Sayın Başbuğ " Ülkeyi Böldürtmem " diyebilir misiniz?
Özgür Billur
Sayı 254,
28/09/2009
“… Lafla, Politika ile, Düşmanın aldatıcı vaatlerine kulak vermekle Askerlik görevi yapılamaz. Omuzlarında ve özellikle kafalarında Askerlik sorumluluğunu yüklenecek kadar kuvvet bulunmayanların feci sonuçlarla karşılaşmaları kaçınılmazdır.”
M. Kemal Atatürk, 1927, Ankara
Başbuğ’un Kürt Açılımı, Genelkurmay Başkanı, bu son ziyaretiyle konuyla ilgili görüşlerini net bir biçimde ortaya koydu.
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Ramazan bayramının ikinci günü Mardin’in Nusaybin ilçesindeydi. Sınırtepe’deki sınır karakolunu ziyaret eden Başbuğ, ardından bir evi ziyaret ederek Kürtçe konuşan bir kadınla, ona tercümanlık eden kocası aracılığıyla sohbet etti. Daha önce “ Teröristler de insandır ”, “ Biz Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı’nda Kürt - Türk Beraber Savaştık ” ve “ Türk Halkı değil, Türkiye Halkı ” gibi sözleriyle Kürt meselesine yaklaşımı konusunda ipuçları veren Genelkurmay Başkanı, bu son ziyaretiyle konuyla ilgili görüşlerini net bir biçimde ortaya koydu.
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Ramazan bayramının ikinci günü Mardin’in Nusaybin ilçesindeydi. Sınırtepe’deki sınır karakolunu ziyaret eden Başbuğ, ardından bir evi ziyaret ederek Kürtçe konuşan bir kadınla, ona tercümanlık eden kocası aracılığıyla sohbet etti.
Daha önce “Teröristler de insandır”, “Biz Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı’nda Kürt-Türk beraber savaştık” ve “Türk halkı değil, Türkiye halkı” gibi sözleriyle Kürt meselesine yaklaşımı konusunda ipuçları veren Genelkurmay Başkanı, bu son ziyaretiyle konuyla ilgili görüşlerini net bir biçimde ortaya koydu.
Hatırlanacağı gibi, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül geçtiğimiz haftalarda, devletin üst kademesinde bugüne kadar hiç olmadığı kadar mükemmel bir uyum olduğunu açıklamıştı. Başbuğ’un Mardin ziyareti ve yaptığı açıklamalar, Gül’ ün hiç de haksız olmadığını gösterdi.
Gül’ün, Tayyip’in ve Başbuğ’un Kürt meselesi ile ilgili açıklamaları yan yana konduğunda aralarında hiçbir farklılık olmadığını görürüz.
Türkiye tarihinde hiçbir hükümet ülkenin bölünmesiyle ilgili bugünkü kadar tehlikeli bir girişimde bulunmadı. Türk vatanı ve birliği hiç bugünkü kadar tehdit altında olmamıştır. Ama asıl tehlike, Ordu’nun başındakilerin bu tehlikeli gidişe “dur” demek yerine, hükümetin uygulamalarını desteklemesidir.
Genel Kurmay Başkanı’nın son açıklamalarının tüm işbirlikçi basın ve bölücüler tarafından desteklenmesi tesadüf değildir. Sırrı Sakık, Başbuğ’un konuşmasıyla ilgili “Bu bir özeleştiridir ve sevindiricidir.” demiştir.
Başbuğ’un açıklamaları bölücüleri sevindirirken, Türk milletini yaralamıştır. Şimdi bu açıklamalardaki yanlışları ve çelişkileri görelim.
“ Terörist Annesinin Acısını Anlamak ” ne demek?
Nisan ayında Harp Akademileri’nde yaptığı konuşmada “teröristlerin de insan olduğu” tespitini(!) yaparak ne büyük bir hümanist olduğunu kanıtlayan Genel Kurmay Başkanı, bu kez de teröristlerin annelerinin acılarını anlamamız gerektiğini belirtti:
“Terör örgütüne kandırılarak katılan teröristlerin büyük bir bölümü 26 yaşına gelmeden hayatlarını kaybetti. Bu kapsamda karşı çıkmalarına rağmen evlatlarını terör örgütüne kaptıran ve bu acıları yaşayan anne ve babaların acılarını anlamak zorundayız.”
