İlker Başbuğ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İlker Başbuğ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Nisan 2016 Cumartesi

26.ncı Genelkurmay Başkanı ve Kumpası Doğru Okumak



26.ncı Genelkurmay Başkanı ve Kumpası Doğru Okumak 



Ali İhsan Gürcihan 
Açık İstihbarat
Tarih:08/03/2014 
Türü:İç Politika 


 E.Org.İlker BAŞBUĞ’da açıklamasında haklı olarak soruyor.

“Bu kirli senaryoyu kimler yarattı,gizli tanıklar yaratarak  hiç ilgisiz suçlamaları kimler ve neden yaptı.”   

Komutanım,

Sorunuzun cevabını  bildiğinizden ya da en azından değerlendirdiğinizden hiçbir  tereddüdüm  yoktur.

O heyecen içerisinde Cezaevi kapısında söyleyemediğiniz  bazı şeyleri de Harp Akademisinden  bir öğrenciniz olarak ben söyleyeyim...

 
www.acikistihbarat.com
08.03.2014


Bu Ülke’nin 26 ncı Genelkurmay Başkanı fiziken özgür..

Haksız da olsa,geçte olsa gelinen bu olumlu aşamaya elbette seviniyorum…

Emekli bir asker olarak daha özel seviniyorum… 

Hele,Ergenekon davasının ilk mağdurları arasından bir aile olarak daha da bir içten seviniyorum.

Ama bu Ülke’nin geleceği adına esas sevincimiz ancak ve ancak,bu kirli oyun ve onu yönetenler tam olarak ortaya çıkarılınca,haksızlıkların bedeli ödettirilip hak ve adalet tam anlamı ile yerine getirilince ve Cumhuriyet adına fikren de özgür olduğumuzda gerçekleşecektir.

E.Org. İlker BAŞBUĞ’da açıklamasında haklı olarak soruyor.

“Bu kirli senaryoyu kimler yarattı,gizli tanıklar yaratarak  hiç ilgisiz suçlamaları kimler ve neden yaptı.”   

Komutanım,

Sorunuzun cevabını  bildiğinizden ya da en azından değerlendirdiğinizden hiçbir  tereddüdüm  yoktur.

O heyecen içerisinde Cezaevi kapısında söyleyemediğiniz  bazı şeyleri de Harp Akademisinden  bir öğrenciniz olarak ben söyleyeyim...

Bu senaryonun küresel sahipleri ; 

Büyük Orta Doğu projesi içerisinde Türkiye’yi  DİN ekseni üzerinden kullanmayı  planlayanlardır.

Bu senaryonun yerel ve Ülkedeki sahipleri ise ;

Projedeki ortaklığı  fırsat bilip  yıllar önce  ettikleri yemini gerçekleştirmek  üzere Cumhuriyetle hesaplaşanlardır.  

Ne yazık ki bu senaryonun bir de gafilleri vardır.

Onlar ise;

2007 yılında küçük seviyeden serpme usulü ile başlanan bu kirli senaryo karşısında duyarsız kalarak, büyük resmi göremeyenler,ya da gördükleri halde ilkeli duruş gösteremeyen  ve böylece bu senaryonun cesaretle  büyütülmesine  neden olanlardır. 

Bunun dışındaki adamlar ise senaryo içerisinde birer teferruattır. 

Bir kısmı oynanan oyunun farkında olmadan görevini yaptığını zanneden bilinçsiz cahiller,diğer bir kısmı ise etkin görev alarak bu senaryo sahiplerine uşaklık eden beş paralık kuklalardır. 

Başka bir yaklaşımla bir tarafta;

İster cemaat,ister siyaset olsun,Cumhuriyetle hesaplaşmaya  yemin ederek, mezhepçi politikalar ve inançların istismarı  üzerinden ortak,uyumlu bir güç odağı haline gelenler.

Diğer tarafta ise ;

Cumhuriyet değerlerine ve kuruluş felsefesine sahip çıkmaya çalışan gerçek yurtseverler.

Şimdi Kumpas denen bu davaların “Paralel Devlet” marifeti olarak nitelenmesi,birkaç polis ve yargıç seviyesinde ele alınması,iktidar ve güç odakları açısından  büyük bir saptırma ve kandırmacadır. 

Başta Silahlı Kuvvetler olmak üzere,Cumhuriyet ve Demokrasiye sahip çıkan,adalet arayanların , iktidar gibi bu işi polis,savcı,hakim seviyesinde görmesi  ise çok büyük bir yanılgıdır.Kumpasın ikinci safhasını da kavrayamamaktır.

Komutanım kısacası ve açıkçası,bu Ülke’nin 26 ncı Genelkurmay  Başkanı olarak bu senaryonun kimler tarafından yaratıldığı sorusunu ; 

Ergenekon Davasını da kastederek “ Bu Ülke bağırsaklarını temizliyor “
diyen Bülent  ARINÇ’a ve H.Çelik gibi halen Ergenekon-Balyoz ve benzeri dava mağdurlarına saldırmaya devam eden Bakan seviyesindeki adamlara sormak gerekir,  

Ergenekon davasında polislerin  ve savcıların danışmanlığını ve sözcülüğünü yapan “1 numara”peşinde koşan ve karşılığında Milletvekilliği ile ödüllendirilen Şamil TAYYAR ile sizi cezaevinde ziyaret ettiğini belirterek şu an kendini aklamaya çalışan M.METİNER benzeri yargısız infaz yapan sözde  aydın,gazeteci,vekil gibi seviyesiz adamlara  sormak gerekir,

Ve esas olarak da ; 

MİT mensuplarını,yakın çevresini  güvence altına almak  için bir gecede yasalar çıkarırken, size ancak 26 ay sonra ceza evi çıkışı geçmiş olsun telefonu ile yetinen, aslında şu sıkıntılı günlerinde “Paralel Devlet”  iddiası için kendine destek bulmaya çalışan Ergenekon Başsavcısı Başbakan’a sormak gerekir.. 

