5 Kasım 2019 Salı

GEÇMİŞİMİZLE BUGÜNÜ MUKAYESE YAZILARI., BÖLÜM 6

GEÇMİŞİMİZLE BUGÜNÜ MUKAYESE YAZILARI.,   BÖLÜM 6

ASIL OYUN ŞİMDİ BAŞLIYOR,


Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
13 Ağustos 2018 Pazartesi

İnsanlık,dünya, uzay, derin boşluk,kozmik, evrensel yapı, Prof Dr ANIL ÇEÇEN, Ömer Faruk Yılmaz,
Prof Dr ANIL ÇEÇEN 
Web Sitesi ve Haber Portalı-
Cumhuriyetçi Demokratlar Hareketi
CDP-DP-CHP
ANIL ÇEÇEN,

13 Ağustos 2018 16:12 tarihinde 
Ömer Faruk Yılmaz 
omerfaru...@gmail.com 


    Ömer Faruk Yılmaz:

    Türkiye Cumhuriyetinin dahili ve harici bütün düşmanlarının oyunları sonucu üzerimize yüklenen borçlar, toprak ve özelleştirme satışları ile yabancı sermayenin yarattığı gelişmeler karşısında gerekli dersleri çıkartmak istemeyen, Akp iktidarlarını hiç bir biçimde eleştirmeden Atatürkçü, Devrimci, Laik, Halkçı, Milliyetçi, Devletçi ve Cumhuriyetçi olarak dolaşan herkesi!

    Şimdi de o kişiler son Ekonomik Sarsıntı gereğince yine kaçak dövüşüyor, başka tellerden çalıyor!

    Gerçek şu ki Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün ölümünden sonra çağın gereklerinden olan bilim teknoloji insan hakları da sanayileşme tarım ve hayvancılıkta ileri teknikleri kullanmak, yoğun dış satımda bulunmak, bölgeler arasındaki yatırım ve adil paylaşım yanında yasalar karşısında eşitlik ilkesi ile Güçler Dengesinin uygulanmasına ek olarak içerisinde yapıcı, uyarıcı eleştiriler de bulunan düşünce ve basın yayın özgürlüğünü hiç bir iktidar gerektiği yoğunlukta uygulamamıştır.

    Bugün neredeyse en yüksek seviyesinde bulunan 
Dolar (6.85. TL) 
Euro (7.75. TL) ve  (1.679. TL( ile (1.702. TL) ile Altın fiyatları yine 
tavan yaptı.

Akp yine Haklı çıkacak Öyle mi?


- İnsanlık artık üzerinde yaşamını sürdürdüğü dünyanın uzay denen derin boşluk içinde yer aldığını ve dünya ile ilgili bütün bilgilerin bundan sonra uzaysal boyutunun diğer bilim dallarını da etkileyebileceği görmektedir.


ASIL OYUN ŞİMDİ BAŞLIYOR.,

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

   İnsanlık tek bir dünya gezegeni üzerinde yaşamaktadır. 

Üzerinde yaşam sürdürülen bu gezegenin geçmişi hem tartışmalı konumdaki birçok farklılığı, hem de zengin bilgilerle dolu olan bir birikimi günümüze taşımıştır. Bu doğrultuda insanoğlu elde bulunan tarih bilgileri ile geçmişini, sahip olunan coğrafya bilgileri ile de gezegenin üzerindeki yerini belirleme şansına sahip bulunmaktadır. Tarih ve coğrafya ile gezegenin genel durumu belirlenebilmekte ama içinde bulunulan uzay alanı ile de kozmoloji bilimi artık insanlığa yol ve yön gösterebilmektedir. İnsanlık artık üzerinde yaşamını sürdürdüğü dünya gezegeninin uzay denen derin boşluk içinde yer aldığını ve dünya ile ilgili bütün bilgilerin bundan sonra uzaysal boyutunun diğer bilim dallarını da etkileyebileceği görülmektedir. Bu aşamadan sonra, insanlar en büyük özellikleri olan düşünmeye başladıkları aşamada yeryüzünün tarihi ve coğrafyası ile yetinmeyerek, uzaysal boyutun kozmolojik bilgi birikimi ile de ilgilenmek durumunda kalacaktır. İnsanlar akıp giden zaman süreci içerisinde, bu dünyadan geçip giderken, bulundukları gezegenin tarih ve coğrafya birikimini öncelikle iyi bilecek ve daha sonra da kozmolojik bilgi birikimi ile zaman-uzay-dünya kesişme noktaları ve bağlantılarına göre hareket ederek değerlendirmelerini yapabilecektir. İnsanlık bu bağlamda gerçekliği araştırırken, ya bilgi birikimi ile hareket ederek var olan durumu ya da geleceği bilimsel yöntemlerle belirleyecek, ya da bilimin yetersiz kaldığı aşamada, var olan bilgi birikiminden hareket ederek duygu ve sezgileriyle oluşturduğu inançları aracılığı ile sorunu çözümleyemeye çalışacaktır.
İnsanoğlu sahip olduğu beyinsel özellikleri ile diğer canlılardan ayrılarak ve kendi gelişim çizgisine yönelerek, bugünkü modern dünyanın ortaya çıkışını sağlamıştır.
Evrenin oluşum süreci içerisinde dünya gezegeni de güneş sistemi içinde yerini aldığı uzun bir süreçten sonra, dünyada mikrobiyolojik oluşumlar ortaya çıkmış ve evrimsel bir süreç içerisinde canlılar dünyası oluşmuştur. İnsanoğlu sahip olduğu beyinsel özellikleri ile diğer canlılardan ayrılarak ve kendi gelişim çizgisine yönelerek, bugünkü modern dünyanın ortaya çıkışını sağlamıştır. Ne var ki, biyolojik oluşumların tamamlanmasından sonraki aşamada, insanların antropolojik yapılanmalara yönelmesiyle toplumsal yaşam düzeni ortaya çıkmıştır. İnsanların toplumsal yaşam düzenine geçişinden sonra nüfusun hızla artmasıyla birlikte, bu toplumların yönetimi sorunu gündeme gelmiştir. Önceleri her toplum kendi kendini yönetebilmenin arayışı içinde olmuş, içine girilen sosyolojik süreçlerde her toplum kendini yönetebilmenin yolunu çeşitli deneyler geçirdikten sonra bulabilmiş, bazıları da bu konuda başarısız kalınca, başka toplumların hegemonyası altına sürüklenerek dışarıdan yönetilmeye başlanmışlardır. İlkçağlarda başlayan yeni dönemde, başarısız toplumlar her zaman için başarılı toplumların baskı ve hegemonyaları altında kalmışlardır. 
Zaman ilerledikçe, bu çıkmazı bazı toplumlar aşabilmiş, bazıları da iyice başarısızlığa sürüklenerek silinip gitmişlerdir. 
İnsanlar arasındaki çekişme toplumsal rekabete dönüşmüş, toplumsal düzenlerin devletleşmesiyle yeni bir aşamaya gelinince, artık çekişme ve rekabet yarışları devletler arasında gündeme gelmeye başlamıştır.
Asya kıtasında başlayan insanlığın yaşam macerasının geleceğe yönelik bir uygarlık yapılanmasına dönüşmesi...

   Asya kıtasında başlayan insanlığın yaşam macerasının geleceğe yönelik bir uygarlık yapılanmasına dönüşmesi ve daha sonra da bu uygarlığın 
Çin’deki Sarı Irmak ile Hindistan’daki İndüs Irmağı üzerinden dünyanın tam ortasında yer alan Mezopotamya denilen orta su ülkesine doğru 
ilerlemesiyle birlikte, kutsal kitaplarda yer alan tarihsel birikim insanlığın geleceğini belirlemek üzere gündeme gelmiştir. 
Tarihin Sümerlerde başladığını öne süren batılı tarihçiler, Mezopotamya öncesi Asya uygarlıklarını görmezden gelmişler ama daha sonraki aşamada, tek tanrılı dinler kutsal kitaplar aracılığı ile insanlığın gündemine girince, Asya uygarlıklarından gelen bilgi birikimini yansıtan Sümer tabletleri kaynak olarak kullanılmıştır. Uygarlığın beşiği olarak kabul edilen Mezopotamya döneminde, insanlığın ilk yerleşim denemelerinin ortaya çıktığı ve bunların daha sonraki aşamalarda Avrupa kıtasında gündeme gelen uygarlıklar için yön gösterici olduğu görülmüştür. 
Bugün dünyanın en büyük gücü olarak ABD’nin, Irak’a gelerek işgal etmesi, bazı çevrelerin bakış açıları doğrultusunda, bir anlamda uygarlığın doğduğu topraklara çağdaş uygarlığın son aşamasında geri döndüğü biçiminde yorumlanabilmektedir. Üç büyük dinin çıktığı kutsal topraklara batı uygarlığı her türlü askeri ve teknik birikimi ile çıkarma yaparken, insanlığın toplu geleceği tartışma ortamına girmektedir. 
Uygarlık içinden çıktığı bölgeye geri dönerken, dünyanın sonunun gelmesi ile birlikte yeni bir dünya düzeninin kuruluşu da, siyasal gündemin ortasına ana tartışma konusu olarak girmektedir. Geleceğini arayan insanlık, uygarlığın başlangıcına dönüş noktasında, kendisini yok edebilecek üçüncü cihan savaşı ya da nükleer silahların kullanılması gibi, çok ciddi tehlikeler ile karşı karşıya bulunmaktadır.

Yeniden var olma ya da yok olma çelişkisi ile karşı karşıya kalan insanlık,

Yeniden var olma ya da yok olma çelişkisi ile karşı karşıya kalan insanlık, tarih boyunca daha iyinin peşinde koşmuş, daha gelişmiş bir toplum düzenine kavuşabilmek için her türlü mücadeleyi vererek, olağanüstü çabalar ile büyük özverilerde bulunmuştur. İnsanlık tarihi böylesine çabaların çeşitli örnekleri ile dolu olmasına rağmen, yaşanan olaylar doğrultusunda birçok olumsuz durumlar, karışıklıklar ya da sorunlar birbirini izlemiş ve her zaman için idealize edilen sürekli barış ve mutluluk ortamı bir türlü gerçekleştirilememiştir. Doğal yaşam döneminde birbirinin kurdu olarak sürekli kavga ve çekişme içinde yaşayan insanlık, toplum düzenine geçtikten sonra, gene istediği gibi düzenli bir barış ortamına ya da güvenlik yapılanmasına sahip olamamıştır. Bir yanda olumlu gelişmeler devam ederken, diğer yandan da sürekli olarak olumsuz gelişmeler öne çıkarak insanlığın siyasal gündemini meşgul etmiştir. Kıskançlık, çekmezlik ve bencillik gibi insanların olumsuz karakter özellikleri, toplumsal barış ve düzenin oluşturulması önünde, her zaman için en büyük engeller olarak ortaya çıkmışlardır. Olumsuz özellikler insanları birbirinin kurdu haline  dönüştürdüğü zaman tam anlamıyla düzensizlik ortamları yaşanmış, böylesine kaos dönemleri ni savaşlar ve çatışmalar izlemiştir. 
Her türlü çatışma ya da çekişmeye rağmen hayat gene devam etmiş ve yıllar geçtikçe insanların nüfusu artmıştır. İnsanların sayısı binlerden yüz binlere, milyonlara doğru ilerlerken, genişleyen toplumsal yapıları yönetme konusunda büyük sorunlar çıkmış ve milyonlarca insanı daha kolay ve düzenli bir biçimde yönetebilmenin arayışı aşamasında tek tanrılı dinler insanlık tarihi içindeki yerini almıştır.

İnsanların inanma ihtiyacını karşılama noktasında ortaya çıkan dinler

İnsanların inanma ihtiyacını karşılama noktasında ortaya çıkan dinler toplumsal yaşama egemen olunca, kamusal alanın yönetiminde din merkezli bir dönem başlamıştır. Önce peygamberler aracılığı ile ortaya çıkan tek tanrılı dinler daha sonraki aşamada papalar ya da halifeler aracılığı ile sürdürülerek, milyonlara varan insan toplumlarının düzenli bir biçimde yönetimi sağlanabilmiştir. Merkezi coğrafyadan ortaya çıkan tek tanrılı dinlerin dünya ülkelerine doğru yayılmasın dan sonra, insanlık dinler üzerinden yönetilmeye başlanmıştır. Kitlelerin tek tanrılı dinlere bağlanması sağlanınca, üç tek tanrılı din arasındaki çekişmeler ve bazen da çatışmalar dünya tarihini belirleyen olayların gelişmesine giden yolu açmıştır. Asya merkezli dünyayı sonraki aşamada Avrupa merkezli dünya yapılanmasının izlemesiyle, doğu batı dengelerinde tek tanrılı dinleri öne çıkarmıştır. Roma İmparatorluğunun Orta Doğu’ya gelmesi üzerine, Yahudiler bütün dünyaya dağılmışlar, merkezi coğrafyada ortaya çıkan ikinci tek tanrılı din olarak Hristiyanlık, bütün batı bölgesini işgal ederken, merkezde ortaya çıkan üçüncü tek tanrılı din olarak Müslümanlık da, Orta Doğu ve Asya bölgesinde hızla yaygınlık kazanarak, doğu batı dengelerinin yeniden kurulmasına katkı sağlamış tır. Din faktörü böylece insanlığın yönlendirilmesinde en önemli unsur olarak öne çıkmıştır.

