5 Temmuz 2019 Cuma

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 22

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 22



Bazısı onu 'mâlî' amaçlı bir örgütlenme sanmış; bazılarıysa, MHP'nin iktidarda bulunmasıyla irtibatlandır-mış...” 
(Kıvanç, Mayıs 2001). Oysa, "Yeniden kurulsun" diye hakkında rapor hazırlanan Ergenekon çok kapsamlı, bir partiyle irtibatı bulunmayan 'devleti yapılandırma' amaçlı bir örgüt... Taha Kıvanç, esas ismi ile Fehmi Koru'ya en büyük tepki, zamanın Mao'cu, PKK yandaşı terörist örgütü, şimdinin ise ordu yanlısı, Kuvayı Milliyeci, Kemalist kuruluşu Aydınlık grubundan geldi. 6 Mayıs 2001 tarih ve 720 sayılı Aydınlık gazetesinde Hikmet Çiçek "CIA’nın “Ergenekon” yaygarasında Fehmi Koru başı çekti. Bütün bunlarla birlikte, piyasaya ‘Ergenekon’ dedikoduları da sürülüyor. Bilindiği gibi Can Dündar Türkiye SüperNATO’sunun (Kontrgerilla) 
‘Ergenekon’ adıyla kurulduğunu anlatan kitap yazdı. Anlaşılıyor ki, ABD Türkiye’de kurdurduğu SüperNATO’ya bu adı koymuş veya bu adın konmasına izin vermiş. “...Türkiye ve Türk Ordusu büyük bir tertiple karşı karşıya. CIA, SüperNATO ve MİT şeflerinin işbirliğiyle Orduyu yıpratma kampanyası her alanda sürdürülüyor. Psikolojik savaşta sözde dosyalar ve raporlar imal ediliyor. “Ergenekon” hikayeleri de bu tertibin bir parçası." (Çiçek, Mayıs 2001) Fehmi Koru'ya hücum etti. 

Bu telâşlı tepkiye, bir bölümünü Fehmi Koru'nun yayınladığı, daha geniş bir şekilde de Aksiyon dergisinin yer verdiği (Aksiyon 12 Mayıs 2001, sayı: 336, Harun Odabaşı-Sivil Ergenekon başlıklı yazı) "Ergenekon: Analiz-Yeniden yapılanma, yönetim ve geliştirme projesi" başlıklı ve "Emir ve tensiplerinize..." hitabıyla biten raporu, "bizzat Doğu Perinçek'in kaleme aldığı ve Ergenekon'un yeniden yapılanmasında önemli fonksiyonlar yüklendiği" söylentileri neden olmuştu. (Odabaşı, Mayıs 2001) 

İnternet'te yayın yapan Ergenekon Sayfası veya Gerçek Ergenekon isimli web sitesi Ergenekon yapılanması ile ilgili şu haber ve yorumlara yer vermişti: "NATO uzantısı eski ‘derin devlet’ yapılanmasının yerine geçmek üzere (!) ulusalcı/ milliyetçi yeni Ergenekon, toplantılara başladı. Eski ‘derin devlet’in operasyon birimleri ilk toplantısını 2003 Haziran ayı içerisinde Akdeniz sahillerinde lüks bir otelde toplanarak yaptı. Yeni oluşumun başında, eski (!) bir MİT daire başkanı bulunuyordu. Başbakanlık danışmanlığı da yapan MİT'ci lider, eski teşkilata benzer bir yapılanmaya gidilmesini savunurken, daha üst seviyelerden bağımsız bir organizasyonun kurulmasının ‘rica’ edildiği ileri sürülüyordu.” 
(Gerçek Ergenekon, Haziran 2003) 
MİT eski Müsteşar Yardımcısı Mikdat Alpay bu oluşumda görevlendirilmesine karşın, grubun eski elemanlarının Alpay'a güvenmediği hatta, Alpay'ın da katıldığı bir toplantıya yüzlerinde kar maskesiyle katıldıkları, sitenin elde ettiği ilginç bilgilerdi. Yeni Ergenekon’cuların ulusal olmasını bekleyen eski 
Ergenekon’cu-lar, 11 Eylül'deki Amerikan kâbusu sonrasında, bu ekibin patronları tarafından büyük ölçüde yine ABD'nin hizmetine tahsis edildiğini öğrenmiş ve yeni oluşumu ifşaa etme telâşına düşmüştü. Uzun süredir, 
başbakanlık örtülü ödenekleri kesildiği için, harçlık bile alamayan ekibin yeniden düzenli aylığa bağlanması, 1974'de kesilen CIA yardımının yine başladığı anlamına geliyordu. 

Eski başbakan Bülent Ecevit, Sabah’ta yayınlanan bir röportajda “Özel Harp Dairesi’nden ilk kez 1974’te tesadüfen haberdar olduğunu ve o vakit kendilerine askerlerce brifing verildiğini” hatırlatmıştı... Daha önce bu konuda biraz daha ayrıntılı konuşmuştu; Ecevit: 

“1974’teki başbakanlığım esnasında zamanın Genelkurmay Başkanı Org. Semih Sancar, Başbakanlık’ın örtülü ödeneğinden acil bir ihtiyaç için birkaç milyon lira istedi. Genelkurmay’dan bu paranın hangi amaçla istendiğini sormak zorunda kaldım. ‘Özel Harp Dairesi için istiyoruz’ yanıtı geldi. O vakte kadar bu dairenin tüm giderlerini bir gizli ödenekle ABD’nin karşıladığı, ancak artık ABD’nin bu parasal katkıyı kestiği, o nedenle Başbakanlık’ın örtülü ödeneğinden para istenmek zorunda kalındığı bana bildirildi. Özel Harp Dairesi’nin nerede olduğunu sordum. ‘Amerikan Askeri Yardım Heyeti ile aynı binada’ yanıtını aldım...” (Milliyet, 28 Kasım 1990) 
Yeniden yapılanma sürecinde, askeri otoritelerin bunun Anti-Amerikan bir görünüm kazanmasını en azından şimdilik istemedikleri, bu yönde yapılacak yayınları dezenformasyon şeklinde sunmasından belliydi. Aydınlık dergisinin "Ergenekon kuruldu" şeklindeki haber ve yorumları CIA dezenfarmasyonu şeklinde sunulmuştu. Kıskanç eski Ergenekon’cuların kuruluş toplantısına katılanlardan aldığı bilgiler ve organizasyonda görev aldıklarını duydukları kimselerin genel karakterlerinden hareketle, Ergenekon’cuların henüz Ergenekon ismi üzerinde dahi karara varamadıkları görüşündeydi. Onlara göre, ABD bu yapılanmayı bir süre izleyecek, bağımsız bir çizgide gitmede ısrar ederse içerdeki adamları vasıtasıyla bunu deşifre edecekti. 

