kaynak, delil niteliğindeki bu dokümanların geçerlilik kazanması için bizzat MİT tarafından deşifre edilip, mahkemede dinletildi. Kendi ajanını deşifre ederek son kozunu oynayan MİT’in bu hamlesi netice vermedi. Ses bantlarını delil kabul etmeyen mahkeme sanıkları tahliye etmiştir.

Hasan Celal Güzel, darbelerle ilgili istihbaratın olmasının tek başına bir anlam ifade etmediğini iddia etmektedir:
Şimdi, bir defa, 12 Mart böyle. 12 Mart işin içindeydi, MİT tamamen içindeydi, Mahir Hoca vardı, Doçentti o zaman, biliyorsunuz tam içlerine girmişti, günlük rapor veriyordu MİT’çiler. Ben sonradan, Gülhane’de son günlerinde konuştum, çok pırıl pırıl bir zekâsı var, doksan iki yaşında vefat etti rahmetli Fuat Doğu Paşa. Fuat Doğu Paşa, 12 Eylülde Madrid Büyükelçiliğindeydi, bir ara alındı gene bu meselelerden dolayı, mevcut MİT teşkilatını da esas kuran kadrolaştıran odur ve bana söylediği ben Madrid’den hususi Demirel’e 12 Eylülü haber vermek için geldim çünkü beni aradılar, Elçilikten arkadaşlarımı buldular “Bunlar gene çalışıyor dediler.” demiştir. Ama 12 Martın zaten Süleyman Bey’in söylediği gibi, itirazı hiç olamaz, belli bir şeydi, zaten verilmiştir. Demirel ne yapacak ki verse de yani?549
Ortamı gererek huzursuzluk çıkarma yönünde devletin istihbarat teşkilatının CIA ile işbirliği yaparak şiddeti sokağa taşıdığı iddiaları sürekli gündeme getirilir olmuştur. Bu doğrultuda çalışan bir CIA-MİT işbirliğinin bulunup bulunmadığı noktasında görüşü sorulan Demirel, şu cevabı vermektedir:
Şimdi, CIA ve MİT meselesi: Bu istihbarat teşekkülleri dünyanın her tarafında bunlar zor işlerdir istihbarat işi. Acaba MİT, CIA’den para almış mı? Başbakan olarak veya Cumhurbaşkanı olarak benim böyle bir şeyden haberim yoktur. Haberimiz olmayabilir mi? Olması lazım ama olmayabilir de çünkü yalnız, bizim devletin değil birçok devletlerin sırları altın saat gibi hiç arızasız işlediğini kim söylüyor? Bizim devletin de birçok arızaları var,

546 Tutanak metninde Cemal Turan olarak geçiyor; biz düzelttik.
547 Talat Turhan’ın 26.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 17.37–19.00].
548 Necdet Sevinç, Yazarını Kurşunlatan Yazılar, İstanbul: Dede Korkut Yayınları, 1978, s.59.
549 Hasan Celal Güzel’in 13.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 11.00–14.08].

söyledim. Daha iyi yönetim lazım Türkiye’ye diyorum ben. Bu siyasi kadrolar için demiyorum bunu. Siyasi kadroların meselesi başka ama idari kadrolara geldiğiniz yerde daha iyi yönetim lazım.550
1974 affı çıktığında Bomba davasından yargılanan sanıkların muhakemeleri devam ediyordu. Sanıklar af kapsamına sokularak tahliye oldular. Bu gelişme karşısında affı kabul etmeyen Talat Turhan, yargılamanın beraat ya da mahkûmiyetle bitmesi talebinde bulunmuş; ancak isteği reddedilmiştir. Şunları anlatmaktadır Turhan: Tutuklanmamın gerekçesi, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Faruk Gürler, Hava Kuvvetleri Kumandanı Orgeneral Muhsin Batur, Deniz Kuvvetleri Komutanı Kemal Karacan Marksist, Leninist bir cunta kurmuşlar, ben de bu cuntanın üyesiyim. Mahkemenin sonucunda dedim ki: “Af kanunu çıkıyor, af kanununu kabul etmiyorum ve lehimde olan hiçbir hükmü de kabul etmiyorum.” Ona rağmen, “Affı kabul etmeye mecbursun.” dediler. 54 metre bir koğuş, ranzaları çıkın, 35 kişi kalıyor, masayı da çıkın; adam başı 1 metrekare düşmüyor ve yedi yüz gün ayağımız toprağa değmedi, güneş görmedik.551
Turhan, davayı incelediği çalışmasında, 146/1’den yargılanırken birdenbire 170/1, yani çete kurmakla ilgili maddeye dayandırılan iddianameyle, suçun tanımının değiştirilmesini, işin ucunun daha yüksek komuta kademesine sirayet etmesinin önlenmesi için yapıldığı iddiasındadır.552 Aynı davada yargılanan Numan Esin ise, mahkemede aleyhlerinde ileri sürülen iddiaları komik ve saçma bulmakta ve şu ifadeleri beyan etmektedir:
Bomba davasından yargılandım ben. Ne bomba davası biliyor musun? Boğaz Köprüsü’nü uçuracakmışız biz. Boğaz Köprüsü’nü uçuracakmışız… Ne kadar isabet… Ya Boğaz Köprüsü’nün bir an evvel açılmasını isteyen… Çünkü benim bir arabam iki defa sefer yapıyor, yedisinde dönüşünde iki gün kaybediyor, dört gün kaybediyor ayda…12 Mart oldu, 12 Mart’tan sonra bizi içeriye aldılar, ondan sonra da “Gel bakalım Boğaz Köprüsü’nü uçuracakmışsın sen, bunlarla ilgili toplantı yapmışsın.” bilmem ne filan, çoluk çocukla… Yok, canım, öyle uydurma şey olur mu? “Boğaz Köprüsü’nü imha edecek…” Ben ondan sonra işkence gördüm on dört gün, çıktım, mahkemeye gittiğim gün ilk şeyimde çıkarıverdim ayaklarımı “Gelin, burada işkencenin izlerini üzerimde görün mahkeme heyeti.” Şakası var mı bunun? Herif gelmiş bizi işkenceden geçirmiş. Biz kontrgerillayı kendi yaşamımızla öğrendik. Ben ondan sonra çıktım o cezaevinden on ay yattıktan sonra, doğru dürüst param yok, işim ortada kaldı ama her şeye rağmen tuttum Vatan gazetesini aldım 75’te, 76’da servise soktum ve darbelere karşı Vatan gazetesini çıkardım, darbelere karşı. Siz benim kitabımı okuduysanız, burada 92’de, 91’de vesaire filan Numan Esin her zaman Türkiye’de darbelerin karşısında yer almıştır. 91’den sonrakilere de atıfta bulundum. Burada kıyamet kadar not var.553


KONTRGERİLLA ÖRGÜTÜ TARTIŞMALARI


550 9’ncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 07.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.45–18.55].
551 Talat Turhan’ın 26.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 17.37–19.00].
552 Talat Turhan, Bomba Davası (Savunma–2), İstanbul: Yazarın Kendi Yayını, 1986, s.381 vd.
553 Numan Esin’in 26.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.07–16.13].

Ertuğrul Kürkçü, devlet yönetiminde bulunmuş siyasilerin aksine, Türkiye’de faaliyet gösteren bir kontrgerilla yapılanmasının mevcut bulunduğunu; faaliyetlerini yetmişli yıllardan itibaren hızlandırmasına rağmen, kuruluş hikâyesinin 25 Mayıs 1964’te Türkçeye çevrilerek yayınlanan (Field Manuel) Sahra Talimatnamesiyle somutlaştığını iddia etmektedir. Kürkçü, şunları ifade etmektedir:
Daha ortada hiçbir şey yokken, 25 Mayıs 1964’te Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Ali Keskiner’in imzasıyla kontrgerilla talimnamesi yayınlanıyor, ST 31–15. Bu ST 31–15 çok enteresan, çünkü bu kendisini şöyle de ifade ediyor: Psikolojik hazırlık bölümünde, özel harp eğitiminin amacının, tek eri, kendi memleketinin vatandaşlarına karşı savaşmaya hazırlamak oldu. Şimdi, bu tabii, devletin, soğuk savaş iklimi içerisinde Türkiye’deki bütün sosyal muhalefet dinamiklerini, sınır komşusu olduğu ve ona karşı NATO’nun güneydoğu kanadını oluşturduğu Amerika Birleşik Devletleri merkezli dünya bloğunun içinden okudu ve her şeyi komünizmin bir parçası olarak gördü. Rejimin normal kabul ettiğinin dışında kalan her şey komünizmdi. Dolayısıyla, bir “ezme”, “daha doğmadan öldürme” siyaseti son derece sert bir biçimde uygulandı. Milliyetçi gençlik grupları bu bakımdan mobilize edildi, edilmeye çalışıldı.554
Hasan Celal Güzel ise kimi kirli işleri yapan kışkırtıcı ajanların korunup kollandıklarını; kendisinin görevde olduğu yıllarda önüne gelen kimi evrak üzerinde yaptığı incelemelerden öğrendiğini belirterek, bu hususta şunları söylemektedir:
Şimdi, orada, gerçekten benim de müşahedem odur ki, buna kaniyim ki bunun devlet tarafından düzenlenmesinden başka hiçbir ihtimali yoktur. Devlet kimdir? Derin devlet hikâyeleri anlatacak değilim, bol bol dinliyoruz, hepimizin de karnı tok. Ama açıkça söyleyeyim: Devletin emrindeki birtakım istihbarat birimleri ve güvenlikle ilgili birimler böyle bir provokasyona müsaittiler, çok kolaylıkla yapabilirlerdi. Zaten 27 Mayıstan itibaren Türkiye’de darbeler hep provakatif ortamlar oluşturularak yapılmıştır. Daha evvel kıyma makinelerinden tutunuz da, 27 Mayısta gençlerin öldürülmesi hikâyesinden, ondan sonra 12 Eylüle gelince işte bu mesele son derece enteresandır… Çünkü kendisine birtakım, o zaman darbe kalıntısı, 12 Eylül kalıntısı kişiler “Bu bir devlet meselesidir, bazı kişiler hukuka aykırı davranmışlar ama devlete hizmet etmişlerdir.” demişlerdi ve bu görüşlerine karşı çıktım Turgut Bey’in ve bunların bazı tayinleriyle ilgili kararnameleri Bakan olarak imzalamadım ve bana da kırıldı fakat sonunda ortalık durulduktan sonra, “İyi ki öyle yapmışız.” dedi. Yani birtakım kimseleri hem bu işlere kattılar hem de onları korumak için çeşitli devlet görevlerine tayin ettiler, kimini yurt dışına gönderdiler… Tabii, tabii, çatışmalarda rol oynayan, bu işleri yapan, mesela Necdet Üruğ Paşa bu işleri çok iyi biliyor. Necdet Üruğ Paşa Genelkurmay Başkanlığı da yapmıştı, daha evvel de bu konularda dahli olmuştu ve mesela, İstanbul Emniyetinin bu konudaki çalışmalarını Turgut Bey’e söylemiş, Turgut Bey de, o konuda sorumlu olan kimselere sahip çıkabilmek için belirli yerlere tayin edilmesini getirdi önüme. Ben de itiraz ettim “İsterseniz ben istifa edeyim.” dedim. Bunun üzerine, kaldı kararname, hâlâ devletin arşivlerindedir, üzerine de yazmışımdır “Şundan dolayı imzalamıyorum.” diye. 555

554 Ertuğrul Kürkçü’nün 31.10.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 10.30–12.06].
555 Hasan Celal Güzel’in 13.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 11.00–14.08].

