BARIŞ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BARIŞ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Ocak 2021 Perşembe

ŞİDDETE GERİ DÖNÜŞE KARŞI BARIŞ HALEN MÜMKÜN MÜ? SON OLAYLAR ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

ŞİDDETE GERİ DÖNÜŞE KARŞI BARIŞ HALEN MÜMKÜN MÜ? SON OLAYLAR ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME



Feyzi Çelik
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
26.07.2015 

Davutoğlu, PKK'nin Irak Kürdistan'daki mevzilerine yoğun hava saldırılarını Ceylanpınar ve Diyarbakır'da öldürülen polisleri bahane olarak gösteriyor ise de operasyonun kapsamı, HDP'nin siyasi kadrolarının kitlesel bir şekilde gözaltına alınmaları dikkate alındığında, geçmişten hazırlığı yapılıp, kararlaştırılmış bir durumun olduğunu söylemek mümkündür. Aslında AKP, 7 Haziran'da tek başına hükümeti kurabilecek bir çoğunluğu elde etseydi bu operasyonları seçimlerden sonra yapacaktı. HDP'nin yüzde on barajını aşıp, AKP'yi yenilgiye uğratması, bu operasyonların kapsamlı olarak uygulanmasını geciktirdi. Gerçi Ağrı Diyadin'de bu operasyonun izleri vardı. Aynı şekilde Dağlıca Bölgesine yoğun top atışları yapılıyordu. Yine Adıyaman'da Gerilanın takibi sonucunda bir çatışma yaşandı. Bu çatışmada bir asker hayatını kaybetti. 

Türkiye'nin Kürt Hareketine karşı topyekün savaşma düşünce ve iradesi, CB Erdoğan'ın, Rojava'daki Cizire ve Kobani Kantonları arasında bulunan Tel Abyad (Gire Spi)'ın IŞİD'den temizlenip, YPG'nin denetimine geçmesi üzerine, "Bedeli ne olursa olsun oluşabilecek Kürt koridoruna izin vermeyeceğiz" çıkışıdır. Erdoğan'ın bu çıkışından sonra Kobani'de 200 kişininin ölümüyle sonuçlanan katliam ve 20 Temmuz'da Suruç'ta çoğunluğu üniversiteli gençlerden oluşan topluluğa yönelik katliam Erdoğan'ın çıkışının somut sonuçlarıdır. Aslında Kürt hareketinin bunu görüp, tek taraflı ateşkesi sürdürmelerinin koşullarının kalmadığını görmeleri gerekirdi. 

Kürt Hareketi, Irak Kürdistan'ındaki mevzilerine yönelik yoğun bombardımana rağmen, bu saldırıların oluşunu, Türk devletinin bir faaliyeti olarak değil de, Erdoğan'ın diktatörlüğü olarak görüyor. Erdoğan kendisini halkın doğrudan seçtiği bir başkan olarak görüyor ve Türk devletini temsil ettiğini söylüyor. Söylemi, tipik sömürgeci Türk devleti söylemidir. Onu, Türk devletinden kopuk olarak değerlendirmek doğru değildir. Başka bir deyişle Erdoğan, Türk devletinin gerçek yüzüdür. 

DTK/DBP/HDK/HDP/İmralı Heyetinin "Size savaş yaptırmayacağız" başlığıyla yapılan açıklama incelendiğinde de benzer bir şekilde Devlet, "Tayyip Erdoğan örgütü" olarak tanımlanarak, Barış ve demokrasi için seferberlik çağrısı yapılmış tır. Savaşlar bir kişinin çılgınlığıyla yapılmadığı gibi bir kişi veya grubun iyimserliği ile de barış gelmez. Savaşın da barışın da kendi dinamikleri vardır. 
Erdoğan'ın Rojava'yı kast ederek "Kuzey Irak'tan sonra Kuzey Suriye istemiyor um" ve "Bedeli ne olursa olsun Kuzey Suriye'ye izin vermeyeceğiz" Türk devletinin en önemli stratejik dinamiğidir. Konumu itibarıyla bunu en iyi temsil eden de Erdoğan'dan başkası değildir. Erdoğan bunu yaparken, Anayasa'daki konumunun dışına da çıkmaktadır. Yargı, bürokarsi, CHP ve MHP de bunu bilmektedir. Hatta, CHP buna destek olmaktadır. 
En büyük tutuklama dalgasının ve hava operasyonlarının CHP'yle koalisyon görüşmeleri devam ederken olması bunun en açık örneğidir. Her ne kadar HDP, CHP/AKP koalisyonuna karşı "yapıcı muhalefet yapacağını" söylemiş ise de oluşacak CHP/AKP Koalisyonunun Kürt muhalefeti için SHP/DYP koalisyonuna benzeme ihtimali oldukça yüksektir. Davutoğlu'nun Hava saldırılarıyla ilgili basın açıklamasına Kılıçdaroğlu'na teşekkürle başlamış olması sıcak ilişkinin işaretlerini taşıyor. Öyle anlaşılıyor ki, oluşabilecek AKP/CHP koalisyonu ile "ateşteki kestaneler" CHP'ye toplatırılacak. 

Nedense Kılıçdaroğlu'nun CHP'ye genel başkan oluşu, HDP çevresinde CHP'ye yönelik bir iyimserlik havası oluştu. Kürt toplumunda bunun karşılığı olmasa da Kılıçdaroğlu'lu bir CHP'nin geçmişteki CHP'den farklı olabileceğine inanıldı. Kılıçdaroğlu da CHP'nin başına "yeni" sıfatını ekleyerek bu algının oluşmasına hizmet etti. Oysa yeni CHP'nin uygulamalarına bakıldığında "eski" CHP'den farklı olmadığı, hatta geleneksel ilkelerinden dahi yoksun olduğu görüldü. Bunun ilk örneği 2011 seçimlerinden sonra "yemin krizinde" ortaya çıktı. CHP, meclisi boykot kararından geri adım atarak BDP'yi yalnız bıraktı. Benzer bir durum 2014 CB Seçimleri öncesinde de yaşandı. Bir süre HDP ile CHP arasında ortak aday belirleme görüşmeleri oldu. Ne olduysa, sanki HDP ile CHP arasında ortak aday görüşmeleri yokmuş gibi MHP'yle yapılan mutabakat gereği çatı adayı olarak gösterilen Ekmeleddin İhsanoğlu ortaya çıktı. CHP'nin yaptıkları bununla sınırlı olmadığı halde, HDP'nin AKP/CHP Koalisyonunu desteklemesinin anlamı olabilir mi? 