Aslında Aydınlık Grubu'nun bir taraftan Süper NATO'yu deşifre etmeye çalışırken (!) diğer taraftan Ergenekon'u savunması da bu çerçevede anlam kazanıyordu. Ergenekon'un siyasi kanadı, topluma en itici gelen gruplar eliyle yürütülüyordu. Gariptir ki, küçük bir azınlıktan gayrı, kimseye de güven duymuyorlardı. Aynı site "Perinçek'in Türkçüleri" bölümünde ise şöyle denmişti: “Ergenekon'un dayandığı ana tezler şunlardı; Ulusal Bağımsızlık, IMF karşıtlığı (hatta AB muhalifliği), AntiAmerikancılık, Amerika'nın dışlandığı bir Avrasya Stratejisi, Yeniden Kuvayı Milliye hareketi... Atatürkçü Düşünce dernekleri, ve eski Marxist organizasyonlarla içli dışlı çalışan bu grup, kimi zaman da Alevilik'i yalnızca bir kültür olarak yutturmaya çabalayan ‘ateist’ fakat ‘mezhepçi’ bazı derneklerle de işbirliği yürütüyordu.” (Gerçek Ergenekon, Haziran 2003) 

Anlaşılan, "Gerçek Ergenekon" Ergenekon'la ilgili gelişmelerden ve Perinçek'in bu organizasyon içinde bulunmasından pek memnun değildi. Enterasan gelişmeydi zira eskidüşman Perinçek, Ergenekon'daydı... Sedat Peker'in başını çektiği "Öz Türkler" veya Peker'in tanımıyla Pantürkizm (Turancılık) hareketinin gövde 
gösterisinin, "Ergenekon'un yeniden yapılandığı" söylentisi ile eş zamanlı olması ilginçti. Anlaşılan Türkler bundan böyle, "Öz Türkler" ve "Üvey Türkler" diye ikiye ayrılacaktı... İstanbul Hilton Oteli'nde 22 Mayıs akşamı yapılan "Öz Türkler" gününe, diğer bir tarifle Sedat Peker'in beyninde sembolize ettiği ismiyle "Birleşik Türk Devletleri"nin kuruluşuna, bir çok ünlü şahsiyetin yanısıra eski Kara Kuvvetleri Komutanı ve Genel Kurmay Başkanlığı adayı Muhittin Fisünoğlu'nun katılması günün en dikkat çeken haberleri arasındaydı. 
Kartvizitinde Emekli paşa yazmasına rağmen Orgeneral Muhittin Fisunoğlu, Hayyam Garipoğlu’nun Sümerbank'ında, farkında olmadan "Yönetim Kurulu Üyesi" yapılmış eski bir komutanımızdı. Yargıtay'ın kararıyla 14 Nisan 2005'te Garipoğlu, Korkmaz Yiğit'le birlikte Türkbank davasından hapis yatmaktan zaman aşımı nedeniyle kurtulmuştu. Paşamız Hilton'daki davete de, yine Mehmet Ali Yılmaz ve Atilla Yıldırım davet edince farkında olmadan gitmiş ama, kapıdan içeri girince manzarayı anlamış. "Olmamam gereken bir yerdeydim. Ama ne var ki, bir kere içeri girmiş bulundum. Hemen dönüp çıkamadım" diyordu. 
Yönetim Kurulu Başkanı yapıldığının farkında değilmiş gibi yaptı. Muhittin Fisunoğlu'nun referans gösterdiği ve yemeği birlikte yediğini söylediği Mehmet Ali Yılmaz, Dündar Kılıç'ın eski iş ortağı, bir politikacıydı. Atilla Yıldırım da, Alaattin Çakıcı'nın işlerini takip eden ve bir çok kere gözaltına alınan bir isimdi. Paşa, herhalde Sedat Peker'den bir sitem aldı ki "Peker'i tanımaktan pişman değilim" diye düzeltme yapmak zorunda kaldı. Anlaşılan yeni dönemde Çakıcı'nın yerini Peker dolduracaktı. Kendi çizgileri ile "gönüllü zaptiye memuru anlamında" onurlu bir külhanbeyi olan Türkçü-Turancı Sedat Peker'in Aydınlık gibi, ipleri kimin elinde olduğu belli olmayan bir organizasyonla yakınlık kurmasının izah edilecek bir yanı yoktu. Sedat Peker, 19 Mayıs 2004’te Aydınlık'a büyük bir ilan vermişti. Çok profesyonelce düzenlenmiş web sitesi için ise söyleyecek 
bir söz yoktu. Bizce, düşüncesi ne olursa olsun, arkasında kim olduğu belli olan siteler, fikri gelişme ve değişik bir şeyler öğrenme açısından yararlıydı. Esasında legal platformlar içinde, "milliyetçi" duygularımızın kamçılanmasına ve tepkilerimizi açıkça beyan eden bireyler haline gelmemize ihtiyaç da vardı. Ancak, "Birleşik Türk Devletlerinin" kurulması, devlet içinde "Ergenekon" gibi illegal bir yapılanmaya gidilmesi fikirlerini ise, tehlikeli atılımlardı. Hele hele, Perinçek gibi ajan-provakatörlerin içinde bulunduğu oluşumlar hiç bir zaman Türkiye'ye fayda getirmezdi. 

Madem ki bu beyler ve/diğer beyler/akıllarına karpuz kabuğu düşmüş gibi “Kızılelma Koalisyonu” nitelemesi kullandılar, kavramın açılımını H. Nihal Atsız’ın 1947 yılında Kızılelma Dergisi 1. sayısında yazdığı bir yazıdan alıntılarla tamamlayalım: “Kızılelma, Türk Milletinin manevi besinidir!...Bir topluluktan ortak ülküyü kaldırın, insanların hayvanlaştığını görürsünüz. Ortak düşünce olmayan toplulukta, herkes, yalnız kendi çıkar ve zevkini düşünür. Böyle bir toplulukta fedakarlık, saygı, nezaket kalmaz. Bencillik, kabalık, rüşvet, adam kayırma ve namussuzluğun türlüsü alır yürür. Maddileştirilmiş bir insan vatanı için ölür mü? Milletine inanmayan bir adam, yabancı ile işbirliği yapmaz mı? Erdemi gülünç bulan biri çalıp çırpmaz mı? ” 

Bu ittifakın çalıp çırpacağı mazide yaptıklarından belli. Adama sormazlar mı; Allah'tan korkmayan, salon ülkücülüğü, kuru edebiyatla ahlâk timsali mi olacak. Maocu-Türkçü-Tarikatçı-Kemalist ittifakına bel bağlayan yeni derin devlet oluşumu Ergenekon yine yanlış ellerdeydi! 

Perinçekgiller'in Milliyetçi-Ulusalcı-Tarikatçı saçaya-ğı, Türkiye Amerikan düşmanlığı ve AB karşıtlığı organize etmek, daha doğrusu provoke etmek için, hassas noktamız bayrak yakma eylemiyle, fitne tohumunu ilk Mersin'de 
ateşledi. Perinçek, Aydınlık’ta Mersin'deki eylemi beş Amerikalı iki İsrailli ajanın kente 15 gün önce gelerek provoke ettiğini yazarak hedef saptırdı. Yeni Ergekoncu Ulusalcılar, derin devletin son ürünüydü. Bu müthiş kadrodan ancak yeni psikolojik savaşlar beklenebilirdi. Yeni Şafak'ta Ali Bayramoğlu 12 Nisan'da açıkca yazdı: 
"TAYAD'lıların dağıttığı bildiri öncesi Trabzon'daki yerel Kasırga televizyonunun üç kez alt yazı geçerek bayrak yakıldığını, PKK bayrağı açıldığını kamuoyuna duyurmasını" nasıl açıklıyor Trabzon valisi? Daha olaylar başlamadan önce Trabzon'un kimi çevre ilçelerinden gelen, bayrağı kim yaktı telefonlarını nasıl izah ediyor? Trabzonlular bilir... 

