Özgür Billur etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Özgür Billur etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Şubat 2016 Perşembe

Sayın Başbuğ " Ülkeyi Böldürtmem " diyebilir misiniz?



Sayın Başbuğ " Ülkeyi Böldürtmem " diyebilir misiniz?



Özgür Billur
Sayı 254, 
28/09/2009



“… Lafla, Politika ile, Düşmanın aldatıcı vaatlerine kulak vermekle Askerlik görevi yapılamaz. Omuzlarında ve özellikle kafalarında Askerlik sorumluluğunu yüklenecek kadar kuvvet bulunmayanların feci sonuçlarla karşılaşmaları kaçınılmazdır.”
M. Kemal Atatürk, 1927, Ankara

Başbuğ’un Kürt Açılımı, Genelkurmay Başkanı, bu son ziyaretiyle konuyla ilgili görüşlerini net bir biçimde ortaya koydu.

Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Ramazan bayramının ikinci günü Mardin’in Nusaybin ilçesindeydi. Sınırtepe’deki  sınır karakolunu ziyaret eden Başbuğ, ardından bir evi ziyaret ederek Kürtçe konuşan bir kadınla, ona tercümanlık eden kocası aracılığıyla sohbet etti. Daha önce “ Teröristler de insandır ”, “ Biz Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı’nda Kürt - Türk Beraber Savaştık ” ve “ Türk Halkı değil, Türkiye Halkı ”  gibi sözleriyle Kürt meselesine yaklaşımı konusunda ipuçları veren Genelkurmay Başkanı, bu son ziyaretiyle konuyla ilgili görüşlerini net bir biçimde ortaya koydu.

Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Ramazan bayramının ikinci günü Mardin’in Nusaybin ilçesindeydi. Sınırtepe’deki sınır karakolunu ziyaret eden Başbuğ, ardından bir evi ziyaret ederek Kürtçe konuşan bir kadınla, ona tercümanlık eden kocası aracılığıyla sohbet etti.

Daha önce “Teröristler de insandır”, “Biz Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı’nda Kürt-Türk beraber savaştık” ve “Türk halkı değil, Türkiye halkı” gibi sözleriyle Kürt meselesine yaklaşımı konusunda ipuçları veren Genelkurmay Başkanı, bu son ziyaretiyle konuyla ilgili görüşlerini net bir biçimde ortaya koydu.

Hatırlanacağı gibi, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül geçtiğimiz haftalarda, devletin üst kademesinde bugüne kadar hiç olmadığı kadar mükemmel bir uyum olduğunu açıklamıştı. Başbuğ’un Mardin ziyareti ve yaptığı açıklamalar, Gül’ ün hiç de haksız olmadığını gösterdi.

Gül’ün, Tayyip’in ve Başbuğ’un Kürt meselesi ile ilgili açıklamaları yan yana konduğunda aralarında hiçbir farklılık olmadığını görürüz.

Türkiye tarihinde hiçbir hükümet ülkenin bölünmesiyle ilgili bugünkü kadar tehlikeli bir girişimde bulunmadı. Türk vatanı ve birliği hiç bugünkü kadar tehdit altında olmamıştır. Ama asıl tehlike, Ordu’nun başındakilerin bu tehlikeli gidişe “dur” demek yerine, hükümetin uygulamalarını desteklemesidir.

Genel Kurmay Başkanı’nın son açıklamalarının tüm işbirlikçi basın ve bölücüler tarafından desteklenmesi tesadüf değildir. Sırrı Sakık, Başbuğ’un konuşmasıyla ilgili “Bu bir özeleştiridir ve sevindiricidir.” demiştir.

Başbuğ’un açıklamaları bölücüleri sevindirirken, Türk milletini yaralamıştır. Şimdi bu açıklamalardaki yanlışları ve çelişkileri görelim.

Terörist Annesinin Acısını Anlamak ” ne demek?

Nisan ayında Harp Akademileri’nde yaptığı konuşmada “teröristlerin de insan olduğu” tespitini(!) yaparak ne büyük bir hümanist olduğunu kanıtlayan Genel Kurmay Başkanı, bu kez de teröristlerin annelerinin acılarını anlamamız gerektiğini belirtti:

“Terör örgütüne kandırılarak katılan teröristlerin büyük bir bölümü 26 yaşına gelmeden hayatlarını kaybetti. Bu kapsamda karşı çıkmalarına rağmen evlatlarını terör örgütüne kaptıran ve bu acıları yaşayan anne ve babaların acılarını anlamak zorundayız.”

Başbuğ’a Soruyoruz: Bugüne kadar hangi terörist cenazesinde, teröristin ailesi çocuğunu kandıranlara lanet okudu?

Hangi Terörist Anne - Babası çocuğunun cenazesine sahip çıkan DTP’lileri veya PKK’lıları evinden kovdu?

Hangi terörist anne-baba çocuğunu kandıranlara karşı mücadele etti ve devlete bağlılığını bildirdi?

Böyle bir durum olsa PKK bu kadar güçlenir miydi? İnsancıl Genel Kurmay Başkanımız, ölmüş teröristlerin anne-babalarının çocuklarına “şehit” muamelesi yaptığını göremiyor olmalı! DTP’li belediyelerin ve milletvekillerinin ölen terörist ailelerine nasıl sahip çıktığı da Başbuğ’un gözünden kaçtı herhalde…

Tayyip’in ölen teröristin annesiyle, şehit annesini bir gören açıklamasıyla Başbuğ’unkinin arasında ne fark var?