Uygarlık Mezopotamya üzerinden Eski Mısır’a, Yunan’a ve Roma İmparatorluğu na doğru gelişirken,Uygarlık Mezopotamya üzerinden Eski Mısır’a, Yunan’a ve Roma İmparatorluğuna doğru gelişirken, ortaya Avrupa merkezli bir dünya çıkmış ve bu düzende beş yüz yıl küresel düzen yönlendirilmiştir. Dinleri devre dışı bırakan bilimsel devrimlerin Avrupa kıtasında gerçekleşmesi üzerine insanlık bu kıta üzerinden okyanuslara açılmış ve yeryüzünde bulunan beş büyük kıta ele geçirilerek dünyanın her bölgesi, batı Avrupalı sömürge imparatorluklarının eline geçmiştir. İngiltere, Fransa, İspanya gibi üç büyük, Hollanda, Belçika ve Portekiz gibi üç küçük batı Avrupa ülkesi, dünya kıtalarını bölüşerek altı büyük sömürge imparatorluğu aracılığı ile dünyanın yönetilmesini sağlamışlardır. Rönesans ve Reform hareketleri ile aydınlanma çağına giren Avrupa uygarlığı zaman içinde güçlenerek bütün kıtalara egemen olmuş ama aynı zamanda dünya kıtalarının başına bir emperyal hegemonya düzeninin kurulmasına neden olmuştur. Bilimsel devrimlerin getirdiği modernizm akımı, birkaç yüz yıllık gelişme sonucunda modern bir dünyanın ortaya çıkmasına yardımcı olmuştur. Bilim ve hukuk alanındaki pozitif gelişmeler modern bir dünya düzenini çağdaş uygarlık anlamında insanlığa kazandırırken, sömürgecilik daha da ilerlemiş ve batı ülkelerinin kıtalar üzerindeki sömürge düzenleri üzerinden fazlasıyla zenginleş melerinin yolları açılmıştır. Modernleşme süreci insanlığın dünyasında eşitlik getirmemiş, aksine sömürgecilik ve emperyalizm üzerinden eşitsizlikçi bir dünya düzeninin ortaya çıkmasına yol açılmıştır. Milattan sonra başlayan uygarlık sürecinde, insanlık iki bin yıl sonra haksız ve eşitliksiz bir olumsuz duruma sürüklenince iki büyük dünya savaşı kendiliğinden gündeme gelmiştir. Yüzyıllar geçtikçe, belirli ülkelerde yaşamını sürdüren insan toplulukları ortak kültür, vatan, din ve ekonomiye sahip olmaya başlamış ve bu yüzden de ulus devletlere giden bir yeni oluşum dönemi gündeme gelmiştir.

Avrupa merkezli dünyada önce Yahudiler ile Hristiyanların savaşları,
Avrupa merkezli dünyada önce Yahudiler ile Hristiyanların savaşları, daha sonraki aşamada Müslümanlar ile Hristiyanların çatışmaları ve bir süre sonra da mezhep savaşları olarak, Katolikler ile Protestanların birbirlerini yok etmek üzere bir mücadeleye girmeleri üzerine, yerleşik devlet düzenleri ile insanlığın dünya barışına hiçbir zaman erişemeyeceği gibi bir korku giderek yaygınlık kazanmıştır. Roma İmparatorluğunun Orta Doğu’daki Yahudi devletini Milat sıralarında yıkması üzerine, gündeme gelen devlet dışı kapalı örgütlenmeler, bugünün gizli dünya devleti oluşumuna doğru giden yolu açmıştır. Süleyman Mabedinin yıkılmasından sonra ortaya çıkan bir gizli yapılanma olan Tapınak Şövalyelerini, Sion Kardeşleri izlemiş, daha sonraları da Opus Dei ve İlluminati gibi gizli örgütler üzerinden bir küresel dünya düzeni arayışı, var olan devletler ve imparatorlukların ötesinde geliştirilmeye çalışılmıştır. Bir yandan sömürgecilik devam edip giderken, diğer yandan da var olan sömürgeler üzerinden evrensel bir ekonomik düzen oluşturularak, bütün insanlık yönetilmek istenmiştir. Avrupa kıtasında oluşan devletlerin yanı sıra diğer kıtalarda da var olan sömürgeler de merkez ülkelere bağlı bir düzen içerisinde yönlendirilmeye çalışılmıştır. Dünya nüfusunun kıtalar üzerinden milyonları geçerek milyarlara ulaşması üzerine, küresel bir düzen oluşturulması giderek zorlaşmıştır. Bir yandan mevcut devletler düzeni ile sorunlar çözülmek istenmiş ama devletlerarası çekişmeler yeni bir düzen oluşturulmasını engelledikçe, bu sefer, kapitalist düzenin zenginlerinin kurdukları gizli örgütler, yavaş yavaş dünya devleti görünümünde inisiyatif kullanmaya başlamışlardır. Yer altı ya da yer üstü yapılanmalar ile yönlendirilmeye çalışılan dünya halkları, bekledikleri barış ve mutluluk düzenine hiçbir zaman sürekli olarak sahip olamamışlar, barış dönemlerini her zaman savaşlar izlemiştir. Savaş ve sıcak çatışmalar dünya gündeminden eksik olmayınca, istikrarlı bir evrensel düzen ile beklenen sürekli barış ortamına kavuşulamamıştır. İnsanlar arasında doğal yaşamdan bu yana gelen çekişme ve rekabet, önce toplumsal yapılara daha sonraları da devlet düzenlerine yansıdığı zaman, sonunda kazançlı çıkabilmek için her türlü oyun, senaryo ve komplo devreye sokularak zafere ulaşılmak istenmiştir. İnsanlık tarihi böylesine oyun ve senaryoların yer aldığı bir geçmişin olayları ile doludur.

Dinler arası çekişmeler yüzünden dünya barışı gerçekleştirilemeyince,
Dinler arası çekişmeler yüzünden dünya barışı gerçekleştirilemeyince, bu kez dinlerin ötesine gidilerek, belirli bölgelerdeki halkların uzun süre birlikte yaşamaktan dolayı kazandıkları yeni yapılanmalar olarak ulus gerçeğinden hareket edilerek bir sonuç elde edilmeye çalışılmıştır. Din kavgasını geride bırakmak üzere laik devlet gerçeği gündeme getirilmiş, uluslaşma yolu ile insanlar arasındaki din ve mezhep kavgalarının üzerine çıkılmak istenmiştir. Fransız devrimi bu konuda tam bir dönemeç olmuş, bir Hristiyan toplumunda Yahudi örgütlenmesi olarak Jakobenler bir sosyal devrim gerçekleştirerek, din kavgasına son vermek üzere laik devleti hedefleyen yeni bir rejim anlamında cumhuriyet ilan etmişlerdir. Devletin dinin dışına çıkarılması ve laik bir siyasal yapılanmaya geçiş ile dinsel toplumlar, ulusal topluluklara doğru dönüştürülmüştür. Giderek kalabalıklaşan ülkeler dinler üzerinden yönetilmez bir aşamaya geldiğinde bu kez uluslar gerçeği üzerinden yönlendirilmeye çalışılmıştır. Dine dayanan kutsal imparatorluklar devre dışı bırakılırken ulusal toplum gerçeğine dayanan ulus devletler öne çıkmıştır. İmparatorluklardan ulus devletlere geçilirken, devlet dışı gizli örgütlenmeler daha da güçlenmiş ve uluslar arası kapitalist sistemin zenginleri bu kez üstünlüklerini ulus devletler aracılığı ile dünya halklarına kabul ettirmeye çalışmışlardır. Görünürde ulus devlet düzenleri gelişerek devam ederken, kapitalist sistemin para babaları da kendi aralarında kurdukları gizli örgütleri üzerinden, siyasal gelişmeler üzerinde etkinliklerini artırarak sürdürmüşlerdir. Devletlerin yanı sıra bu gibi devletimsi yapılanmaların topluma kapalı bir doğrultuda sürdürülmesi, zaman zaman devletler ile bu gibi örgütleri karşı karşıya getirmiş ve bunun sonucunda da ciddi çatışma olayları yaşanmıştır. Zenginlerin çıkarları ile halkların çıkarlarının karşı karşıya geldiği aşamalarda, devletler üzerine baskılar artırılarak zengin azınlıkların çıkarları doğrultusunda meseleler çözüme kavuşturulmak istenmiştir.

Her insanın diğer insanlar ile rekabet halinde olduğu yaşam düzeninde
Her insanın diğer insanlar ile rekabet halinde olduğu yaşam düzeninde her zaman için güçlü görünmek zorunda olması gibi, bir benzeri çekişme ortaya çıkarak zamanla hem devletlerarası hem de gizli örgütler arası rekabet düzeninde yeni gelişmelere neden olmuştur. Her insanın daha güçlü olarak yaşamını anlamlandırmak eğilimi, devletler için de geçerlilik kazanmış ve her devlet yapısı zaman içerisinde daha da güçlenerek, diğer devletler ile olan rekabet sürecinde öne geçmiştir. Uluslararası devletler düzeninde öncelikle her devlet ortaya çıktıktan sonra varlığını güçlendirmeye çalışmış, diğer devletler ile var olan rekabet düzeninde her devlet daha iyi ve güçlü bir konuma gelebilmek üzere yarışa kalkışmıştır. Bu normal çekişme sürecinin ötesinde bir de anormal boyutlarda rekabet öne çıkınca, devletler birbirlerine karşı çeşitli komplolara girişmişler ya da uygulamaya koydukları farklı senaryolar doğrultusunda birbirlerinin önünü keserek, çelme atarak, arkadan vurarak ve de her türlü hukuk dışı yolları zorlayarak sonuç almaya çalışmışlardır. Bu yüzden normal devletlerin ötesine giden derin devlet yapılanmaları da ortaya çıkmış, devletlerin istihbarat servisleri normal haber toplamanın ötesinde operasyonel bir biçimde yapılanarak, her türlü hukuk dışı eylemin uygulamaya konulmasında, görünmeyen derin devlet misyonunu oynamaya başlamıştır. Özellikle, küresel dünya hegemonyası peşinde koşan batının önde gelen emperyalist devletlerinin, kendi aralarında sömürge savaşlarını yürütürken, hukuk dışı yollara saparak kendi üstünlüklerini diğer ülkelere zorla kabul ettirme çabası içinde, akla gelebilecek her türlü hukuk dışı senaryoları kendi çıkarları doğrultusunda gerçekleştirebilmek için uğraştıkları, zaman içinde yayınlanan anı kitapları ya da araştırmalar aracılığı ile kesinlik kazanmıştır. Amaca giden her yolu mubah gören bir Makyavelist zihniyetin, hem devletlerde hem de devlet dışı örgütlerde ana prensip haline gelmesi yüzünden, dünya ve insanlık bir türlü kalıcı bir barış düzenine ulaşamamıştır.
Batılı sömürge imparatorlukları arasındaki kıtalar üzerinde egemen olabilme
Batılı sömürge imparatorlukları arasındaki kıtalar üzerinde egemen olabilme doğrultusundaki çekişmeler dünyayı birinci cihan savaşına götürmüş, kıtaları fetheden batılılar dünyanın merkezi coğrafyasına doğru bir hegemonya girişimi başlattıkları aşamada, üç doğu imparatorluğunu ortadan kaldıracak bir dünya savaşını insanlığın gündemine zorla dayatmışlardır. Savaş sonrasında doğu imparatorlukları ortadan kalkarken, batının sömürge imparatorlukları da dağılma aşamasına gelmiştir. Yirminci yüzyıla girerken var olan yirmi devlet, bu yüzyıldan çıkarken iki yüz devlet haline gelmiş ve böylece ulusalcılık akımları sayesinde imparatorlukların yerini ulus devletler almıştır. Uluslararası düzende ulus devletlerarasındaki çekişmeler de çeşitli sorunlara yol açmış, her ulus devlet önce varlığını koruma doğrultusunda kendisini güçlendirmeye çalışmıştır. Güçlenen ulus devletler, daha sonraki aşamalarda kendi bölgesindeki diğer devletler üzerinde etki ve baskısını artırmaya çalışmıştır. Her ulus devlet diğerleri ile rekabete girerken, büyük ulus devletler küçük ve orta boy devletler üzerinde rekabete girerek, bunları kendilerine bağlayabilmenin yollarını aramışlardır. Büyük ulus devletler komşuları üzerinde hegemonya kurarak yeni bir tür sömürge imparatorluğunu kendi çevrelerinde oluşturabilmenin yollarını ararken, bazıları da çeşitli senaryolar doğrultusunda dünyanın diğer kıtaları üzerindeki devletler ile yakın ilişkiler oluşturarak, geleceğe yönelik imparatorluk arayışlarının örneklerini ortaya koymuşlardır. Ulus devletlerin çekişmeleri zamanla küçük ve zayıf olanların tasfiyesine giden yolu açmış, orta boy ulus devletler ise, ayakta kalabilmek için daha da güçlenerek büyüyebilmenin arayışı içinde olmuşlardır. Orta boy ulus devletler sahip oldukları jeopolitik konumlarını küresel gelişmeler karşısında iyi ve doğru değerlendirebildikleri aşamada büyüyebilmişler, aksi durumda giderek zayıflayarak yeniden sömürgeleşme bataklığına düşmüşlerdir. Orta çağ sonrasında bütün dünyaya egemen olan batı sömürgeciliğinin temsilcisi olan büyük devletler, aradan geçen zaman dilimi içinde bağımsızlık kazanan eski sömürgelerini ellerinde tutabilmek için ellerinden gelen her yolu denemişler, eskiden olduğu gibi yakın ilişkileri ve bağlantıları yeni dönemlerde de sürdürebilmenin yollarını aramışlardır. Devlet kapitalizminin ötesinde batılı ülkelerin şirketleri fazlasıyla büyüyerek, dünya sahnesine çıkmışlar ve kendi devletlerinin desteği ile şirket emperyalizmi olarak piyasa kapitalizmini yer kürenin bütün halklarına ve ülkelerine yeni emperyal düzen olarak dayatmışlardır. Bu doğrultuda, dünya ülkelerinin hem maddelerine ve enerji kaynaklarına uluslararası tekeller el koyarken, çeşitli senaryolar ve komplolar sahneye konulabilmiştir. Uluslararası bir bakır tekeli olan İTT şirketi, Şili’nin bakır madenlerine el koymak isteyince, sosyalist yönetimi iktidardan indirmek üzere darbe senaryosu düzenlenebiliyor, genelkurmay başkanı darbe senaryosuna direnince, onu bir trafik kazasıyla bertaraf edebilmenin yolu bulunup, istihbarat servislerinin aracılığı ile sosyalist yönetimi işbaşından uzaklaştıracak darbenin önü açılabiliyordu. Yirminci yüzyılda Asya ve Afrika ülkelerinin bütün yer altı kaynaklarına el konulurken, her ülke için ayrı bir senaryo hazırlanıyor, dünyanın bütün ülkeleri ile ilgili bütün bilgiler toplanarak düşünce kuruluşlarında her ülke için en uygun senaryolar üretilerek, bu gibi planları uygulayacak işbirlikçi politikacılar, ya mevcutlar içinden işbirlikçi kadrolar olarak seçiliyor, ya da bu doğrultuda yetenekli gençler bulunarak batı emperyalizminin çıkarları doğrultusunda yetiştirildikten sonra devreye sokularak yeni sömürge düzenleri bu tür taşeronlar aracılığı ile kurulabiliyordu. Özellikle dünya enerji sorunu, enerji kaynakları bol olan ülkeler üzerinden çözülmek istendiği için, doğalgaz ve petrol sahibi ülkelerde çok uluslu enerji şirketlerinin çıkarlarını gerçekleştirecek senaryolar hazırlanarak uygulama alanlarına aktarılabiliyordu. Orta Doğu bölgesi bu konuda en önde gelen çekişme ve sıcak çatışma alanı olarak enerji kavgasının ana merkezi konumuna geliyordu. Enerji tekeli olan şirketler, kaynaklara el koyabilmek için her yolu denerken, darbeler ve savaşlar birbirini izliyordu. Yirminci yüzyılın başlarında merkezi alana İngiltere ve Fransa imparatorlukları kendi çıkarları doğrultusunda biçim veriyorlardı. İkinci dünya savaşı sonrasında, savaşın galibi olan Amerika Birleşik Devletleri bölgeye gelerek Nato üzerinden yerleşiyor ve daha sonra da iki bin yıllık rüya olan İsrail’i kurdurarak, kutsal topraklar ilan edilen merkezi alana farklı bir biçim vermeye yöneliyordu. Bu nedenle, Büyük Orta Doğu projesi ABD’nin bölgeye geldiği yıl, Büyük İsrail projesi de bu devletin kurulduğu sene başlatılıyordu. Sovyetler Birliği varken geçerli olan soğuk savaş döneminde ABD-İsrail ikilisi geleceğe dönük planlarını gizli gizli Türkiye ve bölge devletleri üzerinden yürütürken, küreselleşme aşamasına gelinmesinden sonra daha açık yollara giderek, merkezi alanı Atlantik emperyalizmi ile Siyonizm ortaklığının hegemonyası altına sokabilmenin girişimlerini, birbiri ardı sıra bölge halklarını zorlayıcı bir biçimde gündeme getiriyorlardı. Lübnan’ın Bekaa vadisini terör merkezi yapan bu ortaklık sonucunda, İsrail’in beka sorununun çözümü için bütün bölge ülkelerinin başına terör belası sardırılıyordu. Terör ile bölge düzeni çökertilerek gelecekte ABD-İsrail ikilisinin planları doğrultusunda bir yeni yapılanma oluşturulmak isteniyor du. Terörü kullanmasını iyi bilen ABD-İsrail ikilisi merkezi alanın ötesine giderek tüm Müslüman ülkeler ile Asya ve Afrika devletlerinin işgal ettiği topraklarda her türlü terörü ve savaşı geçerli bir hale getiriyorlardı. Terör emperyalizmin en büyük silahı olurken, yeniden sömürgeleştirmek istenilen ülkelerin halkları da yok pahasına ölüme mahkum ediliyorlardı.