Kasırga TV daha önce önceden Kadırga TV adını taşırdı. Kadırga TV, MGK'nın bir dönem devşirdiğini açıkladığı, özellikle Trabzon bölgesinde yapılan her toplantı da, benim de birkaç kez şahit olduğum üzere provokasyon yapmayı adet haline getirmiş, bir dini cemaatin, Haydar Baş'ın televizyonuydu. Komedinin son halkası Trabzon'da 6 Nisan'da bildiri dağıttığı dört arkadaşıyla birlikte linç girişimine maruz kalan Zeynep Erduğrul (25)’dan geldi. 
Akşam'a kışkırtıcı olmadığını, ancak birileri tarafından kullanılmış olabileceğini söylemiş. Arkalarında kim ve kimler olduklarını yeterince izah ettim sanırım... Daha fazla söze ne hacet! İyi saatde olsunların yeni yüzüyle karşı karşıyayız. Biz bu filmi görmüştük desekte yine izletiyorlar... Yeni ergenekon başınızda paralansın! 

NOT: Trabzon'un ve Trabzonlunun adını karalayan terör eylemleri, rahip cinayeti, kitap evi misyoner cinayeti, Danıştay saldırısı, Ümraniye cephaneliği, ortaya çıkartılan 13 den fazla hücre evi şeklinde örgütlenmiş çeteler, Cumhuriyet gazetesinin güya bombalanması, Hrant Dink cinayeti... Liste uzun... Şehirlere taşan PKK eylemleri, araba kundaklamalar, PKK'nın silahlandırılarak azdırılması, ordumuzu Kuzey Irak'a sokup ABD ile çatıştırma telaşı, PKK'nın kirli eylemlerde kullanılması, şehitler üzerinden sömürü girişimleri, uyuşturucu ticaretindeki çetelerle PKK'nın derin izleri.. 

Orhan Pamuk ve Fehmi Koru'ya suikast planları son operasyonla ortaya çıktı. 
Bir hukuk devletinde buna dur demek gerekirdi. Veli Küçük, Fikri Karadağ, Kemal Kerinçsiz gibi dokunulmazlığı olduğunu sananlara dokunmak gerekirdi. Kirli bağırsaklarımızı bakalım bu sefer temizleyebilecek miyiz? Susurlukta yaşanan hayâl kırıklığı, umarım bu defa yaşanmaz. 

ON SORU-CEVAPLA ULUSALCILARIN İHANET ÇETELERİ! 

Danıştay saldırısıdan hemen sonra 3 Haziran 2006’da kaleme aldığım, sonsaniye.net ve platform dergisinde yayımlanan aşağıdaki yazım, sanırım Ergenekon operasyonu başlatan polislere, istihbaratçılara ilham kaynağı oldu: “Türkiye’deki yeni oyunun adı Ulusalcılık”: 1990’larda İBDA-C, Hizbullah ve 
Aczimendileri kullanmış olan ‘İhanet Örgütü’, bu sözde dinci örgütlenmelerin geride kalan kırıntılarını, sol örgütlerle ve sağ mafya ile birleştirerek 2001'den beri ulusalcı çatısı altında yeniden sahneye sürmeye karar verdi. 

Ancak, güvenlik güçleri tarafından ardı ardına operasyonlar yapılan bu sözde dinci örgütler ve çeteler, azınlık cuntacılarının kendilerine biçtiği misyonu henüz yerine getiremediler. 
Bu nedenle gücü artırılan ve yeniden yapılandırılan güya sivil ulusalcı örgütler, 2005'den itibaren hızla devreye sokuldu. Ak Parti, erken seçim diyene kadar İhanet Örgütü, dinci ve milliyetçi çizgideki gruplar, ocaklar, tarikatlar ve cemaatler adına yapılmış gibi gözükecek provokasyon eylemler devam edecektir. Şiddete bulaşmayan dini hassasiyeti olan ve milliyetçi grupların şiddete başvurmasını ve sokağa dökülmesini sağlamak için, bu kesimlerin önde gelen isimlerine karşı suikastların yapılması beklenmelidir. Kısa bir süre sonra, ister laik, ister dinci, isterse milliyetçi kesimden önde gelen birileri suikastlara kurban giderse, herhangi bir kritik kurumun personeline veya binasına büyük bir 
bombalama eylemi gerçekleştirilirse, bu duruma hiç şaşırmamak ve asla millet olarak paniğe kapılmamak gerekiyor. 

Soru-cevaplarımıza geçmeden önce, en son gelişmeleri hatırlayalım. 
Ankara’da, Atabey Grubu adını taşıyan, yeni bir çete oluşumu ortaya çıkarıldı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) en seçkin birliği olarak gösterilen özel kuvvetlerden biri yüzbaşı iki subay, bir astsubay, beş siville birlikte 9 kişi gözaltına alındı. Baskınlarda çok sayıda el bombası, iki Glock tabanca ve C-4 bulundu. Yakalanan zanlıların ajandasında yer alan 9 adet kroki de Başbakan Erdoğan’ın evi ve Danışmanı Cüneyt Zapsu’ya yönelik silahlı eylem planları ve Zapsu'nun BİM marketlerine yönelik planları ele geçirildi. Başbakan Erdoğan'a suikast planı istihbaratı, zaten daha önce alınmıştı. Başbakan son zamanlarda yüze yakın korumayla geziyor. Emekli askerlerin ve istihbaratçıların çetelerde ortaya çıkması, Türk ordusunu bağlamaz. 28 Şubat’cı çete, kamuflajla yine ortaya çıktı. 

Danıştay provokasyonuna baştan beri yanlı yaklaşan, devletden daha devletçi, kraldan kralcı Hürriyet gazetesi, derin askerlerle ilintili olduğu açık bu olayı maskelemek için, habere ilginç bir yorum kondurmuştu. Güya Askeri 
çevreler kroki ve Atabey gerilla grubu kodları hakkında şu bilgiyi vermişler: "Özel kuvvetlerin eğitiminde bu tür hayali gerilla grupları kurulur. Ama eğitimden sonra bu belgelerin imhası gerekliydi. Krokiler ise yine eğitim 
amaçlı, savaş zamanında birliğin birbiriyle haberleşmesi gerekir. Krokilerle bu tatbikat yapılır." Yani ele geçirilenler çete değil istihbaratın çete kurma oyunu idmanı... Bu yeni çete ile gündem meşgul iken Danıştay'a saldırı ve Sauna Çetesi'yle ilgili soruşturmalarda adı geçen Ata Ocakları eski başkanı Ayhan Parlak, teslim oldu. Güya hiç yurtdışına kaçmamış. Serbest bırakılan Muzaffer Tekin ve cani Alparslan Arslan ile beş günde 60 küsur defa ne konuştuğu merak ediliyor. Boşuna heveslenmeyelim, nasıl ifade vereceği ezberletilmiştir. Kollanacağı garantisini alarak, derin ihanet çetesinin üstünü örtmek için ortaya çıkmıştır. 