Mehmetçik, Ana-Babaları tarafından Bize emanet Edilmiştir ” diyen Genel Kurmay Başkanı, nasıl olur da Mehmetçiğin Katilinin anasının acısını anlamaktan bahsedebilir? Peki ya Şehitlerimizin Analarının acıları?

  (  _Kürt açılımının ülkeyi bölünmeye götüreceğini gören Türk milleti, bu kaygısını en çok askerlere dile getiriyor  Kürt açılımının ülkeyi bölünmeye götüreceğini gören Türk milleti, bu kaygısını en çok askerlere dile getiriyor. 
En son, 30 Ağustos kutlamaları sırasında Afyon’da vatandaşlar İlker Başbuğ’a “Açılım istemiyoruz. Apo’yu başbakan görmek istemiyoruz” diye seslendiler. 
Daha önce de benzer tepkiler gördü Genelkurmay Başkanı. Anlaşılan bu tedirginlik Başbuğ’u oldukça rahatsız etmiş olacak ki, şöyle yakınıyor: “‘ Bölünecek miyiz'’  diye tedirginlik oluşuyor. ‘Komutanım, ne olacak’ diye soruluyor. ‘Ciddiye almayın. Açık oturumları dinlemeyin. Seyretmeyin şu televizyonları’ diyorum ”  )

Tek yol PKK’nın Silah Bırakması mıdır?

Başbuğ konuşmasında “Tek çıkar yol, bölücü terör örgütünün silah bırakmasıdır.” dedi.

O halde soruyoruz Başbuğ’a: DTP’ye niye karşısınız peki? DTP’liler, silahsız PKK’lılar değiller mi?

Ya da şöyle soralım: Bölücülük yalnızca silahla mı yapılır? Silaha başvurmadan bölücülük yapmak teröristin de işine gelmez mi?

Türk Silahlı Kuvvetleri’nde bölücülüğün ideolojik aygıtlarla da yapıldığı ve terörün psikolojik boyutunu öğretmiyor musunuz?

Başbuğ’un çelişkisini köylülerle geçen şu diyalogda daha net biçimde görebiliriz:

Başbuğ: Hiç Milletvekiliniz yok mu?

Köylü: Nusaybin’den sadece Emine Ayna var. Onlar hizmet etmek yerine teröristlik yapıyor.

Başbuğ (Gülümseyerek): Biz Politikaya Karışmayız.

Mesele bu kadar nettir. Dağdaki terörist ile Emine Ayna’nın arasında fark yoktur. Dağdan inip meclise giren milletvekilleri olduğu gibi kocası dağda olan milletvekilleri vardır.

Bölücü, Dağda da Şehirde de, Bölücüdür.

Maalesef Genel Kurmay Başkanı, bu konuda da Tayyip gibi düşünmekte ve bölücülüğün PKK’nın silah bırakmasıyla biteceğini sanmaktadır.

PKK, Kendi İnsanını Katlediyor ” ne demek?

Başbuğ’un konuşmasında öyle yerler var ki, insan acaba yanlışlıkla mı ağzından kaçırdı, diye düşünmeden edemiyor. Örneğin, PKK’nın katliamlarıyla ilgili yaptığı şu açıklama: “Bölücü örgüt bugüne kadar 5669 sivil vatandaşın ölümüne sebep olmuştur. Katliamların sayısı 386’dır. Kimi katlediyor: Kendi insanını, bölgedeki insanını katlediyor.”

Başbuğ, böylece PKK’nın Kürtlerin örgütü olduğu gerçeğini kabul etmiştir. Daha önceki açıklamalarına bakınca böyle düşünmediğini bildiğimiz Başbuğ, hazırlıksız bir konuşma yapınca Kürtleri “ PKK’nın insanı” diye tarif etmiştir. Tabii “ bölge halkı” tanımını kullanmaktadır, ama bunun Kürtler demek olduğunu çocuklar bile bilmektedir.

Hal böyle olunca, yani Kürtler PKK’nın insanı ise, bizim Kürtlere karşı çıkmamız da en doğal hakkımız olmaktadır bu mantıkla!

TÜRKSOLU’nun “‘ Kürt’ varsa sorun var ” tespiti sanırız daha iyi anlaşılmaktadır. PKK denilen örgütün asıl beslendiği kaynak, ayrı bir ulus bilinci ve ayrı bir kimliktir, o da Kürtlüktür. “ Kürt” varsa, o yüzden sorun vardır. “ Kürt ” yoksa PKK da var olamaz.

Bu sebeple bölücülüğe karşı mücadele PKK’ya karşı mücadeleye indirgenemez. Mücadelenin özü, bölücü kimliğe, yani Kürtlüğe karşı olmalıdır. Zaten PKK, ayrı bir Kürt kimliğini Türkiye Cumhuriyeti’ne kabul ettirmek için kurulmadı mı?

Ancak İlker Başbuğ’un meseleye böyle bakmadığını biliyoruz. Başbuğ da tıpkı Tayyip gibi, Kürtler ile PKK’nın birbirinden ayrılması gerektiğini düşünmektedir. Ancak bunun bir hayal olduğu, son konuşmasında bile ortaya çıkmıştır.

