"İHTİLALLERİ TASVİP VE TAVSİYE ETMİYORUM"
Çelebi, yurt dışında gerçekleştirilen ihtilallerden ise hiç etkilenmediklerini söyledi. İhtilallerin iyi bir şey olmadığını vurgulayan Çelebi,
"Hiçbir zaman tasvip ve tavsiye etmem, eğer rejimi demokratik bir rejim olarak kabul ediyorsanız. Hükümetler, seçimler gelir seçimle gider."
"İKTİDARI ELE GEÇİRMEK İÇİN YAPTIK İHTİLALİ"
Çelebi, 'İktidarı ele geçirmek için mi yaptınız, bu darbeyi?' sorusuna için de "Doğru bu ama o zamanın şartlarına göre doğruydu bu. Bu gün o şart olmadığına göre doğru değil."açıklamalarını yaptı.
"DP'YE KARŞI SEMPATİM VARDI, ANTİPATİM DEĞİL"
Çelebi, kendisinin de DP'ye uzun yıllar destek verdiğini de açıkladı. 1950 senesinde, anne ve babasını DP'ye oy vermek için ikna etmeye çalıştığını
dile getiren Çelebi, şunları söyledi: "DP'ye karşı bir sempatim vardı, antipatim değil. 1950 ve 1954 için de destek arayışına girdim.
Babam, 'Atatürk'ün partisinden başka partiye oy vermem.' diyordu. Annemi ise oy sandığına götürdüğümde DP'ye oy vermesi için ikna ettim."
"ÖĞRENCİ OLAYLARI HAREKETİMİZİ HAZIRLAYAN UNSURLARDANDI"
Çelebi, darbe için gerekçe gösterilen öğrenci hareketlerini de, "Hareketimize hazırlayıcı unsurlardı, onlar."diye açıkladı. Müdahale öncesinde,
öğrencilerle direk temas halinde olmadıklarını iddia eden Çelebi, "Öğrencileri biz tahrik etmiş değiliz. Kendiliğinden oluşmuş hareketlerdi onlar."
diye anlattı.
"AKADEMİSYENLERİN GÖREVLERİNDEN ALINMASI DOĞRU DEĞİLDİ"
Çelebi, üniversitelerden atılan 147 subayın uzaklaştırmasını "İyi bir şey olmadı, bir kere." şeklinde değerlendirdi. Görevine son verilen
profesörlerin arasında tanığı ve yakınlarının da olduğunu anlatan Çelebi, "Ben, üniversiten bu öğretim görevlilerinin alınmasına oyumu vermedim.
Haksızlık vardı, orada. Önemli akademisyenlerin görevlerine son verildi. Az bir sayı değildi bu. Akademisyen lerin neden çıkarıldığını 14' lere
sormalısınız." dedi.
"SUBAYLARIN EMEKLİLİĞİ GELMİŞTİ, ONDAN AYIRDIK"
Çelebi, TSK'dan yaklaşık 5 bin üzerinde subayı tasfiye etmelerini için "Subayların emeklilikleri gelmişti. Ondan ayırdık."diye açıkladı. Talimnamede
"Arzu eden" ifadelerini kullandıklarını ve bunun üzerine emekliliklerin başladığını savunan Çelebi, "Ben de emekli oldum, yarbayken.
Emekli subaylara ayrıca ev de yaptık. "bilgisini verdi.
"YÜKSEK KURUMLARI DEMOKRASİNİN BEKASI İÇİN KURDUK"
27 Mayıs'ın ardından kurulan MGK, MGK Genel Sekreterliği, Anayasa Mahkemesi, Senato gibi kurumların da neden oluşturulduğu hakkında
açıklama yapan Çelebi, bu kurumları, demokrasinin bir daha ihlal edilmemesi için kurduklarını savundu.
Çelebi, "MGK, silahlı kuvvetler ve hükümetin bir araya gelip istişaresini sağlamak amacıyla kurduk. Anayasa Mahkemesi'ni, kanun çıkarıldığında
yasanın uygunluğu yüksek mahkemeye sorulsun, diye kuruldu. Bunlar dikta rejimi kurulsun diye değil. Demokratik rejim devam etsin diye kuruldu.
" şeklinde konuştu.
