10 Ekim 2021 Pazar

ULUSLARARASI İLİŞKİLERİN PERDE ARKASI. BÖLÜM 2

ULUSLARARASI İLİŞKİLERİN PERDE ARKASI. BÖLÜM 2





Bunları öğrendikten sonra insan, Kraliçe‟nin günlüğünü tutanın kim olduğunu ve ne 
yazdığını merak ediyor. Yıllar önce kraliçe hakkında şöyle bir fıkra ortaya çıkmıştı. Bir gün 
bir İngiliz hükümet memurunun kraliçe için “aptal” dediği duyulur. Memur hakkında, 
kraliçeye hakaretten değil, devlet sırrını ifşa etmekten dava açılır. Herhalde kraliçenin 
günlüğü de bu yüzden sansüre uğruyordur. 

Alan Duncan‟a dönecek olursak, İngiliz politikaları hakkında çok sır vermiyor, konuyu kişiselleştirmişe benziyor. Büyük ihtimalle kitap sansürden geçti ve zavallı İngiltere 
imajı yaratılıyor. Kanaatimce şu konulara girmedi veya girmesi engellendi; 

- Uluslararası finans piyasasını kontrol eden küresel sermaye ağı ile İngilizler ve “City of London” bölgesinin ilişkileri, 

- Kraliçenin başında olduğu Avrupa‟daki Karanlık Asalet‟in Yahudi aileleri ve Uzak Doğu‟daki uyuşturucu kaçakçılığı ile bağlantıları, 

- İngiltere‟nin Uzakdoğu, Orta Asya ve Rusya, Ortadoğu, Karadeniz ve Afrika‟da ABD ile nasıl bir iş bölümü yaptığı. 

Şimdilik, İngiltere zaman kazanıyor ve tarihteki büyük değişimler için bekliyor. Pek 
çok kişi İngiltere‟nin artık batmakta olan bir transatlantik köprü ya da uçak gemisi olduğu 
yorumunu da yapıyor. Krallık bir yandan oluşturucu devletlerin kendi kaderini tayin hakkı 
etrafında manevra yaparken, ulusal çıkar ve ulusun ne olduğu üzerinde kafa yoruyor. 
 
ABD’nin Büyük Planı.. 

Sovyetler Birliği‟nin çöküşü sonrası kendini küresel güç dengesinin en üstünde yalnız 
bulan ABD, dünyanın tartışmasız hegemon gücü olmuştu. Bunu sürdürebilmek için Amerikalı 
politika yapıcılar ulusal güvenlik konusunda proaktif olmak istediler. ABD‟nin büyük 
stratejisi üç adımlı bir rotada uygulanacaktı 8; 

(1) Hayati çıkarları belirlemek. 
(2) Bu çıkarlara karşı duran tehditleri belirlemek. 
(3) Çıkarları korumak ve tehditleri yatıştırmak için ülke kaynaklarını seferber etmek. 

Bu süreç, ABD‟nin sürekli yüksek derecede reaktif olmasına ve bir krizden diğerine 
koşmasına neden oldu. Kaçınılmaz hegemon öyle bir yolda yürümeye başladı ki her şeyi 
kaybedebilir ama çok az kazanabilirdi. Yürünen yolda hala ödül yerine risk daha çok. Hâlbuki 
stratejik rakiplerin nispeten kaybedecekleri pek çok şey yok ama kazanacakları çok şey var. 
ABD içinde “kuvvetler dengesi” anlayışı Trump ile birlikte siyasi bir paylaşım ve 
kurumlar arası çatışma alanına dönüştü. Örneğin ABD istihbarat kurumları son yıllarda 
yürütme ve yasamadan bağımsız çalışmaya başlamıştı. Trump‟ın özellikle yargı ve denetim 
mekanizmaları ile ilgili en üst düzeyde yaptığı tayinler, kendisine açılan davalarda yanında 
olabilecek kişilerden öte, ilgili kurumların içini de yeniden düzenlemeyi amaçlıyordu. 
Geçmişte yasama, yürütme ve yargı dengesinin dışında kalan Amerikan medyası daha çok 
yolsuzluk, çıkar çatışmaları gibi siyasi konulara duyarlılık gösterirken, şimdi onlar da iç 
kavganın bir parçası haline geldiler. Ama bütün bunların arkasında Trump‟ın aptallıkları 
değil, küresel elitin çıkar beklentisi var ve yeni dönemde hem ülke demokrasisine hem de 
kurumlara ilgili yeni bir şekil vermek istiyorlar. Ancak, bu şekillendirme kurumlar arası 
çekişme ve kutuplaşmaları daha da artırabilir. 

Özgürlük ve insan hakları şampiyonu görülen ABD, Freedom House‟a göre, küresel 
özgürlük sıralamasında ABD, 55. Sırada, siyasi haklarda ise 72. sıraya kadar inmiş durumda. 
Ülkede en büyük paranoyalarından biri seçimlere Rus müdahalesi olduğu. Trump döneminden 
kalan tek kanıt seçim kampanyası danışmanlarından birinin Rus istihbaratına çalışıyor olması. 
Gelinen aşama Amerikan siyasi hayatının “siyasi tarikatçılığa” dönüşmesi9. Yani kendi 
görüşünde olmayanı vatandaşa bile tahammül etmeyen bir güvensizlik ortamı ülkeye hâkim. 
Obama döneminde de dış politikada işler iyi gitmemişti. Libya, Suriye ve Yemen‟de 
üç askeri müdahaleye girilmiş ama daha çok kaos ve zarar yaratılmıştı. Ama asıl hata 
Ukrayna‟da düzenlenen renkli devrim ile yapıldı. Rusya, hazır beklemekteydi ve Ukrayna 
topraklarının doğusunu işgal ederken, Kırım‟ı ilhak etti. Bu şok, Rusya ile ilişkilerde yeni bir 
dönüm noktası oldu. 

ABD‟nin yeni başkanı Joe Biden, önceki yönetimlerde bütün yanlış dış politikaların 
içinde oldu. Gene de 2003‟de Irak‟a askeri müdahaleyi destekleyen Biden, Libya ve Suriye‟ye 

müdahaleyi desteklememişti. Afganistan‟a daha fazla asker gönderilmesini de istememişti. 
Bunların hepsi içgüdüseldi yani pek zeki biri değil. Ukrayna‟da felakete yol açan renkli 
devrimin destekçisi oldu. 

 Joe Biden‟ın dış politika ekibi büyük ölçüde konvansiyonel düşünen bir ekipten 
oluşuyor. Çoğu Obama döneminin kıdemsiz ya da genç ekibinden geliyor. Trump döneminde 
ABD‟nin dünyadaki statüsünün zarar gördüğünü ve bunu restore etmek gerektiğini 
düşünüyorlar. Biden‟ın Dışişleri Bakanlığı‟na seçtiği Antony Blinken, Libya ve Suriye‟de 
askeri yöntemlerin yanındaydı. Suriyeli isyancıların silahlandırılmasını istedi. Biden‟ın diğer 
tercihi Jake Sullivan, şimdi ulusal güvenlik danışmanı. Avril Haines ise Ulusal İstihbarat 
Direktörü oldu. Haines, ününü rejim değişikliği savaşları ve diğer şüpheli işler üzerine yaptı 10. 

Savunma Bakanlığı‟na seçilen emekli general Lloyd Austin, ABD Merkez Komutanlığı‟nın 
başı idi. Obama döneminin Ortadoğu‟nun altını üstüne getiren politikalarının yanındaydı. 
General, ABD‟nin askeri maceralarından en çok para kazanan Raytheon savunma şirketinin 
yönetim kurulunun üyesi. 

 Bu ekipten Obama dönemine göre yeni bir fikir çıkması beklenmiyor. Moskova‟ya 
karşı sert tutum birinci öncelik olacak. Yeni dışişleri bakanına göre, saldırgan Putin‟e karşı 
NATO ve caydırıcılığın güçlendirilmesi öncelikli gündem olacak. Ukrayna, Gürcistan ve Batı 
Balkan ülkelerine güçlü güvenlik yardımı yapılacak. Moskova‟ya verilecek küçük bir barış 
dalı dahi olmayacak. 

 Soğuk Savaş döneminde Avrupa‟da 400 bin kişilik askeri birliği olan ABD‟nin şu 
anda Avrupa‟da 34.500 kişilik bir askeri gücü var. Bunun 25 bini Almanya‟da. Rusya‟ya karşı 
1.000 kişi Polonya‟ya gönderildi. ABD 2018 yılından beri 85 ülkede sözde terörle mücadele 
ediyor (Harita 1)11. Pek çok askeri üssü kapattığını ilan etmesine rağmen hala ülke dışında 
yaklaşık 800 askeri üssü var. Başka ülkelerin topraklarında kendi adına sonu gelmeyen 
savaşlar yapıyor. Sonsuz savaşların gerekçesi her zaman olduğu gibi demokrasi, barış ve 
Amerikan çıkarlarını korumak. Aynı savaşlar Irak, Afganistan, Yemen ve Libya‟da 
tekrarlandı. ABD çarkı, bitmeyen savaşlar ve düşmanlarla dönüyor. 

Harita 1: ABD’nin Sonsuz Savaşları 



Kaynak: Kim Hijelmgaard, A Reckoning is Near: America Has a Vast Overseas Military Empire. Does It Still Need It? USA Today, (February 25, 2021). 

 ABD Afrika Komutanı Stephen J. Towsend‟a göre ülkesi Afrika‟da Çin, Rusya ve El 
Şaab iken mücadele halinde. Bu mücadele Somali, Mali, Orta Afrika Cumhuriyeti, Kongo, 
Güney Sudan, Uganda başta olmak üzere her yerde devam ediyor 12. 

