6-7 Eylül olayları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
6-7 Eylül olayları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Mart 2021 Perşembe

Türk Toplumsal Belleğinde 6-7 Eylül Olayları BÖLÜM 4

Türk Toplumsal Belleğinde 6-7 Eylül Olayları BÖLÜM 4


Toplumsal Bellek, 6-7 Eylül Olayları, Duygu Onay Çöker, Güz Sancısı,yüzleşme, Cumhuriyet Gazetesi, Kızıl Maske Düştü,İstanbul Ekspres Gazetesi,
Hürriyet Gazetesi,

     6-7 Eylül olayları da yazar tarafından bu çerçevede ele alınmaktadır. 
Türkiye’nin sancısını ifade eden bu film yazara göre tarihi normalleşmenin işaretidir. Yazısının üçüncü ve son bölümünde ise, Uluengin’e göre Türklerin tarihleri ile hesaplaşma, barışma, normalleşme işleminde ellerini çabuk tutması gerekmektedir: 




Atik olalım ki eski yanlışı tekrarlamayalım... Güz Sancısı filmiyle kara sayfası az biraz aralanan 6-7 Eylül 1955 dehşetine ek olarak bütün bir resmi tarihin sancılarını da sorgulamaya başlayalım ki bu sorgulamayla birlikte ulus devletimizi artık son sürat normalleştirelim. 29 
Soner Yalçın da “Vizyondaki bir film nedeniyle yakın tarihimizin karanlık ve utanç verici olayını anımsadık: 6-7 Eylül 1955. Olayın vahametini bilmeyenimiz yok. Nasıl olduğunu da biliyoruz.”30 ifadesi ile olaylara bakış açısını ortaya koymaktadır. Hürriyet Gazetesinin üç yazarı da olaylara aynı çerçeveden yaklaşmakta ve dönem filmlerinin tarihle yüzleşme açısından öneminin altını çizmektedirler. 
Ertuğrul Özkök de Tomris Giritlioğlu’nun Güz Sancısı filmi için aynı düşünceleri paylaşmaktadır: 
... film çok Çarpıcı bir sahne ile başlıyor. Ellerinde kırmızı boya kutuları taşıyan bir çapulu güruhu, gece yarısı bazı evlerin kapılarına haç işareti koyuyor. ... Meğer bizim sicilimiz de o kadar temiz değilmiş, bizim mazimizde de bu pespayelik varmış.... İnşallah 20-30 yıl sonra bugünlere ait benzer bir filmi yapmak zorunda kalmayız. Allah Türkiye’yi bu rezillikten korusun.31 


Yazar ayrıca 6-7 Eylül alçaklığının Türk Halkının tamamına yüklenemeyeceğini, bir avuç çapulcunun koskoca bir toplumun alın yazısına damga vurabildiğini, onların rezilliğinin koskoca bir toplumun alnına kara leke gibi yapıştığını ifade etmektedir. 
Ayşe Arman, köşesinde Güz Sancısı filmini izledikten sonra Apoyevmatini Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mihail Vasiliadis ile röportaj yapmıştır. Vasiliadis, Arman’ın “Film sayesinde Türklerin tarihleriyle yüzleştikleri sonucunu çıkartabilir, kendilerini eleştiriyorlar diyebilir miyiz?” şeklindeki sorusuna, böyle bir filmin yapılmasının aslında çok iyi olduğunu ancak eleştiri yapanın Türk halkı değil, sadece yönetme nin kendisi olduğu yanıtını vermektedir.32 
Filmin Yunanistan’da da gösterileceğini belirten başka bir haberde, oyunculardan Beren Saat’in “Güz Sancısı Türkiye’nin tarihiyle yüzleştiği bir film” dediği vurgulanmaktadır. 33 
Beren Saat bir başka röportajında da olayların bir gün tarih müfredatına gireceğini ve yapılan hataların kabullenileceğini belirtmektedir: 

“...evet, hata yaptık denilecek. Bundan sonraki nesiller de bu olaylarla, hatalarımızla yüzleşip, öğrenecek”34. 

Hürriyet gazetesinin filme ilişkin haber metinlerinin sansasyona dayalı olduğu gözlenmektedir. Köşe yazarları ise olayları “kara leke” olarak adlandırmakta ve filmin olası bir yüzleşme için gerekliliğine dikkat çekmektedirler. Gazetenin yazarlarından özellikle Hadi Uluengin’in üç ayrı bölüm halinde kaleme aldığı yazısında muzaffer ideolojinin yıkılmaması için sorgulanmaması kuralının artık bırakılması gerekliliğini vurgulamaktadır. Yazar gayrı resmi tarihin kitaplar ve filmler sayesinde öğrenilmesinin gerekliliğini dile getirmektedir. 

Radikal Gazetesi 

Radikal gazetesinde filme ilişkin toplam 13 haber yayımlandığı gözlemlenmiş ve bunlar analiz edilmiştir. İlk haber film için düzenlenen basın toplantısına ilişkindir. Filmin hazırlık aşamasını konu eden bu haber, yönetmene sorulan “Tomris Hanım, 6-7 Eylül’de ne olmuştu?” sorusuna vurgu yapmakta ve manşete taşımaktadır.35 
Radikal gazetesi genç neslin olaylar konusundaki bilgisizliğine dikkat çekerek, Hürriyet gazetesinin aksine, olaylara ve filme bambaşka bir noktadan baktığını ortaya koymaktadır. Filmin gerekliliği ve olayların bilinmesinin ve hatırlanmasının önemi, haberin alt metni olarak okunabilmektedir. 

Aynı haberde gazete film için; “Kentin altını üstüne getiren, Beyoğlu çevresindeki azınlıklara ait dükkanların yağmalandığı .... milliyetçi saldırıları anlatan...” ifadelerini kullanmaktadır. 

Bir başka haberde, 6-7 Eylül olayları “Türk siyasi tarihinin en yüz kızartıcı sayfalarından” ifadesi ile yer almaktadır. 

Filmin aşk teması etrafında kurgulandığının belirtildiği haberde, Türk aydınının seyirci kalışı da eleştirel bir dille ortaya konmaktadır. Bu haberde film “bir özür filmi” olarak nitelendirilmektedir. “Atatürk’ün Selanik’teki evinin bombalandığı haberi ile galeyana gelen insanlık müsveddesi toplulukların neden olduğu 6-7 Eylül olaylarında .... yağmalandı.” ifadeleri kullanılmaktadır. 
Görüldüğü gibi her açıdan oldukça eleştirel olan ve filmi bir özür filmi olarak niteleyen bir bakış açısı sergilenmektedir.36 
Bir başka haberde de 6-7 Eylül olaylarının bu ülkenin hesaplaşmaktan korktuğu konulardan biri olduğu, Giritlioğlu’nun bu konuyu gündeme getirmesinin önemi anlatılmaktadır.37 
Devletin değil ama toplumun kendi tarihsel ve sosyal sorunlarının üstüne gittiği, tüm farklılıklarına rağmen birlikte yaşamanın yollarını aradığı, toplumun artık seyirci kalmak istemediği belirtilmektedir. Filmin de bu değişim sancısına eklenmiş önemli bir katkı olduğunun altı çizilmektedir. 

Radikal’de ayrıca Varlık Vergisinde olduğu gibi 6-7 Eylül olaylarının da devletin hesaplayıp kitaplayıp yürürlüğe koyduğu toplumsal ve ekonomik dönüşüm politikası olduğunun altı çizilmektedir.38 
Ancak filme bir eleştiri getirilerek bu durumun filme yansıtılmadığı belirtilmektedir. Başka bir haberde ise filmin belli başlı problemleri konu edilmekte ancak 6-7 Eylül olayları “yakın tarihimizden vahim olaylar” olarak nitelendirilmektedir.39 
Bu son iki haberde de film sanatsal açılardan eleştiriye tabi tutulmakta ancak filmin misyonunun önemine değinilmektedir. 

Ayşe Kadıoğlu 6-7 Eylül olaylarını Cumhuriyet tarihinin utanç verici olayları olarak nitelendirmekte, filmi demokratikleşmeye cesaretlendiren önemli bir katı olarak gördüğünü belirtmektedir.40 
Kadıoğlu, Yeni Şafak gazetesinde Ali Murat Güven’in yönettiği sayfada çıkan Güz Sancısı filmine ait haberi eleştirmektedir. Yeni Şafak Gazetesinde çıkan haberde, filmde milliyetçi muhafazakar çizgideki Türklerin kötü insanlar olarak temsil edilmesi, birkaç bin gözü dönmüş insanla sınırlı olan sevimsiz bir olayın abartılması eleştirilmektedir. 
Sanatçıların böyle olayları hatırlatmaya değil, unutturmaya yardımcı olmaları gerektiği iddiası bulunmaktadır. Kadıoğlu bu iddiayı reddetmektedir. Yazara göre bu vahim iddia, yüzleşmeleri tamamen bir kenara itmekte, sorgulamayı ve düşünmeyi yok saymakta, resmi olmayan tarihi bilmemeyi şart koşmakta ve olayların gelecekte de yaşanması riskini taşımaktadır. 
Güz Sancısı filminin hazırlıkları sırasında yapılan çalışmaların konu edildiği bir başka haberde de olayların geçtiği günler için 1955’in iki kara günü ifadesi kullanmaktadır: 
Başta Rumlar olmak üzere, memleketin gayrimüslim nüfusuna tarihlerinin belki de en ağır darbesini indiren, türlü kirli hesapların neticesi olan, o meşum iki günde 6-7 Eylül’de neler olup bittiğini belki tamamen çözmek için değil de en azından anlamaya ve bir daha unutmamaya çalışmak için birebir Güz Sancısı. Filmin izleyene en basit ifadesi ile utanç hissi veren talan sahneleri yağmayı en şiddetli yaşamış Beyoğlu’nda geçiyor.41 

Radikal gazetesinin milliyetçi bir tavır gütmeden haber yapmaya çalıştığı gözlenmektedir. Gazetenin köşe yazarları da filmin sanatsal açıdan eleştiriye maruz tutulabileceğini ancak üstlendiği misyonun yadsınmaması gerektiğini vurgulamaktadırlar. 

Zaman Gazetesi 

Zaman gazetesinde filme ilişkin haberlerin, diğer gazetelere oranla çok daha düşük yoğunluklu olduğu ve yorum katılmadan, röportajlar üzerinden yapılmaya çalışıldığı gözlemlenmektedir. Genellikle, “1955 yılında geçen ve 6-7 Eylül olaylarını konu alan Güz Sancısı” ifadesinde olduğu gibi filme ve olaylara ilişkin yargı içermeyen tanımlamalar kullanılmıştır.42 

Ancak köşe yazarları açısından durum farklıdır. Nihal Bengisu Karaca, ışık tutulması gereken, fakat ısrarla karanlıkta bırakılmış hadiseler olarak nitelediği olayların anlatıldığı Güz Sancısı filminin sanatsal olarak eleştirilmesi konusunda: 
“Hadiseye ilişkin fotoğrafın ortaya çıkmasına bile ancak çeyrek yüzyıl sonra izin verildiği üzücü bir olayı anlatmanın, gündeme getirmenin, o araç sinema olacaksa bile iyisi kötüsü olmaz. Zira ortada erdemli olduğu tartışılmaz bir iş, borçluluk duygusu ile hareket eden diğerkam bir duruş vardır. Eleştirmen bile olsan el önce vicdana gider, on puanın ilk beşini hiç çekinmeden verirsin. Bu böyle bir film.”43 
ifadesini kullanmaktadır. 