Mete Tunçay ise, o dönemde meydana gelen kimi cinayetlerin derin şüpheler uyandırdığını; hedef alınan isimlerin belirgin siyasi duruşlarıyla temayüz etmeyişlerini öne sürerek vurgulamaktadır. Tunçay:
Bu 12 Mart Muhtırasıyla yapılan iş ve o dönemde bu faili meçhuller başladı, birtakım insanların bilinmedik şekillerde öldürülmesi ve orada çok garip şeyler oluyordu. Mesela, ilk öldürülenlerden biri –inşallah tarihte yanılmıyorumdur- Bedrettin Cömertti. Bedrettin Cömert bir sanat tarihçisi doçentiydi. Yani onun bir cinayete kurban gitmesi ve böyle kişisel falan değil, siyasi bir cinayete kurban gitmesi… “Ya, Bedrettin’i vururlarsa ona gelene kadar daha kimler öldürülebilir?” havasını veriyordu. Hani, “en aşırı” diye tanınan biri vurulsa kamuoyunda büyük bir rahatsızlık olmayacaktı ama böyle ılımlı sayılabilecek bir insanın bile öldürülmesi daha büyük bir korkutma duygusu yaratıyordu… Cavit Orhan Tütengil. Cavit Orhan Hoca’nın nesi vardı ki yani kimi… Ona gelene kadar hiç kimsenin hayatı güvende değil diye düşünülecekti… Tabii daha sonra düşünmeye başladık, “Acaba bunlar bir askerî müdahaleye zemin hazırlamak için yapılan şeyler mi?” Bu, hiçbir zaman tam ortaya çıkmadı, herhâlde çıkacağı da yok.556
Numan Esin de kontrgerillanın varlığına kanaat getirenlerden; kendi ifadeleriyle:
Onlar başlamıştır. İşte bazı subayları komanda kursundan falan geçirmek suretiyle. Bunların hepsini İtalya’da da yaptılar işte. Gladio diyorlar ya onlar. Ha onları bizde de yaptılar. Ben bunların gücünü 12 Martta bizzat yaşayarak öğrendim557 demektedir.
Talat Turhan’ın açıklaması ise şöyledir:
Birincisi: ST 31–15 Gayrinizamî Kuvvetlere Karşı Harekât. Şimdi, o talimnameye baktığınız vakit, varsa o talimname hiçbir ülkede -bütün NATO ülkelerinde geçerli- ne demokrasi vardır ne demokratik hukuk devleti vardır ne insan haysiyet ve onuru vardır. Talimname bunu böyle yazıyor, Amerikan talimnamesi. Şu örgüt şeması, resmî talimname, resmî belge. Ne yaparmış bu? Adam öldürme, bombalama, silahlı soygunculuk, işkence, kötürüm hâle getirmek, adam kaçırma, misilleme, kundakçılık, sabotaj, propaganda, zorbalık, şantaj. Şimdi, devletin, 1965 yılında yürürlüğe konulmuş olan devletin resmî talimnamesinde “Bir örgüt bunları yapar.” diyor. Bu örgütün başkanlığını yapmış olan adam, Sabri Yirmibeşoğlu, yazmış olduğu bir makalede “Bizim örgüt bunları yapar.” diyor. Kaldı ki biliyorsunuz, 6–7 Eylül olaylarında bu örgütün parmağı olduğu ortaya çıktı, hatta kendileri ifade ettiler.558


DEVLET GÜVENLİK MAHKEMELERİ’NİN KURULMASI,


12 Mart sonrası en büyük değişikliklerden birisi Devlet Güvenlik Mahkemelerinin (DGM) kurulmasıdır. Anayasa 15 Mart 1973 tarihinde kesinleşen 1699 Sayılı Yasa ile değiştirilmiştir ve yeniden geçici maddeler eklenmiştir. Buna göre Anayasa’nın 136. Maddesi’ne ek olarak:
556 Prof. Dr. Mete Tunçay’ın 11.10.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 11.42–13.00].
557 Numan Esin’in 26.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.07–16.13].
558 Talat Turhan’ın 26.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 17.37–19.00].

“Devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğü, hür demokratik düzen ve nitelikleri Anayasada belirtilen Cumhuriyet aleyhine işlenen ve doğrudan doğruya devlet güvenliğini ilgilendiren suçlara bakmakla görevli Devlet Güvenlik Mahkemeleri kurulur. Ancak, sıkıyönetim ve savaş haline ilişkin hükümler saklıdır. Devlet Güvenlik Mahkemesinde bir başkan, dört asıl ve iki yedek üye ile bir savcı ve yeteri kadar savcı yardımcısı bulunur… Devlet Güvenlik Mahkemesi başkanlığı, üyeliği, yedek üyeliği, savcılığı ve savcı yardımcılığı atamalarında Bakanlar Kurulunca her boş yer için bir misli aday gösterilir. Bu adaylar arasından Devlet Güvenlik Mahkemesi hakimlerinin atanması Yüksek Hakimler Kurulunca, savcı ve yardımcılarının atanmaları Yüksek Savcılar Kurulunca, askeri hakimlerden üye, yedek üye ve savcı yardımcılarının atanmaları ise özel yasaların da gösterdiği usule göre yapılır… Devlet Güvenlik Mahkemeleri kararlarının temyiz mercii Yargıtayda yalnız bu mahkemelerin kararlarına bakmak üzere kurulacak daire veya daireler; Genel Kurul ise, Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kuruludur” fıkraları eklenmiştir.559
Yeni hükümlerle DGM’nin bağlı bulundukları esaslar açıklanmıştır. Bu esaslara uygun olarak DGM’nin teşkilatı, işleyişi, görev ve yetkileri ile yargılama usullerinin düzenlenmesi yasaya bırakılmıştır.560 1973 yılında bir taraftan cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili tartışmalar sürerken, bir yandan 12 Mart sonrası devam eden Anayasa değişikliklerine bir yenisi daha eklenmiştir.
Meclis’te yapılan görüşmelerin sonrasında Haziran 1973'te DGM Yasası çıkarılmıştır. DGM ile ilgili olarak AP Başkanı Demirel:
"Son yıllarda memleketimizde suç ve suçluluk kavramlarının ortaya çıktığını ve dolayısıyla suçların takip ve muhakemelerinde yeni usuller aranması ve bulunmasının zorunlu hale geldiğini işaret belirtip doğrudan doğruya devlet güvenliğini ilgilendiren suçların kovuşturma ve yargılanmasında gerek ceza müessiriyetini arttırmak için, süratli yargılamak için ve gerek hususiyet arz eden bu suçların ihtisaslaşmış mahkemelerde görülmesini mümkün kılmak için bu mahkemelerin gerekli bulunduğu açıktır" şeklinde açıklamada bulunarak devletin devamlılığı için bu mahkemelerin zorunlu olduğunu savunmuştur.561
Bu değişiklik, Kontenjan Senatörü Özer Derbil ve 32 senatör tarafından iptal edilmesi için Anayasa Mahkemesine taşınmıştır. Gerekçe olarak Anayasa’ya aykırılık ve olağanüstü yetkilerle donatılacağı öngörülen DGM’nin başkan ve üyelerinin yürütme organı tarafından, yani devletin değişken olması gereken bir kuruluşu tarafından atanmasının, yürütme organının özellikle siyasi girişimleri atayacağı yargıçlarla önleyip, istediği kanala sokabilmesine olanak hazırlamak gibi bir tehlikeyi taşıması gösterilmektedir. 15 Nisan 1975’te Anayasa Mahkemesinde yapılan görüşmelerde Anayasa’ya aykırılık tespit edilememiş ve yasa iptal edilmemiştir.562
Ancak daha sonra Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesinin açtığı dava üzerine DGM Yasası’nın 1. ve 6. maddeleri üzerinde Cumhuriyet Senatosunda görüşme açılmaksızın oylamaya gidilmesinin İçtüzüğe ve aynı zamanda Anayasa'ya aykırı olduğuna ve sözü geçen kuralın bu nedenle biçim yönünden iptaline, 6 Mayıs 1975’te Anayasa Mahkemesince karar verilmiş ve yeni bir yasa çıkarılması için Meclise bir yıllık süre tanınmıştır.563 Bu süre içinde, CHP'nin engellemesiyle yeni yasa çıkarılamayınca, 10 Ekim 1976'da konu bir süreliğine kapanmıştır.564

559 CSTD, C:10, B: 39, 1.3.1973, s.112.
560 Tikveş, a.g.m., s.53-54.
561 Cumhuriyet,27.9.1973, s.1
562Anayasa Mahkemesi Kararı, Resmi Gazete, 26.2.1976, No:15511.