Başbuğ’a Soruyoruz: Bugüne kadar hangi terörist cenazesinde, teröristin ailesi çocuğunu kandıranlara lanet okudu?
Hangi Terörist Anne - Babası çocuğunun cenazesine sahip çıkan DTP’lileri veya PKK’lıları evinden kovdu?
Hangi terörist anne-baba çocuğunu kandıranlara karşı mücadele etti ve devlete bağlılığını bildirdi?
Böyle bir durum olsa PKK bu kadar güçlenir miydi? İnsancıl Genel Kurmay Başkanımız, ölmüş teröristlerin anne-babalarının çocuklarına “şehit” muamelesi yaptığını göremiyor olmalı! DTP’li belediyelerin ve milletvekillerinin ölen terörist ailelerine nasıl sahip çıktığı da Başbuğ’un gözünden kaçtı herhalde…
Tayyip’in ölen teröristin annesiyle, şehit annesini bir gören açıklamasıyla Başbuğ’unkinin arasında ne fark var?
“ Mehmetçik, Ana-Babaları tarafından Bize emanet Edilmiştir ” diyen Genel Kurmay Başkanı, nasıl olur da Mehmetçiğin Katilinin anasının acısını anlamaktan bahsedebilir? Peki ya Şehitlerimizin Analarının acıları?
( _Kürt açılımının ülkeyi bölünmeye götüreceğini gören Türk milleti, bu kaygısını en çok askerlere dile getiriyor Kürt açılımının ülkeyi bölünmeye götüreceğini gören Türk milleti, bu kaygısını en çok askerlere dile getiriyor.
En son, 30 Ağustos kutlamaları sırasında Afyon’da vatandaşlar İlker Başbuğ’a “Açılım istemiyoruz. Apo’yu başbakan görmek istemiyoruz” diye seslendiler.
Daha önce de benzer tepkiler gördü Genelkurmay Başkanı. Anlaşılan bu tedirginlik Başbuğ’u oldukça rahatsız etmiş olacak ki, şöyle yakınıyor: “‘ Bölünecek miyiz'’ diye tedirginlik oluşuyor. ‘Komutanım, ne olacak’ diye soruluyor. ‘Ciddiye almayın. Açık oturumları dinlemeyin. Seyretmeyin şu televizyonları’ diyorum ” )
Tek yol PKK’nın Silah Bırakması mıdır?
Başbuğ konuşmasında “Tek çıkar yol, bölücü terör örgütünün silah bırakmasıdır.” dedi.
O halde soruyoruz Başbuğ’a: DTP’ye niye karşısınız peki? DTP’liler, silahsız PKK’lılar değiller mi?
Ya da şöyle soralım: Bölücülük yalnızca silahla mı yapılır? Silaha başvurmadan bölücülük yapmak teröristin de işine gelmez mi?
Türk Silahlı Kuvvetleri’nde bölücülüğün ideolojik aygıtlarla da yapıldığı ve terörün psikolojik boyutunu öğretmiyor musunuz?
Başbuğ’un çelişkisini köylülerle geçen şu diyalogda daha net biçimde görebiliriz:
Başbuğ: Hiç Milletvekiliniz yok mu?
Köylü: Nusaybin’den sadece Emine Ayna var. Onlar hizmet etmek yerine teröristlik yapıyor.
Başbuğ (Gülümseyerek): Biz Politikaya Karışmayız.
Mesele bu kadar nettir. Dağdaki terörist ile Emine Ayna’nın arasında fark yoktur. Dağdan inip meclise giren milletvekilleri olduğu gibi kocası dağda olan milletvekilleri vardır.
Bölücü, Dağda da Şehirde de, Bölücüdür.
Maalesef Genel Kurmay Başkanı, bu konuda da Tayyip gibi düşünmekte ve bölücülüğün PKK’nın silah bırakmasıyla biteceğini sanmaktadır.
“ PKK, Kendi İnsanını Katlediyor ” ne demek?