“Kurşunkalem”44 adlı köşe yazısında ise, filmden alınacak pek çok mesaj olduğu, bu ülkede nerede kötülük varsa, orada derin devletin olduğunun da bu mesajların başında yer aldığı belirtilmektedir. 
Mümtaz’er Türköne, olayları kitlesel çirkinlik olarak nitelendirmektedir. 

Türköne, dünden bugüne ışık tuttuğunu söylediği film için, derin devlet denilen, provokasyon yapan devlet cihazının ne kadar beceriksiz olduğunun da ortaya çıktığını belirtmektedir. Olayları planlı bir provokasyon olarak nitelendirirken sonunun da tam bir fiyasko olduğunu vurgulamaktadır. Türköne’ye göre organizasyonu yapanlar her şeyi ellerine yüzlerine bulaştırarak, güya hizmet ettikleri devleti hem kendi vatandaşlarına hem de dünyaya karşı rezil etmişlerdir. 
Türköne, farklılıkları birlikte yaşamak için birçok nedenimiz olduğunu, beceriksizler yüzünden astarı yüzünden pahalıya gelen faturalar ödenmek zorunda kalındığını belirtmektedir.45 

Başka bir haberde de Güz Sancısı filminde aynı toplum içerisinde farklı kültür ve inançlara sahip kişilerin hayatlarını parçalayan bir dönemin, giderek çürüyen bir kentin anlatıldığı belirtilmektedir.46 
Zaman gazetesinin haber metinlerinin oldukça yoruma kapalı olduğu, yalnızca filme dair teknik bilgilerin verildiği haberler yapıldığı gözlemlenmektedir. Bununla birlikte köşe yazarlarının filmin önemine değinerek devleti eleştirdikleri ortaya çıkmaktadır. Filme gelen eleştirilerin haksızlığına dikkat çeken Zaman gazetesi köşe yazarları, filmin bir yüzleşme filmi olarak ele alınması, toplumsal vicdan için 
önem taşıyan bir yapıtın öncelikle misyonu üzerinden değerlendirilmesi, ardından filmin sanatsal eleştiri konusu yapılması konusunda hemfikirdirler. 

“Güz Sancısı” Filmine İlişkin Temsiller 

Olayların Niteleniş Biçimi Gazetelerin Filme Bakış Açısı Köşe Yazarlarının Olaylara Bakış Açısı Haberlerin Olaylara Bakış Açısı Hürriyet Gazetesi Tahrik Gerekli (Olayların Tekrar Yaşanmaması İçin) Tarihte Kara Leke Dramatik Radikal Gazetesi Milliyetçi Saldırılar Gerekli Eleştirel (Sanatsal Açıdan Eleştilmiş) Türk Tarihinin En Yüz Kızartıcı Sayfalarından Biri Vahim Zaman Gazetesi Yorumsuz (Röportajlar Üzerinden) Gerekli Derin Devletin İcraatı Yorumsuz 

Sonuç
 
Bu çalışmada Michael Schudson’un kuramından hareketle, belleğin yapısı gereği gerçekle birebir örtüşmesinin beklenemeyeceği, içkin karmaşasının göz önünde bulundurulması gerekliliği temel alınmıştır. Kültürel belleğin bir takım çarpıtma mekanizmalarına maruz kalabildiği ortaya konmaya çalışılmıştır. Bu amaçla öncelikle üç ayrı gazete analiz edilmiş ve 6-7 Eylül olaylarının temsil ediliş biçimleri incelenmiştir. 
Schudson’un dört çarpıtma mekanizmasının da analiz edilen gazetelerde etkili olarak kullanıldığı sonucuna varılmıştır. Bu bağlamda özellikle iki mekanizmanın işleyişinin önemli olduğu gözlemlenmiştir. 
Bunlardan ilki araçsallaştırmadır. Dönem için tehlike arz ettiği düşünülen “kızıl düşman”, “komünist” olarak nitelenenler direkt olayla ilişkilendirilmiş ve suçlu ilan edilmiştir. Diğer mekanizma ise uzlaşımsallaştırmadır. Her üç gazete de incelenen haberlerde “yağmacı ve çapulcuların, elleri bayraklı asil Türk gençlerinin temiz duygularından yararlandıkları” temsilinin üzerinde uzlaşım sağlandığı gözlemlenmiştir. 

Çalışmanın ikinci bölümünde 6-7 Eylül olaylarını konu alan “Güz Sancısı” filminin seçilen üç gazetedeki temsilleri incelenmiştir. Filmin bir yüzleşme filmi olarak ele alınmasının mümkün olup olmadığı ve yüzleşmenin olanaklılığı ortaya konmaya çalışılmıştır. Seçilen gazetelerde yer alan filme ilişkin haber ve köşe yazılarında olayların kara birer leke olarak kabul edildiği ortaya konmuştur. Filmin sanatsal 
açıdan aldığı eleştirilerin haksız olduğunun dile getirildiği pek çok köşe yazısında, filmin bir yüzleşme filmi olarak kabul edilip, hakkının teslim edilmesi gerektiği yönünde fikir birliğine varıldığı saptanmıştır. 
İlk bölümde yapılan çalışmada seçilen gazetelerde çarpıtma mekanizmaları kullanılarak, gerçekliğin kurgulandığı gözlemlenebilmektedir. 
İkinci bölümde ise filmin misyonunun başarıya ulaştığı ve yüzleşmenin olanaklılığı köşe yazılarının analizinden ortaya çıkmaktadır. 
Bu bağlamda ilk dönemde kurgulanan gerçekliğin ikinci dönemde çözümlene bildiğini, aradan geçen zaman içerisinde gazete yorumlarının ve haberlerinin 6-7 Eylül olaylarının vahametini kavrayabildiğini, bir özür filmi olarak nitelenebilecek Güz Sancısı’nı taşıdığı misyonun değerini ortaya koyabildiğini söylemek mümkün görünmektedir. Filmin sanatsal açıdan eleştirisine olumlu bakılmakta ancak toplumsal bir yüzleşmeyi beraberinde getirebilme olasılığı düşünüldüğünde filmin varlığının bu eleştirileri aşması gerektiği üzerinde uzlaşılmaktadır. 

Film seçilen tüm gazetelerin yazarları tarafından gerekli ve önemli bulunmuş, hatırlattıklarının değeri vurgulanmış ve tarihin kara lekesi olarak kabul edilen 6-7 Eylül olaylarının tekrarlanmaması için bu filmin izlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Ayrıca çalışmanın ikinci bölümünde gazete taramalarından ortaya çıkan sonuçlar arasında, bu filmin varlığıyla geç de olsa, sancılı bir dönemin başladığına olan inanç da bulunmaktadır. Empoze edilen resmi tarih yanında, seyirci kalmayan, bilgi birikimi, vicdanı ve aklını kullanma kararını vermiş olan bir kitle bulunduğuna duyulan vurgu da yine ikinci bölümde ortaya çıkan sonuçlardandır. 

Gazete haberlerine ve köşe yazarlarının yorumlarına göre, resmiyetle uyumlu kolektif hafıza yerine, özür filmi izleyen ve yorumlayan bir kitle söz konusudur. 

Yüzleşmenin olanaklılığı ve gerçekleştirilebileceğine olan inanç seçilen gazetelerin ve köşe yazarlarının ortak düşüncesi olarak belirmektedir. 

Son Notlar 

1 Bu araştırma 2012 yılında tamamlanmıştır. 
2 Michael Schudson, “Kolektif Bellekte Çarpıtma Dinamikleri”ni incelediği makalesinde, bireysel bellek diye bir şeyin olmadığını, belleğin toplumsal 
olduğunu vurgular. 
Buna göre, bireysellikten ziyade, kural, kanun ve standart kayıtlar söz konusudur. Bu kültürel uygulamalar aracılığı ile de insanlar geçmişe borçlu olduklarını 
onaylayarak manevi bir devamlılık sağlarlar. Bunlar genellikle farkında olunmayan depolanmış bilgilerdir. 
3 İstanbul Ekspres, 07.09.1955, s.1. 
4 6 Eylül günü saat 14.00 itibariyle örfi idare ilan edilmiş, ertesi gün kaldırılmıştır. 
5 İstanbul Ekspres, 07.09.1955, s.1. 
6 İstanbul Ekspres, 07.09.1955, s.2. 
7 İstanbul Ekspres, 09.09.1955, s.1. 
8 İstanbul Ekspres, 09.09.1955, s.1. 
9 İstanbul Ekspres, 09.09.1955, s.3. 
10 İstanbul Ekspres, 10.09.1955, s.1. 
11 İstanbul Ekspres, 11.09.1955, s.1. 
12 İstanbul Ekspres, 11.09.1955, s.1. 
13 İstanbul Ekspres, 14.09.1955, s.1. 
14 Cumhuriyet, 07.09.1955, s.1. 
15 Cumhuriyet, 08.09.1955, s.1. 
16 Cumhuriyet, 09.09.1955, s.1. 
17 Cumhuriyet, 10.09.1955, s.1. 
18 Cumhuriyet, 13.09.1955, s.1. 
19 Hürriyet, 08.09.1955, s.1. 
20 Hürriyet, 09.09.1955, s.5. 
21 Hürriyet, 10.09.1955, s.2. 
22 Hürriyet, 01.09.1955, s.2. 
23 Hürriyet, 12.09.1955, s.3. 
Hürriyet, 13.09.1955, s.1. 
Hürriyet, 31.07.2008. 
Hürriyet, 20.02.2009. 
Hürriyet, 27.01.2009. 
Hürriyet, 28.01.2009. 
Hürriyet, 29.01.2009. 
Hürriyet, 08.02.2009. 
Hürriyet, 24.01.2009. 
Hürriyet, 08.02.2009. 
Hürriyet, 03.05.2009. 
Hürriyet, 14.08.2008. 
Radikal, 01.08.2009. 
Radikal, 23.01.2009. 
Radikal, 24.01.2009. 
Radikal, 27.01.2009. 
Radikal, 29.01.2009. 
Radikal, 01.02.2009. 
Radikal, 02.02.2009. 
Zaman, 22.01.2009. 
Zaman, 23.01.2009. 
Zaman, 24.01.2009. 
Zaman, 25.01.2009. 
Zaman, 03.10.2009. 

Kaynakça 

ASSMANN, Jan, Kültürel Bellek, Eski Yüksek Kültürlerde Yazı, Hatırlama ve Politik Kimlik, Çev. Ayşe Tekin, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000. 
CONNERTON, Paul, Toplumlar Nasıl Anımsar?, Çev. Alaeddin Şenel, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1999. 
GÜVEN, Dilek, “Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları Bağlamında 6-7 Eylül Olayları”, Çev. Bahar Şahin, İstanbul, 2005. 
SCHUDSON, Michael, “Kolektif Bellekte Çarpıtma Mekanizmaları”, Çev. Begüm Kovulmaz, Bellek: Öncesiz, Sonrasız, Cogito, Yapı Kredi Yayınları, 
179-199. Bahar, 2007. 
TRAVERSO, Enzo, Geçmişi Kullanma Klavuzu, Tarih, Bellek, Politika, Çev. Işık Ergüden, Versus Yayınları, İstanbul, 2009. 