Haksızlığa uğrayan tüm insanlarımızın hak ve itibarlarının iade edileceği günler dileği ile..


Açık İstihbarat @ 2014

http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10467


..


25 Şubat 2016 Perşembe

Sayın Başbuğ " Ülkeyi Böldürtmem " diyebilir misiniz?



Sayın Başbuğ " Ülkeyi Böldürtmem " diyebilir misiniz?



Özgür Billur
Sayı 254, 
28/09/2009



“… Lafla, Politika ile, Düşmanın aldatıcı vaatlerine kulak vermekle Askerlik görevi yapılamaz. Omuzlarında ve özellikle kafalarında Askerlik sorumluluğunu yüklenecek kadar kuvvet bulunmayanların feci sonuçlarla karşılaşmaları kaçınılmazdır.”
M. Kemal Atatürk, 1927, Ankara

Başbuğ’un Kürt Açılımı, Genelkurmay Başkanı, bu son ziyaretiyle konuyla ilgili görüşlerini net bir biçimde ortaya koydu.

Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Ramazan bayramının ikinci günü Mardin’in Nusaybin ilçesindeydi. Sınırtepe’deki  sınır karakolunu ziyaret eden Başbuğ, ardından bir evi ziyaret ederek Kürtçe konuşan bir kadınla, ona tercümanlık eden kocası aracılığıyla sohbet etti. Daha önce “ Teröristler de insandır ”, “ Biz Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı’nda Kürt - Türk Beraber Savaştık ” ve “ Türk Halkı değil, Türkiye Halkı ”  gibi sözleriyle Kürt meselesine yaklaşımı konusunda ipuçları veren Genelkurmay Başkanı, bu son ziyaretiyle konuyla ilgili görüşlerini net bir biçimde ortaya koydu.

Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Ramazan bayramının ikinci günü Mardin’in Nusaybin ilçesindeydi. Sınırtepe’deki sınır karakolunu ziyaret eden Başbuğ, ardından bir evi ziyaret ederek Kürtçe konuşan bir kadınla, ona tercümanlık eden kocası aracılığıyla sohbet etti.

Daha önce “Teröristler de insandır”, “Biz Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı’nda Kürt-Türk beraber savaştık” ve “Türk halkı değil, Türkiye halkı” gibi sözleriyle Kürt meselesine yaklaşımı konusunda ipuçları veren Genelkurmay Başkanı, bu son ziyaretiyle konuyla ilgili görüşlerini net bir biçimde ortaya koydu.

Hatırlanacağı gibi, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül geçtiğimiz haftalarda, devletin üst kademesinde bugüne kadar hiç olmadığı kadar mükemmel bir uyum olduğunu açıklamıştı. Başbuğ’un Mardin ziyareti ve yaptığı açıklamalar, Gül’ ün hiç de haksız olmadığını gösterdi.

Gül’ün, Tayyip’in ve Başbuğ’un Kürt meselesi ile ilgili açıklamaları yan yana konduğunda aralarında hiçbir farklılık olmadığını görürüz.

Türkiye tarihinde hiçbir hükümet ülkenin bölünmesiyle ilgili bugünkü kadar tehlikeli bir girişimde bulunmadı. Türk vatanı ve birliği hiç bugünkü kadar tehdit altında olmamıştır. Ama asıl tehlike, Ordu’nun başındakilerin bu tehlikeli gidişe “dur” demek yerine, hükümetin uygulamalarını desteklemesidir.

Genel Kurmay Başkanı’nın son açıklamalarının tüm işbirlikçi basın ve bölücüler tarafından desteklenmesi tesadüf değildir. Sırrı Sakık, Başbuğ’un konuşmasıyla ilgili “Bu bir özeleştiridir ve sevindiricidir.” demiştir.

Başbuğ’un açıklamaları bölücüleri sevindirirken, Türk milletini yaralamıştır. Şimdi bu açıklamalardaki yanlışları ve çelişkileri görelim.

Terörist Annesinin Acısını Anlamak ” ne demek?

Nisan ayında Harp Akademileri’nde yaptığı konuşmada “teröristlerin de insan olduğu” tespitini(!) yaparak ne büyük bir hümanist olduğunu kanıtlayan Genel Kurmay Başkanı, bu kez de teröristlerin annelerinin acılarını anlamamız gerektiğini belirtti:

“Terör örgütüne kandırılarak katılan teröristlerin büyük bir bölümü 26 yaşına gelmeden hayatlarını kaybetti. Bu kapsamda karşı çıkmalarına rağmen evlatlarını terör örgütüne kaptıran ve bu acıları yaşayan anne ve babaların acılarını anlamak zorundayız.”

Başbuğ’a Soruyoruz: Bugüne kadar hangi terörist cenazesinde, teröristin ailesi çocuğunu kandıranlara lanet okudu?

Hangi Terörist Anne - Babası çocuğunun cenazesine sahip çıkan DTP’lileri veya PKK’lıları evinden kovdu?

Hangi terörist anne-baba çocuğunu kandıranlara karşı mücadele etti ve devlete bağlılığını bildirdi?

Böyle bir durum olsa PKK bu kadar güçlenir miydi? İnsancıl Genel Kurmay Başkanımız, ölmüş teröristlerin anne-babalarının çocuklarına “şehit” muamelesi yaptığını göremiyor olmalı! DTP’li belediyelerin ve milletvekillerinin ölen terörist ailelerine nasıl sahip çıktığı da Başbuğ’un gözünden kaçtı herhalde…

Tayyip’in ölen teröristin annesiyle, şehit annesini bir gören açıklamasıyla Başbuğ’unkinin arasında ne fark var?