II. CHP Azınlık Hükümeti kurduğunda artan şiddet olayları sonucunda konu yeniden gündeme gelmiştir. Hükümet programına yöneltilen eleştirilerden biri de DGM’lerle ilgili olmuştur. AP’li Mustafa Deliveli hükümet programı görüşmelerinde DGM’yi Anayasal düzenin, Cumhuriyet’in, ülke ve millet bütünlüğünün korunmasında en önemli kurum olarak tanımlamış ve programda olmamasını eleştirmiştir.565 Buna karşılık Bülent Ecevit, hükümet olarak gerçekçi önlemler üzerinde durduklarını, 1975'in sonlarına kadar Türkiye'de DGM’lerin çalıştığını ancak o dönemde Türkiye'de anarşinin, şiddet eylemlerinin, saldırıların en az son yıllardaki kadar kol gezdiğine değinmiş, Anayasa Mahkemesinin DGM Yasası’nı iptalinden sonra AP’nin elinde olanak varken DGM’leri açmayıp kendilerine yüklenmelerini anlamsız bulduğunu belirtmiştir.566
Ecevit’in istifasıyla birlikte kurulan VI. Demirel Hükümeti programına DGM’lerin kurulması maddesi eklenmiştir. Demirel Senatoda hükümet programı görüşülürken DGM’lerin kurulmasının devletin “demokratik otoritesinin” sağlanması için bir zorunluluk olduğundan söz etmiştir:
“DGM Anayasa’nın bir maddesinden geliyor, bu madde 136. maddedir. 136. maddede aynen şöyle der : ‘Devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğü, hür demokratik düzen ve nitelikleri Anayasada belirtilen Cumhuriyet aleyhine işlenen ve doğrudan doğruya devlet güvenliğini ilgilendiren suçlama bakmakla görevli DGM kurulur.’ Türkiye'de bu çeşit suçlar mı yok? Bu çeşit suçlar yoksa neden şikayet ediyoruz. Bu çeşit suçlar diz boyu. DGM’yi kurmadığınız takdirde, Sıkıyönetim Mahkemelerini kurmak mecburiyetinde kaldınız. DGM’nin aslında Danıştaydan, Yargıtaydan, hatta bu Meclislerden, Hükümetten hiç farkı yoktur. Niye? Anayasa demiş ki, Danıştay kurulur. Anayasa demiş ki, Hükümet kurulur. Anayasa demiş ki, Meclisler kurulur. Bunun şartı şurtu yok ve bu arzuya tabi değil ve bir kademe daha ileri gidiyorum ve diyorum ki, bu Anayasayı biz üstün yasa saymazsak Türkiye'nin içinden çıkamayız. Bana göre devlete demokratik otorite kazandırma bu Meclisten başlar.”567
En sonunda 15 Temmuz 1980’de MGK toplantısından DGM’lerin bir an önce kurulması kararı çıkmıştır.568 Bu kararı izleyen bir haftalık süreçte Eski Başbakan Nihat Erim ve DİSK başkanı Kemal Türker suikasta kurban gitmişlerdir. Bunun üzerine Başbakan Demirel parti liderlerine çağrıda bulunmuş ve özel gündemli bir toplantı yapılmıştır.569 Daha sonra bir araya gelen Ecevit ile Demirel yine DGM konusunu konuşmuşlar ancak CHP’nin anayasada yargı organlarının dengesinin bozulacağı endişesi bu değişikliğin tıkanmasına yol açmıştır. CHP buna karşılık DGM ile ilgili Uzmanlık veya İhtisas Mahkemelerinin kurulması önerisini AP’ye sunmuştur. Ancak Demirel’in önce Anayasa değişikliğini istemesi bu öneriyi tıkamıştır.570

563 Anayasa Mahkemesi Kararı, Resmi Gazete, 11.10.1975, No:15380.
564 Milliyet, 11.10.1976.
565 CSTD, C:34, B: 17, 14.1.1978, s.647.
566 CSTD, C:34, B: 17, 14.1.1978, s.690.
567 CSTD, C:44, B: 8, 23.11.1979, s.198.
568 Cumhuriyet, 16.7.1980, s.1.
569 Cumhuriyet, 22.7.1980, s.1.
570 Cumhuriyet, 26.7.1980, s.1.

Bundan sonra gerçekleşecek 12 Eylül askeri müdahalesi ile bu süreç bitmiş, 9 Eylül 1982’de DGM’lerin yeniden kurulmasına karar verilmiştir.
Sonuç olarak TBMM’de DGM’lerin kurulmasına karşı CHP’nin sert bir muhalefet yürüttüğü görülmektedir. AP ise bu kurumun kurulması noktasında ısrarlı bir tutum sergilemiştir. MBG genel olarak CHP’nin yanında yer alsa da bu konuda AP’yi desteklemiştir. Bu asker kökenli bu grubun şiddetin önlenmesi için gerektiğinde sert önlemler alınmasını istediğinin bir göstergesidir.

NAİM TALU HÜKÜMETİ DÖNEMİ


7 Nisan 1973’te Ferit Melen hükümeti istifa ettiğinde, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, eski Merkez Bankası Başkanı, eski Maliye Bakanı ve büyük iş dünyasının temsilcisi olarak bilinen Naim Talu’yu hükümeti kurmak üzere görevlendirmiştir. Hükümeti kuran Talu’nun kurduğu kabineye bakıldığında, 13 AP’li; 4 CHP’li ve 7 de partisiz bakanlardan oluşuğu görülmektedir.571 1973 seçimlerine altı ay vardı lakin yeni hükümetin programında da reformların gerçekleştirileceği yazılıydı. Talu hükümetinin bir seçim hükümeti olduğu herkesin malumuydu. Talu hükümetinin kurulması öncesinde siyaset, bu kez yeni cumhurbaşkanının kim olacağı etrafında çalkalanıyordu.

FARUK GÜRLER’İN CUMHURBAŞKANLIĞI ADAYLIĞI,

1973 yılındaki siyasi gelişmeler, Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın görev süresinin sona ermesi nedeniyle yeni cumhurbaşkanının kim olacağı sorusuna düğümleniyordu. Ordunun belli kesimlerinde hâkim olan düşünce: Atatürk ve İnönü dönemlerinden sonra Bayar’ın cumhurbaşkanlığını gören ülkenin, sivil bir cumhurbaşkanıyla yapamayacağı yönündeydi. Bayar gibi sivil kanattan gelen bir cumhurbaşkanından sonra bu makama kesinlikle asker bir şahsın gelmesi gerektiği düşüncesi aslında kerhen de olsa kimi sivil kesimlerde de mevcuttu. Sorun asker olup olmamasında değil hangi askerin cumhurbaşkanı olması gerektiğinde çetrefilleşiyordu. Bir darbe lideri olarak bu makama gelen Cemal Gürsel’in, sıhhî problemlerine rağmen bu yüce makamdaki dengeleri gözeten yönetimi, halefi Cevdet Sunay’ın askeri ve sivil kesimler arasında imkânları elverdiği ölçüde oynamaya çalıştığı uzlaştırıcı rol, ordu nazarında bu makama asker, tercihen emekli bir Genelkurmay Başkanı istemesinin gerekçelerini oluşturmaktadır. Sırasıyla Gürsel ve Sunay’ın bu makama gelmeleri neredeyse Genelkurmay Başkanlığının, cumhurbaşkanlığı öncesi son makam olduğunu gelenek haline getirecekti. İşte sivillerin önemli bir kesiminin tahammül edemedikleri de budur. Demirel, Gürler’in adaylık süreci hakkında şu yorumu yapmaktadır:
Şimdi, 1973’e geldik, 73’te Cumhurbaşkanı seçilecek, Sunay’ın dönemi doldu. Faruk Gürler çıktı ortaya “Ben olacağım.” dedi. Faruk Gürler soyundu ve Meclise gitti, Senatoya gitti. Ben, Sunay’a dedim ki: “Bunu soyma, bunu soyarsan bizim başımıza iş çıkarırsın. Biz bunu Cumhurbaşkanı yapmayız. Neden yapmayız. Bunu Cumhurbaşkanı yaptığımız takdirde bundan sonraki Cumhurbaşkanları ancak Genelkurmay başkanları olur. 

571 Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye (1945–1980), çev. Ahmet Fethi, s.359.

Bu gider, bunun müddeti dolduğu zaman kimse Genelkurmay başkanı o olur, o gider o gelir. O zaman ne olur? Cumhurbaşkanlığı ordunun, Meclis milletin olur. Bu olmaz, demokrasi paylaşılamaz. Bunu yapma.” Dayanamadı onun tazyikine, yaptı. “Pekâlâ, sen yaptın mı? Bunu yaptım. Ben de bunu Mecliste hallederim.” Biz, Meclise gittik. Gürler daha önce gruplar arasında çalışmış, çeşitli milletvekillerini burada toplamış, her birisine de birer bir şeyler de söylemiş, birtakım partilerden adam ayartmış, benim partiden de ayartmış ama ben onları biliyorum kimleri ayarttığını. Biz gittik, oturduk Meclise, bizim adayımız Tekin Paşa’ydı. Birinci oylamada Tekin Paşa 292 oy aldı, Gürsel 175 oy. Ondan sonrakinde zaten tutmazdı dikiş. Bizim parti 20 zayiat verdi. Sonra biz de o 20 kişide hıncımızı bırakmadık, seçim geliyordu, onları seçmedik şeye. Yani artık bu partiyi dinlemiyorsan, onun şeyi de bir başka yere gidersin. Sonra geldiler “Bizim kusurumuz ne?”, “Sizin kusurunuz sadakat eksikliği.” ve biz yeni baştan Fahri Korutürk’le çalışmaya başladık. Fahri Korutürk o gün için, o gün için gene, en münasip kişiydi “o gün için” diyordum, “en iyi Cumhurbaşkanıydı demiyorum.572
Nitekim Gürler’in Genelkurmayın başına getirilmesi bile teamüller dışında gerçekleşmiştir. Şöyle ki; Tağmaç’ın görev süresi yaş haddinden 7 Eylül 1972’de doluyordu. Eğer Tağmaç o tarihe kadar beklerse, Gürler’in 30 Ağustos’ta Kara Kuvvetleri Komutanlığındaki görev süresi dolacağından emekli olacak, Genelkurmay Başkanlığı’na Semih Sancar gelecekti. Tağmaç’ın 15 Ağustos’ta istifasını vererek Gürler’in önünü açacağı haberleri dolaşmaya başlayınca Tağmaç bunu yalanlamış, ancak baskılar karşısında dayanamayarak buna razı olmuştur. Tağmaç’ın bu kadar çabuk pes etmesi ilginç ancak Talat Turhan’ın Tağmaç hakkındaki kanaati daha da ilginçtir:
Bakın, yani Memduh Tağmaç’la beraber çalıştım, IQ’ su en düşük adamdır. Geldi Türkiye’yi idare etti. Nereden biliyorsun? Tekâmül kısmında 14 numara aldı atıştan, topçular, en temel atış. …den 40 aldı. Öğretim kurulu kararıyla çıktı, adam geldi, Genelkurmay Başkanı oldu Amerikancı olduğu için, oradan darbe başkanı oldu adam yahu. Şimdi, bu adamlarla nereye götürürüz biz ülkeyi?573
Şimdi sıra atama kararnamesinin imzalanmasından geçiyordu. İşte tam bu noktada Batur devreye girdi. Bakanlar Kurulu çalışma halindeyken bir taraftan alçaktan jetler uçurulurken, bir taraftan da gönderilen tehdit mektuplarıyla “Gürler’i Genelkurmay’a getirmezseniz yok olduğunuzu bilin” mesajı verildi. Tağmaç bu baskılar karşısında 19 Ağustos’ta istifa ediyor; yerine önce vekâleten, sonra ise asaleten Gürler atanıyordu.
Ferruh Bozbeyli, Demokratik Parti adayı olarak katıldığı seçimlerde, Tekin Arıburun’dan eksilen 45 oyun, Gürler baskısına karşı olan direnci zayıflatıp zayıflatmadığı şeklindeki bir soruya şu cevabı vermiştir:
Adalet Partisi Sayın Tekin Arıburnu’nu aday gösterdiği zaman bizim arkadaşlar dediler ki: “Biz seni aday göstermek mecburiyetindeyiz çünkü kime rey verdiğimiz belli olacak, Adalet Partisinin adayına da vermeyeceğiz, Halk Partisinin adayına da vermeyeceğiz. Ama böyle kalırsak, ‘Verdi’ derlerse, propagandaları büyük partilerin üstün oluyor, küçük partilerin az oluyor. 