Çin, Afrika Boynuzu‟nda Cibuti‟ye odaklanmış durumda. Ama genel resme bakarsak Sovyetler Birliği dönemi mirasını kullanan Rusya ile Çin, Afrika‟da özellikle orta ve güney bölgede daha etkili. Ruslar, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Mozambik‟e oynuyorlar. 

ABD ve Ortadoğu.. 

 Ortadoğu‟da şimdi planlar farklı. Öncelikle, Ortadoğu‟daki çekişme Suudi Arabistan-
İran bölgesel çekişmesine dönüştürülüyor. BAE-Bahreyn-Fas-Sudan-İsrail normalleşmesi ile 
İsrail düşman listesinden çıkarılıyor. Ortak düşman İran; Yemen, Irak ve Suriye‟deki iç 
savaşın sorumlusu olarak lanse ediliyor. 

 İkinci önemli değişim Suriye iç savaşında Türkiye‟ye yeni rol verilmesi13. Türkiye‟ye 
Sünni devlet havucu gösterilerek, Suriye‟de Rusya ve İran ile arasının açılması son birkaç 
yıldır devam eden bir Batı stratejisi. Projenin arkasında tabii ki İsrail var. Suriye‟nin 
bölünmesi; yani Alevi, Sünni ve Kürt devletleri kurulması İsrail‟in planı. İsrail, bütün Arap 
devletlerini tek tek zayıflatarak onların dini ve etnik üstünlüğünü eşitlemek istiyor. 
Üçüncü önemli değişim Doğu Akdeniz‟deki doğal gaz rezervleri kapsamında 
gelişiyor. Halen Türkiye‟nin Libya‟daki Ulusal Uyum Hükümeti ile ittifakı Yunanistan-Mısır-
İsrail cephesi ile karşı karşıya. ENI‟nin şirket çıkarları için İtalya da Türkiye‟nin yanında 
gözüküyordu. Ama Libya‟daki koalisyona Mısır, BAE, Rusya ve Fransa da katılınca Türkiye 
için şartlar çok değişti. Askeri gerilim sadece Libya‟da değil Doğu Akdeniz‟de de yaşandı. 
Şimdilik sular durulmuş olsa da her an ısınabilir. 

 Dördüncü önemli değişim, Karadeniz-Kafkasya ekseninde yaşanıyor. Dağlık-Karabağ 
Savaşı‟nda Türkiye ve İsrail‟in Azerbaycan‟a belirleyici askeri desteğinden sonra Türkiye‟nin 
Ukrayna‟ya askeri desteği bölgede Ukrayna-Türkiye-Gürcistan-Azerbaycan eksenini ortaya 
çıkardı. Kiev ve Ankara, Rusları kızdıran askeri anlaşmalara imzalar attılar. Bu kapsamda, 
Azerbaycan‟dan Balkanlar ve Avrupa‟ya Trans-Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı‟nın 
tamamlanacak olması dikkate değer. Ancak, Ruslar Kafkasya ve Orta Asya‟da yeni oyunlar 
peşinde. Bunlara sonraki bölümlerde değineceğiz. 
 ABD‟nin stratejik ağırlığı küresel GDP‟deki yeri sadece %3.2 olan Ortadoğu‟dan 
küresel ekonomin yoğunluk merkezi olan Asya-Pasifik‟e kayıyor. Hegemonik güç 
mücadelesinde rakipleri Çin ve Rusya. Bununla beraber, bir yandan pandemi diğer yandan 
ülke içinde artan eşitsizlik ve ırkçı adaletsizlik alarm çanları çalıyor. Bunun anlamı, ABD çok 
fazla risk alamaz. Bu yüzden, askeri operasyonlardan çok örtülü yani karanlık işlere dönmek 
zorunda. İran ile yapılacak görüşmeler Ortadoğu için de çok önemli hale geliyor. ABD‟nin 
çok az hata payı var. 

 ABD, 2001 yılından beri süregelen savaşlara 6.4 trilyon dolar harcadı ama Ortadoğu 
artık eskisi kadar para etmiyor14. 
ABD‟nin kaya gazı Ortadoğu‟ya bağımlılığı azaltıyor ve Suudi Arabistan ile ilişkileri çehre değiştiriyor. Ortadoğu petrol ve doğal gazının %75‟i 
Asya‟ya (Çin, Japonya, Güney Kore ve Hindistan) gidiyor. 

Harita 2: Suriye’deki ABD Üsleri 

Suriye‟den çekilmekten bahseden ABD‟nin bu ülkede 10 yasa dışı askeri üssü var ve 
11‟ncisini Hasakah‟ta inşa ediyor (Harita 2). Hasakah‟taki petrol yataklarından her gün 140 
bin varil petrol çalınıyor ve tankerlerle Irak‟a taşınıyor15. Suriye‟de Esat‟ın kontrolünde 
olmayan yerlerde çalınan petrolün gelirleri PKK ve adına muhalif denilen cihatçılara gidiyor. 
 ABD, kendisini Suriye‟nin doğusunda marjinal bir askeri oyuncu konumuna düşürmüş 
gözüküyor. ABD‟nin rolü kaosun ve ülkenin imhasının devamını sağlamak. IŞİD‟i yaratarak 
Suriye‟nin içini oyan ABD, vekil gücü YPG/PKK ile işgalini sürdürüyor. 

***

ULUSLARARASI İLİŞKİLERİN PERDE ARKASI. BÖLÜM 1

ULUSLARARASI İLİŞKİLERİN PERDE ARKASI. BÖLÜM 1





Prof.Dr.Sait Yılmaz 
10 Mayıs 2021 

Giriş.. 

 Arktik bölgeden Afrika‟ya, Avrupa‟dan Güney Amerika‟ya, Ortadoğu‟dan Asya-Pasifik‟e  her kategoride askeri veya sivil pek çok karanlık oyun oynanıyor. Bu oyunların arkasında ticaret ve finans, enerji kaynakları ve stratejik güzergâhlarının kontrolü, teknoloji yarışı, kritik mineral ve diğer ham madde kaynakların sömürülmesi, silah veya demokrasi satmak gibi pek çok amaç sayılabilir. Uluslararası ilişkilerin ön cephesinde her gün TV ya da medyada gördüğünüz gülümseyerek el sıkışan liderler, bakanlar, devlet yetkilileri var. Onların hemen gerisinde ise dış politikanın ön cephesi olan büyükelçilik ve diğer diplomatik misyonlar, NGO‟lar, STÖ.ler vb. sivil yapılanmalar bulunuyor. Perde arkası ise istihbarat örgütlerinin yani tamamen illegal işlerin oyun alanı. İstihbarat örgütleri illegal ortamda çalışır, pasaport sahte, kişi sahte, amaçlar sahte, hedefler sahte, hepsi bir oyunun parçası. 

İşin içinde olanlar bile asıl hikâyeyi yani “büyük oyunu” genellikle göremez. Orada 
ülkelerin özel kuvvetleri, desteklediği terör örgütleri, vekil güçler, mafya vd. aktörlerin yer 
aldığı iç savaşlar, darbeler, katil robot testleri, virüs üreten biyolojik gizli deneyler, 
uyuşturucu ve kara para işleri, cinayetler, suikastlar, diğer kirli işler ve oyunlar var. Siber 
saldırılar, dezenformasyon, sosyal medya operasyonlarını da unutmayalım. Bu makalede, 
uluslararası ilişkilerin perde arkasında büyük güçlerin yani ABD, Çin ve Rusya‟nın büyük 
planlarına ve bizi bekleyen oyunlarına değineceğiz. Önceki makalelerimizde Amerikalı ve 
Rus liderlerin özelliklerinden bahsetmiştik. Yakın zaman önce İngiltere‟de yeni bir günlük 
yayınlandı. Makalemize İngiliz liderlerle başlayalım. Sonra Uzak Doğu, Orta Asya ve 
Ortadoğu‟da bizi bekleyen büyük oyunlardan bahsedelim. 

Bu arada Kırgızistan ve Azerbaycan‟a özel dikkat çekeceğiz. 
Anlatacak ne çok şey var. Gene uzun bir makale olacak. 

 İngiltere’yi yönetenler.. 

Önceki makalelerimizde İngiliz devlet yönetiminin sorunlarından bahsetmiştik. 
İngiltere‟nin başındaki Kraliçe Elizabeth II, 1940‟larda 31 diğer ülke toprağını kontrol 
ediyordu. Dünya kara parçalarının 6‟da biri ona aitti ve bu toprakların değeri 28 trilyon 
dolardı. Dünya üzerindeki en zengin kişi idi1. İngiliz kraliyet ailesi dünyaya hükmediyor ama 
bunu yalnız başına yapmıyordu. En az üç aktör ile işbirliği içinde idi; merkez bankaları, Cecil 
Rhodes‟in mirası ve Rothschild‟ler. İngiltere'nin “süper güç” konumunu kaybetmesi üzerine 
küresel sermaye at değiştirerek Londra‟dan New York‟a taşındı. Küresel sermaye, 1947‟den 
sonra Amerikan atına bindi, onu dünyanın hemen her yerinde kendi planları için koşturmaya 
devam etmektedir. Onlar da 1954‟de Bildelberg‟i ve 1973‟de Trilateral Komisyonu‟nu teşkil 
etti2. CFR, Bilderberg, Trilateral gibi birçok düşünce kuruluşu İngiliz Chatham House 
prensiplerini örnek alarak kurulmuştur. Chatham House, Anglo-Amerikan işbirliğinde küresel 
sermayenin dünyayı nasıl ele geçirebileceğinin plan ve projelerini geliştiren bir kuruluştur. 
Londra‟da ayrı bir devlet gibi olan “City of London”, imparatorluğun finansal makinesini işleten centilmenler kulübünden, Amerikan bankalarının hâkim olduğu kanunsuz küresel finans merkezlerine dönüştü3. İngiliz offshore ağı, City yolu ile üç şey sağlar; vergiden kaçan yabancı iş ve diğer kaynakların Londra‟ya gelmesini, varlıklar için depolama mekanizması ve kara paranın aklanması. City‟nin küresel off-shore sisteminde en büyük rolü İngiliz örümcek ağı ile ilişkileridir. 