Mehmetçik, Ana-Babaları tarafından Bize emanet Edilmiştir ” diyen Genel Kurmay Başkanı, nasıl olur da Mehmetçiğin Katilinin anasının acısını anlamaktan bahsedebilir? Peki ya Şehitlerimizin Analarının acıları?

  (  _Kürt açılımının ülkeyi bölünmeye götüreceğini gören Türk milleti, bu kaygısını en çok askerlere dile getiriyor  Kürt açılımının ülkeyi bölünmeye götüreceğini gören Türk milleti, bu kaygısını en çok askerlere dile getiriyor. 
En son, 30 Ağustos kutlamaları sırasında Afyon’da vatandaşlar İlker Başbuğ’a “Açılım istemiyoruz. Apo’yu başbakan görmek istemiyoruz” diye seslendiler. 
Daha önce de benzer tepkiler gördü Genelkurmay Başkanı. Anlaşılan bu tedirginlik Başbuğ’u oldukça rahatsız etmiş olacak ki, şöyle yakınıyor: “‘ Bölünecek miyiz'’  diye tedirginlik oluşuyor. ‘Komutanım, ne olacak’ diye soruluyor. ‘Ciddiye almayın. Açık oturumları dinlemeyin. Seyretmeyin şu televizyonları’ diyorum ”  )

Tek yol PKK’nın Silah Bırakması mıdır?

Başbuğ konuşmasında “Tek çıkar yol, bölücü terör örgütünün silah bırakmasıdır.” dedi.

O halde soruyoruz Başbuğ’a: DTP’ye niye karşısınız peki? DTP’liler, silahsız PKK’lılar değiller mi?

Ya da şöyle soralım: Bölücülük yalnızca silahla mı yapılır? Silaha başvurmadan bölücülük yapmak teröristin de işine gelmez mi?

Türk Silahlı Kuvvetleri’nde bölücülüğün ideolojik aygıtlarla da yapıldığı ve terörün psikolojik boyutunu öğretmiyor musunuz?

Başbuğ’un çelişkisini köylülerle geçen şu diyalogda daha net biçimde görebiliriz:

Başbuğ: Hiç Milletvekiliniz yok mu?

Köylü: Nusaybin’den sadece Emine Ayna var. Onlar hizmet etmek yerine teröristlik yapıyor.

Başbuğ (Gülümseyerek): Biz Politikaya Karışmayız.

Mesele bu kadar nettir. Dağdaki terörist ile Emine Ayna’nın arasında fark yoktur. Dağdan inip meclise giren milletvekilleri olduğu gibi kocası dağda olan milletvekilleri vardır.

Bölücü, Dağda da Şehirde de, Bölücüdür.

Maalesef Genel Kurmay Başkanı, bu konuda da Tayyip gibi düşünmekte ve bölücülüğün PKK’nın silah bırakmasıyla biteceğini sanmaktadır.

PKK, Kendi İnsanını Katlediyor ” ne demek?

Başbuğ’un konuşmasında öyle yerler var ki, insan acaba yanlışlıkla mı ağzından kaçırdı, diye düşünmeden edemiyor. Örneğin, PKK’nın katliamlarıyla ilgili yaptığı şu açıklama: “Bölücü örgüt bugüne kadar 5669 sivil vatandaşın ölümüne sebep olmuştur. Katliamların sayısı 386’dır. Kimi katlediyor: Kendi insanını, bölgedeki insanını katlediyor.”

Başbuğ, böylece PKK’nın Kürtlerin örgütü olduğu gerçeğini kabul etmiştir. Daha önceki açıklamalarına bakınca böyle düşünmediğini bildiğimiz Başbuğ, hazırlıksız bir konuşma yapınca Kürtleri “ PKK’nın insanı” diye tarif etmiştir. Tabii “ bölge halkı” tanımını kullanmaktadır, ama bunun Kürtler demek olduğunu çocuklar bile bilmektedir.

Hal böyle olunca, yani Kürtler PKK’nın insanı ise, bizim Kürtlere karşı çıkmamız da en doğal hakkımız olmaktadır bu mantıkla!

TÜRKSOLU’nun “‘ Kürt’ varsa sorun var ” tespiti sanırız daha iyi anlaşılmaktadır. PKK denilen örgütün asıl beslendiği kaynak, ayrı bir ulus bilinci ve ayrı bir kimliktir, o da Kürtlüktür. “ Kürt” varsa, o yüzden sorun vardır. “ Kürt ” yoksa PKK da var olamaz.

Bu sebeple bölücülüğe karşı mücadele PKK’ya karşı mücadeleye indirgenemez. Mücadelenin özü, bölücü kimliğe, yani Kürtlüğe karşı olmalıdır. Zaten PKK, ayrı bir Kürt kimliğini Türkiye Cumhuriyeti’ne kabul ettirmek için kurulmadı mı?

Ancak İlker Başbuğ’un meseleye böyle bakmadığını biliyoruz. Başbuğ da tıpkı Tayyip gibi, Kürtler ile PKK’nın birbirinden ayrılması gerektiğini düşünmektedir. Ancak bunun bir hayal olduğu, son konuşmasında bile ortaya çıkmıştır.

Çünkü PKK denilen hareket “Kürt” varsa yaşayabilir, “Kürt” de kendi kimliğini bu terör örgütü ve sivil uzantıları ile Türk devletine kabul ettirmektedir.

Başbuğ, Türkçe’ye gerçekten önem veriyor mu?

Genel Kurmay Başkanı, Türkçe’nin resmi dil olduğunu, ama daha önemlisi aynı zamanda ortak iletişim dili, ekonomi dili olduğu açıkladı. Bu sözler, Başbuğ’un Türkçe’ye ne kadar çok önem verdiği şeklinde yorumlandı.