572 9’ncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 07.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.45–18.55].
573 Talat Turhan’ın 26.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 17.37–19.00].


Büyük partilerin propagandaları, gazetelerde de taraftarları çok oluyor.” Ve ben kabul ettim. Şunun için kabul ettim: Biz de Cemal Gürsel’i seçmeyecektik. Ragıp Gümüşpala rahmetliye “Seni aday gösterelim. Hiç olmazsa sana verdiğimiz belli olsun.” dedik. “Hayır, kabul etmem. Ben Cemal Gürsel’in yanında söz verdim, bütün parti başkanlarını topladılar ve bizden söz aldılar ‘Cemal Gürsel’den başka kimse aday olmayacak.’ diye.574 Onun için ben aday olmam.” dedi. Ben de Gümüşpala’nın durumuna düşmemek için “Ben aday olmam” diye ısrar etmeyi anlamsız buldum, kabul ettim. Biliyordum ki seçilmeyeceğim. Ama dedim ki: Sizden tam rey isterim. Hakikaten biz 45 kişiydik, 45–45–45 ve aldım. Ha, bundan dolayı Adalet Partililer bu şeyi kullandılar. Dediler ki, haklısınız: “Partiyi böldü” dediler benim için. Neresinden böldümse? Ortasından mı böldüm, kenarından mı böldüm bilmiyorum. “Böldü.” dediler filan. Ondan sonraki seçimde 2 Mart’tan sonra da 149 mebusa düştüler.575 Kendileri düştü. Ama bizim arkadaşlarımızın da yani bir parti olarak yeni bir hizmeti ortaya koymak yerine bir reaksiyon grubu oldukları da ortaya çıktı, hepsi de geri gittiler.576
Rasim Cinisli’ye de cumhurbaşkanlığı seçimleri esnasındaki siyasi tavırlarının gerekçesi sorulmuş ve şu cevap alınmıştır:
Efendim, biz Reisicumhur seçimi başlamadan önce, iki ay önce Adalet Partisine hitaben, biz o zaman Demokratik Partiliyiz, sebebi de şu: Gürsel’in Reisicumhur olduğu seçimde 100 kadar oy Gürsel’e verilmemiştir. İhtilal dalgası geçtikten sonra herkes “Ben de vermedim.” demeye başlamıştır, yiğitlik taslamaya başlamıştır. Biz, Demokratik Parti olarak bu türlü rivayetlere meydan vermemek için Adalet Partisine hitaben: “Adayınız kimse söyleyiniz, destekleyeceğiz.” dedik. Seçimin yapıldığı gün saat ona kadar aday yok. Grup toplantısı yapılıyor, Adalet Partisi grubu yapılıyor aday yok. Üçte Meclis toplanıyor, iki İstanbul milletvekilinin önergesiyle Tekin Paşa aday gösteriliyor. Yani herkesten gizli. O zaman o güne kadar biz düşünüyoruz, diyoruz ki: Biz şimdi… Gürsel Paşa da apoletleriyle Anayasa Mahkemesini teftiş ediyor, kurumları teftiş ediyor ve hatta “Reisicumhur Gürsel Paşa’ya kayıtsız şartsız oy verilecek.” dedi. Bunun üzerine, Bozbeyli bir basın toplantısı yaptı: “Biz kayıtsız şartsız oy vermeyeceğiz, gerekirse cesetlerimize basarak girerler Meclise.” ve o suretle demokrasiyi ve vatandaş hakkını biz koruyacağız iddiasını ortaya koydu. Biz düşündük “Peki, ne yapabiliriz?” Arkadaşlar bir gün akşam beşten sabah altıya kadar, dediler ki: “Arkadaşlar, aramızdan birisini aday gösterelim. ‘Kimi gösterelim?’ Ömer Lütfi Hocaoğlu, Trabzon Senatörü. ‘Tamam.’”dedik, sonra Saadettin Bey, rahmetli, dedi ki: “Arkadaşlar, biz siyaset yapıyoruz, devlet ciddi bir iştir. Biz gerçekten iktidar olur isek kimi aday göstereceğiz, birinci adayı mı göstereceğiz, Ömer Lütfi Hocaoğlu’nu?” dedik ki: “Birinci adamımızı göstereceğiz.” O hâlde, Ferruh Bey’e dönüldü, dedik ki: “Birinci adam sensin, aday olacak isim de sensin.” Allah için, Ferruh Bey dedi ki: “Ben seçilmeyeceğimi bile bile aday olurum ama sizden bir isteğim var.


574 Buna rağmen bazı AP’lilerin Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil’i cumhurbaşkanlığı adaylığına ikna ettiği; lakin Sıtkı Ulay’ın MBK’nin havacı üyelerinden Haydar Tunçkanat’la Başgil’i, adaylığını geri çekmekle Etlik’e gömülmek arasında tercih yapmaya zorladıkları iddia edilmektedir. Başgil’in bu tehdit üzerine bırakın adaylıktan, senatörlükten bile istifa ederek İsviçre’ye gittiği biliniyor. Bkz. Örsan Öymen, Bir İhtilâl Daha Var 1908–1980, İstanbul: Milliyet Yayınları, 1987, s.342; Sıtkı Ulay, Giderayak, İstanbul: Ad Yayınları A.Ş. 1996. Sıtkı Ulay, Harbiye Silâh Başına! (27 Mayıs 1960) (General Sıtkı Ulay’ın Anıları), İstanbul: Ar Matbaası, 1968, s.231.
575 Ayrıca bkz. Ferruh Bozbeyli, Birinci Cemre “Siyasi Hikâyeler”, İstanbul: Selçuklu Yayınları, 1977, s.122.
576 Ferruh Bozbeyli’nin 31.10.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.03–15.26].

Sonuna kadar, oylamaların sonuna kadar, kırk yedi oyumuz varsa kırk yedi oyun Ferruh Bozbeyli adına verilmesini isterim.” Kabul ettik ve Ferruh Bey’in adaylığı böyle gerçekleşti. Oylama başladı, Faruk Paşa… O zaman, yine Sabit Osman Avcı’nın kitabında var, Adalet Partisinin 127 mi, 150’ye kadar milletvekilinden yazılı taahhüt almışlar. Hatta o ev toplantıları, Sunalp’ın evindeki yapılan toplantılara parti başkanlarını çağırmışlar idi ve o çağırılmalar sırasında, Süleyman Bey’in de o meşhur “Dün dündür, bugün bugündür.” sözü çıkmıştır. Gazeteciler sordular: “Siz de gittiniz mi?”, “Hayır, ben milletten başka kimseye hesap vermem.” dedi, ertesi gün Semih Paşaya sordular: “Süleyman Bey böyle diyor, geldi mi gelmedi mi?” Semih Paşa da “Geldi.” dedi. Tekrar gazeteciler Süleyman Bey’e döndüler, dediler ki: “Semih Paşa gittiğini söylüyor, sen ‘Gitmedim.’ diyorsun, bu nasıl iştir?”, “Dün dündür, bugün bugündür." dedi. Arkadaşlar, bugününden ötürü kimseyi suçlamak istemem ama tekrar edeyim: Siyaset adamının, hele liderlerin yapmadıklarından da sorumlu olduklarını düşünürüm. Bizim seçimlerimizde kırk yedi oyumuzu Ferruh Bozbeyli üzerinde kullandık. Son seçim enteresandır arkadaşlar. Muhsin Batur’la Faruk Gürler’in arası açılıp da Muhsin Batur Meclise haber gönderdi “İstediğinizi seçebilirsiniz.” dediği an Faruk Paşanın oyları arttı, Tekin Paşanın oyları azaldı. İşte, Saatçi bunu söylüyor, ben bunu bilmiyordum. Saatçi diyor ki: “Biz Tekin Paşaya oy vermemeye kararlıydık.” Zaten grupta karar alınmamış. Saatçi’nin mert bir arkadaş olduğunu bilirim, tanırım, kendisini de bilirim ama o söz doğru değil çünkü kendi aralarında böyle bir kavil olsaydı o kadar oyu Gürler Paşa’nın alması mümkün değildi ve de tek başına Senato Başkanı Tekin Paşanın seçilmesi mümkün. En son seçimde de ikisi birden çekilmiştir. Hâlbuki Faruk Gürler’in çekilmiş olması Tekin Paşa’nın seçilmesini gerektirirdi. Biz ertesi günü de tekrar ifade ettik “Tekin Paşa adaylığını koysun oy vereceğiz.” dedik, koyulmadı, ikisi birden çekildiler. Bu da Süleyman Bey’in -yorumlar kendilerine aittir- tavrının bir başka ifadesidir.577
Gürler olayında ilk kez yaşanan sivil direniş, gelecekteki bir hadiseye de referans olmuştur. 12 Eylül’den sivil rejime geçildikten sonra, Necdet Üruğ’un erken emekliliğini isteyerek Necdet Öztorun’un bu makama gelmesinin önünü açmaya çalışması hadisesi de bu tip bir amacın ilk merhalesiydi. Bu hamleye karşı Özal’ın ise Evren’le işbirliği yaparak Öztorun yerine Necip Torumtay’ı Genelkurmay Başkanlığına atayarak; ordu içinde Cumhurbaşkanlığına ilişkin asker şahıslardan oluşan Genelkurmay Başkanlığı ile Cumhurbaşkanlığı arasında kurulmaya çalışılan halef-selef ilişkisine mani olmaya çalışmıştır.578
1961 Anayasasına göre cumhurbaşkanı seçilmenin şartları belliydi. 95’inci maddeye göre adaylar senato ya da meclis üyesi olmak zorundaydılar; yüksek öğrenim görmüş olmaları, 40 yaşını bitirmiş olmaları gerekiyordu. Gerek sırada Org. Kemal Atalay varken Kara Kuvvetleri Komutanlığına atanması gerekse ordunun içindeki ilk kaynamayla, günü gelmeden cebren emekli edilen Memduh Tağmaç’ın579 yerine Genelkurmay Başkanlığına getirilmesi, cumhurbaşkanı olmak isteyen Faruk Gürler’in ordu tarafından, önceleri itirazsız olarak kabul edileceğini düşündürmüştür.
Askeri bir rejimde cumhurbaşkanı olmakla, görece sivil bir rejimde bu makama gelmek arasındaki farkı çok iyi bilen Gürler’in, 12 Mart öncesi ihtilâl planları yapılırken kendisine  devlet başkanlığı makamı teklif edildiğinde bu makamı küçümsercesine, Genelkurmay Başkanlığını istemesi ilginçtir.