Çünkü PKK denilen hareket “Kürt” varsa yaşayabilir, “Kürt” de kendi kimliğini bu terör örgütü ve sivil uzantıları ile Türk devletine kabul ettirmektedir.

Başbuğ, Türkçe’ye gerçekten önem veriyor mu?

Genel Kurmay Başkanı, Türkçe’nin resmi dil olduğunu, ama daha önemlisi aynı zamanda ortak iletişim dili, ekonomi dili olduğu açıkladı. Bu sözler, Başbuğ’un Türkçe’ye ne kadar çok önem verdiği şeklinde yorumlandı.

Başbuğ, dil konusunda şöyle konuştu: “Bu bölgede hâlâ Türkçe okuma-yazma bilmeyenlerin oranı yüzde 20’lerde. Türkiye ortalaması yüzde 8 küsur. Fırsat eşitliği, her alanda kendini geliştirme olanaklarını sağlayabildiğini söyleyebilir miyiz?”

Başbuğ’un bu rakamları nereden aldığını merak ediyoruz. Farzedelim ki, bu rakamlar bu kadar yüksek. Yani Kürtler bilinçli olarak değil de, Türkçe bilmedikleri için Kürtçe konuşuyorlar, varsayalım. Ya da teröristlerin bile kendi aralarında Türkçe konuştukları gerçeğini unutalım. Başbuğ’un kabul ettiği Türkçe bilmeme sıkıntısı nasıl aşılır?

Bunun tek bir yolu vardır, o da Türkçe’yi yurdun her köşesinde hâkim kılmak. Herkesi Türkçe konuşmaya sevketmek!

Başbuğ’un ekonomik ve iletişim dili dediği Türkçe, ortak bir milli his ve ruh yaratmak için herkesçe konuşulmalıdır. Başka diller, milli duyguyu ve ortak ruhu parçalar. Atatürk, bu yüzden Türkçeden başka bir dil konuşulmasına izin vermemiş ve “Vatandaş Türkçe konuş” kampanyalarıyla topluma Türkçe aşılanmıştır.

Başbuğ’un Türkçeye verdiği önem doğrultusunda, Atatürk dönemi uygulamalarını savunmasını beklersiniz, değil mi? Ama hiç de öyle değil.

Mardin’de Kürt Enstitüsü ile ilgli soruyu cevaplayan Başbuğ şöyle konuşuyor: “Anadil anneden-babadan öğrenilir. Ana babaya, ‘Kürtçe öğretme’ diyen var mı? ‘Kürtçe okuma yazma’ diyen var mı? ‘Kürtçe okuma-yazma öğrenmek istiyorum’ diyorsa yasak mı?”

İşte Başbuğ’un çelişkisi buradadır. Hem Türkçenin hayati öneminden bahsedeceksin hem de Kürtçenin öğretimini destekleyeceksin.

Hükümetin Kürt açılımıyla ilgili adımları öncelikle Kürtçe konusunda olmuştur. Kürtçe ile ilgili açılımların Milli Güvenlik Kurulu’nda askerlerce de onaylandığını düşünürsek Başbuğ’un Türkçe ile ilgili açıklamalarının ne kadar inandırıcı olduğunu sorabiliriz.

Başbuğ’un Görevi TV Programları mı?

Kürt açılımının ülkeyi bölünmeye götüreceğini gören Türk milleti, bu kaygısını en çok askerlere dile getiriyor. En son, 30 Ağustos kutlamaları sırasında Afyon’da vatandaşlar İlker Başbuğ’a “Açılım istemiyoruz. Apo’yu başbakan görmek istemiyoruz” diye seslendiler. Daha önce de benzer tepkiler gördü Genel Kurmay Başkanı.

Anlaşılan bu tedirginlik Başbuğ’u oldukça rahatsız etmiş olacak ki, şöyle yakınıyor: “‘Bölünecek miyiz’ diye tedirginlik oluşuyor. ‘Komutanım, ne olacak’ diye soruluyor. ‘Ciddiye almayın. Açık oturumları dinlemeyin. Seyretmeyin şu televizyonları’ diyorum.”

Türklere, televizyon seyretmeyin, çağrısı yapan Başbuğ, Kürtçe televizyonu desteklemişti. Hatta, TRT Genel Müdürü’nü bizzat arayıp TRT-6’nın bir an önce yayına başlamasını istediği bile iddia edildi.

Kürtler, TRT-6 izleyip Kürtçe konuşup, Kürtçe yaşayacaklar, Türk milleti ise televizyon izlemeyecek ve hükümetin açılımlarını destekleyecek!

Genel Kurmay Başkanı, fazlasıyla konuşunca TV’lerdeki açık oturumlarla ilgili bile yorum yapmaya başladı. Başbuğ, suçu TV’lerdeki açık oturumlara atacağına, bunca yandaş medyaya rağmen Türk milletinin kaygısının sebebini düşünse daha iyi olmaz mı?

Terörün Sebebi İş ve Aş Yetersizliği mi?