Başbuğ, dil konusunda şöyle konuştu: “Bu bölgede hâlâ Türkçe okuma-yazma bilmeyenlerin oranı yüzde 20’lerde. Türkiye ortalaması yüzde 8 küsur. Fırsat eşitliği, her alanda kendini geliştirme olanaklarını sağlayabildiğini söyleyebilir miyiz?”

Başbuğ’un bu rakamları nereden aldığını merak ediyoruz. Farzedelim ki, bu rakamlar bu kadar yüksek. Yani Kürtler bilinçli olarak değil de, Türkçe bilmedikleri için Kürtçe konuşuyorlar, varsayalım. Ya da teröristlerin bile kendi aralarında Türkçe konuştukları gerçeğini unutalım. Başbuğ’un kabul ettiği Türkçe bilmeme sıkıntısı nasıl aşılır?

Bunun tek bir yolu vardır, o da Türkçe’yi yurdun her köşesinde hâkim kılmak. Herkesi Türkçe konuşmaya sevketmek!

Başbuğ’un ekonomik ve iletişim dili dediği Türkçe, ortak bir milli his ve ruh yaratmak için herkesçe konuşulmalıdır. Başka diller, milli duyguyu ve ortak ruhu parçalar. Atatürk, bu yüzden Türkçeden başka bir dil konuşulmasına izin vermemiş ve “Vatandaş Türkçe konuş” kampanyalarıyla topluma Türkçe aşılanmıştır.

Başbuğ’un Türkçeye verdiği önem doğrultusunda, Atatürk dönemi uygulamalarını savunmasını beklersiniz, değil mi? Ama hiç de öyle değil.

Mardin’de Kürt Enstitüsü ile ilgli soruyu cevaplayan Başbuğ şöyle konuşuyor: “Anadil anneden-babadan öğrenilir. Ana babaya, ‘Kürtçe öğretme’ diyen var mı? ‘Kürtçe okuma yazma’ diyen var mı? ‘Kürtçe okuma-yazma öğrenmek istiyorum’ diyorsa yasak mı?”

İşte Başbuğ’un çelişkisi buradadır. Hem Türkçenin hayati öneminden bahsedeceksin hem de Kürtçenin öğretimini destekleyeceksin.

Hükümetin Kürt açılımıyla ilgili adımları öncelikle Kürtçe konusunda olmuştur. Kürtçe ile ilgili açılımların Milli Güvenlik Kurulu’nda askerlerce de onaylandığını düşünürsek Başbuğ’un Türkçe ile ilgili açıklamalarının ne kadar inandırıcı olduğunu sorabiliriz.

Başbuğ’un Görevi TV Programları mı?

Kürt açılımının ülkeyi bölünmeye götüreceğini gören Türk milleti, bu kaygısını en çok askerlere dile getiriyor. En son, 30 Ağustos kutlamaları sırasında Afyon’da vatandaşlar İlker Başbuğ’a “Açılım istemiyoruz. Apo’yu başbakan görmek istemiyoruz” diye seslendiler. Daha önce de benzer tepkiler gördü Genel Kurmay Başkanı.

Anlaşılan bu tedirginlik Başbuğ’u oldukça rahatsız etmiş olacak ki, şöyle yakınıyor: “‘Bölünecek miyiz’ diye tedirginlik oluşuyor. ‘Komutanım, ne olacak’ diye soruluyor. ‘Ciddiye almayın. Açık oturumları dinlemeyin. Seyretmeyin şu televizyonları’ diyorum.”

Türklere, televizyon seyretmeyin, çağrısı yapan Başbuğ, Kürtçe televizyonu desteklemişti. Hatta, TRT Genel Müdürü’nü bizzat arayıp TRT-6’nın bir an önce yayına başlamasını istediği bile iddia edildi.

Kürtler, TRT-6 izleyip Kürtçe konuşup, Kürtçe yaşayacaklar, Türk milleti ise televizyon izlemeyecek ve hükümetin açılımlarını destekleyecek!

Genel Kurmay Başkanı, fazlasıyla konuşunca TV’lerdeki açık oturumlarla ilgili bile yorum yapmaya başladı. Başbuğ, suçu TV’lerdeki açık oturumlara atacağına, bunca yandaş medyaya rağmen Türk milletinin kaygısının sebebini düşünse daha iyi olmaz mı?

Terörün Sebebi İş ve Aş Yetersizliği mi?

Başbuğ, Adeta bir Politikacı gibi Konuşuyor:

“ Benim insanım, iş istiyor, aş istiyor, eğitim istiyor. Batıda %5 olan problem burada %15 oluyor. Güvenlik boyutuyla baktığınızda bu insanlar terör örgütüne açık hale geliyor. Ankara’nın 5 kilometre ilerisinde de aynı sorunlar var ama burada terör sorunumuz var. Bu sorunları çözerseniz, insanlar teröre kapalı hale gelir. ”

Başbuğ’un kafası iyice karışık anlaşılan. Eğer Ankara’nın 5 kilometre ilerisinde de aynı sorun var ve Ankara’da terör yoksa, demek ki sorun ekonomik değil. Yani ekonomik sorunları çözerek meseleyi bitiremezsiniz.

Zaten açılım politikasının esası da bu, yani kültürel haklarıyla Kürtleri tanımak. Başbuğ, meseleyi ekonomik olarak görmekte, ama açılım politikasına karşı çıkmayarak, kendi tezini yanlışlamaktadır.

Başbuğ, Açılımın Arkasında

Vatandaş, Siyasi partilerden umudunu kestiği için, her fırsatta Ordusuna sesleniyor, komutanlarını bulduğu yerde “ Açılım İstemiyoruz ” diye haykırıyor. Ancak bu haykırışların cevapsız kaldığını görüyoruz. Çünkü, Genel Kurmay Başkanı da açılım politikasını destekliyor.

Gazeteciler Nusaybin gezisi sonrası, “ 30 Ağustos Konuşmanızda çizdiğiniz çerçeve içinde Açılım politikasını destekliyor musunuz? ” sorusuna “ Gayet tabii..” Cevabını verdi.

