5 Kasım 2019 Salı

2013 Küresel ve Bölgesel Gündem Üzerine Düşünceler,

2013 Küresel ve Bölgesel Gündem Üzerine Düşünceler


Ümit Özdağ tarafından yazıldı. 


2013 yılı küresel politik ve jeopolitik gerilimler açısından ne dünya ne de bölgemiz için sakin bir yıl olmayacak. Büyük bir kısmı tarihin 2012'ye taşıdığı ve çözülemeyen sorunları geliştirerek yaşamaya devam edeceğiz. CNN International bu sene dünyanın ve tabii Türkiye'nin gündeminde önemle yer alacak konuları bu konuda iyi bir çalışma yapmış. 
Bu çalışmayı da değerlendirerek ve genişleterek, bu sene dünyanın, bölgemizin ve Türkiye'ninkonuşacağı konuları aşağıdaki başlıklar altında toplamadık.

1) PKK ile Müzakereden Mütarekeye: Hiç şüphesiz bir yandan İmralı'daAbdullah Öcalan ile yeniden başlayan öte yandan Avrupa'da PKK ile gizli olarak da olsa düşük seviyede yürümeye devam eden müzakere süreci, artık mütareke evrilerek devam edecek bir zemine doğru yaklaşıyor.  AKP'nin son Kongresi'den sonra "AKP'nin Kürt Açılımı En Radikal Aşamasında" başlıklı yazımda,(Yeniçağ, Ekim 2013)  Hükümetin "Kürt Sorunu" diye nitelendirdiği PKK sorununu çözmek amacı ile Türkiye Cumhuriyeti devletinin milli ve üniter devlet karakterini değiştirecek, bir dizi  önlemi alacağını kaydetmiştim.

Büyükşehir yasası ile idari federalizmin zeminin hazırlanması, Kürtçe'nin ikinci resmi dile götürecek adımların kararının açıklanması anılan Kongre sonrasındaki 
gelişmelerdir. Başbakan Yardımcısı ve Müzakere sürecinin yönetici olan ….'da İmralı ile ikinci görüşme sürecinin başlamasından sonra, sürecin AKP Kongresi 
sonrasında başladığını açıklamıştır. Öcalan ve PKK ile müzakereler 2013 senesinde Türkiye'nin olduğu gibi ilgili dünyanın ve bölgenin en önemli gündem 
maddelerinden birisini oluşturacak. 

    Ancak bu görüşmelerin 2013 senesi içinde sona ereceği anlamına gelmiyor. Çünkü PKK için görüşmelerin kabul edilebilir bir sonuca varması demek, 
    1)  Öcalan'ı da kapsayacak bir genel af, 
    2)  PKK'nın Türkiye'de legal bir parti olması, 
    3)  Büyükşehir yasasına valilerin de seçimle gelmesi maddesinin eklenmesi, 
    4)  Kürtçe eğitimin kabul edilmesi, 
    5)  Anayasaya Türkiye Cumhuriyeti'nin Türkler ve Kürtlerden oluştuğu hükümlerinin yerleştirilmesi gerekiyor. Aksi takdirde PKK bugün olmaz ise yarın diyerek çatışmalara devam edecektir. AKP ise cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde bu taleplere "evet" diyemeyecektir. 

Özetle, 2013 içinde de artık mütarekeye doğru giden ve geri dönülemez süreç devam edecektir. Mütarekenin halkta yaratacağı tepkiyi eritmek için KCK operasyonları, dağda PKK alt yapısına yönelik askeri operasyonlar devam edecektir.

2) PKK'nın Hakkari ve Van'da etkinliğini artırma çabaları: PKK, İmralı'da ve Avrupa'da yapılan görüşmelerin 2013 ilkbaharına kadar sonuç üretmemesi durumunda PKK, Hakkari'de 2009'dan itibaren uyguladığı ve "kurtarılmış bölge", "demokratik özerklik" ve en son "gazzeleştirme" diye anılan stratejiyi, Van'a da taşıyarak yaygınlaştırmaya çalışacaktır. PKK'nın izleyeceği bu politika, 2013 ilkbahar ve yazı Hakkari ve Van'da kırsal ve kentsel alanlarında PKK ile güvenlik güçleri arasında sert çatışmaların yaşanmasına neden olacaktır. Örgüt, 2013 içinde 2012'de denediği ancak başaramadığı kent ayaklanmaları girişimini tekrar deneyecek ve TSK'yı "meskun mahal çatışmasına" zorlamak isteyecektir.

3) Suriye İç Savaşı ve Savaşın Irak-Ürdün-Lübnan ve Türkiye'ye Etkileri: Suriye iç savaşı Esad "bugün düştü, yarın düşüyor" psikolojik propagandasına rağmen devam edecektir. Suriye'de iktidar 2013 içinde güç kaybetse de muhalefete dışarıdan büyük bir askeri destek gelmediği sürece, muhalif unsurlar Şam rejimini deviremeyeceklerdir. Üstelik, iç savaş Şam'da iktidarın el değiştirmesi ile bitmeyecektir. Şam'da iktidar isyancıların eline geçer ise Lazkiye'den başlayıp Akdeniz boyunca Suriye sahillerine yayılan Nüsayristan'da Esad'ın yeni savaşı başlayacaktır. Muhtemelen, Esad bu aşamada Suriye Kürtlerinin bağımsızlığını destekleyerek, hem isyancıları hem Türkiye'yi baskı altına almak isteyecektir. Öte yandan Suriye'deki parçalanma, diğer bir ifade ile Suriye'nin "Somalileşmesi", Irak'ın da parçalanmasına giden yolu açacaktır.

4) Kerkük, Kuzey Irak ve Irak: 2012'de Irak ve Kuzey Irak savaşmanın eşiğine gelmişlerdir. 2013'de Barzani ile Maliki arasındaki çatışma, Suriye'deki gelişmelerin de etkisi daha da sertleşecektir. Suriye'de rejimin devrilmesi ve Esadın savaşı Lazkiye'den sürdürmek istemesini Barzani, Kuzey Irak'ta Suriye'nin Kuzey bölgelerini de kapsayacak bağımsız bir Kürdistan'ın kurulması için kullanabilecektir.Kerkük başta olmak üzere diğer Türkmen bölgelerinin Barzani'nin eline geçmesi Irak'ın Osmanlı döneminde Musul Vilayeti diye anılan bölgesinde ve Suriye'nin kuzeyinde Halep'e kadar uzanan alanda bağımsız Kürdistan'ın kurulmasına yol açacaktır. Şii Maliki Hükümetinin Irak'ın bölünmesini engelleyememesi, Sunni Arapçılığın ayrılmak için dışarıdan da tahrik ile harekete geçmesine neden olabilir. Kuzey Irak'ın bağımsızlığı Arap milliyetçiliğini geliştirip, sunni-şii geriliminin aşılmasına da neden olabilir.
     Barzani, Kerkük ve diğer Türkmen bölgeleri üzerindeki fiili hakimiyetini hukuki hakimiyete dönüştürmek için Irak Ordusunu yenmek veya en azından savaştan caydırmak zorunda olduğunu biliyor. Bu noktada son günlerde uluslar arası basında gittikçe sık yer alan bir haber/yorum, Başbakan Erdoğan'ın Barzani'ye bir Kuzey Irak-Irak savaşında, Türkiye'nin Kuzey Irak'ı destekleyeceğine dair söz verdiği hususudur. Irak başbakanı Maliki, Ankara'yı Türkmenlere, Kerkük ile birlikte Barzani'ye katılın telkininde bulunmak ile suçlamaktadır. Kerkük konusunda Ankara'dan da karışık sinyaller gelmektedir.

5) İran ve Nükleer Silah: İran, İsrail'in saldırı çağrılarına, ABD'nin başını çektiği Batının ekonomik ambargosuna rağmen hızla nükleer santrallerini inşa etmeye devam etmektedir. İran, bir askeri saldırıya da boyun eğmeyeceğini gösterecek şekilde konvansiyonel silahlanmaya devam etmekte ve sürekli yeni füze tipleri üreterek denemektedir. Öte yandan İran'a yapılacak bir İsrail ve/veya ABD saldırısı ilk kez çalışmakta olan nükleer tesislerin bombalanması gibi bir sonuç ortaya çıkaracak. Böyle bir bombardımanın ortaya çıkaracağı nükleer kirlilik muhtemelen Çernobil'den kat ve kat fazla olacak. İsrail İran'a saldıracak mı? ABD böyle bir saldırıya katılacak mı yoksa aktif destek vermekle yetinecek mi? 2013 yılında da İran dünya gündeminin önemli meselelerinden birisi olmaya devam edecektir.

6) Sallanan ve Etnikleşen Avrupa Birliği: 2013 senesi içinde AB ekonomik ve politik krizi yaşamaya devam edecek. Bu ekonomik kriz, eğer dağılmak istemiyor ise AB'nin yeni bir şekil almasına neden olacak. Ayrıca, başka faktörlerin yanında Brüksel bürokrasinin etnikçi politikalarının sonunda Belçika parçalanma süreci devam edecek. Katalonya ve Bask'ın İspanya'dan ayrılma süreçleri güçlenecektir. İtalya ekonomik krizinde etkisi ile milli bilincin daha da zayıfladığı, zengin Kuzey Ligi'nin, fakir güneyden ayrılmak isteğinin güçlendiği bir dönemden geçecek. 2013'de AB'nin sorunlarını ve geleceğini konuşmaya devam edeceğiz. 2013'de Türkiye'de AB'ciler biraz daha mahcup, "Ama AB standartları ..." demeye devam edecekler. Ankara'da artık AB dışında seçenekler üzerinde arayışlar başlayacak.

7) Çin'in Ekonomik ve Politik Yükselişi-ABD'nin Pasifik'e Dönüşü: Çin ekonomik yükselişi devam ediyor. ABD'nin Ortadoğu savaşına angaje olduğu bir dönemi çok akıllıca değerlendirip, Afrika ve Latin Amerika pazarlarına uzanan Çin, düşük profilli bir dış politika sürdürmeye devam ediyor. Ekonomik ve politik gelişmesine uygun bir askeri yapılanma içinde olmasına rağmen, Pekin düşük profilli bir dış politika izleyerek Washington'u kışkırtmamaya çalışıyor. 2013'de Çin'in yükselişinin konuşulmaya ve ABD'nin muhtemel cevapları konuşulmaya devam ediliyor.