577 Rasim Cinisli’nin 11.10.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 18.02–19.05].
578 Erbil Tuşalp, Ben Tarihim Bay Başkan, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1989, s.59 vd.
579 Demirel, 12 Mart’ın İçyüzü (Nasıl Geldi, Nasıl Geçti?), ss.191–194.


Bu hususu kanıtlarcasına Gürler’in, devrim (!) sonrasında kendisinin Devlet Başkanlığına getirileceği teklifi karşısında Gürkan’a söylediği şu sözler, anayasal kaidelere rağmen Türk siyasi sisteminde gücün kimde olduğunu çok güzel özetlemektedir. “Celil Paşa! Ben General Necip olmak istemem! Siz bana Genelkurmay Başkanlığını, Arslanlı Kapı’yı veriyor musunuz? Onu söyleyin! Ne yapacağım ben otoritesiz, yetkisiz devlet başkanlığını?”.580
Bazı kaynaklarda, Gürler’in cumhurbaşkanlığı konusunda teşvik gördüğü anlatılmaktadır. Bu teşvikçilerin en önde gelenlerinin arasında Turgut Sunalp ve onu mevcut yerinden etmek isteyen bazı parlamenterlerin olduğu iddia edilmektedir. İkincileri suçlayan Batur, Gürler’in bir kısım parlâmenterler tarafından oyuna getirildiğini iddia etmektedir. Söylediğine göre, kendisine oy vereceklerin listelerini getiren bu şahıslar Gürler’i heveslendirmişlerdir. Batur, yaklaşık 130 küsur kişilik isim listesinin bir tertip olduğunu buna kanmaması gerektiğini Gürler’e ifade etmesine rağmen Gürler’in bu oyuna geldiğini belirterek, sonradan desteğini çektiği, jetleri uçurmadığı suçlaması karşısında, kaçan Genelkurmay Başkanlığının bunda rol oynamadığını, bu makama gelemeyeceğini bildiği için böyle bir beklenti içinde asla olmadığını belirtiyor.581
Sonuçta her şey belli bir plan eşliğinde yürütüldü. Altı aylık Genelkurmay Başkanı Gürler önce bu görevinden istifa ederek emekliliğini istedi; ardından Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay tarafından kontenjan senatörü yapılarak seçilme şartlarından eksik olan yerine getirildi. Gürler, adaylığının kamuoyu nezdinde kabul edilebilirliğinin sağlanması için basınla da temasa geçiyor ve şu cümleyi sarf ediyordu: “Devlet başkanı seçimi önemli bir aşama, bize yardımcı olun”.582
TBMM’nin dinleyici localarına çeşitli rütbelerden subaylar dolduruldu. Meclis koridorlarında ellerinde silâhlarıyla dolaşan subaylarca milletvekilleri kimi zaman tehdit boyutunda takibe alındılar. İki büyük partinin liderleri olan Ecevit ve Demirel böylesi bir dayatmaya karşı çıktılar.583 Demirel’in ifadeleriyle: 1973 Cumhurbaşkanlığı seçimi hadisesi Türkiye’deki bu karmakarışık siyasetin en başarılı işlerinden biridir, Parlamentonun yaptığı işlerden biridir.584 İlk tur oylamalarda en yüksek oyu almasına rağmen bir türlü üçte ikilik oy oranına ulaşamayan Gürler, ilerleyen turlarda oy kaybetmeye başlayınca adaylıktan çekildi. “Dimyat’a pirince giderken, evdeki bulgurdan olmak” özdeyişinin çok iyi açıkladığı bu hadise Gürler’in Çankaya’yı umarken, Arslanlı Kapı’yı da kaybetmesiyle neticelenmiş; biraz da bu olayın etkisiyle de olsa gerek Gürler, 2 yıl sonra vefat etmiştir. 585
Gürler’in cumhurbaşkanı seçilememesi olayında sivil direnç kadar, ordu içindeki bölünmenin de etkisi olduğu iddia edilmektedir. Buradaki en büyük neden Batur faktörüdür. Muhsin Batur, havacı olduğu için uçuş kıdemleriyle birlikte erken terfilerle diğerlerinden yaşına  göre erken orgeneral olduğundan yüksek komuta kademesindeki en genç fakat en kıdemli orgeneraldi. 

580 Celil Gürkan, 12 Mart’a Beş Kala, İstanbul: Tekin Yayınevi, 1986, ss.225–226.
581 Ilıcak, 12 Mart Cuntaları (Demokrasinin Sırtındaki Hançer), s.142.
582 Mustafa Ekmekçi, “Bir Başkanlık Seçimi” (Yazı Dizisi), Cumhuriyet, 17 Mart 1980.
583 Ilıcak, 12 Mart Cuntaları (Demokrasinin Sırtındaki Hançer), s.142.
584 9’ncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 07.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.45–18.55].
585 Mehmet Ali Birand, Can Dündar ve Bülent Çaplı, 12 Mart (İhtilâlin Pençesindeki Demokrasi), Ankara: İmge Kitabevi, 1994, s.248.

Hava Kuvvetleri Komutanlığına kadar yükselmiştir. Üstelik muhtıra imzacısı arkadaşlarının hepsi emekli olmuş, kendisi ise hâlâ muvazzaftır ve henüz elli iki yaşındadır. Yeni gelen komutanlar ise Kara Kuvvetleri Komutanı Semih Sancar ile Deniz Kuvvetleri Komutanı Kemal Kayacan’dı. Dolayısıyla hâlihazırdaki en kıdemli kuvvet komutanı orgeneral olarak kendisi bulunuyordu. Gürler’den boşalan yere gelmesi gerekiyordu. Yasal bir engel olmamasına rağmen ordudaki geleneklere göre Genelkurmay Başkanları karacılardan çıkıyordu. İddiaya göre: Batur böylesi bir geleneğin anlamlı olmadığı kanısındaydı ancak süreç, bilindiği gibi işledi ve yeni Genelkurmay Başkanı Semih Sancar oldu. İşte bu aşamada Batur’un duyduğu kızgınlık, Memduh Tağmaç’ın Genelkurmay Başkanlığından günü dolmadan emekli edilmesi esnasında Ankara semalarında alçaktan uçurulan jetlerin bu kez üslerinde bekletilmesi sonucunu yaratmıştır. Bu bilinçli atalet, Gürler’in cumhurbaşkanlığı hususunda, ordunun o kadar da ısrarcı olmadığı kanısını yaratınca sivil mukavemeti güçlendirmiştir.
Diğer taraftan, bir başka boyutuyla ordu içinde belli bir klikleşme olduğu iddialarını inandırıcı kılacak yorumlar yapılmaktaydı. Buna göre ordunun üst düzeyinde, Gürler-Batur-Kayacan üçlüsüyle Sunay-Tağmaç-Türün üçlüsü arasında bir mücadeleye sahne olmaktaydı. Özellikle E. Kur. Yb. Talat Turhan tarafından gündeme getirilen bu iddiaya göre: kontrgerillanın Ziverbey’deki Zihnipaşa Köşkündeki işkenceli sorgulamalardaki ana gaye, sorgulananlara Gürler aleyhinde ifade verdirebilmektir. Yapılanların Sunay-Tağmaç-Türün üçlüsünün siyasi hasımlarını bertaraf etmek, intikam alma amaçlı olduğunu belirten Turhan, askeri savcılar Nevzat Çizmeci ve Süleyman Takkeci’nin bu iş için bizzat görevlendirildiklerini iddia etmektedir.586 Dönemin 1. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı Org. Faik Türün’ün amacının: Gürler’in önünü kesmek üzere Sunay ve Tağmaç’ın elini güçlendirmek olduğu iddia edilmektedir. Buna göre, sorgulamalarda, ifadesi alınanlardan Gürler aleyhine ifadeler alınmaya çalışılmıştır.


CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİNE İLİŞKİN KRİZİ AŞMA ÇABALARI,


Cumhurbaşkanlığı seçimlerine az bir süre kala Faruk Gürler’in cumhurbaşkanı seçilmesine yönelik olarak üst düzey komutanların koordine ettiği çalışmalarda siyasi parti liderlerine çengel atılmış ve bu çerçevede Yüksek Komuta Konseyi başkanı ve üyeleri Org. Muhsin Batur’un evinde CHP lideri Bülent Ecevit’le 4.5 saat görüşmüştür. Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde “bir telkine muhatap olmamak” gerekçesiyle Demirel’in görüşmeye yanaşmaması üzerine Yüksek Komuta Konseyi tarafından Adalet Partisi Genel Başkanı Demirel’i hedef alan 21 Şubat bildirisi yayınlanmıştır.
Yüksek Komuta Konseyi’nin 21 Şubat 1973 tarihli bildirisinde “sorumsuz veya sorumluluğunu idrak edemeyen bazı politikacılarla sapık ideoloji ve çıkar çevrelerinin memleketin yüksek menfaatlerini hiçe sayarak ve silahlı kuvvetlerin vakur bir anlayış içerisinde bulunmasından cür’et alarak son aylarda gittikçe temposunu arttıran yersiz beyan ve yorumlarda bulunmaları esefle müşahede olunmaktadır” denildikten sonra “silahlı kuvvetlere ve 12 Mart muhtırasında doğrudan doğruya veya dolaylı olarak yöneltilen küçük düşürücü ve kışkırtıcı
sataşma ve beyanların son bulması”, “muhtıranın gereği olarak yurtta huzur ve istikrarın sağlanması ve devamı”, “reformların gerektiği şekilde ve biran önce tahakkuk ettirilmesi” ve “Siyasi Partiler ve Seçim Kanunlarının milli iradeyi adil bir şekilde tam olarak yansıtacak bir temsile ve dürüst bir seçime imkan verecek bir hale getirilmesi” çağrılarında bulunulmuştur. 

586 Talat Turhan, Bomba Davası (Savunma–1), İstanbul: Yazarın Kendi Yayını, 1986, s.143.

Bildiride içinde bulunulan bunalım ve olağanüstü durumdan çıkış için siyasi parti grupları ile de temaslarda bulunulduğu ancak davet olunan bütün parti ve grup liderlerinin görüşmelere “büyük bir içtenlikle” katılmalarına rağmen Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel’in “kendisine özgü bazı sebeplerle” davete icabet etmekten kaçınması da eleştirilmiştir.

Demirel, bildirinin ardından hesap vereceği tek merciin millet olduğunu söyleyerek tepkisini dile getirmiştir. Cumhurbaşkanı Sunay ile görüşmesinde de “... Anayasa diyemeyecek miyiz? Millet, demokrasi laflarını ağzımıza alamayacak mıyız? ‘Milletten başkasına hesap vermem’ dedim. Bunda ne var” demiştir.
Cumhuriyet gazetesi bildiriyi 22 Şubat günü “Ordu 12 Mart Muhtırasının Sorumluluğunun İdraki İçinde - Yüksek Komuta Heyeti Görüşlerin Açıkladı” manşetiyle vermiştir. Gazete bu manşetin yanında Demirel’in “Beni İlgilendiren Hiçbir Şey Yoktur Tebliğin İçerisinde” açıklamasına yer vermiştir. 23 Şubat günkü Cumhuriyet’te Milli Birlik Grubu ve işverenlerin komuta konseyinin görüşünü desteklediğini haber yaptı. Nadir Nadi 23 Şubat tarihli başyazısında Yüksek Komuta heyetinin “iyi niyetli çabası” olarak tanımladığı bildirinin Türk Silahlı Kuvvetlerinin “12 Mart muhtırasına karşı yürütülmek istenen doğrudan doğruya ya da dolaylı sataşmalardan rahatsızlık duymakta” olduğunun ifadesidir. Altan Öymen 23 Şubat tarihli yazısında Ecevit’in Komutanların talebini kabul edip kendileriyle görüşmeye gittiğini oysa Demirel’in “Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce bir telkine muhatap olmak istemiyormuş” ifadesiyle bu davete hayır demesini eleştirmiştir. Öymen komutanların davetinde bir anormallik görmemiş ve Demirel’in sözleriyle ilgili görüşlerini “sanki millete hesap verme durumunda olmak, bu devletin çeşitli sorumluluk mevkilerindeki kimselerle görüşmeyi yasaklıyormuş gibi... ‘Ben millete hesap veririm’ dedin mi arkadan bu mantığın bağlantısı olarak ‘Öyleyse başka kimseyle görüşmem’ diyebileceksin.” şekline ifade etmiştir. Öymen, Demirel’in Adalet Partisi’nin Cumhurbaşkanı adayını açıklamamasını da şiddetle eleştirmiştir.587
Milliyet gazetesi 22 Şubat 1973 tarihli sayısında bildiriyi “Komutanlar Kışkırtıcı Hareketlerin Bitmesini İstedi” manşetiyle vermiştir. Manşetin yanında da Demirel’in “AP Yalnız Millete Hesap Verir” açıklamasına yer verilmiştir. Abdi İpekçi aynı günkü başyazısında partiler ile Silahlı Kuvvetler arasındaki zıtlaşmanın tehlikelerine dikkat çekerek bunun için bir neden olmadığını, çünkü partiler gibi silahlı kuvvetlerin temsilcilerinin de her fırsatta demokratik rejime inançlarını tekrarladıklarını ve amaçlarının “bu rejimi korumak ve güçlendirmek” olduğunu belirtmiştir. Zıtlaşmadan kasıt Demirel’in komutanların davetine katılmamış olmasıdır. İpekçi yazısında koşulların olağanüstülük taşımadığı bir ülkede parlamenter düzene kumandanlar tarafından yapılacak herhangi bir müdahalenin hoş görülemeyeceğini de belirtmiştir.588 23 Şubat’taki başyazısında İpekçi partilerle kumanda heyeti arasındaki diyalogun önemine dikkat çekerek her iki grup arasında “samimi bir hava içerisinde” görüşmeler yapıldığını, ancak Demirel’in bu görüşmelere katılmayı reddettiği ifade etmiştir. AP liderinin “kendine özgü nedenlerle” komutanların toplantısına katılmamasının tartışılabileceğini belirttikten sonra Sunay’ı Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi arabuluculuk yapmaya davet etmiştir.589 

587 Cumhuriyet, 23.2.1973.
588 Milliyet, 22.2.1973.
589 Milliyet, 23.2.1973.

İpekçi 24 Şubat tarihli yazısında da zıtlaşmaya dikkat çekmiştir. Abdi İpekçi 28 Şubat tarihli yazısında Demirel’in aksine Ecevit’in yaklaşımının ve komutanlarla görüşmesinin daha sağlıklı olduğunu belirtmiş ve “devletin yönetiminde yetkili ya da etkili kişi (ve) kuruluşlarla bunalımların çözümlenmesini amaçlayan ve bunu Anayasaya uygun biçimde başarmayı öngören ‘müşaverlerde’ bulunmak zararlı değil, yararlıdır” demiştir. Ecevit’in komutanlarla yaptığı “görüşmelerden edindiği izlenim üzerine” Yazar Demirel ile görüşmek istemesinin Demirel tarafından reddedilmiş olmasını da “Demirel’in yaptığı ikinci hata” olarak tanımlamıştır.590

22 Şubat 1973 günkü Tercüman gazetesi bildiriyi “Yüksek Komuta: Yersiz Yorumlara Son Verilsin” manşetiyle vermiş ve diğer gazetelerde olduğu gibi hemen yanında Demirel’in “AP’nin Hesap Vereceği Tek Merci Millettir” açıklamasını koymuştur.591 Kabaklı 23 Şubat tarihli yazısında bildiriyi “12 Mart muhtırasının yürürlükte olduğunu yeniden hatırlatmaya lüzum gören bir teşebbüs” ve “Muhtıra II” olarak adlandırmıştır. Kabaklı bildirinin “Liderlerle görüşme sırasında şahıs, zümre, parti ve hükümet icraatı bahse konu edilmemiştir” açıklamasını ön plana çıkartarak bunun belli bir siyasi parti liderine karşı olmadığını, asıl muhatabın “ihtilal maskotluğuna özenmiş bazı maskaralar” olduğunu belirtmiştir.592

Hürriyet gazetesi 22 Şubat 1973 günü bildiriyi manşetten “Yüksek Komuta Heyeti Tebliğ Yayınladı-Demirel’e Görüşmelere Katılmadığı İçin Çatıldı” başlığıyla vermiş ve hemen yanına Demirel’in “Hesap Vereceğimiz Tek Merci Millettir” açıklamasını koymuştur. Haberin devamında bildirinin içeriği hakkında bilgi verilmiştir.593 23 Şubat tarihli gazetenin ilk sayfasında Hürriyet imzasıyla çıkan yazıda üslubun sert olduğu belirtildikten sonra açıklamanın içeriğinin ve gerekçelerinin anlaşılabileceği, ancak açıklamaya neden böylesine “sert bir hava” verildiğinin anlaşılmadığı belirtilmiştir. Yazıda ayrıca bildirinin Cumhurbaşkanlığı seçimi üzerine yapılan spekülasyonlarla başlayan tedirginliği arttırdığı ve bildirinin tedirginlikler yüzünden yapacağı tahribatın asıl ulaşılması gereken demokrasi ve özgürlük amacına ve özellikle kamu yararına ters düşeceği ifade edilmiştir.594
Cumhurbaşkanı kim olacak suali cevapsız kalmaya devam ederken, bulunan ilk formül: Cevdet Sunay’ın görev süresinin yapılacak bir anayasa değişikliğiyle iki yıl uzatılması olmuştur. Bu formüle en kesin itiraz İnönü’den geldi; Paşa: “Sunay seçilecekti de, ne olacaktı? Daha önce yaptıklarını yenileyecekti” şeklinde çıkış yaptı. Demirel de, 12 Mart’ta cumhurbaşkanının muhtıracılarla olan mesaisini hâlâ içine sindirememişti ve bu teklife ayak diredi. “Sunay’ın görev süresinin uzatılmasına karşı çıkarken Demirel’in yapmak istediği, Gürler’in Cumhurbaşkanlığı na da karşı çıkışının Ordu üst kademelerinde duyulmasını sağlamaktı”.595 Öneri mecliste de senatoda da kabul görmedi. Bu kez CHP tarafından yeni bir öneri getirildi: Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin iki yıl ertelenmesi. Bu da aslında ilk önerinin isim değişikliğiyle  tekrarıydı. Son formül, bir isim üzerinde anlaşılmasıydı Dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı Muhittin Taylan üzerinde iki parti de anlaştı. 