 Bununla beraber, İngiliz ulusal güvenlik sistemi Soğuk Savaş döneminden kalma, modası geçmiş daire ve yapılardan oluşmaktadır. İngiliz güvenlik yapılanması, istihbarat örgütleri ve polisin oluşturduğu mimaride çok az bir değişiklik oldu. Bunun temel nedeni tutucu İngiliz güvenlik sisteminin yenilik ve reformlara pek açık olmamasıdır 4. Bakanlıklar kendi politikalarına, bütçelerine ve kurum içi kültürlerine odaklanmıştır. Seçilmiş politikacılar sivil bürokrasiye yani atanmışlara müdahale edemez. Krallığı gerçekte kimin yönettiğinin 
sorusu ortadadır ve anayasal yorumlara açıktır. Eski başbakanlardan Gordon Brown‟ın dediği gibi, egemenlik anayasanın temeli olsa da bir masaldan öte değildir 5. 

Her İngiliz hükümetinin gizli bir günlükçüsü vardır yani başbakanın etrafında dolaşan 
bir kişi gelişen olayları izler ve notlar alır. Örneğin Thatcher döneminde Savunma 
Bakanlığı‟nda orta seviyeli bir memur olan Alan Clarck‟ın günlüğü dönemin olaylarını 
aydınlatmıştı. 1990‟ların ortasında Gyles Brandreth, John Major hükümetinin nasıl 
parçalandığını açıkladı. Sonraki dönemde İşçi Partisi‟nin yaşadıkları üç cilt halinde 
yayınlandı. Daha yakın zamanda David Cameron hükümetinde bir bakanlık çalışanı olan 
Sasha Swire, 2010-2016 arasında İngiliz yönetimi içindeki küçük bir elitin marifetlerini 
anlattı. Şimdi ise Dışişleri Bakanlığı‟nda başka bir orta seviyeli memur olan Alan Duncan, “In 
the Thick of It”6 adlı kitabı ile sahne arkasını, son beş yılda İngiltere siyasi hayatının 
görünmeyen yüzünü aydınlattı. Ana konuları içinde; Brexit, Boris Johnson‟ın yükselişi ve 
İngiltere‟nin dünyada azalan rolü var. 

İlginç konular arasında İngiltere‟nin az bilinen Umman devleti ile yakın ve stratejik 
ilişkileri bulunuyor. İngiltere‟nin uzun zamandır Umman‟a odaklandığı ve orada en büyük 
askeri üslerinden birini bulundurduğu sır değil. İngiliz subayları Umman ordusu içinde ve 
İngiliz sinyal istihbaratı GCHQ‟nün orada bir üssü var. Tabii, Sultanlık, İngiltere için önemi 
bir silah pazarı. Detaylara gelince Duncan, Cameron tarafından 2014 yılında Sultan‟ın Özel 
Konseyi‟ne danışmanlık yapmak için atanır. Konseyin altı üyesi İngilizlere aittir ve yılda bir 
kez Sultan‟a tavsiyede bulunmak için toplanırlar. Duncan, 2001 yılından beri bu toplantılara 
14 kez katılmıştır. Konsey‟de şu kişiler yer almış; İngiliz istihbarat servisinin eski başkanları, 
Kraliçenin özel sekreteri, silahlı kuvvetlerin eski genelkurmay başkanları ve Bank of England‟  ın (Merkez Bankası) eski başkanı Mervyn King. Günlükte Umman ile ilgili anlatılanlar, aslında İngiltere‟nin bugünkü hükümetinin Ortadoğu konusunda nerede durduğunu da gösteriyor. 

 Duncan‟a göre, İngiltere Ortadoğu‟da korkak bir politika izliyor. Bunun nedeni, 
İsrail‟in İngiliz Muhafazakâr Parti içindeki dostları. Filistin‟e sempati duyanlara Dışişleri 
Bakanlığı‟nda etkili görev verilmiyor. Nitekim Boris Johnson da bu yüzden kendisini 
atayamamış, baskı görmüş. Örneğin, Shai Masot isimli İsrailli diplomatın Duncan‟ı görevden 
alması isteği kamera kayıtlarına bile girmiş. Özetle, İngiltere, Filistin‟e sempati duyar gibi 
gözüküp, asla büyük sözler vermiyor. İsrail yanlısı gruplar Başbakanlık Ofisi (Number 10) 
içinde lobi yapıyor ve Duncan‟a göre bu kolay değişmeyecek bir espiyonaj faaliyeti. Duncan, 
Shai Masot‟un İsrail askeri istihbaratında birinci ya da ikinci sekreter olduğunu ve örtülü 
propaganda işlerinden sorumlu olarak parlamenter görüntüsü altında çalıştığını söylüyor. 
Masot, İşçi Partisi ile temaslarını ülkesine aktarıyor. Ama İngiliz hükümeti bu iddiaları 
araştırmaya bile gerek görmemiş. 

Duncan, Brexit‟i anlatırken aslında Muhafazakâr Parti‟nin şifrelerini veriyor. Eski 
başbakan Theresa May için “Sempatik görünmesine rağmen, diğerleri gibi empati eksikliği 
yaşıyor, karizma ve kişiliği geçin ne ağırbaşlılık ne duruş var” diyor. Temmuz 2016‟da Boris 
Johnson Dışişleri Bakanlığı‟na atandığında Duncan, onun yardımcısıydı ama asıl işi onu 
izlemek yani günlük yazmaktı. Boris Johnson, onu bu göreve vermekle iyi etmemiş çünkü 
söyledikleri yenilir yutulur şeyler değil. Bakın, Duncan, başbakan Boris Johnson için ne 
diyor; “Kendini yeni Churchill sanıyor, kendi kendini kandıran, sahte romantik, sadakatsiz. 
Kendini on yıldır parlatan medyaya bir teşekkür bile etmedi. İşleri ciddiye almak yerine, 
komedi rutin hale geldi. Soytarının biri idi ve aklı karışıktı, diplomatik değerlendirmeleri 
sıfırın altındaydı. Uluslararası şöhretine rağmen, yalnız, bencil, karmakarışık, disiplinsiz, 
utanmaz birisi 7.” 

2. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

TÜRKİYEDE İÇ GÖÇLER ÜZERİNE GENEL BİR DEĞERLENDİRME. BÖLÜM 5

TÜRKİYEDE İÇ GÖÇLER ÜZERİNE GENEL BİR DEĞERLENDİRME. BÖLÜM 5




Kentsel yaşama amele, gündelik işçi, niteliksiz hizmet işçisi olarak katılan yurttaşların kentsel 
imkânlardan yararlanma ve kent yaşamı içinde dönüşmeleri neredeyse imkânsızdır. 

4. SONUÇ VE ÖNERİLER 

Birçok nedenden kaynaklanan, siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik, kentsel ve yapısal 
olmak üzere oldukça farklı ve büyük etkileri olan iç göç denilen serüven, irdelendikçe farklı 
yönlere kanat açan; günümüzde yaşamakta olduğumuz birçok kronikleşen sorunun biricik 
nedenini ve aynı zamanda da reçetesini bünyesinde barındırmaktadır. 
Ülkemizin yaşamış olduğu kentleşme ve bunun beraberinde getirdiği toplumsal 
sorunların çözülebilmesi, bunlara dönük bazı politikaların geliştirilmesi ve önleyici tedbirlerin 
alınması için iç göç olgusu, birbiriyle ilintili olan çok sayıdaki etmenle birlikte ele alınarak 
çözümlenmelidir ve bunun sonunda elde edilen bulgular, karar alıcılarca ve uygulayıcılarca 
her zaman göz önünde tutulması gereken birer temel başvuru kaynağı niteliğinde olmalıdır.
 1950’li yıllarda ülkemizin kırsal alanlarına bir anda giriveren ve buradaki toplumsal 
yapıyı beklenmedik bir hızda ve ölçüde değiştiren tarımda makineleşme olgusu ile fitili 
ateşlenen, daha sonra da gittikçe hızlanan, hızlandıkça etkileri ve kapsamı genişleyen, 
ülkemizdeki kentsel yapıyı, kır-kent nüfusunun dağılımını büyük ölçüde değiştiren, toplumsal 
sorunların artmasına ve bunlara yenilerinin eklenmesine yol açan iç göç süreci dönemsel 
olarak incelendiğinde; başlangıçta tarımda makineleşme ve bunun kırsal alanlarda ortaya 
çıkardığı eksik istihdam sonucu ortaya çıkarken, daha sonraları ülkenin kırsal alanlarına 
Kapitalizmin girmesi ve bu olgunun ortaya çıkardığı tarımsal üretimin ticarileşmesi ve 
metalaşmasına paralel olarak zamanla tarımsal üretim yapanların zararına işleyen bir sürece 
yerini bırakmasıyla gittikçe artmıştır. Bundan sonraki süreçte, kırsal yerleşmelerin altyapı ve 
temel kamu hizmetlerinden yoksun olması fertleri göçe sürüklemiştir. Ayrıca ülkede kırsal 
alanlara gittikçe yerleşen ve buralardaki küçük toprak sahiplerinin ayakta durmasını oldukça 
zorlaştıran Kapitalizm ile artan, ancak temelde dengeli bir toprak dağılımının ülkede 
sağlanamamasından kaynaklanan eskinin feodal beyleri günümüzün toprak ağalarının, 
topraklarını borç verme ve tefecilik yoluyla gittikçe genişletmeleri ve bunun sonunda ağırlıklı 
olarak yarıcı-ortakçı durumuna düşen kırsal kesim insanlarının geçim sıkıntısı içine girmesi 
de buralarda yaşayanları iç göçe itmiştir. Bunun dışında tarım kesiminden devletin el çekmesi 
ve üreticilerin Kapitalist sistemde tek başına bırakılması, tarım kesiminin ‘fertleri besleme 
kapasitesi’ni düşürmüştür. Ayrıca ülkede özellikle eğitim örgütlenmesinin kentlerde 
konuşlanması, yatırımı özendirici politikalar nedeniyle kentlerle kırsal yerleşmeler arasında 
belirginleşen ara farkların oluşması, kentsel yatırımların yanı sıra, sanayi yatırımlarının büyük 
ölçüde büyük kentlerde konuşlanması kentleri çekici kılmış ve büyük nüfus kitlelerini gerekli 
maddi birikimden ve kentin gerektirdiği yaşam ölçünlerinden yoksun bir şekilde kentlere 
doğru itmiştir. 