8) Müslüman Kardeşlerin Yükselişi ve Mısır: 2012 Mısır'da ilk demokratik seçimlerin ve Müslüman Kardeşlerin iktidara gelmesinin yılı oldu. Müslüman Kardeşler demokratik seçimle iktidara geldiler ancak daha ilk hamlelerinde demokrasiden çok hoşlanmadıklarını gösterdiler. Müslüman Kardeşler ve muhalifler arasındaki gerilim 2013 senesinde de sürmeye devam edecek. Müslüman Kardeşlerin iktidarı uzun bir iktidar mı olacak yoksa bir yaz yağmuru mu olacak? 2013 bunun büyük ölçüde anlaşılacağı sene olacak.

9) Libya'nın Afganistanlaşması Süreci: Libya'da Kaddafi yönetimin devrilmesinden sonra bir hükümet oluştu ancak bir iktidar oluşmadı. Ülke değişik radikal gruplar ve aşiretler arasında parçalanmış durumda. Bugünlerde uluslar arası basında çok bahsedilmese de Libya'nın parçalanması büyük bir ihtimal. Radikal İslamcı gruplar, bu ülkede Kaddafi'nin cephaneliği üzerinde oturmuş, ülkeyi Afganistanlaşıyorlar. Libya'da otoritenin çöküşü ve cihadist gruplar, Mali'nin Kuzeyinde yönetimi ele geçirmiş durumdalar. 2013'de Libya Kuzey Afrika'ya istikrarsızlık ihraç etmeye devam ederken, kendi parçalanması sürecinin dinamiklerini de geliştirecek.

10) Afganistan ve Pakistan dağılacak mı?: 2012'ye kadar Afganistan'da bir devlet yapısının nasıl kurulacağı üzerinde duruldu. Ancak 2012'den itibaren Afganistan'ın bir devlet olarak geleceğinden gittikçe ümit kesildiği görülüyor. Amerikan strateji yazınında 2012 içinde "acaba Afganistan'ı kuzey ve günye olarak bölmek daha mı faydalı olur?" tartışmasının yapılmaya başlandığı görülüyor. Bu tartışmanın 2012 sonundan itibaren daha belirgin bir şekilde "ABD'nin düşmanı olarak Pakistan ve Pakistan bölünmeli mi?" sorusunun eklendiği görülüyor. 2013 senesi içinde Afganistan ve artan oranda Pakistan konusunu tartışmaya devam edeceğiz.

11) Chavez Sonrasında Latin Amerika: Latin Amerika'nın sempatik anti-amerikan lideri Hugo Chavez'in kanser hastalığı ilerliyor. Yerine yardımcısının geçmesi için gereken hazırlıkları yaptı. Eğer süreç bu şekilde devam eder ise Chavez, 2014 senesinde iktidarda ve hatta dünya da olmayabilir. Chavez'in ölümü Latin Amerika'da gelişen anti-Amerikancı dalganın ağır bir darbe almasına, liderine kaybetmesine ve yeni bir lider üretememesi durumunda da erimesine yol açabilir. Türk medyasının ve üniversitelerin "radarları" dışındaki Latin Amerika ve ABD bu sene Chavez sonrası Venezuella'yı ve Latin Amerika'daki gelişmeleri çok konuşacak.

12) Kuzey Kore kendi roketi ile kendi uydusunu yörüngeye oturttu: Türkiye, toplama bir yapı olan (bu işler böyle başlar ve bu da önemlidir) Göktürk-2'yi Çin'den yörüngeye yollarken, Batı medyasında geri kalmış, insanları açlıktan ölen olarak gösterilen Kuzey Kore kendi yaptığı uyduyu kendi füzesi ile uzaya yolladı ve dünyanın yörüngesine oturttu. Bu noktada ABD'yi ilgilendiren husus,olması. Türkiye'de çok ilgilenilmeyen bu ülke 2013'de de dünyanın gündeminde olmaya devam edecek.

13) Hegemonyanı Zayıflaması Tartışmalarının Yoğunlaşması: ABD hala dünyanın en güçlü ülkesi. Daha bir süre öyle olmaya da devam edecek. Ancak artık Amerikan hegemonyasının kırıldığı Washington'da kabul ediliyor. Bush döneminde yapılan son büyük atak, hegemonyanın ömrünü uzatacağı yerde kısalttı. Ancak henüz çok kutuplu bir dünya sisteminin kuralları da oluşmadığı için sahte bir hegemoni ile dengesiz bir süreç uluslar arası ilişkilere egemen olmuş durumda. 2013 senesinde de hegemonyanın zayıflaması tartışmaları uluslar arası ilişkiler gündeminin önemli parçalarından birisi olmaya devam edecek.

14) Küresel ekonomik kriz: Devam ediyor

15) Küresel Isınma: Konuşmaya devam edeceğiz.


Uzman Hakkında
Ümit Özdağ
uozdag61@gmail.com


Uzmanın Diğer Yazıları;

2014’de Türk Ekonomisi ve İktidarın Sıkıntısı
Enerji Kıskacı, Zihniyet Ve Kıskacı Aşmak
21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Çalışıyor
Kıbrıs Tekrar AKP Uğruna Feda Ediliyor, Sırada Sözde Soykırım Var
Türkiye’nin Gelecek Üç Yılı Üzerine Düşünceler
Ege Denizinde Türk Adaları Yunan İşgali Altında
Ankara Valisi Jandarma Genel Müdürü Mü Olacak?
PKK-KCK “Paralel Devleti”
Genelkurmay Başkanlığı’nın Dikkatine: Tekrar İzmir’deki Casusluk Davası
17 Aralık 2013 Sonrasında Türkiye'de Neler Oluyor?
PKK-AKP ve Cemaat
İsrail’de Stratejik Yarılma
Türkiye’nin Gayri Milli Suriye Politikası
Davutoğlu’nun Yeni Ermeni Açılımında Damat Ferit Politikasından İzler
Jandarma Genel Müdürlüğü İmiş?
Türk Milleti Yokmuş?
Türk Subaylarının Oslo’da PKK ile Yapılan Anlaşma Uyarınca Soruşturulmasına Başlanmıştır
Türkiye Bölücülüğü Aşacak
Güneydoğu Anadolu’da Neler Oluyor?-Büyük Resim
Genelkurmay Başkanlığı ve PKK’nın Açıklamaları
AKP Barzani’yi Ağırlarken PKK Suriye’de Devlet Kuruyor
Mete’nin, Atilla’nın Alparslan’ın Fatih’in ve Atatürk’ün Ruhunu Taşıyan Bir Türk Subayı
Türk Subayı
Türkiye-Avrupa Birliği İlişkilerine Yeni Bir Şekil Vermek
Türk Ordusu PKK’yı Yenmiştir ve Tekrar Yenebilir
PKK ve Andımız
AKP’nin PKK’ya Son Tavizleri
Genelkurmay Başkanlığından Gelen Telefon
Biz Söylemiştik: ABD ile İran Arasındaki Gizli Pazarlıklar
PKK Çekilmiyordu ki Çekilmeyi Durdursun
Suriye’de Perde Arkasında Pazarlık Olabilir Mi?
Kutuplaştırmanın Milli Güvenlik Üzerindeki Öngörülmez Etkileri
Gerçekten Güneydoğu Anadolu’da Artık Şehit Vermiyor muyuz???
PKK’nın Derin Planı
Mesut Barzani Türkiye’nin Dostu Mudur?
2013 Sonbaharı Sıcak Geçecek Mi?
Ergenekon Davası ve Türk Ordusu
AKP Hükümeti PYD/PKK ile Neden Anlaştı?
Üç Tarafından Kürdistan ile Kuşatılmış Türkiye!
PKK Suriye’nin Kuzeyinde Ne Yapmayı Hedefliyor?

***

Güneyimizde bir Kürt devleti kurulacak gibi görünüyor.

Güneyimizde bir Kürt devleti kurulacak gibi görünüyor.



Sadettin Tantan,
30 Ekim 2019 20:19


''IŞİD'in ardından bu görev PKK'da''
    Bağdadi'nin öldürülmesini değerlendiren Yurt Partisi Genel Başkanı Sadettin Tantan, "IŞİD'i kuran ve kullananın ABD olduğu, artık herkes tarafından 
bilinen bir gerçek" dedi.

DEAŞ lideri Bağdadi'nin öldürülmesini değerlendiren Yurt Partisi Genel Başkanı Sadettin Tantan, dikkat çeken açıklamalarda bulundu.

Sadettin Tantan, "IŞİD'i kuran ve kullananın ABD olduğu, artık herkes tarafından bilinen bir gerçek. Irak ve Suriye'nin etnik ve mezhepsel anlamda ayrışmasına katkı sağlayan IŞİD terör örgütüydü" dedi.

ABD'nin bölgeye ilk geldiğinde, tarihi ortadan kaldırdığına dikkat çeken Sadettin Tantan, şunları söyledi:

"Toplumsal çeşitliliği yok etti. Suriye'de ve Irak'ta IŞİD'i bu amaçlara göre kullandılar. Bağdadi, bir projenin kuklasıydı. Bu proje, önce Balkanlarda gerçekleştirildi. Ülkeler parçalanarak, kullanılabilir hale getirildi. Şimdi bu coğrafyada da aynı proje var. Haritalar, yeniden emperyal güçler tarafından kullanılabilir hale getiriliyor. Bunu yaparken kendi ordularını kullanmıyorlar. Vekâlet aktörleriyle yapılıyor. Ülkeler istikrarsızlaştırılıp, ekonomik kıskaca alınıyor, güvenlik tehlikeye sokuluyor ve tek kişiye tâbî, kullanılabilir yapılar ortaya çıkartılıyor. IŞİD'ın ardından, bu görev PKK'ya verildi. El Kaide, IŞİD, PKK, İhvan ve Cundullah gibi örgütlerin arşivlerinin ortaya çıkartılması halinde, onları yaratıp besleyen ve emperyal çıkarları için sahaya süren terör destekçisi ülkeler de deşifre olacaktır."