Başbuğ’un konuşmasında öyle yerler var ki, insan acaba yanlışlıkla mı ağzından kaçırdı, diye düşünmeden edemiyor. Örneğin, PKK’nın katliamlarıyla ilgili yaptığı şu açıklama: “Bölücü örgüt bugüne kadar 5669 sivil vatandaşın ölümüne sebep olmuştur. Katliamların sayısı 386’dır. Kimi katlediyor: Kendi insanını, bölgedeki insanını katlediyor.”
Başbuğ, böylece PKK’nın Kürtlerin örgütü olduğu gerçeğini kabul etmiştir. Daha önceki açıklamalarına bakınca böyle düşünmediğini bildiğimiz Başbuğ, hazırlıksız bir konuşma yapınca Kürtleri “ PKK’nın insanı” diye tarif etmiştir. Tabii “ bölge halkı” tanımını kullanmaktadır, ama bunun Kürtler demek olduğunu çocuklar bile bilmektedir.
Hal böyle olunca, yani Kürtler PKK’nın insanı ise, bizim Kürtlere karşı çıkmamız da en doğal hakkımız olmaktadır bu mantıkla!
TÜRKSOLU’nun “‘ Kürt’ varsa sorun var ” tespiti sanırız daha iyi anlaşılmaktadır. PKK denilen örgütün asıl beslendiği kaynak, ayrı bir ulus bilinci ve ayrı bir kimliktir, o da Kürtlüktür. “ Kürt” varsa, o yüzden sorun vardır. “ Kürt ” yoksa PKK da var olamaz.
Bu sebeple bölücülüğe karşı mücadele PKK’ya karşı mücadeleye indirgenemez. Mücadelenin özü, bölücü kimliğe, yani Kürtlüğe karşı olmalıdır. Zaten PKK, ayrı bir Kürt kimliğini Türkiye Cumhuriyeti’ne kabul ettirmek için kurulmadı mı?
Ancak İlker Başbuğ’un meseleye böyle bakmadığını biliyoruz. Başbuğ da tıpkı Tayyip gibi, Kürtler ile PKK’nın birbirinden ayrılması gerektiğini düşünmektedir. Ancak bunun bir hayal olduğu, son konuşmasında bile ortaya çıkmıştır.
Çünkü PKK denilen hareket “Kürt” varsa yaşayabilir, “Kürt” de kendi kimliğini bu terör örgütü ve sivil uzantıları ile Türk devletine kabul ettirmektedir.
Başbuğ, Türkçe’ye gerçekten önem veriyor mu?
Genel Kurmay Başkanı, Türkçe’nin resmi dil olduğunu, ama daha önemlisi aynı zamanda ortak iletişim dili, ekonomi dili olduğu açıkladı. Bu sözler, Başbuğ’un Türkçe’ye ne kadar çok önem verdiği şeklinde yorumlandı.
Başbuğ, dil konusunda şöyle konuştu: “Bu bölgede hâlâ Türkçe okuma-yazma bilmeyenlerin oranı yüzde 20’lerde. Türkiye ortalaması yüzde 8 küsur. Fırsat eşitliği, her alanda kendini geliştirme olanaklarını sağlayabildiğini söyleyebilir miyiz?”
Başbuğ’un bu rakamları nereden aldığını merak ediyoruz. Farzedelim ki, bu rakamlar bu kadar yüksek. Yani Kürtler bilinçli olarak değil de, Türkçe bilmedikleri için Kürtçe konuşuyorlar, varsayalım. Ya da teröristlerin bile kendi aralarında Türkçe konuştukları gerçeğini unutalım. Başbuğ’un kabul ettiği Türkçe bilmeme sıkıntısı nasıl aşılır?
Bunun tek bir yolu vardır, o da Türkçe’yi yurdun her köşesinde hâkim kılmak. Herkesi Türkçe konuşmaya sevketmek!
Başbuğ’un ekonomik ve iletişim dili dediği Türkçe, ortak bir milli his ve ruh yaratmak için herkesçe konuşulmalıdır. Başka diller, milli duyguyu ve ortak ruhu parçalar. Atatürk, bu yüzden Türkçeden başka bir dil konuşulmasına izin vermemiş ve “Vatandaş Türkçe konuş” kampanyalarıyla topluma Türkçe aşılanmıştır.