Emperyal güçler, tam bir dünya hegemonyası için,Emperyal güçler, tam bir dünya hegemonyası için, dünya halklarını korkutma ve sindirme doğrultusunda terörü en büyük silah olarak acımasızca kullanıyorlardı. Terör onlar için oyuncak olduğundan, Orta Doğu bölgesi ve İslam dünyasına kolayca saldırabilmek üzere kendilerini mağdur duruma düşürecek II Eylül saldırılarını da, gene kendi kendilerine yaparak dünya kamuoyunu aldatabilmenin yollarını arıyorlardı. Önceleri çok korkan, geçmişten gelen pasifliğini bir türlü kaldırıp atamayan dünya halkları önceleri bu oyunlara kanmışlar, televizyon programları ile Hollwood üzerinden insanlık Siyonizm’in emelleri doğrultusunda kandırılmaya ve de uyutulmaya çalışılmıştır. Birbiri ardı sıra yaşanan olaylar, artık gerçekleri gün ışığına çıkarınca mızrak çuvala sığmamaya başlamış ve gerçekler belirginleşince dünya kamuoyu uyanarak, batı emperyalizmi ve Siyonizm ortaklığının suçunu görebilmiştir. Dünya enerji kaynaklarının toplandığı yer olan merkezi coğrafyada bir düzen kurmuş olan eski emperyalistler olarak İngiltere ve Fransa ikilisine karşı, yeni emperyalistler olarak ABD ve İsrail ikilisi yeni siyasal senaryolar ile devreye girmişlerdir. Terörün yetmediği yerde savaş, sıcak çatışmaların yetersiz kaldığı aşamalarda ekonomik kriz ve siyasal baskı yöntemleri ile emperyalizm sürekli olarak sonuç almaya çalışmış ve bu yüzden de milyonlarca masum insan katledilmiştir. Zengin iş adamlarının masalarının önünde dünya küresi ile oynadıkları gibi, emperyalizm ve Siyonizm ikilisi de bütün dünya devletleri ve halkları ile oynamayı adet haline getirmişlerdir. Gizli dünya devletinin kurucusu olan büyük patronlar her zaman için kendi devletlerine emirler vererek, her türlü saldırganlığı beş kıta üzerinde sergilerken, uluslararası ilişkiler artık bir oyun haline gelmiştir. 

Batılı ülkeler bu aşamadan sonra daha da ileri giderek, oyun teorileri oluşturmuşlar ve uluslararası alanda hangi oyunları oynarlarsa daha fazla kazançlı çıkabileceklerinin hesaplarını yapmışlardır. Her emperyal güç dünyanın gelmiş olduğu yeni aşamada genel durum tespiti yaparak, en üst düzeyde çıkarlarını korumak ve daha fazla kazanabilmek üzere her türlü senaryo üzerinden çeşitli oyunları hedefledikleri ülkelerin, ya da halkların başına çorap ağı gibi örerek sonuç almak istemişlerdir. Onların bu oyunculuğu yüzünden dünya halklarının başı beladan hiçbir zaman kurtulamamıştır.
Yirminci yüzyılın başlarında batılı emperyalistlerin Orta Doğu’ya gelerek merkezi alanda çekişme içine girmesine, uluslar arası ilişkiler dalında Büyük Oyun adı verilmiştir.
Yirminci yüzyılın başlarında batılı emperyalistlerin Orta Doğu’ya gelerek merkezi alanda çekişme içine girmesine, uluslar arası ilişkiler dalında Büyük Oyun adı verilmiştir. Eski emperyalistler olarak İngiltere ve Fransa bölgeye gelirken, diğer emperyal güçler olan Almanya ve Rusya, bu duruma karşı çıkmaya başlamışlar ve böylece, dünyanın merkezinde kendi hegemonyasını kurmak isteyen emperyal güçler arasında bir Büyük Oyun oynanmaya başlamıştır. İkinci Dünya Savaşının galibi olarak ABD’nin merkeze gelmesi ve iki bin yıl sonra üçüncü kez İsrail devletini kurdurmasıyla, yüz yıl önce başlamış olan Büyük Oyun yeniden sahnelenmeye başlamıştır. Uluslararası ilişkiler devletlerarasında geliştirildiği için, her devletin sahip olduğu jeopolitik konumu ve özel durumları, ilişkilerin gelişmesinde belirleyici olmaktadır. Her devlet bu nedenle kendi ülkesinin merkezi gücü olarak ülkenin ulusal çıkarları doğrultusunda politikalar geliştirerek, bunları uygulamak ve diploması yolu ile de bu yaklaşımlarını uluslararası alanda tanıtarak, kendi etkinlik alanını genişletmek doğrultusunda yaygınlaştırmak zorundadır. Bu nedenle kendini bilen her devlet kendi plan ve programlarını belirli senaryolar doğrultusunda gerçekleştirmeye çalışır. Kendi merkezi gücünü koruyamayan ya da iç bünyesinde paralel devlet yapılanmalarının oluşumunu önleyemeyen devletler ise, emperyalistlerin taşeronu ya da sömürgesi olmaktan kurtulamazlar. Oyun kuran her büyük devlet, kendi oluşturduğu senaryoda küçük ve orta boy devletleri diğer büyük güçlere karşı kullanabilmenin hesaplarını yaparak adımlarını atmaktadır. Bu yüzden de, küçük ve orta boy devletler büyük güçlerin ve emperyal devletlerin çekişme ve çatışma alanı konumundadır. Çatışmaların çok şiddetli bir aşamaya geldiği noktada ise, dünyanın her yeri emperyalist devletler için savaş alanı olarak öne çıkmaktadır.

Birinci Dünya Savaşı ile beraber dünya politikaları Avrasya bölgesine gelerek kilitlenince,

Birinci Dünya Savaşı ile beraber dünya politikaları Avrasya bölgesine gelerek kilitlenince, İstanbul’un doğusunda başlayan çekişmeler ve rekabet düzeni tam anlamıyla bitmeyen bir oyun olarak öne çıkmıştır. Bu alanda oyunlar başlamış ama bitmemiş, soğuk savaş döneminde devam ettiği gibi küreselleşme aşamasında da oyunlar başka biçimlerde devam ettirilerek, sahnelenen oyunlar, giderek bir Büyük Oyun’a dönüşmüştür. 
Avrupa kıtasının ortalarından başlayan çekişme macerası doğuya doğru açılım olarak anlaşılmış, Asya’nın her bölgesi batı ülkelerinin doğuya açılışının başlıca konusu haline gelmiştir. 
Osmanlı, Rus ve Avusturya–Macaristan İmparatorluklarının çöküşü ile ortaya çıkan otorite boşluğu alanlarında batılı devletler kendi hegemonyalarını kurabilmenin arayışı içinde olmuşlar ve bu yüzden de iki cihan savaşı aracılığı ile büyük bir çatışma dönemi yaşamışlardır. Birinci Dünya Savaşı, imparatorlukları ortadan kaldırınca eski emperyalistler olarak İngiltere ve Fransa bölgeye 
yerleşmişler, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise ABD ve İsrail ikilisinin merkezi alana gelmesiyle beraber de ciddi biri çekişme yaşandığı için, bitmeyen oyun her aşamada tırmandırılarak bir Büyük Oyuna dönüştürülmüştür. Orta Doğu ülkelerinden bölgeye giren emperyal güçler, Kafkasya ve Hazar’a doğru ilerlemeye başlayınca, Orta Asya ve çevresi Büyük Oyun’un ana hedefi haline gelmiştir. Bu aşamada, Rusya’da gerçekleştirilen Sovyet devrimi, Büyük Oyun’u bir süre için durdurarak yarım yüzyıllık bir statüko oluşturunca, bölgede sakinlik sağlanabilmiştir. 

Demirperde uygulaması, batılı güçlerin doğu bölgelerine ulaşmasını önleyebilmek üzere ideolojik imparatorluğa yaptırılan bir uygulama olmuştur. 
Yeni emperyalistler olan ABD ve Yahudi lobileri İngiltere, Fransa ve Almanya’nın önlerini kesmek üzere Sovyet devrimine dolaylı yollardan destek sağlayarak, Büyük Oyun’un soğuk savaş döneminde de sürdürülmesini sağlamışlardır. Osmanlı topraklarını ele geçiren İngiltere ve Fransa ikilisi, Kafkaslar bölgesinden Rusya’ya tam girme aşamasına geldiği noktada, New York Yahudi lobisinin verdiği yüzbinlerce dolar ile Kızıl Ordu kurdurularak, Alman destekli Osmanlı ordusunun Azerbaycan’dan çıkartılması sağlanabilmiştir. Sarıkamış’ta 90 bin asker bu kavga yüzünden şehit olmuştur. 

Amerika’nın dolaylı desteği ile eski emperyalistlerin Rusya’yı ele geçirmesi önlenerek, yeni emperyalistlerin gelecekte, merkezi alanı ele geçirmesini 
hazırlayacak bir geçiş dönemi soğuk savaş süreci olarak devreye sokulmuştur.
Sovyetler Birliği’ni zamanı gelince bir tek kurşun atmadan,Sovyetler Birliği’ni zamanı gelince bir tek kurşun atmadan, insan hakları emperyalizmi ile dağıtan Atlantik emperyalizmi ve Siyonizm ikilisi, Demirperde kalkınca Orta Doğu üzerinden Orta Asya’ya doğru geçişin girişimlerini gündeme getirmiştir. Ne var ki, çeyrek asırlık zorlamalara rağmen tek merkezli dünyayı ABD bir süper güç olarak kuramayınca, Rusya, Çin, Hindistan ve Brezilya gibi dört büyük devlet yeni emperyal merkezler olarak bir araya gelerek, ABD öncülüğündeki batılı ülkeler hegemonyasına karşı savaş açmışlardır. Yeni gelinen noktada artık batılı 
güçlere karşı doğulu güçler de bir denge unsuru olarak ortaya çıkmışlardır. Dünya nüfusunun yarısının yaşadığı Çin ve Hindistan gibi ülkelerin büyüklüğü karşısında batı ekonomisi doğuya doğru kalmaya başlamış, dünya topraklarının altıda birini sınırları içinde kontrol eden Rusya Federasyonu yeni süper güç olarak, tüm batılı güçlere meydan okuyarak hegemonya alanını genişletmeye başlamıştır. 

Daha önceleri batının büyük devletleri arasında sürdürülen hegemonya çekişmeleri bitmeyen bir büyük oyun olarak devam ederken, şimdi ortaya çıkan doğunun ve güneyin dört büyük emperyalist gücü, bitmeyen büyük oyunun daha da büyümesine giden yolu açmışlardır. 
İran, Endonezya, Nijerya, Meksika, Güney Afrika gibi ikinci derece büyük ülkeler de, yarışma alanına yeni merkezler olarak girince, ortalık iyice karışmış ve bitmeyen oyun iyice büyüyerek dev bir kapışma sürecine doğru dünyayı sürüklemiştir.
Yeni dönemde her büyük devlet kendi bölgesinin tam patronu olmak istemekte,
Yeni dönemde her büyük devlet kendi bölgesinin tam patronu olmak istemekte, arada kalan bölgelerde ise diğer güçlere karşı ön planda yer alarak, buralarda da etkinlik alanlarını genişletmeye çalışmaktadırlar. Yeni emperyal güçler eskileri ile takışıp dururken, doğu güçlerinin de devreye girmesiyle birlikte tam anlamıyla bir büyük oyun dünya sahnesinde oynanır hale gelmiştir. 

Şimdiye kadar oynanan büyük oyunları geride bırakacak düzeyde bir yeni büyük oyun, küresel imparatorluk peşinde koşan ABD-İsrail ikilisi tarafından sahneye konulmaktadır. 