"TÜRKİYE BUNU ENGELLEYEBİLİR"

Yeni Çağ gazetesinden Fatih Erboz'un haberine göre, ABD, Rusya, İngiltere, Amerika, İsrail'in çıkarları doğrultusunda hareket ettiğine dikkat çeken Tantan, "Kazanan da hep onlar oluyor" diyerek şunları söyledi:

''Türkiye bunu engelleyebilir. Bunun şartı, halkın siyasete destek vermesidir. Halka güven aşılayamadığı için iktidarın eli zayıf. Dolayısıyla, oyun bozacak iradeyi ortaya koyamıyor. Ekonomik durum da iyi değil. Firmalar borç kıskacında, bankaların insafına terk edilmiş durumda''.

Türkiye'nin, başarılı bir Barış Pınarı Harekâtı gerçekleştirdiğini, terörle mücadeleyi uluslararası boyuta da taşıması gerektiğini kaydeden Tantan, "Terör ve teröristle sadece güvenlik güçleri mücadele ediyor. Siyasi alanda da bu mücadeleyi yürütecek insan gücümüz var, ama, kullanılmıyor. Uluslararası hukuk zemininde de mücadelemiz sürdürülmeli, kamuoyu aydınlatılmalı. Türkiye'ye karşı örgütlerin batılı himayedarları açığa çıkartılmalı. Militanları tutuklanıp, mallarına el konulmalı. Bu konuda samimi ve yeterli çaba göremiyoruz. Topyekûn bir mücadele anlayışını benimsersek başarılı olur. Türkiye'nin haklı mücadelesini tek kişi yapıyormuş gibi algı uyandırılıyor ki, bu çok tehlikeli. Bunun amacı da, BOP için bu iktidarı ayakta tutmak" diye konuştu.

Tantan, " Güneyimizde bir Kürt devleti kurulacak gibi görünüyor " diyerek, şöyle devam etti:

"Güvenli bölge operasyonunda ABD, Rusya, Suriye ile birlikte işbirliği yapabileceğini gösteren, İsrail ve S. Arabistan tarafından da desteklenen terör örgütü PYD-YPG; uzun yıllar bölgede kan ve nefret kusacağı bir konuma taşındı. Türkiye'nin, kendi güvenliğini tesis edecek bir haritayı çizerek gücünü göstermesi gerekiyor. Kuzey Irak, Suriye'nin kuzeyi, Ege Kıt'a Sahanlığı ve Doğu Akdeniz Havzası hep birlikte masaya yatırılmalı.''

https://www.haber3.com/guncel/politika/isidin-ardindan-bu-gorev-pkkda-haberi-5052539

ABD ile yaşanan gerilim ve Türkiye'nin uluslar arası durumu


ABD ile yaşanan gerilim ve Türkiye'nin uluslar arası durumu...


Prof. Dr. Anıl Çeçen 

ABD ile yaşanan gerilim ve Türkiye'nin uluslar arası durumuyla ilgili ANAYURT Gazetesi'ne açıklamalar ve değerlendirmelerde bulundu.
 “Trump kendi müttefiklerini düşman olarak ilan etti”


ABD Başkanı Trump Müttefiklerini düşman ilan etti... 

Prof. Dr. Anıl Çeçen, 
ABD ile yaşanan gerilim ve Türkiye'nin uluslar arası durum...

17 Ağustos 2018 Cuma

Prof. Dr. Anıl Çeçen ABD ile yaşanan gerilim ve Türkiye'nin uluslar arası durumuyla ilgili ANAYURT Gazetesi'ne açıklamalar ve değerlendirmelerde 
bulundu. “Trump kendi müttefiklerini düşman olarak ilan etti”
ABD Başkanı Trump müttefiklerini düşman ilan etti... 
Prof. Dr. Anıl Çeçen, ABD ile yaşanan gerilim ve Türkiye'nin uluslar arası durumuyla ilgili değerlendirmelerde bulundu. 
ABD ve Türkiye arasındaki gerilimi “Trump kendi müttefiklerini düşman olarak ilan etti” diye değerlendirdi.
ANKARA- (ANAYURT GAZETESİ) Prof. Dr. Anıl Çeçen, ABD ile yaşanan gerilim ve Türkiye'nin uluslararası durumuyla ilgili değerlendirmelerde bulundu.

ABD ve Türkiye arasında gerilim döviz kurunu yükseltmeye başladı. Ortadoğu'daki savaşlar devam ediyor. Türkiye'nin uluslar arası ilişkilerdeki 
konumu tartışmalı. Anayurt Gazetesi'ne değerlendirmelerde bulanan Prof. Dr. Anıl Çeçen, ABD ve Türkiye arasındaki gerilimi "Sadece iki ülke arasındaki çekişme değil. Uluslararası konjonktürde ABD'nin gelmiş olduğu yeni durum dünyaya farklı yansımalar getirdikçe ABD sadece Türkiye ile değil bütün dünya ülkeleriyle karşı karşıya geldi. Trump, Putin ile görüşmeye giderken 'Avrupa ülkeleri benim düşmanım' dedi. 

Halbuki bunlar İkinci Dünya Savaşı'ndan buyana NATO ittifakı içerisindeler. Trump kendi müttefiklerini düşman olarak ilan etti. 
Yani ABD'nin dünyadaki konumu değişirken, Türkiye'deki konumu da değişiyor" diye yorumladı.
Dolar normal koşullarda bu durumda olmamalı.
Prof. Dr. Anıl Çeçen, döviz kurlarının artmasının Türkiye'nin iç koşulları nedeniyle olmadığına dikkat çekerek, "Yükselme tamamen uluslararası konjonktürde gelinen yeni aşamanın yansıması. Dolar normal koşullarda bu durumda olmamalı. Trump Avrupa'yı kendisine düşman ettikçe, Avrupa ülkeleri başta İngiltere ve Fransa gibi eski sömürgeci devletler ABD doları üstünlüğüne dayanan para sisteminin devam etmesini bugün kabul etmiyor. Buna açıktan karşı çıkmıyorlar ama Türkiye'de bu yükselişi uzaktan yönlendirerek, ABD'ye mesaj vermeye çalışıyorlar" diye konuştu.

"Suriye savaşını çıkaran ülke İsrail'dir"

Prof. Dr. Anıl Çeçen Ortadoğu'da süren savaşlar ve karışıklıklarla ilgili de değerlendirme yaptı. "Suriye savaşını çıkaran ülke İsrail'dir" diye 
vurgulayan Anıl Çeçen, "Suriye'deki savaşta devletler savaşmıyor. Burada emperyalizm ve siyonizm oradaki terör örgütlerini kullanıyorlar. 
PKK ve PYD'nin arkasında ABD desteğini görüyoruz. Bu coğrafyada İsrail bölgeye egemen olmak için bölge devletlerini parçalayacak şekilde 
terör örgütlerini kullanıyor. Türkiye de terör örgütlerinin baskısı altına alınmaya çalışıyor" yorumunda bulundu.

'TÜRKİYE YOLUNA DEVAM EDİYOR'

Prof. Dr. Anıl Çeçen dünyanın çok kutuplu bir dünyaya doğru dönüştüğünü belirterek, "Dünya batı hegemonyasından uzaklaşmakta. 

Bakın Çin'in önderliğinde Asya ülkeleri Şangay İş Birliği Örgütü gündeme getirdiler. Ayrıca Batı'nın politikalarına karşı çıkan Brezilya, Hindistan, 
Çin, Rusya'nın beraberinde kurduğu BRICS ittifakı da bu doğrultuda yeni bir alternatif olarak çıktı. 

Hatırlayın BRICS'in son genel kuruluna Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan katıldı. 
Türkiye'nin batı dışında diğer dünya ülkeleriyle yakınlaşması gündeme geldi. 
Batı eskisi gibi tek merkez olmaktan çıktı. Onun hegemonyasına karşı yeni alternatifler gündeme geldi. 
Türkiye'de bu yeni oluşumları değerlendirerek, yoluna devam etme çabaları sarf ediyor" dedi.

'TÜRK HALKININ İRADESİ DOĞRUTUSUNDA'

Uluslar arası arenadaki karışıklığa karşı Türkiye'deki iktidara ve muhalefete tavsiyelerde bulunan Çeçen, şunları söyledi: 

"Sakın ola emperyalizmin çıkarları doğrultusunda gerçekleştirilmek istenen iç çatışma konularına alet olmasınlar. 
İktidarın daha hoşgörülü ve anlayışlı olması gerekir. Muhalefetin de iktidara neden gelemediklerini ve halk kitlelerinden nasıl oy alacaklarını, kendilerini nasıl yenilemeleri gerektiği konusunu tartışması gerekir. Önümüzdeki dönemde iç savaş ya da bölge savaşlarına alet olmamak için demokrasinin işlemesi gerekir. Seçimler yoluyla da iktidar değişikliği sağlanarak, bir alternatif iktidarın iş başına gelmesi sağlanmalıdır. 
İşte o zaman Türkiye'de demokrasi kurumsallaşır, tek adam rejimi üzerinden bizi bölgesel projelere yönlendirmek isteyen güç merkezlerinin girişimlerine  karşı Türk halkının iradesi doğrultusunda devlet içi dengelere fırsat yaratılacak tır." 