Askeri Vesayet NATO ile Geri Dönüyor

İncirlik üssünün ABD'ye açılmış olması, Türkiye'de NATO aracılığı ile Askeri Bürokrasinin siyaset üzerinde söz söyleyebilecek konuma gelmesidir. Başka bir deyişle CB'nin ve hükümetlerin askeri vesayeti yeniden kabul etmeleridir. Ağustos'ta yeniden belirlenecek komuta konseyi son 15 yılın en politik komuta konseyi olacaktır. Uzun vadede bundan en büyük zararı da AKP görecektir. Balyoz affı ve özürü AKP'yi kurtarmaya yetmeyecektir. Türkiye'nin KSH'ne yeniden savaş açmasındaki bu yön dikkatten kaçılmamalıdır. MHP bunu bildiği için her türlü koalisyondan kendisini uzak tutmaktadır. Askeri komuta konseyinin yeniden etkili olmasının en önemli yansıması, HDP'nin siyasal ağırlığının düşmesi, KCK'nin silahlı ağırlığının yükselmesi şeklinde olması kaçınılmazdır. 

Türkiye'nin Irak Kürdistan'ındaki KCK mevzilerine yoğun bombardımanından sonra KCK'nin "Topyekün saldırıya karşı topyekün direniş" açıklaması yapması bu eğilimin oluşmaya başladığını gösteriyor. Bu durumda DTK/DBP/HDK/HDP'nin AKP ve Erdoğan'a hitaben "size savaş yaptırmayacağız" söylemleri ne kadar gerçekçi olabilir ki? 

Barış Mümkün Olabilir mi?

KCK'nin "topyekün saldırıya karşı topyekün direniş" içeren açıklamanın satır araları incelendiğinde barışın olabileceğinin işaretleri vardır. Açıklamada "Hareket olarak Apo'nun 2013 Newroz çağrısına hep bağlı kaldığımız gibi" ibaresinin olmuş olması, çatışmaların yeniden başlaması kararı için Öcalan'ı bekledikleri şeklinde yorumlana bilir. Ancak Devlet veya NATO güçleri Öcalan'a bu imkanı sağlayabilirler mi? Yine açıklamada Suruç katliamına misilleme olarak yapılan öldürme eylemlerinin "merkezin kararı dışında bazı yerel birimlerin ani olarak yaptığı eylemlerin ateşkesin bozulduğu anlamına gelmediğinin" belirtilmiş olması da KCK'nin ateşkesi sonlandırmak istemediği şeklinde yorumlansa da Ceylanpınar'daki iki polisin öldürülme olayının zaman geçmeden üstlenmesi, bu olayın oluşunun merkezi mi yerel mi olduğu konusundaki şüpheyi merkeze doğru götürdüğünü de kabul etmek gerekiyor. En önemlisi KSH'ne olağanüstü ivme kazandıran Selahattin Demirtaş üzerinde estirilen savaşı da görmek gerekiyor. 

KSH'ni en geniş anlamıyla temsiliyet gücü olan Demirtaş'ın izole edilmeye çalışılıyor olması savaş isteyenlerin ekmeğine yağ sürüyor. CB Seçimlerinde büyük bir meşruiyet elde eden Demirtaş'ın 7 Haziran'da gösterdiği başarı ile Türkiye çapında yakaladığı meşruiyet onu savaşı durdurabilecek bir lider konumuna getirmiştir. DTK/DBP/HDK/HDP Eş başkanlarının "size savaş yaptırmayacağız" fotoğrafının içinde Demirtaş ve Hatip Dicle'nin olmayışı bir eksiklik değil mi? 
Öcalan'ın Konumu

Devletin ve NATO'nun Öcalan'dan beklediği "PKK'ye silah bıraktırmasıdır." 1999'dan 2015 Yılına kadar geçen sürede bunun gerçekleşmeyeceği görüldü. Son iki yıldır devreye konulan BDP/HDP-İmralı Heyetiyle de silah bırakma olayı gerçekleşmedi. Bu bakımdan Öcalan'ın siyasal müdahalesinin fiziki koşulları kalmamıştır. 

Barzani'den ve Rojava'dan Beklentiler

2003'ten sonra Irak'ta Kürdistan Bölgesel Yönetiminin(KBY), 2012'de ise Suriye'de Kürt Kantonlarının kurulması Kürt meselesini Kürdistan meselesi haline getirmiştir. Bu da Kürt meselesini uluslararası bir sorun haline getirmiştir.(Cuma Çiçek Ulus, Din, Sınıf Türkiye'de Kürt Mutabakatının İnşaası s. 292 İletişim Yayınları) IKB'nin kurulması, Dünyanın dört bir tarafındaki Kürtler için, özellikle Türkiye'deki Kürtler için önemli bir politik merkez durumundadır. 

Her ne kadar Türkiye Kürdistan'ındaki etkin politik hareket bunu etkilerinden uzak olduğunu gösteren bir söylem içinde olsa da bu gerçeklik değişmez. Devletleşme arifesinde olan KBY'nin ABD nazarında da Türkiye nazarında da itibarı bulunmakta dır. Başbakan Davutoğlu'nun Irak Kürdistan'ındaki PKK'ye hava saldırısından sonra Mesut Barzani ile görüşmesini bu kapsamda ele almakta fayda vardır. Her ne kadar Türk Başbakanı, Barzani ile yaptığı görüşmeyi saptırmış ise de bizzat Barzani tarafından yapılan bu açıklamayı dikkate almak en doğru yoldur: "Yıllarca süren barış süreci bir saatlik savaştan daha iyidir. Bu durum riskli ve kaygı vericidir. Sürecin daha fazla kargaşaya yol açmaması lazım. Irak Kürdistan Yönetimi olarak gelişmelerin kaygı verici bir duruma düşmemesi için adımlar atacağız. Tekrar diyalog masasına dönülmesi için elimizden geleni yaparız. PKK ile Türkiye arasında gerilimin tırmanmaması için bugüne kadar elimden geleni yaptım, bundan sonrada yapmaya devam edeceğim." Görüleceği gibi Türk devleti ile KSH hareketi arasındaki gerilimin düşmesinde etkili olabilecek en etkili güç KBY'dir. HDP'nin bu siyasal gerçeklik karşısında KBY ile ilişkiler kurması gerekmektedir. 