Rusya’nın Kırım’ı işgal ederek Tatarları tasfiyeye yönelmesi ile, bunu izleyen günlerde IŞİD isimli Neocon destekli aşırı terör örgütünün Musul’dan Türkleri tasfiye etmesiyle içine girilen yeni dönemde, merkezi coğrafyanın hem kuzey bölgesi hem de güney sahasında sıcak savaş tehlikeleri tırmandırılmaya başlanmıştır. Rusya’nın elinden eski hegemonya sahasını almak, Çin’in Avrasya bölgesine girişini önlemek, Türklerin yeni bir imparatorluğa yönelmelerine izin vermemek, Arap dünyasını eskisine oranla daha fazla parçalı bir yapıya getirmek, Hindistan’ı bulunduğu yarım adaya hapsetmek, diğer büyük devletlerin dünya ülkeleri üzerinde etkinliklerini artırma girişimlerinin önünü 
kesmek, bütün dünyayı ABD-İsrail ortaklığında yeni bir küresel imparatorluğa dönüştürmek üzere, Atlantik okyanusunun doğu ve batı kıyılarında yeni senaryolar hazırlanmakta ve şimdiye kadar oynanan büyük oyun bu doğrultuda en büyük oyuna dönüştürülerek, bütün dünya küresel sermayenin diktatörlük düzeni altına alınmaya çalışılmaktadır. Avrasya satranç tahtasında her büyük güç kendi oyununu oynayarak merkezi coğrafya hegemonyası peşinde koşarken, şimdiye kadar oynanan büyük oyun tam anlamıyla bir büyük satranç çekişmesi ne dönüştürülmektedir. 

   Asıl büyük oyunun Avrasya satranç tahtası üzerinde bir büyük satranç maçına dönüştüğü bu aşamada, satrancın ortaya çıktığı Hindistan ile, ruletin Rus ruleti ne dönüştüğü Rusya ve ilk uygarlığın sarı ırmak kenarlarında doğduğu Çin gibi üç büyük Asya gücünün, son sözü söyleyebileceği yeni bir dünyaya doğru gezegenin yol aldığı görülmektedir. Sekiz milyarlık bir dünyanın yönetim sorumluluğunu üstlenmek istemeyen batılı emperyalistler, Avrasya alanında bir üçüncü dünya savaşını büyük oyunun yeni senaryosu olarak devreye sokmaya 
çalışmaktadırlar. Dünya halkları ve bütün insanlık böylesine bir büyük oyunun getirdiği tehditler ile karşı karşıyadır. İnsanlığın birleşmesiyle 
bu tür bir felaket önlenebilecektir. 


https://cumhuriyetci-demokratlar.blogspot.com/2018/08/asil-oyun-simdi-basliyor-prof-dr-anl.html



****

YEREL SEÇİMLERİN ARDINDAN TÜRKİYE 


Ahmet Kılıçaslan Aytar
ahmetkilicaslanaytar@gmail.com
Apr 01 03:16PM +0300



31 Mart yerel seçimleri Erdoğan hükümeti için bir sınavdı.
Erdoğan başkent Ankara'yı, ekonomik metropol İstanbul'u kaybetti.
AKP en güçlü parti olarak kaldı.
Ancak AKP'nin on yıllarca yönettiği iki ana kentin kaybı Erdoğan'a acı
verdi, eleştirmenlerine teşvik oldu.

*
Tüm oylar sayılmamasına rağmen, AKP adayı eski Başbakan Binali Yıldırım
akşam geç saatlerde aniden kendisini galip ilan etti.
CHP adayı Ekrem İmamoğlu, 24 Haziran'da CHP'nin yapamadığını yaptı ve hızla
tepki verdi.
Partisinin sayımından sonra İstanbul'da kazandığını söyledi.
Rakibi bir kez daha liderliği yakalayamadı...
Binali Yıldırım'ın "yangından mal kaçırma" telaşı bütün negatif sıfatları
haketti.

Önceki seçimlere de leke sürdü.

*
Bizzat Erdoğan seçimleri hükümetine referandum yaptı.
Ülke çapında hemen her gün birkaç kampanya gösterisine katıldı.
Çok ağır bir söylemle seçimleri ülkenin bekası için bir mücadele olarak
nitelendirdi.
Seçim akşamı partisini galib ilan etti.
Ancak karakteristik olarak özeleştirici olmayan bir şekilde;
"Kazandığımız yerlerde halkımızın kalbini fethettiğimizi ve kaybettiğimiz
yerlerde yeterince başarılı olmadığımızı kabul etmeliyiz " dedi.

*
Erdoğan emperyalist tutkularını hiç gizlemedi.
Osmanlı Sultanı II. Abdülhamit'in 10 Şubat 2018'de ölümünün yüzüncü yılında
Yıldız Sarayı'nda düzenlenen anma töreninde,
II. Abdülhamid'i en önemli vizyoner ve en stratejik görüşlü lider olarak
tanıttı.
Türkiye'nin Osmanlının devamı olduğunu, sınırların ve hükümet biçimlerinin
değiştiğini ama özlerin, ruhların ve birçok kurumun aynı olduğunu söyledi.

*
Erdoğan siyasi otoritesini evinde büyük ölçüde pekiştirdi.
Temmuz 2016 darbesinden istifade etti ve devlet başkanı olarak dümende kaldı
Gücünü benzeri görülmemiş biçimde hakimleri, medya kuruluşlarını,
gazetecileri, akademisyenleri, askerleri ve STK'ları süpürmek için kullandı.
Sekülerist kurucu Mustafa Kemal Atatürk'ün ortaya koyduğu laik sistemi
değiştirerek, din adamlarına devlet meselelerinde daha fazla söz verdi.
Kendisini Müslüman dünyasının lideri yapmak için diğer ülkelerdeki
Müslümanları kazanmaya çalıştı.
12 Haziran 2011'de partisinin zaferini kutlayan bir toplantıda
"Saraybosna bugün İstanbul kadar kazandı. Beyrut, İzmir kadar kazandı. Şam,
Ankara kadar kazandı. Ramallah, Nablus, Jenin, Batı Şeria ve Kudüs,
Diyarbakır kadar kazandı" dedi...

*
Şimdi 31 Mart yerel seçimleri geride kalırken, piyasalar dikkatlerini;
Türkiye'de oluşacak siyasi ortama, ABD-Türkiye ve AB-Türkiye ilişkilerinde
yaşanabilecek muhtemel gelişmelere çevirdi.

*
Erdoğan, 22 Mart'ta Golan Tepeleri'ndeki İsrail egemenliğini ABD
yönetiminin resmen tanımasını sert bir dille eleştirmişti.
Bunun ardından döviz kurlarında yaşanan büyük dalgalanma, Türkiye
ekonomisinin geleceği hakkında endişeleri artırmıştı.
Merkez Bankası'nın swap kararı döviz kurundaki artışı geçici olarak
frenlemede başarılı olsa da,
Türk ekonomisinin karşı karşıya olduğu yapısal sorunlar,
Özel sektörün büyük miktardaki dış borcu,
Hükümetin yerel seçimler sonrasında atmayı planladığı adımların önemini
artırıyor...
Dikkatler Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak'ın 8 Nisan'da
açıklayacağı yol haritasına çevrilmiş bulunuyor.

*
Erdoğan'ın PKK'nın uzantısı olduğu gerekçesiyle terör örgütü olarak
gördüğü, ABD'nin ise müttefik olarak tanımladığı YPG,
Ankara-Washington hattında gerilime yol açan en önemli gündem maddesidir.
Erdoğan, Suriye'nin kuzeyinden YPG'nin tasfiyesini ve kendi kontrolü
altında bir güvenli bölge inşa etmeyi istiyor.
YPG'yi IŞİD'in tasfiye edilmesinde en etkin güç olarak gören ABD;
Erdoğan'dan bu güce zarar verecek herhangi bir askeri hamle yapılmayacağı
yönünde güvence istiyor.
ABD Başkanı Donald Trump, askerlerini Suriye'den çekme kararını açıkladığı
süreçte,
"Türkiye Kürtleri vurmaya kalkarsa ekonomik olarak onları mahvederiz"
ifadelerine yer verdiği bir açıklama yapmış, bu ifadeleri büyük
tartışmalara yol açmıştı...

*
Erdoğan'ın Rusya'dan S-400 füze savunma sistemi alma planı, ABD başta olmak
üzere Türkiye'nin tüm Batılı müttefikleri tarafından da eleştiriliyor.
Bu girişimin NATO'ya ve müttefiklik ilişkilerine zarar vereceği
belirtiliyor.
ABD yönetimi, Erdoğan hükümetinin S-400 alımından vazgeçmesini istiyor.
Aksi takdirde Türkiye'nin NATO'nun ortak hava savunma sisteminin dışında
kalabileceği uyarısında bulunuyor.
Konunun gelecek hafta ABD'de yapılacak NATO dışişleri bakanları
toplantısında gündeme gelmesi bekleniyor.

*
Türkiye ekonomisini etkileyen bir diğer dış politika başlığı da;
Başkan Trump'ın İran ile nükleer anlaşmadan çekilme kararından sonra
devreye soktuğu İran yaptırımlarıdır.
Enerjide bütünüyle dışa bağımlı olan Türkiye için İran önemli bir tedarikçi
ülkedir.
ABD'nin altı aylığına yaptırımlardan muaf tuttuğu ülkeler arasında Türkiye
de yer alıyor.
Ancak muafiyet süresi eğer uzatılmazsa Mayıs ayında doluyor.
Geçen hafta aralarında Türkiye'den bir şirketin de olduğu firmalara ve
kişilere yaptırım kararı alan ABD yönetimi;
Ankara'ya "yaptırımlar agresif bir şekilde uygulanmalı" mesajını verdi.
ABD'nin bu konuda Erdoğan üzerindeki baskısını artırabileceği
belirtiliyor...

*
Doğu Akdeniz gazının Avrupa'ya Akdeniz altından yapılacak boru hattından
gönderilmesiyle ilgili işbirliği anlaşmasını imzalamasıyla birlikte,
Bölge ilerideki zorlukları ve artan tehlikeleriyle ön plana çıkmıştır.
Artık Suriye ve Doğu Akdeniz bölgesinin jeopolitiği birlikte anılıyor.
Bunun için Erdoğan'ın bölgesinde güce dönük ve zorlayıcı diplomasiye
dayanan taktik anlayışından vazgeçmesi,
Tutarlı bir strateji izleyebilmek için Doğu Akdeniz, Ege Denizi ve
Suriye'nin ayrı bir alt sistem statüsüne yükseltilmesini müzakere etmesi,
Ve transatlantik işleyişin derinleşmesinde bölgede yapıcı bir rol
oynaması gerekiyor.

*
Mart'ta Avrupa Parlamentosu'nun genel kurulunda, Türkiye ile Avrupa Birliği
(AB) arasındaki;
Katılım müzakerelerinin askıya alınması önerisinde bulunan kararın kabul
edilmesi,
Türkiye-AB ilişkilerinin etkin bir ortaklık temelinde yeniden
tanımlanmasının istenmesi,
Erdoğan'ın bir diğer handikapıdır.
Kararın gerekçesini Türkiye'nin son anayasa değişikliğiyle yürürlüğe aldığı;
Ama Hukukun üstünlüğü: İnsan hakları ve azınlıklara saygı: Kadına şiddet:
Demokrasiyi garanti altına alan kurumsal istikrarın,
İşleyen bir pazar ekonomisi: Avrupa Birliği'nin siyasi, ekonomik ve parasal
birlik amaçlarına bağlılık esaslarının yerine getirilmesinin mümkün
olamayacağı iddiası oluşturdu.
Erdoğan'ın önemli dış ticaret ortakları olan Avrupalı ülkelerle ilişkileri
zorlu bir süreçten geçmeye devam ediyor.

*
Listeyi çok uzatmak mümkündür.

31 Mart yerel seçimleri muazzam bir siyasi gerilim yaratmış bulunuyor.
Erdoğan'ı hemen her alanda keskin u dönüşleri bekliyor.
Bu mümkün değildir.
Bu gerilimden Türkiye'yi düzlüğe çıkarmanın biricik yolunun tam bir "Ulusal
Birlik"ten geçtiğini kaydetmek gerekiyor.

1.4.2019
 Ahmet Kılıçaslan AYTAR
ahmetkilicaslanaytar@gmail.com


**************

İKİ ARADA BİR DEREDE İRAN İSLAM CUMHURİYETİ


Ahmet Kılıçaslan Aytar
<ahmetkilicaslanaytar@gmail.com>: 
Oct 27 05:48PM +0300
dunyaturkbirligi@googlegroups.com


Trump Yönetimi, azami baskı kampanyasıyla İran rejimini zayıflatmakta oldukları ve İran'ı habis faaliyetlerinden hızla geri döndürdükleri,
İran halkına ve komşularına hak ettikleri barış ve refahın getirilmesine yardımcı oldukları iddiasındadır.
İran ise ABD yönetiminin stratejisine siyasi bir güvence sağlamak için gerçekleri manipüle ettiğini savunuyor.

*
Şu anda İran ve vekilleri El Hasd El Şabi, Bakır Tugayı, Fatimun Tugayı ve Suriye Hizbullah'ı,
Suriye'nin kuzeydoğusunda Deir el-Zour kentinin güneyinde, sert ve yumuşak güç kullanarak en az yedi şehri kontrol ediyor.
Bölgede, ekonomik, sosyal ve dini yardımlarla uzun vadeli askeri konsolidasyon sağlamak hedefi güdülüyor.

*
İran, Bağdat ve Şam ile üçlü koalisyonunu güçlendirirken,
Bir taraftan da terörizmin tamamen ortadan kaldırılması için El Hasd El
Şabi ve diğer gruplarla Suriye topraklarında, ABD'nin askeri varlığına
karşı çıkmak için hazırlık yapıyor.
İran, bölgede biri Mayadin'in batısında diğeri El-Bukamal'de iki yeni
askeri üs kurdu...

*
İran ayrıca bu bölgeden Irak'ta görev yapan El Hasd El Şabi güçlerine
destekte bulunurken,
Bölgedeki varlığıyla Esad rejiminin Ulusal Savunma Gücü milislerinin gücünü
önemli ölçüde zayıflatıyor.
Bölgedeki Rus askeri birliklerin varlığı bile en aza indirgenmiştir.