1. Soru : Son bir yılda sayısız eylem gerçekleştiren ve Danıştay provokasyonu ile dikkatleri üzerilerine çeken ulusalcıların görünürdeki akıl hocası kim? 

Cevap: 80'ine merdiven dayamış, köhne cuntacı, Sabetaycı, “gizli Yahudi” olan, Cumhuriyet başyazarı İlhan Selçuk. Cumhurbaşkanı Ahmet Sezer ile özel görüşmeler yaparak hükümeti erken seçime götürmek için danışmanlık yapan Selçuk, bakın yakın geçmişte neler yaptı? “İhanet Örgütü” tarafından kullanılan aşırı sol terör örgütleri, yeni eylemler için daha çok insan kaynağına ihtiyaç duyuyordu. “Cuntacı örgüt” bu sebeple, hapisteki aşırı sol görüşlü militanların affedilerek tekrar örgütsel faaliyetlere dönmelerini sağlamak amacıyla, sabetaycı İlhan Selçuk kanalıyla, Cumhurbaşkanı Sezer’den talepte bulunmuştu. Bu talepler üzerine Sezer, bugüne kadar aşırı sol görüşlü yüzlerce militanı affetmiş ve tekrar illegal örgütsel faaliyetlere dönmelerini sağlamıştı. 
İlhan Selçuk'un babası Mehmet Kasım Selçuk bir ‘gizli Yahudi’ yani ‘sabetaydır’. (TC Kimlik Numarası: 39292926484), Eşi Handan Gör’ün babası ve annesi, ‘kayıtlı birer Yahudidir.’ Kayınbaba Hamdi Namık Gör (TC Kimlik Numarası: 52552159026) ile kayınvalide Şivekar Gör’ün (TC Kimlik Numarası: 52549159190) dinleri (dolayısıyla ırkları) nüfusta Yahudi olarak kayıtlıdır. Sabetaylarda, sabetay/Yahudi olmayan kadınla evlenmek büyük günahlar arasında sayılmaktadır ve lanetlenme sebebidir. 
Çünkü anaerkil olan Yahudilerde, soyun, kadınlar üzerinden devam ettiğine inanılır. Bu sebeple evlenilecek eşler, mutlaka sabetay asıllı olanlar arasından seçilir. İlhan Selçuk’un ailesinde de bu kurala hassasiyetle riayet edilmiş ve aileye alınan diğer gelinler de sabetaylardan seçilmiştir. Yengesi Sema Köymen’in akrabası olan Öykü Köymen gibi, akrabalarının pek çoğu sabetaylara ait olan Şişli Terakki Vakfı Özel Şişli Terakki Lisesi mezunudurlar. Bir diğer yengesi olan Ruhan Selçuk’un ninesinin isminin Yuhna ve yeğenlerinin isimlerinin Samuel ve Benjamin (Gümüşsoy olması, bir kanaat veriyor olsa gerek!) Selçuk’un akrabalarının soyadlarına bakıldığında tamamına yakınının sabetay 
asıllı oldukları görülecektir: Ertel, Köymen, Kiper, Oskay, Uzel, Yenersü… 

2. Soru: Ulusalcı oluşumlar nasıl meydana geldi? 

Cevap: 2001 yılında Sedat Peker ile İP Lideri Doğu Perinçek, ulusalcılık adı altında “Kızıl Elma Koalisyon”u kurarak, oluşuma resmen başlattılar. Kısa sürede kimi milliyetçi, kimi solcu, kimi sağcı, kimi İslâmcı, kimi sosyalist, kimi Maocu bir çok grup, sözde ulusalcı Kızıl Elma çatısının altına, bir yerlerden talimat almış gibi, hızla girdi. Daha sonra eski MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç’ın Avrasya’ya yaptığı atıfdan vazife çıkaranlar, Rusya’nın öncülüğünde stratejik birliktelik olan Avrasya Hareketi'ni 2004'den itibaren örgütlediler. Ulusalcılar olarak adlandırılan “koalisyon” da Avrasya'nın içine girdi. Ulusalcı harekette buluşan sol, Kemalist ve milliyetçi unsurlar şimdi bu üst şemsiyede, Avrasya coğrafyasının anti-Amerikancı unsurlarıyla bir aradaydı. Temel karakteri Amerikan karşıtlığı olan harekete katılmak için İslâmcı, solcu, sağcı olmak fark etmiyordu. Konunun sadece Doğu Perinçek’in hayâli değil, bir kısım sivil ve askeri bürokratın önemsediği, argümanlarını dile getirmekten çekinmediği, bir oluşum olduğu zamanla ortaya çıktı. Hareketin aktörlerinden Kemalist ulusalcı bir şahsın (adı bizde saklı) anlatımıyla, kırk yıllık NATO’cular, Özel Harpçiler şimdilerde Avrasya 
Hareketi’nin en hızlı neferleriydi. 

3. Soru: Bu oluşumların önde görünen, teorik değil aktif iş görecek, sözde NGO'ları kimlerdi? 
Cevap: MGK, 1997’de ülkücü mafyalar nedeniyle iç tehdit kabul ettiği “aşırı sağ”ı, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nden, yani Kırmızı Kitap’dan 2005 sonbaharında çıkardı. Türk milliyetçiliği bazı kesimlerce ırkçılığa dönüştürülmek, sağ mafyadan yararlanılmak isteniyordu. Güya 1980'lerde ASALA'ya karşı kullanılan ülkücülerin toplandığı operasyonel bir birim olan TİT'in elemanları yeniden toplandı. TİT'in bugünkü devamcıları olan Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Hareketi (VKGBH) ve Ulusal Birlik Partisi'yle birlikte başka bir ulusalcı oluşum da, Türk Solu dergisiydi. Radikal milliyetçi-agresif yayın yapan Türk Ergenekon ve Ötüken gibi gruplar mantar gibi bitmeye başladı. Milyonların üye yapıldığı ulusal dernekler, Türk milliyetçiliğini kullanarak, binlerce dolar 
saçmaya başladılar. Emekli veya emekli gözüken özel haraket mensupları, operasyon yapacak vurucu timleri, hücre evleri halinde örgütledi. Kurulan 40'ya yakın çete, birbirini tanımıyordu; irtibatları sağlayan liderleri tanıyordu. Derin çete görüntüsü, istihbarat ayağını ortaya koyuyordu. Adam toplamaya başladılar ve bulmakta gecikmediler. 