Çünkü ABD/Türkiye ile aynı anda ilişki kurabilen özelliği ile Barzani'den başka lider var mı? 

***

13 Mart 2019 Çarşamba

3 General olayındaki gerçekler

3 General olayındaki gerçekler




Armağan KULOĞLU
oakuloglu@gmail.com
11 Aralık 2010 
Kaynak Yeniçağ: 


Geçen hafta içinde iki general ve bir amiral’in Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’ne (AYİM), açığa alınmaları ile ilgili işlemlerin iptali ve yürütmenin durdurulması için yaptıkları başvurudan, yürütmenin durdurulması hususu, mahkemece reddedilmiş tir. Bu karar, askeri mahkemelerin bağımsızlığı, etki, telkin ve yönlendirmeler ile hareket etmediği, hukukun gereklerini yerine getirdikleri hususuna iyi bir örnek teşkil ettiği gibi, bu konuda kamuoyunu yanıltmaya ve yönlendirmeye çalışanların doğru bir yaklaşım içinde olmadıklarını da ortaya koymuştur. Ancak halen işlemlerin iptali konusundaki çalışmaların devam ettiğini göz önünde tutmakta da fayda vardır.Konu esas itibariyle Yüksek Askeri Şura’da (YAŞ) terfisi çoğunlukla kararlaştırılan bu üç generalin Balyoz adı ile adlandırılan davada sanık oldukları gerekçesi ile masumiyet karineleri de dikkate alınmaksızın, terfi onayının yapılmamasından ve bu konudaki müracaatlarının da haklı bulunmasından kaynaklanmıştır. Hatta bu generallerin terfi için yeterli olmadıkları, diğer generaller arasında daha yeterli kişilerin bulunduğu da yönetim tarafından ileri sürülmüştür. Israr edilmesi halinde yasa çıkarılabileceği de ifade edilmiştir. Bu anlayış tarzı, yürütmenin yasamayı kullanarak yargıyı etkilemesi durumunu çağrıştırır ki, bu da parlamenter sistemin yasama, yürütme ve yargı erklerinin ayrılığı prensibi ile ters düşmektedir.

YAŞ üyeleri içindeki asker kişilerin, terfisi görüşülen generalleri sivil üyelerden çok daha iyi tanıdıkları, hatta bir kısmı ile beraber çalıştıkları veya 
çalışmalarına şahit oldukları, kriterleri daha uygun değerlendirme tecrübesine sahip oldukları bir gerçektir. Sivil üyeler bazı adayların terfilerini istemeyebilirler. 

O zaman oylarını ona göre kullanırlar, hatta disiplinsizlik nedeniyle YAŞ kararı ile TSK’dan ilişik kesilmesindeki uygulamalarda olduğu gibi muhalefet şerhi de 
koyabilirler. Ancak bunun, diğer yetkiler kullanarak, bir engelleme ve gerginlik malzemesi olarak kullanılmasının doğru bir yaklaşım olmadığının dikkate 
alınmasında fayda görülmektedir. 

Burada önemli olan konu, inatlaşmak suretiyle güç ve yetki konusunda üstünlük sağlama düşüncesinin değil, TSK’daki terfi ve tayinler konusuna siyasi 
müdahalelerin yapılması düşüncesindeki yanlışlığın anlaşılmasıdır. Özellikle alt kademelerde yapılabilecek siyasi müdahaleler, TSK’daki disiplin ve görev 
anlayışının ve TSK’nın yapısının bozulmasına sebep olabilir. İsteyerek veya istemeyerek, bazı siyasilerin TSK içinden kendi düşüncelerine yakın kişilerle 
irtibat kurmasına ve onları tercih etmesine, bazı TSK mensuplarının da ikbal düşüncesi ile aynı şekilde bazı siyasetçilerle yakınlaşma teşebbüsünde 
bulunmasına yol açabilir. İşte önemli ve tehlikeli olan husus budur. 

Mutlaka kaçınılması gerekir.

Diğer taraftan YAŞ’ın yapısının değiştirilerek, asker ve sivil üye sayısının eşitlenmesi ve kararların tavsiye mahiyetinde olması için bir kanun tasarısı taslağı hazırlanmakta olduğuna ilişkin medyada haberler de çıkmıştır. 

Bu durum yukarıda ifade edilmeye çalışılan yanlışlığı daha da derinleştirebilecektir. 

TSK’nın sivil otoritenin emrinde ve kontrolünde olması ile TSK’yı doğrudan sivil otoritenin yönetmesi hususlarının birbirine karıştırılmaması gerekmektedir. TSK’nın hukuka ve demokrasiye bağlı olduğunu beyan ettiğini ve davranış biçimi ile de bunu sergilediğini görmekteyiz. Aksi iddialar ortaya atarak TSK’yı etkisizleştirmeye ve itibarsızlaştırmaya çalışmanın, ülkemizin çıkarlarıyla bağdaşmayacağı ve kimseye fayda getirmeyeceği bilinen bir gerçektir. 

Bu nedenle yaratılmaya çalışılan sivil-asker gerginliğinin mutlaka sona erdirilmesinin, siyasi rant sağlama amacıyla askeri yıpratma yanlışından biran önce dönülmesinin, olayların aklıselim içinde mantık süzgecinden geçirilerek bir kere daha gözden geçirilmesinin gerekli olduğu değerlendirilmektedir.Yaşanan olayların demokratikleşme ve normalleşme ile bir ilgisi yoktur. Bu nedenle yaşanmakta olan yanlıştan dönmek, tam aksine, ülkedeki kutuplaşmaları ve gerginlikleri sona erdirerek daha sağlıklı, huzur dolu ve demokratik bir ortama kavuşmamıza imkân yaratacaktır. 

Buna Ülkemizin ve Milletimizin şiddetle ihtiyacı vardır. 