Başbuğ’un Türkçeye verdiği önem doğrultusunda, Atatürk dönemi uygulamalarını savunmasını beklersiniz, değil mi? Ama hiç de öyle değil.
Mardin’de Kürt Enstitüsü ile ilgli soruyu cevaplayan Başbuğ şöyle konuşuyor: “Anadil anneden-babadan öğrenilir. Ana babaya, ‘Kürtçe öğretme’ diyen var mı? ‘Kürtçe okuma yazma’ diyen var mı? ‘Kürtçe okuma-yazma öğrenmek istiyorum’ diyorsa yasak mı?”
İşte Başbuğ’un çelişkisi buradadır. Hem Türkçenin hayati öneminden bahsedeceksin hem de Kürtçenin öğretimini destekleyeceksin.
Hükümetin Kürt açılımıyla ilgili adımları öncelikle Kürtçe konusunda olmuştur. Kürtçe ile ilgili açılımların Milli Güvenlik Kurulu’nda askerlerce de onaylandığını düşünürsek Başbuğ’un Türkçe ile ilgili açıklamalarının ne kadar inandırıcı olduğunu sorabiliriz.
Başbuğ’un Görevi TV Programları mı?
Kürt açılımının ülkeyi bölünmeye götüreceğini gören Türk milleti, bu kaygısını en çok askerlere dile getiriyor. En son, 30 Ağustos kutlamaları sırasında Afyon’da vatandaşlar İlker Başbuğ’a “Açılım istemiyoruz. Apo’yu başbakan görmek istemiyoruz” diye seslendiler. Daha önce de benzer tepkiler gördü Genel Kurmay Başkanı.
Anlaşılan bu tedirginlik Başbuğ’u oldukça rahatsız etmiş olacak ki, şöyle yakınıyor: “‘Bölünecek miyiz’ diye tedirginlik oluşuyor. ‘Komutanım, ne olacak’ diye soruluyor. ‘Ciddiye almayın. Açık oturumları dinlemeyin. Seyretmeyin şu televizyonları’ diyorum.”
Türklere, televizyon seyretmeyin, çağrısı yapan Başbuğ, Kürtçe televizyonu desteklemişti. Hatta, TRT Genel Müdürü’nü bizzat arayıp TRT-6’nın bir an önce yayına başlamasını istediği bile iddia edildi.
Kürtler, TRT-6 izleyip Kürtçe konuşup, Kürtçe yaşayacaklar, Türk milleti ise televizyon izlemeyecek ve hükümetin açılımlarını destekleyecek!
Genel Kurmay Başkanı, fazlasıyla konuşunca TV’lerdeki açık oturumlarla ilgili bile yorum yapmaya başladı. Başbuğ, suçu TV’lerdeki açık oturumlara atacağına, bunca yandaş medyaya rağmen Türk milletinin kaygısının sebebini düşünse daha iyi olmaz mı?
Terörün Sebebi İş ve Aş Yetersizliği mi?
Başbuğ, Adeta bir Politikacı gibi Konuşuyor:
“ Benim insanım, iş istiyor, aş istiyor, eğitim istiyor. Batıda %5 olan problem burada %15 oluyor. Güvenlik boyutuyla baktığınızda bu insanlar terör örgütüne açık hale geliyor. Ankara’nın 5 kilometre ilerisinde de aynı sorunlar var ama burada terör sorunumuz var. Bu sorunları çözerseniz, insanlar teröre kapalı hale gelir. ”
Başbuğ’un kafası iyice karışık anlaşılan. Eğer Ankara’nın 5 kilometre ilerisinde de aynı sorun var ve Ankara’da terör yoksa, demek ki sorun ekonomik değil. Yani ekonomik sorunları çözerek meseleyi bitiremezsiniz.
Zaten açılım politikasının esası da bu, yani kültürel haklarıyla Kürtleri tanımak. Başbuğ, meseleyi ekonomik olarak görmekte, ama açılım politikasına karşı çıkmayarak, kendi tezini yanlışlamaktadır.
Başbuğ, Açılımın Arkasında
Vatandaş, Siyasi partilerden umudunu kestiği için, her fırsatta Ordusuna sesleniyor, komutanlarını bulduğu yerde “ Açılım İstemiyoruz ” diye haykırıyor. Ancak bu haykırışların cevapsız kaldığını görüyoruz. Çünkü, Genel Kurmay Başkanı da açılım politikasını destekliyor.