*
İran Devrim Muhafızları Ordusu, Deir el-Zour'da daha önce Sünni egemenler
tarafından kurulan eski kutsal bölgelere yeni Şii ibadethaneleri
yerleştiriyor.
Yerel dini meşruiyet üretmek hedefleniyor.
Bu misyon, İran'ın oluşturduğu sayısız insani yardım kuruluşuyla iyi bir
uyum sağlayarak, yerel halka Şii prensiplerini tanıtıyor ve onlara yardım
dağıtıyor.
Deir el-Zour giderek İran'ın dini ve stratejik hedeflerinin merkezi haline
geliyor.

*
Ancak ABD ve bölgesel müttefikleri İran'ın askeri varlığı ve sosyal
etkisine karşı harekete geçmiştir.
Bir çok gösterilerle İran'ın Orta Doğu'da Amerikan ve müttefiklerinin
çıkarlarına büyük bir tehdit oluşturan Irak'ta, Suriye ve Lübnan'da "Şii
Hilal" yaratma çabaları engelleniyor.

*
Son bir ayda hem Irak hem de Lübnan'da yolsuzluğa ve ekonomik reform
eksikliğine karşı gösteriler patlak verdi.
Kitlesel hükümet karşıtı protestolar giderek Lübnan'ı ve Irak'ı sardı.
İran'ın etkisi ve Hizbullah'ın egemenliği şiddetle kınanıyor.
Her iki ülkede de, Şii kasabaları ve şehirlerini sarsan benzeri görülmemiş
protestolar, İran'ın bölgede nüfuz sahibi olma sisteminin başarısız
olduğunu gösteriyor.
İran ve vekil güçlerinin askeri ve siyasi zaferlerinin Irak ve Lübnan'daki
Şii toplulukları için sosyoekonomik bir dönüşümü sağlayamadığı anlaşılıyor.

*
Deyr El Zor, İran ve vekil güçlerinin hemen yanıbaşında Suriye Demokratik
Güçleri'nin (SDF) denetimindedir.
SDF için Deyr El Zor petrol sahaları IŞİD'den geri alındığından bu yana
önemli bir gelir kaynağıdır.
Petrolü Suriye hükümetine satan SDF, özerk yönetimini bu gelirle finanse
ediyor.

*
Perşembe günü Pentagon, ABD'nin bu bölgeye önemli düzeyde askeri varlık
getireceğini,
Özellikle petrol sahası bölgelerini IŞİD militanları yanı sıra Suriye'de
faaliyet gösteren İran destekli güçlerin olası saldırılara karşı da
savunulacağını açıkladı.
Suriye Deyr Ez Zor'da, SDG denetimindeki petrol sahalarını ve bu bölge
yakınlarında görev yapan ABD askerlerini korumak amacıyla,
Tank veya daha hafif zırhlı aracın yanı sıra asker konuşlandırılacaktır.
ABD'nin Suriye'deki petrol sahalarını korumak için değerlendirilen bu
planın,
Bölgede Rusya, İran ve Suriye rejimine karşı ABD'nin ateş gücünde önemli
bir artış sağlayacaktır.

*
Bu gelişmelerin ortasında Türkiye'nin kuzeydoğudaki Suriye'de SDF'ye
yönelik askeri harekâtı İran'ın protestosuna yol açtı.
Mart 2011'de Suriye İç Savaşı'nın patlak vermesinden bu yana, İran ve
Türkiye karşı taraftaydı;
Tahran ve Moskova, Esad rejiminin hayatta kalmasında ve Ankara ise rejim
karşıtlığını desteklemekte kritik rol oynadılar.

*
Başkan Trump'ın ABD birliklerinin Suriye'nin kuzeyinden tahliye edileceğini
açıklaması,
ABD'nin Suriye topraklarındaki varlığının Suriye'nin egemenliğinin ihlali
olduğunu düşünen Tahran'da memnuniyet yarattı.
Ancak İran Cumhurbaşkanı Rouhani, Erdoğan'ın Kürt topraklarındaki
harekâtını istila olarak değerlendirdi.
Rouhani bölgesel istikrarsızlığın artacağı gerekçesiyle Türkiye'yi kınadı.

*
Yine de Tahran, ABD yaptırımlarını aşmasına izin veren ve İran gazının
Avrupa ülkelerine tedarik edilmesi için önemli bir kanal oluşturan Ankara
ile ilişkisini riske atmadı.
Ama Erdoğan'ın harekâtına paralel olarak ülkesinde Türkiye sınırında " Bir
Hedef, Bir Kurşun - One Target One Bullet ” adında,
Piyade ve zırhlı birimleri terörle mücadele özel birimleriyle birleştirerek
geniş çaplı bir askeri tatbikat başlattı.
Hem Türkiye'ye, hem Batı Azerbaycan' da İran kökenli yaklaşık 8 milyon
Kürt vatandaşına hem de "Yalnız Değilsiniz Rojava" sloganlarıyla Suriye
Kürdistanı'na güç gösterisi yaptı.

*
İran stratejik derinliğini sınırları ötesinde kontrol ettiği bölgelerde
genişletmek istiyor.
Ama Türkiye'nin harekâtı hem Suriye'nin toprak egemenliğini ihlal ederek
İran'ın emanetindeki Esad'ın kişisel prestijine zarar veriyor,
Hem de Türk ordusu ile birlikte hareket eden Şii İslam'ı sapkınlık kabul
eden ve uygulayıcılarına zulmeden El Kaide'ci Hay'at Tahrir kül-Şam, Jaish
el-Islam, Suqour el-Sham gibi,
Pek çok Selefi cemaat grubuyla büyük bir endişeye neden olurken, İran'ın
bölgesel politikalarına meydan okuyor...
Bu endişe, İŞİD'in yükselişi, genel olarak Şii İslam'a ve özellikle İran'a
verdiği potansiyel tehditi anlayan İranlı politikacılara verdiği
zorluklardan kaynaklanıyor.
Sünni milislerin konuşlandırılması Suriye'nin kuzeyindeki İran'ın manevra
kabiliyetini de sınırlıyor...

*
İran için bir diğer husus etnik-ulusal boyuttur.
Kürt azınlığın milli istekleri, büyük Kürt nüfusu içeren dört ülkenin
hepsine önemli zorluklar getiriyor.
Suriye'deki Kürt özerk topraklarının emsali, Ocak 1946'da "Mahabad
Cumhuriyeti" nin kurulmasına yol açan isyanı hatırlatıyor.
Daha büyük bir Kürdistan fikri ve Kürtler arasındaki ulusal yakınlık
duyguları Tahran'da korku yaratıyor.
İran liderliğinin etnik ayaklanmalarla sonuçlanabilecek huzursuzluğa
dayanamayacağı öngörülüyor.
Bu nedenle , İran şehirlerinde endişeyle Türkiye'nin harekâtı protesto
ediliyor...

*
Bunlarla birlikte Türkiye'nin harekâtı, İran'ın çıkarlarını ilerletebilir!
Türkiye'nin kuzeydoğu Suriye'deki harekâtı, o bölgede İran varlığını meşru
gösterebilir.
İran, Rusya ve Türkiye arasındaki taktiksel koordinasyona rağmen,
Ankara'nın kuzey Suriye'deki güvenlik bölgesini genişletme arzusu;
İran'ı kendi kuzeybatısından Irak'a, Suriye toprakları derken Akdeniz'e
çıkarabilir...

*
İran'ın Arap dünyasında Suriye rejiminin koruyucusu bir kalkan olarak
algılanması,
Hegemonyasını güçlendirme ve Suriye'deki faaliyetlerini genişletmek için
kullanışlı bir bahane sunuyor.
Kürtler ve Esad rejimi arasındaki savunma anlaşmasıyla Suriye Ordusu Suriye
Kürdistanı'na yayılırken,
Esad'ın onayı ile İran Devrim Muhafızları ve vekil güçleri Suriye'deki
varlıklarını pekiştirecek bir fırsata da sahip olabilecektir.

*
İran rejimi, uluslararası toplumun Türkiye'nin harekâtını engelleyeceğini
düşünüyor.
Ankara'nın eylemlerine küresel bir odaklanmanın ise dikkatleri Tahran ve
İŞİD'le mücadeleye yönlendireceği,
Böylece İran'ı stratejik derinliğini genişletme girişiminden
uzaklaştıracağı öngörülüyor

*
Türkiye'nin harekâtı, Esad rejimini istikrara kavuşturmak için yoğun bir
şekilde yatırım yapan İran liderliğine zorluklar yaratırken,
İran'ın Suriye'deki çıkarlarına potansiyel faydalar da sağlıyor!


27.10.2019
 Ahmet Kılıçaslan AYTAR
ahmetkilicaslanaytar@gmail.com

***

KİN KAPISINDA HANGİ TÜRK ASILACAK?

KİN KAPISINDA HANGİ TÜRK ASILACAK?


 Rifat Serdaroglu

"Yılmaz ARSLAN" 
<y.arslan57@gmail.com>: 
Feb 08 03:36AM +0200
Rıfat Serdaroğlu

Osmanlı Döneminde üç Patrik, ihanetlerinden dolayı asılmıştır.

1) Patrik Birinci Kiril.

Dördüncü Murat zamanında, Cizvitler ile Kalvinciler arasında ölümüne bir kavga vardı. Cizvitlerin yönlendirdiği Fransız ve Avusturya Elçileri, dört defa azlettirdikleri fakat tekrar seçilen Patrik Kiril'i "Hıristiyanlıkta Reform" yapıyor suçlamasıyla Saray'a şikayet ettiler.
Yapılan incelemede, Patrik Kiril'in "Rum Teb'a arasına dinî nifak soktuğu" gerekçesiyle suçlu bulundu ve 26 Haziran 1638 de Rumelihisarı'nda asıldı.

2) Patrik Üçüncü Parthenius.

Eflâk ve Boğdan Voyvodaları, Patrik Üçüncü Parthenius tarafından Osmanlı'ya karşı isyana kışkırtıldılar ve isyan ettiler. Köprülü Mehmet Paşa, Patriğin Ruslara gönderdiği mektubu ele geçirince asılmasını emretti. Patrik, 24 Mart 1657 de İstanbul-Beyoğlu-Parmakkapı'da asıldı.

3) Patrik Beşinci Gregorius;

Patrik tarafından, Megalo İdea yönünde faaliyet gösteren Etnik-i Eterya Cemiyetinin merkezi İstanbul-Balat'a taşındı. Mora isyanına, Patrikhanenin Papazları öncülük etti. Ön binlerce insanımız katledildi. Patriğin yeraltı faaliyetleri belgelendi. Patrik, "Görevimi yaptım" dedi. Yargılandı ve Sultan İkinci Mahmut'un emriyle, Patrikhanenin orta kapısı önünde astırdı.
Patrikhane o kapıyı zincirle bağlayarak kapattı. Kapıya "KİN KAPISI" adı verildi. Asılan Patrik ile aynı seviyede bir Türk Devlet Adamı, aynı yerde asılıncaya kadar, kapının kapalı kalacağı ilan edildi.
Kin Kapısı halen kapalıdır.

Erdoğan'ın izniyle, Yunan Başbakanı Çipras'ın ziyaret ettiği yer işte burasıdır.
Osmanlı'ya bağlı olduğunu sıkça söyleyen Erdoğan, Sultan İkinci Mahmut'un yaptığı hakkında ne düşünmektedir?

Değerli Okurlar;

Türk Milleti olarak bizler herkesin inancına, etnik kökenine, kültürüne saygı duyar ve onları koruruz. Göreme Açık Hava Müzesini ziyaret ederseniz, Katolik Hıristiyanların katliamından kaçan Ortodoks Hıristiyanların mağara kiliselerine sığındıklarını, dönemin Türk Boylarının onları koruduğunu görürsünüz!
Atalarımız, Avrupa'da-Afrika'da-Kafkaslar ve Ortadoğu'da hakimiyet kurduklarında, kimseyi asimile etmek yoluna gitmediler. Herkesin kutsalına saygı duydular. Bizler de aynıyız. Herkesin inancını, etnik kökenini, kültürünü, geleneklerini onların onuru kabul eder ve saygı duyarız.

Fakat Devletlerarası ilişkilerde sadece "Karşılıklılık" esası geçerlidir.
"Kardeşlik Hukuku", "Biz dostuz", "Stratejik Ortağız", "Biz Eşbaşkanız" gibi ilkellikler ancak "Devlet Adamı" vasfı taşımayan cahillerin işidir. Tıpkı Yunanistan tarafından işgal edilen vatan topraklarını görmezden gelenler gibi!

Yunanistan'ın, ülkesinde kendi vatandaşları olan Müslüman Türklere nasıl davrandığını kısaca özetleyelim mi?
-Yunanistan'da ki Müslümanlar, kendi Müftülerini seçemezler. Yunan Devleti onların başına bir Müftü tayin eder.
-AKP; Türkiye'de Patrik Bartholomeos başkanlığındaki "Sen Sinod Meclisinin" İzmir'e Metropolit atamasına bile izin verdi!

-Yunanistan'daki Osmanlı-Türk eserleri çürümeye bırakılmıştır. Yunanlılar ne bizim onarmamıza izin verirler ne de kendileri onarırlar. Yunanlılar bir tek ata yadigarı eserin tapusunu bize devretmediler.
-AKP, ülkemizdeki azınlıklara üzerinde hak iddia ettikleri malların tamamının tapularını devretmiş ve ata yadigarı tarihi eserler, Türk Milletinin elinden kaçmıştır.

-Atina'da resmi izinle yapılmış 1 tane Cami vardır. (2017 de açıldı)
Caminin 7 kişilik yönetim kurulu vardır. (1 Kişi Eğitim Bakanlığından-1 kişi Maliye Bakanlığından- 2 kişi Belediyeden-1 Yüksek Mahkeme Üyesi- Yunanlıların seçeceği iki kişi) Camiyi bu yedi kişi yönetir.
-Türkiye'de 349 kilise, 38 adet Sinagog var. Ayrıca AKP'nin izin verdiği binlerce apartman dairesi kilisesi ve buralarda misyonerlik yapan binlerce eleman vardır.
Hepsi de faaliyetlerine özgürce, devlet müdahalesi olmadan devam etmektedir.

Sizlerin şahitliğinde Erdoğan'a bir soru soralım mı?
Siz Çipras'ın, Patrik Bartholomeosu ve kapalı Heybeliada Ruhban Okulunu (Kin Kapısını) ziyaret etmesine izin verdiniz.
Dostunuz Çipras'tan, Atina'da ki Camide Kur'an okumak için izin isteyin lütfen!
Bakalım size izin verebilecek mi? Yoksa sizi yedi kişilik komiteye mi yönlendirecek?