Gazeteler 

İstanbul Ekspres 6 Eylül 1955 -15 Eylül 1955 
Hürriyet 6 Eylül 1955 -15 Eylül 1955 
31 Temmuz 2008 – 04 Ocak 2010 
Cumhuriyet 6 Eylül 1955 -15 Eylül 1955 
Radikal 14 Ağustos 2008 -2 Şubat 2009 
Zaman 1 Ağustos 2008 -3 Ekim 2009. 

***

Türk Toplumsal Belleğinde 6-7 Eylül Olayları BÖLÜM 3

Türk Toplumsal Belleğinde 6-7 Eylül Olayları BÖLÜM 3


Toplumsal Bellek, 6-7 Eylül Olayları, Duygu Onay Çöker, Güz Sancısı,yüzleşme, Cumhuriyet Gazetesi, Kızıl Maske Düştü,İstanbul Ekspres Gazetesi,
Hürriyet Gazetesi,

İstanbul Ekspres, Cumhuriyet ve Hürriyet Gazetelerinin Olaylara Dair Ortak Kategorileştirme ve Temsil Biçimleri Türk Gençleri Ötekiler Elleri Bayraklı ve Atatürk Posterli Çapulcu, tahripçi, tahrikçi ve emirlere riayet etmeyen Vatanperver milliyetçi gençler Hükümet yanlısı olan dost azınlıklar, olay çıkartmak için bekleyen kötü niyetli azınlık vatandaşlar Aniden heyecana kapılabilen Fırsattan istifade eden İstanbul Ekspres gazetesi 7 Eylül 1955 tarihlinde olaylardan sonra yayımla nan sayısında Hürriyet ve Cumhuriyet gazetelerinden farklı olarak ilk günden olayların sorumlularını ‘komünistler’ olarak belirlemiştir. Yine aynı gazete, diğer iki gazetede yer almayan ‘aşk salonu’ olarak nitelenen yerlerde çalışan kadınları suçlama eğilimi göstermiştir. Her üç gazete de yakalananları dört grupta toplama eğilimi göstermiştir: 

“ Tahrikçi, Çapulcu, tahripçi ve emirlere riayet etmeyen”. 

Cumhuriyet gazetesi, olayları daha çok Megalo İdeacıların üzerinden kurgulama eğilimine gitmiştir. Gazeteye göre olayların çıkmasında kızılların rolü büyüktür ancak Rumlar da onlara yardım etmişlerdir. Seçilen her üç gazete de vatanperver, Atatürk posterleri ve Türk bayrakları taşıyan gençleri bir anlık heyecana kapılmaları nedeniyle mazur görmekte, zaten olayların komünistler tarafından çıkartıldığını, asil Türklerin böyle kızıllara ve çapulcu takımına uymadığını vurgulamaktadırlar. 

Çarpıtma Mekanizmaları 

6-7 Eylül olaylarının basına yansımasının Michael Schudson’un kolektif bellekteki çarpıtma mekanizmaları ekseninde incelenmeye çalışıldığı bu araştırmada, taranan her üç gazetenin olaylarla ilgili haberlerinde de aynı sonuçlara rastlanmıştır. Öncelikle haberlerde olayların ayrıntılarına girilmediği gözlemlenmektedir. 
Özellikle yağma ve zarar verme eylemleri bir uzaklaştırma ve geçmiş olarak kabul etme ilişkisi içerisinde metinleştirilmiştir ki bu durum Schudson’un “Uzaklaştırma” olarak nitelediği ilk çarpıtma mekanizmasına denk düşmektedir. Bu mekanizma gereğince kurgulanan olaylardan geriye sadece anma törenleri ile hatırlanacak anılar kalması mümkün olmamaktadır (Schudson, 182). Ne azınlıklara ne de zarar 
gören herhangi birine dair bir söylem bulunmamaktadır. Azınlıklarla röportajlar yapılmıştır ancak bunlar sadece hükümetin yardım yapacağını açıklamasından sonra, yardımlar bağlamında sınırlı olarak gerçekleştirilmiştir. Bu durumda da basına sadece azınlıkların Türk Hükümetine duydukları şükran ve dile getirdikleri teşekkür yansımaktadır. 

İkinci çarpıtma mekanizması olan “Araçsallaştırma” ise güncel ve stratejik çıkarlara hizmet edecek şekilde olayların tahrif edilmesidir. 

Bu olay, dönem için oldukça önemli olan Kıbrıs meselesinin Türkiye lehine çevrilmesinde, Türk halkının gördüğü maddi ve manevi zarar söz konusu edilerek araçsallaştırılmaya çalışılmıştır. Söz konusu araçsallaştırma tek yönlü de değildir. “Mabetler de yıkıldığına göre, suçlular komünistlerdir” söylemi ile sol görüşlüleri olaylardan sorumlu tutarak kızıl düşman ilan etmek, araçsallaştırma örneklerinden bir diğeridir. Sadece İstanbul Ekspres’de bulunan “aşk salonlarında çalışan kadınlar” olarak ifade edilen kadınların bu olaylardan suçlu tutularak tutuklaması da bu kategoride ele alınmalıdır. Dönemin tehlike teşkil ettiği düşünülen kesimleri olaylardan sorumlu tutulmuş ve tutuklanmıştır. 

Bir diğer çarpıtma mekanizması olan “Öyküleme”, geçmişi ilginçleştirerek kültürel biçimde sarmalamaktır. Buna göre, “Türk Bayraklı ve Atatürk posterli vatansever gençler” başroldeki kahramanlara dönüşmüş, gerçekleştirilen eylemler nedeniyle üzgün de olsalar, milli bir asaletle olayı halledememiş de olsalar sonuçta suçlu olanların onlar olmadığı defalarca vurgulanmıştır. Öyküleme, Schudson tarafından sadece geçmişte olmuş bir olayı yeniden anlatmak olarak ele alınmaz. 
Aynı zamanda süsleme ve abartma sanatıdır da (190). 
İşte basın da, seçilen gazeteler üzerinden de incelendiği şekilde, bu süsleme ve abartıyı gerçekleştirmektedir. 

Son çarpıtma mekanizması olan “uzlaşımsallaştırma ve bilişselleştirme”, daha açık bir ifade ile geçmişin bilinebilir hale getirilmesi açısından da oldukça ilginç sonuçlar ortaya çıkmıştır. Basına yansıyan haberlerin aslında meydana geldiği gibi değil, hatırlanmasının isteneceği şekilde ve tam da aynı noktalara önem verilerek kurgulandığı gözlenmiştir. Buna göre, kamuya ait bir alanda meydana gelen olaylar kaydedilirken, aktif biçimde elden geçirilmiş ve fikir birliği içerisinde olayları gerçekleştirenlerin kimler olduğu kurgulanmıştır. Çünkü haber metinlerinde hep aynı ifadeler bulunduğu ve kategorilere ayırma aynı şekilde yapıldığı tespit edilmektedir. Özellikle üç gazetenin de suçluları komünistler olarak belirlemesi ve çapulcu, tahripçi, tahrikçi ve emirlere riayet etmeyen olarak ayırması, Türk gençlerini de asil, elleri bayraklı ve Atatürk posterli temsil etmesi uzlaştırma örneklerinden bir tanesi olarak bu kategoride ele alınabilir. 
Sözü edilen dört çarpıtma mekanizmasının da 6-7 Eylül olaylarının temsili sırasında incelenen üç ayrı gazetede uygulanmış olduğu sonucuna varılabilmek tedir. İkinci bölümde çarpıtma mekanizmalarına tabi tutulmuş bulunan bu olaylarla yüzleşmenin olanaklılığının sınanması amaçlanmaktadır. 


 https://www.youtube.com/watch?v=8xEh7naaCGo

Yüzleşme 

Bu bölümde 6-7 Eylül olaylarını konu alan ve Tomris Giritlioğlu’nun yönettiği ‘Güz Sancısı’ adlı filmin, seçilen gazetelerde yer alan yorumları incelenerek yüzleşmenin olanaklılığı sorgulanmaya çalışılacaktır. 

İncelenecek gazeteler, Hürriyet Radikal ve Zaman gazeteleridir. Filme ilişkin nadiren haber yapıldığından, yapılan haberler de genellikle oyuncular ve onların ilgi çekici demeçleri üzerinden gerçekleştirildiğinden, filmin hazırlıklarının konu edilmeye başlandığı 09.12.2001 tarihinden çalışmanın başladığı Aralık 2010 tarihine kadar olan süreç tümüyle inceleme konusu yapılmıştır. 


https://www.youtube.com/watch?v=1WSvyqC54eI

Hürriyet Gazetesi 

Hürriyet’te filme ilişkin olan toplam 24 haber ve köşe yazısı taranmıştır. Gazetede filme ilişkin ilk haber, Varlık Vergisinin konu edildiği “Salkım Hanımın Taneleri” filminin ardından gerçekleştirilecek yeni bir proje olan “Güz Sancısı”nın çalışmalarının başladığını bildiren haberdir. 

“Bir Hesaplaşma Daha” başlıklı haberde 6-7 Eylül olayları “dramatik” olarak ifade edilmektedir. Olayların kökeninde toplumdaki ekonomik dengesizlik ve siyasal sorunların olduğu belirten gazete Yunanistan’daki Enosis sorununun ve Kıbrıs meselesinin Türkiye’deki azınlıklara karşı bir önyargı oluşturduğunu ifade etmektedir. Haber, ‘toplumda infial yarattı’ şeklinde nitelediği olayların “İstanbul’a dışarıdan geldiği öne sürülen bazı yoksul kitlelerce çığırından çıkartıldığından” söz etmektedir. “Güz Sancısı’nın Çekimleri Başlıyor”25 başlıklı başka bir haberde ise, “Filmde tarihe 6-7 Eylül olayları olarak geçen ve 1955 yılında ‘Atatürk’ün evine bomba atıldı’ yalanıyla kışkırtılanlar tarafından İstanbul’da bulunan azınlıkların ev, işyeri ve ibadethanelerinin yağmalanması anlatılacak.” ifadesi bulunmaktadır. 

Bu haberde açıkça Ata’nın evine bomba atılması olayının yalan olduğunu kabullenilmektedir. 
Doğan Hızlan, film üzerine kaleme aldığı “6-7 Eylül’ü Gördüm”26 adlı yazısında filmin o geceyi yaşayanlara fecaati bir kez daha anımsatacak, görmeyen, yaşamayan genç kuşağın da böyle bir gecenin sonuçlarını görerek bir daha olmaması için neler yapılması gerektiği konusunda derin derin düşündürecek bir film olacağını ifade etmektedir. İstanbul’da o dönemde dostluk içerisinde yaşayan halktan söz eden Hızlan, Ata’nın evinin bombalandığı haberinin yarattığı sonuçları “tahrik” olarak değerlendirmekte ve kendi anılarından yola çıkmaktadır. 

Devletin insanlığı, demokrasiyi, özgürlüğü zaman zaman unuttuğunu, muhalifi cezalandırdığını anlatırken, Güz Sancısı’nın yansıttığı dehşeti söz konusu etmektedir. Filmde, bir yandan Rum kadınının duyarlığının, ince aşkının, diğer yandan derin devlet ahtapotunun kollarının herkesi nasıl sardığının konu edildiğini belirtmektedir. Bu dönemleri yeniden tartışmaya açan Yılmaz Karakoyunlu’nun romanının ve Tomris Giritlioğlu’nun filminin öneminin altını bir kez daha çizmektedir. Güz Sancısı’nın tarihin bir yanlışını nasıl ortaya koyduğunu, 
yarım yüzyılı aşkın sürede ne kadar yol kat edildiğini belirtmektedir. 