DARBEYE ZEMİN HAZIRLAYAN UNSURLAR
Darbenin neden gerçekleştirdikleri konusunda da bilgi veren Çelebi, harekata zemin hazırlayan unsurları ise şöyle sıraladı: "
Kore'ye birlik gönderilmesi bir savaştır. Savaş kararını hükümet verir, hükmü ise TBMM tarafından onaylanır. TBMM'ye sorulmadan Kore'ye birlik
gönderildi. Bazı şehirlerin politik olarak ilçeye çevrilmesi. Mesela, Kırşehir'i ilçe yaptılar. Neden? Çünkü, DP kazanmadı da ondan. Memurlar,
lüzum üzerine emekli yapıldı. Vatan cepheleri kuruldu. Üniversitelerdeki hadiseler, polisin tutumu, meclis tahkikat kurulunun kurulmasıdır.
Bunlar ihtilalı hazırlayıcı unsurlardır. "
"İHTİLALİ İÇ HİZMETLER KANUNU'NA DAYANARAK YAPTIK"
Çelebi, Darbeyi TSK' nın İç Hizmetler kanunun 35. Maddesine dayanarak gerçekleştirdik
14 LERLE İLĞİLİ DİĞER BİR DEĞERLENDİRME..,
Sürgün edilmeseydik, Yassıada havaya uçacaktı
Ahmet Er, 27 Mayıs’ı yapan Milli Birlik Komitesi’nin yaşayan üyelerinden. Türkeş’in grubu olarak bilinen 14’lerden Er, Menderes’in idamını sürgünde
radyodan dinlediğini söylüyor ve ekliyor: “Haberi duyunca eşimle saatlerce ağladık.”O gece İstanbul Üniversitesi, ağırladığı konuklarla askerî
birlikten farksızdı. Bahçedeki askerî cipler arka arkaya sıralanmış, şoförler ve muhafızlar ise ‘hazır ol’ vaziyetini almıştı. Hemen yirmi metre ilerde
üst rütbeli subaylar, ‘beklenen gün’ için son kez toplanmıştı. Herkes heyecanlı ve kararlı bir şekilde Kurmay Binbaşı Ahmet Yıldız’ı dinliyordu.
İhtilale saatler kalmıştı. Bir hata her şeyi altüst edebilirdi. Bu yüzden binbaşı, önce dikkat edilecek hususları anlattı tek tek. Ardından ele geçirilecek
kritik nokta ve askerî birlikleri.
İstanbul Radyoevi’ni ele geçirme görevi Yüzbaşı Ahmet Er’e düşmüştü. Saatler ilerledikçe heyecan da artmıştı. Gece yarısından sonra harekât
başladı. Ahmet Er, yanındaki birliklerle Harbiye’deki radyoevine geldi. Kapıdaki nöbetçilere “Artık güvenlikten biz sorumluyuz. Yerlerinize marş
marş” diye emir verdi. İçeri girip nöbetçi binbaşıyı buldu, durumu izah etti. Radyoevi başta olmak üzere İstanbul’daki bütün kritik noktalar ele
geçirilmişti. Artık Ankara’dan haber bekleniyordu. Ancak başkentten ses seda çıkmıyordu. İstanbul grubu endişelenmeye başlamıştı. Kısa süre
sonra beklenen mesaj ihtilalin kudretli albayı Alparslan Türkeş’ten gelmişti: “Dikkat… Dikkat… Demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son
müessif hadiseler dolayısıyla kardeş kavgasına meydan vermemek üzere Türk Silahlı Kuvvetleri memleketin idaresini eline almıştır.”