(ANAYURT, Ankara-16.08.2018, Röportaj: Tamer Arda ERŞİN)

https://cumhuriyetci-demokratlar.blogspot.com/2018/08/trump-muttefiklerini-dusman-ilan-etti.html


***

FULBRİGHT ANLAŞMASI

FULBRİGHT ANLAŞMASI


Mustafa Nevruz SINACI 
<gercek.demokrat@hotmail.com>: 
18 Ağustos 2018 Cumartesi

Etiketler, Türk Düşmanı örgütler, ezeli,ebedi, hamisi, koruyucu, destekçisi, Dahili Bedhahlar,Türk Millî Eğitimi, Gayrı millî,Türk Gençliği,FULBRİGHT, Cumhuriyetçi Demokratlar Hareketi,

FULBRİGHT ANLAŞMASI TEK TARAFLI OLARAK FESİH VE "TÜRKİYE FULBRİGT EĞİTİM KOMİSYONU" DERHAL İPTAL EDİLMEK ZORUNDADIR
Türk Millî Eğitimini, Gayrımillî yapan Anlaşma.,

"FULBRİGHT ANLAŞMASI

Osmanlı devletini çökerten anlaşmalardan Balta Limanı Anlaşmasının bin beteri olan 1995 Gümrük Birliği Anlaşmasının, Türkiye Cumhuriyeti’ni ekonomik kıskaca aldığını, Türkiye’yi açık pazar yaptığını, üretime dayalı ekonomik yapıyı tümüyle ortadan kaldırarak, yerine tüketime dayalı bir yapı oluşturduğunu biliyoruz.
Türk Milli Eğitim sistemini altüst eden, Türkiye’yi parçalayacak alt yapıyı oluşturan ve Atatürk’ün Türk Milliyetçiliği fikir sistemini yok etmeyi planlayan bir anlaşma da ABD ile İsmet İnönü hükümeti (CHP) arasında 27 Aralık 1949 tarihinde imzalanan "Fulbright” Anlaşmasıdır.
ABD Fulbright bürosu, Fulbright komisyonu, Fulbright bursu, Fulbright kredisi, …vb çok sayıda ad altında, yalnız Türkiye’de değil, hemen bütün ekonomik, siyasal işgali altındaki ülkelerde çalışmalarını sürdürmektedir.

27 Aralık 1949 tarihli;

"Türkiye ve ABD Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması hakkındaki Anlaşma”nın en önemli özelliği; Türkiye’de kazanılacak Amerikan yanlısı kadroların eğitilme biçiminin saptanması ve bu iş için gerekli giderleri karşılama yöntemlerinin belirlenmesidir. Belirlemeler aynı zamanda, Amerika’nın Türkiye’ye göndereceği uzman, araştırmacı, öğretim üyesi adı altındaki personel için de yapılmaktadır. ABD’ye, Türkiye’de "yardım” edip "işbirliği” yapacak, geleceğin "Türk” yöneticilerini yetiştirmek üzere, Amerika’ya götürülecek Türk öğrenci, öğretim üyesi ve kamu görevlilerinin konumları da bu anlaşmayla belirlenmektedir.
Sözü edilen Anlaşmanın birinci maddesi şöyleydi:
"Türkiye’de Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu adı altında bir komisyon kurulacaktır. Bu komisyon, niteliği bu anlaşmayla belirlenen ve parası T.C Hükümeti tarafından finanse edilecek olan eğitim programlarının yönetimini kolaylaştıracak ve Türkiye Cumhuriyeti ile Amerika Birleşik Devletleri tarafından tanınacaktır."
Kurulacak komisyonun yetki, işleyiş ve oluşumu ile ilgili olarak 1.1 ve 2.1 alt maddelerinde ise şunlar vardır;
"Türkiye’deki okul ve yüksek öğrenim kurumlarında ABD vatandaşlarının yapacağı eğitim, araştırma, öğretim gibi eğitim faaliyetleri ile Birleşik Devletlerdeki okul ve yüksek öğrenim kuruluşlarında Türkiye vatandaşlarının yapacağı eğitim, araştırma, öğretim gibi faaliyetlerini; yolculuk, tahsil ücreti, geçim masrafları ve öğretimle ilgili diğer harcamaların karşılanması da dahil olmak üzere finanse etmek…
Anlaşmanın 5. maddesi, Türkiye’de Birleşik Devletler Eğitim komisyonunun kuruluşunu belirlemektedir. (Burası çok önemli)
"Komisyon; dördü T.C vatandaşı, Dördü de ABD vatandaşı (ki ikisi mutlak C.I.A ajanı olmuştur)olmak üzere sekiz üyeden oluşacaktır. ABD’nin Türkiye’deki diplomatik misyon şefi, komisyonun fahri başkanı olacak ve komisyonda oyların eşit olması halinde kararı komisyon başkanı verecektir.
Bu anlaşmayla, Milli Eğitim Bakanlığı’nda bugün çalışmalarını "etkin” bir biçimde sürdüren, personel politikalarından ders programlarına, pek çok konuda stratejik kararlar önerebilen, "Milli Eğitimi Geliştirme” adlı bir komisyon vardır. 1994 yılında 60 personeli olan bu komisyonda çalışanların üçte ikisi Amerikalıydı.
Amerikalıların Türk Milli Eğitimine 1949 dan beri süregelen ilgileri günümüze dek hiç eksilmedi.
Bu durum, 2007'de de böyledir ve FULBRİGHT COMMİSSİON adı altında Türk Milli Eğitimini biçimlendiren kurulun başında 2007'de Amerikan Büyük elçisi oturmaktadır. (bu gün de o kadar taviz verdiğimize göre bu şartlar muhtemelen aynı şekilde, belki de daha da ağır şekilde devam etmektedir. Bundan daha ağır ne olacaksa?)
Yalnızca Milli Eğitim’in değil, diğer pek çok bakanlıkların 1949'dan başlayarak Amerikalı uzmanlar güdümlendiğine ilişkin acı gerçek, Türkiye’yi Amerikan yarı- sömürgesi durumuna düşürerek Türk Milleti’nin anlına bu lekeyi süren ve bu anlaşmada imzası olan İsmet İnönü tarafından, yıllar sonra, 1963'de "timsah gözyaşlarıyla” şöyle itiraf etmişti.
"Daha bağımsız ve kişilik sahibi dış politika izlemesini istiyoruz. Herkes aynı şeyden söz ediyor. Nasıl yapacağım ben bunu? Karar vereceğim ve işi teknisyenlere havale edeceğim. Onlar ayrıntılı çalışmalar yapacaklar ve öneriler hazırlayacaklar.

Yapabilirler mi bunu?

Hepsini çevresinde uzman denen yabancılar dolu. İğfal etmeye çalışıyorlar. Başaramazlarsa işi sürüncemede bırakmaya çalışıyorlar. O da olmazsa karşı tedbir alıyorlar. Bir görev veriyorum sonucu bana gelmeden, Washington’un haberi oluyor. Sonucu memurlardan önce sefirden öğreniyorum.
...
Böyledir bu işler, peygamber edasıyla size dünyaları vaat ederler. İmzayı attınız mı ertesi günü gelmişlerdir. Personeli gelmiştir, teçhizatı gelmiştir, üsleri gelmiştir. Ondan sonra sökebilirsen sök. Gitmezler. Ancak bu sorunun üzerine vakit geçirmeden gitmek gerek. Yoksa ne bağımsız dış politika ne bağımsız iç politika güdemezsiniz. Havanda su döversiniz. Fakat sanmayın ki bu kolay bir iştir. Denediğinizde başınıza neler geleceği bilinmez…”
Türkiye’nin Şubat 1948'de 705 bin dolar olan döviz varlığını, Mayıs 1950'de eksi 12 milyon dolara; 1946'da 214 ton olan altın varlığını 1949 sonunda 123 tona indiren, ülkenin dağarcığında yeterince altın ve döviz bulunmasına karşın Amerika’dan borç alarak ülkeyi Amerikan güdümüne sokan İsmet İnönü’nün bu yüz kızartıcı açıklamaları karşısında:

"Madem bunları biliyordunuz, öyleyse niçin Amerika ile antlaşmalar yaparken Türkiye’ye Amerikalı uzmanlar dolmasına neden olacak maddelere imza attınız?” .. demek gerekiyor.

İşin gerçeği bu tür Amerikan patentli anlaşmaya Amerikancı diye idam edilen Menderes yerine İnönü’nün imza atması oldukça gariptir.
Eğer bu yazıyı uzun demeden okuduysanız zannediyorum,
Neden " Tarih Bize yanlış öğretilmiş” dediğimizi,
Neden Ülkemizde ABD yurttaşlarının, Bakan hatta Başbakan olabildiğini,
Neden bizlere gerçek Atatürk’ün anlatılmadığını ; artık anlıyorsunuz demektir.
İşin garibi ise, 1949’dan bu yana gelen hiçbir hükümetin bu anlaşmayı yürürlükten kaldıralım dememesidir.

Türk Gencine gerçek Türk Tarihi’ni öğretmek boynumuzun borcu olmalıdır. 
Zirâ Türk Genci ‘nin cesaretinin de, ferasetinin de, idrâkinin de, inancının da kaynağı gerçek Türk Tarihi’dir. 
"Türk genci atalarını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde güç bulacaktır." Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

Selam ile…
Murat ÇALIK

***

Türkiye Fulbright Eğitim Komisyonu


Not: Bu yazıda Cengiz ÖNAKINCI’nın "Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni- Osmanlı Tuzağı ”adlı kitabından ve Metin Aydoğan ‘ın "Türkiye Üzerine Notlar” kitabından alıntılar yapılmıştır.

Türkiye Fulbright Eğitim Komisyonu

Türkiye Fulbright Eğitim Komisyonu, ya da diğer bir adıyla Türkiye-Amerika Birleşik Devletleri Kültürel Mübadele Komisyonu, 1949 yılında Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri arasında imzalanan ikili anlaşma ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden geçen 13 Mart 1950 tarih ve 5596 sayılı kanun çerçevesinde çalışmalarına başlamıştır. Komisyonumuz, Türk ve Amerikalı üniversite mezunlarını, akademisyenleri, sanatçıları ve kamu görevlilerini eğitim, yaşam ve seyahat masraflarını kapsayan burslarla desteklemekte ve ABD’de eğitim almak isteyen Türk öğrencilere eğitim danışmanlığı hizmeti sunmaktadır. Komisyonumuz, Türk ve Amerikan halkları arasında eğitim ve kültürel değişim yoluyla ortak bir anlayış geliştirmek için kurulmuştur.
Türkiye Fulbright Eğitim Komisyonu yönetimi, Yönetim Kurulu ve Genel Sekreterlikten oluşmaktadır. Komisyonumuzun Yönetim Kurulu üyeleri, Türk ve Amerikan Hükümetleri tarafından atanmakta ve bu üyeler her iki ülkeyi temsil etmektedirler.