Hürriyet gazetesinin özellikle köşe yazarları filmin önemine dikkat çekmekte ve tarihle yüzleşme için gerekliliğini dile getirmektedirler. 
Bu yazarlardan bir diğeri de Hadi Uluengin’dir. 
Hadi Uluengin 6-7 Eylül olaylarını “lanetli bir sayfa” olarak nitelendirmektedir. Uluengin yazısında ulus devletlerin ötekileştirerek var olduklarını, böylece dışlama, ötekini hedef alma ve mezalim olaylarına bulaştıklarını ifade etmekte ve tarihin kara sayfalarına geçmiş örnekler vermektedir. Üç bölüm halinde hazırladığı yazısının ilk bölümünü bitirirken, “Hiç şüphesiz, Güz Sancısı filmlerini yaparak ve seyrederek korkmadan ve inkar etmeden kendi ‘tarih sancılarımızı’ sorgulamalı yız.” 27 ifadesi bu düşünceleri en açık şekliyle yansıtmaktadır. Yazısının ikinci bölümünde28 de muzaffer ideoloji ve resmi tarihten söz etmekte ve resmiyetle uyumlu bir kolektif hafızanın nasıl yerleşiklik kazandığını anlatırken, sorgulama girişimlerine karşı kitlelerin nasıl tepki gösterdiklerini konu etmektedir. Uluengin’e göre, gayrı resmi tarihi bilmeyen kalabalığın saldırganlığı söz konusudur. Sorgulamak, bilgi birikimi, ahlak donanımı ve vicdan namusu gerektirmektedir. Tarihle barışma azmi hem erkan hem de avamla bozuşma riskini taşımaktadır. 

***

Türk Toplumsal Belleğinde 6-7 Eylül Olayları BÖLÜM 2

Türk Toplumsal Belleğinde 6-7 Eylül Olayları BÖLÜM 2


Toplumsal Bellek, 6-7 Eylül Olayları, Duygu Onay Çöker, Güz Sancısı,yüzleşme, Cumhuriyet Gazetesi, Kızıl Maske Düştü,İstanbul Ekspres Gazetesi,



Cumhuriyet Gazetesi 

Cumhuriyet gazetesi, 6 Eylül günü olaylar başlamadan önce çıkan sayıda Kıbrıs Meselesine değinmekte ve “Atina İşi Azıttı” başlığını kullanarak, şaşkına dönmüş Yunan gazetelerinin bile ne yazacaklarını bilemediğini, dostluğun bozulduğunu vurgulamaktadır. Olaylar, “Selanik’de Atatürk’ün Evine Bomba Atılması Yurtta İnfial Yarattı” başlığı ile duyurulmaktadır14. Atatürk’ün evine yapılan saldırı sonucu, milletçe ayaklanma gerçekleştirildiği, heyecana gelen bazı gençlerin ellerinde “Kıbrıs Türktür” yazan pankartlarla yürüdükleri, buna diğer vatandaşlar da katılınca ortaya bu olayların çıktığı ifade edilmektedir. 

Gazeteye göre Yunanistan’daki Megalo İdeacılar durup dururken hem memleketimizin hem Yunanistan’ın hem de Kıbrıs’ın başına bela açmışlardır. Bunun ceremesini de Türkiye yaşanan olaylarla çekmektedir. “Bu taşkınlıklar bizi zayıflatır” başlığı ile yayımlanan aynı haberde: 
“Evvelki günün hadiseleri başlangıçta gençliğin çok asilhane bir milli tezahürü idi. Türk’e has vaka ve necabet içinde olup bitecekti. 

Acaba tahrik edici gizli kuvvetler meşum ellerini bizim halk kalabalıklarının ortasına kadar uzatmak fırsatını mı buldular?”15 ifadeleri kullanılmaktadır. 
Metnin tümünde, olaylara Yunanistan’ın Megalo İdeasını savunan bir gurubun neden olduğu ve tahrik edici gizli kuvvetlerce organize edildiği anlatılmaktadır. İşte bu noktada aslında çok asil olacak milli bir tezahür ve vaka yerine durumun kötüye gitmesinin nedeni Megalo İdeacılar olarak gösterilmektedir. Aslında Megalo İdeayı savunan gurup olmasaydı olayların milli bir necabet içinde asil bir Türk davranışı ile halledileceği belirtilmektedir. Gazete yer alan “Demokrat memleketler in hepsinde bu nümayişler olmaktadır”, “Yağma edici zümreler sadece Rum mallarını değil, Türklerinkini de mahvetmiştir”, “Bir avuç çapulcu yağmacı, Türk devlet ve milletinin başına altından kalkılması güç bir dert açmıştır” ifadeleri, olayları bir yandan haklılaştırırken diğer yandan da asıl zarar görenlerin Türkler 
olduğunu vurgulamaktadır. Habere göre milli menfaatlerimize zarar verebilecek olan bu olaylar bir yandan da Türk kuvvetini artıracaktır. 

Tahrip edilen Rum evlerinden birinde el bombası bulunmuştur. Bu durum evin tahrip edilmiş olmasını da haklılaştırmaktadır. 
Ayrıca, olayların ardından rıhtımdan ayrılmak zorunda kalan Yunan motorlarının tayfalarının tekrar limana yanaşırken “Pis Türkler” anlamına gelen “Dirty Turks” diye bağırdıkları belirtilmektedir. 
Olayları gerçekleştirenlerin komünistler olduğunun iddiası ortaya atılmakta, bununla birlikte Rumların da olaylara karıştığı ve yağmacılık yaptığı şu ifadelerle kabul edilmektedir: “Yağmacılığın ve tahrikçiliğin, merkezi Beyrut’ta bulunan kızıl bir teşkilat tarafından hazırlandığı tahmin ediliyor. 
İhbarlar üzerine dün yağmacıların evlerinde aramalar yapıldı ve birçok çalınan eşya ele geçirildi.”16 
“Kızıl Şebekeyi” çökertmek için faaliyete geçen polis, iki Rum vatandaşın evinde 30 bin lira değerinde yağma eşyası bulmuştur.17 
Başbakanın nutku, meselenin Türk eseri olmadığını herkese ispat etmenin çok önemli olduğunu belirtmekte ve haber söylemlerinin temel kabullerini özetlemektedir. Başbakan olaylardan ötürü öncelikle Türk Halkına geçmiş olsun dilekleri iletmekte ve maddi ve manevi açıdan en fazla zarar görenin Türk halkı olduğunu vurgulamaktadır.18 

15 Eylül tarihinden itibaren olaylara ilişkin haberler yoğunluğunu yitirmektedir. Cumhuriyet gazetesinde İstanbul Ekspres’de de olduğu gibi, kızıl düşman netleştirilmekte, yağmaya katılan Rumlar vurgusu bulunmaktadır. Burada “aşk salonlarında çalışan kadın suçlular”a yapılan bir vurgu yoktur. Ancak kesin bir şekilde, bir anlık heyecana kapılan vatansever Türk gençlerinin, aslında milli bir asaletle halledebilecekleri bu meselenin, kızıl düşmanın kurgusu ve organizasyonu ile bu hale geldiğini belirtmektedir. Türk gençlerinden söz edilen haber metinlerin de sürekli olarak ellerinde bayrakların ve Atatürk posterlerinin olduğu vurgulanmakta ve vatanseverlikleri hatırlatılmaktadır. 

Hürriyet Gazetesi, 


Hürriyet gazetesi de 6 Eylül 1955 tarihinde çıkan baskısında Kıbrıs olaylarını manşete taşımıştır. Olaylar 7 Eylül günü yayımlanan gazetede, ilk sayfadan, duyarlı vatandaşların yürüyüşü olarak duyurulmaktadır. Atatürk’ün evine atılan bombanın ardından duyarlı vatandaşlar Taksim Meydanında toplanmıştır, coşkun insan seli, ellerinde bayraklarla yürüyüşe geçmiştir. Protesto etmek isteyenler evlerine bayrak asmış, her yer kırmızı beyaza boyanmıştır. Ancak eczane sahibi bir Rum, bayrak asmayı reddetmiştir. Olaylar da zaten bunun üzerine çıkmış ve tahrip hareketleri başlamıştır. 
Gazetenin beşinci sayfasında, bu haber ayrıntılandırılırken, Atatürk’ün evine atılan bomba nedeniyle küçük büyük, genç yaşlı, şehirli köylü herkese bir kırbaç tesiri yaptığını, İzmir’de heyecan içinde fuarın yapıldığı alana doluşan halk kitlesinin asılı Yunan bayrağını parçalayarak yerine Türk bayrakları astıkları belirtilmektedir. Olayların büyümesi ve fuardaki diğer Yunan bayraklarının parçalanması üzerine olaylara ordunun müdahale ettiği belirtilmektedir. 

Diğer gazetelere göre olayları daha detaylı veren Hürriyet gazetesinde ayrıca olayların yoğunluk kazandığı yerlerde gerektiği zamanlarda emniyet güçlerinin eksikliğinin hissedildiği belirtilmekte ve bayrak asılmayan ev ve işyerlerinin zarar gördüğü, 26 kilisede yangın çıkartıldığı doğrulanmaktadır. Olayları çıkartanlar için sadece “nümayişçiler” ifadesi kullanılmaktadır.19 

Çıkartılan yangınların ve gerçekleştirilen tahribatın kimler tarafından niçin gerçekleştirildiğine dair bir temsil henüz verilmemekle birlikte, sadece 
olayların çapulcular tarafından kötü maksatlarla istismar edildiği belirtilmektedir. 
Hürriyet gazetesi tarafından olayların “Komünist”lere yüklenmesi 9 Eylül tarihli baskının manşetinde gerçekleştirilmektedir. Olayları körükleyen otuzdan fazla komünistin yakalandığı haberini veren gazete “kızıllar” ifadesi ile tüm suçu komünistlere yüklenmektedir. Fuarda dolaşırken “yaşasın komünizm” diye bağıran “kızıl uşaklarının” hemen tutuklandığını duyurmaktadır. 20 Olayların Türk düşmanları tarafından çıkartıldığı, asil ve asıl milliyetçi gençliğin çapulcu olmadığı, Türk Milletine yıkılmak istenen bozguncu faaliyeti kabul etmedikleri 
vurgusu bulunmaktadır 21. 

Gazete, olaylara ilişkin haberlerde yoğunluklu olarak komünist vurgusu yapmaya devam etmektedir: 
“İşin tahkikat safhaları ilerledikçe ve hakikatler birer birer meydana çıktıkça anlıyoruz ki bir alay çapulcu ve yağmacının arasına karışan ve bu talanı organize ederek vüsat ve şümulünü artıranlar pusuya yatmış olan kızıl komünistler olmuştur.” 22 

Diğer gazetelerde de olduğu gibi olayları çıkartanlar dört gruba ayrılmışlardır: “tahrikçi, çapulcu, tahripçi ve emirlere riayet etmeyenler”. 