30 Ağustos konuşmasında “ Üniter Devlet ” vurgusu yapmıştı Başbuğ. Peki ama, ikinci bir anadili kabul ederek, ikinci bir halkı kabul ederek nasıl üniter devlet savunulur? Üniter devleti, Tayyip de savunuyor, ama ülkeyi bölünmeye götüren açılımın başında O var.

Demek ki, sözler değil, icraat önemli. Ağzınızdan çıkan söze ne kadar bağlı kaldığınız önemli.

Türkçe’nin öneminden bahsedip, Kürtçe TV ve okulları desteklemek olmaz!

Bugün size sitem eden millet, yarın sizi hükümetin suç ortağı olarak görebilir.

Bir zamanlar, Genel Kurmay Başkanı çok konuşuyor diye şikayet edenler, şimdilerde çok memnunlar. Hem siyasiler, hem işbirlikçi medya Başbuğ’un açıklamalarına dört elle sarılıyorlar ve onun ne kadar “demokrat” olduğunu her gün biraz daha iyi anlıyorlar!

Beş ay önce “Devlet, dağ kadrosunun örgütten ayrılmasını sağlayacak şekilde, mevcut yasal düzenlemelerin daha iyi şekilde uygulanabilmesini sağlamak için bazı değişiklikler yapmalıdır.” diyerek bir anlamda PKK’ya af çağrısı yapan Başbuğ, Kürt meselesine Tayyip’ten farklı bakmadığını her geçen gün daha açık bir biçimde göstermektedir.

“Ülke bölünmez” diyerek vatan savunulur mu?

Ülkenin bölünmez bütünlüğünün güvencesi olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin başı, ülkeyi yeniden Sevr’e götürecek açılım politikasını desteklemektedir.

Eskiden bölücülüğe karşı mücadelenin öncülüğünü yapan Türk Silahlı Kuvvetleri, şimdilerde demokratik açılım konusunda yeni açılımlar yapmaktadır. Genel Kurmay Başkanı bir siyasetçi gibi basın toplantıları yapmakta, yurt gezileri düzenleyerek açılım politikasının neredeyse propagandasını yapmaktadır.

Türk insanı haklı tepkisini koymakta ve sormaktadır: Nereye gidiyoruz, ülke parçalanıyor mu?

Genel Kurmay Başkanı’nın bu sorulara cevabı çok basittir: “Merak etmeyin, bir şey olmaz, ülke bölünmez.”

Türk milleti Genel Kurmay Başkanı’ndan böyle laflar duymak istemiyor. Silahlı Kuvvetler’in başının söyleyeceği söz şudur: “Ülkeyi böldürtmem. Canımızı veririz, ülkemizi parçalatmayız.”

Başbuğ’a soruyoruz: “Ülkeyi böldürtmeyeceğim.” diyebiliyor musunuz?

Türk milleti, “Bir şey olmaz, ülke parçalanmaz” diyen paşaları çok gördü. O paşalar, Osmanlı’yı yıkıma götüren siyasetçilerle birlikte yok olup gittiler.

Sevr Antlaşması imzalanırken, “Merak etmeyin, bir şey olmaz” diyen pek çok paşa vardı.

O paşaları, emrindeki askerler de, Türk milleti de, asla affetmedi.

Kurtuluş Savaşı’na Mustafa Kemal Paşa ile milletin sesine kulak veren komutanlar önderlik ettiler. Türk milletinin altın tarihi bu komutanlarla yazıldı, düşmandan korkan İstanbul paşalarıyla değil…

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin başındaki kişinin, Mustafa Kemal Atatürk ve Kurtuluş Savaşı kumandalarına layık olması gerekir.

(Sayı 254, 28/09/2009)


http://www.turksolu.com.tr/sehit/secmeordu6.htm


Türk Ordusu Hangi Tarafta?






Türk Ordusu Hangi Tarafta?


Ali Özsoy


İlker Başbuğ

  (  _ Abdullah Gül ve şürekasının “ Ordu da bizi Destekliyor ” iddiasına ve son bir aydır devam eden federasyon ve anayasa tartışmalarına rağmen konuyla ilgili Türkiye’de tek bir açıklama yapmayan İlker Başbuğ, sonunda ABD’de konuştu. ABD Genelkurmay Başkanı Mullen ile katıldığı bir toplantıda Başbuğ şunları söyledi: “ Irak’ın kuzeyi, Aralık 2007 tarihinden bu yana, PKK için güvenli sığınak olma özelliğini yitirdi. PKK’ya yönelik uluslararası destek de ciddi biçimde azaldı. 
Terör örgütü, amaçlarını silahlı mücadele yoluyla kazanıp kazanamayacağını tartışmaya ve Irak’ın geleceğinde kendilerine yer olmadığını görmeye başladı.” Evet, açıklama bu. Tam da AKP ve CHP tarafından PKK’nın aslında silah bırakmak ve af karşılığı siyasileşmek istediği iddialarıyla eş zamanlı bir açıklama.  )


Konuşma veya Konuşmama meselesi

Türkiye’de siyasette her zaman merak edilen soru şudur: Acaba asker bu konuda ne düşünüyor?

Bu sorunun sorulması çok doğal çünkü sivil siyaset olarak tarif edilen parlamenter iktidar ve muhalefetin ne düşündüğünü çok merak etmeye gerek yoktur. İktidarın da muhalefetin de ne savunacağı ABD tarafından belirlenir. Şu son “Kürt açılımı” bunun en bariz kanıtı. Obama Türkiye’ye geldi sadece AKP değil, CHP dahil tüm partiler PKK ağzıyla konuşmaya başladı.