Ayrıca 1980’li yıllarda ülkemizin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nde 
görülmeye başlanan terör ve güvenlik nedeniyle, gerekli maddi birikimden yoksun olan, 
kentle tanışıklığı yok denecek derecede az olan büyük bir nüfus kitlesi gönülsüz olarak yer 
değiştirmek zorunda kalmıştır. 

Kısaca bu şekilde özetlenen nedenlerle ortaya çıkan iç göç hareketlerinin, ülkemizdeki 
kentsel dokuyu büyük ölçüde bozduğu, ekonomik ve toplumsal dengeleri ters yüz ettiği, 
beklenmedik birçok olumsuz sonuca neden olduğu bilinen bir gerçektir. Bu sonuçlar arasında; 
başta gecekondulaşma gibi kentsel dokunun biçimsel açıdan kanserleşmesi, kentle 
bütünleşmeyen marjinal işlerde aşırı düzeyde birikmelerin görülmesi, kırsal yapıya özgü 
dayanışma ve danışma ilişkilerinin (hemşehricilik gibi) kente taşınması, kentsel altyapının taşıma kapasitesinin üstünde nüfusun kentlere akması ile kentsel altyapının bunu 
kaldıramaması, kentlerdeki siyasal hayatın kırsal ilişki ağları ve bazı faydacı anlayışlarla 
bozulması, sosyo-kültürel uyum sorunları gibi sonuçlar yer almaktadır. 

İç göçün bu olumsuz sonuçlarının ortadan kaldırılması ve minimize edilebilmesi için, 
iç göç olgusuna neden olan faktörlerin iyice çözümlenmesi ve bunlara yönelik önlemler 
alınması gerekmektedir. Bu bağlamda iç göçlerin ağırlıklı olarak ortaya çıkmasına neden olan 
geçim sıkıntısı ve işsizlik gibi ekonomik yönlü nedenlere karşı, ülkede bölgelerin çevresel ve 
sosyo-ekonomik şartlarına uygun yatırımlar kamu kesimince ve özel kesimce yapılarak 
buralarda istihdam alanları oluşturulmalıdır. Özel kesimin bu alanlara yönelmesi için 
özendirilmesi ve sanayi yatırımlarının ekonomik bakımdan geri kalmış bölgelere kaydırılması 
için ‘kalkınmada öncelikli iller’in sayısı arttırılmalıdır. 

Kırsal alanlarda köy tipi sanayi geliştirilerek buralarda yaşayanların üretici kimliğe 
kavuşması sağlanmalı, kırsal kesimde maliyetlerin azaltılması ve pazarlık gücünün arttırılması 
için kooperatifleşme desteklenmelidir. Tarım sektöründe faaliyet gösterenlerin son 
zamanlarda talep gören ve insan sağlığı, çevre açısından da büyük önem arz eden organik 
tarım yöntemleriyle üretim yapması teşvik edilmelidir. 

Ayrıca ülkede göç veren yörelerde ve kırsal kesimlerde yaşayanlar için yeni gelir 
getirici faaliyet alanları yaratılmalı veya teşvik edilmelidir. Bunlar, özellikle tarım dışı 
alanlarda bölgesel farklılıklara göre şekillenen eko-turizm gibi düşük maliyetli ve yeni kazanç 
alanları olmalıdır.

 Kırsal alanlarda sunulan kamu hizmetlerinin yoğunlaştırılması ve altyapı hizmetlerinin 
iyileştirilmesi gerekmektedir. Kırsal kesimde sunulan hizmetlerin maliyetini düşürmek ve 
hizmet kalitesini yükseltmek için, toplu yerleşmelere geçilmesi için halk özendirilmelidir. 
Kente göçle gelenlerin kentlileşme düzeylerinin yükseltilmesi için, bu kişilerin kentsel 
danışma ve dayanışma mekanizmalarıyla tanışıklılığının ve bağlantısının sağlanması 
gerekmektedir. Bu bağlamda özellikle kentlerin yoğun olarak göç alan bölgelerinde, halkın 
sosyalleşmesinin sağlanması ve kentli davranış kalıplarına uyum düzeyinin yükseltilmesi için 
halk eğitim merkezleri, küçük çaplı tiyatrolar, spor ve kültürel aktivite merkezleri kurulmalı 
ve bunların faal bir şekilde işlemesi sağlanmalıdır. Ayrıca basın ve yayın kuruluşlarının da, 
yayınları arasında halkın kentlileşmesine, kentsel davranış kalıplarına dönük bazı iletilere ve 
bu yönde hazırlanacak özel programlara yer vermesi gerekmektedir. 

Kentlerde faaliyet gösteren sosyal ve kültürel amaçlı derneklerin kurulması, bunlara 
katılım ve bunların etkinlikleri devlet tarafından desteklenmeli; halkın sivil toplum örgütleri 
aracılığıyla taleplerini toplu ve örgütlü bir şekilde ilgili yerlere iletmesi özendirilmeli ve halk 
bu yönde bilinçlendirilmelidir. 

Kente göçle gelenlerin marjinal kesim diye addedilen türedi işlerde birikmesini 
önlemek için, bu kişilerin mesleki becerilerini artırmak ve bunların yeni iş alanlarına 
kaydırılması için mesleki eğitime tabi tutulmalarını sağlayan eğitim faaliyetlerinin ve bunları 
yürütecek örgütlerin yoğun bir şekilde desteklenmesi gerekmektedir. Bu bağlamda, kamu 
kesimi ve özel kesim işbirliği içinde olmalıdır. 

Göçün kentlerde yol açtığı kaçak ve sağlıksız yapılaşmayı önlemek için, altyapısı 
hazırlanmış, kamu olanaklarına ve kent merkezine erişimi sağlanmış olan alanlar 
oluşturularak kente gelenlerin buralara kaydırılması sağlanmalıdır. 
Göçle kente gelenlerin, belli bir süre kentte tutunmasını sağlamak, belli bir gelir düzeyine erişmesini sağlamak için, kentlerde cüzi bir bedel karşılığında barınmasını sağlayan kiralık sosyal konutlar devlet tarafından inşa edilip, bunların fertler arasında dolaşımı sağlanmalıdır. 