4. Soru: Değirmenin suyu nereden geliyor, nerede kullanılıyor? 
Cevap: Bir iddiaya göre, Başbakana bağlı olmayan, Orta Asya'da Türk milliyetçiliğine derinden yardım eli uzatan örtülü bir ödenekten geliyor. Diğer gelir kalemi ise, Peker grubu gibi, derinlerle çalışan mafya çeteleri. Söylemleri 
masonluk ve ABD karşıtlığı olmasına rağmen Soros Vakfı tarafından finanse edildikleri de ileri sürülüyor. 
Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Hareketi (VKGBH), bir yıl içinde 1,5 trilyon lira harcayarak, ülke çapında 190 şube açtı ve 3 milyona yakın üye kaydetti. İlçeler hatta köylerde bile örgütlendi. Meselâ, Mersin’de 70 bin üye kaydedildi. Dergileri Türkeli, 250 bin basılıyor. Bir milyondan fazla tüzük, teşkilâtlara gönderilmiş durumda. Giriş aidatları 40 YTL, yıllık üyelik aidatı ise 100 YTL. Başkanları Taner Ünal, MHP'den dışlanan, sözde bir ülkücü. İnternet ortamında “Özel Büro” ve “Kuvayı Milliye” isimleri altında örgütlenen başka bir grup ulusalcı, bir süredir coplu, telsizli, 1 milyon kişilik teşkilât kuruyor. Sözde Kürt mafyasına karşı harekete geçmeyi planladıklarını açıklayan ve kendilerini “Özel Büro” olarak tanımlayan gurubun başında, proje koordinatörü olarak, Ali Özoğul adlı kişi bulunuyor. 
Ali Özoğul, manifestosu deşifre edilen, Kuvayı Milliye Derneği’nin de genel başkan yardımcısı. Yani, Danıştay baskını soruşturması esnasında göz altına alınıp, günlerce sorgulanan emekli yüzbaşı Muzaffer Tekin’in yakın dostu, emekli Nato Özel Harp Dairesi Başkanı Fikri Karadağ’ın yardımcısı. Tam 2000 motorize ekipten oluşan, telsizli istihbarat ekiplerini 2007 içinde faaliyete sokacaklardı. Bu 2000 kişilik ekip, öncelikli olarak İstanbul içinde ve iki yakada donanımlı olarak hareket edecekti. Asli işleri, istihbarat olan bu ekipler, başta Kürt Mafyası olmak üzere her türlü mafya ve organize suç şebekesine karşı mücadele etmekle görevlendirilmişti. 

Emniyet ve diğer güvenlik birimleri ile eşgüdümlü ve koordineli olarak çalışacaklarını ileri sürseler de, bunlara kimin görev verdiği bir bilmeceydi. Acaba, devletin polisine güvenmeyerek özel istihbaratçılık ve poliscilik 
oynayanlar kimlerdi? Bu çapta bir faaliyet, MİT ve MGK'dan habersiz yapılabilir mi? 

5. Soru: Bu grupların söylemleri nedir, nasıl üye kaydediyorlar; yaptıkları illegal değil mi? 
Cevap: Söylemleri ilginç. Halkın nabzına göre şerbet vererek yanlarına çekiyorlar. Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Hareketi , ABve PKK'ya karşı. İddialarına göre, Türkiye’deki sivil toplum örgütlerinin %93’ü dışarıdan 
destekleniyor. Bir tek kendileri millî. MİT'in yan kuruluşu gibi çalışan ASAM'ı, RAND ile işbirliği yapmakla suçluyorlar. Kim kimdir, kimin eli kimin cebindedir, yıllardır araştıklarını öne sürüyorlar. Bilgi kirlenmesi savaşı için ortam hazırlıyorlar. 21 bin tane büyük şirketin, 19 bininin Mason olduğunu belirtiyorlar. 
Erkut Ersoy, kendilerini Kuvayı Milliye grubunun bir alt kolu olarak tanımlıyor. Her türlü terör örgütüne karşı ve sözde Ermeni Soykırımı konularında mücadele ettiklerini söylüyor. Halen, gruplarında 6214 görevli olduğunu öne süren Ersoy, grupların içinde Genel Kurmay, MİT ve polisten de yetkililerin olduğunu iddia ediyor. Özel Büro kendisini, “PKK sitelerini çökertiyoruz, bilgi topluyoruz, Türk istihbaratına da bu bilgileri aktarıyoruz” diye anlatıyor. 2000 değil mümkünse, 1 milyon motorize ekip oluşturmayı planlıyorlar. İlk olarak İstanbul’da, 100 motor olarak, -aynen Yunuslar gibi; ama Vespa tarzı motorlarla- başlayacaklar. 30'u Ak Parti'den olmak üzere, çeşitli partilerden 80’e yakın milletvekilinin ve bazı işadamlarının projeye destek verdiğini ileri sürüyorlar. 
Gönüllü hareketi olduğu için, illegal olmadıklarını ve yasal izne ihtiyaç duymadıklarını iddia ediyorlar. Gizli bir ordu kuruyorlar. Çünkü ülke Sevr döneminde olduğu gibi işgal altındaymış. Kim işgal etmiş: Ak Parti ve dış güçler... 

23. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 21

ERGENEKON UN.,  KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 21



KİMDİR BU DERİN DEVLET? 

Derin devlet konusunda 'Milli Stratejik Konsept' adlı bir kitap yazan ve Çevik Bir tarafından mahkemeye verilip beraat eden eski akademisyen dostum Doç. Dr. Nurullah Aydın'ın 2000 sonbarında Çankaya'daki ofisinde anlattıkları, aslında “off the record” idi. 33. dereceden mason olan eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in en önemli özelliği MİT'de Aydın gibilerle sivil yapılanma kurabilmesiydi. 

Demirel’le birlikte Aydın da tasfiye edildi; zaten anlattıkları intikam almak içindi. Aydın'a yazdığı kitapdan dolayı Genelkurmay Başkanı'nından kuvvet komutanlarına tüm üst düzey askeri kesim tebrik mektubu göndermişti. Eğer mektupları gözümle görmesem inanmam mümkün değildi. Devlet sırlarını ifşa etmekten altı yıl mahkûmiyet cezası ile yargılanan Aydın, beraat etmişti. Aydın'a göre Çevik Bir'in kendisi ile uğraşmasının nedeni derin devletin emriydi. 
Nurullah Aydın, eline kalemi aldı, panonun karşısına geçti ve derin devletin şemasını çizmeye başladı: 
“Hiyerarşik bir yapılanmaya sahip gizli örgütlenme 4000 kişiden oluşur. İş adamı, gazeteci, asker, akademisyen hepsi saygın güya laik Kemalist büyük bir gizli örgüttür. Askerler sanıldığı gibi Konsey'de çoğu zaman başkan değildir, üyedir. Emekli olduktan sonra büyük holdinglerde danışman sıfatıyla yüksek maaşa bağlananları araştırırsanız kimler olduğunu bulursunuz. 

Korkmaz Yiğit'in danışmanı Güven Erkaya ve Cavit Çağlar-Hayyam Garipoğlu'nun danışmanı Teoman Koman, Muhittin Fisunoğlu, Fenerbahçe Cumhuriyet'inden Atilla Kıyat bunlardan sadece birkaçı. 