Komisyonumuzun bütçesi 1949 yılındaki kuruluşu itibariyle, Türk ve Amerikan Hükümetleri tarafından ortaklaşa oluşturulmaktadır. 2010 yılında kuruluşunun 70. yılını kutlayacak olan Türkiye Fulbright Eğitim Komisyonu, kurulduğundan bu yana yaklaşık 6.500 Türk ve Amerikalı öğrenci ile akademisyene burs olanağı sağlamıştır. Fulbright mezunu Türk öğrenci ve öğretim üyeleri, ABD’deki çalışmalarını tamamladıktan sonra Türkiye’ye dönerek ülkemize faydalı çalışmalar yapmaktadırlar. Türkiye’ye gelen Amerikalı akademisyenler de, çeşitli dallarda gerçekleştirdikleri araştırmalar ve aldıkları eğitim ile alanlarına önemli katkılarda bulunmaktadırlar. Programlarını tamamlayıp ülkelerine dönen Fulbrightlılar, görev aldıkları önemli pozisyonlarda, Türkiye ile bağlarını sürdürerek, Fulbright’ın amacını uygulamış ve gerçekleştirmiş olmaktadırlar.
Komisyonumuzun merkez ofisi Ankara’da olup, İstanbul’da da bir irtibat ofisi bulunmaktadır.

Geleceğimiz yıldızlarda değil, akıllarımızda ve kalplerimizdedir. Birbirini tamamlayan yaratıcı liderlik ve çağdaş eğitim, insanoğlu için umut dolu bir geleceğe yönelik ilk gerekliliklerdir. 40 yıl önce Amerikan Senatosu’na önerme ayrıcalığını yaşadığım uluslararası burs programı, liderliği, öğrenmeyi ve kültürlerarası anlayışı geliştirmeyi hedeflemiştir ve halen hedeflemektedir. Bu mütevazı programın paha biçilemez hedefleri vardır, çünkü uluslararası ilişkilerin geçmişteki içi boş ve güce dayalı sistem yerine daha medeni, akılcı ve insani temeller üzerine kurulmasını başarmıştır. Ben bu işe başladığım zaman buna inandım ve hala inanıyorum.
Senatör J.William Fulbright

Yönetim Kurulumuz

Türkiye Fulbright Eğitim Komisyonu’nun faaliyetlerini denetleyen, kural ve politikalarını belirleyen bir Yönetim Kurulu bulunmaktadır. Yönetim Kurulu üyeleri, dördü Türk, dördü Amerikalı olmak üzere sekiz üyeden meydana gelmektedir ve üyeler bir takvim yılı için seçilmektedirler. Üyelerin görevlerinin müteakip seneler için uzatılması mümkün olabilmektedir.
Yönetim Kurulu aşağıdaki Türk ve Amerikalı üyelerden oluşmaktadır:

John Thomas McCarthy, Yönetim Kurulu Başkanı, ING Bank Türkiye, İstanbul
Funda Kocabıyık, Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Birimi Genel Müdürü, Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara
Ayşegül Gökçen Karaarslan, Kültürel Diplomasi Genel Müdür Yardımcılığı Genel Müdür Yardımcısı Vekili, Dışişleri Bakanlığı, Ankara
Scott Weinhold, Basın ve Halkla İlişkiler Müsteşarı, Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçiliği, Ankara
Doç. Dr. Mehmet Akif Kireççi, İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi, İhsan Doğramacı Bilkent Üniversitesi, Ankara
Prof. Dr. Muhsin Kar, Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi Rektörü, Niğde
Jeffrey J. Anderson, Basın ve Halkla İlişkiler Müsteşarı, Amerika Birleşik Devletleri İstanbul Başkonsolosluğu, İstanbul
Aslı Başgöz, Kıdemli Ortak Avukat, White & Case LLP Uluslararası Hukuk Bürosu, İstanbul

Türk ve Türkiye düşmanı terör-tedhiş örgütlerinin kurucusu, hamisi, koruyucu ve destekçisi, menfur Amerika'nın "Dahili Bedhah" üretim üssü. 
Türk Millî Eğitimini Gayrı Millî yapan; Türk Gençliğini Yozlaştıran anlaşma: FULBRİGHT!..


https://cumhuriyetci-demokratlar.blogspot.com/2018/08/turk-milli-egitimini-gayrmilli-yapan.html


 ***

HEDEF TÜRK MİLLETİ DEĞİL

HEDEF TÜRK MİLLETİ DEĞİL 


Ahmet Kılıçaslan Aytar,
ahmetkilicaslanaytar@gmail.com
Aug 18 06:12PM +0300

Saray sözcüsü İ.Kalın, " Beyaz Saray'dan gelen açıklamada, Rahip bırakılsa
bile bu vergilerin kaldırılmayacağı bunun ABD'nin ulusal güvenlik sorunu
olarak görüldüğü söylendi. Değerlendirmeniz nedir?" sorusunu,
"Beyaz Saray'ın vergilerle ulusal güvenliği iliştirmesi! İnsanın aklına
acaba ulusal güvenlik deyince farklı şeyleri mi kast ediyoruz diye bir şey
geliyor" ifadesiyle yanıtladı...

*
Sonra Başkan D.Trump'dan endirekt bir yanıt geldi.
"Türkiye uzun zamandan beri sorun. Bir dost gibi davranmadılar. Ne
olacağını göreceğiz. Harika bir Hristiyan papaz ellerinde. Rahip Brunson
harika bir insan, onun casus olduğuna dair düzmece bir suçlama yarattılar.
O bir casus değil, şu anda yargılanıyor ki, buna yargılama derseniz! Onu
çok önce göndermeleri gerekiyordu. Türkiye, bana göre çok çok kötü hareket
etti. Henüz bu işin sonu gelmedi. Oturup izlemeyeceğiz, bizim insanımızı
alamazlar" dedi.

*
Bu noktada gelişmelerin şöyle bir açılımı da düşündürmesi gerekiyor...

*
ABD'nin gücü, kendisinden sonra gelen Çin, Rusya, Japonya ve Almanya'nın
güçlerinin kat kat üstündedir.
Ancak eski Başkan B. Obama iki görev süresi boyunca sürekli savaş
gerçekliği, öldürme ve denizaşırı ülkelerin yağmalanması amacıyla ülkesinin
geniş kaynaklarını heba etti.
Üstelik serveti egemen sınıfa aktarırken yaşam standartlarını sürekli
aşındırdığı Amerikalıları bunalttı.
ABD; Afganistan, Irak ve Suriye'de askeri sonuca ulaşamadı : Ekonomisinde
büyük gerileyiş oldu : Gelir adaletsizliği ve ırklar arası eşitsizlik
arttı: Ülkenin fiziki altyapısı eskidi: İç siyasette kutuplaşıldı: Çin ve
Rusya gerçek potansiyel tehditler olarak yükseldi.
Halbuki Amerika nüfusu, ekonomisi, coğrafyası, askeri gücü ve değerleri ile
tek küresel güç olma vasfını halâ elinde bulunduruyor.
Adeta bir savaş makinesi görünümündedir.
Sahip olduğu ordunun büyüklüğü, en ileri teknolojileri kullanan askeri
sanayisi, tek başına yeryüzündeki tüm askeri harcamaların yarısına denk
bütçesi ve silahlarının gücü neredeyse tüm dünya ile savaşmaya yetecek
kadardır ki; bu jeopolitiğinin de temel gerçeğidir...

*
Bu noktada Demokratlar, D.Trump'ın bu gerçekler üzerinden seçimi sağa
yönlendirip, yönetebildiği bir referandum haline getirdiğini
öngöremediler...
Ve D.Trump, "Make America Great Again (Amerika'yı Yeniden Muhteşem
Yapalım)" sloganıyla kutuplaşmayı umursamayan, bunalmış tabanı hedefledi.
ABD Başkanı oldu.

*
Seçildiğinden bu yana;

1- ABD'nin hukukun üstünlüğü, demokrasinin korunmasının uluslararası alanda
savunulması gibi kriterlere dayanan liderliğini,
2- "Make America Great Again " sloganıyla ülkesinin yeniden yükselişini,
3- Dünya barışı ve istikrarı gibi önemli değerleri sağlamak konusundaki
sorumluluğunu,
Müttefikleriyle paylaşarak yönetmek hedefinde yürüyor...

*
ABD öncelikle Asya'da üstünlüğünü "ne pahasına olursa olsun" sürdürmenin
kararındadır.
1- Bu odaklanma Amerikan ulusötesi şirketlerinin çıkarlarından
kaynaklanıyor.
Bugün birleşme ve satın almaların etkisiyle Çinli ulusötesi şirketler,
küresel egemenler olarak boy gösteriyor.
Ama hiçbiri Amerikalıların çıkarlarına hizmet etmiyor aksine çıkarlarını
en düzeyde tutmak için ABD'nin imkanlarını araçsallaştırıyorlar...
Bu yüzden Başkan D.Trump, kapitalizm öncesi devlete yani serbest rekabet
yoluyla "Amerikan Düşü" ne geri dönmeyi öngörüyor.
Bir yanda gelişmiş ve istikrarlı ülkeler, diğer yanda emperyal
küreselleşmeyle henüz bütünleşmemiş istikrarsız devletlerin;ABD ekonomisine
yeniden yatırım yapmasını sağlamaya çalışıyor.
Kısacası Trump, emperyalizme yeni bir yön vermenin iddiasındadır.
İşte ABD'yi uluslararası ticaret anlaşmalarından geri çekiyor, eski düzeni
belirleyen hükümetlerarası yapıları tasfiye ediyor.
Her gün ayrı bir boyutuyla "Ticaret Savaşları" başlamıştır...

*
2- Buna karşı Çin de ABD'ye misilleme yapma kabiliyetini sürdürüyor.
Bu yüzden Pentagon, Çin'in nükleer bir karşı saldırıya girişme kabiliyetini
yok etmeyi hedefliyor.
Nitekim "Asya'ya Dönüş" stratejisi Amerikan üstünlüğünü garantiye almayı
hedefleyen kapsamlı diplomatik, ekonomik ve askeri bir projedir.
Gelecek otuz yılda gelişmiş nükleer silahlar için 1 trilyon dolar harcanmasını öngörüyor...