Türkiye, 27 Mayıs sabahına askerî bir darbe ile uyanmıştı. On yıllık Demokrat Parti iktidarı sona ermiş, emekleme dönemindeki demokrasi tekrar
rafa kaldırılmıştı. İhtilal, ülkedeki kardeş kavgasını önlemek için yapılmıştı; ancak asıl kavga darbeyi yapan 38 kişilik Milli Birlik Komitesi’nde
yaşanıyordu. Daha ilk günlerde komite içinde ihtilaflar çıkmaya başlamıştı. Tutuklanan DP’lilerin durumu, nasıl yargılanacakları, CHP’li vekillerin
subaylarla birlikte hareket etmesi, anayasayı hazırlayacak olan kurul üyeleri, seçimlerin ne zaman yapılacağı gibi konular komiteyi de ikiye
bölmüştü. Milliyetçi subaylar, Alpaslan Türkeş’in liderliğindeki grupta, diğerleri ise Cemal Madanoğlu grubunda toplanmıştı. Aslında ihtilalciler
arasındaki fikir ayrılıkları darbeden önce de vardı. Ancak ayrılık ve bölünmeler, darbeden sonra netleşti. Her iki grup da ayrı ayrı toplantılar
yapıyor, birbirleri için tasfiye planları hazırlıyordu. Bu iç çatışmanın galibi Madanoğlu grubu oldu. Darbeden 5,5 ay sonra Türkeş grubu MBK’dan
tasfiye edilerek sürgüne gönderildi. Türkeş ile birlikte 13 kişi farklı ülkelerin Türkiye büyükelçiliklerine tayin edildi.
YASSIADA’YA KARŞI SİVRİADA MAHKEMESİ’Nİ KURACAKTIK
Yüzbaşı Ahmet Er, Türkeş’in grubunda yer alan isimlerden biri. Milliyetçi bir subaydı. Çankırı Atış Okulu’nda iken Türkeş onun savunma hocasıydı.
1951 yılında tanıştığı Türkeş ile uzun yıllar yol arkadaşlığı yaptı. Sadece darbede aynı grupta yer almadı, siyasi hayatta da Türkeş’in sağ kolu oldu
hep.
-Neden tasfiye edildiniz?
MBK üyeleri arasındaki ayrılıklar her geçen gün daha da belirginleşmişti. Madanoğlu grubu hemen seçime gidip iktidarı İsmet İnönü’ye vermek
istiyordu. Biz buna karşı çıkıyorduk. Hükümet üyelerini İsviçre’de ikamete mecbur kılıp seçim şartları hazırlandıktan sonra ülkeye dönmelerine ve
siyasete katılmalarına izin vermeyi düşünüyorduk. Sadece DP’lilerin değil CHP’lilerin de yargılanmasını istiyorduk.
Biz Menderes’in asılmasına karşıydık. Bütün hapishaneleri açacaktık. Onlar Yassıada Mahkemesi’nde ısrar ederlerse biz de Sivriada Mahkemesi’ni
açacaktık. İsmet İnönü’yü de burada yargılayacaktık. Aslında komite içinde herkes farklı düşünüyordu.
Ümit Özdağ’ın ifadesiyle bir değil 38 tane
27 Mayıs vardı. Bizim grup Eylül ayına kadar komiteye hâkimdi. Çünkü Türkeş’in Cemal Gürsel ile arası iyiydi. Ancak Madanoğlu ve Sami Küçük
daha sonra Gürsel’i yanına çekti. Dengeler değişince tasfiye edilen biz olduk.
İNÖNÜ İHTİLALCİ SUBAYLARA SENATÖRLÜK TEKLİFİNDE BULUNDU
-Dengeler nasıl değişti?
Madanoğlu, Gürsel’e “Mısır’da albay Nasır nasıl general Necib’i devirmişse Türkeş de sizi devirecek” demiş ve onu inandırmıştı. Tabii bir de MBK
içinde İnönü’den emir alan subaylar vardı. Hatta CHP’li bu komite üyelerinin zaman zaman toplanıp yönetimin CHP’ye devri konusunda
müzakereler yaptığına dair haberler alıyorduk. Bu toplantılardan biri Prof. Dr. Afet İnan’ın evinde oldu. O toplantıda İnönü ihtilalci subaylara
senatörlük teklifinde bulunmuş ve bu teklifi kabul edilmişti.
-Peki, siz karşı grubu tasfiye etmeyi düşündünüz mü hiç?
İhtilalin yapıldığı ilk günden itibaren bunu düşündük. Kuvveti elinde bulundurduğumuz dönem içinde harekete geçseydik karşı grubu tasfiye
edebilirdik. Ancak biz başarılı olsaydık Yassıada’yı havaya uçuracaklardı. Adadaki binaların altına tahrip kalıpları yerleştirmişler.
Biz onları tasfiye etseydik o tahrip kalıplarını patlatacaklardı. Yassıada’nın güvenliğinden sorumlu Yüzbaşı Remzi Oral anlatmıştı bana.