Bu askerler TSK'yı temsil etmese de öyle görülür. Tüm MGK Genel Sekreterleri ile Nuretin Ersin, Tuncer Kılıç gibi derin devlet arasındaki askerler arasında direk ilişki olması düşündürücüdür. İlk defa Çevik Bir Genelkurmay 2. Başkanı olarak bu hiyerarşiyi bozdu ve başkanlığa adaylığını koydu. 
Bir, derin devleti yönetmeye çalıştı. 28 Şubat’ta aşırı çaba sarfetti. Esasen kararı verecek Konsey'in gizli başkanı Anadolu kaplanlarına savaş açan İstanbul dükalığının patronu, ülkemizin en zengin -Holdinginin sahibi Koç'tur. 

Koç’ların yanısıra, Sabancı, son yıllarda Karamehmetler, Kamuran Çörtük, tasfiye edilene kadar Uzanlar, Ayhan Şahenk-Doğuş Grubu, Eczacıbaşılar, Ulusoylar Konsey’de temsil edilir. 28 Şubat irticaya karşı mücadele 
değil, İstanbul dükalığına karşı ekonomik mücadele başlatan Anadolu kaplanlarını kafese sokma darbesidir. 5000 şirketin önü yeşil sermaye diye kesilmiştir. Bu grupların gazeteleri, derin devletin 28 Şubat operasyonunda provakasyonculuk yapmıştır. 28 Şubatla derin devlet, askerleri kullanarak Anadolu Kaplanı denilen ülkenin gerçek sahibi dindar kesimleri sindirmiş, Sebataycı sermayeyi rahatlatmıştır. 

Derin devletin liberal gazeteleri Hürriyet, Milliyet; sol eli Cumhuriyet kirli tetikçi sol eli Aydınlık, sağ eli ise kendileri bilmese de Akit-Vakittir. (Ahmet Hakan, 4 Aralık’taki köşe yazısında, 28 Şubat sürecinde Akit’den çıkmayan Albay’ın kim olduğunu sorguluyordu.) Sahte Profesör ve Kadiri Şeyhi Haydar Baş’a kurdurulan Mesaj ve Meltem Tv, Yeni Mesaj gazetesi derin devletin bilinen kirli sağ eliydi. Derin devletin gazetecileri tetikçilik yapar, ancak Uğur Mumcu gibi ileri gittiği için kalemi kırılanlar da olur. Necip Hablemitoğlu gibi ıskartaya 
ayrılanlarda. Bir dönem Ertuğrul Özkök, Emin Çölaşan, Fatih Altaylı tetikçilik yapar. 28 Şubat’ta olduğu gibi bir dönem gelir Dinç Bilgin'in gazetesi (geçmiş dönemde) Sabah'ın manşetlerini Sebataycı Çevik Bir sabah veya öğle toplantılarına katılarak atar. Hürriyet ve Akit'in bazı manşetleri taraflarından hazırlanır; biri gerer, diğeri tetiği çeker. Ülkücülere 1980 sonrası mafya görevi verilir ve yurtdışında suikastlar, darbeler ihale edilir. MİT'in derin adamları onları gizli operasyonlarda kullandığı için mutludur; ellerini sıcak sudan soğuk suya sokmayarak istihbarat yaparlar. Sebataycılar, hoşlanmadıkları Mehmet Eymür-Hiram Abbas-Korkut Eken-İbrahim Şahin, Hanife Avcı beşlisi Susurluk sürecinde çok yıprandığı için tasfiye ederler. Mehmet Ağar-Şengal Atasağun ikilisine bayrağı darbe ile devrederek yeni bir sayfa açarlar. Bu nedenle Susurluk'ta Abdullah Çatlı, daha sonra Yeşil tasfiye edilir; kullanılan eski tetikçiler Oral Çelik, Abdullah Argun artık yetim kalmıştır; vatanı için çalıştığını sanan aşırı heyacanlı gençlerdir, sonuçta hep kullanılarak paçavra gibi bir kenara atılmışlardır. Oysa bir dönem kara ticaret onlarla yürütülürdü, ancak nedense cepleri hep boştur. Mehmet Ağar, geleceğin parlayan gülüdür. Ağar, derin devletin joker adamıdır. 
Akademisyenlerde bu gruptadır, hata yapanın kalemi kırılır. Necip Hablemitoğlu gibi verilen görevde sapla samanı karıştıranların kalemi kırılır; düştüğü bataklıkta batar. Konseye üye 'Derin Akademisyenler' Atatürk ve laikliğin arkasına saklanarak ülkenin gerçek sahiplerinin önünü irtica safsatası 
ile tıkarlar. Başörtüsü, YÖK, İmam Hatip krizleri bir şal gibi, Konsey ve örgüt ortakları Sebataycı vurguncuların soygunlarını gündemden düşürür, üstünü örter. Ülkenin bankaları hortumlanırken gürültü çıkartırlar ve dikkatleri başka tarafa çekerler. 
Bankaları hortumlayanların çoğu Sebataycıdır ve derin devletin bilgisi dahilinde olmuştur. 2000 ve 2001 ekonomik krizlerini önceden haber alan baronlar yine köşeyi dönerken, vatandaş bir gecede %50 fakirlemiştir. Cumhuriyetimiz 19-23'de kuruldu, Ergenekon davasıyla geç de olsa 2008'de arınıyor. Derin devlet yapılanmasını, konsept, kadro, strateji ve yönetim anlayışı değişikliklerine göre, 1923 ile 1936, 1938 ile 1952, 1953 ile 1978, 1979 ile 1998 ve 1999 ile 2008 dönemlerine ayırmak mümkün. İttihat ve Terakki geleneğinin devamcısı bir ekip tarafından kurulan Türkiye'nin daha ilk yıllarında elit oligarşi, derin devletini kurmuş, zengin sınıfını seçmiş, köylü ile efendinin kimler olacağını belirlemişti. Bu süreç, 1936'da Atatürk'ün mason localarını kapatmasına kadar sürdü. Atatürk'ün mason tarafından zehirlenmesiyle İnönizm devri başladı. Tek parti döneminde CHP ve İkinci Adam diktası var iken, zaten derin devlete gereksinim yoktu. CHP, çok partili sisteme geçişi, demokrasiyi özümseyemedi. 

İkinci dönemde DP'ye karşı yaşanan hezimetlerden çıkış yolu bulamayan CHP'nin imdatına, NATO üyeliği ve Marshall yardımı yetişti. 1960 darbesini örgütleyenler düşük profilli subaylardı ve emir Washington'dandı. 

ABD'den gelen bir milyon dolarlık yıllık bütçe ile Ankara'da bir askeri binada 1974 yılına kadar faaliyetini başbakanlardan habersiz sürdürmüş olan 
Kontra'nın temel amacı, ülkemizi Sovyet’lerden gelen kızıl tehlikeden korumak ve siyasi balans yapmaktı. 