Kaynak Yeniçağ: 
3 General olayındaki gerçekler 
Armağan KULOĞLU 


https://www.yenicaggazetesi.com.tr/3-general-olayindaki-gercekler-16080yy.htm

***

22 Ekim 2015 Perşembe

'' BARIŞ ve ORTAK KADER PROJE'LİĞİNDEN '' '' HASTA ADAMLIĞA '' AB



  '' BARIŞ ve ORTAK  KADER   PROJE'LİĞİNDEN ''    '' HASTA  ADAMLIĞA '' AB 




21. Yüzyıl Türkiye  Enstitüsü                             
Avrupa Birliği Araştırmaları Merkezi
20 Mayıs 2013 Pazartesi

‘Barış ve Ortak Kader Proje’liğinden '' Hasta Adam  '' lığa AB

Sezgin Mercan tarafından yazıldı.


Avrupa Birliği (AB)’nde Almanya, Fransa ve İngiltere’nin politikaları arasında olup diğer üye ülkelere de dalga dalga yayılan etkinlik mücadelesi ve kurumsal 
eksiklikler üzerindeki sis perdesi bu sefer basın mensupları, akademisyenler ya da stratejistlerce değil, bizzat AB bürokratları tarafından kaldırılıyor. 

Avrupalılarca bir barış ve ortak kader projesi olarak yansıtılan Avrupa bütünleşmesi, kendi üyelerince bile artık oldukça eleştirilen bir konuma itilmiş 
gibi gözüküyor. Avrupa’nın bir değişime ihtiyacı olduğu yorumlarından Avrupa projesinin tamamen başarısızlığa uğradığı noktasına kadar uzanan bir yelpaze de, 
Avrupa Konseyi Başkanı’ndan Avrupa Parlamentosu Başkanı’na kadar AB’nin niteliği ve işlevi masaya yatırılıyor. Avrupa’daki düşünce kuruluşları, basın-yayın 
organları son iki yıldır adeta bir kamuoyu oluşturmak için AB projesinin aksaklıklarına dikkat çekiyor. Oluşan kamuoyundan beklenebilecek olan husus ya 
AB’nin başarısızlıklarını göstererek onu başarılara sevkedecek atılımlara yöneltme ya da AB’nin proje olarak çöktüğünü ilan edip hakkındaki beklenti ve 
hedefleri küçültme şeklindeki iki uçta gidip geliyor. Bu iki uçtaki seyir, bu çalışmada da olduğu gibi, üye ülkeler açısından, stratejik açıdan ve Avrupa 
kamuoyuna yansıması açısından ele alınıyor. 

AB’de Üç Büyükler Mücadelesi

AB içindeki lokomotif kanadı temsil eden Almanya-Fransa ittifakında sesi iyice duyulur hale gelen çatlama, Almanya’nın payını kuvvetlendirmiş görünüyor. Güney Kıbrıs’taki bankacılık krizi AB içinde yeni güç dengesi oluşumuna ışık tutuyor. Lefkoşa-Brüksel-Moskova hattında sorumluluğu üstlenen Berlin oluyor. Almanya’nın baskın olduğu AB’de şimdi Fransa ve İngiltere’nin yeri tartışılıyor. İkisinin konumu üzerinde düşünürken İngiltere’nin, AB’nin geleceğine yönelik önerileri ve AB’de kendi geleceğini sorgulaması ile Fransa’nın önüne geçtiği belirtilebiliyor. Fransa ise daha içe kapalı bir tutum sergiliyor.[1]

Hatırlatmak gerekirse, 2012 yılında Almanya, Avro bölgesini güçlendirmek için AB Anlaşmalarında değişikliğe gitmeyi önermişti. İngiltere’ye göre de AB gelecek birkaç yıl içinde yeni bir anlaşma yapmaya ihtiyaç duyacaktı. Böyle bir durumda ise İngiltere’nin peşinde olacağı asıl meselenin AB’den birtakım imtiyazlar koparmak olacağı belirtilebiliyordu. İngiltere’nin, AB üyeliğini 2017’de referanduma götürme isteği bunun bir göstergesidir. Almanya ise bu açıdan farklı bir yerde durmaktadır. Almanya’da anlaşmaların değişimi üzerinden geniş kapsamlı ve dar kapsamlı olmak üzere iki tür değişimden bahsedilmektedir. Geniş kapsamlı değişim tam bir siyasi birliğin kurulmasına işaret ederken, dar kapsamlı değişimde hükümetlerarası bir konferans önerilmekte ve Avrupa Parlamentosu’na daha fazla yetki verilmesi ve Avrupa Komisyonu Başkanı’nın doğrudan seçilmesi gibi öneriler sunulmaktadır. Almanya Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle ve Maliye Bakanı Wolfgang Schauble çeşitli vesilelerle anlaşmalarda geniş kapsamlı bir değişimi desteklemişlerdir. Almanya Başbakanı Angela Merkel ise geniş kapsamlı bir değişim konusunda daha soğukkanlı bir tutum sergilemiştir. Bunun dört nedeni vardı: İlki, üye ülke hükümetlerinin Avro krizinin aşağı yukarı kontrol altına alındığını düşünmeleri ve daha derin bir bütünleşmeye gerek olmadığı görüşünü taşımalarıdır. İkincisi, Almanlarda İngiltere’nin imtiyaz elde etmek için taktiksel olarak anlaşma değişikliği istediği düşüncesinin yaygın olmasıdır. Üçüncüsü, Fransa’nın, tüm üye ülkelerce onaylanmasının zor olduğu gerekçesiyle geniş kapsamlı yeni bir anlaşma istememesidir. Dördüncüsü ise, Almanların, siyasi birliği ve gelişmiş halini düşünerek bunun kendileri için yol açacağı maliyeti göz önünde bulundurmaları dır. Bu koşullarda da Almanya’nın geniş çaplı olmasa da daha sınırlı  ölçülerde küçük değişiklikler yapması olasılık dahilindedir.[2]

Fransa-Almanya ilişkisinin yeniden dengelenmesine ihtiyaç vardır. Fransa ile Almanya arasında yakın bir diyalog ve işbirliği kurmak için 22 Ocak 1963’te 
imzalanan Elysee Anlaşması’nın 50. yılında, dış ve savunma politikaları konusun da iki ülkenin farklı görüşler nedeniyle ortak tutum belirleyemediği ve bunun da anlaşmaya aykırı olduğu tartışılmaktadır. Halbuki ortak tutum belirleyebilmek için Fransız-Alman Savunma ve Güvenlik Konseyi, Fransız-Alman Ekonomik ve Mali Konseyi gibi mekanizmalar da yok değildir. Hatta 2010 yılında iki taraf arasında Gündem 2020 dahi benimsenmiştir. Şimdi ise Gündem 2020’nin de öngördüğü işbirliği ve ortaklık zemininin sağlanacağı şüphe taşımaktadır. 