Başbuğ, Adeta bir Politikacı gibi Konuşuyor:

“ Benim insanım, iş istiyor, aş istiyor, eğitim istiyor. Batıda %5 olan problem burada %15 oluyor. Güvenlik boyutuyla baktığınızda bu insanlar terör örgütüne açık hale geliyor. Ankara’nın 5 kilometre ilerisinde de aynı sorunlar var ama burada terör sorunumuz var. Bu sorunları çözerseniz, insanlar teröre kapalı hale gelir. ”

Başbuğ’un kafası iyice karışık anlaşılan. Eğer Ankara’nın 5 kilometre ilerisinde de aynı sorun var ve Ankara’da terör yoksa, demek ki sorun ekonomik değil. Yani ekonomik sorunları çözerek meseleyi bitiremezsiniz.

Zaten açılım politikasının esası da bu, yani kültürel haklarıyla Kürtleri tanımak. Başbuğ, meseleyi ekonomik olarak görmekte, ama açılım politikasına karşı çıkmayarak, kendi tezini yanlışlamaktadır.

Başbuğ, Açılımın Arkasında

Vatandaş, Siyasi partilerden umudunu kestiği için, her fırsatta Ordusuna sesleniyor, komutanlarını bulduğu yerde “ Açılım İstemiyoruz ” diye haykırıyor. Ancak bu haykırışların cevapsız kaldığını görüyoruz. Çünkü, Genel Kurmay Başkanı da açılım politikasını destekliyor.

Gazeteciler Nusaybin gezisi sonrası, “ 30 Ağustos Konuşmanızda çizdiğiniz çerçeve içinde Açılım politikasını destekliyor musunuz? ” sorusuna “ Gayet tabii..” Cevabını verdi.

30 Ağustos konuşmasında “ Üniter Devlet ” vurgusu yapmıştı Başbuğ. Peki ama, ikinci bir anadili kabul ederek, ikinci bir halkı kabul ederek nasıl üniter devlet savunulur? Üniter devleti, Tayyip de savunuyor, ama ülkeyi bölünmeye götüren açılımın başında O var.

Demek ki, sözler değil, icraat önemli. Ağzınızdan çıkan söze ne kadar bağlı kaldığınız önemli.

Türkçe’nin öneminden bahsedip, Kürtçe TV ve okulları desteklemek olmaz!

Bugün size sitem eden millet, yarın sizi hükümetin suç ortağı olarak görebilir.

Bir zamanlar, Genel Kurmay Başkanı çok konuşuyor diye şikayet edenler, şimdilerde çok memnunlar. Hem siyasiler, hem işbirlikçi medya Başbuğ’un açıklamalarına dört elle sarılıyorlar ve onun ne kadar “demokrat” olduğunu her gün biraz daha iyi anlıyorlar!

Beş ay önce “Devlet, dağ kadrosunun örgütten ayrılmasını sağlayacak şekilde, mevcut yasal düzenlemelerin daha iyi şekilde uygulanabilmesini sağlamak için bazı değişiklikler yapmalıdır.” diyerek bir anlamda PKK’ya af çağrısı yapan Başbuğ, Kürt meselesine Tayyip’ten farklı bakmadığını her geçen gün daha açık bir biçimde göstermektedir.

“Ülke bölünmez” diyerek vatan savunulur mu?

Ülkenin bölünmez bütünlüğünün güvencesi olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin başı, ülkeyi yeniden Sevr’e götürecek açılım politikasını desteklemektedir.

Eskiden bölücülüğe karşı mücadelenin öncülüğünü yapan Türk Silahlı Kuvvetleri, şimdilerde demokratik açılım konusunda yeni açılımlar yapmaktadır. Genel Kurmay Başkanı bir siyasetçi gibi basın toplantıları yapmakta, yurt gezileri düzenleyerek açılım politikasının neredeyse propagandasını yapmaktadır.

Türk insanı haklı tepkisini koymakta ve sormaktadır: Nereye gidiyoruz, ülke parçalanıyor mu?

Genel Kurmay Başkanı’nın bu sorulara cevabı çok basittir: “Merak etmeyin, bir şey olmaz, ülke bölünmez.”

Türk milleti Genel Kurmay Başkanı’ndan böyle laflar duymak istemiyor. Silahlı Kuvvetler’in başının söyleyeceği söz şudur: “Ülkeyi böldürtmem. Canımızı veririz, ülkemizi parçalatmayız.”

Başbuğ’a soruyoruz: “Ülkeyi böldürtmeyeceğim.” diyebiliyor musunuz?

Türk milleti, “Bir şey olmaz, ülke parçalanmaz” diyen paşaları çok gördü. O paşalar, Osmanlı’yı yıkıma götüren siyasetçilerle birlikte yok olup gittiler.

Sevr Antlaşması imzalanırken, “Merak etmeyin, bir şey olmaz” diyen pek çok paşa vardı.

O paşaları, emrindeki askerler de, Türk milleti de, asla affetmedi.

Kurtuluş Savaşı’na Mustafa Kemal Paşa ile milletin sesine kulak veren komutanlar önderlik ettiler. Türk milletinin altın tarihi bu komutanlarla yazıldı, düşmandan korkan İstanbul paşalarıyla değil…

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin başındaki kişinin, Mustafa Kemal Atatürk ve Kurtuluş Savaşı kumandalarına layık olması gerekir.