CEMAL GÜRSEL: MBK’YI FESHETTİM
13 Kasım 1960 gecesi Ahmet Er’in evinde üst rütbeli subaylar toplantı hâlindeydi. Milliyetçi subaylar, karşı grubun nasıl tasfiye edileceğini
konuşurken kapı çalmıştı. Gelenler polisti ve Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’den önemli bir mektup getirmişlerdi: “MBK’yı feshettim.
Şahsi emniyetiniz ve milli menfaatiniz bakımından evlerinizden çıkmamanızı rica ederim.” Bu satırlarla başlayan mektup 14’lerin tutuklanma
emriydi aslında. Mektubun geldiği saatlerde evin etrafı da sarılmıştı. Kadere bakın ki Türkeş grubu Ahmet Er’in evinde diğer ihtilalci grubu
nasıl tasfiye edeceklerini konuşurken aynı saatlerde karşı darbeye maruz kalmışlardı. Zaten Türkeş’in bir ay önce Başbakanlık müşavirliğinden
istifa etmesiyle bu grup iyice zayıflamıştı. Komite, o gece Türkeş’in grubunda bulunan 13 subayı tutuklamıştı. Komitenin bazı üyeleri,
14’leri Bolu’da kurşuna dizerek cesetlerini meçhul bir yere gömmek istemişti. Gürsel bunu engelledi.
Bu tartışmalar sonucunda 14’lerin yurtdışına
sürgüne gönderilmesi kararı alındı. Türkeş ve grubu 5 gün Mürted Askerî Havaalanı’nda tutuklu kaldı. 19 Kasım’da Türkeş Hindistan’a,
Ahmet Er Libya’ya, Orhan Kabibay Belçika’ya, Orhan Erkanlı Meksika’ya, Numan Esin İspanya’ya, Münir Köseoğlu İsveç’e, Mustafa Kaplan
Portekiz’e, Muzaffer Karan Norveç’e, Şefik Soyuyüce Finlandiya’ya, Fazıl Akkoyunlu Afganistan’a, Rıfat Baykal İsrail’e, Dündar Taşer Fas’a,
İrfan Solmazer Hollanda’ya ve Muzaffer Özdağ ise Japonya’ya gönderildi. 14’ler Türk elçiliklerinde iki yıl kalacaktı.
GÜRSEL: ‘ELİMDEN İNÖNÜ BİLE KURTULAMAYACAK’
14’lerin her birini farklı bir ülkeye sürgüne gönderen komite böylece onları birbirinden koparmak istemişti. Ancak durum hiç de düşünüldüğü gibi
olmadı. 14’ler Türkiye’deki gelişmeleri yakından takip ediyor, mektuplarla haberleşiyordu. Numan Esin ve Orhan Kabibay, komitenin attığı her
adımı diğer arkadaşlarına aktarıyordu. Türkeş ise gönderdiği mektuplarda nasıl hareket etmeleri gerektiğini anlatıyor ve komiteyi ‘ne idüğü
belirsiz Yeniçeri bozuntuları’, ‘zorba’ ve ‘soysuz’ olmakla suçluyordu. Bu haberleşmelerden sonra 18 Temmuz 1968’de Brüksel’de toplanmaya
karar vermişlerdi. Bu toplantıdan önce Orhan Erkanlı ve Rıfat Baykal Türkiye’ye gidip Cemal Gürsel ile görüşmüştü.
-Gürsel ile görüşmesi için neden iki arkadaşınızı gönderdiniz?
Türkiye’deki gelişmeleri öğrenmek için göndermiştik onları. Bu arada Cemal Gürsel ile de görüşmüşlerdi. Gürsel kendilerine ‘Erken gelin,
ihtilalde beraber olalım.’ teklifinde bulunmuş ve şunu eklemiş: ‘Bu sefer elimden İsmet İnönü de kurtulamayacak.’
TÜRKEŞ, TALAT AYDEMİR’LE İHTİLAL
YAPMAKTAN SON ANDA VAZGEÇTİ
-Bu teklifi değerlendirdiniz mi Brüksel toplantısında?
Bunu tartıştık; ancak toplantıda liderlik tartışması vardı. Kabibay ve Türkeş arasında. Ciddi tartışmalar yaşandı. En sonunda 8 ve 6 kişilik iki
gruba ayrıldık.