Bu arada, Çipras'tan Yunanlıların yasa dışı işgal ettikleri Türk Adaları ile Yunanistan'a iltica eden 15 Temmuz darbecilerini "Türkiye'ye Teslim Etme" sözü aldınız mı?
Duyamadım, lütfen bir daha söyler misiniz?

Sağlık ve başarı dileklerimle.,
 07 Şubat 2019
Rifat Serdaroğlu


---------

İslam, İslamcılardan çektiğini kimseden çekmedi. İslam; dinimin adıdır, İslamcılık ise Emevi Arapçılığının... Boyun eğmiyoruz Muaviye'nin torunlarına, boyun eğmiyoruz, eğmeyeceğiz!


**************

GEÇMİŞİMİZLE BUGÜNÜ MUKAYESE YAZILARI., BÖLÜM 5

GEÇMİŞİMİZLE BUGÜNÜ MUKAYESE YAZILARI.,   BÖLÜM 5




Bela Arıyorlar.

BEKİR HAZAR 
@Bekir_Hazar
07 Ağustos 2018, Salı 

CASUS Brunson ile ilgili her geçen gün yeni bilgiler ortaya çıkıyor. Adamın CIA ile bağlantısı, Amerikan Özel Kuvvetlerinde yıllarca yaptığı göreve ve katıldığı operasyonlara kadar uzanıyor. Bugün, Amerika ile krize yol açan Casus Brunson'a CIA'dan 15 Temmuz'un hemen ertesinde "Derhal Türkiye'den kaç" talimatı geldiği ancak bunu başaramadan yakalandığı konuşuluyor. Ayrıca Brunson bugün Türkiye'de casusluk yapmış ilk isim değil...
Onun gibi bu topraklar üzerinde operasyon yapan çok sayıda ismin, gazeteci, işadamı, öğretmen, din adamı kisvesinde görev yaptığı belirtiliyor. Tüm bu casusların isimleri tek tek istihbarat birimlerimiz tarafından belirlendi.
Trump bu krizi Türkiye'ye karşı koz olarak kullanıyor. Çünkü şu anda hem Türkiye ile hem de dünya ile büyük krize yol açacak bir konu pazarlık masasında. O da İran'a uygulanacak ambargo... Washington "BM kararı olmaksızın tek başına ve İsrail lehine bir karar alarak tüm dünyayı İran'a karşı ambargo"ya çağırdı. Türkiye "Birleşmiş Milletler kararı olmadan biz bu yaptırımlara uymayız" dedi. İşte bu açıklama Washington'un canını sıkıyor.
Tabii Avrupa da bu çağrıya şiddetle karşı çıktı. Başta Almanya ve Fransa olmak üzere AB üyelerinin neredeyse tamamı dün "İran ile ticari ilişkilerimizi kesmeyeceğiz" dedi. Hatta İran ile ticaret yapan Avrupa şirketlerine Amerika'dan zarar verilecek girişimler gelirse bunu devlet olarak karşılamaya hazırlanıyorlar. Ticaret ve Para savaşlarının geldiği nokta inanılmaz boyutlara ulaştı. Herkes siper kazıyor, süngü temizliyor, silahları yağlıyor. Adamlar oturuyor, bu ay sonunda başlayacak ve Kasım'da şiddetlenecek "İran'a ambargo"nun hangi ülkeye ne kadar kaybettireceğine kadar araştırıyorlar. Nitekim Beyazsaray'ın resmi yayın organında "Türkiye Amerika'nın yanında yer alıp İran'a ambargo uygularsa ne kaybedecek" konulu bir araştırma yayınlandı. Öncelikle yaptırımlarda İran hükümetinin ABD dolarıyla alışveriş yapması yasaklanıyor, altın ve diğer değerli metal ticaretini engelleniyor. Otomotiv ve yedek parça ticareti sınırlandırılıyor. Bu ürünleri İran'a satmaya devam edecek ülke ve şirketlere de yaptırımlar getiriliyor. Beyazsaray resmi yayın organına göre Türkiye ve doğu komşusu İran arasındaki ticaret hacmi, 2017 yılında 10,7 milyar dolar civarında gerçekleşti. "Türkiye, İran'dan büyük çoğunluğu petrol-doğal gaz alımı olmak üzere 7,5 milyar dolarlık ithalat yaparken, altın, çelik profil, lif levha ve otomotiv yan sanayi ürünleri ağırlıklı olmak üzere 3,2 milyarlık ihracat gerçekleştirdi" deniyor. İran'ın ihracat ortaklarına bakıldığında Türkiye yüzde 11,1 ile, Çin Hindistan ve Güney Kore'nin ardında dördüncü sırada yer alıyor. Türkiye'ye "İran ile ticareti toprağa göm, 10.7 milyar dolarlık alıverişini kes" deniyor. Beyazsaray resmi yayın organı VOA'daki araştırmada İranlıların Türkiye'nin farklı kentlerinde ortalama 160 bin dolardan bin tane konut aldığı bile yazılıyor. Sadece Van'dan İran ile 102 milyon dolarlık sınır ticareti yapıldığı bunun çoğunluğunun ihracat olduğu belirtiliyor.
İran ile 10 milyar doları aşan ticaretimizi tamamen bitirmeye çalışan ABD, bunun Türk kamuoyunda oluşturacağı nefreti önlemek üzere pazarlıklarını casus Brunson üzerinden yapıyor. "Siz ne kaybederseniz kaybedin önemli olan bizim kazancımız" diyen haydut devlet görüntüsü ile bize geliyorlar. Dolarla oynayıp üzerimize saldırıyorlar. Bu ülkeyi teslim almak için her yolu denediler. Gezi ile başlattıkları senaryoları 15 Temmuz darbe girişimine kadar taşıdılar. Her argümanı kullandılar. Artık ellerinde sadece dolar ekonomi silahı kaldı. Şimdi o son mermiyi kullanıyorlar. Ancak hala hesap edemiyorlar. Türkiye artık eski Türkiye değil... Bu Millet de artık uyandı ve Diriliş günlerinden Şahlanış dönemine girdi. Bunu bildikleri için Bloomberg adlı TV kanallarıyla "Türkiye'de çılgın projelere imza atacak şirketlere de yaptırım gelecek" diyerek projeler üretip, "Bak bunu da uygulayarak Türkiye'yi köşeye sıkıştırabilirsin" diye akıl veriyorlar. Ne yaparlarsa yapsınlar, bu tür tehdit, baskı ve operasyonlar ile Türkiye'ye diz çöktüremeyeceklerini öğrenecekler. Bu ülkeye, halkına ve onun seçtiklerine karşı yaptıkları her operasyon bumerang gibi kendilerine döndü. Rezil oldular ve kaybettiler.
Casusları kelepçelendi... Ve dahası başı beladan kurtulmayan Başkanları bugün sorgulanmak üzere savcının yanına çağrılıyor.
Bir Türk atasözü der ki; Kazana yanaşırsan karası bulaşır... 
Kötülüğe yanaşırsan belası bulaşır. 
Kötülüğe yanaşanlar yine kaybedecekler... 
Belki başkanları azledilecek!

https://www.takvim.com.tr/yazarlar/bekirhazar/2018/08/07/bela-ariyorlar


*********


Büyük Patron.

Ergün Diler 
/ergundileryazar
@ergn_diler

07 Ağustos 2018, Salı 


TRUMP'IN yön değiştirmesi, PASTÖR BRUNSON'un krizin temel ögesi haline gelmesi, ikinci adam PENCE'in sert ve kararlı çıkışları, ekonomideki dalgalanma, İran'a uygulanacak AMBARGO ve karşı çıkan blok'un seslerini yükseltmesi, ABD Başkanı ve ailesine yönelik baskıların giderek kendini hissettirmesi, Putin'in "Bizde kaset yok" gibi imalı açıklamaları, kazalar, patlamalar ve korku...
Hepsi BÜYÜK SAVAŞIN küçük cepheleri aslında.
Yukarıda kocaman iki büyük güç kavga ettiği için herkes tedirgin.
Geniş bakmayı bilemeyenler ise yarının ne getireceğini kestiremiyor...
Kavgayı çok ama çok güzel anlatanlar var.
SIR değil.
Sadece buralarda bu işlere böyle bakılmıyor. Nedenini bilmiyorum. İlgilenmiyorum da. Ama İYİ PARTİ'de ya da CHP'de ne olacağını merak ediyorsak bile bu kavgayı bilmek zorundayız. Gerisi hikaye çünkü...
Açalım biraz...
Geniş adımlarla gelip finalde küçültelim...
Romanov ailesini bilen, Rothschild ailesinin gücünü daha iyi anlar. ROMANOV'lar ABD'nin kuruluşunda etkin olarak yer alan bir aileydi! Tarafı belliydi!
Washington ile ailenin savaşı da en az 100 yıl öncesine dayanır.
Çar 2. Nicholas olarak bilinen Nikolai Alexandrovich Romanov, 1894 yılından devrildiği yıl olan 1917'ye kadar Rusya İmparatorluğu'nu yönetirken, Rothschild ailesinin bu işte birçok hamlesi olduğunu biliyoruz.
Zaten SIR da değil!
O tarihlerde Rothschild, Romanov ailesini yok ederken Japonya merkezli adımlar atıyordu.
Romanov ailesinden resmi olarak kimsenin yaşamadığı varsayılıyor.
Rothschild ailesi var olduğu sürece hiçbir Romanov ortaya çıkmayacak.
Romanov ailesinin devrilmesiyle birlikte Rothschild, Amerika Birleşik Devletleri'nde de çok güçlendi.
Washington ve New York merkezli bu yükseliş, ailenin 4 kıtada da etkinliğini arttırdı.
Şimdi Rothschild ailesinin, Romanov ailesi olarak gördükleri yeni bir rakip var.

ŞAKA DEĞİL GERÇEK!

Olay da bu zaten... AİLE, yani Rothschildler, PENTAGON ve onlara ait kolları kesmek için karar verdiler. Zaman zaman ORTAKLIK bile yaptıkları organizasyonu artık tamamen bitirmek için düğmeye bastılar. Birkaç hafta önce Rothschild, Pentagon'daki 13 kişiye çok özel bir mektup gönderdi.
ABD Savunma Bakanı Mattis ve Genelkurmay Başkanı Dunford'un da bu 13 kişilik listede oldukları söyleniyor. Ancak Mattis de Dunford da mektuplarla ilgili küçük bir tepki bile vermedi. Görmezden geldi ya da gizli adım atmak istedi.
Bilmiyoruz.
Ama izliyoruz!
Önemli olan gönderilen mektuplardaki AYRINTIYDI!
Hepsinde farklı farklı dil kullanılsa da ROMANOV detayı hepsinde aynıydı!
Yani Rothschild, Romanov'u nasıl bitirdiğini bu mektuplarda anlatıyor.
Ayrıca ROMANOV ailesinden her bir bireyin ROTHSCHILDLER'e nasıl yalvardığına geniş yer verilmekte...
MEKTUP işi bardağı taşıran son damla! AİLE resmen PENTAGON'a savaş açmış durumda. NET!
Pentagon da Rothschild ailesiyle bu günlere geleceğini biliyordu. Hatta ailenin neden bu kadar beklediğini anlayamıyorlardı.
Şimdi savaşın etkilerini göreceğiz.
Çeşitli şekillerde ve her yerde!
Her yer güvensiz olmak zorunda.

ÖYLE DE OLACAK!

Aile, paranın gücü ile güvensiz noktaları daha kolay yönetebileceğini biliyor. Elindeki güçlü medya ve eğitim kurumlarıyla Pentagon'un oyun alanlarını daraltacağını da göreceğiz.
Pentagon da bunları tahmin ediyor ve hazırlık yapıyordu!
Ancak Pentagon'un hamlesinin ne olacağı bilinmiyor.
Sızan bir unsur yok. Mesajı aldıkları kesin, nasıl cevap verecekleri muamma!
Bazı akıllı adamlara göre Pentagon'un sürpriz adımı SUUDİ ARABİSTAN'dan gelecek!
Tüm dünya dillerinde kolay telaffuz edilmesini sağlamak amacıyla Suudi Arabistan'da 'NEOM' adı verilen bir kent kuruluyor. NEOM, İngilizce'deki 'NEW' ve Arapça'daki 'MÜSTAKBEL' kelimesinin ilk harfinin birleşiminden oluştu.
NEOM, Pentagon'un birçok stratejik operasyonlarında kullandığı bir şifredir.
Bu kentin en önemli özelliği, Yeni İpek Yolu'na yön verecek olması.
NEOM'un yüzölçümü, yaklaşık 30 bin kilometrekare olup, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Bahreyn ve Lübnan gibi ülkelerden daha büyük.
Dünya nüfusunun yüzde 70'inin NEOM 'a maksimum 6 saat (2025 yılında ise sadece 3 saatte) içinde ulaşım sağlayacak sistem hazırlanıyor.
NEOM, Yeni İpek Yolu'nun içinde alternatif bir güzergah olacak.
NEOM'la bölge ticaretinin yıllardır olduğu gibi ABD tekelinde kalması sağlanacak ve Avrupa Birliği de kontrol altına alınacak. NEOM'un Akabe Körfezi, Süveyş Kanalı ve deniz ticaret yollarına yakın bir noktada inşa edilmesi, Akdeniz'in de NEOM'a bağlanmasını sağlayacak.
Bu planı Rothschild ailesi hazırladı.
Ancak Nayef'in yerine Veliaht Prens olarak Selman'ın atanmasıyla işler değişti. Pentagon öne geçti. NEOM, belki de bugünkü savaşın en önemli nedenlerinden biri...
Aile için artık hiçbir hatanın kabul edilmeyeceği günlere geliyoruz.
Çin'in yeni süper güç olmasını sağlayacak projeyi Pentagon'a kaptırma ihtimali, NEOM'un Washington merkezli inşa edilmesi kabul edilebilecek bir durum değil.
100 yıllık planın bir anda elde kalmasının önüne geçmek için ailenin gizli planlarının da devreye gireceğini göreceğiz.
Pentagon açık şekilde Rothschild ailesiyle savaşa hazırlanıyor. Bunun da fazlaca işareti var!
NATO'nun Akdeniz'e ulaşması, yeni bir pozisyon alması savaşın Pentagon tarafından getirildiği noktayı ortaya koyuyor!
Eğer AİLE Akdeniz'i kaybederse İpek Yolu'nda etkin olma şansı hiç yok!
Hem Pentagon hem de NATO ile savaş, aileyi çok yıpratır.
AİLE bunun farkında! Bu nedenle şimdilerde PARANIN çok değerli olduğunu göreceğiz. Pentagon silahın dışında parayla da SAHNE aldı. Bazı adımları oldu. Hem de çok ciddi.
Şimdi ailenin de buna karşı silahla karşılık vermesi önemli.
Ancak ailenin silahlı bir güç kullanması çok zor. entagon içinde etkileri büyüktü.
Ancak PENTAGON'daki generallerin tamamı şimdi ABD tarafında.
Pentagon tek vücut yani!
Şimdi Pentagon mektupları tehdit kabul ederse, o zaman daha farklı olur.
Eğer bu mektupları umursamadan yine kendi planına sadık kalırsa, yine farklı bir dünyada yaşarız.
Ancak ilk duyumlara göre mektupların Pentagon'u daha da kızdırdığı yönünde.