Türkiye’de siyasi partiler hep Batıcı uydu yapının taşeronları olmuştur. Bu yüzden meclis ve hükümet ulusal çıkarların savunulduğu değil, pazarlandığı alanlar olagelmiştir. Bundan dolayı ulusal çıkar denince akla hep Türk Ordusu gelir. Düzenin denkleminde tek farklı değişken odur. Bu yüzden her zaman “acaba Ordu’nun bu konudaki görüşü ne?” sorusu sivil siyasetin baş gündem maddesidir.

Askerin gücü tabii ki silahlı kuvvet olmasından kaynaklanıyor. Söyledikleri bu yüzden önemli ancak sadece bundan dolayı değil. Türk Ordusu sivil siyasetin hiyerarşisini oluşturan ABD kaynaklı emir komuta zincirinin içine girmiyor. Türk Ordusu’nun İstiklâl Savaşı’ndan ve Atatürk döneminden kalan bir misyonu var. Bu misyonu taşıyan tek kurum olarak sık sık ulusal güvenliğimizi ve rejimi tehdit eden “sivil alandaki” gelişmelere fren koymak zorunda kalıyor.

Ancak son yıllarda bu askerin konuşma veya konuşmama meselesi son derece çetrefilleşti.

Eskiden Genel Kurmay Başkanları çok az konuşurlardı. Ancak konuştukları zaman tüm dengeler değişirdi. Ku­rum son sözünü söylemiş olurdu. Ne bir tankı sokakta görürdünüz ne de bir uçağın kalkıp Kuzey Irak’a uçması gerekirdi. Ama mesaj yerini bulurdu.

Zaten “ Savaş Sanatı ” silah kullanmak kadar kullanmamaya da dayanır. Askeri güç kullanılmadan caydırıyorsa çok daha güçlüdür. Bu yüzden “askerin konuşması” denen mesele stratejik bir meseledir. Bazen on cümlelik bir açıklama o kadar caydırıcıdır ki, bir savaşı engeller. Veya iç düşmanı hayallerinden uyandırır. Bazen hiç konuşmamak bile bir tercihtir ve daha da etkili olabilir.

Paşalarımızın Huyları

Ancak şimdilerde Türk Ordusu bu en önemli silahını yani konuşmak veya konuşmamayı ne yazık ki kullanamıyor.

Değişen her Genel Kurmay Başkanıyla bu sorun daha da derinleşiyor. Her yeni Genel Kurmay Başkanı için işbirlikçi medyada bazı karakter analizleri yapılıyor. Sert mizaçlı mıdır, iyi huylu mudur, çok mu konuşur, az mı vs..

Tabii bu önemli çünkü 28 Şubat’ın yarattığı “konuşma adabı ve geleneği” onlara çok fazla işbirliği ve ihanet alanı bırakmıyordu. Karadayı ve Kıvrıkoğlu dönemi böyleydi.

Sonra Hilmi Özkök geldi. Kendisinin ne kadar yumuşak huylu, demokrat karakterli ve az konuşan biri olduğu üzerine pek çok methiyeler döküldü. Bu paşa iyiydi çünkü olur olmaz konuşup AKP’yi rahatsız etmeyecekti.

Sonra “çok konuşmayı sevmem” diyen Hilmi Paşa’nın belki de TSK tarihinin gördüğü en ağzı kalabalık komutanı olduğuna hep birlikte tanık olduk. Ama konuştukça da AKP’yi sevindiriyordu. Vatandaş her olumsuz gelişmede paşayı bekliyordu. Paşa sonunda bir konuşuyordu… Meğersem Kıbrıs’ta da, Irak’ta da AKP doğru ya­pıyormuş. Şiir gibi geçiniyorlarmış. Vatandaş bu sefer “keşke sussa” noktasına geldi.

En sonunda emekli oldu ama yine de sahnelerden uzak kalamadı. Ergenekon savcısına Bursa’da tam 8 saatlik ifade vererek ne kadar az (!) konuşmayı seven biri olduğunu tekrar kanıtladı bu en “sivil” paşamız.

Sonra yerine Büyükanıt Paşamız geldi. Neler denmedi ki? Bu paşa çok müdahale edecek, lafını esirgemeyecek, konuşmaları ve demeçleriyle AKP’yi çok zorlayacak.

Gerçekten de başlangıçta Büyükanıt Paşa bazı tarihi açıklamalara ve konuşmalara imza attı. Ama sonra birden “ Kepengi kapattı.” Ve iddiaların tam tersine en suskun paşa oldu. Hilmi Pa­şa “ Suskundu ”, konuşma rekoru kırdı. Büyükanıt Paşa ise “ Konuşkandı ” ama susma rekoru kırdı.

Sonunda sıra İlker Başbuğ’a geldi. Yine karakter analizleri başladı. Bu paşa çok ciddidir. Futbol muhabbetinden hoşlanmaz. Çok az, kısa ama öz konuşur. Vesaire…

Çok az, kısa ve öz konuşan paşamız ise 4 saat süren sosyoloji tebliğleri sunan biri olarak karşımıza çıktı. Hem de saç baş yolduran cinsten. Konuşmasında tam 5 kez Obama’ya gönderme yapan paşamıza göre Türk halkı demek bölücülükmüş ama Türkiye halkı demek değilmiş. Sonra işler iyice sapa sardı. Açıklama yanlış anlaşılınca bir açıklama daha yapıldı. Bu sefer açıklamanın açıklamasıydı yapılan.

AKP Ordu adına Konuşabilir mi?

Oysa “Türk halkı” komutanlarımızdan o kadar çok konuşmalarını da istemiyor. Hele özgün (!) sosyoloji tezleriyle sunumlar yapmalarını hiç beklemiyoruz. Tek istediğimiz bu ülkenin ulusal güvenliği ve Cumhuriyetin temelleri konusunda tavizsiz tavır. Çok kısa ama öz bir demeç ve o demecin arkasında durulması. Yani kısaca kırmızı çizgilerin çiğnetilmemesi.