İşbirliği çabalarının ilk yıllarında Fransa baskın konumda kabul edilebilecek olsa da sonrasında Almanya öne çıkmıştır. Bu çıkış özellikle 2004’deki AB 
genişlemesiyle üye olan Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin etkisiyle meydana gelmiştir. Fransa ile Almanya arasındaki uzaklık Haziran 2012’deki AB Zirvesi’nde Fransa Cumhurbaşkanı Hollande’ın Almanya Başbakanı Merkel yerine İtalya Başbakanı Monti ile uzlaşmaya gitmesinde güncel örnekten anlaşılabilir. 
Fakat, tüm uzlaşmazlıklara rağmen Almanya ile Fransa birbirlerine ihtiyaç duymaktadır. Almanya bu şekilde Avrupa’da hegemonik bir güç olarak görünmek ten kurtulabilir. Fransa’da AB içerisinde Almanya üzerinden nüfuz sahibi olabilmektedir. Bir başka deyişle, iki ülke birbirinin paravanı konumunda dır.

AB’deki ‘Üst Düzey’ Hayal Kırıklıkları

Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz’un da belirttiği üzere Avrupa, Avrupa şüpheciliğinin arttığı bir süreçten geçmektedir. Bunu besleyen yüksek orandaki işsizlik, ekonomik istikrarsızlık gibi çeşitli faktörler vardır. Yaşanan ekonomik kriz Avrupalılara yeni bir bilinç aşılamaktadır. O da aslında giderek 
‘karşılıklı bağımlılık’ durumu içine düşmeleridir. Schulz bunu, bir ülkenin başarısızlığının diğer ülke ekonomilerini de etkilemesi ve bunun Avrupa 
bütünleşmesinin 60 yıllık meyvelerinin sorgulanmasına yol açması şeklinde ortaya koymaktadır. Bazı üye ülke hükümetlerinin ulusal bağımsızlıkları temelindeki politikalarını, Avrupa merkezli bir düşünce ve eylem şeklini engellediğinden AB’nin işlerliğini zayıflatan faktörler olarak sunmaktadır. Parlamento Başkanı olarak Schulz’un görüşleri Avrupa kamuoyunun görüşlerini yansıtması açısından ayrı bir öneme sahiptir.[3]

AB’nin niteliği ve işlevi, dolayısıyla da geleceğini masaya yatıran diğer bir yetkili de Avrupa Konseyi Başkanı Herman Van Rompuy’dur. Mart ayında Avrupa 
Savunma Ajansı’nın yıllık toplantısında bir konuşma yapan Rompuy, Soğuk Savaş dönemi geleneksel tehditlerinin yerini sınırları aşan ve materyal olmayan yeni tehditlerin aldığını vurgulamaktadır. Bu tehditlerle mücadele etmek için coğrafyanın ve komşuların güvenliğinin önemli olduğuna işaret etmektedir. 
Rompuy’un bu ifadesinde dikkat çekilmesi gereken husus, AB’nin aslında tehditlere açık olduğunu ancak bunları bertaraf edecek güce sahip olmadığını, 
bir başka deyişle çevresindeki ülkelerde etkinliğinin azlığını tekrar vurgulaması dır. AB’nin kendi güvenliğini sağlamak için gerekli araçlara sahip olma durumu ise Rompuy’un ekonomik kriz koşullarında dikkat çektiği bir diğer husus olmuştur. Eğer mevcut şartlar devam ederse ekonomik krizin başlangıcın dan 2017 yılına kadar geçecek süre zarfında AB üyesi ülkelerin savunma harcamalarında yüzde 12’lik bir düşüş beklenmektedir. Bu oran Polonya, İspanya ve Hollanda’nın şimdiki savunma bütçelerinin toplamına karşılık gelmektedir. Rompuy’un işaret ettiği önemli diğer bir nokta da, savunma bütçesi kesintilerinin AB üyesi ülkeler arasında ciddi bir koordinasyon ve danışma olmadan ülke bazında yapılmasıdır. Bu da hem üye ülkeler hem de AB düzeyinde, geleceklerini tehlikeye düşürecek şekilde, ihtiyaçlarla araçlar arasında kopukluk yaratmaktadır. Mevcut durum devam ederse Avrupa ordularının belli bir standardı yakalayıp sürdürmesini beklemek yanıltıcı olacaktır.[4]

Yine Rompuy, Mayıs 2012’de yaptığı “Dünya Sahnesinde Avrupa” başlıklı konuşmasında, Avrupa için beklenmedik günlerin yaşandığı, Avrupa’nın yeni bir 
süper güce dönme beklentisinin zayıf olduğu ve kendi kariyerinde de Avrupa ile ilgili beklentilerini düşürdüğünü belirtiyor. Rompuy’a göre Batı’nın 
uluslararası alanda ikiyüz yıldır elinde tuttuğu siyasi ve ekonomik tekel artık zayıflamıştır. Batı’da da homojen bir “biz” anlayışı yoktur ya da kalmamıştır; 
zaten göreceli de bir düşüş içerisindedir.[5]