*
Ama ABD, Asya'ya Dönüş'ün ötesinde mesela Ortadoğu'da hem askeri gücünü
hem de istihbarat kuruluşlarını, Bugünkü işlevlerinden Ulusal Savunmaya geri getirmenin yöntemlerini
oluşturuyor.

*
Nitekim istihbarat servisleriyle ilgili kapsamlı reform yapılmıştır.
CIA, Obama döneminde sahada nerede olursa olsun bir şahsın yerini buluyor,
gerekiyorsa onu ortadan kaldırabiliyordu.
Ya da gizli hapishaneler kuruyor, Beyaz Saray'ın işine gelmeyen rejimleri
yıkarken, CIA mütemadiyen suç işliyordu...
Bugün İstihbarat servislerinde sahada çalışan ajanlarla merkezdeki
analistler arasında uyum sağlanmıştır: İstihbarat paylaşımını yürütenler
Ulusal İstihbarat Direktörünün tam yetkisine geçmiş: Dağınık istihbarat
merkezileştirilmiş: Siyasal ve askeri istihbaratın niteliği yükseltilmiştir.

*
Başkan D. Trump, ayrıca ABD'nin dünyanın herhangi bir yerinden büyük bir
saldırıya uğraması durumunda;
ABD'nin nükleer caydırıcı gücünün güvenilir olmadığı, o gün ki; mevcut bir
seçeneğine karşı, özellikle Rusya'nın bir çatışma halinde erkenden düşük
kapasiteli taktik savaş başlıkları kullanacağını,
Rusya'nın da bildiği bu boşluğun daha düşük verimli silahlar kullanarak
doldurabileceğini öngörmüştür.
Şimdi yeni Nükleer Doktrin ile ABD düşük verimli nükleer bir seçenek dahil
olmak üzere;
"Nükleer Üçlü" denilen, bir savaş halinde hayatta kalabilmek ve ilk vuruşu
yapabilmek için ülkenin geniş kapsamlı nükleer cephaneliğini içeren
varlıklarının çeşitli silah platformlarına yayılması ve stratejik olmayan
nükleer kapasitenin sürdürülmesini esas alıyor.

*
Bunun için uyduların ABD Hava, Kara ve Deniz kuvvetlerine aktardığı bilgi
ve yeteneklerle, Şimdilik düşmanın uçan bir savaş uçağını, füzesini imha edecek bir Uzay Komutanlığı'nın, Ayrıca Körfez ülkeleri, Mısır ve Ürdün'ü içeren "Arap NATO" adlı yeni bir güvenlik ittifakının oluşturulmasının ardından;
Sıra ABD'nin bölgeden ayrılmasına geliyor...

*
Bu noktada filmi biraz geriye sarmak gerekiyor.
Başkan D.Trump, dünyanın nükleer dehşetten endişelenmesine eşdeğer bir
endişeye neden olan İslamcı terör ideolojisi ve terörünü de son vermenin
küresel lideridir.
Ama Sünni köktenci bir lider ile emperyal Osmanlı emellerine önderlik eden
Türkiye, İslami otokrasiye dönüşmüş bir ülkedir.
Türkiye'nin neredeyse dünyanın her yerinde gösterdiği Sünni İslamcılık
girişkenliği;
Bu bölgelerin işkence görmesine neden olurken, bu bölgelerde istikrar ve
büyüme arzusuna da engel oluyor.
Köktenci liderin "tuttuğumu koparırım" inadı ve bunu her gündeme taahhüt
etmesi, Türkiye'yi ekonomik, siyasi ve sosyal açmazlarla karşı karşıya
bırakmıştır.
Batı, Türkiye'nin yeniden bağlı olduğu ittifakların güvenilir bir ortağı
olmasını istiyor.

*
20 Mart'ta, Başkan Trump Beyaz Saray'da Suudi Arabistan Veliaht Prensi
Muhammed bin Salman'ı ağırlamaktadır.
Veliaht Prens'le görüşme , ABD'nin 2015'te İran ile yapılan Nükleer
Anlaşma'dan çekilmesi ile ilgili zamanlama konusundadır.
İran'ın genişlemesini engellemek için askeri ve diplomatik çabaları
koordine etmek üzere yeni bir Yüksek Komite ve bir eylem planı üzerinde
anlaşıyorlar.
ABD, Suudiler ve BAE'nin askeri varlıklarının senkronize edilecek ve
potansiyel tepkilere hazır olunacaktır ki; işte bu Arap NATO'sudur...
Çünkü ABD, Ortadoğu'dan çıkma hazırlığındadır.
Arap NATO ordusu İran'ın petrol zengini Körfez ve Ortadoğu'daki genişlemeci
tasarımlarının durdurulmasını hedefleyecektir.

*
Nitekim Başkan Trump ve Prens Salman askeri varlıkları senkronize etmek
amacıyla, Katar'daki ABD CENTCOM üssünün Suudi Arabistan'a transferi anlaşmasını imzalıyor.

*
Suudi Prensi, Müttefiki BAE Emiri Şeyh Zayed bin Sultan El Nahyan ile
birlikte Erdoğan'ı ve Katar emirlerini baş düşman olarak gördüklerinden
bahsediyor.
Üstelik Türkiye, Katar petrol emirliğinde büyük bir askeri üs kurmuştur ki;
Başkan Trump, Veliaht Prens'e bölgede askeri varlıkların senkronizasyonunun,
Türkiye'nin en büyük hava üssü olan İncirlik Hava Üssü'nü de kapsadığını
söylüyor...

*
Katar'da El-Udaid'de bulunan ABD tesisleri, Riyad'ın 77 km. güneyinde Al
Kharj yakınında Prens Sultan Hava Üssü'ne sevk edilecektir.
Zaten bir süreden beri İncirlik'teki ABD tesisleri ve uçakları da Doğu
Avrupa'da üslere kaydırılıyor.
ABD Savunma Bakanlığı bir taraftan da İncirlik yerine Yunanistan'ın
güneyinde Andravida Üssünü hazırlıyor...
İki ABD üssünün yer değiştirmesi, hem Irak hem de Suriye'de İslamcı
ideoloji ve terörle mücadelenin giderek neticeye ulaşması gerekçesine
bağlanıyor.

*
Elbette iki büyük ABD hava üssünün yer değişmesi, bölgenin ve Türkiye'nin
stratejik dinamiğini sarsacaktır.
Sözcü İ.Kalın'ın aslında anlamazdan geldiği, "Rahip ile ABD'nin ulusal
güvenliği arasındak ilişki"nin esası budur.
O halen "Rabia" işareti yapıyor ve hayalindeki İslam Ümmeti'ni selamlıyor.

*
Türkiye, I. Dünya Savaşı'ndan sonra kaderini karara bağlayan uluslararası
antlaşmaların sadece bir adım uzağında bulunuyor gibi bir görüntü
verse de; Hedef Türk Halkı değildir...


19. 8. 2018

* Efendim, Hepinizin Kurban Bayramını tebrik eder ve esenlikler dilerim


Ahmet Kılıçaslan AYTAR
ahmetkilicaslanaytar@gmail.com


***

ERDOĞAN'IN BAŞKA BİR HEVESİ DAHA.,

ERDOĞAN'IN BAŞKA BİR HEVESİ DAHA.,


Ahmet Kılıçaslan AYTAR
ahmetkilic...@gmail.com
9. 9. 2019

4 Eylül'de Erdoğan, Sıvas'ta Orta Anadolu Ekonomi Forumu'nda konuştu.

" Birilerinin Elinde nükleer başlıklı füze var ama benim elimde nükleer başlıklı füze olmasın! Ben bunu kabul etmiyorum" Sözleri tartışma yarattı.

*
ABD Hava Kuvvetleri Uzay Komutanlığı, " Alan kontrolü, dünyanın kontrolü anlamına gelir" ilkesinden yürüdü.
5 Eylül'de "Uzay'ın Geleceği 2060, ABD Stratejisine Etkileri: Uzayın Uzun Vadeli İşlemler Raporu" nu yayımladı.

*
Türkiye, BM Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması'na (NPT) taraftır.
Diğer taraf ülkeler gibi nükleer silaha sahip olmayacağının taahhüdünü vermiştir.
Eğer Türkiye nükleer silah sahibi olmaya karar verirse bu anlaşmadan imzasını çekmesi gerekir.
Gizlice nükleer silah edinme yoluna girerse de uluslararası yaptırımla karşı karşıya kalır.

*
Ayrıca Ortadoğu'da diğer ülkelerin de nükleer silah sahibi olma niyeti taşıdıkları,
Halbuki Ortadoğu ülkelerinin nükleer silahları ortadan kaldırılması üzerine çalışmasının gerekli olduğu bir dönemde, Nükleer silah sahibi olmanın "bölgesel ve uluslararası sonuçları" düşünülmelidir.

Öncelikle nükleer ülkeler listesine bir ülkenin  daha  eklenmesi doğru değildir...  

*
Çünkü Türkiye'nin nükleer silah sahibi olması;
1- Bir anda sahip olabileceği bir şey değildir.
2- Nükleer ülkelerle arasındaki nükleer tepki kabiliyeti, füze savunması ve genişletilmiş caydırıcılık önlemleri açığı kapanmaz durumdadır.
3- Bu yüzden Türkiye'nin nükleer silahla kendini daha güvende hissetmesinin asla garantisi yoktur.
4- "Uzaydan Alan kontrolü dünyanın kontrolüdür"anlamında bugün ki süreç, nükleer Türkiye olma isteğinin en büyük handikapıdır.

*
Nitekim ABD Hava Kuvvetleri Uzay Komutanlığı'nın yayınladığı rapor, bir uzay gücü için temel bir belgedir.
Stratejik karar vermek öncesinde " Uzay'dan Alan Kontrolüne" ilişkin bir bakış açısı sunuyor.
Ekonomik, politik, teknolojik ve askeri alan eğilimleriyle insani çabanın büyük ölçüde arttığı, Mekanın devrildiği bu süreçte Uzay Alanını ulusal gücün kilit bir unsuru olarak takdim ediyor...