Sonunda Türk milletini öyle bir noktaya getirdiler ki, neredeyse “aman Paşam konuşma” der olduk.

Üniter devleti parçalayan her adımda ne yazık ki karargâhtan ya hiç ses çıkmıyor ya da yanlış ses çıkıyor. Anayasa’ya rağmen Kürtçe TV kuruluyor, İlker Başbuğ destekliyor. PKK’ya ve Apo’ya aftan bahsediliyor, tepeden gelen ses sert tepki göstereceğine teröristlerin insanlığından bahsediyor.

Ve hepsinden önemlisi artık asker konuşmayınca onun adına AKP konuşmaya başladı. Bilindiği gibi en son AKP’nin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül bir açıklama yaptı. Kürt konusunda çok güzel şeyler olacak dedi. Ve sözlerine ekledi. “Bu konuda asker, sivil, bürokrat tüm devlet erkânı hepimiz ilk defa hemfikiriz…”

Ve ardından neler sıralandı? Tüyleri diken diken eden ve açıkça üniter devleti parçalayan bir süreçten bahsediliyor.

Peki her konuda hemen açıklama yapan Genelkurmay’dan ses var mı? Yok. O zaman Abdullah Gül doğru mu söylüyor? Onun fikirleri askerleri de bağlıyor mu?

Gündemin ikinci bir önemli konusu Suriye sınırlarındaki mayınlı arazinin temizlenmesi… AKP İsrail’in toplam yüzölçümünün üçte ikisi kadar bir toprağı yarım asırlığına İsraillilere vermek istiyor. Türkiye ayağa kalkıyor. Herkes bir fikir beyan ediyor. Asker susuyor.

Ama onun yerine kim konuşuyor? Tayyip Erdoğan. Recep Tayyip bölgeye ilk mayını yerleştiren emekli bir Türk albayı konuyla ilgili demeç verdi diye saygısızca Türk subayını paylıyor. Diyor ki; “Biz Genelkurmayla kuvvet komutanlarıyla konuştuk. Sen emekli bir yarbaysın sana ne oluyor. Otur bir köşede.”

Böylelikle artık ulusal güvenliğimizi tehdit eden her ciddi konuda askerin tavrını ya Abdullah Gül’den ya da Recep Tayyip’ten öğreniyoruz.

Hani Taraftınız?

İşin geldiği noktaya bakın. Bir kurumun haysiyeti söz konusu… Söz konusu olan AKP’nin zabıtası değil, Atatürk’ün Ordusu.

Paşalarımızın artık çok konuşmak istememelerini anlayabiliyoruz. Hatta belki de olumludur bu. Ama Atatürk’ün “Ne mutlu Türk’üm diyene” sözünü “ilkellik” olarak suçlayan biri çıkıp sizin adınıza konuşuyor. PKK’yla masaya oturmaktan bile bahsediliyor.

Diğer taraftan “ Halkı kin ve Nefrete Tahrikten ” hapis yatmış biri şerefli bir Türk subayına hakaret ederken, sizin adınızı kullanıyor. “ Paşalar beni destekliyor.” diyor.

Susmaksa Onaylamaktır.

İnanılmaz teklifler gündeme getirildi. Apo’nun muhatap alınmasından tutun, PKK’lılara genel af çıkarılmasına kadar. Anayasa’dan “ Türk Ulusu ” ifadesi çıkarılsın, özerklik getirilsin deniyor.

Vatan için şehit olmuş binlerce Mehmetçiğin kanı yerde. Utanmadan diyorlar ki, asker Güneydoğu’da dağa taşa çizdiği Türk bayraklarını ve “Ne mutlu Türk’üm diyene” yazılarını silecek.

Tek bir İtiraz, tek bir Açıklama Yok.

Artık askerin tavrının ne olduğunu AKP’lilerden mi öğreneceğiz?

Ne zaman bir “ Kürt açılımı ” gündeme gelse askerin net bir açıklaması vardır: “ Biz bu konuda tarafız.

Şimdi soruyoruz. Hâlâ taraf mısınız?

Eğer öyleyse Abdullah Gül’ü yalanlamanız şart. Çünkü atılan her bölücü adıma sizi de ortak etmiş oldu.

Ne mutlu Türk’üm diyene ” Sözünü “ İlkellik ” kabul edenlerden yana mısınız, yoksa onlara karşı mısınız? Artık İlker Başbuğ’un bu konuda bir açıklama yapmak zorundadır. Çünkü işler çığırından çıkmak üzeridir.

7 Şehit ve ABD Gezisi

Tüm bu gelişmeler devam ederken güneydoğuda kahpe teröre yeni şehitler kurban verdik. 7 Askerimiz ABD kaynaklı mayınlarla PKK tarafından şehit edildi.

Gündem çok değişmedi. Medya mensupları şehitleri görmezden geldi. Terörist elebaşı Karayılan için PKK lideri denmeye devam edildi. Son açıklamalarının ne kadar “umut verici ve barışçıl” olduğundan bahsedildi. Evet, tam yedi şehidimizin kanı üzerinde bunlar konuşuldu.

Aynı günlerde Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ ABD’ye gitti. Kuzey Irak’ı PKK için cennetten bir köşe haline getiren, terör örgütüne silah ve mayın temin eden Pentagon’dan “Onur Madalyası” aldı.

Hadi bunların hepsine “ Resmi ikili ilişkiler ” diyelim. Ama bizi asıl rahatsız eden İlker Başbuğ’un “konuştuğu” an söyledikleridir. Abdullah Gül ve destekçilerinin “Ordu da bizi destekliyor” iddiasına ve son bir aydır devam eden federasyon ve anayasa tartışmalarına rağmen konuyla ilgili Türkiye’de tek bir açıklama yapmayan İlker Başbuğ, sonunda ABD’de konuştu. ABD Genel Kurmay Başkanı Mullen ile katıldığı bir toplantıda Başbuğ şunları söyledi:

“ Irak’ın kuzeyi, Aralık 2007 tarihinden bu yana, PKK için güvenli sığınak olma özelliğini yitirdi. PKK’ya yönelik uluslararası destek de ciddi biçimde azaldı. Terör örgütü, amaçlarını silahlı mücadele yoluyla kazanıp kazanamayacağını tartışmaya ve Irak’ın geleceğinde kendilerine yer olmadığını görmeye başladı.”