AB’de ‘Strateji’ Noksanlığı

AB düzeyinde ortak bir savunma politikasının hayata geçirilemediği aşikardır. Bu, genellikle birçok üye ülkeyi içinde barındıran bir bölgesel bütünleşmenin 
yaşadığı doğal bir sorun olarak yansıtılabilecek bir durumdur. Halbuki asıl mesele Avrupa’da ortak bir stratejik kültürün bulunmamasıdır. Ortak bir savunma politikasının hayata geçirilemeyişi ise stratejik kültür eksikliğinin bir yansımasıdır. Üye ülkelerin, savunma bütçelerinde birbirleriyle herhangi bir 
koordinasyon içinde olmadan kesintilere gitmesi bunun tipik bir göstergesidir. Böyle bir kültürün oluşması için hiçbir şey de yapılmıyor değildir elbette. 2003 
yılında İngiltere ve Fransa’nın girişimiyle AB’nin uluslararası alanda acil müdahale kapasitesinin artırılmasına çalışılmış, Avrupa Güvenlik Stratejisi 
oluşturulmuştur. Fakat birçok Avrupa ülkesi hükümeti savunma konusunu ve bu alanda ortak girişimleri pek de ciddiye almamıştır. Avrupa Güvenlik Stratejisi ’nin 2008’de Fransa öncülüğünde gözden geçirilmesi girişimi İngiltere ve Almanya tarafından engellendiğinden hayata geçirilememiştir. Üye ülke 
güvenlik stratejileri AB’ye ya nadiren atıfta bulunmuş ya da güvenlik alanında NATO’nun tamamlayıcısı ve ikincili olarak konumlandırmıştır. AB genelinde 
‘akıllı savunma’ olarak tanımlanan, savunma ve güvenlik alanında havuz oluşturup imkanların ortak kullanım ve paylaşıma açılması yöntemi teşvik edilmeye çalışılsa da, bunun da tam anlamıyla yürütülmesi zor ilerlemektedir.[6] 2010 yılında ABD, Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya ve Güney Afrika ile ‘stratejik 
ortaklık’ ilişkisi geliştirmeye başlamıştır. Fakat bu, kolay bir iş değildir. 

Dolayısıyla böyle bir ortaklık için gerekli koşulların yerine getirilmesi şarttır.[7]   

Stratejik kültür eksikliği özellikle AB’nin üst düzey bürokratları ve konu üzerinde çalışan Avrupalı uzmanlarca giderek Avrupa bütünleşmesine başarısızlık 
atfederken başvurulan bir kaynak haline gelmektedir. İngiliz tarihçi Niall Ferguson Avrupa deneyimine başarısızlık atfederken şu örneği vermektedir: 
“Çocukken kimya setiyle yapılan deneyleri hatırlar mısınız? Kimyasal maddeleri birbirine ekleyip karıştırır ve sonra da oluşan patlamayı seyrederdiniz. 
Avrupa’da da olan budur. Altı üye ülkeyle başlamış, bu yeterli görülmemiş ve dokuza çıkarılmış, sonra ona, on ikiye, on beşe, yirmi beşe ve yirmi yediye 
ulaşmıştır. Üye sayısı artarken önce dumanlar çıkmış, yirmi yediye geldiğinde ise patlama yaşanmıştır.” Bu örnek aslında Avrupa’nın strateji eksikliğini tüm 
yalınlığıyla ortaya koymaktadır. Ferguson’a göre İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa bütünleşmesinin ‘Avrupa’da barış’ söylemiyle bir işi kalmamış tır. Bütünleşme temelde ekonomik bir proje niteliği taşımaktadır. Fakat parasal birlik AB için yanlış kurgulanmış bir deneyim olmuştur. İşgücü piyasasında bütünleşme ve mali federalizm olmadığı sürece parasal birliğin işletilmesi güçtür. Ferguson aynı zamanda AB’nin siyasi meşruiyetini kaybettiğini, bunun deneyimi başarısızlığa ittiğini vurgulamaktadır. AB’nin ABD’yi dengeleyecek bir güç olmasına yapılan atıfları hatırlatarak bu deneyimin aynı zamanda jeopolitik bir başarısızlık olduğunu da ifade etmektedir.[8] 

Avrupa bütünleşmesinin bir diğer meselesi de ulus devletlerin, bağımsızlıklarına karşı bir tehdide boyun eğmemeleridir. Kriz koşulları altında ‘para’ böyle bir tehdit halini almış ve Almanların söylediği gibi, bu şartlarda da dostluk ve bütünleşme geri plana itilmiştir.[9]   

Avrupa Kamuoyunda Azalan AB Desteği 

Pew Araştırma Merkezi’nin 13 Mayıs tarihli “Avrupa’nın Yeni Hasta Adamı: Avrupa Birliği” başlığı altında yayınladığı kamuoyu yoklaması Avrupa projesine yönelik desteğin düştüğünü gösteren en güncel kamuoyu yoklaması oldu. Anket, AB’ye yönelik genel destek ile ekonomik bütünleşmenin ekonomileri güçlendirdiğini düşünenlerin oranı şeklinde olmak üzere iki ayrı incelemeyi ortaya koydu. Anket sonuçlarına göre 2012 yılında AB genelinde yüzde 60 olan destek oranı 2013’ün ilk yarısı itibariyle yüzde 45’e geriledi. 

Almanya’da bu destek oranı yüzde 68’den yüzde 60’a; 
İngiltere’de yüzde 45’ten yüzde 43’e; 
Fransa’da yüzde 60’tan yüzde 41’e; 
İspanya’da ise yüzde 60’tan yüzde 46’ya geriledi. 

Ekonomik bütünleşmenin ekonomileri güçlendirdiğini düşünenlerin oranı ise 2012 yılında 

Almanya’da yüzde 59’dan yüzde 54’e; 
İngiltere’de yüzde 30’dan yüzde 26’ya; 
Fransa’da yüzde 36’dan yüzde 22’ye; 
İspanya’da ise yüzde 46’dan yüzde 37’ye düştü. 

Sadece Fransa’da, kötü ekonomik koşulların olduğunu düşünenlerin oranı 2012’deki yüzde 81 seviyesinden 2013’teki yüzde 91 seviyesine çıktı, 
AB’den memnun olmayanların oranı da yüzde 40’dan yüzde 58’e yönlendi. 

Siyasi liderlerin ekonomik krizle mücadelede iyi iş çıkardıklarını düşünenlerin oranı 
Fransa’da yüzde 33, 
Almanya’da yüzde 74, 
İngiltere’de yüzde 37 ve 
İspanya’da yüzde 27 oldu. 