590 Milliyet, 24.2.1973.
591 Tercüman, 22.2.1973.
592 Tercüman, 23.2.1973.
593 Hürriyet, 22.2.1973.
594 Hürriyet, 23.2.1973.
595 Cüneyt Arcayürek, Çankaya’ya Giden Yol 1971–1973 (Cüneyt Arcayürek Açıklıyor–6), Ankara: Bilgi Yayınevi, 1985, s.395.


Tek bir formalite geriye kalıyordu: Taylan’ın Sunay tarafından kontenjan senatörü yapılması. Görev süresinin uzatılmasına karşı çıkılmasının burukluğunu yaşayan Sunay, bu isteği reddetti. Böylece iyiden iyiye kendisini cumhurbaşkanlığına hazırlayan Muhittin Taylan açısından cumhurbaşkanlığı adaylığının ilk aşaması bile gerçekleşememiştir596
Sonunda ismi daha önce, Ürgüplü kabinesinin güvenoyu alamayarak düşmesi olayından sonraki başbakan arayışlarında da gündeme gelen, askeri ataşelik tecrübesi de olan eski Deniz Kuvvetleri Komutanlarından E. Ora. Fahri Sabit Korutürk üzerinde uzlaşılmıştır. Zaten hâlihazırda senatör olan Korutürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin 7’nci Cumhurbaşkanı olarak andını içip göreve başlamıştır.597


SİYASİ PARTİLERDEKİ GELİŞMELER VE 1973 SEÇİMLERİ,

12 Mart rejiminin parlamentoyu açık tutma siyasetinin iki istisnası vardır. Parlamento açık tutulacaktır lakin ülkenin bölünmez bütünlüğü ve laik rejimini tehdit ettiği iddia edilen iki parti kapatılacaktır. Bu iki partiden biri beklendiği gibi TİP’dir. Anayasa Mahkemesi, TİP’in kapatılma gerekçesinin temelini Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde Kürtlerin yaşadığı ve bu insanların kimliklerinin tanınması gerektiği yönündeki 4. Büyük Kongreye sunulan rapora dayandırmıştı. Kapatılma kararının ardından TİP’in önde gelen yöneticileri genel başkanı başta olmak üzere tutuklandılar.598

ADALET PARTİSİ,

AP’deki ilk çatlamalar ise 1969 yılının başına rastlıyordu. Sözgelimi, Demirel’i partiyi ikiye bölmekle suçlayan Ethem Kılıçoğlu ile Cevat Önder, ihraç istemiyle Yüksek Haysiyet Divanına veriliyorlardı.599
İçinden güçlü bir kesimin ayrıldığı AP ise, bu bölünmeden arınarak değil, güç kaybederek çıkmıştı. 18 Aralık 1970’de partileşen AP içindeki muhalefetin, eski DP’nin hakiki mümessili olduğu doğrultusundaki iddiası ise 12 Mart duvarına çarpmıştır. DP Genel Başkanı Ferruh Bozbeyli de 12 Mart’ın kitlelere kendilerini sıcağı sıcağına tanıtacakları bir dönemde gelmesinin, partilerinin gelişip, serpilmesini önlediği görüşündedir.600 Bozbeyli, partilerinin sonraki seçimlerde siyasi hayattan silinmesini ise şöyle açıklamaktadır:

596 Mehmed Kemal, 12 Mart, Öfkeli Generaller ve İşkence, İstanbul: Soyut Yayınları, 1974, s.188 vd.
597 “Başbakan Adayı Olarak Erim, Korutürk ve Üner’in Adları Geçiyor”, Cumhuriyet, 15 Mayıs 1972.
598 Doğu Perinçek, Anayasa ve Partiler Rejimi (Türkiye’de Siyasi Partilerin İç Düzeni ve Yasaklanması), İstanbul: Kaynak Yayınları, 1985, , ss.342–343.
599 “Önder ve Kılıçoğlu, Savunmalarını Yazılı Olarak Verdiler: Demirel, AP’yi ikiye ayırmıştır”, Cumhuriyet, 27 Ocak 1970.
600 Ferruh Bozbeyli, Alaca Siyaset (Siyasi Hikâyeler), İstanbul: Babıâli Kültür Yayıncılığı, 2000, s.105.

İşte, gerek Süleyman Demirel gerek Sayın Ecevit çok haklı, çok yerinde bir propaganda buldular, çok yerinde, dediler ki halka: “Sayın vatandaşlarım, siz bizden hizmet bekliyorsanız bizim reyimizi bölmeyin. Bakın, bizim reyimizi bölerseniz koalisyonlar ortaya çıkıyor. Koalisyonlar da şimdiye kadar hiç hizmet yapamadık. Onun için, bizim reyimizi lütfen bölmeyin.” Bu çok makul, çok akıllıca bir propagandaydı. Bunu hem Ecevit yaptı hem Demirel yaptı. Yapınca, Ecevit’ten bölünmüş gibi görünen, Güven Partisi 3 mebusa düştü, Adalet Partisinden bölünmüş gibi olan biz 1 mebusa düştük, Selamet Partisi de 48’den 15’e düştü yani gerekçe çok doğruydu, ikna edici bir gerekçeydi. Sonucu ondan oldu.601
Öte yandan, MNP’nin ve ardından MSP’nin kuruluşu da AP’nin oy kitlesinden önemli bir miktarı alıp götürmüştür. Türk sağı olabildiğince bölünmüş durumdadır; solda TİP kapatılmış, TBP ise CHP’ye alternatif olabilecek güçte değildi. Oysa AP ve genel olarak sağ, MSP, MHP, DP, CP, MGP gibi altı partinin mücadele alanı haline gelmiştir. AP içindeki parçalanma; sağın iki etkin partisi olan MSP ve MHP’nin önceleri AP içinde temsil edilen eğilimlerin sözcülüğünü ele alması; Ecevit rüzgârını arkasına alan CHP’nin yükselişe geçmesine sebep olmaktadır. Ecevit’in halk kitlelerine verdiği ana mesaj: parlamentonun milletten on yıl geri olduğuydu. 12 Mart’ta açıkça anayasanın Türk halkı için lüks olduğunu söyleyenlere nazire yaparcasına sarf edilen bu cümle çok büyük yankı bulmuştur. 602

CUMHURİYET HALK PARTİSİ,

Asıl büyük gelişme ise CHP’deki lider değişimiydi. 12 Mart’ın ardından genel sekreterlikten istifa eden Ecevit’in parti içi iktidar mücadelesi sürüyordu.603 İnönü tüm gücünü harcamasına rağmen yapılacak olağanüstü kurultay divanının feshini talep etmemesinin kabul görmemesi üzerine önce genel başkanlıktan istifa etmiştir. Bir müddet sonra partisinden de istifa ederek, eski cumhurbaşkanlarının senatoya üye olma hakkını kullanarak aktif siyasetten bir anlamda çekilmiştir. Oysa Ecevit, kendisine karşı yöneltilen genel başkanlık ihtirası suçlamalarına karşı 8 Şubat 1972’de CHP Meclis Grubunda yaptığı konuşmada şu ilginç cümleleri sarf etmişti: “Benim Genel Başkanım Sayın İnönü’dür. Bana ne kadar ağır ithamlarda bulunursa bulunsun, İnönü’nün karşısında ne kendimi ne de bir başkasını, Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanı olarak hayal bile edemem”. 604 Buna rağmen üç ay sonra, 14 Mayıs 1972’de, Ecevit CHP’nin yeni Genel Başkanıdır.605

1973 seçimleri, Türk siyasetinde taşları yerinden oynatan bir seçimdi. CHP, genel başkanlık koltuğuna İnönü yerine Bülent Ecevit’i getirmiştir.Altmışlı yıllar, CHP’nin ideolojik dönüşüm yaşadığı yıllardır. Bu süreç, büyük bir toplumsal hareketliliğin yaşandığı, şehirlere gelen yeni nüfusun varoşlara yerleşerek yeni tip toplumsallaşma özellikleri gösterdiği yılları kapsıyordu. Şehirlere gelen yeni kitle açısından, kır hayatıyla karşılaştırıldığında, şehir hayatı  müreffeh bir döneme geçiş anlamına geliyordu.606 

601 Ferruh Bozbeyli’nin 31.10.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.03–15.26].
602 Melih Cevdet Anday, “Hakaret”, Cumhuriyet, 22 Kasım 1974, Mehmet Öksüz, Faşizme Karşı Her Yönüyle Ecevit (Çağdaş Bir Lider, Çağdışı Bir Parlamento), Ankara: Nisan Yayınları, 1974, ss.74–75 (içinde).
603 Ecevit’in istifasıyla boşalan CHP Genel Sekreterliğine Şeref Bakşık getiriliyordu, bkz. Hürriyet, 24 Mart 1971.
604 Bülent Ecevit, Perdeyi Kaldırıyorum, Ankara: Ajans-Türk Matbaacılık Sanayi, 1972 (?), s.31.
605 “Ecevit 826 oyla Genel Başkan seçildi”, Cumhuriyet, 15 Mayıs 1972.
606 “Türk Toplumunda Yapısal Değişme”, Mübeccel Kıray, Toplumsal Yapı Toplumsal Değişme, içinde İstanbul: Bağlam Yayınları, 1999, ss.327–341.