Evet, açıklama bu. Tam da AKP ve CHP tarafından PKK’nın aslında silah bırakmak ve af karşılığı siyasileşmek istediği iddialarıyla eş zamanlı bir açıklama. Varsayım şu. PKK aslında silah bırakmak istiyor ve Kuzey Irak’ta artık barınamıyor. Bu yüzden biz de açılım yapalım ve işlerini kolaylaştıralım. Ama bu iddianın ortaya atıldığı hafta Kuzey Irak kaynaklı mayınlar 7 erimizi şehit ediyor.

Peki ya Abdullah Gül ve AKP’nin o Meşhur “ Kürt Açılımı.” İlker Başbuğ bu konuda hiçbir yorum yapmıyor.

Ama şöyle söylüyor:

“Terörizme karşı savaşın, devlet tarafından güvenlik, ekonomik, sosyo-kültürel, propaganda ve uluslararası ilişkiler alanlarında da organize edilmiş koordineli faaliyetlerin bir kombinasyonu olduğuna inanıyoruz. Ancak terör örgütü bir yandan silahlı teröristlerini muhafaza ederken, sadece ekonomik ve sosyo-kültürel alanlarda alınan tedbirlerle terörizmin bitirilebileceğini düşünmek bir hatadır.”

Sosyo-kültürel alan ne demek? Açık değil. Son açılımlar bu alana girer mi? Düşman bölücü terör, ama bölücü terör dağdaki silahlı teröristlerden ibaret değil ki. Kandil’de temsili olarak birkaç yüz PKK’lı silah bıraksa ne olacak? Bölücülük bitecek mi yoksa daha da mı tehlikeli olacak? Bu sorulara yanıt yok. Abdullah Gül’ün Ordu’nun adını vererek konuştuğu konularda da bir açıklık yok.


ABD’li Memnun.,  Ama biz değiliz

İlker Başbuğ PKK terörüne karşı ABD ile işbirliğinin ilerlediğini ancak ABD’nin daha fazlasını da yapabileceğini belirtti. ABD’li meslektaş Oramiral Mullen, İlker Başbuğ’un konuşmasından memnun kaldı. Konuşması ilginçti. Türkiye’de görev yapmış bir subay olarak Türkiye’yi çok sevdiğini söyledi ama ifadeleri Türkiye’ye yönelik karmaşık duygular içeriyordu:

“1970’lerde İzmir’de görev yaptım. Çok zor ve karışık dönemlerdi. 2004 yılında İlker ile tanıştığımdaki ilişkiler çok kötü bir dönemden geçiyordu. ABD-Türkiye ilişkilerini neden eski haline getirmek zorunda olduğumuzu anladım.”

Muhtemelen 1970’lerde İzmir’de sokağa bile çıkamıyordu. Çünkü “çok zor ve karışık” dediği dönemlerde Al­tıncı Filo askerlerini İstanbul ve İzmir’de sokaklarda kovalayan devrimci gençler vardı.

2004 yılı ise tezkere ve çuval krizinin yaşandığı ve PKK terörünün ABD desteğiyle yeniden hortladığı yıl olarak değerlendirilebilir.

1970 ve 2004 yılından farklı olarak Mullen şu anda daha memnun. İlker Başbuğ’u “sıcak, cömert ve kararlı” bulduğunu söylüyor.

Bizim tek düşündüğümüz ise ülkemizin bölünmez bütünlüğü ve şehitlerimizin yerde kalan kanı… Mullen memnun olduğu için biz endişeliyiz.

Şimdi konuşma zamanı

“ Kürt açılımları ” başladı. Daha doğrusu resmi bölünme adımları.

ABD memnun, Talabani memnun, PKK memnun, AKP memnun, Abdullah Gül memnun, Mullen memnun…

İlk olarak Apo’nun idamının affı gündeme geldiğinde, TÜRKSOLU uyarmıştı. Bu yolun sonunda Apo’yu başbakan yapmak var demişti. O günlerde asker “bu konuda tarafız” demiş ve idamın kaldırılmasına karşı çıktıklarını ima etmişti. Ancak taraf olmaları bir şey değiştirmedi. Apo’nun affı gerçekleşti.

Şimdi ise Abdullah Gül asker de bizimle aynı tarafta diyor. Artık konuşma zamanı geldi.

Doğru mu yanlış mı?

Türk dağlarından “Ne mutlu Türk’üm diyene” sözleri silinecek mi?

Türk kentlerinin ismi Kürtleşecek mi?

Apo ve PKK’lı diğer teröristler affedilecek mi?

Türkiye Irak mı olacak?

Artık istesiniz de konuşmamazlık edemezsiniz. Çünkü Abdullah Gül sizin adınıza konuştu.

Öğrenelim.

Hâlâ taraf mısınız?

Tarafsanız bunu belli edecek misiniz?

Taraf olmanın gereğini yerine getirecek misiniz?

Tarih isminizi hangi tarafta yazacak?

Kapalı kapılar ardında ne konuşulur bilemeyiz ama herkesin tavrını bir de Türk halkı öğrensin ki, bizim de tavrımız belli olsun.

Çünkü elbette ki vatanı savunacaklar çıkacaktır.

Kimler bu tarafta duruyor bilelim.

(Sayı 239, 08/06/2009)

http://www.turksolu.com.tr/sehit/secmeordu2.htm