Köşe yazarı Samih Tiryakioğlu, olaylara ilgili yazısında İstanbul’u fetheden Fatih’in ilk işinin yağmayı durdurmak olduğunu vurgulayarak, bugün yaşanan olaylarla Türk’ün karakterinin ne kadar ters düştüğüne dikkat çekmektedir. Türk’ün şanının korunmasında hükümetin bu kadar çabuk hareket etmesinin de tek teselli olduğunu belirtmektedir.23 Olaylara dair haberler yoğunluğunu yitirdikçe, bunların yerini yağmanın ardından yapılan hükümet yardımları ve vatandaşların şükranlarını yansıtan haberler almaktadır 24. 
Diğer iki gazetede de olduğu gibi 15 Eylülden itibaren olaylara ilişkin haberlerin sona erdiği saptanmıştır. Yalnızca 17 Eylül tarihli Hürriyet gazetesinde, olaylar sırasında 862 mağazanın tamamen yandığı doğrulanmakta ve yapılan yardımlar vurgulanmaktadır. 
19 Eylül 1955 tarihinde çıkan Hürriyet gazetesi, Eylül ayında çıkan son Hürriyet Gazetesidir. 5 Ekim 1955 tarihine kadar gazete kapatılmıştır. 

Yeniden yayımlanmaya başladığında ise olaylara dair çarpıcı haberlere yer verilmemiştir. 
***

Türk Toplumsal Belleğinde 6-7 Eylül Olayları BÖLÜM 1

Türk Toplumsal Belleğinde 6-7 Eylül Olayları BÖLÜM 1


Toplumsal Bellek, 6-7 Eylül Olayları, Duygu Onay Çöker, Güz Sancısı,yüzleşme, 

Kurgulanmış Gerçekliğin Sorgulanması: 
Duygu Onay Çöker 

Bu çalışmanın ilk amacı, 6-7 Eylül olaylarının basına yansıma sürecinde kolektif belleğe ait çarpıtma mekanizmalarına maruz kalıp kalmadığının, eğer çarpıtma söz konusu ise bunların hangi mekanizmalar olduğunun Michael Schudson’ın “Kollektif Bellekte Çarpıtma Mekanizmaları” teorisi bağlamında incelenmesidir. İkincisi ise, çarpıtma mekanizmaları ekseninde kurgulandığı varsayılan gerçeklikle sanat aracılığı ile yüzleşmenin olanaklılığının Tomris Giritlioğlu’nun “Güz Sancısı” adlı filmi çerçevesinde araştırılmasıdır. 
Beş farklı gazete taraması, çalışmanın ampirik kısmını oluşturmaktadır. 


Kurgulanmış Gerçekliğin Sorgulanması: Türk Toplumsal Belleğinde 6-7 Eylül Olayları Bu çalışmada, 6-7 Eylül 1955 tarihinde İstanbul’da yaşayan azınlıklara yönelik olarak gerçekleştirilen ağır tahrip ve yağma hareketinin Türk basınına yansırken kolektif belleğe ait hangi çarpıtma mekanizmalarına maruz kaldığı, toplumsal belleğin inşasında basının nasıl bir yöntem izlediği ve olayların üzerinden geçen 571 yılın ardından yüzleşmenin olanaklılığı sorgulanmaktadır. Çalışma iki bölümden oluşmaktadır. 

İlk bölümünde, seçilen gazetelerin olayları hangi açıdan okudukları, haberleri nasıl kurguladıkları ve hangi çarpıtma mekanizmalarını kullandıkları araştırılmaktadır. Azınlıkların, sözü geçen gazeteler için ne anlam ifade ettiği, daha önce yaşanan olayları nasıl çarpıtarak 6-7 Eylül açısından araçsallaştırdıkları, kültürel bir bütünlük içinde öyküledikleri ve kolektif olarak nasıl inşa ederek uzlaşımsallaştırdıkları sorgulanmaktadır. 

Ardından çarpıtma mekanizmalarıyla kurulan toplumsal belleğin, olaylarla yüzleşmesinin olanaklılığı sorgulanmaktadır Bu amaçla, Türkiye’nin geçmişiyle hesaplaşmasında önemli bir adım olarak kabul edilen ve Tomris Giritlioğlu’nun yönettiği “Güz Sancısı” adlı filmin seçilen üç gazetedeki yorumları incelenmektedir. Belleğin toplumsallığı ve etkileşimli olarak anımsaması, tekrarlar ve yeniden gözden geçirmelerle işlemesi, seçiciliği ve bir şeyi hatırlarken ötekini unutmak zorunda olması mekanizmaları üzerinden, kolektif belleğin yüzleşmeyi nasıl gerçekleştirdiği sorgulanmaktadır. 

Basının 6-7 Eylül olaylarını yansıtırken kullandığı çarpıtma mekanizmaları Michael Schudson’un kuramı çerçevesinde açımlanmaktadır. 

Haber metinlerinde olayların meydana gelişi ve sorumluları, olaylara yönelik tepkiler, olayların arka planlarına yönelik tepkiler, olayların sonuçları incelenmektedir. Bu bağlamda da Schudson’un kuramından hareketle, haber metinleri araçsallaştırma, uzlaşımsallaştırma, öyküleme ve uzaklaştırma çerçevesinde ele alınmaktadır. 

Bu çalışmanın temel varsayımları şöyle sıralanabilir: “Seçilen üç gazetenin dönemin hükümetinin düşüncelerini yansıtması ve bunun dışına çıkamaması”, “Gazete yorumlarından ve haberlerinden basının azınlıklarla ilgili fikirlerinin olumsuz olduğunun anlaşılması”, “Toplumu muhafazakar-milliyetçi bir bakışla harekete geçirme amacı güdülmesi”, “Halkı sağ duyuya teşvik eden haberler yapılmaması”, 
Güz Sancısı filminin bir özür filmi olarak nitelendirilmesi”, “Filmin gerekliliğinin ve öneminin kabullenilmesi”, “Filmin tarihsel bir sorgulama ve resmi tarihe karşı yeni bir gerçeklik olarak ortaya konması”. 

Kolektif Bellekte Kurgulanan Gerçeklik 

“Toplumsal bellek medyada nasıl kurgulanmakta, eğer çarpıtılıyor ise hangi çarpıtma mekanizmalarına maruz kalmaktadır?” Bu sorunun kolektif bellek bağlamında ele alınarak, 6-7 Eylül olaylarının aynı dönemin gazeteleri tarafından nasıl bir kurgu ile halka yansıtıldığının anlaşılabilmesi için Jan Assman’ın kültürel bellek tanımından yola çıkmak yararlı görünmektedir. Assman’a göre belleğin neyi içerdiğini, nasıl ve ne kadar süre ile muhafaza ettiğini bireyin kapasitesi ve yöneliminden ziyade dış koşullar, yani toplumsal ve kültürel çerçevenin 
koşulları, belirler (2001: 24). Bu bağlamda bireysel belleğin bile belirli ölçütler dahilinde gerçeğe uygunluğunun hesaplanabilmesi oldukça zor görünürken, bir de kolektif belleğin yargılanması söz konusu olduğunda, daha karmaşık durumlarla karşılaşılmaktadır. 

Bunun sebebi, bireysel belleğin haznesinin kişinin kendisi olması, kolektif bellek için ise böyle bir durumun olmamasından kaynaklanır.2 
Kültürel bellek, kalıplar halinde yerleşmiş olduğundan, verilmiş olarak kabul edilir. Üstelik Michael Schudson’a göre kişiye özel bir anı dahi bulundursa, kültürel olma niteliğini yitirmez (180). 
Kişi kolektif belleğin içine doğmaktadır. Zamanla ritüelleri öğrendikçe, anıt ve kitaplardan, kültüre ait kalıplardan verili bellek biçimlerini edindikçe, kendi anılarını da onların içine katmaktadır. Ancak, kendi anılarını katma sürecinde bellek işlevini birey ötesi dil aracı ile yerine getireceğinden, kolektif olma niteliğini yitirmemektedir. Belleğin bireysel mülkiyeti yine kendisine ait olsa da toplumla paylaşacağı için kolektif bellek olarak nitelendirilecektir. 
“Belleğin çarpıtılma mekanizmaları” ifadesi, gerçekle tamamen örtüşen bir belleğin olabileceği varsayımını beraberinde getirmektedir. 
Ancak ne kişisel belleğin, ne de kolektif belleğin gerçekle örtüştüğünü doğrulayan bir mekanizma bulunmamaktadır. Schudson’a göre, belleğin yapısından kaynaklanan seçicilik özelliği nedeni ile çarpıtma söz konusu olmaktadır (181). Bir görme biçimi aynı zamanda bir görmeme biçimi olduğundan, bellek de salt bir kaydetme yöntemi olmadığından, hatırlama ve unutma art arda birbirini tamamlayarak belleği oluşturacaktır. Bu da kendine içkin karmaşası ile birlikte toplumsal, psikolojik ve tarihi etkilerini beraberinde getiren bir süreçtir. 
Bu bağlamda da 6-7 Eylül olaylarının farklı hikayeler olarak okunabildiği ortaya çıkmaktadır. Örneğin, olaylar Türk Milliyetçiliğinin inşası açısından bir ulus kurma ve homojenleşme projesi süreci olarak okunduğunda farklı bir hikaye, azınlıklara karşı gerçekleştirilen eylemler ve onların ülkeyi terk etmeleri olarak okunduğunda ise başka bir hikaye belirmektedir. 

Schudson “Kolektif Bellekte Çarpıtma Mekanizmaları” adlı çalışmasında dört önemli çarpıtma mekanizmasından söz etmektedir . 
Bunlardan ilki “uzaklaştırma”dır. Bu mekanizma, geçmişin geri çekilmesi anlamına gelmektedir. Olaylar ve anılar silikleşmekte, duygusal yoğunluk kaybı yaşanmakta dır. Bu çalışmada incelenen haberlerde, öncelikle uzaklaştırma yapılıp yapılmadığı araştırılmaya çalışılacaktır. 
Ardından ikinci bir çarpıtma mekanizması olan “araçsallaştırma” sınanacaktır. Araçsallaştırma mekanizmasının amacı, geçmişin nasıl kullanıldığını, hangi amaçlar bağlamında çarpıtıldığını, hangi çıkarlara hizmet ettiğini ortaya koymaktır. Üçüncü mekanizma “öyküleme”dir. Yaşanmış durumun ilginçleştirilmesi ve daha dikkat çekici kılınması anlamına gelmektedir. Son mekanizma ise “bilişselleştirme 
ve uzlaşımsallaştırma”dır. Geçmiş bilinebilir hale getirilirken, anıları öğretilmiş hali ile tekrarlamak ve bunun üzerinde uzlaşmak amaçlanmaktadır. 
Bu çalışmada, sözü edilen çarpıtma mekanizmalarının 6-7 Eylül olaylarına nasıl uygulandığı sorgulanmaya çalışılmaktadır. 

Basının “Gerçek”i 

Bu kısımda üç ayrı gazetenin (İstanbul Ekspres, Hürriyet ve Cumhuriyet), 6-7 Eylül 1955 tarihinde gerçekleştirilen olaylarla ilgili olarak yayımlandıkları haberler incelenmektedir. Sözü edilen gazetelerin, 6 Eylül-15 Ekim 1955 tarihli sayıları taranmış, 15 Eylül 1955 tarihinden itibaren her üç gazetede de olaylara ilişkin haberlerin sona erdiği görülmüştür. İstanbul Ekspres gazetesinin seçilmesinin nedeni, olayların başlamasında kilit işlev üstlenmiş olması ve 6 Eylül günü ikinci baskı yaparak haberi ilk kez duyurmuş olmasıdır. İstanbul Ekspres’de belirtilen tarihler arasında 40 haber yayımlandığı saptanmıştır. Hürriyet ve Cumhuriyet gazeteleri ise perspektifleri ve hedef kitleleri dikkate alınarak seçilmiştir. İki gazetede olaylara ilişkin olarak toplam 64 haber taranmıştır. Her üç gazetenin de 6 Eylül 1955 tarihli baskılarında, olaylar başlamadan önce, geniş ölçüde Kıbrıs meselesine ilişkin haberler yer almaktadır. 