Genel olarak bu yeni kitlenin, Demokrat Partinin Anadolu aksanıyla telaffuzundan mülhem Demirkırat ismiyle efsaneleştirdiği hatırasına ve partinin varislerine karşı duyduğu sempati, artarak devam etmektedir. Ülkenin 1965–1969 yılları arasında kalkınmada kaydettiği ivme, bu kesimlerin toplumsal pastadan aldıkları payı da nispeten arttırmıştı. Altmışlı yıllarda partinin yeni ideolojik istikametine ismini veren ortanın solu, hareketinin tüm çekiciliğine rağmen bir türlü CHP oylarına yansımayışı karşısında partinin ideologlarından biri olan Ecevit, bir taraftan ortanın solunun manasını açıklamakta, diğer taraftan da üst üste AP karşısında uğranılan seçim hezimetleri karşısında yılmaya meyilli partililere moral aşılamaya çalışmaktadır. AP oylarının oransal büyüklüğüne rağmen, tıpkı DP gibi erimeye yüz tuttuğu savını ileri sürmektedir.607
Aslında, parti genel sekreterliğinden 12 Mart Muhtırasının, ortanın solu hareketine, dolayısıyla kendisine karşı yapıldığı iddiasıyla istifa eden Ecevit ise Merkez Yönetim Kuruluyla birlikte istifa gerekçesini açıklarken şunları söylüyordu: “Hükümete katılmama kararı alınabilseydi bazı şeyler kurtarılabilirdi. Sayın Genel Başkan böyle düşünmüyor. Ona rağmen onunla karşı karşıya partiyi yönetemem. Ortanın solu hareketinin ve benim demokrasi kuralları içinde yenilmeyeceğimiz anlaşılmıştır. Demokratik kurallar dışına çıkılarak yenilgimiz sağlanmıştır”.608 Komutanların müdahalesini Yunanistan modeline benzeten Ecevit: “Hareket, hükümetten daha çok, Ortanın Solu’na karşı” diyordu.
Ecevit’in bu açıklamasına karşı İnönü: bu gerekçeyi inandırıcı bulmayarak ortanın solu politikasını Ecevit yokken ilân ettiğini, Ecevit’in bu politikayı kendisine mal etmesini ve muhtıranın asıl bu politikaya verilmesini abartılı bir yorum olarak gördüğünü söylemektedir.609 Seçmen nezdinde, İnönü gibi bir lideri deviren, muhtıracılara Demirel’in gösterdiği tavrın aksine adeta kafa tutan bir Ecevit vardır.
1973 seçimleri öncesinde, CHP, en büyük rakibi olan AP’ye göre, daha dingin ve derli toplu duruyordu. AP’dekinin aksine kendisinde yaşanan ayrılıklar partiyi eski görüntüsünden arındırmış; daha da güçlendirmiştir. Bu kesimlerin ayrılığı CHP’nin halkın partisi olduğu yönündeki iddiasına inandırıcılık katmaktadır.

MİLLİ SELAMET PARTİSİ,

Kapatılan diğer parti Necmettin Erbakan’ın Milli Nizam Partisiydi;610 partinin kapatılma gerekçesi ise lâikliğe aykırı faaliyet yürütmesine dayandırılıyordu. Süleyman Arif Emre, partinin kapatılmasına ilişkin olarak şu tespitte bulunmaktadır:
İsrail’in lehinedir çünkü böyle bir Hükümetin Türkiye’de bulunması, İsrail’in, komünist Rusya’ya karşı önüne set çeken bir Seddi Çin görevini yapar ama Erbakan her konuşmasında: “Siyonizm nedir, masonlar nasıl Siyonistlerin yan kuruluşudur, nasıl… Ve diğer kuvvetler de  onların yan kuruluşudur?” hep bu konuyu işliyor. 

607 Bülent Ecevit, Ortanın Solu, İstanbul: Tekin Yayınevi, 1974 (1968), s.85.608 Milliyet, 22 Mart 1971.
609 “Ecevit Mübalâğa Etti”, Milliyet, 22 Mart 1971.
610 “Lâikliğe aykırı tutumu nedeniyle MNP kapatıldı”, Akşam, 22 Mayıs 1971.


Hoca’nın bu konuyu bilhassa ön plana almış olmasının sebebi de Demirel’in gerçek fikrî yapısını ortaya koymak ama onlar –Siyonist liderler- kızmış, gücenmişler “şayet bu propagandadan vazgeçmez iseniz partinizi kapattıracağız.” Biz de tabii, vazgeçmedik, birkaç hafta sonra parti kapatıldı, 12 Mart askeri müdahalesinden bir hafta önce, kapatma davası açıldı daha doğrusu. Evet, Siyonistler öyle söylemişti. O zaman ki Başsavcı Hikmet Gündüz, bizim tespitimize göre o da masondu, hemen bir kapatma davası açtı.611
Kimilerine göre söz konusu partinin kapatılma kararı doğru ancak kapsamı dar tutulmuştu. Laikliğe aykırı davranışlar içinde bulunan tek parti sanki MNP miydi?612 MNP’nin kapatılmasına rağmen TİP’in aksine hiçbir yöneticisi hakkında ceza davası açılmamıştır. Parti lideri Erbakan İsviçre’ye gitmiş; 1973’e gelinirken Erbakan’ın Türkiye’ye yeni bir parti kurmak üzere bizzat iki orgeneral, Muhsin Batur ve Turgut Sunalp, tarafından davet edildiği iddia edilmektedir. Hatta sırf bu lütuftan ötürü 1980 yılının tıkanan Cumhurbaşkanlığı seçiminde, kimilerince Milli Selamet Partili’lilerin Batur’a oy vermeleri de buna bağlanmaktadır. Burada hedeflenenin 1965 ve 1969 seçimlerinde AP’de toplanan mukaddesatçı oyların açıkta kalıp yeniden bu partiye dönmesini engellemek olduğu söylenmektedir. Hedeflenenin: Kurulacak yeni bir İslâmcı parti eliyle AP oylarındaki bölünmenin devamını sağlamak olduğu ifade edilmektedir.613 Süleyman Arif Emre, bu doğrultuda kendisine yöneltilen soruya şu cevabı vermiştir:
Hayır, tamamen bizi şey etmek için uydurulmuş bir propagandadır bizim siyasi rakiplerimiz tarafından. (Erbakan) İsviçre’deydi. 110 kilo, şişmanlamıştı. Millî Nizam kapandı diye kalp spazmı geçirdi. İsviçre’de şişmanlığı şey eden rehabilitasyon merkezi varmış, oraya gönderdiler. Hoca döndüğü zaman 80 kiloydu. Hatta tanımadık biz de… 614

DIĞER PARTILERIN DURUMU

1971 yılına gelindiğinde geçmişin önemli partileri olan YTP, MP büyük ölçüde varlıklarının sonuna yaklaşmışlardır. İşte bu süreçte GP bu partilerle birleşerek daha büyük bir oy tabanına seslenme gereği hissetmiştir. GP bu birleşmeyi “Milliyetçi Cephe” adıyla anmıştır. GP, Milliyetçi Cephe’nin olabilmesi için 17 Ocak 1971 tarihinde olağanüstü kongresini toplantıya çağırmıştır. GP Olağanüstü Büyük Kongresi’nin verdiği yetkiye dayanılarak ve Milliyetçi Cephe kuruluşunun gerçekleşmiş olması sebebiyle GP’nin bundan böyle “Milli Güven Partisi” (MGP) adı altında çalışmalarına devam etmesi oy birliği ile kararlaştırılmıştır.615
3-4 Mart 1973’te düzenlenen MGP kongresinde CP ile birleşme kararı alınmıştır. Birleşmeye MGP’den 16 milletvekili, 11 senatör CP’den 11 milletvekili 4 senatör, Bağımsız  Halkçılar Grubu’ndan 17 milletvekili ve 5 senatör katılmıştır.616 

611 Süleyman Arif Emre’nin 26.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 12.00–?].
612 Nadir Nadi, “Bir Parti Kapatıldı”, Cumhuriyet, 23 Mayıs 1971.
613 Soner Yalçın, Hangi Erbakan, Ankara: Başak Yayınları, 1994, ss.140–141.
614 Süleyman Arif Emre’nin 26.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 12.00–?].
615 Milliyet, 30.1.1971, s.1.
616 Cumhuriyet, 5.3.1973, s.1.

Bu kurultaydan sonra partinin ismi de Cumhuriyetçi Güven Partisi (CGP) olarak değiştirilmiştir.

1971 Muhtırası’nın önemli bir sonucu da iki partinin kapatılmasıdır.1970’de kurulan MNP bir yıldan biraz fazla yaşayabilmiş; 5 Mart 1971’de ‘lâikliğe aykırı çalışmalar yürüttüğü’ gerekçesi ile Anayasa Mahkemesi tarafından kendisine dava açılan MNP, 20 Mayıs 1971’de ‘lâik devlet MNP yöneticileri hakkında herhangi bir ceza davası açılmamıştır.617 MNP kapatılınca Erbakan İsviçre’ye gitmiş ve bir süre orada kalmıştır.
TİP ise Anayasa Mahkemesince "devletin ülkesi ve milletiyle bölünmezliği ilkesine karşıt davrandığı" gerekçesiyle temelli kapatılmıştır. Ayrıca partinin zaten tutuklu bulunan önderi Behice Boran ve yönetim kadroları Ankara 3 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi’nce komünistlik propagandası ve bölücülük yaptıkları gerekçesiyle altı yıl ile on beş yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırılmışlardır. Davanın duruşmasına 19 Ağustos 1971'de başlanmış, hükümler 26 Nisan 1973'te kesinleşmiştir.618
1970’li yıllarda iki partili sistem sona ererken, bu dönem küçük partilerin altın çağlarını yaşadıkları ve siyasetin kaderini ellerinde tuttukları bir dönem olmuştur. Toplumun hızla kamplara bölündüğü ve sokak çatışmalarının yükseldiği 70’lerin ikinci yarısında MHP daha operasyonel bir karaktere bürünmüş ve özellikle mezhep farklılıklarının yoğun yaşandığı illerde oylarını belirgin bir biçimde ve kısa sürede artırmıştır. Komünizmle mücadelede kendisini devletin yanında konumlayan Türkeş, bu dönemde gençlik teşkilatıyla sokağı kontrol altında tutmaya çalışmıştır. 1970’lerin sonlarına doğru dönemde ülkücüler sokağa inmiş ve kendilerini devletle özdeşleştirerek, komünizme karşı mücadelenin ön saflarında yer almaya başlamışlardır. Bu tutum, Milliyetçi Hareketin her geçen gün toplumcu milliyetçilikten uzaklaşmasına ve devletçi bir karaktere bürünmesine neden olmuştur. Hareket özeleştirisini ancak 1980 darbesi sonrası yapabilmiş ve daha rafine bir hüviyet kazanmıştır.

18 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEK,

..