KAYNAKÇA 

AKÇAY, A. Adnan, (1999), “Toprak Ağalığından Kapitalist İşletmeciliğe Türkiye Tarımında Büyük Topraklı İşletmeler”, Oya Baydar (Der.), (1999), 75 Yılda Köylerden Şehirlere, İstanbul: Tarih Vakfı Yay. 
AKŞİT, Bahattin, (1997), “İç Göçlerin Nesnel ve Öznel Toplumsal Tarihi Üzerine Gözlemler: Köy Tarafından Bir Bakış”, Ahmey İçduygu ve Diğerleri (Der.), (1998), Türkiye’de İçgöç, İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yay. 
AKŞİT, Bahattin, (1999), “Cumhuriyet Döneminde Türkiye Köylerindeki 
Dönüşümler”, Oya Baydar (Der.), (1999), 75 Yılda Köylerden Şehirlere, İstanbul: Tarih Vakfı Yay. 
BULUT, Yakup, (2005), GAP Bölgesinde Kentleşme (Sorunlar ve Çözümlere İlişkin Yaklaşımlar), İstanbul: Nobel Kitabevi. 
ÇAKIR, Osman, (2007), Kentleşme ve Gecekondu Sorunu, Isparta Fakülte Kitabevi. 
DİNÇ, Adem, (2007), “Yurdumuzda İç Göç”, 
http://www.paylasimcenneti.com/yurdumuzda-ic-goc-t4242.0.html;wap2, İnd. Tarihi: 15.04.2008. 
DPT (Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı), (1997), “Ulusal Çevre Eylem Planı”, 
http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/torosa.pdf, İnd.Tarihi: 11.02.2008. 
ERDEM, Vahit, (1986), “Hızlı Şehirleşme ve Konut Sorunu”, SİSAV (Der.), (1986), Hızlı Şehirleşmenin Yarattığı Ekonomik ve Sosyal Sorunlar, İstanbul: SİSAV Yay. 
ERJEM, Yaşar, “Türkiye’de İç Göçler, Kentleşme ve Toplumsal Değişme”, 
http://www.felsefelik.com/simurg/2-1997/13.pdf, İnd. Tarihi: 05.03.2008. 
GÜLER, Birgül A., (2005), Yeni Sağ ve Devletin Değişimi Yapısal Uyarlama Politikaları 1980-1995, İstanbul: İmge Kitabevi.
GÜNGÖR, Nazife, (2005), “Göç Olgusu ve Arabesk”, Zeytinburnu Belediyesi (Der.), (2005), Uluslararası Göç Sempozyumu Bildirileri, Zeytinburnu Belediyesi İstanbul: Zeytinburnu Belediyesi Yay.
GÜRBÜZ, Şefika, (2005), “Kırdan Kente Zorunlu Göçün Nedenleri ve Sonuçları”, Zeytinburnu Belediyesi (Der.), (2005), Uluslararası Göç Sempozyumu Bildirileri, Zeytinburnu Belediyesi İstanbul: Zeytinburnu Belediyesi Yay. 
GÜRKAN, Mustafa, (2006), “Sosyolojik Açıdan Göç ve Yasadışı Göç Hareketleri, 
Kırıkkale: Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. 
Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü, (2006), “Türkiye Göç ve Yerinden 
Olmuş Nüfus Araştırması”,http://www.hips.hacettepe.edu.tr/tgyona/TGYONA_rapor.pdf, 
İnd. Tarihi: 07.09. 2007. 
HURMA, Hüseyin, (2003), “Türkiye’de Kentleşme ve Göç Olgusunun Siyasal 
Katılıma Etkisi”, Muğla: Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. 
IŞIK, Oğuz, M. Melih Pınarcıoğlu, (2003), Nöbetleşe Yoksulluk, İstanbul: İletişim Yay. 
İÇDUYGU, Ahmet, Turgay Ünalan, (1997), “Türkiye’de İç Göç Sorunsal Alanları ve Araştırma Yöntemleri”, Ahmey İçduygu ve Diğerleri (Der.), (1998), Türkiye’de İçgöç, İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yay. 
İÇDUYGU, Ahmet, İbrahim Sirkeci, (1999a), “Bir Ülke, Bir Aile ve Birçok Göç: 
Cumhuriyet Döneminde Bir Toplumsal Dönüşüm Örneği”, Oya Baydar (Der.), (1999), 75 Yılda Köylerden Şehirlere, İstanbul: Tarih Vakfı Yay 
İÇDUYGU, Ahmet, İbrahim Sirkeci, (1999b), “Cumhuriyet Dönemi Türkiye’sinde Göç Hareketleri”, Oya Baydar (Der.), (1999), 75 Yılda Köylerden Şehirlere, İstanbul: Tarih Vakfı Yay. 
İLKKARACAN, İpek, Pınar İlkkaracan, (1999), “1990’lar Türkiye’sinde Kadın ve Göç”, Oya Baydar (Der.), (1999), 75 Yılda Köylerden Şehirlere, İstanbul: Tarih Vakfı Yay. 
KARTAL, S. Kemal, (1992), Ekonomik ve Sosyal Yönleriyle Türkiye’de Kentlileşme, Ankara: Adım Yay. 
KAZGAN, Gülten, (1999), “1980’lerde Türk Tarımında Yapısal Değişme”, Oya 
Baydar (Der.), (1999), 75 Yılda Köylerden Şehirlere, İstanbul: Tarih Vakfı Yay. 
KELEŞ, Ruşen, (2002), Kentleşme Politikası, İstanbul: İmge Kitabevi. 
KEYDER, Çağlar, (1999), “Türkiye’de Tarımda Küçük Meta Üretiminin Oluşumu”, 
Oya Baydar (Der.), (1999), 75 Yılda Köylerden Şehirlere, İstanbul: Tarih Vakfı Yay. 
KÖYMEN, Oya, Meriç ÖZTÜRKCAN, (1999), “Türkiye’de Toprak Dağılımı Üstüne 
Bazı Notlar”, Oya Baydar (Der.), (1999), 75 Yılda Köylerden Şehirlere, İstanbul: Tarih Vakfı Yay. 
KURT, Hacı, (2003), Türkiye’de Kent-Köy Çelişkisi, Ankara: Siyasal Kitabevi. 
KUTLU, Kemal, (1986), “Hızlı 
Şehirleşme ve Ulaşım Sorunu”, SİSAV (Der.), (1986), Hızlı 
Şehirleşmenin Yarattığı Ekonomik ve Sosyal Sorunlar, İstanbul: SİSAV Yay. 
PEKER, Mümtaz, (1999), “Türkiye’de İçgöçün Değişen Yapısı”, Oya Baydar (Der.), 
(1999), 75 Yılda Köylerden Şehirlere, İstanbul: Tarih Vakfı Yay. 
ŞENTÜRK, Ünal, (1999), “Göç ve Kentlileşme (Malatya Örneği)”, Malatya: İnönü 
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Yüksek 
Lisans Tezi. 
ŞENYAPILI, Tansı, (2006), “Gecekondu Olgusuna Dönemsel Yaklaşımlar”, Ayda 
Eraydın (Der.), (2006), Değişen Mekân Mekânsal Süreçlere İlişkin Tartışma ve 
Araştırmalara Toplu Bakış: 1923-2003, Ankara: Dost Kitabevi Yay. 
TDK (Türk Dil Kurumu), (2011), “Büyük Türkçe Sözlük”, 
http://tdkterim.gov.tr/bts/, İnd. Tarihi: 18.09.2007. 
TEKŞEN, Adnan, (2003), Kentleşme Sürecinde Bir Tampon Mekanizma Olarak 
Hemşehrilik Ankara’daki Malatyalılar Örneği, Ankara: DPT Yay.
TÜFEKÇİ, Suat, (2002), “Göç Olgusu, Kentleşme ve Türkiye’de Göç Hareketleri”, 
http://www.forumex.net/tarih/54325-goc-olgusu-kentlesme-ve-turkiyede gochareketleri. 
html, İndirilme Tarihi: 25 Ağustos 2007. 
TÜİK (Başbakanlık Türkiye İstatistik Kurumu), (2011a), “Türkiye’de Sayım Yıllarına 
Göre Nüfus”, http://www.tuik.gov.tr/PreIstatistikTablo.do?istab_id=202, İnd. Tarihi: 
13.03.2011. 
TÜİK (Başbakanlık Türkiye İstatistik Kurumu), (2011b), “Yerleşim Yerlerine Göre 
Göç Eden Nüfus”, http://www.tuik.gov.tr/PreIstatistikTablo.do?istab_id=159, İnd. Tarihi: 
13.03.2011. 
TÜİK (Başbakanlık Türkiye İstatistik Kurumu), (2011c), “İstatistiksel Bölgelerin 
Aldığı Göç, Verdiği Göç, Net Göç ve Net Göç Hızı”, İndirilme Tarihi: 1 Şubat 2008, 
http://www.tuik.gov.tr/PreIstatistikTablo.do?istab_id=161 , İnd. Tarihi: 13.03.2011. 
USUMİ, Sadullah, (1999), “75 Yılda Hayvancılık: Gelişmeden Çöküşe…”, Oya Baydar (Der.), (1999), 75 Yılda Köylerden Şehirlere, İstanbul: Tarih Vakfı Yay.
ÜNER, Sunday, (1972), Nüfus Bilim Sözlüğü, Ankara: Mars Ticaret ve Sanayi A.Ş. Matbaası. 
VERGİN, Nur, (1986), “Hızlı Şehirleşmenin Sosyolojik Ve Siyasal Sonuçları”, SİSAV (Der.), (1986), Hızlı Şehirleşmenin Yarattığı Ekonomik ve Sosyal Sorunlar, İstanbul: SİSAV Yay. 
YALÇIN, Cemal, (2004), Göç Sosyolojisi, Ankara: Anı Yay. 
YAMAK, Rahmi, Nebiye Yamak, (1999), “Türkiye’de Gelir Dağılımı ve İç Göç”, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 1, s. 26-39, 
http://www.sbe.deu.edu.tr/Yayinlar/dergi/dergi01/yamak.htm, İnd. Tarihi: 09.02.2008. 

***

TÜRKİYEDE İÇ GÖÇLER ÜZERİNE GENEL BİR DEĞERLENDİRME. BÖLÜM 4

 TÜRKİYEDE İÇ GÖÇLER ÜZERİNE GENEL BİR DEĞERLENDİRME. BÖLÜM 4





3. TÜRKİYE’DE İÇ GÖÇLERİN SONUÇLARI 

Sanayi toplumu olma yolunda hızlı bir ilerleme gösteremeyen Türkiye’de meydana 
gelen iç göçler sonunda kentsel alanlar hızla akan kırsal nüfusu aynı hızda emme gücüne 
sahip olamamıştır. Bir yandan kırsal alanlardan akan işgücünü istihdam edecek sanayi aynı 
hızla gelişmemiş, diğer yandan kentsel alanlar gelen nüfusu barındıracak konut gereksinimini 
karşılayamamıştır. Sonuç olarak, gecekondularda yaşayan ve ikincil ekonomik sektörlerde 
geçimini sağlamaya çalışan bir göçmen kitlesi, kent nüfusunun ağırlıklı bir parçasına 
dönüşmüş; “kentleşme” ve “kentlileşme” farklılığı da bu çerçevede tartışılmaya başlanmıştır 
(İçduygu ve Sirkeci, 1999b: 252). 