İstanbul Ekspres Gazetesi 

6-7 Eylül olayları, 6 Eylül 1955 günü ikinci baskısını yapan İstanbul Ekspres’de “Atamızın Evi Bomba ile Hasara Uğradı” manşeti ile duyurulmuştur. Ertesi gün ise “Hükümet Tebliği: Komünist Terkibine Maruz Kaldık” ifadesi ile sorumluları komünistler olarak belirlemiştir 3. 
Örfi İdarenin kaldırıldığı bildirilmekte, askeri birliklerin aldığı tedbir sayesinde İstanbul’un sükûnete kavuştuğu vurgulanmaktadır 4. 
Bu ilk sayfa tamamen olaylara ayrılmış, olaylar diğer haberlere de alt katman olarak yansımıştır. “Güçlükle Kurtuldu” başlıklı haberde, “bazı çılgın kimselerin Kıbrıs’ın komünistlerin olacağını söylemeleri ya da Yunanistan lehinde yaptıkları konuşmalar” 5 nedeni ile halk tarafından linç edilmek istendikleri belirtilmekte ve bu istek haklılaştırılmaktadır. Olayları çıkartan ve linç, yağma hareketlerini 
gerçekleştiren grupların fotoğraflarının altına, “Gençlik yukarıda görüldüğü gibi ellerinde bayraklar, Atatürk’ün portreleri, büstleri olduğu halde, her an biraz daha kalabalıklaşan mitinglere doğru gitmişlerdir.” ifadesi kullanılmaktadır. Olayları çıkartan “gençlik” haklı gösterilmeye çalışılmakta, ellerindeki posterler ve büstler özellikle vurgulanmaktadır. Ayrıca, sayfada Yunan Konsolosunun motorla İzmir’i terk ettiği haberi “Kaçmaya Muvaffak Oldular” başlığı ile verilmiştir. Burada, konsolosun kaçmasının gerekliliği, kızgın kalabalığın elinden ancak kaçarak kurtulacağı ve kaçmayı başardığı vurgusu dikkat çekilmektedir. 

Olayın acı boyutu “Yunan Hava Yolları başta olmak üzere bir tek Rum mağazası kalmamıştır. Karaköy’den Şişli’ye kadar bütün büyük küçük Rumlara ait dükkanların hepsi tahrip edilmişti”6 başlıklı haberde de ortaya çıkmaktadır. Gazete, o akşam İstiklal Caddesinde bulunan Amerikalı bir turist gurubun “Türk Milletine dokunulamaz, bunu bu akşam öğrendik. Var olsun Türk Milleti” ifadesini kullandığını belirterek, bu ifadeyi büyük harflerle vurgulamakta ancak olayın bağlamının tam olarak yansıtmamaktadır. Haberde büyük bir çelişki göze 
çarpmaktadır. Azınlıkların mülklerine zarar verilmesinin nedeninin Atatürk’ün evine yapılan saldırıdan kaynaklandığı, haber metnin alt katmanından okunabilmektedir. Böylelikle, olayların Türkler tarafından gerçekleştirildiği kabullenilmiş olmaktadır. Eğer gezmeye çıkmış bir grup turist “Türk Milletine dokunulamaz, bunu öğrendik” diyorsa, ortada Türklerin almış olduğu bir intikam ya da güç gösterisi olması 
gerekmektedir. Daha ilk günden olayları Türklerin çıkarmadığını belirtilerek önce komünistleri daha sonra pek çok farklı gurubu suçlama eğilimine giden gazete burada kendisi ile çelişmektedir. 
“Kızıl Maske Düştü” 7 manşetiyle verilen bir başka haber komünizm tehlikesinden ve olayların kilit noktasında komünistlerin olduğundan hareket etmektedir. Vatandaşların milli hislerinden istifade eden 33 komünistin yakalanarak askeri makamlara teslim edildiği bildirilmektedir. 
Gazete ayrıca hükümetin olaylar için tazminat ödeyeceğini duyurmaktadır. Vatandaşların gözünden olayı yansıtma iddiasında olan gazete “Kızıl tahrikçilerin milli hislerimizin galeyana gelmesinden nasıl faydalandıklarını, tahrip işinde önderlik ederek bu faciaya sebep olduklarını çok iyi öğrendik.”8 ifadesine yer vermektedir. 
Tahrikçiliğin ele başlarının Türkiye’yi dostsuz bırakma gayesini güttükleri başlıklı haberde ise “33 müseccel komünistin tutuklandığı” ve “Kıbrıs Türktür cemiyetinin kapatıldığı” 9 bildirilmektedir. Derneğin emniyette tutulan 97 üyesi olaylarla hiçbir ilgilerinin bulunmadığını belirtmişler, suçun komünistlere ait olduğunu iddia etmişlerdir. Haberin devamında, aynı saatlerde farklı semtlerde başlayan olayların 
tertip olduğunu ifade edilmekte, komünistler tarafından gerçekleştirilmiş olmasının muhtelif olduğu belirtilmektedir. 

Hükümetin zarar görenlere yardım edeceğini duyurmasının, küçük sermayeli esnafa teselli olduğunu belirten bir başka haberde, sahibi Türk, işletmecisi Rum olduğu belirtilen işletmelerin çalışanlarına fikirleri sorulmaktadır. Rum işletmeciler in yapılan yardım için müteşekkir olduklarını, özellikle hükümetin bu olayda hiç bir suçu olmadığına inandıklarının altı çizilmektedir. Azınlıkların perspektifinden, olaylara dair bundan başka herhangi bir yorum bulunmamaktadır. 
Gazete, askeri mahkemelerin kurulmuş olduğunu, tahrikçilerin yargı önüne çıkarıldıkları bildirmektedir. Habere göre, olaydan sonra yağma ve tahrikçilik yapan 150 kadın yakalanmıştır. Bunlar arasında “aşk salonu” sahibi olan iki kadın da bulunmaktadır.10 

Gazetenin aynı baskısında yakalanmış bulunan komünistlerin olayların tam olarak ortaya çıkartılması için gereken bilgileri vermedikleri ve halen Harbiye’de tutuldukları belirtilmektedir. 
Alınan tedbirlerin ne kadar hızla işlerliğe girdiği, hemen hemen tüm dükkanların onarılmaya başlandığı ve normal satışlarını başladığı, Amerika’nın alınan tedbirleri ve duruma hakimiyeti övmesi de olaylara ilişkin haberler arasındadır.11 Gazete yakalanmış bulunan üç bin kişiyi şu şekilde sınıflandırmıştır: “tahrikçi, çapulcu, tahripçi ve emirlere riayet etmeyen”.12 
“Dünya suçluları tanıyacaktır” başlığı taşıyan 13 Eylül tarihli gazetede Menderes ve Köprülü’nün demeçleri manşetten verilmektedir. 
Buna göre, Menderes, olayları çıkartanları düşman ilan etmiş, Köprülü de mabetler zarar gördüğü için olayları çıkartanların komünistler olduğunun ispatlandığını belirtmiştir. Gazete, halkı yağmacıları ihbar etmeye davet etmektedir. “Vatandaş, komünistleri, uydurma haber verenleri, tahrikçileri, kışkırtıcılığı, yağmacıları, derhal karakollara ihbar et.”13 

Olayların başlamasında ve devam eden günlerde duyurulmasında oldukça önemli bir rol oynayan İstanbul Ekspres gazetesi, olayların “ Komünistler”, “aşk evlerinde çalışan kadınlar”, “çapulcu ya da çingeneler” tarafından çıkartıldığı üzerinde ısrarla durmaktadır. Azınlıkların bakış açısından herhangi bir habere yer verilmemiş, onlarla gerçekleştirilen röportajlarda da sadece, zararlarını karşılayan hükümete olan şükranları dile getirilmiştir. Ayrıca, seçilen diğer gazetelerde de olduğu gibi İstanbul Ekspres’de de “gençler” ve “Türk Gençler”i ifadelerinin sıklıkla vurgulandığı, Türk Gençlerinin ellerinde bayraklar ve Atatürk posterleri ile yürüdüğü, bir anlık kızgınlıkla infial yarattıkları, ancak olayların gerçekleştiricisi olmadıkları ısrarla vurgulanmış ve alt metinlerden haklılıklarının okunabildiği 
gözlemlenmiştir. 

***

23 Eylül 2020 Çarşamba

6-7 Eylül Pogromu, Kolektif Şiddettir ve adını doğru koymak gerekir. BÖLÜM 1

6-7 Eylül Pogromu, Kolektif Şiddettir ve adını doğru koymak gerekir. BÖLÜM 1


Fotoğraf: Fahri Çoker Arşivi 

“ 6-7 Eylül Pogromu, Kolektif Şiddettir ve adını doğru koymak gerekir ” 

Gayrimüslim toplumlara yönelik 6-7 Eylül’de yapılanları “ Kolektif bir Şiddet” olarak niteleyen Doç. Dr. Ömer Turan, “‘Biz hep haklıydık’ hatasından  kurtulmalıyız. Çare geçmişte yaşananları açıklıkla konuşmaktır” dedi 

BarışKop@baris_kop 

Cumartesi 7 Eylül 2019 15:34 

Türkiye tarihinin karanlık ve utanç sayfalarından biri: 6-7 Eylül 1955. 

Başta Rumlar ve sonradan Ermeniler olmak üzere gayrimüslim toplumuna yönelik gerçekleştirilen linç ve yağma hareketinin 64’üncü yıldönümünde, o gün yaşananların öncesi ve sonrası ile yaratılan derin tahribatın onarılması yönünde atılması gereken adımları Independent 

Türkçe için İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden Doç. Dr. Ömer Turan ile konuştuk. 

Doç. Dr. Ömer Turan / Fotoğraf: Independent Türkçe 

Resmi verilere göre 11 kişi öldü, yüzlerce kişi yaralandı, kadınlar tecavüze uğradı. 

Bunun yanında 4 bin 214 ev, 1.004 işyeri, 73 kilise, 2 manastır, 1 sinagog, 26 okul ile fabrika, otel ve bar gibi yerlerin bulunduğu toplam 5 bin 317 mekân 

da saldırıya uğradı. 6-7 Eylül 1955 tarihi için isim doğru koyulmalı diyor Turan; “Pogrom” “ Etnik bir Gruba yönelik kolektif şiddet: Pogrom ” 

6-7 Eylül Pogromu’nun 64’üncü yılında, yaşananları ve nedenlerini bir kez daha konuşmak istiyorum. Katliam ve yağma girişiminin fitili İstanbul Ekspres gazetesinin ikinci baskısıyla beraber ateşleniyor fakat olayların nedeni salt bu değil tabii. 

Siz, 6-7 Eylül’ü, o güne giden süreci ve sonrasında yaşananları nasıl görüyor, değerlendiriyorsunuz? 

Sanırım kelime tercihiyle başlamamız lazım. Siz sorunuzu sorarken 6-7 Eylül Pogromu dediniz. Kesinlikle olan biteni bir pogrom olarak adlandırmak gerekli. 