2012 yılında ise bu oranlar, sırasıyla yüzde 56, yüzde 80, yüzde 51 ve yüzde 45 idi. AB genelinde zengin ile fakir arasındaki ayrımın arttığını düşünenlerin oranı yüzde 85 düzeyine çıktı.[10]

Eurobarometer verilerine göre de 2007 yılında yüzde 52’lerde olan AB desteği 2012 yılında yüzde 30’a geriledi. AB’ye olumsuz bakanların oranı da yüzde 15’ten yüzde 29’a yükseldi. AB’ye duyulan güvensizlik 2007’de yüzde 32 iken 2012’de yüzde 60’a kadar çıktı. AB’nin yeni üye ülkelere sahip olmasını isteyenlerin oranı 2007’de yüzde 46 iken 2012’de yüzde 38’e geriledi. Karşı olanlar da yüzde 40’tan yüzde 52’ye yükseldi. Ülkelerinin AB içinde iyi bir geleceğe sahip olamayacağını düşünenler yüzde 32 oldu. Bu açıdan İngiltere önde gelmektedir.[11]

Dış-Güvenlik-Savunma Politikaları Bağlamında AB’den Beklenenler

AB, ekonomik büyüklüğü, rekabet edebilirliği, diplomatik kaynakları ve ABD’den sonra sahip olduğu en büyük savunma bütçesiyle uluslararası alanda belli bir 
güce sahip olduğunu göstermektedir. Fakat bu noktada güç sahibi olmakla ilgili asıl mesele, bu kaynakların ve potansiyelin belli çıktılar üretip üretemediği dir. Diğer ülkeler ve ülke gruplarının yaptıkları dışında, onlardan farklı olarak ne yaptığıdır. AB, güvenlik tanımlamasının geleneksel güç dengesi ve iç işlerine müdahale etmeme politikasından güvenliğin diğer ülkelerle birlikte çalışılarak garanti altına alınması odaklı politikaya geçtiği koşullar altında üretim konusunda sıkıntılar yaşamaktadır. Buna bir de üye ülkeler arasındaki güç kullanım tercihlerini de eklemek gerekmektedir. Örneğin, Polonya ve İngiltere uluslararası alanda askeri güç kullanımı açısından Almanya’nın güvercinliğinden ABD’nin şahinliğine daha yakındır. Birçok AB ülkesi de güvenliğin güçlü bir askeri altyapıyla sağlanabileceğini öngörmektedir. Bu durum AB’yi de giderek müdahaleci ve askeri operasyonlara yatkın hale gelmesi yönünde baskı oluşturmaktadır. Özellikle ABD kaynaklı bu baskının Almanya, Fransa, İngiltere gibi önde gelen AB ülkelerinin ekonomik kriz etkisiyle askeri harcamalarda kısıntıya gitmesine denk gelmesi ilginçtir.[12] 

Gerek ABD’nin, gerek AB bürokratları ve uzmanlarının AB’nin kendine yeten bir güvenlik ve savunma gücünün varlığına giderek artan şekilde atıf yapmaları konuyu ekonomik kriz koşullarında dahi gündemde tutmaktadır.

Avrupa’da sınırların savunulması gibi bir güvenlik meselesi yoktur. Uluslararası alanda istikrar sağlama kapasitesi güvenlik çıkarlarını savunma anlamında sınır 
savunmasının önüne geçmiştir. Peki, AB ülkelerinin istediği nedir? İngiltere ve Fransa’nınki geleneksel güç konumunu yeniden ele almaktır. Bu küresel bir isteğe karşılık gelmektedir. Diğerleri ise daha bölgesel düzeyde isteklere sahiptir.[13]

AB Çin’in, Hindistan’ın, Brezilya’nın ve Rusya’nın savunma harcamalarının arttığı koşullarda kendisininkinin düşmesini aslında tedirginlikle takip etmektedir. Bunu Avrupa Ekonomik ve Sosyal Komitesi’nin Avrupa savunma sanayisi ile ilgili Temmuz 2012’deki açıklamalarından anlamak mümkündür. Komiteye göre 
Konsey ve Komisyon AB’nin dünyadaki konumunu belirleyip tanımlamalı ve bu doğrultuda da dış-güvenlik-savunma politikalarını güncellemelidir. İlgili kurumlar savunma konusunda daha fazla çalışmalıdır. Komiteye göre AB vatandaşlarının tam olarak korunmaya ihtiyacı vardır; Avrupa’nın gelecekte silahlanmaya ihtiyaç vardır. Savunma sektörüne üretimleriyle katkıda bulunan bulunmayan üye ülkeler arasında koordinasyon sağlanmalı ve Avrupa çapında harcamalar teşvik edilmelidir. Avrupa Savunma Ajansı 2005 yılından beri savunma sektörünün üretim ve teknoloji açısından güçlendirilmesine çalışmaktaysa da, günümüze kadar geçen sürede kaydedilen gelişmeler oldukça kısıtlıdır. Sektörde ulusallaşma söz konusudur.[14]

Europol verilerine göre AB’de 2012’de artan terör saldırıları savunma konusuna daha fazla ağırlık verilmesi gerektiğini gündemde tutmak için uygun zemini 
hazırlamaktadır. Başta Fransa ve İspanya olmak üzere AB üyesi ülkelerde 2012’de 219 saldırı meydana geldiği göz önünde bulundurulursa durum daha iyi 
anlaşılacaktır.[15]

Sonuç Yerine

Önümüzdeki dönemde dış politikada nasıl bir AB’nin bizi beklediği sorusuna verilecek cevapta Avrupa kamuoyunun ve elitlerinin başarılı bir diplomasi için 
askeri gücün önemini göz ardı etmeyeceklerine işaret etmek gerekmektedir. Bunun yanında Avrupa uluslarının birbirlerinden farklı olan bağımsızlık 
tanımlamalarının dış politika ortaklığını besleyecek şekilde nasıl ortak bir tanımlamaya kavuşturulacağı da gündemdeki bir konu olacaktır. Avrupa Dış Eylem Servisi’nin güçlendirilip daha da işlevselleştirilmesi, Dış ve Güvenlik Politikası Temsilcisi’nin daha etkili hale getirilmesi gibi kurumsal meseleler 
de masada olmaya devam edecektir.[16]