13 Kasım 1960’ta 14’ler olarak sürgüne giden milliyetçi subaylar ikiye bölünerek yurda dönmüştü. İlk duydukları haber ise ordu içinde ihtilal
faaliyetlerinin yeniden alevlendiği. Talat Aydemir grubunu onlar da duymuştu. Albay Aydemir 22 Şubat 1962’de yapılan atama ve tutuklamalara
karşı, askerî öğrencilerin de desteğini alarak direniş hareketini örgütlemişti. Bu direniş hükümetle uzlaşma ile sonlandırılmış ve Aydemir emekli
edilmişti. 10 Mayıs 1962’de çıkarılan özel af yasasıyla serbest bırakılmıştı. 14’ler sürgüne gönderilince ordu içindeki sempatizanları Aydemir’in
etrafında toplanmıştı. Aydemir, ikinci bir ihtilal peşindeydi ve sürgündeki subayların döndüğünü duyunca Türkeş’e görüşmek istediğini bildirmişti.
-Talat Aydemir, Türkeş ile neden görüşmek istedi?
Türkeş bir gün Atatürk Orman Çiftliği’nde bizleri topladı. Ben, Baykal, Özdağ, Kaplan ve Türkeş. Numan Esin gelememişti. Talat Aydemir’in
kendisiyle görüşmek istediğini söyledi. Bizimle de istişare ediyordu. Ben ve Kaplan, görüşmesi taraftarı değildik. Baykal ve Özdağ ise görüşme
taraftarı. Aradan bir müddet geçti ve Türkeş’in 10 Nisan 1963 günü Dikmen sırtlarında Aydemir ile görüştüğünü öğrendik.
-Neyi görüştüler orda?
Aydemir ile Türkeş, yanlarındakilerden uzaklaşarak baş başa görüşmüşler. Aydemir, ihtilal teklifinde bulunmuş; ancak anlaşamamışlar.
Zannediyorum liderlik konusunda anlaşamadılar.
Bu görüşmeden sonra Talat Aydemir, 21 Mayıs 1963’te Anayasa’da öngörülen reformların gerçekleştirilmediği gerekçesiyle ikinci darbe girişiminde
bulunmuş ve başarılı olamamıştı. Yanındaki subaylarla birlikte tutuklanarak cezaevine konulmuştu. Kısa bir süre sonra Aydemir ile ilişkisi
olduğu gerekçesi ile Türkeş, Özdağ ve Baykal da tutuklanmıştı. Yapılan mahkemeden sonra Aydemir, Binbaşı Fethi Gürcan ile birlikte idama
mahkûm edilmişti. Türkeş ve grubu ise beraat etmişti. Bu olaylardan sonra Türkeş grubu kendisine yeni bir yol haritası çizdi. Artık hedefte siyasi
bir parti vardı.
TÜRKÇÜLÜK HAYATINA İSLAM’I GETİRDİM
Ahmet Er, 1951 yılında bitirdiği Kara Harp Okulu’ndan sonra Çankırı’daki atış okulunda Türkeş ile tanışır. Türkeş, onun savunma hocasıdır.
Aynı görüşte olduğunu görünce hocası ile arasını iyi tutar. Bir süre sonra dostluk başlar. Milliyetçi subaylar zaman zaman Türkeş’in evinde buluşur.
Burada siyaset ve milliyetçilik konuları konuşulur. Ahmet Er, Çankırı’daki eğitimini tamamlayınca Hadımköy 16. Piyade Alayı’na tayini çıkar.
İstanbul’da da milliyetçi subaylarla tanışır. Bir süre sonra ilginç bir gerçeği görür: “Fark ettim ki bu Türkçü hareketin içinde İslam yok.
Fikir bakımından Türkçülük çok ağır basıyordu. ‘Arabın dini’ ifadelerini kullanıyorlardı. Türkeş de Türkçüydü. İslami kelime onun da ağzından
çıkmıyordu. Türkiye’de Türkçülük hayatına İslam’ı sokan şu fakir kardeşinizdir.”
İstanbul’a gelir; ama Türkeş ile diyalogunu hiçbir zaman koparmaz Ahmet Er. Mektuplaşır, zaman zaman da yüz yüze görüşür.