*
Uzay Komutanlığı bu raporun hazırlanması aşamalarında; Gelecek senaryolarını ve bunların ulusal iktidarla olan ilişkisini öngörmüş, Pozitif ve negatif sınırları tanımlamış, Ülkenin sivil, ticari ve askeri koşullarını gözetmiş, 2060'da  dünyanın toplam ekonomik, politik ve askeri ulusal çıkar eğilimlerini ve varsayımlarını analiz etmiştir.

*
Çalışmalara Başkan D.Trump yönetiminin " Alan kontrolü, dünyanın kontrolü anlamına gelir" ilkesi uyarınca; Nükleer caydırıcılık ve savunmaya yönelik ABD'nin ana politikası olan Nükleer Doktrini  kılavuzluk yapıyor.
*
Doktrin stratejik nükleer silahların büyük ölçüde aşağı çekilerek projeksiyondan ayrılmasını öngörüyor.
Dünyada artan nükleer silah tehditlerine karşı nükleer silahların yayılmasını önleme ve nükleer silah sayısını azaltma taahhüdünde bulunuyor.
Bunun için düşük verimli, daha kullanışlı nükleer başlıkların konuşlandırılmasını öngörüyor.
ABD'ye uluslararası arenada işlediği her türlü eylemin sorumluluğunu reddetme fırsatını veriyor...

*
Nitekim  nükleer uzmanlar, Rusya ya da Çin tarafından büyük bir saldırıya uğranılması durumunda; ABD'nin nükleer caydırıcı gücünün güvenilir olmadığına karar verdiler.
Mesela Rusya'nın bir çatışma halinde erkenden düşük kapasiteli taktik savaş başlıkları kullanacağını, Ama  ABD'nin caydırıcı gücündeki boşluğunu daha düşük verimli silahlar kullanarak doldurabileceğini öngördüler...

*
Ayrıca ABD'nin nükleer cephaneliğine yönelik takviyeleri de etkisizdi. 
Bir denizaltı gemisi ya da bir uydu  fırlatım mekanizması üzerine düşük verimli savaş başlıklı füzeler konsa ve ateş edilse, Rusya bu füzelerin düşük kapasiteli savaş başlığı taşıdıklarını nasıl öngörecekti?  

Sonuçta balistik bir füzenin ateşlenmesinin bile büyük bir tırmanış olduğuna  karar verdiler.

*
Nitekim  Doktrin'in kilit kararı, düşük verimli nükleer bir seçenek dahil olmak üzere; Bir savaş halinde hayatta kalabilmek ve ilk vuruşu yapabilmek için ülkenin geniş kapsamlı nükleer cephaneliğini içeren varlıklarının, Çeşitli silah platformlarına yayılması ve stratejik olmayan nükleer kapasitenin sürdürülmesini içerdi.
*
Politikasını ise düşmanın herhangi bir ölçekte nükleer saldırılarını ve nükleer olmayan stratejik saldırganlığını caydırmak, Caydırıcılık başarısız olursa zararın sınırlanması için ABD nükleer güçlerinin özel ve esnek rolü belirledi.

Doktrinin gerektirdiği modernizasyon programı maliyetinin gelecek 30 yıl boyunca 1.2 trilyon dolar olacağı  hesaplandı.

*
Bu çerçevede ABD Hava Kuvvetleri Uzay Komutanlığı'nın raporu;

1- ABD'nin, uzayın keşfi ve faydalanılmasında liderlik için müttefikleri ve rakiplerden artan rekabetle karşı karşıya olduğunu,
2  Ancak ABD'nin 2060' da bu potansiyeli kullanması için hangi ülkelerin ulusal politik, ekonomik ve askeri gücle en iyi örgütlenip faaliyet gösterebileceğinin bilgisinde olduğunu,
3- Çin'in, Dünya ve Ay arasındaki alanı araştırmak ve geliştirmek için uzun vadeli bir sivil, ticari ve askeri strateji yürüttüğünü, Çünkü Çin ve Rusya'nın ABD'yi lider alan gücü olarak değiştirmeyi hedeflediğini,
4- ABD'nin lider bir uzay gücü olarak kalmadığı takdirde ulusal gücünün riske gireceğini,
5- Ülkenin çıkarlarına hizmet için  uzay alanının sivil, askeri ve ticari olarak teşvik edileceğini belirliyor.

*
Erdoğan'ın  Sivas'taki Orta Anadolu Ekonomi Forumu'nda,
Hem de ekonominin konuşulduğu bir alanda, "Nükleer Silah" özlemlerinden bahsetmesi trajikomik olmuştur.
Bugün işleyen "Küresel Liberal Düzen" karşılıklı bağımlılığı, "Müttefiklik" ise nimetin ve külfetin ortaklığını esas alıyor.

*
Türkiye'nin gerçekçilik ile bağdaşmayan hedefler peşinde tüketilmesi doğru değildir.
O Emeğin ve Ekonominin  ihtiyacında olan bir çok konu vardır.

9. 9. 2019
Ahmet Kılıçaslan AYTAR
ahmetkilic...@gmail.com

***

BAŞKANLIK KABİNESİ.,

BAŞKANLIK KABİNESİ.,


Mustafa Nevruz SINACI 
<gercek.demokrat@hotmail.com>: 
Aug 13 03:09PM


Yalçın KOÇAK
18. Dönem Sakarya Milletvekili
İdeolojilerden yani İzm’lerden beslenenler nemaları için canhıraş bir şekilde mücadele ederler, nema bitecek, mama gidecek.

Oryantalizm dünyalıları idare edebilmek için Siyah demiş, Beyaz demiş, Hindu demiş, Sih demiş, Sarı Benizli demiş, Kızılderili demiş, Tutsi demiş, Sisi? demiş; illaki ikilik çıkarıp zayıflatıp; zafiyetten istifade etmek için metod geliştirmiş. Referandumlar, seçimler ideal ayrışma hatları çizerler. Profesyonel particiler bu hataları keskinleştirir, ötekileştirir ve yandaşlarıyla karşı taraf arasına görünmeyen fikri duvarlar örerler. Siyasete tefrika girdiyse bir daha iflah olmaz bir mankurtlaşma başlatılmış sizde oyunun bir parçası olmuşsunuz demektir. 

Tevhid teklik bizim, ikilik ve teslis onların referans sistemlerini oluşturur.

Bizim 1920’de kurduğumuz meclisin adı B.M.M. (Büyük Millet Meclisi) idi yani önünde Türkiye adı yoktu, peki neredeydi bu Türkiye neresiydi, nereden söküldü de getirildi Anadolu’nun (yani Küçük Asya’nın) üzerine monte edildi, giydirildi.

İtalya ile Slovenya’nın körfezini düşünün.

Türkiye’nin T’sini oraya koyun Zagrep, Belgrat ve Bükreş hattının sonunda E’mizi görürsünüz evet bütün Balkan ve Rumeli’nin üzerinde TÜRKİYE yazardı? 
Aşağı yukarı Kıta Avrupa’sının üçte biri.

Kayıp değerlerimizi, Ederlerimizi illaki bilelim.

Oryantalizm bizlere (Bizden adam olmaz, gelsinler bizi idare etsinler) algı yöntemini uyguladı. Robinson Cruzo ve Cuma sendromu.

İş yapmak üzerine değil, yapıyormuş gibi yapmak (Taoizm) üzerine bir model bıraktı. Ne kadar çok bürokrasi, o kadar az demokrasi.

Çok Bakanlık, çok başlılık ve birinden birinde engelleme fırsatını kendilerine açık kapı bıraktılar. Kuvvetler arasındaki görünmeyen murailer.

Yetki ve Sorumluluk yasalarını çıkartmayarak, kendi adamlarını perde gerisinde hep korumada tuttular. Etkili namuzsuzlar.

Toprak ve Mülkiyet hukukunda İngiliz’in kendi kullandığı Veraset Kanunlarına bir bakın, birde bizim parçalayan, küçülten modelimize bir 
bakınız işte tarımı bitiren en önemli kanunlardan birisi.

Ya Gelir Vergisi Kanunu 1935 Fransa’dan almışız “Avara Kasnaklı” sanayici küçük sanayidir. Vergiyi ve Elektrik parasını alt gruptan öder 
mantığıyla, hala merî ve de cari; mantıksa devam ediyor.

“BÜYÜME’nin önündeki en büyük engel.

Mantık hala aynı Benzinin 5/4’ü vergidir ama 2000 cc’den Büyük arabaya binmek adeta özendirilmez. Cezalandırılır. Meğerse bizim kanun 
Fransız’ın sömürgelerine yaptığı ve uyguladığı kanunmuş. Ticaret ve Büyütülecekler kontrol altında? Bilmem anlatabildim mi? Dünün Tüsiad’çıları, 
bu gününde Müsiad’çıları.

DIŞ POLİTİKAMIZ Defansif yapılanmadan Ofansif aktivasyona geçmeli ayak uyduramayanlar temizlenmeli. Batı hayranı, Batı suratlı ve 
Batılı kafalardan kurtarılmalıdır. Kompleksli ve zayıf karakterliler diplomasiye alınmamalıdır.

İnsan ekmeğini yediği kapıya hizmet etmelidir. Devletle yıllarca iş yapmamış üretmemiş binlerce kişi vardır, tasviye edilmelidir.

1964 yılında İsmet İnönü’nün Ali Naili Erdem beye şöyle bir söylemi vardır. “Devletin Bekası ve Devamı için Dış Politikada İktidar ne biliyorsa, 
Muhalefette bunu bilmelidir.”

İktidar ve Muhalefet arasında köprüler atılmamalı, kapılar açık olmalıdır. Büyümek için sebep çok, bahanemiz yoktur.

Mali ve Ekonomik sistemimizin ve de Döviz, Faiz, Borsa sarmalının yanlışlığını defalarca yazdık.

Buyrun; Ekonomik bir buhran çıkarmak için birileri darboğaz çıkarmaya çalışıyor. Ekonomimizin dış müdahalelerden ancak Artırılmış güvenlik 
metotlarıyla kurtarılması mümkündür.