MHP ve Milli Selâmet'in kurdurularak siyasetin parçalanmasının ardında derinden koşan Faruk Gürler ve Muhsin Batur paşaların imzası vardı. 
Özel Harp Dairesi (ÖHD)'nin ilk kurucularından emekli albay İsmail Tansu, "Bunlar kendini milli vazifelerle yola çıkmış gibi gösterebilir ama faaliyetleri tamamen gayri milli. Yaptıkları Türkiye'nin çıkarlarına hizmet etmez." 
diyor ve kırılma noktasının 27 Mayıs darbesi olduğuna işaret ediyor.. İsmail Tansu, 1952-53 yıllarında Kore Türk Tugayı'nda savaşmış bir subay. Dönüşte, Tümgeneral Daniş Karabelen'le birlikte ÖHD'yi kurmuşlar. Daha doğrusu 
Seferberlik Tetkik Kurulu adıyla kurulan daire, olası bir Sovyet işgaline karşı muharebe amacıyla ABD’nin desteğiyle kuruldu, ancak kuru faaliyetlerini bir sure ABD’den gizli yürüttü. Oysa iki kurucuda NATO’da eğitim almışlardı. Rıza Vuruşkan ve Eyüp Mater de kendileriyle birlikte hareket ediyor. Kıbrıs'taki direnişi sağlayan Türk Mukavemet Teşkilatı'nın da kurucularından. Kıbrıs İstirdat Projesi'ni hazırlayan kişi. 

Aynı zamanda teşkilatın Ankara'daki genel koordinatörü. 27 Mayıs darbesine kadar hem ÖHD'de hem de Teşkilat'ta üst düzey görevler aldıktan sonra 
darbecilerle ters düşerek 1961 yılında emekli olmuş. 2001 yılında, Mukavemet Teşkilatı'yla ilgili anılarına yer verdiği 'Aslında Hiç Kimse Uyumuyordu' adlı bir de kitap yazdı. Tansu, 'Ergenekon, Özel Harp Dairesi'nin sivil uzantılarının olduğu birime verilen kod isimdir' tezine itiraz ediyor. "Bu, kesinlikle yalandır. Olsa ben bilirim. Ne bizim zamanımızda 1960'a kadar olsun, 60'tan sonra bugüne kadar olsun, benim yakından incelediğim, bildiğim Özel Harp Dairesi ile Ergenekon'un bir ilgisi yok." Daire'nin sivil uzantılarının sadece savaş dönemleri için eğitildiğini, eğitimlerinden sonra memleketlerine gönderildiğini, dosyalarının tutulduğunu ve bir savaş hali oluncaya kadar 'uykuda' kaldıklarını anlatıyor. Bunun haricinde hiç kimsenin kullanılmadığını, teşkilatlandırılmadığını ve başlarında birinin bulunmadığını öne sürüyor. Bugün kendilerine Ergenekon ismini veren örgütü değerlendirirken 27 Mayıs'la bağlantılar kuruyor. (Dönmez, 2008). 
1957'de Albay Turgut Sunalp'ında katılımıyla Kıbrıs'ta Rauf Denktaş ile Rumlara karşı sivil direniş örgütleme görevi veren bu kurum, operasyon finansını ABD'den almadığı için ülkemizin en zengini Vehbi Koç'un kapısını çaldı. 1970'lerde gençliğin Komunizme kayması, Türkiye'nin Brezenski tarafından Yeşil Kuşak kapsamına alınmasıyla aşıldı. Sunalp Paşa’nın kod adı ‘ Albay Rrgenekon’ idi, bu lakabı aynı kodu kullanan Alparslan Türkeş’ten devralmıştı. KGB'nin mantar gibi çoğalan sol örgütlerine ülkücü sağ örgütlerle cevap veren Kontragerilla, 30 bin insanımıza sokaklarda kıydı. 12 Eylül darbesiyle Ergenekon yeniden yapılandırıldı. Sağcı, solcu herkes devlet kurtarırken telef oluyordu, kazanan hep Ergenekondu. Siyasi iktidarlar muktedir olamıyordu. 

OPERASYONDAN İKİ YIL ÖNCE YAZDIĞIM ERGENEKON! 

Eski Ergenekon yapılanmasının yenilendiği süreci yakından takip edip, ihbar niteliği taşıyan onlarca köşe yazısı yazmıştım. İki buçuk yıl önce vardığım sonucu Yeni Ergenekon adıyla kaleme aldım. Derin devlet oluşumu, 3 Kasım 1996 Susurluk kazasından sonra bağırsaklarını temizleme yoluna giderken, 1999'dan 
itibaren bağırsaklarını bozacak yeni bir oluşumun içine sürüklenmişti. Yeni Ergenekon böyle doğmuştu. Ergenekon terör örgütüne yönelik operasyon yürüten savcı, 28 Şubat 2006'da yazdığım “Derinden koşan Kızılelma soslu yeni Ergenekon!” başlıklı eski bir yazıma, Ergenekon’un hackeri Erkut Ersoy’un 
bilgisayarında bulduğu için iddianamede değindi. Çünkü henüz buzdağının görünen yüzü ortaya çıkartıldı, diğer bir yüzüne bu yazıda yer verdim. Daha derin yüzlerini yazmaya benim bile cesaretim yetmiyor, çünkü tosladığımız isimler pek saygın, pek itibarlı ve oldukca zengin patronlar... 

Fikir babalığını İlhan Selçuk’un yaptığı oluşumun operasyonel komutanı; Emekli albay Hüseyin Mümtaz. MİT'in eski 2. adamı -eski Ergenekon’cular beğenmese de- Mikail Alpay, tarafından koordine edilen yeni oluşumun adı: Yeni Ergenekon. Devlet içinde aynı adı taşıyan güçlü bir örgüt geçmişte de vardı. Deniz 
kuvvetlerinden ayrılan Erol Mütercimler, "Ben ilk kez 1980'de varlığından haberdar olmuştum" demişti Ergenekon için. Can Dündar ile Celal Kazdağlı, belgeleri konuşturarak, 'Ergenekon' adıyla bir kitap (İmge Yayınları, Ankara) bile yazdılar... Kuvayı Milliye koalisyonu olarak ortaya çıkan sözde sivil toplum örgütü ismini kamuoyuna “Kızılelma Koalisyonu” olarak açıkladı. Bu müthiş yapılanmada kimler yoktu ki! 

Buzdağının su üstünde görülen kesimi şunlardı: Türksolu- Töre-Ufuk Ötesi-Yeni Hayat dergileri-Yeniçağ gazetesi- Gökçe Fırat, Yekta Güngör Özden, Cumhuriyetçi Demokrasi Partisi-Av.Zeki Hacıibrahimoğlu, Şehit Aileleri Derneği-Saadettin Tantan, Yurt Partisi-Hanifi Altaş Yeni Hayat dergisi-Bedri Baykam, Ressam/yazar Arslan Bulut, Yeni çağ gazetesi -Prof. Dr. Cihan Dura Erciyes Üniversitesi İktisat Bölümü-Hüseyin Özbek Ufuk Ötesi gazetesi-Prof. Dr. Mustafa Erkal Aydınlar Ocağı- Prof. Dr. Tuncer Altuğ İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fak.-Metin 
Aydoğan, A.R. Müdafaai Hukuk Dergisi-Sevgi Erenerol Bağımsız Türk Ortodoks Patrikhanesi-Öner Yağcı Yazar- Hüseyin Mümtaz, Yeni Hayat-Mustafa Aykut Akşit, Kayseri Türk Ocağı-Yıldırım Koç, Türk-iş-Kemal Çapraz, Ufuk Ötesi-Doç. Dr. Yıldız Sertel iktisatçı/yazar- S. Kemal Ermetin, Töre dergisi.. Bu isimlerden bazıları zımmen bu oluşuma imza alınarak farkına varmadan sokulduklarını e-mail atarak bildirdiler, bu nedenle geçen iki yılda pek çoğu olayın farkına vararak geri adım attı.