1952 yılında Numan Esin ve Rıfkı Erdoğdu ile ‘Tanrı Dağı Yayınevi’ni kurar. 1953’te Jandarma Subay Okulu’na gider.
Bir yıl sonra Hozat’a tayini çıkar. Bu tarihlerden sonra sırayla Diyarbakır (Çermik) ve İstanbul’daki (Balmumcu-Fatih) çeşitli birliklerde görev alır.
1955 yılından sonra asker içindeki ihtilal dedikoduları milliyetçi subayları da etkiler. Askerî liseden beri tanıştığı Numan Esin ve Muzaffer Özdağ ile
birlikte hareket eder. İlk temasları Piyade Atış Okulu’ndan hocaları Alpaslan Türkeş’tir.
İHTİLALİ İHBAR ETMEKTEN VAZGEÇTİK
-İhtilal komitesine nasıl girdiniz?
Biz askerî liseden ihtilale kadar Türkiye’nin siyasetinde rol almayı düşünüyorduk. Türk Silahlı Kuvvetleri içinde ayrı ayrı ihtilal grupları teşekkül
etmişti. 1960 yılında ihtilal hazırlıkları süratlendi. Gençlik arasındaki şiddet olayları tahrik ve teşvik görürken iktidar bunları önlemekte zorluk
çekiyordu. Böyle bir ortamda Numan Esin, örgüt üyeleri ile temasa geçti. Türkeş de örgütün içindeydi. Biz de katıldık.
Ayrı bir grup kurduk örgüt içinde.
-Diğer grubun amacı neydi?
Örgüt içinde bazı subaylar DP iktidarını alaşağı edip İsmet Paşa’yı yönetime getirmek istiyordu. Buna asla rıza gösteremezdik.
-Engellemeyi düşündünüz mü?
Uzun uzun düşündük. Mecidiyeköy dutluklarında Özdağ, Esin ve ben toplandık.
-Nasıl bir karar çıktı toplantıdan?
3 ihtimal üzerinde durduk. İhtilali ihbar etmek, örgütten çekilmek ve ihtilale katılmak. İhtilali ihbar etmeyi kendimize yakıştıramadık.
Zaten o saatten sonra iktidarın bunu önlemesi mümkün değildi. İhtilalden çekilseydik CHP lehine dönerdi. Bu nedenlerden dolayı katılmaya
karar verdik. Biz Halk Partisi’nin tasallutunu önlemek için ihtilale girdik. Halk Partililer bizzat orduyu tahrik ediyordu.
İDAMI DUYUNCA SAATLERCE AĞLADIK
Komite henüz darbe yapmamıştı; ama fikir ayrılıkları gün yüzüne çıkmıştı. Bu ayrılıklar ihtilalden sonra bölünmelere neden olmuştu.
14’ler olarak bilinen Türkeş grubu tasfiye edilmiş, her biri ayrı bir ülkeye gönderilmişti. Sürgün hayatı devam ederken Yassıada’da DP’liler
yargılanıyordu. Mahkeme sona ermiş; Menderes, Polatkan ve Zorlu hakkında idam kararı çıkmıştı. Türkeş, Yeni Delhi’den Cemal Gürsel’e bir
mektup göndermiş ve 14’lerin bu karara karşı olduğu mesajını vermişti.
-Menderes’in idamıyla ne hissettiniz?
17 Eylül günü radyodan öğrendim. Hacı teyzenle ikimiz de saatlerce ağlamıştık. Menderes değil İnönü idam edilmeliydi. Bu zulmün geleceğe
husumet tohumları taşıyacağını söylemiştim.
-İdamları engellemeye çalıştınız mı?
Biz zaten idamlara karşıydık. Değil ordunun genç subayları, dünyanın bütün orduları idamlardan yana olsa bile biz gene de idamlara karşıyız diye
mesaj veriyorduk komiteye.
CHP ORDUYU TAHRİK ETTİ
Ahmet Er, yurda döndükten sonra Türkeş ile birlikte siyasete atıldı. 31 Mart 1965’te Alpaslan Türkeş’le birlikte CKMP’ye geçti.