Genel olarak Türkiye’de “6-7 Eylül Olayları” kalıbı kullanılıyor. 

Olaylar dendiğinde birincisi, yaşananın boyutları azımsanmış oluyor. İkincisi, olay kelimesi sanki kendiliğinden olmuş gibi bir izlenim veriyor. 

Pogrom Rusça kökenli bir kelime. İlk olarak 19. yüzyılda Yahudilere yönelik şiddeti adlandırmak için kullanılmış. Ama artık sadece Yahudilerin başına gelenler için kullanılmıyor bu kelime. 

Pogromu nasıl tanımlayabiliriz? En kısa tanımını etnik bir gruba yönelik kolektif şiddet şeklinde yapabiliriz. Kitlenin şiddet uygulayıcısı olarak seferber 

edilmesi pogromun temel özelliği. Bu kolektif şiddetin içinde, yağma olabilir, linç olabilir, hırsızlık, tecavüz ya da cinayet olabilir. 

6-7 Eylül 1955’te olan kolektif şiddeti kesinlikle İstanbul Rumlarını hedef alan bir pogrom olarak adlandırmak gerek. 

Hemen bir parantez açalım, elbette ana hedef Rumlardı ama Ermeniler ve Yahudiler de bu şiddetin hedefi oldular. 

Diplomatların hazırladıkları raporlar bize şu bilgileri veriyor: 

Rumlara ait takriben 2 bin 500 iş yeri ve 670 ev tahrip edildi. Ayrıca Ermenilere ait takriben bin iş yeri, 150 ev saldırıya uğradı. 

“6-7 Eylül sadece yağmalanmış mağazalar olarak hatırlanmamalı” 

İlk önce tahrip edilen mülklerden söz ettik. Hataya düşmemek için kolektif şiddetin hem nedenlerine, hem de sonuçlarına değinmemiz gerekmekte. 

Yoksa 6-7 Eylül’ü herkesin görmüş olduğu İstiklal Caddesi’nde yağmalanmış lüks mağazalara ait fotoğrafla hatırlama yanılgısına düşeriz. 

Oysa cinayetler söz konusudur. Kaynaklarda öldürülenlerin sayısı 13 ila 17 arasında değişiyor. 

200’den fazla Rum kadına tecavüz ediliyor. Resmi açıklamalara göre 30’dan fazla Rum ağır yaralanıyor. Gayri resmi kaynaklara göreyse bu sayı 300 civarında. 

Linç güruhu kimi Rum Erkekleri zorla sünnet ediyor. Zorla sünnet edilenler arasında papazlar da var. 

Söylediğim gibi, yıllarca 6-7 Eylül belleğimizdeki görüntüler hep dükkânlara yönelik saldırıların görüntüleriydi. 

Ama 2015’te Serdar Korucu’nun editörlüğünde hazırlanan Patrik Fotoğrafçısı Dimitri Kaloumenos’un Objektifinden 1955 isimli kitapla Patrikhane fotoğrafçısı Dimitrios Kalumenos’un çektiği fotoğrafları gördük. 

Ve anladık ki aslında dükkânlar kolektif şiddete maruz kalan hedeflerden sadece biri. 

Fotoğraf: Patrik Fotoğrafçısı Dimitri Kaloumenos’un Objektifinden 1955 

Kiliseler, okullar ve mezarlıklar da hedef alınıyor. 73 kilise, 26 okul bu pogromda zarar görüyor. 

Kalumenos’un çektiği fotoğraflar şiddetin boyutunu çok güçlü şekilde yansıtıyor bize: Mezarların bile nasıl kırıldığını, nasıl açıldığını görüyoruz. 

Fotoğraf: Patrik Fotoğrafçısı Dimitri Kaloumenos’un Objektifinden 1955 

İşte bu kapsamda bir şiddetten bahsettiğimiz için pogrom kelimesini kullanmamız gerek. Bu ölçekte bir şiddet için olaylar kelimesinin hafifletici etkisi yetersiz kalır. 

-Peki, amaç neydi? 

İki amaçtan söz etmek gerek. Birincisi, 1910’lardaki İttihatçı dönemden beri süregelen toplumu ve ekonomiyi Türkleştirme amacı. 

İkinci amaç ise, 1955 bağlamında daha spesifik bir amaç: Dönemin DP hükümeti Londra’da toplanmış olan Kıbrıs Konferansını dağıtmaya yönelik bir hamle  düzenlemek istiyor. 

Bu hamleyi hazırlayan unsurlar arasında Türkiye’nin Kıbrıs meselesinde sert bir tutum almasını isteyen Britanya diplomasisinin yol göstericiliğinin de payı olması mümkündür. 

Sonuçta Selanik’te Atatürk’ün doğduğu eve Türk istihbarat birimlerince tahrip gücü düşük dinamitler yerleştiriliyor. Ve bu haber İstanbul basınında oldukça  abartılarak, küçük olay büyütülerek veriliyor. 

Atina’daki AA muhabirinin “Bahçede bir iki dinamit lokumu patladı” şeklinde geçtiği haber “Atamızın Evi Bomba İle Hasara Uğradı” şekline dönüşerek manşete taşınıyor. 

Kâğıt kıtlığı olan bir dönemde gazetelerin ikinci baskıyı yapmaları önceden bir tertibat olmaksızın imkânsız gözükmektedir. 

Sonrası da önceden seferber edilmiş güruhun kamyonlarla saldırıların gerçekleşeceği semtlere taşınması, bir örnek sopalarla kolektif şiddetin başlaması. 

Fuat Köprülü: Ata’nın Selanik’teki evini Menderes bombalatmıştır 

-Türkiye toplumu 6-7 Eylül devlet eliyle organize edildiğini nasıl öğrendi? 

1990’ların başında emekli orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’nun verdiği bir söyleşi kritik. 

Yirmibeşoğlu “özel harp” kökenli bir subay. Söyleşisinde "6-7 Eylül’ün muhteşem bir özel harp örgütlenmesi" olduğunu söyledi. Ve "amacına ulaştığını" da belirtti. 

Aslında özel harp biriminin rolü dışında bir tertip olduğu çoktan beri biliniyordu. DP hükümetinin panikle ortaya attığı “Komünistler yaptı” tezi kimseyi ikna etmemişti. 

Adnan Menderes (ortada) ve Fuat Köprülü (sağda) / Fotoğraf: Twitter 

DP’nin kurucularından Fuat Köprülü’nün 27 Mayıs’tan hemen sonra verdiği bir söyleşi var. Biliyorsunuz Köprülü, DP kurucularından, ama 1957’de istifa etmişti. 

Fuat Köprülü o söyleşide şöyle diyor: 

Hadiseler Fatin Rüştü Zorlu’nun ilhamı ile Menderes ve Gedik tarafından tertiplenmiştir. Ata’nın Selanik’teki evini Menderes bombalatmıştır. 

Meselenin tahkik edilmesini, mesullerini bir an evvel meydana çıkartılmasını istedikçe Menderes’in işi kapatmaya çalıştığını gördüm. 

Yani bir grup insanın kendi kendilerine Kıbrıs’ı bahane edip Rumlara saldırmış olmadığı hep biliniyordu. 

Tabii bu açıklamaların yapılmış olması 6-7 Eylül’ün bir kolektif şiddet vakası, bir devlet organizasyonu olarak toplumsal bellekte yer ettiği anlamına gelmiyor. 

“Oktay Engin sonradan Nevşehir Valiliğine kadar yükseliyor” 

-Devlet tarafından organize edildiğine yönelik başka hangi bilgiler var elimizde? 

Her şeyden önce Selanik’teki evin bahçesine dinamit lokumlarını koyan kişi hakkında epeyce bilgi var. 

Adı Oktay Engin. 

O dönemde Yunanistan vatandaşı bir Batı Trakya Türkü ve Türk istihbaratına çalışıyor. 

Yunanistan’da hapis cezasına mahkûm ediliyor. Çıkınca Türkiye’ye gelip hukuk eğitimini tamamlıyor. 

Oktay Engin sonraları Türkiye’de Nevşehir valiliğine kadar yükseliyor. 

Başka bir bilgiye ise hasar görmüş ve hasar görmemiş binalara bakarak ulaşıyoruz. 

Kitle kendiliğinden hareket etse ilk tahribat muhtemelen Fener Patrikhanesi ve İstiklâl caddesindeki Yunan konsolosluğunda olurdu. 

Fakat bir organizasyon söz konusu, bu iki kritik yeri jandarma kuvvetleri korumaya alıyor. 

Diğer yerlerde ise polis tedbir almıyor. 

Sonradan kimilerinin “Bugün polis değiliz, Türküz” dediklerini öğreniyoruz. 


Dönemin AA muhabiri Selçuk Emre’nin raporu 

İlgi duyanlar, bu hafta Agos’ta yer alan rapora bakabilirler. O dönemde raporu AA Muhabiri 

Selçuk Emre, İstanbul Valisi’nin talebi üzerine hazırlıyor. 

Rapor açıkça güvenlik güçlerinin uzun süre saldırılara müdahale etmediğini, dönemin İçişleri Bakanı Namık Gedik’in “göstericilere” yumuşak davranılması talimatını verdiğini aktarıyor. 

Elbette pogrom dediğimiz gibi göstericiler değil saldırganlar demeliyiz. 

Selçuk Emre’nin raporundaki en önemli detay ise İstanbul’da kitle içinde, kitleyi yönlendiren hava değişimli Topçu Kıdemli Yüzbaşı Hamdi Özkanlı isimli bir subay ile birlikte dört sivil daha olduğu. 


Dönemin AA muhabiri Selçuk Emre'nin raporunun ilk sayfası / Agos 

Bu beş kişi tespit ediliyorlar ve tutuklanıyorlar; ama tutuklular formalite icabı bir sorgulamadan geçirildikten sonra aynı gece serbest bırakılıyorlar. 

Selçuk Emre’nin raporuna Atatürk Kitaplığı’nda ulaşan Hüsnü Gürbey ve Mahsuni Gül bu 

bilgiyi “İstanbul Merkez Kumandanlığı” tarafından tutulan tutanağa dayandırıyorlar. 

“Öncelik Tahribat ve vandalizm” 

Bir de konuya dair en önemli çalışmalardan biri olan Dilek Güven’in "6-7 Eylül Olayları" isimli kitabında karşımıza çıkan bir detay var. Bu da hırsızlık konusu. 


Fotoğraf: Patrik Fotoğrafçısı Dimitri Kaloumenos’un Objektifinden 1955 

Güven, 6 Eylül akşamının ilk anlarında saldırgan grupların liderlerinin hırsızlığı engellemeye çalıştıklarını aktarıyor. 

Hatta bazı liderler kimi kavşaklarda yoldan geçenlerin üzerlerini arayarak hırsızlığı önlemeye çalışıyorlar. 

Güven, bunu "organize grupların önceliğinin tahribat ve vandalizm olduğu" şeklinde yorumluyor. 

Fotoğraf: Fahri Çoker Arşivi 

Bunu da saldırgan kitlenin kendiliğinden harekete geçmediği, bir merkezi talimatla hareket ettiği şeklinde değerlendirebiliriz. 

Gecenin ilerleyen saatlerinde ise hırsızlık vakaları çoğalıyor. 