(Sayı 254, 28/09/2009)


http://www.turksolu.com.tr/sehit/secmeordu6.htm


29 Aralık 2015 Salı

CHP'de Kürtçü Darbe Tezgahı, Konusunda CHP'yi bir yıl önce Uyarmıştık





Kılıçdaroğlu ve Kürtçü darbe konusunda 
CHP'yi bir yıl önce Uyarmıştık



CHP'de Kürtçü Darbe Hazırlığı



















Gökçe Fırat
CHP'de Kürtçü Darbe Tezgahı

Tam da o dönemde CHP içinde önemli bazı örgütsel değişiklikler oldu. CHP İstanbul örgütü tümüyle feshedildi, örgüt tepeden tırnağa değiştirildi. CHP vitrinine ise Önder Sav’ın yerine Kılıçdaroğlu çıkarıldı.

Bu ikilinin oralara özellikle getirildiği ise ancak şimdi anlaşılıyor. Büyük medya önce Kılıçdaroğlu’ndan bir kahraman yaratmaya girişti daha sonra da onu CHP’nin İstanbul adayı yaptı.

Tüm bu süreç içinde Deniz Baykal büyük medyanın CHP’ye olan büyük desteğini sevinerek karşıladı. Türkiye’de hiçbir seçimde görülmeyen bir destek Kılıçdaroğlu ’na verildi. O kadar ki neredeyse tüm gazete ve televizyonlar açıkça halka Kılıçdaroğlu’na oy verme çağrısı yaptılar.

Ancak seçimin hemen ertesinde bu desteğin amacı daha net ortaya çıkmaya başladı. CHP’ye destek veren medya bu defa Baykal’ın yerine Kılıçdaroğlu’nun geçmesi için kampanya başlattı.

Seçimlerde CHP’nin büyük başarı kazandığı propagandasına dayanan bu kampanya kısa vadede Baykal’ın koltuğunu sarsmayabilir. Ama artık Baykal’a karşı yeni bir darbe tezgahlandığı ortadadır.

Deniz Baykal hatırlarsa İnönü’ye karşı Ecevit de aynı şekilde öne sürülmüş ve İnönü hiç beklemediği bir kurultay yenilgisi almıştı. Baykal o dönemde Ecevit ekibinde olduğu için o darbeyi gayet iyi hatırlayacaktır.

Şimdi aynı tezgah işlemektedir. Ecevit’in nasıl da gizli bir Fethullahçı olduğu, halkçı denilen liderin nasıl da özelleştirmeci olduğu, hele hele Clinton’un karşısında nasıl iki büklüm olduğu, Amerikanın kucağına nasıl oturduğu çok çok sonra çıkacaktı ortaya, ama o dönemlerde Türkiye dağa taşa Karaoğlan yazıyordu.

Baykal’a değil Atatürkçü tabana darbe

Bu defa estirilen Kılıçdaroğlu fırtınası da benzer bir dinamik izliyor. Ama bu defa hiçbir şey gizli değil. Kılıçdaroğlu ve ekibi açıkça dincilerle kol kola, açıkça laikliğe karşı, açıkça Kürtçü.

Bir yanda İstanbul’da CHP’yi bir Kürtçü aşiret yapısına dönüştüren Gürsel Tekin, diğer tarafta PKK ile açıkça işbirliği yapan bir Murat Karayalçın.

Ama bu darbe Baykal’a yapılıyor sanmayın. Asıl darbe CHP tabanına yapılıyor. Bugüne kadar laiklikten taviz vermeyen, Atatürk milliyetçiliğine bağlı CHP’li yığınlar bu şekilde Kürtçülüğe ve dinciliğe alıştırılıyor. Bu süreç üç beş yıl sonra artık CHP tabanının da Kürtçü ve İslamcı olmasıyla sonuçlanacaktır.

CHP tabanına virüs verilmiştir. Bu virüs hızlı ilerlemez ama yavaş yavaş tüm tabana yayılacaktır. Bir süre sonra Amerika’nın ve büyük medyanın ve elbette Fethullahçıların istediği CHP ortaya çıkacaktır.

Bu, Amerika’nın Kuvayı Milliye’yi, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerini, Kurtuluş Savaşı ordusunu, Büyük Millet Meclisi’ni yok etme yolundaki son adımıdır.
Bugüne kadar tüm sağı teslim alan, Kürtçüleri avucunda tutan Amerika artık CHP’de de tüm dizginleri ele alacaktır.

Sevr haritasına karşı çıkmayacak, Sevr’de Kürdistan olarak gösterilen Güneydoğu’ya “bölge” diyecek, oraya özerklik isteyecek, hatta kendi kaderini tayin hakkına saygı duyacak, azınlıkların dinsel haklarını teslim edecek ama aynı zamanda tüm cemaat ve tarikatlara da aynı serbestiyi tanıyacak, ülkeyi Anzavurların avcuna bırakacak bir CHP yönetimi yoldadır ve CHP tabanı da bu duruma razı olacaktır.

Kısacası Türkiye’nin Atatürkçü damarı kesilmektedir ve CHP’nin artık bunu hissedecek bir durumu da yoktur.