CKMP’nin 1969 Şubatında Adana’daki kongresinde MHP’ye dönüşümüyle birlikte, bu partinin 12 Eylül darbesine kadar genel başkan yardımcılığını
yürüttü. 7 Temmuz 1992’de MÇP’den ayrılan Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının kurdukları Büyük Birlik Partisi’ne geçti. Uzun bir dönem bu
partinin genel başkan yardımcılığı görevini sürdürdü. Daha sonra doğduğu köye yerleşen eski MBK üyesi, 1997 ve 1999 yıllarında üç kez beyin
kanaması geçirdi. Vücudunun sol tarafı felçli olan Er’in kalbine pil bağlandı. Bugün köyünde mütevazı bir hayat yaşıyor.
Er, 27 Mayıs ihtilalinin yaşanmasında CHP’nin önemli bir rolü olduğunu düşünüyor. CHP’li vekillerin halkı kışkırtarak cuntacı askerlere rapor
hazırladığını vurguluyor. Bazı MBK üyelerinin kandırıldığını dile getiren Er, İhtilali asıl yapanların CHP ve üniversiteler olduğunu savunuyor.
Buna örnek olarak şu anekdotu anlatıyor: “İhtilal öncesi bir gün Orhan Erkanlı’yı ziyarete gittim. Odasında iki sivil vardı. Erkanlı, benim yabancı
olmadığımı, sivil iki kişinin konuşmalarına devam etmelerini istedi. Sivillerden biri şöyle dedi: “Binbaşım, Saraçhane’de iki grubu birbiriyle çatıştırdık,
kavga bütün şiddetiyle devam ediyor. Başka bir emriniz var mı?” Erkanlı, teşekkür ederek devam etmelerini söyledi. O iki sivil ayrıldıktan sonra kim
olduklarını sordum. Erkanlı, CHP’li iki vekil olduklarını söyledi.”
TÜRKEŞ’İN SIRLARINI YAZIYOR
Ahmet Er gerek asker olduğu dönemde gerekse siyasi hayatında hep Türkeş’in yanında durdu. Türkeş’in bütün sırlarını bilen nadir isimlerden biri.
Şimdi o sırları yazıyor ve yakında kitaplaştıracak bunları. O yüzden bu konuda bize bilgi vermekten kaçınıyor. Türkeş’in Türkçülük fikriyatına
İslam’ı eklemesin de payının olduğunu söylüyor. Eski liderinin çok hırslı olduğunu belirterek onun için şu tanımlamayı yapıyor:
“Bazı şahsiyetler zamanında büyüktür, sonradan küçülür. Bazıları da zamanında küçüktür, sonradan büyür. Türkeş birincisi.” Ona göre Türkeş,
Amerikan yanlısıydı. İhtilalden önce Türkeş’i ölümden kurtardıklarını söylüyor: “Türkeş’i ya vuracaklardı ya da tasfiye edeceklerdi.
Türkeş’in vurulmasını biz engelledik. Türkeş’in orduda tek bir samimi dostu yoktu. Onu orduda da siyasette de sivrilten biziz.”
Ahmet Er, Türkiye’de darbe geleneğini başlatan isimlerden biri. Müdahaleler sadece iktidarları değiştirmedi. Aynı zamanda Türkiye’yi her açıdan
geriye götürdü. Arkasında toplumsal acı ve ızdırapları bırakarak. Ahmet Er, kışladan dışarı çıktı; ancak şimdi çıkmak isteyenlere şu mesajı veriyor:
“Biz onu denedik. Yaraları daha da büyüttük. Siz kışlanızda durun.”
AHMET ER KİMDİR?
Ahmet Er, ömrünün yarım asrını Türkeş’in yanında geçirmiş bir isim. 1927’de Akhisar’ın Sünnetçiler köyünde doğar.
İlkokulu köyde, ortaokulu ise Akhisar’da bitirir. Er ailesi Horasan’dan gelme. Soy kütükleri Şeyh Ahmet Yesevi’ye ve Imam-ı Rıza’ya dayanıyor.
Baba, köyde 16 yıl boyunca muhtarlık yapar. 6 kardeş arasında Ahmet Er, askerî okula gitmek ister. Ancak baba izin vermez, tarlada kendilerine
yardım etmesi gerektiğini söyler. Devreye anne girer ve Ahmet’in eğitimine devam etmesi için baba ikna edilir.
Ahmet Er’in örgüt ve disiplin konusundaki hassasiyeti daha 1940’lı yıllarda ortaokul öğrencisi iken başlar.