İç göçün ülkemizde neden olduğu sonuçlardan en önemli olanlarını ana hatlarıyla 
özetleyen bu paragraftan da kısmen anlaşılabileceği gibi, Cumhuriyet ile beraber kalkınma 
çabalarının hız kazandığı ülkemizde kentler iç göçle gelen nüfus hareketinden büyük ölçüde 
etkilenmiştir. Böyle olunca Batı toplumlarında görülenin aksine Türkiye’deki kentler ani ve 
sıçramalı bir büyüme göstermiş ve Türkiye bu sürece hazırlıksız yakalanmıştır. Başka bir 
ifadeyle Türkiye’deki kentleşme, sanayileşme ile yakın ilişki içinde olmasına rağmen, 
sanayileşme ile orantılı bir gelişme göstermediği ve sanayileşmenin doğurduğu ihtiyaçlara 
uygun olmadığı için, sağlıksız ve düzensiz bir şekilde gelişme göstermiştir (Karaman, 1998: 
35, aktaran; Bulut, 2005: 37). 

Bu düzensizliğin ana sebeplerinden biri de hiç şüphesiz ki yoğun bir şekilde yaşanan 
gecekondulaşma sürecidir. Ülkemizde tümüyle olmasa da genel olarak köylerden ve kırsal 
kasabalardan göç eden insanlar, düzensiz sanayi merkezlerinin çirkinleştirdiği kentlere 
geldiklerinde barınabilecekleri bir yere en çok ihtiyaç duymuşlardır. Ancak içinde yaşamı 
sürdürmenin oldukça pahalı olduğu kentlerin lüks konutlarından yararlanmak bu insanlar için 
imkânsızdır (Çakır, 2007: 33-34). Bu yüzden bu kişiler bu fiyatlar karşısında çözüm 
arayışlarına gitmişlerdir ve bunun sonucunda çözüm mekânı olarak da gecekonduyu 
bulmuşlardır. Yani gecekondu düşük gelirli istihdam alanlarında çalışan ve sosyokültürel 
farklılıklardan dolayı kente uyum göstermekte zorlanan bir nüfusun, mülkiyeti başkalarına ait 
topraklar üzerine yasal olmayan yollardan yapılmış konutlara yerleşmesiyle ortaya çıkmış bir 
olgudur (Tekşen, 2003: 45). Bu olguyu artıran nedenlerden biri de, ülkemizde sanayileşme 
sürecinde kentleşmenin sanayileşme için itici bir güç olarak kabulüyle iç göç olayı ülke 
ölçüsünde bir boyut kazanırken, bu ülke boyutundaki yeni yerleşme düzeni sorununun 
cevaplandırılmasının yerel yönetimlerin imkânlarına terk edilmesidir. Bu durumda yerel 
yönetimler de hızlı bir tempoyla kentlerine gelen kırsal nüfusun yerleşme gereksinimlerini 
karşılayamamış ve göçen nüfus kendi imkânlarıyla bu sorunu çözümlediğinde de sonuç, kamu 
elindeki arazilerin bir gecede inşa edilen gecekondularla kullanılması olmuştur (Erdem, 1986: 188-189). 

Gecekondu olgusu kırdan kente göçen nüfusun içine girmiş olduğu yoğun çözüm 
arayışı sürecinde en başarılı olduğu alandır. Göçmen nüfus, gecekondu yaparak sadece 
barınma sorununu çözmemiştir, aynı zamanda gecekonduyu bir yatırım aracı olarak da 
kullanmıştır. Kentteki biriktirimlerini ve kırdaki kaynaklarını önemli ölçüde gecekonduya 
kanalize etmiştir. Böylece hem barınmıştır, hem de servet biriktirerek sosyal güvenlik 
ihtiyacını karşılaşmıştır. Ancak tek tek kişiler açısından yararlı gibi görünen bu işleyiş, büyük 
toplumsal kaynakların israfına neden olmuştur (Kartal, 1992: 38). 

Buna rağmen devlet ve piyasa güçlerinin ağırlık değiştirerek denge aradığı ekonomik 
modeller içinde yapılanan emek piyasası ise, gecekondu nüfusunun sunduğu ucuz emeği her 
modelin içinde farklı değerlendirmiş, zaman içinde bu emeğe farklı ve çoğu zaman 
vazgeçilemez önemde işlevler yüklemiş, bu işlevlerin karşılığında bu nüfus önce ekonomik 
mekânda süreklilik kazanmış ve bu süreklilik sonucu siyasal mekâna giriş yaparak bu 
mekânda da vazgeçilemez önemde işlev yüklenmiştir (Şenyapılı, 2006: 119). 
Bu nedenlerden dolayı da ülkemizde gecekondu sayısı gün geçtikçe artmıştır. Şöyle ki, 
1940'ların sonuna doğru, büyük kentlerde 23-30 bin gecekondu bulunurken, bu sayı 1960'da 
240 bine, 1983'te ise 1,5 milyona yükselmiştir. 1990 yılı itibariyle, Türkiye'de 1 milyon 750 
bin gecekondu bulunduğu tahmin edilmektedir (Keleş, 1990: 78, aktaran; DPT, 1997). 
Siyasal mekânda da gecekondunun yer almasıyla gecekondu alanları siyasi rant 
çeperlerine dönüşmüştür. Bu da zamanla yasal düzenlemelerin oy kaygısıyla altüst edilmesine 
ve kentleşme sorunlarının üstesinden gelinemeyecek bir noktaya erişmesine yol açmıştır. Bu 
aşamada devreye giren enformel çözüm yollarının bedeli çok yüksek düzeylere erişmiştir. 
Kent çevresindeki hemen her tür alan vahşi bir yapılaşmaya açılmış, kentlerin yerine konması 
mümkün olmayan tarihsel değerleri yitip gitmiştir. Sonuçta ortaya çıkan, kalitesiz sıfatını her 
ölçüde sonuna dek hak edecek bir tarihsel çevre ortaya çıkmıştır (Işık ve Pınarcıoğlu, 2003: 
98). Ayrıca bu süreçte konut alanlarında meydana gelen sağlıksız yapılaşmanın da bünyesinde birçok tehlikeyi ve sorunları barındırdığı tartışılmaz bir gerçektir. 

Bunun acı meyvelerini de 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 yılında yaşadığımız depremler sonunda binlerce can kaybı ve trilyonlarca maddi kayıpla almış bulunmaktayız. 
Türkiye’de iç göçle kente gelenler arasındaki katmanlaşmanın ilk boyutunu, görüldüğü 
gibi gecekondu topraklarının değerlendirilmesi meydana getirmektedir. Fakat kentlerin 
büyüme ekseninin farklı olmasından ötürü, tüm gelenlerin toprak rantından eş zamanlı eş düzeyli yararlanmaları söz konusu olmadığı için, göçmenlerin sosyal katmanlaşmasıda 
farklı düzeylerde gerçekleşmiştir (Peker, 1999: 299). 
İç göçün ülkemizdeki sonuçlarının gecekonduyla sınırlı olmadığı herkesçe kabul 
edilen bir gerçektir. Bunun dışında iç göçle beraber hızlanan kentleşme büyük etkileri olan bir 
toplumsal erozyonu da beraberinde getirmiştir. Bu erozyonun kırsal alanlar üzerindeki etkisi; 
geçim olanakları daralmış bu yerleşmelerde yaşayanların büyük düşlerle kentlere göçmesi, 
köylerin atılgan, genç, becerikli ve girişimci öğelerini yitirmesi biçiminde yüzünü 
göstermiştir. Büyük kentlere gelenlerin çoğu, baba ocaklarından, alışagelmiş oldukları 
çevrelerinden uzaklaşmış olduklarından, ihtiyaç duydukları maddi ve manevi desteklerden 
yoksun kalmışlardır. Parlak iş hayalleriyle geldikleri büyük kentlerde, çoğu kez bunlara 
erişemediklerini görüp; işsiz ya da gizli işsiz durumuna gelmişlerdir. Küçük köy topluluğunun 
oynadığı denetim işlevinin etkinliğini yitirmesinden dolayı, toplum için yararlı olmayan, hatta 
zararlı yollara kapılmaları olasılığı da artmıştır (Keleş, 2002: 74-75). 
Söz konusu toplumsal erozyonun kentlerde görülen birçok belirtileri vardır. 
Ülkemizde kentlerin sanayileşme seviyesinin düşük olması, kente göçenlerin kalifiye 
olmamaları ve göçün yoğunluğu ile birlikte kentlerde önemli bir işsizlik sorunu 
yaşanmaktadır (Erjem, 2008: 22). Bundan dolayı da iş gücü, ‘ikincil ekonomik kesimler’ 
olarak adlandırılan marjinal ekonomik kesimlere yönelmektedir. Girişin kolay olduğu, büyük 
sermaye gerektirmeyen ve müşterinin kolay erişebildiği işler olan marjinal işlerin, sosyal 
güvencesi olmayan, bilgi ve deneyim gerektirmeyen işler olduğu, genel kabul gören 
özellikleri arasındadır. Ülkemizde bu kesimin genişlemesi ile iş gücü piyasası 
örğütsüzleşmeden uzak ve iş gücünün zararına işleyen bir görünüme kavuşmuştur. Ayrıca 
gittikçe büyüyen marjinal kesim çok sayıda kaynak israfına da yol açmaktadır (Şenyapılı 
1982: 107, aktaran; Tekşen, 2003: 79). 