Gazeteciler Nusaybin gezisi sonrası, “ 30 Ağustos Konuşmanızda çizdiğiniz çerçeve içinde Açılım politikasını destekliyor musunuz? ” sorusuna “ Gayet tabii..” Cevabını verdi.
30 Ağustos konuşmasında “ Üniter Devlet ” vurgusu yapmıştı Başbuğ. Peki ama, ikinci bir anadili kabul ederek, ikinci bir halkı kabul ederek nasıl üniter devlet savunulur? Üniter devleti, Tayyip de savunuyor, ama ülkeyi bölünmeye götüren açılımın başında O var.
Demek ki, sözler değil, icraat önemli. Ağzınızdan çıkan söze ne kadar bağlı kaldığınız önemli.
Türkçe’nin öneminden bahsedip, Kürtçe TV ve okulları desteklemek olmaz!
Bugün size sitem eden millet, yarın sizi hükümetin suç ortağı olarak görebilir.
Bir zamanlar, Genel Kurmay Başkanı çok konuşuyor diye şikayet edenler, şimdilerde çok memnunlar. Hem siyasiler, hem işbirlikçi medya Başbuğ’un açıklamalarına dört elle sarılıyorlar ve onun ne kadar “demokrat” olduğunu her gün biraz daha iyi anlıyorlar!
Beş ay önce “Devlet, dağ kadrosunun örgütten ayrılmasını sağlayacak şekilde, mevcut yasal düzenlemelerin daha iyi şekilde uygulanabilmesini sağlamak için bazı değişiklikler yapmalıdır.” diyerek bir anlamda PKK’ya af çağrısı yapan Başbuğ, Kürt meselesine Tayyip’ten farklı bakmadığını her geçen gün daha açık bir biçimde göstermektedir.
“Ülke bölünmez” diyerek vatan savunulur mu?
Ülkenin bölünmez bütünlüğünün güvencesi olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin başı, ülkeyi yeniden Sevr’e götürecek açılım politikasını desteklemektedir.
Eskiden bölücülüğe karşı mücadelenin öncülüğünü yapan Türk Silahlı Kuvvetleri, şimdilerde demokratik açılım konusunda yeni açılımlar yapmaktadır. Genel Kurmay Başkanı bir siyasetçi gibi basın toplantıları yapmakta, yurt gezileri düzenleyerek açılım politikasının neredeyse propagandasını yapmaktadır.
Türk insanı haklı tepkisini koymakta ve sormaktadır: Nereye gidiyoruz, ülke parçalanıyor mu?
Genel Kurmay Başkanı’nın bu sorulara cevabı çok basittir: “Merak etmeyin, bir şey olmaz, ülke bölünmez.”
Türk milleti Genel Kurmay Başkanı’ndan böyle laflar duymak istemiyor. Silahlı Kuvvetler’in başının söyleyeceği söz şudur: “Ülkeyi böldürtmem. Canımızı veririz, ülkemizi parçalatmayız.”
Başbuğ’a soruyoruz: “Ülkeyi böldürtmeyeceğim.” diyebiliyor musunuz?
Türk milleti, “Bir şey olmaz, ülke parçalanmaz” diyen paşaları çok gördü. O paşalar, Osmanlı’yı yıkıma götüren siyasetçilerle birlikte yok olup gittiler.
Sevr Antlaşması imzalanırken, “Merak etmeyin, bir şey olmaz” diyen pek çok paşa vardı.
O paşaları, emrindeki askerler de, Türk milleti de, asla affetmedi.
Kurtuluş Savaşı’na Mustafa Kemal Paşa ile milletin sesine kulak veren komutanlar önderlik ettiler. Türk milletinin altın tarihi bu komutanlarla yazıldı, düşmandan korkan İstanbul paşalarıyla değil…
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin başındaki kişinin, Mustafa Kemal Atatürk ve Kurtuluş Savaşı kumandalarına layık olması gerekir.
(Sayı 254, 28/09/2009)
http://www.turksolu.com.tr/sehit/secmeordu6.htm