(TÜRKSOLU, sayı 232, 13/04/2009)


Serap Yeşiltuna

CHP'de Kürtçü darbe hazırlığı

Doğan grubunun desteğiyle CHP içinde yeni bir darbe tezgahlanıyor: Kürt Darbesi.
Bu öyle bir darbe ki, sadece Kılıçdaroğlu’nun seçimlerde yakaladığı ivmeyle açıklanacak ve ona bağlanacak türden değil.
Daha seçimlerden çok önce başladı CHP’yi de bu Kürtçülük rüzgarına kaptırma sevdası.
Baykal, Tayyip’in Güneydoğu çıkarmasının hemen ardından, boynunda puşisiyle “etnik kimlik şerefimizdir” siyasetine başlamıştı ve bugün “Kürt sorunu” merkezine çekilmiş durumda.

İstanbul İl Başkanlığı merkezinde başlayan Kürtçülük

Kimler eliyle yapılıyor peki bu diye soracak olursak galiba burada bu kez Baykal mağdur. Ya da kendi kazdığı kuyuya kendi düşüyor diyebiliriz. Çünkü Kürtçülük açılımının mimarı Baykal’ın bizzat kendisi tarafından parlatılan isimlerden biri olan İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin.
Çarşaf açılımının da mimarı olan Gürsel Tekin, Karslı bir Kürt ve Kürtçülüğüyle “solculuğu” iç içe geçmiş isimlerden.
Seçim döneminde de Kılıçdaroğlu’nun yanında en çok sivrilen kişi. Aslında Kılıçdaroğlu’nun arkasındaki gizli el de denebilir. Ve en çok görünen, en çok konuşan isim. Hatta seçim gecesi Baykal evinde oturmuş TV’den seçim sonuçlarını izliyorken, basına açıklamalarını yapan isim. Yani bu seçimleri konuşurken CHP’yi değil de, CHP İstanbul İl Örgütü’nü ve Gürsel Tekin’i konuşmak gerekiyor.
Gürsel Tekin ve Kılıçdaroğlu’nu överek Baykal’ı indirme propagandası iki koldan yürütülüyor. Bir yanda Doğan Medya, diğer yanda da Zaman gazetesi aracılığı ile Fethullahçılar tarafından.
“Baykal gitsin ve Kılıçdaroğlu ile Gürsel Tekin gelsin. Bakın o zaman CHP oylarını nasıl artıracak.”
“İyi de bundan size ne” demek geliyor insanın içinden çünkü “ne Atatürkçüsünüz ne de CHP’li.”
Ancak ABD bir kez düğmeye bastı ve tüm piyonlarına farklı koldan aynı propagandayı yaptırıyor.

Varoşlardan yükselen etnikçilik

Kurdukları denklem basittir: CHP kötü, Kılıçdaroğlu ve Tekin iyi. Ancak bu kötülüğün ve iyiliğin kıstasları hiç de bizim tartıştığımız eksende yürümüyor.
Yıllardır Atatürkçüler olarak CHP’yi eleştiriyoruz. Ama sadece iktidar olamadığı için değil, Altı Ok’u reddettiği ve ideolojik olarak oradan oraya yalpaladığı, kimliksiz, duruşsuz bir parti olduğu için.
Türkiye’nin sahil şeridine kilitlendiği, kırsaldan, varoştan halktan tamamen koptuğu için eleştiriyoruz.
Milliyetçiliği bıraktığı, devletçiliği, halkçılığı elinin tersiyle reddedip liberal bir parti olduğu, özelleştirmelere, IMF’ye karşı koyamadığı için eleştiriyoruz. Elbette Baykal’ı da bunun için eleştiriyoruz.
Ancak şimdi Baykal gitsin, Kılıçdaroğlu ve Tekin gelsin diyenlerin derdi bu değil. Tam tersine artık daha da batağa çekilmiş bir CHP yaratmaya çalışıyorlar.
Bunu yaparken de CHP’nin çevre ve varoşlardan oy aldığını artık halka yöneldiğini bunun da birebir Gürsel Tekin’in başarısı olduğunu yutturmaya çalışıyorlar.
Taraf’tan Rasim Ozan Kütahyalı: “Yurttaşla birebir temas halinde, ilçe ilçe kasaba kasaba kasaba, mahalle mahalle gezerek emekten ve yoksuldan yana bir siyaset”ten bahsediyor.
Gürsel Tekin’in “ağır abi” tavırlarıyla, halkın içindenmiş görüntüsü yaratmaya çalışması, bürokrat tipli siyasetçi anlayışının dışında “tüccar” tavrı birilerine hoş görünüyor olabilir ancak bu halkla temasın değil halk dalkavukluğunun yeni bir biçimi. AKP o zaman en halkçı parti! Öyle ya AKP’li vekiller çok daha halktan görünüyor. Tayyip değil mi vatandaşın sofrasına oturup zaman zaman onun ekmeğini bölüşen.
Hatta bu ikilinin çok daha “sol” bir görüntü çizdiği iddiaları da Doğan’ın solcu gazetesi Radikal’den geliyor. Müthiş ikili, hem halkçı, hem de solcu.
Basının dediğine göre CHP ile halk arasında, varoşlar arasında bir köprü kurulmuş da bizim haberimiz yok!