İç göçün neden olduğu toplumsal erozyonun bir diğer belirtisi de, iç göç olgusuyla 
hızlanan kentleşme neticesinde, kentlerin gerek nüfus, gerekse alan olarak büyümesinin yol 
açtığı ulaşım ve trafik sorunlarıdır. Bu sorunlardan dolayı, kentlerin konut bölgelerinden, iş ve 
ticaret yerlerinin toplu olarak bulunduğu, merkez bölgelerine doğru yönelen önemli bir yolcu 
trafiği belirmekte, özellikle gün içinde mesai başlangıç ve bitiş saatlerinde ulaşım, yavaşlama 
ve tıkanmalarla güçlükle sağlanabilmektedir, şehir içi seyahatler uzun sürmektedir (Kutlu, 
1986: 212).
 Ülkemizde yaşanan yoğun iç göç hareketinin beraberinde getirdiği sonuçlardan bir diğeri de kentlerde meydana gelen kültürel değişmeler ve uyum sorunudur. 
Güngör (2003, 230)’ün belirttiği gibi kırdan kente göç eden yığınlar ilk aşamada kente beraberinde kendi yaşam biçimlerini, değerlerini, gelenek ve göreneklerini, ritüellerini de getirirler. 
Dolayısıyla kırdan kente bir kültürel akış gerçekleşir. Bu da kentli toplumsal ve kültürel yapının çözülmesi, kentte bu anlamda bir taşralaşma sürecine neden olur. Diğer yandan kente göç eden insanların zamanla geldikleri köylere, kasabalara kısa süreli gidiş gelişleri söz konusu olur ki bu gidiş gelişler, kente özgü birtakım toplumsal ve kültürel değerlerin kıra taşınmasına da neden olur. Zaman içinde kentler de taşralaşma sürecine, taşra da kentleşme sürecine doğru gitmektedir.

 Bunun dışında ülkemizde yaşanan iç göç hareketinin kentlerdeki siyasal hayatı olumsuz yönde etkilediği bir gerçektir. Türkiye’de kırsal kesimlerdeki seçmenin oyunu tam bir demokrasi bilinci içinde ve kendi inandığı ideolojik değerler veya kendi siyasal fikirleri ve kararları doğrultusunda kullandığını söylemek oldukça güçtür. Yeterli düzeyde bilince sahip olmayan bu seçmen kitlesinin (Görentaş, 2008) mobilize oy, patron-yanaşma ilişkilerinin hâkim olduğu köylük yerlerde, belirli bir patronun ya da ağanın güdümünde ve onun istediği yönde oy kullandığı bilinmektedir (Vergin, 1986: 42). 

Dolayısıyla bu seçmen kitlesi kırsal alanlarda çok küçük vaatlerle ve propagandalarla 
kolayca kandırılıp, oyları istenen tarafa yönlendirilmektedir. Dolayısıyla gerekli siyasal 
birikime ve bilinç düzeyine sahip olmayan bu kitlenin iç göçle kente gelmesi sonucu, 
kentlerdeki seçimlerde oy vermesi ve bu oyların kentlerin geleceğini tayin etmesi ülkemizde 
kentleşme için son derece vahim bir durumdur. 
Görentaş (2008)’ın belirttiği gibi söz konusu kitle kent merkezinin çevresine 
oluşturduğu, gün geçtikçe sayıları artan, şehrin fiziksel ve kültürel dokusuyla taban tabana zıt 
yapılar olan gecekondularına tapu alabilmek için bu yapıyı destekleyen, bu yönde vaatlerde 
bulunan siyasi partilere arka çıkmıştır. Kısaca Türkiye’de köyden kente yapılan göç 
hareketleri kentteki siyasal hayatı olumsuz yönde etkilediği gibi, çarpık ve sağlıksız bir 
kentleşmeye de neden olmuştur. 
Ayrıca ülkemizde iç göçle kentlere yönelen yoğun nüfus akımı nedeniyle kentlerde 
kanalizasyon yetersizliği, içme suyu ve elektrik sıkıntıları, toplu taşıma araçlarının 
yetersizliği, okul, kitaplık, yeşil alan eksikliği, hava ve gürültü kirliliği (Keleş, 2002: 74-75), 
suç oranının yükselmesi, güvenlik sorunları gibi birçok sorun belirmiştir.
 Özellikle kırdan kentlere yönelik olarak gerçekleşen iç göçün ülke ekonomisine büyük 
bir yük getirdiği tartışılmaz bir gerçektir. Yukarıda da değinilen marjinal kesimlerde çalışan 
iş gücü kayıt dışı ekonomiye yol açmaktadır. Bunun dışında gelişigüzel ve akılcı olmayan 
şekillerde yapılan gecekondulara altyapı hizmeti götürmek için devletçe yapılan harcamalar, 
planlı bir yapı için yapılan harcamaların kat kat üstünde kalmaktadır. Ayrıca köyden kente 
yapılan göçlerle kendi toprağında çiftçi olarak çalışan toprak sahibi köylülerin, topraklarını 
bırakmalarından dolayı, kırsal kesimde tarım ve hayvancılık faaliyetlerinde önemli miktarda 
azalmaların olduğu gözlenmiştir (Görentaş, 2008). 

Bunun dışında değinilmesinde yarar görülen diğer bir husus da, ülkemizde 1980’li 
yıllardan beri gerçekleşen zorunlu göçlerin sonuçlarıdır. Gürbüz (2005: 213)’ün belirttiği gibi 
zorunlu göçler sonunda, göç edilen bölgelerde tarım ve hayvancılığa dayalı faaliyetlerle 
geçimini sürdüren yurttaşlar göç sonrası yeni yerleşim alanlarında işsizlik, sefalet ve 
yoksulluk gibi sorunlarla karşılaşmışlardır. Ayrıca zorunlu göç öncesi ülkenin et ve süt 
ürünleri ihtiyacının önemli bir bölümü bu bölgelerden sağlanmaktaydı. Ancak göç sonrasında 
bu bitme aşamasına gelmiştir ve bu ürünler dışalım (ithalat) yoluyla alınmaktadır. Zorunlu 
göç sonrası aile reisleri iş bulamazken, gençler ve çocuklar ise geçici-dönemsel işlerde sosyal 
güvencesi olmayan, kalitesiz işlerde düşük ücretler karşılığında çalışmak zorunda kalmıştır. 

***

TÜRKİYEDE İÇ GÖÇLER ÜZERİNE GENEL BİR DEĞERLENDİRME. BÖLÜM 3

 TÜRKİYEDE İÇ GÖÇLER ÜZERİNE GENEL BİR DEĞERLENDİRME. BÖLÜM 3



1980 Sonrası Dönem: 

Tablo 1’e bakıldığında 1980 sonrası dönemde genel nüfusun giderek artmış olduğu ve 
nüfusun kentlerdeki oranının daha önceki dönemlerin aksine kırdaki oranından fazla olduğu, 
bir başka ifadeyle kır-kent dağılımının kent yararına (lehine) olacak şekilde farklılaştığı 
söylenebilir. 
İç göçlerin bu dönemden itibaren kent ağırlıklı bir yapıya dönüşmesinin nedenleri 
arasında; eğitim örgütlenmesinin kentsel alanlarda ağırlıklı olarak konuşlanması, kamu 
kesiminin ekonomi politikaları ve yatırımı özendirici politikaları nedeniyle köyle kent 
arasında ara engellerin oluşması ve aşamalı göçün başlaması, ülkede göç veren bölgelerdeki 
kentsel yapıların kırsal nitelik taşıması, az nüfuslu kentsel yerleşmelerdeki sermaye 
sahiplerinin bu mekânlardaki paranın dönüş hızının yetersiz kalması nedeniyle bir üst denetim 
merkezindeki imkânları değerlendirme arzusu (Peker, 1999: 297) gibi etkenler sayılabilir. 
1980 yılından sonraki dönemde ülkemizdeki iç göçü büyük ölçüde etkileyen 
nedenlerden bir diğeri ise, bu yıllardan sonra Türk tarımında görülen gerilemedir. Şöyle ki, 
Türkiye 1980 yılına kadar hayvancılıkta Avrupa ülkeleri arasında birinci, dünyada ise ikinci 
sıradaydı. Ancak, 1980 yılından sonra tarım ve hayvancılık politikalarında yapılan olumsuz 
değişiklikler, Türkiye’nin tarım alanındaki söz sahibi ülke konumunu sekteye uğratmıştır 
(Usumi, 1999: 39-42). 

1980’li yıllarda uygulanan ‘uyarlanma politikaları’ ile birlikte tarım yönetimi “aşağıdan yukarı”ya doğru erimeye, bunun sonunda ilgili bakanlığın merkez ve taşra teşkilatı 
işlev değiştirmeye başlamıştır. Birincisi, temel tarımsal girdilerin tedariki ve dağıtılmasında 
kamu kesiminin tekel konumuna son verilmiştir. İkincisi, kamu yönetimi tarım ve destekleme 
alımı fonksiyonunu büyük ölçüde terk etmiştir. Üçüncüsü, tarımsal sanayi tümü ile özel 
sektöre terk edilmiştir. Dördüncüsü, ilk üç değişiklikle birlikte tarımsal kredi sistemi 
“destekleme” niteliğinden uzaklaştırılmıştır (Güler, 2005: 202). 

Şöyle ki, tarım ürünlerine ve hayvancılığa devlet tarafından verilen destekler azaltılmış. Ayrıca, tarımsal KİT’ler ve Tarım Satış Kooperatifleri ile ilgili yasalarda değişikliğe gidilmiştir. Daha sonraki aşamalarda Süt Endüstrisi Kurumu ile Et-Balık kurumlarının piyasadaki etkinliğine zamanla son verilmiştir. Üreticiler bunun üzerine ürünlerini değerine satamaz duruma geldiler. Sonunda bu KİT’ler ve Tarım Satış Kooperatifleri özel sektör firmalarına çok düşük fiyatlarla devredilmiştir (Usumi, 1999: 3942). 