Köyde, gençleri kötü alışkanlıklardan uzak tutmak, milli ve manevi değerlerin öğretilmesi için ‘Gençler Birliği’ isminde bir dernek kurar.
Gençlerin, sigara ve alkol içmesini, düğünlerde kadınların kendi aralarında yaptıkları eğlenceleri izlemesini yasaklar. Her cumartesi törenle
bayrak çekilmesi, pazar günleri ise indirilmesi için yapılan törene herkesin gelmesini şart koşar. Henüz 13 yaşında olmasına rağmen tiyatro
eseri yazar. Gaziler ve Şehitler isimli eseri köyde sahneler.
Ortaokuldan sonra bir yıl ara verir. Yakın illerde lise olmadığı için Edirne’deki liseye kaydolur. Oradan Bursa Işıklar Askerî Lisesi’ne kaydını alır.
Burada Numan Esin ile tanışır. Er, Esin ile yıllarca süren arkadaşlığının lisedeki sürecini şöyle anlatıyor: “Numan’la aynı görüşleri paylaşıyorduk.
O da köylüydü. Siyasi meseleleri kendi aramızda tartışıyorduk. Türkiye’nin kültür istilasına uğradığını düşünüyorduk. Köylünün istismar edildiğini
söylüyorduk. Aynı görüşü paylaşan arkadaşları aradık, bulduk. Milliyetçi bir dergi çıkarmak için aldığımız aylığın bir kısmını bir fonda topladık.”
Esin ile başlayan arkadaşlığı Kara Harp Okulu’nda da devam etti. Burada sayıları artmıştı. Milliyetçi subay adaylarının sayısı 50’yi bulmuştu.
O dönemde Nihal Atsız ve İsmet Tümtürk’ün çıkardığı dergileri okurlardı. Hatta dergi maddi sıkıntılara girince ilk yardıma koşan Kara Harp
Okulu’ndaki öğrenciler olmuştu. Numan Esin ve Ahmet Er, milliyetçi öğrencilerden topladıkları parayı Nihal Atsız’a göndermiş ve derginin yayın
hayatına devam etmesini sağlamıştı.
MENDERES’İ TESKİN ETMESİ İÇİN HAKARETLE ADAM GÖNDERDİK
27 Mayıs ihtilalinden sonra komite içindeki Türkeş grubu, Yassıada’da bulunan Menderes’le irtibata geçmek istiyordu. Kendilerinin idama karşı
olduğu mesajını vermek ve bu konuda Menderes’i teskin etmek için bir şahsın Yassıada’ya gönderilmesi kararlaştırıldı. Ancak bu nasıl olacaktı?
Uzun bir müzakereden sonra ilginç bir senaryo bulunur: “MBK üyelerine hakaret etme davası Yassıada’da görülür diye bir karar aldık.
Vecihi Öğütçüoğlu’nu seçtik Yassıada’ya gitmesi için. Bize hakaret et dedik. Bir de muhbir tuttuk. Vecihi bize hakaret ederken muhbir bunu ihbar
etti. Vecihi tutuklandı ve Yassıada’ya gönderildi. Tabii biz o süreçte tasfiye edildik. Menderes bunu duyunca “Asıl ihtilal şimdi oldu” demiş
Vecihi’ye.
BAYKAL, ER İLE GÖRÜŞTÜKTEN SONRA CHP’NİN SLOGANINI DEĞİŞTİRDİ
Ahmet Er, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra Deniz Baykal ve arkadaşları ile aynı cezaevinde kaldı. Bir gün Baykal kendisini çağırdı ve CHP’lilerin
27 Mayıs ile ilgili sorularına cevap verdi. Sonrasını Er şöyle anlatıyor: “Bütün sorularına yanıt verdikten sonra Türklerin Anadolu’ya nasıl
geldiğini anlattım. Siyasetçilerin halkı tanımadığını söyledim. Baykal, ayağa kalktı ve bana iştirak ettiğini söyledi.
Baykal bu görüşmeden sonra partisine ‘Önce İnsan’ sözünü ve Şeyh Edebali’nin sözlerini slogan olarak seçti.”
http://www.aksiyon.com.tr/dosyalar/surgun-edilmeseydik-yassiada-havaya-ucacakti_523764
..