Tekin ve Kılıçdaroğlu’nu kahraman yapan etnik kökenleri

Gürsel Tekin’i CHP’nin Tayyip Erdoğan’ı yapanlar, Kılıçdaroğlu için Türkiye’nin Karaoğlan’ı diyenler CHP dışından CHP içine doğru coşkulu bir “dönüşüm” havası başlattılar.
Bu öyle bir dönüşüm ki belki CHP’yi iktidara taşıyacak, CHP’den yeni bir AKP yaratabilecek bir dönüşüm. Biz bunu destekleyemiyoruz çünkü bu bizim anladığımız anlamda bir dönüşüm değil.
Yeni ekip CHP’yi Altı Oktan daha da uzaklaştıracak, onu daha da liberalleştirip Kürtçüleştirecek bir dönüşüme sokuyor.

Parlayan isimler:

Gürsel Tekin, Karslı bir Kürt.
Kemal Kılıçdaroğlu, Tuncelili bir Kürt.
Murat Karayalçın, Kürtçülüğün bayraktarı!

Etnik kökenleri bizi hiç de ilgilendirmiyor ancak bu isimlerin parlama nedeni maalesef etnik kökenleri ve Kürtçülüğe yaktıkları yeşil ışık.

TV ekranlarından konuşan Kılıçdaroğlu “Kürt açılımı yapacak mısınız?” sorusuna “Kürtler konuşsunlar ne açılım istiyorlarsa söylesinler yapalım” diye cevap veriyor. Diyarbakır’a gidip açılım yapmaktan bile bahsediyor.

Obama’nın gelişinin ardından da hemen Baykal’la görüşerek Kurultay talebinde bulunarak “liderlik talebim yok, arkanızdayım ama yeni yönetim kurulsun” diyor.
Ve CHP, 11 Nisan’da parti meclisi toplantısında Kurultay’a gitme kararı alıyor.
Yeni yönetim kurulacak. Konuşulan Kılıçdaroğlu’nun MYK’ya alınması, Karayalçın’ın CHP içinde aktif göreve getirilmesi hatta başdanışman olması.
Ancak Doğan Medya’nın da Fethullahçıların da hedefi çok daha büyük.
Reha Muhtar “Tayyip Bey yanlısı yandaş basın bile Kılıçdaroğlu gelsin, ortalık renklensin diye davul çalıyor, CHP’den hala ses seda yok. CHP bu seçimde kaybetti ama Kılıçdaroğlu gelirse iş değişir.” diyerek süreci hızlandırmaya çalışıyor.

İlk Kurultay için hedeflenen Baykal’ın düşürülüp, Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığa, Gürsel Tekin’in de yardımcılığa getirilip, Karayalçın’ın başdanışman yapılması ve parti içinde yeni bir ayıklamayla Kürtlerin aktif hale getirilmesidir.
Bu seçimlerde bazı yerlerde PKK’ya yakın isimlerin CHP’den aday yapıldığı düşünülürse değişim çok yakında ve bunun adı tam bir Kürt darbesi.
Öyle ki özellikle Taraf gazetesi başta olmak üzere yeni ikiliyi tutanların en önemli tezi de bunların Baykal gibi Ergenekon’un avukatlığını yapmıyor oluşu. “Gürsel Tekin, Kürttür ve Kürt meselesine de duyarlıdır” diyen Sabah yazarı Mahmut Övür, Taraf’a verdiği röportajda “Şimdi çok açıktan söyleyemiyorlar ama Tekin çetelere karşıdır, Baykal’ın tepkisini çekmek istemiyor ama Ergenekon’a onun gibi bakmıyor.” demeye getiriyor.
Yani yeni ekip aynı zamanda AKP’nin tezgahının da destekleyicisi ve belki de PKK’yla mücadele etmiş paşaların yargılanmasını isteyecek kadar da Ordu düşmanı. Bunu zaman gösterecek.

Baykal “ Etnik kimlik ” Havuzunda boğulacak

Kısacası “vah Baykal” demekten kendimizi alamıyoruz. Kendi açtığı Kürtçülük çukurunun içine kendi düştü.
Baykal seçimlerin ardından “AKP, DTP ile benzeşerek, DTP ile kaynaşarak, devletin hizmet ve yatırım olanaklarını kullanarak DTP’yi etkisizleştirmeye çalıştı ama insanlar bu aldatmacayı itti” diyerek AKP’yi eleştiriyordu. Ancak bu Kürtçülük yarışının içinde CHP de vardı. Parti programını bile “etnik kimlik şerefimizdir” söylemi üzerinden değiştiren Baykal “etnik kimlik” havuzunda boğulmak üzere. Baykal’a acıyacak değiliz ancak görünen o ki bu havuzda asıl boğulmak istenen Türk milleti.

“Baykal gitsin, Baykal gitsin” diye çırpınan Atatürkçüleri artık çok daha tehlikeli bir dönem bekliyor. “Baykal nasıl olsa koltuğunu kimseye terk etmez” diye de düşünmesinler Amerika düğmeye bastığı an Baykal o koltuğu bu Kürtçü ekibe devretmek zorundadır.

CHP bu işten başarıyla çıkabilir mi peki?