BU NEDENLE DEĞİŞİK GÜNLERDEN GEÇİYORUZ...

Dilerseniz siz yine içeri dönün!
"Kemal Bey mi gelecek, İnce mi ipi göğüsleyecek" diye tartışa durun!
Ya da "İYİ PARTİ'yi bekleyen gelecek ne" sorusuna kafa yorun.
Sizin kararınız...
Ama dünya bu!

BÜYÜK SAVAŞIN İÇİNDEN GEÇİLİYOR. İRAN DA TÜRKİYE DE ÇOK AMA ÇOK ÖNEMLİ.

Rüzgar burada da hissedilecektir.

NET!

Türkiye, ÇİN'i partner seçtiğini ilan etti... Kazanan biz olsak da tereyağından kıl çeker gibi olmayacaktır.
Yeni bir dünya kuruluyor çünkü...

BAKALIM BÜYÜK PATRON KİM OLACAK?

https://www.takvim.com.tr/yazarlar/ergundiler/2018/08/07/buyuk-patron


*********


İSRAİL FİLİSTİN BARIŞI NEYİ BEKLİYOR 

Ahmet Kılıçaslan AYTAR
ahmetkilicaslanaytar@gmail.com

Başkan D.Trump İran'a karşı bir ittifak kurmak için;

1- Suudi Arabistan'ı silahlandırmayı ve onları daha önce olmadıkları tarzda
bir müttefik olarak masaya getirmeyi,
2- Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıyarak bu kentle ilişkileri
canlandırmayı,
3- Bu sırada Filistin Yönetimi'nin "Peki Trump, sen bizim bazı faydalar
elde edeceğimizden bahsettin. Nedir onlar?" demesinden hareketle,
Filistinlilerle ilişkileri canlandırmayı ve pekiştirmeyi öngördü...

*
Öncelikle Filistin-İsrail çatışmasının ancak her iki tarafa da istediği
şeyi vermekle çözebileceğini, Sonra Suudilerin İsrail'i tam teşekküllü ortak olarak kabul etmesiyle birlikte İran'a karşı gerçek bir ittifaka sahip olunacağını düşündü.

*
Teorik olarak doğruydu ama bununla ilgili sorun, Filistinlilerin üzerlerine
düşeni yerine getirip getiremeyecekleriydi.
Filistinliler henüz üzerlerine düşeni yerine getirmediler, hatta durum tam
tersi bir noktaya yükseldi.
Halbuki bu sırada, ABD hükümeti Filistin'i başkenti Kudüs ile birlikte
tanıyacak, buna karşılık Filistinlilerin geri dönüş haklarından
vazgeçeceklerdi.
Şimdi ABD hükümeti Filistinlilerle ilgili sorunları çözmedikleri için
İsrail'den yeniden karamsarlığa düşmüştür.
Yani Filistinliler yanlış davrandıkça ABD ve İsrail güç durumda kalıyor...
Filistin Yönetimi Amerikan hükümetini boykot etmeyi elli yıldır
sürdürüyor...
Trump'ın İsrail- Filistin Barış Planı ise uygun şartlarda açıklanmak üzere
Beyaz Saray'da bekliyor...

*
Bütün bu gelişmeler sırasında Suudi Arabistan ve İsrail ilişkileri resmi
değil ama sahne arkasında sürüyor.
İki ülke arasındaki ilişkiler 2015' de İran nükleer programına karşı
verilen ortak çabalarla arttı.
Şimdi bağların, Prens M.Bin Salman'ın Başbakan B.Netenyahu ile bir toplantı
düzenlemesi ardından yeni zirvelere ulaştığı bilgileri geçiyor.

*
Ancak İran'a karşı ılımlı bir Sünni ittifak kurulması düşüncesi son bir
yıldır anlamını yitirmiştir.
Çünkü Başkan D.Trump, dünyanın dört bir yanında İslamcı terör ideolojisini
ve terörünü hızla yenmek üzere, Mayıs 2017'de Suudi Arabistan/ Riyad'ta düzenlenen zirvede, toplam 51 Arap ülkesiyle yeni bir stratejiyi uygulamak konusunda uzlaşmışken;

*
Yani terörist grupların kuşatılıp, kaçmalarına imkan vermeden yok etmeye
dayanan bu strateji de;
1- Bölgede yağmacı politikalar takip eden tüm ülkelerin aşırılıkları atmak
amacını paylaşan bir uluslar birliği haline gelmeleri,
2- Mısır Arap Cumhuriyeti'nin tüm aşırılık ideolojilerini görme ve
sınırlama rolü eşliğinde İslam'ın doğru öğretilerini yayması,
3- ABD'nin , Suudi otokrasisinin ve onun İran'a karşı NATO himayesinde bir
Sünni Arap askeri koalisyon oluşturmasını desteklemesi,
4- Ortadoğu'daki büyük trajedinin siyasi çözümü yolunda, ABD'nin
yükümlülüğünü asgari düzeye düşürecek iki ülkenin; Katar ve Türkiye'nin
tefriki planı uygulamaya konulmuşken;

*
Bunlara bağlı olarak;

1- Katar'ın Suudi Arabistan'ın vesayetine tabi olması,
2- Katar'ın Suriye'de İŞİD'le yaptığı işbirliğinin, İŞİD çevresinde biraraya gelen İslamcı Cihad güçlerini finanse etmekten, örgütlemek ve silahlandırmaktan alıkonulması,
3- Bahreyn kraliyet ailesine yönelik muhalefetinin önlenmesi,
4- Yemen'de Suudi karşıtı Husi asileri ve Suudi Arabistan'ın Şii ağırlıklı
El Katif bölgesindeki yönetim karşıtlarını desteklemekten vazgeçmesi,
5- Katar'ın İran ile ve onunla bağlantılı Filistinli İslamcı grupHAMAS'la,
6- Müslüman Kardeşler Örgütü ile arasına mesafe koyması uygulamaları içindüğmeye basılmışken,

Böylece Suriye trajedisinde savaş suçları işleyerek hukuku ihlal eden Esad
rejimi kadar muhalif tarafların, teröristlerin ve destekleyen,
Mesela, Katar ve Türkiye gibi ülke yöneticilerinin paylarını üstleneceği
bir sürece ilerlenmesi öngörülmüşken;

*
Ama şu anda Ortadoğu, iki kampa bölünmüş bir görünüm arz ediyor!
Biri Türkiye, Katar, İran ve Sudan'dan, Diğeri Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Mısır'dan oluşuyor.
ABD ve İsrail'in desteğine sahip olan bu ikinci kamp, Katar'daki boykotu ve
İran ile Türkiye bağlarını da zorluyor...

*
Ne ki, Suudi Arabistan'ın Başkan Trump'un İsrail-Filistin çatışmasının
çözümüne yönelik planına destek vermesi,
Karşılığında Kudüs'teki kutsal yerlerin kontrolünü ele geçirme çabaları,
Trump'ın Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanımasıyla gölgelenmiştir.
Çünkü Kudüs'ün başkent olarak tanınması kargaşası yaşanırken;
Suudi Arabistan'ın BAE ile Kudüs'e odaklanması ve Kudüs meselesini
sahiplenmesi, Ama geniş bölgesel etkileri olan Türkiye'nin, önemi küçümsense de İstanbul'da düzenlediği iki İslam zirvesiyle karşılık bulmuştur.
Türkiye ve Körfez ülkeleri; Suudi Arabistan liderliğinin Katar' a
uyguladığı ekonomik ve diplomatik boykot ve İran'a yönelik politikalar
konusunda da aynı fikirdedir...

*
Suudi Arabistan yakın zamandan beri kendisini hoşgörü, inançlar arası
diyalog ve ılımlı bir İslamiyet umudu olarak yansıtmaya çalışıyor.
Mekke ve Medine'den sonra İslam'ın üçüncü en kutsal alanı olan El Aksa
Camii'ne ev sahipliği yapan Tapınak Dağı'nda kontrolün ağırlıkla kendisinde
olmasını öngörüyor.
Nitekim Kral Salman, krallığın mali gücünü harekete geçirmiş,
Nisan'da bir Arap zirvesinde, İslam'ın Kudüs'teki kutsal yerlerini
desteklemek için 150 milyon dolar bağışta bulunduğunu açıklamıştır...

*
Suudi bağışı, Türkiye'nin Kudüs'teki İslami örgütlerle bağlantılarına,
gayrimenkul edinme çabalarına ve İslamcı turları organize etmesine karşı
çıkıyor.
2017'de İslamcı lider Erdoğan'ın binlerce taraftarı Kudüs'ü ziyaret
etmiştir, Türkiyeli aktivistler Tapınak Dağı protestolarına katılıyor...

*
Kudüs üzerinde iki kampın sayısız ekonomik, siyasal ve askeri girişimleri
İsrail- Filistin Barışını beklemeye alıyor.
Bu sırada Suudiler sahnenin arkasında İsrail'e Tahran'ın ortak düşman
olduğunu, İran ve Hizbullah'la savaşmak için hazır oldukları mesajı
verirken; Bir taraftan da kendi ülkelerinde düşmanın başta İsrail sonra İran olduğu propagandasını yapıyor.
Suudi formülü açıktır: İsrail'le olan gizli bağlar, çoğunluğu İsrail'den
nefret eden insanları memnun etmek için Yahudi devletine karşı aşırı bir
düşmanlık ile birleşmiştir...

*
Bu gelişmeler ABD'nin İsrail-Filistin Barış planını şirazesinden kaçırıyor.
Bu yüzden ABD hem İran'ı hem Türkiye'yi alabildiğine hırpalıyor...

*
Erdoğan Türkiye'yi tartışmasız yürütmek için kapsamlı güçler kazandığı bir
referandumdan sonra onlarca yıl sürecek bir miras bırakabileceği seçimi de
kazanmıştır.
Şimdi Türkiye rejimi giderek retoriği ve yaklaşımlarıyla El Kaide örgütünün
gelişmiş, karmaşık ve daha tehlikeli bir versiyonuna dönüşüyor.
Ama uluslararası toplum ve Türk Halkının ekseriyeti Erdoğan'ın diriliş
vizyonunu yerine getirmeye çalışan bir Türk Bin Ladin'e dönüşmesinden
rahatsızdır.
Birlikte El Kaide benzeri otoriter bir yönetimde Türk bin Ladin'i önünde
sonunda durdurulacaktır...


11.8. 2018
Ahmet Kılıçaslan AYTAR
ahmetkilicaslanaytar@gmail.com

***

GEÇMİŞİMİZLE BUGÜNÜ MUKAYESE YAZILARI., BÖLÜM 4

GEÇMİŞİMİZLE BUGÜNÜ MUKAYESE YAZILARI.,   BÖLÜM 4



Sözde Ermeni Soykırımı. 1915

Sözde Ermeni Soykırımı (Genozid: 1948 Nürnberg mahkemelerinde litaratüre giren bir kelime zaten 1915 olayları ile özdeşleştirilemez) ) 
tekrar günümüzün konusu oldu.

     5 Ekim 2000 Tarihli bir, kaynağı BM Genel Sekreteri Sözcüsünün Dairesi olan bir belge var. 
Bu belge bir bilgisayar iletişim ağı çerçevesinde gelmiştir; ama altında sözcü Farhat Haq’in adi yer almaktadır. 

Bu Belgede şöyle diyor:

“Birleşmiş Milletler Ermeni deneyimini ‘soykırım’ diye tanımlayan bir yazanağı hiçbir zaman ne onaylamış ne de desteklemiştir.”


Buna ek olarak OdaTV’denbir alıntıyı bilgilerinize Sunuyorum:  

Kaynak Yayınları’ndan çıkan “Atatürk’ün Bütün Eserleri” çalışmasının 11. cildinin 60, 61 ve 62 sayfalarında yer alan bu röportajda, Mustafa Kemal, gazeteci Streit’in “Harbi Umumi esnasında yapıldığı mütemadiyen ağızlarda dolaşan Ermeni katliam ve tehciri hakkında hükümetinizin resmi görüşü nedir?” sorusuna şöyle yanıt verdiği yazar:

“Rus ordusu 1915’te bize karşı büyük taarruzunu başlattığı bir sırada o zaman Çarlığın hizmetinde bulunan Taşnak Ermeni Komitesi, askeri birliklerimizin gerisinde bulunan Ermeni ahalisini isyan ettirmişti. Düşmanın sayı ve malzeme üstünlüğü karşısında çekilmeye mecbur kaldığımız için kendimizi daima iki ateş arasında kalmış gibi görüyorduk. İkmal ve yaralı konvoylarımız acımasız şekilde katlediliyor, gerimizdeki köprüler ve yollar tahrip ediliyor ve Türk köylerinde terör hüküm sürdürülüyordu.

Bu cinayetleri işleyen ve saflarına eli silah tutabilen bütün Ermenileri katan çeteler, silah, cephane ve iaşe ikmallerini bazı büyük devletlerin daha barış zamanından beri kendilerine kapitülasyonların bahşettiği dokunulmazlıklardan istifade ederek ve bu maksada yönelik olarak büyük stoklar husule getirmeye muvaffak oldukları Ermeni köylerinden yapıyorlardı.