-Bu tarz olayların yıl dönümlerinde genelde yapılanlara baktığımızda; kınama, anma metni yayımlama ve bir/iki tweet atmanın ötesine geçmiyor. Bunun ötesine geçmemiz için ne yapılmalı? Özür ve yüzleşmenin önemi nedir? Bu süreç nasıl yürütülmelidir? 

Geçmişe dair bilginin demokratikleşmesi ve çoğulculaşması çok önemlidir. 

Bir ulusun geçmişinde sorunlu, utanılacak hiçbir şey görmemek, önyargılı bir tutumdur. 

“Biz hep haklıydık” hatasından kurtulmak gerekiyor. 

Maalesef Türkiye’de bu hatanın sıklıkla yapıldığını görüyoruz. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

5 Ocak 2017 Perşembe

Sabiha Gökçen ve Ermeni Propagandası



Sabiha Gökçen ve Ermeni Propagandası



Türk’ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni’nin Ermenistan’la kuracağı asil kanda mevcuttur.” İstanbul’da, Ermenice ve Türkçe yayın yapan Agos adlı gazetenin genel yayın yönetmeni Hrant Dink, “Diasporalı” yani sürgün kardeşlerine böyle sesleniyor “Ermeni Kimliği Üzerine” başlığıyla yazdığı dizinin son yazısında.

Dizinin diğer yazılarında da benzer ifadeler mevcut. Ancak özellikle Atatürk’ün manevi kızı, ilk Türk kadın pilot Sabiha Gökçen hakkında önceki yazılardan birinde ilginç bir iddia yer alıyor. Sabiha Gökçen kendi deyimleriyle etnik olarak Ermeni kökenden gelmekte imiş! Hürriyet gazesi de bu iddiaya balıklama atlayıp manşetine taşıyınca Ermeni meselesi yeniden gündeme geldi.

Sabiha Gökçen, Ermenistan’dan temizlikçilik yapmak üzere Türkiye’ye gelmiş bulunan Gazalcıyan’ın teyzesiymiş iddiaya göre. Kanıtlarıyla beraber de gelmiş Gazalcıyan!

Yıllar önce de yine aynı iddia bu kez Jamanak adlı bir gazeteci tarafından gündeme getirilmiş, Sabiha Gökçen’in hayatta olması nedeniyle olacak pek kayda değer bulunmamış. Ancak iki yıl önce kaybettiğimiz Gökçen, artık cevap veremeyecek durumda olduğu için şimdi bu iddia üzerinden lobicilik yapılıyor. Ne yazık ki bu lobiye Atatürk’ün manevi kızı da alet ediliyor.

Kabul et kurtul!

Atatürkçü kamuoyunda ve bazı iyi niyetli çevrelerde bu iddianın gerçek olmasının herhangi bir şeyi değiştirmeyeceği yanılgısı var. Hatta gerçek olması halinde bunun Atatürk’ün ve Sabiha Gökçen’in saygınlığından birşey yitirmeyeceği aksine artacağı şeklinde görüşler de mevcut. Türk hoşgörüsünün ve insanlığının en güzel örneği! Atatürk’ün de adının karıştırılmasıyla meşruiyet de tamamlanmış oluyor. Formüle edersek: kabul et kurtul!
Sabiha Gökçen’in Ermeni kökenli olduğunu bir kez kabul ettiniz ya, arkasından şu soru geleceğini bilin: Atatürk Sabiha’yı nereden evlatlık edindi? Bunun da yanıtı belli: yetiştirme yurdundan. Burası işte zurnanın zortladığı yer. Ermeni tehciri sırasında Sabiha da ailesi soykırıma uğradığı için yetiştirme yurdunda bulunuyordu. Atatürk de haline çok üzüldüğü Sabiha’yı hümanist duyguları nedeniyle evlatlık edinmişti! Yani Atatürk’ün soykırımı kabullendiğinin kanıtıdır bu!

Bir başka boyutu da Atatürk’ün yıllarca bu gerçeği halktan gizlediği, hatta soykırım gibi tarihsel gerçekleri unutturmaya çalıştığı saptamasıdır. Yani Atatürk hem gerçekleri çarpıtmış hem de yıllarca halkına yalan söylemiş!
Bazı çevreler tarafından da Sabiha Gökçen’in Boşnak kökenli olduğu ortaya atılarak işin içinden sıyrılmaya çalışıldı. Bunu da geçtik Sabiha Hanım’ın seceresi ortaya serildi. Meseleyi bu zeminde tartışmanın yanlış olduğunu bilmeliyiz her şeyden önce. Türkiye’de ne zaman bu tip bir olay yaşansa arkasında daima emperyalizm vardır. Kanıtı mı, bugün kürtçü hareketin de alevici hareketin de veya etnik öğelerin malzeme yapıldığı tüm ayrılıkçılığın da arkasında AB ve ABD emperyalizmi olduğunu bilmiyor muyuz? Türk milleti gerek mezhepsel, gerek ırkçı fikirlerle birbirine düşürülerek parçalanmak istenmiyor mu?
Zaten bu iddianın en fazla dikkate alındığı ve propagandasının yapıldığı yerlere baktığımızda da AB’ci ve Amerikancı çevreleri buluyoruz. Benzer şekilde bu takımın kalemşörleri de Ermenilerle dostluğumuzdan ve onlara yaptığımız insanlık dışı muamelelerden dem vuruyorlar. Tehcir, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül olayları ve en son ülkücülerin Hrant Dink’i tehdit etmesi kınanıyor. Onlara göre bu iddiaları ortaya atan Ermeni kardeşlerimiz değil de tepki gösterenler kışkırtıyor azınlık düşmanlığını.

Hepimiz Kürt, Alevi, Laz, Çerkez, Ermeni, Süryani vs. kökenden gelmemize rağmen hepimiz üst kimlik olarak Türk kimliğini kabulleniyoruz ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyız! Aslında biz yüzyıllardır bu topraklarda kardeşçe yaşıyoruz! El insaf, madem kardeşiz neden birbirimizi katlediyoruz? Sormadan edemiyoruz Ermeni soykırımı yaptığımızı peşinen kabul eden bu zevata.

Türklüğe karşı Kutsal İttifak

İçinde hainlik kokan bu vıcık vıcık hümanizma oltasına kimlerin geldiğine bakınca da şaşırmıyoruz. Kürtçülerinden, şeriatçılara marjinal bir yelpaze bu. Ama tüm Türk düşmanı çalışmalarda kendilerini yeni bir müttefiklik tabelası altında buluyoruz. Bu sefer tabelayı yapan usta karşıtlar yanyana yazmış.
Abdurrahman Dilipak, Şanar Yurdatapan, Hürriyet Şener (İHD) Av. Lütfü Yılmaz (Mazlumder) Av. Hasan Mollaoğlu (TGTV Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı) Zübeyir Perihan (MKM Mezopotamya Kültür Derneği) AGOS gazetesine topluca ziyarete ve desteğe gitmişler. Benzer olaylara aynı anda ve daha kitlesel tepki verilebilmesi için karşıtları birleştirmişler. Diyalektiğin mucizesi!
Bu gruplar neye ve niçin karşılarmış diye bir soru sorduğumuzda cevabını almak işten değil: Bütün Türklük ve Ordu düşmanlığı yapıldığı konularda.
Zaten iddianın ortaya çıkışından hemen sonra Ordu’nun yaptığı açıklamaya tepki gösterilmişti. “ Böyle bir iddiayı tartışmaya açmak, milli bütünlüğe ve toplumsal barışa katkısı olmayan yaklaşımdır ” şeklinde açıklama yapan Ordu’nun kaygıları anlaşılamamış mış!

İşlerine gelince basın yayın ilkelerini hatırlayan güzide kalemler gösterilen tepkilere de anlam verememişmiş! Ordu gazeteciliğe dahi el atmışmış!
Unuttukları kısmı biz tamamlayalım: “Bu millet artık hain yetiştirmeye de başlamış.”

Azınlık Hakları mı Türkiye’yi Bölme planı mı?

Ermenilerin ve diğer azınlıkların hakları Lozan’da belirlenmiştir. Azınlıklar hiçbir zaman milletin asli unsuru olmamışlardır. Türkiye’nin paylaşılmasında emperyalizm yandaşlığı ve milli mücadele karşıtlığı yaparak tavırlarını belirtmişlerdir. Bu tarihsel gerçekler varken ve Türkiye’nin kuşatılmasında rolleri belliyken Ermenilerin Türk dostu olduğundan bahsetmek abesle iştigal değilse nedir?

Bu idiiaların arkasında Türkiye’yi kuşatanları ve bunların Türk milletine ne paye biçtikleri sorgulanmalıdır. Ermeni meselesi açısından bakıldığında ancak bu olay yerli yerine oturtulabilir.

Ermenistan’daki ve diasporadaki Ermenilerin nihayi hedefleri Büyük Ermenistan’ı kurmaktır. Bu yolda ilk adım sözde soykırımın kamuoyuna kabul ettirilmesidir. Bunun için de zaman zaman Ararat gibi filmler piyasaya sürülür, bazen de böyle temelsiz iddialar. Soykırım bir kez kabul gördü mü arkasından tazminat ve toprak talepleri de gelecektir.

Bunun için uygulanmak istenen “ Dört T ” adında bir yol haritası olduğu bilinmektedir: Tanıtım, Tanınma, Tazminat ve Toprak... Yani, sözde Ermeni sorunu ASALA vb. terör örgütlerinin faaliyetleriyle tüm dünyada tanıtılacak, soykırım tüm dünya kamuoyunca kabul edilip Türkiyece tanınacak, sözde soykırımdan dolayı Türkiye’den “tazminat” alınacak ve “Büyük Ermenistan” rüyasını gerçekleştirmek için gerekli olan “toprak” Türkiye’den koparılacaktır!
Türkler’i kendi topraklarında işgalci gören Ermeniler bu iddialarla dünya çapında bir tanınma ve Türk düşmanlığı yapmaktadırlar. ABD’nin de Kafkas hattı projesi yeniden gündeme gelmiş durumdadır. Türkiye’nin bölünmesinde Ermeniler de tarihi tekerrür ettirircesine rollerini oynamaya başlamışlardır.

Zaten Sabiha Gökçen hakkındaki bu iddiayı ortaya atan bay Hrant Dink de yerel yönetimler yasası ve çok kültürlülükten yanadır. Cumhuriyet’e karşı da Osmanlı’yı tercih etmektedir. Dink “Osmanlı’yı trene benzetecek olursanız, her millet kendi kompartımanında, kendi alanı içerisinde memnundur; Ermeniler de kendi kompartımanlarında bir sistem içinde yaşarlar” “Cumhuriyet dönemindeki adaletsizlikler ve eşitsizlikler Osmanlı dönemindeki adaletsizlik ve eşitsizlikten kat be kat fazla olmuştur, oysa Cumhuriyet döneminde laik sistem vardır, Cumhuriyet vardır, demokrasi vardır” demektedir. Bizim demokrasi havarisi hümanistlerimiz de zaten bunu savunmaktadırlar!

İşte bu iddiaların denklemdeki yerini bulabiliriz. Türkiye’nin parçalanmasına karşı Kurtuluş Savaşı’nı örgütleyen Atatürk ve Sabiha Hanım, Ermeni meselesine bile alet edilmek istenmektedir. Hem de hümanizma havucu ve azınlık hakları sopasıyla...

http://www.turksolu.com.tr/51/korkmaz51.htm
,