Borca dayalı para arzından, Üretimsiz ekonomiden, Bereketsiz tohum ve tarımdan, büyütmeyen vergi sisteminden, Enflasyonu yok sayan muhasebeyi umumiyeden, İsraftan, Haramdan sarfı nazar edelim.

İstanbul Üniversitesini kuran hocalardan Prof. Fritz Newmark’ı dinleyelim. Boğaziçi’ne sığınanlar kitabında bakın Türklere Türkçe olarak ne diyor. “Bütçeyi ve Ekonomiyi zinhar maliyecilere bırakmayınız; Onlar, denk bütçe öğretisiyle yetiştirilirler, Devlet bütçesi denk olmaz; Afat olur, Kıtlık olur, açık verir ve bu açığı eşikte bekleyenler borçla kapatır. Borcu, borçla ödeme sarmalına girdiniz mi zaten geç kalınmış demektir.”

Hülasa; Başkanlık kabinesinin sayın üyeleri sosyolojik olarak (İnovasyon) farklı bakış yeni alfabe ve okumalar geliştirmeliyiz. Dünya’ya örnek bir ekonomik modeli uygulamaya koymalı ve sömürülen ülkelere önderlik etmeliyiz.

Bizi ve İş âlemini rahatlatacak VERGİ düzenlemeleri yapmalıyız. Şelale Vergi sistemi hem ticareti Ak’laştırır kayıt dışını kapatır hem de iki vergi sistemi ile Gelir Vergisi %10 her masraf gider yazılır, KDV %2 malın her hareketinde alınır. Bu modelde gelirimizin daha da bereketlenerek arttığının simülasyonları dileyen meraklılarına gönderilir.

SANAYİNİN gelişmesi için Harp sanayimize çalışanların iflas ettirilmemesi, desteklenmesi gerekmektedir. Savunma ve Sanayi Bakanlığı bu anlayışla Milli ve Yerli hassasiyeti yüksek arkadaşlarımızdan yenilenmelidir. Şu memlekette uzay kapsülü dâhil yapılmayacak iş yoktur.

Bütün bu yanlış öğretilerin sorumlusu YÖK’tür ve onun artık kanıksanmış, sistemden beslenen hocalarıdır. Türkiye yarın bu hocalarını çaplamak mecburiyetinde kalacaktır. ENQA ve Lizbon sözleşmesi ve de 5463 sayılı kanun gereği; Bologna kriterlerini hemen başlatalım ve ihanetten, cehaletten kurtulalım.

YENİ YAPILANMA İLE YÖK belasından galiba kurtulduk. Kalite Kurulumuz Üniversitelerimizi, Teknoparklarımızı ve Hocalarımızın başarı puanlarını, performanslarını Zaptu, Rapt altına almalı. İcadı, patenti, buluşu olmayana bilim adamı unvanı verilmemelidir.

Hızlı bir kalkınma için, İlim ve Teknoloji üretmeliyiz.

Faizsiz bir ekonomik sistem ile üretimden değer alan alınteri para modeline geçmeliyiz. Dolar denilen melaneti tasarruf aracı olmaktan çıkarmalı, yeni ve güvenilir bir enstrüman üretmeliyiz.

Müstahsili koruyun, Mükellefi yaşatın, Müteşebbisi destekleyin.

Biz bunu da aşacağız. 
Sabır ve Azimle.

***

1770’ten, 31 Mart 2019 vakasına: “ Doing Türk! ”

1770’ten, 31 Mart 2019 vakasına: “ Doing Türk! ”


Mehmet Y. Yılmaz İle Hafta Sonu.,
mehmetyyilmaz@t24.com.tr

Bundan sonra bir demokraside, kaybettiğiniz bir seçimi kaybetmemiş gibi davranmanın adı da artık tarihe “Türk sandığı” olarak geçecek

AKP Sözcüsü, 31 Mart seçimlerinin gelmiş geçmiş en hileli seçim olduğunu söyleyince sizleri 1770 yılına götürmek zorunda kaldım.

İstemezseniz elbette okumayı burada bırakabilirsiniz ama okursanız, pişman olmayacağınızı ve eğleneceğinizi garanti ediyorum.

1770 yılında Avusturya – Macaristan İmparatorluk Sarayı Schönburn’da, İmparatoriçe Maria Teresa’yı eğlendirmek için bir “oyuncak” icat edildi.

Yok, aramıza sızmış kötü niyetlilerin ilk tahminlerindeki türden bir “oyuncak” değil.

Mucit, Macar asıllı Wolfgang von Kempelen’di. Aslında adı Kempelen Farkas idi ama o yıllarda imparatorluğun Avusturyalı damarları kabarmıştı, Macarların
adı bile saraya girince dönüşüm geçiriyordu.

Gördüğünüz gibi insanlık, “öteki” gördüğü etnik azınlıkları ezmek konusunda o yıllarda da sabıkalıydı.

Etnik ayrımcılığa karşı olduğum için bundan sonra mucitten Farkas olarak söz edeceğim.

Farkas’ın icat ettiği oyuncak, bir makine idi, insanlık tarihinin ilk robotu da diyebiliriz.

Avusturyalılar “Schachtürke” diye isimlendirmişlerdi, Macarcası ise “A Török” idi.

İngiliz ve Amerikalılar da ileriki yıllarda tanışacakları bu makineye The Turk diyorlardı.

Farkas’ın icadı, bir satranç makinesiydi. Gerçek rakiplere karşı oynayan, “yapay zekaya sahip” bir satranç makinesi.

O yıllar, bu yıllar gibi değildi. Türk olmak, Avrupa’da havalı bir durumdu. Ecdadımız henüz her şeyi eline, yüzüne bulaştırmamıştı.

Evlerinin en az bir odasını Türk usulü minderler, halılar, mangallarla dekore etmek, asil aileler arasında yaygın bir davranıştı.

Makineye “Türk” adının yakıştırılmasının nedeni, fotoğrafında da göreceğiniz gibi başında sarığı, sırtında kaftanı olan bir mankenin makineyi yönetiyor
gibi görünmesiydi.

Makineye hakim olan manken, sol elinde Osmanlı usulü, uzun saplı bir pipo tutuyordu. Sağ elini satranç tahtasının da bulunduğu dolabın üzerine uzatılmıştı.

Farkas, bunun bir insansız makine olduğunu söylüyordu.

Bunu ispat etmek için makinenin kaidesinde bulunan bir kapı açılıyor, içinin boş olduğu oyundan önce herkese gösteriliyordu.

Oysa bu bir illüzyondan ibaretti. Yine sayfamızdaki çiziminde göreceğiniz gibi makinenin içine bir insan gizlenmişti.

İçeride gizlenmiş satranç oyuncusu, rakibinin hangi hamleyi yaptığını görüyor ve mıknatıslardan da yararlanarak kendi taşlarını oynatıyordu.

Son hamleyi yaptığında da Türk aksanlı bir Fransızcayla “Echec” diye bağırıyordu.

Farkas, makinenin içine zamanın en iyi satranç oyuncularını koyuyordu ki makine önüne geleni yenebilsin.

Bu hileyi kimler yutmadı ki?

Benjamin Franklin ile başlayalım. Franklin, o tarihte ABD’nin Paris Büyükelçisiydi. Türk ile oynamakla kalmamış, hayatının sonuna kadar bu inanılmaz makine ile ilgili olarak yazılmış bir kitabı kütüphanesinde muhafaza etmişti.

Prusya Kralı Büyük Frederick, Bonaparte ve Rus Grand Dükü 1. Paul, İngiliz Kralı 3. George da bu makineyle oynayıp, yenilgiyi tadan isimlerden bir kaçıydı.

“Türk”, 84 yıl boyunca, önüne gelen tüm rakiplerini yendi.

Bütün Avrupa’yı gezdi, Amerika’ya, Küba’ya gitti ve Amerika gezisi sırasında Filadelfiya’daki Ulusal Tiyatro’yu küle çeviren 5 Temmuz 1854’deki büyük yangında tümüyle yandı.

Farkas’ın makinesi üzerine daha sonra birçok kitap yazıldı. Filmler çekildi. Amazon 2005’te web temelli oyununa onun ismini verdi: 

Amazon Mechanical Turk.

Ve şimdi sıra bütün bu hikâyeyi neden anlattığıma geldi:

Bu makinenin insanlık tarihine bıraktığı miraslardan biri de Amerikan argosuna soktuğu bir deyim oldu: Doing Turk!

Bu deyim, Amerikan dolandırıcılık jargonunda özel bir oyuna karşılık geliyor.

Tıpkı Kempelen Farkas’ın makinesinde yaptığına benzer bir aldatma biçimi bu.

Önce bir gerçeklik duygusu uyandırıyorsunuz, sonra oyunun içine gizlenmiş esas karakter ortaya çıkıyor, hileyi yapıyor ve bum!

Amazon Prime’da Sneaky Pete (Düzenbaz Pete) isimli dizinin birinci sezonunda “doing Turk” oyunu ile nasıl dolandırıcılık yapıldığını izleyebilirsiniz.

Şimdi siz sormadan söyleyeyim:

AKP sözcüsünün, “31 Mart gelmiş geçmiş en hileli seçim” sözlerini okuyunca bu makinenin ve “Türk yapmanın” (Doing Turk) aklıma gelmesinin nedeni, modern
insanlık tarihine yeni bir katkımız ile ilgili.

Bundan sonra bir demokraside, kaybettiğiniz bir seçimi kaybetmemiş gibi davranmanın adı da artık tarihe “Türk sandığı” olarak geçecek.

Öyle bir sandık ki, gizli oy, açık sayım var, hakim gözetiminde denetleniyor, her sandığa 7 çift göz dikkatle bakıp, sayıyor ama sonucu beğenmezseniz “hile
yapıldı” diye çamura yatabiliyorsunuz.

Demokrasi tarihine böyle bir dönüm noktası sayılabilecek yeniliği ancak bir Dünya Lideri sokabilirdi, o da bize nasip oldu!

Bundan sonra seçim hilelerinin adı “Türk sandığı” olmalı.

YAZARIN TÜM YAZILARI

https://t24.com.tr/yazarlar/mehmet-y-yilmaz-hafta-sonu

***