Elbette çıkabilir. Çünkü bundan sonra bir yedek olarak tutulacaktır.
İktidar olamaz mı? Elbette olabilir, elbette varoşlardan da oy alabilir.
AKP nasıl alabildiyse, nasıl bir dilenci ekonomisi sistemi kurduysa, nasıl popülist bir söylem geliştirdiyse CHP’de yapabilir.
Ancak bunun adı ne halkçılık ne de Atatürkçülük olur. Gürsel Tekin çizmeleri giyip varoşlara gider gitmesine-söylendiğine göre 38 bin 600 km yol katetmişler Kılıçdaroğlu’yla - ancak “yeni halkçı” CHP, ne özelleştirmelere karşı çıkar, ne IMF’ye ne de Amerika’ya. Varoşlardaki çaresiz vatandaş da bu kez CHP’ye oy vermiş olur belki ama kaderi baki kalır.
Kürtçülüğün önünü açacak tüm söylemlerle DTP’ye yeni bir düşman kardeş gelmiş olur o kadar. Bugün AKP nasıl DTP ile rekabet ederek bir yandan Kürtçe kanalla, Barzani, Talabani dalkavukluğuyla Kürtçülüğü geliştiriyorsa bunun destekçilerinden biri de CHP olur.
Atatürk’ün kemiklerini sızlatan çizgi yani.
Ömrü Kürt isyanlarıyla mücadele etmekle geçmiş, laikliği kabul ettirebilmek için her türlü tehlikeyi göze almış, kadını esaretten kurtarmış Atatürk’ün kurmuş olduğu parti Kürtçülüğün ve çarşafın esareti altında.
Doğan Medya’nın, Fethullahçıların “açılım! açılım! açılım!” çığlıkları etrafında Kürtçüler tarafından kuşatılmış olarak!
Gerçekten vah Baykal diyoruz, yazık olacak.

(TÜRKSOLU, Sayı 232, 13/04/2009)





Özgür Billur

Kılıçdaroğlu'nun Kürt açılımı

Kimi saf Atatürkçülerimiz Kemal Kılıçdaroğlu’nu CHP’yi düzlüğe çıkaracak kişi olarak görmek istiyor. Ancak Kılıçdaroğlu, CHP’yi tamamen Kürtçü bir rotaya oturtmak isteyenlerin “sevimli yüzüdür”. Dürüst, çalışkan imajıyla parlatılan Kılıçdaroğlu’nun arkasındaki isimlere bakınca ne demek istediğimiz anlaşılacaktır.
Örneğin Belediye seçimlerinde Kılıçdaroğlu’nu elinden tutup meydan meydan gezdiren Gürsel Tekin. Bu kişi Kürt açılımı konusunda kendi partisini AKP kadar cesur olmamakla eleştirmedi mi?
Gürsel Tekin’in haklı olduğunu itiraf edelim. Çünkü CHP, özü itibariyle AKP’nin Kürt açılımı politikasına karşı değil. Anadilde eğitim, etnik kimliğin tanınması, Kürtçe televizyon ve radyo, Kürdoloji Enstitüsü gibi öneriler SHP genel sekreterliği döneminde Deniz Baykal’ın hazırlattığı ve bugün de savunduğu raporda var. Ama CHP, Tekin’in de dediği gibi bunları cesurca savunmayıp, AKP’ye karşıymış gibi yapıyor.
Sen hem ayrı bir etnik kimliği tanı, hatta bunun bir şeref olduğunu programına yaz, hem de üniter devleti savun! Kimse yemez bunu, diyemiyoruz. Çünkü kimi Atatürkçüler Kılıçdaroğlu gibi Truva atlarına inanıp CHP’nin Kürt açılımına karşı olduğuna inanabiliyor.
Kılıçdaroğlu’nun ne amaçlarla öne çıkarıldığını hâlâ anlamayanlara onun Kürt meselesi ile ilgili açıklamalarını dikkatlice okumalarını tavsiye ederiz. Mesela Adıyaman ziyaretinde yaptığı şu konuşma: “Adına ne dersek diyelim, ister Kürt, ister doğu sorunu, Türkiye’nin 30 yıldır yaşadığı bir sorun var. Eğer terör sonlanacaksa, bu konuda sağlıklı bir adım atılacaksa CHP bu soruna ilgisiz kalmaz. Öteden beri zaten ilgisiz kalmıyordu. İçimizde Kürt kökenli, Türk kökenli, Çerkez kökenli, Laz kökenli kardeşlerimiz var. Bu coğrafyada kardeşçe yaşamak zorundayız.” Kılıçdaroğlu, konuşmasının sonunda ortak bir çözüm olursa CHP’nin de destek vermeye hazır olduğunu kaydetti.
Türkiye’yi bir etnik kimlikler ülkesi haline getiren ve Türklüğü bu etnik kimliklerden biri olarak gören anlayışın PKK veya AKP’den ne farkı var?
CHP’yi Atatürk’ün partisi, Kılıçdaroğlu’nu da ideal genel başkan olarak görenlere Atatürk’ün şu sözünü hatırlatıyoruz: “Bugünkü Türk milleti siyasi ve içtimai camiası içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve milletdaşlarımız vardır. Fakat mazinin istibdad devirleri mahsulü olan bu yanlış tevsimler, birkaç düşman aleti, mürteci beyinsizden maada hiçbir millet ferdi üzerinde tesellümden başka bir tesir hasıl edememiştir.”
Türklüğün, düşmanlarımız tarafından kullanılan etnik kimlikler tarafından yok edilmemesi için Türk milleti mücadele etmelidir. İçimizde faaliyet yürüten gizli Kürtçülere karşı uyanık olmak da bu mücadelenin bir parçasıdır.

(TÜRKSOLU, sayı 252, 07/09/2009)





..