AB’nin strateji noksanlığını yansıtan önemli ve güncel örnek olaylardan biri de Arap Baharı süreci olmuştur. Almanya, Fransa, İngiltere ve Belçika’nın Kaddafi 
döneminde Libya ordusuna silah sağlamaları, ardından da bu ülkede rejim değişikliğine gitmeleri; Fransa’nın Libya Ulusal Geçiş Konseyi’ni tanıyıp 
Almanya’nın ise Konsey konusunda çekimser kalması; şimdi de Suriye’de muhalefetin silahlandırılması konusunda AB üyeleri arasında görüş farklılıklarının olması bu noksanlığın güncel koşullar altında ilk akla gelen örneklerindendir. Konunun, AB’nin başarısızlıklarını göstererek onu başarılara sevkedecek atılımlara yöneltme ya da AB’nin proje olarak çöktüğünü ilan edip hakkındaki beklenti ve hedefleri küçültme şeklindeki iki uçta gidip geldiğini belirtmiştik. AB’nin geleceğiyle ilgili iki uçtaki seyir ve söylemin, bir çöküntünün yeni başlangıç yapma ihtiyacı anlamına geldiği noktada kesiştiği  açıkça bellidir.

KAYNAKÇA;

[1]“European Union: time to get abroad”, The Guardian, 02.04.2013.
[2]Charles Grant, “Germany’s plans for treaty change-and what they mean for Britain”, EurActiv, 02.04.2013.
[3]Martin Schulz, “Europe needs to change, let the debate begin”, The Independent, 12.05.2013.
[4]Herman Van Rompuy, “Defence in Europe: Pragmatically Forward”, Speech at the Annual Conference of the EDA, 21.03.2013.
[5]Herman Van Rompuy, “Europe on the World Stage”, Speech at Chatham House, 31.05.2012.
[6]Olivier de France, Nick Witney, “Europe’s Strategic Cacophony”, ECFR Policy Brief, 04.2013.
[7]Stratejik Ortaklık için gerekli koşullar hakkında bkz. Thomas Renard, “The EU Strategic Partnership Review: Ten Guiding Principles”, ESPO Policy Brief, April 
2012.
[8]Niall Ferguson, “Europe day: The European project is a total failure”, Presseurop, 09.05.2013.
[9]Josef Joffe, “Europe day: A rise halted by nation states”, Presseurop, 09.05.2013.
[10]Pew Research Center, “The New Sick Man of Europe: The European Union”, 13.05.2013.
[11]Julien Zalc, “The Europeans’ Attitudes About Europe: A Downturn Linked Only To The Crisis?”, Fondation Robert Schuman Policy Paper, No:277, 07.05.2013.
[12]Hans Kundnani, Mark Leonard, “Think again: European Decline”, Foreign Policy, 29.04.2013.
[13]Ian Techau, “Defence Capabilities: What’s the Minimum a Country Needs?”, Carnegie Europe, 07.05.2013.
[14]European Economic and Social Committee, “Need for a European defence industry: Industrial, innovative and social aspects”, Opinion, CCMI/100, 
11.07.2012.
[15]“Europol: Sharp rise in EU terror attacks and deaths in 2012”, EurActiv, 26.04.2013.
[16]Jan Techau, “Foreign Policy Could Change Europe Beyond Recognition”, Carnegie Europe, 14.05.2013.


Uzman Hakkında

Sezgin Mercan
Avrupa Birliği Araştırmaları Merkezi
mercan.sezgin@gmail.com

Avrupa’da siyasi, ekonomik, sosyal ve askeri bütünleşme; 
Bütünleşme kuramları; 
AB ortak dış, güvenlik ve savunma politikası; 
AB Genişlemesi; AB’nin küresel ve bölgesel politikaları

Uzmanın Diğer Yazıları

  Mültecilerin ‘Refah’ Arayışları: Gelecek Avrupa’da mı? 
  Türkiye-Almanya İlişkileri Ne Anlatmak İstiyor? 
  Avrupa’nın ‘Propaganda Savaşları’nda Suriye Sınavı 
  Sezgin Mercan, 23.10.2013 Çarşamba günü saat 09.20'de KANAL B'de Türkiye-   AB ilişkilerini 2013 İlerleme Raporu üzerinden değerlendirecek. 
  Suriye’de Sınırlanan Avrupa Savunma İşbirliği 
  Avrupa’dan ‘Gezi Parkı’na Ulaşan Mesajları Doğru Anlamak 
  ‘Barış ve Ortak Kader Proje’liğinden ‘Hasta Adam’lığa AB 
  Yeniden Gümrük Birliği Meselesi 
  Türkiye-AB İlişkilerine İngiltere Modeli 
  AB’nin 2012’den 2013’e Uzanan Dış Politika Gündemi 
  Avrupa Bütünleşmesinin Sistem Sorunu Nedir? 
  Avrupa Birliği Suriye’de Ne Kaybediyor? 
  AB Sosyal Modelinde Hegemonya ve Vatandaş İlişkisi 
  Türkiye-AB İlişkilerinde Ne Olması Bekleniyor? 
  Türk Uçağının Düşürülmesi Avrupa’da Neyi Tetikleyecek? 
  AB-Rusya İlişkilerinde Üçüncü Devre 
  Fransa ABD’nin Sağ Kolu mu Oluyor? 
  Fransa'da Solun Hollande Alternatifi 
  Avrupa Birliği'nin Kafkasya'daki Varlığı 
  Avrupa Birliği'ni Düşündüren 'Bahar' 
  Birleşik Krallık'ta İskoçya'nın Bağımsızlığı Sorunu 
  Suriye Meselesi Fransa için Yeni Fırsat Alanı mı? 
  AB'nin İnkar Yasası Karşısındaki Suskunluğu 
  Avrupa'da Aşırı Sağın Yükselişini Anlamak 
  Negatif Müzakere Sürecinden Pozitif Gündeme 
  Türkiye-Fransa-AB Ekseninde Ermeni Soykırımı İddialarını İnkar Yasası      Meselesi 


21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü. Tüm Hakları Saklıdır.
Ahlatlıbel Mah. 1825 Sokak No: 60 İncek/Çankaya/Ankara 
Tel: +90 312 489 18 01 | Belgegeçer: +90 312 489 18 02 | Elektronik Posta: 
bilgi@21yyte.org 


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/avrupa-birligi-arastirmalari-merkezi/2013/05/20/7006/baris-ve-ortak-kader-projeliginden-hasta-adamliga-ab


..