Bunların dışında 1970’lerin sonuna kadar sürdürülen tarımsal desteklemeler 
(sübvansiyonlar) de 1980’li yıllardan başlayarak aşınmaya başlamıştır. Şöyle ki, üretimi 
desteklenen tarım ürünlerinin sayısı 1980 yılında 22 iken, bu rakam 1990 yılında 10’a 
gerilemiştir (Yenal, 2001: 39, aktaran; Kurt, 2003:76). 

Sayılan bu nedenlerden dolayı, 1980 ile 1985 yılları arasında her 1000 kişiden yaklaşık 65’i çeşitli nedenlerden dolayı sürekli (daimi) ikametgâhlarını değiştirmiştir. Bu sayı, 1985 ile 1990 yılları arasındaki dönemde % 25’lik bir artış göstererek 81’e erişmiştir (Yamak ve Yamak, 1999: 16). 

Türkiye’de yarım asırdan beri devam eden bu iç göç olgusuna, Doğu ve Güneydoğu 
Anadolu Bölgelerinde 1980’li yıllardan beri devam eden terör sonucu oluşan güvenlik 
sorunları, büyük ölçekli kalkınma projeleri, doğal afetler nedeniyle meydana gelen yer 
değiştirmeler de eklenmiştir. Özellikle 1985-1996 yılları arasında terörün şiddetlenmesinden 
dolayı bölgede yaşayanların bazılarının yerleşim yerleri zorunlu olarak ya da kendi 
istekleriyle değişmiştir (Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü, 2006). Terör ortamı 
nedeniyle can ve mal güvenliğinin olmaması, mevcut geçim kaynaklarının kaybedilmesi veya 
daralması gibi nedenlerle halk bölgeden hızlı bir şekilde uzaklaşmıştır (Hurma, 2004: 82). 
Türkiye’de iç göçün nedenleri arasında yer alan iletici güçler diye adlandırılan ulaşım 
ve iletişim alanındaki gelişmelerin gün geçtikçe artmasının göçü büyük ölçüde tetiklediği 
bilinmektedir. Ulaşım ve iletişim alanına ilişkin istatistiksel verilere bakıldığında konunun 
anlaşılırlığı daha da artmaktadır. Türkiye’de ulaştırma sektörünün gelirinin ulusal gelir 
içindeki payı, 1960 yılında % 7.5’e, 1981 yılında % 8.9’a, 1995 yılında ise bu rakam 
haberleşme ile birlikte % 21’e yükselmiştir (Keleş, 2002: 70). 

Türkiye’de iç göçlerin nedenlerine, özellikle de Doğu’dan Batı’ya göçlerin nedenlerine ışık tutması açısından 1930’lu yıllarda uygulanan devletçilik politikasına değinmek yararlı olacaktır. Bu dönemde yurdun dört bir yanına sanayi yatırımları yapılmıştır. 

Bunlar tekstilden tarım ürünlerine kadar birçok alanda üretim yapan işletmeler olup, hem 
ülkenin sanayisinin gelişmesine hem de ülkenin dengeli bir şekilde kalkınması ve bölgeler 
arası gelişmişlik farklarının minimize edilmesi için iyi örnek oluşturmuştur. Ancak 1980’li 
yıllardan sonra, bu işletmeler özelleştirilmiş ve devlet tarafından ülkenin geri kalmış 
bölgelerine sanayi yatırımları yapılmamıştır. Özel sektör tarafından yapılan sanayi tesisleri de 
büyük ölçüde ülkenin batısına konuşlanmıştır. 

Sanayi tesislerinin ülkenin batısında konuşlanmasının yanı sıra, 20. yüzyıl 
toplumlarında en önemli gereksinim olarak kabul edilen ekonomik ve sosyal planlamanın 
Türkiye’de etkisiz kalmasıyla, köy-kent ve bölgeler arası dengesizliğin oluşması, ülkemizde 
özellikle Doğu’dan Batı’ya doğru yönelen göçün asıl nedenini teşkil etmektedir (Kızılçelik, 
1996: 658-659, aktaran; Gürkan, 2006: 54 ). 

Ayrıca bu yörelerdeki -özellikle Güneydoğu’da- tarımsal nüfusun kiracı ve ortakçı 
olarak çalışan kesiminin % 16.5 olan Türkiye ortalamasının üzerinde olması (Örneğin: 1981 
Köy Envanter Etütleri’ne göre, köylerin; Diyarbakır’da % 43’ü, Urfa’da ise % 89’u kiracılık 
ve ortakçılık yapmaktadır); buralarda toprak iyeliğinin adaletsiz bir şekilde dağılmış olması 
(Köymen ve Öztürkcan, 1999, 80-81) gibi nedenlere tarıma verilen desteklemelerin 
azaltılması ve bu topraklardaki makineleşme gibi nedenler eklenince bu bölgelerden sanayi 
yatırımlarının yoğunlaştığı bölgelere göçler olmuştur. 

Yukarıda sayılan Türkiye’de göçe yol açan çekici etkenler arasında, ilk göç eden 
göçmenlerin akraba ve hemşehrilerine verdikleri bilgi ve destekler de bazı toplumbilimcilerce 
kabul edilmektedir (Tekşen, 2003, 43). 

İletici faktörlerin olduğu kırsal kesimlerden, kentlere olan göçün ülkemiz açısından bir 
de kültürel nedeni mevcuttur. Örneğin: Adam öldürme, kız kaçırma olaylarından sonra 
başlayan kan davası olgusu, insanların göç etmelerinde etkili olmuştur (Sezgin, 1997: 659, 
aktaran; Şentürk, 1999: 46). 
Türkiye’de iç göçün nedenleri arasında, özellikle ulaşım araçlarının gelişmesi 
neticesinde artış gösteren mevsimlik göçlerin nedenlerine de değinilmelidir. Ülkemizde 
tarımın yoğun olarak yapıldığı yerlerde tarım işçisi olarak veya inşaat bölgelerinde inşaat 
işçisi olarak çalışmak için mevsimlik göçler gerçekleştirilmektedir. Ayrıca ülkenin Doğu ve 
Güneydoğu Bölgeleri ile Karadeniz Bölgesi’nde hayvan otlatmak ve arıcılık yapmak üzere 
mevsimlik göçler gerçekleştirilmektedir. 

Bu dönemde içgöçlerin giderek artmasında, 1980 sonrası dönemin kendine özgü 
özelliklerinin büyük ölçüde etkili olduğu söylenebilir. 1980’li ve 1990’lı yıllarda Türkiye’de, 
toplumsal oluşumun, ekonominin “serbest piyasa ekonomisi”, “özelleştirme” gibi hedeflerle 
yeniden yapılandırılmaya çalışılması ile yeni bir döneme girmesine tanık olunmakla birlikte, 
küreselleşme sözcüğü de ülke gündemindeki üstün yerini yavaş yavaş almaya başlamıştır 
(İçduygu ve Sirkeci, 1999b: 252). 

İhracata yönelik büyüme olarak şekillenen ve Türk siyasal yaşamına Özal'lı yıllar 
olarak geçen bu süreçte, ülkede 1980 Askeri harekâtından sonra Turgut Özal'ın İktidara 
gelmesi ile imar yatırımlarının artışı ile haberleşme ve ulaşım koşullarının iyileşmesi, 
sanayileşmeye yönelik olarak hedeflenen büyüme hedefiyle küçük ve orta ölçekli sanayi 
tesislerinin artması ile göçler hızlanmaya başlamıştır (İçduygu ve Ünalan, 1997: 43). 
Ayrıca bu dönemde Türkiye’de iç göç, siyasi nedenlerin de etkisiyle giderek daha da 
yoğunlaşmıştır. Zorunlu ve gönüllü göç ayırımı da bunun bir parçası olmuştur. Doğu ve 
Güney Doğu’da hem can-mal güvenliğinin bulunmaması, hem de bu bölgede süren savaş 
benzeri durum nedeniyle, buradan binlerce insan göç etmek zorunda kalmıştır (Dinç, 2007). 
Bu insanlar önce daha güvenli görünen çevre illere, sonra da İstanbul, İzmir, Adana, 
Bursa, Mersin başta olmak üzere, Batı ve Orta Anadolu’ya göç ederek, söz konusu yerleşim 
yerlerinin zaten varolan kentsel sorunlarını daha da yoğunlaştırmıştır (İçduygu ve Ünalan, 
1997: 43). 

Ayrıca bu dönemde de bir önceki döneme benzer olarak kentten kente göçlerin önemli 
yer tuttuğu görülmektedir. 
Bunun dışında iç göç hareketlerinin bir önceki dönemle karşılaştırılması için 
istatistiksel bölgelerin aldığı göç, verdiği göç, net göç ve net göç hızı hakkındaki verilere 
değinilmesinde yarar vardır. 

Tablo 3: İstatistiksel Bölgelerin Aldığı Göç, Verdiği Göç, Net Göç ve 
Net Göç Hızı 



Tablo 3’e bakıldığında; bu dönemde de bir önceki döneme benzer olarak göçün en 
başta İstanbul anakentine yöneldiği görülmektedir. Söz konusu verinin dayandığı sayım yılı 
esas alınarak yapılacak olan bir değerlendirmede, İstanbul’un tek başına ülkedeki toplam 
göçün % 22.4’ünü aldığı görülmektedir. 
Ayrıca coğrafi bölgelerimizle tek tek karşılaştırıldığında, İstanbul’un bu bölgelerden fazla göç aldığı görülmektedir. Ayrıca bu dönemde de bir önceki dönemde olduğu gibi Kuzey Doğu Anadolu’dan, Orta Doğu Anadolu’dan, Batı ve Doğu Karadeniz’den, Güney Doğu Anadolu’dan, Orta Anadolu’dan göçlerin yoğun şekilde yaşandığı görülmektedir. 

***