İngiltere’nin barış zamanında ve harp sahasından uzak olarak İrlanda’ya reva gördüğü muameleye hemen hemen kayıtsız bir şekilde bakan dünya kamuoyu, Ermeni ahalisinin tehciri hususunda almaya mecbur kaldığımız karar için bize karşı haklı bir ithamda bulunamaz. Bize karşı yapılmış olan iftiraların aksine, tehcir edilmiş olanlar hayattadır ve bunlardan çoğu, şayet İtilaf devletleri bizi tekrar harp etmeye zorlamasa idi, evlerine dönmüş olurlardı.”

‘AMERİKALI GENERAL HARBORD ŞAHİDİMİZDİR’

Gazeteci Streit’in “Ermeniler ve Rumlar tarafından Türklere karşı vukuu rivayet edilen katliam hakkında ne gibi malumat verebilirsiniz?” sorusuna ise Atatürk şu yanıtı vermişti:

 “Gerek Umumi harp sırasında gerek Mütareke’den sonra Ermeniler ve Rumlar tarafından Müslüman ahaliye yapılan zulümler üzerinde durmak uzun bir hikaye olur. Brest-Litovsk Antlaşması’nın yapılmasını müteakip Rusların Doğu vilayetlerimizi tahliyeye başladıkları sırada Ermeni çetelerinin yapmış oldukları katliam ve tahribat kafi derecede herkesin malumudur. Sivas’ta benimle görüşmüş olan, daha sonra bu bölgeleri ziyaret etmiş eden ve buralarda Ermeni çetelerinin davranışları hususunda tafsilatlı gözlemlerde bulunarak daha sonra kendisine bu konuda anlatmış olduğum şeylerin doğru olduğunu Amerikalı General Harbord, Amerikan kamuoyunun kendisinden faydalı malumat temin edebileceği bir şahidimizdir. Taşnaklar daha sonra da Kars ve Oltu bölgelerinde Alexandropol Antlaşması’nın yapılmasına kadar cinayetlerine devam etmişlerdir” diyerek yanıtlamıştı.

‘WİLSON PROJESİ SADECE GÜLÜNÇTÜR’

Atatürk, “Wilson Ermenistan sınırları hakkındaki fikriniz nedir?” şeklindeki soruyu da şöyle yanıtlamıştı:  

“Ermenistan birkaç günden beri tekrar Taşnakların eline düşmüştür. Alexandropol Antlaşması’nı samimiyetle tatbik mevkiine koyacak her Ermeni hükümeti dostluğumuza güvenebilir. Milyonlarca Türk’ü binlerce Ermeni’nin hakimiyetine terk etmeye kalkışan Wilson projesi sadece gülünçtür” diye cevap vermişti.



****

Artık Sormak Zamanı: Asıl Dertleri Ne?

HAŞMET BABAOĞLU
05 Kasım 2019, Salı


   Bırakın, CHP'li vekiller, belediye başkanları ve yancıları bol bol konuşsunlar...
"Bak bu olmadı!" diyerek onları siyaseten maske takmaya ve ettikleri lafları daha sonra evirip çevirip düzeltmeye zorlamayın...
Bunları yapmayın ki, gerçek yüzlerini, esas hesaplarını, kafalarının arkasında yatanları görmek isteyen görebilsin...
Buna ihtiyacımız var.
Mesela Tunç Soyer'in Barış Pınarı Harekâtı'yla ilgili "hepimizi huzursuzluğa, karamsarlığa iten bu savaş bir an önce bitsin" şeklindeki sözlerini eleştiren AK Parti İzmir vekili Mahmut Atilla Kaya "Kimse karamsar değil. Türkiye asker selamı veriyor, Soyer karalar bağlıyor" derken yerden göğe haklı.
Fakat Kaya "Sayın Soyer'in acilen bir düzeltme yapma zarureti vardır" derken yanılıyor.
Hayır, düzeltmesin!
Bulandırmasın!
Öyle "ecnebi" haliyle kalsın.
Gerisini hemşehrileri ve partilileri düşünsün.

***

   Aynı şey Soyer ve diğer CHP'lilerin "Kıbrıs'ı rahat bırakma"ya duydukları ilgi için de geçerli.
Saklanmadan konuşmalılar...
Kılıçdaroğlu gibi baş döndüren laf çevirmelerden medet ummalarındansa, böylesi daha iyidir.
Önümüzdeki süreçte özellikle Kıbrıs ve Doğu Akdeniz konusunda kimin ne düşündüğünü milletin açık seçik bilmesi gerekiyor.
Kaldı ki, İmamoğlu, Soyer gibi CHP'lilerde bu konuda gördüğümüz "uyum" basit bir şey değil.
Merkezinde Doğu Akdeniz sorunu yatıyor.
Bu "uyum"un Doğu Akdeniz'de Türkiye'nin güçlenmesine şiddetle karşı uluslarası network'le bağlantılı olmadığını kim iddia edebilir?
O yüzden belki filmin makarasını önce geriye doğru sarıp CHP Mersin Milletvekili Ali Mahir Başarır'ın Şubat ayında Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki sondaj faaliyetini "israf" olarak değerlendirmesine ve hiç sıkılmadan "orada ne işimiz var?" diye sormasına bakmak gerek.

***

   Bir de CHP Genel Başkanı'nın 7 Aralık 2018'deki KKTC ziyareti ve Akıncı'yla görüşmesi var tabii.
Genel Başkan Yardımcısı Ünal Çeviköz ziyaretle ilgili yazılı bir açıklama yapmıştı.
Açıklamadaki "Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki yalnızlığı"ndan şikâyet ilgi çekiciydi. Hatta laf arasına sondaj faaliyetleri çerçevesinde Mısır ve İsrail'le ilişkilerimizin düzeltilmesi gereği sıkıştırılmıştı.
Şimdi CHP o "iş"in esasen yalnız görülecek bir iş olduğunu bilmez mi?
O halde, asıl dertleri ne?


**************

İnsanlık, Evrensel Hukuk filan mı dediniz, geçiniz...

HAŞMET BABAOĞLU 
06 Ağustos 2018, Pazartesi


Markette kasa kuyruğundayım...

Arkamdaki orta yaşlı iki hanım siyasetten (!) laflıyor.

   İçlerinden biri benim işitmemi isteyen bir ses tonuyla "İktidar Batı'yla aramızı bozmak için elinden geleni yapıyor" diyor. Soran gözlerle dönüp baktığımı 
görünce şöyle devam ediyor: "Böyle böyle insanlığımızdan kaybedeceğiz..."
Daha başta "Cihanda sulh" tercihini zengin ülkeler karşısında ceket iliklemek olarak anlayıp kabullenmişler. Esas hikâyeyi şimdi onlara nasıl anlatacaksın? 
İmkânsız gibi bir şey.
Çocukları oralarda okusun, onlar pasaportlarına vize alsın...
Varsın ABD bütün dünyayı yaksın!
Umurlarında değil.
Ben asıl o son cümleye takılıyorum...
Hani Batı'yla bozuşursak "insanlıktan olacağımız" iddiasına...

***
Hep Vurguluyorum ya...

Seçici körlük üzerine kurulu müthiş bir talim terbiyenin ürünleriyiz.
Mesela...
Alman destekli STK'lar ve demokrasi vakıflarında çalışan yurttaşlarımıza Almanya'da kaybolan 14-18 yaş arası mülteci çocukların sayısının 9 bini bulmasından söz açtınız mı hiç?
Ben söyleyeyim...
Ya otomatik bant kaydı gibi Türkiye'deki insan hakları ihlallerinden söz ediyorlar ya da kulaklıklarını takıp müzik dinlemeye başlıyorlar.
Almanya'ya bir biçimde gelen kimsesiz mülteci çocuklar "insan" değil mi, diye sormak faydasız bu tayfaya...
Oysa akla gelen sorular çok can yakıcı...
Ne oluyor bu çocuklara?
Hangi uğursuz, hırsız çetelerin eline düşüyorlar?

***
Batı dediğimiz şey filozoflardan, edebiyatçılardan, bilginlerden falan oluşmuyor. Bu bakış problemlidir, bizim Cumhuriyet dönemi eğitim müfredatının göz bağcılığıdır.
Mülteci çocuklardan bahis açtım ya, oradan devam edeyim.
Acaba o hanımefendinin şu sıralarda ABD'de iyice ayyuka çıkan insanlık krizinden haberi var mıdır? Sanmam. Gazetelerde küçücük çıkan o haberler gözüne takılmamıştır bile...

Ailelerinden koparılan mülteci çocuklar (aslında yaşları o kadar küçük ki, bebeler demek yanlış olmaz!) Teksas eyaletindeki toplama kamplarında tutuluyorlar.
"Banyo yapmaya götürüyoruz" diyerek annelerinin kucağından alınmış tam 11 bin 786 çocuk...
İşin bir başka skandal tarafı, bu uygulamanın Obama döneminde de yapıldığının ortaya çıkması.
"İnsanlık", "evrensel hukuk", "modern demokrasi" mi demiştiniz?

Geçiniz...



***

Erdoğan-Maduro-Venezuela-Meksika hattı.



BÜLENT ERANDAÇ 
07 Ağustos 2018, Salı 

Erdoğan-Maduro-Venezuela-Meksika hattı
EY Amerika, arka bahçende artık Yeni Türkiye var. Başkanımız Tayyip Erdoğan'ın "İhracatta yeni dönemde önceliğimiz Meksika, Çin, Rusya ve Hindistan pazarlarıdır" sözlerine ve Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Kalın'ın Maduro ile beraber çektirdiği son fotoğrafına iyi bakınız Aziz Milletimiz. Büyük Türkiye'nin gelecek 60-70 yılının hamleleri ve fotoğraftır bu.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Venezuela Devlet Başkanı Maduro'ya yapılan suikastı protesto ederken, beraber çekilmiş fotoğrafını paylaştı, "Güçlü ol dostum" ifadesini kullandı.
Bu fotoğrafla verilen mesaj, "Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Yeni çok kutuplu dünyanın lideri" tabirini kullanan Venezüella Başkanı Maduro'ya tam destekti.
Birbirini tamamlayan iki konu, gelecek yıllardaki jeopolitik dengeleri çok etkileyecek ERDOĞAN -MADURO-VENEZUELA -MEKSİKA HATTI, harika bir şekilde, dünya kamuoyunun dikkatine sunulmuştur.
Venezuela ve Meksika, ABD emperyalizminin göz diktiği iki ülke. Amerika'nın arka bahçesi. Darbeler yaptırdığı, masum insanların kanına girdiği bu ülkelerle, mazlumların gür sesi Başkan Erdoğan'ın özellikle ilgilenmesi, çok dikkate değerdir. Güney Amerika'ya uzanacak Türkiye'nin gerçek dost eli, Derin ABD'ye yapılmakta olan çok aklı hamlelerdir.


 HİBE OTOBÜSLER.

Başkan Erdoğan'ın talimatıyla İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin, TİKA aracılığıyla Ocak 2017'te Gineli makamlara hibe ettiği 50 belediye otobüsünün bir kısmı başkentte trafiğe çıktı. Bir Afrika ülkesi daha Türk kardeşlerine teşekkürlerini gönderdi.

CHP bölünür mü?

SİYASET Kulislerinde Öne çıkan iki fısıltı var.

1) CHP bölünür mü? Muharrem İnce'nin ayrı bir parti için yola çıkacak nefesi var mı? İnce'nin Amerikalı arkadaşları, ayrı bir parti için kendisine ne kadar yardım edebilir? Kemal Kılıçdaroğlu olağanüstü kurultay yapmıyor. CHP şu anda, sadece delege bazında değil, teşkilat/ belediye başkanlıkları cenahında da iki ayrı parça... Genel tabloya bakınca şunu görüyoruz: O zaman ne olacak? Düz mantıkla bakarsak, CHP'nin ikiye bölünme noktasında. Ancak, Muharrem İnce'nin 'nefesi yetmez' deniyor. Çünkü İnce düzenini CHP'nin içinde kurmuş durumda. Arkasında duranların yarısı, ayrılma olursa onu takip etmez deniyor. Daha da önemlisi, Derin CHP (İstanbul mahfilleri), Muharrem İnce'yi zayıf buluyor. Yerel seçim sonrası Kemal Bey'in yerine bir başka ismi hazırlıyorlar. (NOT: Birisi kadın 3 isim üzerinde duruluyor.)

2) KASIM'DA YEREL SEÇİM OLUR MU? Yerel Seçimin Kasım- 2018'e alınması konusuna "CHP yanaşmaz" düşüncesi ağırlıkta. CHP kıvırırsa, AK PARTİ -MHP-BBP hazır. HDP'li milletvekilleri de, alınmasından yana. Ağustos- Eylül ayında gelişmeler hızlanırsa, Anayasa değişikliği için 400 oyun çıkması, şartları oluşabilir. Mesala 4 KASIM 2018!

Oğuzhan Asiltürk-Temel Karamollaoğlu neden korktu?
SAADET Partisi'nin Ekim ayında yapılması planlanan olağan kongre gelecek yıla bırakıldı.
Erteleme kararı alınırken "Alelacele yapılacak bir kongreyle, yerel seçime gitmek faydalı olmaz" denildi.
Saadet demek, Oğuzhan Asiltürk demek. Asiltürk ve Temel Karamollaoğlu'nun korktuğu bir şeyler var.
24 Haziran'da CHP ile ittifak yapılması, Saadet'in muhafazakâr-mütedeyyin seçmeni tarafından tepki görmüştü. Parti kararına rağmen Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan'a destek verilmişti. Saadet teşkilatında, Asilturk-Temel Bey yönetimine oluşan tepkilerin kongrede vücut bulması, CHP'ye tavır koyacak yeni yönetimin göreve gelmesi ihtimali kuvvetlenirken, erteleme kararı çıktı.

EVET, Derin ABD'de şeytanlık bitmez. Trump, 12-13 Ekim'de Arabistan, Mısır, Ürdün ve BAE ile ARAP NATOSU çatısı altında bir ordu oluşturma toplantısı yapacak. İslam NATO'su sözde İran'ın yayılmacılığına karşı mücadele ediyor gerekçesiyle kurulacak.
Aslında İsrail'in güvenliğini sağlamayı maskeleyecek. Bu işi, Evangelist ABD liderliği- Pence ve Pentagon yapıyorsa aman dikkat" Evanjelist- Siyonistler'e göre Büyük İsrail'i oluşturmada 7 aşama var. Günümüzde, 3'ncü aşamadalar.

DERİN SÖZ

"(Şeytan) Onlara vaadler ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan, onlara bir aldanıştan başka bir şey va'detmez." Nisa Suresi, 120. ayet



***********