Bazıları soruşturma başladı diye üzerilerine alınmasınlar, bu isimleri kendi web sayfalarından almıştım. 

Birde görünmeyen, ama varlığını aklı olan herkesin bildiği su altında duran ana kütle var ki, işte o kütlenin yoğunluğu aymazların oturdukları köşelerden asla hesaplanamazdı. Görünürde  her şey Türksolu dergisinin 21 Temmuz 2003 tarihli özel sayısına, yukarıda adlarını saydığımız kişilerin, yetkilisi oldukları kurumlar adına güya ülkenin itilmekte olduğu uçurumun önüne birlikte bir set çekme girişimi, ulusal bir tepki olarak başladı. Görünürde ABD ve AB düşmanlığı yaparak emparyalistlere karşı ulusal direniş başlattıkları iddiasında olmalarına 
karşın, asıl ortak hedef 3 Kasım 2002 seçimiyle iktidara gelen Ak Parti'yi ABD ve AB nezdinde küçük düşürerek hükümetten indirmekti. 

Emekli albay Hüseyin Mümtaz, Yeni Mesaj'daki köşesinde şöyle buyuruyordu: "Aynı TBMM hükümetinin Kurtuluş Savaşı esnasında Kuvayı Milliye’yi canlandırmak için Anadolu’ya gönderdiği -İrşad Heyetleri- gibi.. Yeni Mesaj-Meltem TV ekibine, Yeni Hayat’a, Aydınlıkçılar’a, Hürriyet’ten Mümtaz Soysal, Cumhuriyet’ten Erol Manisalı’ya ve açıktan olmasa da – askere- büyük görev düşüyor..." Kıbrıs Türk Tarih Kurumu, Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı ve İLESAM üyesi olan Mümtaz'ın, çeşitli gazete (Hergün, Ortadoğu, Son Havadis, Günaydın, Birlik-KKTC, Yeni Mesaj) ve dergilerde (Töre, Türk Kültürü, Türk Yurdu, Türk Edebiyatı, Türk Dünyası Tarih Dergisi, Tarih ve Toplum, Tarih ve Medeniyet, Yankı, Yeni Harman, Yeni Hayat) 
yayınlanmış beş bine yakın makalesi bulunuyor. Önce Yeni Hayat ve Aydınlık, sayfalarını birbirlerine açarak paslaşmaya başladı. Ardından birlikte paneller düzenlediler. Son safhada yanlarına Azerbaycan'dan profesörlük unvanlı Haydar Baş'ı da aldılar. Mümtaz, Baş'ı koalisyona katmak için çok dil döktü; Baş'ın 
Erbakan’la kıyaslanamıyacağı konusunda garanti verdi. Ergenekon'un siyasi kanadı, Maocu-Türkçü-Tarikatçı kimliklerine bürünen kesimlerin birbirlerine tutkallanması tavsayınca kendisini daha net ortaya koyacaktı. Ergenekon ideali tekrar hayata geçirilmeye çalışılırken, bu oluşumun bağlanacağı üst kurum konusu muallakta kaldı. "Adını ben verdim/Yaşını Allah versin" demekle olmayacağı anlaşılan Ergenekon'un, ABD güdümlü eski "derin devlet"in devamı mı olacağı, yoksa tamaman milliyetçi/ulusalcı yeni bir kimlikle mi kurulacağı  konusundaki belirsizlik sürüyordu. Son iki yıllık tarihçeyi çıkartmak polisin ve savcılığın işi. Uzun süren bir takipten sonra ulaşılan sağlam delillerle operasyon başlatıldıysa ve sorgulananlar çözülebildiyse, daha çok isme ulaşılacaktır. 

Her ne kadar bağımsızlık teziyle kurulsa ve Avrasya heveslilerini heyecanlandırsa da, kazın ayağı göründüğü gibi değildi. Ergenekon'un operasyon timinin başında başbakanlık danışmanlığı da yapan meşhur bir istihbaratçı vardı. Mikdat Alpay yeni oluşumu pazarlama gayretlerini sürdürüyordu. Oluşumun daha anne karnında iken ilk farkına varan Yenişafak gazetesi köşe yazarlarından Taha Kıvanç, henüz 30 Nisan 2001 tarihinde "Hayaller gerçek galiba" başlığı altında bir yazı yazdı. Yazı, Taha Kıvanç'ın eline geçen İstanbul, 29 Ekim 1999 tarihli, 
"Ergenekon: Analiz-Yeniden yapılanma, yönetim ve geliştirme projesi" ile ilgiliydi. (Kıvanç, Nisan 2001) 
Taha Kıvanç, yazı ile ilgili aldığı tepkiler üzerine ertesi gün, 1 Mayıs 2001'de köşesinde aynı konuya devam etti. "Deli saçması sanmayın” başlıklı yazısında şöyle diyordu: "Sanki ben çıkarmışım gibi, ‘Bu Ergenekon da nereden 
çıktı?’ sorusuna cevap vermek zorunda kaldım. 

22. Ci BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

ERGENEKONUN KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 20

ERGENEKONUN KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 20



BAŞKA SÖZE HACET VAR MI? 

Yeni Şafak’tan Ali Bayramoğlu’nun şu yazısı başka söze hacet bırakmıyor: “Haber şu: Danıştay davası sanıklarından Osman Yıldırım, Cumhuriyet gazetesine atılan bombaları Veli Küçük'ten aldıklarını açıkladı… 
Veli Küçük emekli bir general… 
Albay olduğu dönemlerde ünlendi. 
Adı ilk kez Hanefi Avcı'nın Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkan Yardımcısı olduğu dönemde Susurluk Komisyonu'na verdiği ifadede duyuldu. Avcı, Küçük'ün Cem Ersever'le birlikte Susurluk'un, yani ‘devlet merkezli gayri meşru araç ve eylemler sistemi’nin jandarma ve asker ayağını organize edip, temsil ettiğini söylüyordu. 

İddialar zamanla belgelendi. 

Örneğin Küçük'ün Çatlı'yla defalarca telefon görüşmesi yaptığı ortaya çıktı. 
Susurluk kazasında Çatlı'nın cesedini teslim alan ve gizli tutan Jandarma Alay Komutanı Veli Küçük'tü… 
Devletin hazırlattığı Susurluk raporunda faili meçhul cinayetlerin baş ismi olarak bilinen Yeşil'in cep telefon numarasının Veli Küçük üzerine kayıtlı olduğu iddia edildi. 
Küçük, TBMM Susurluk Komisyonu'na ifade vermeyi reddetti… 
Tüm bu tartışmalara rağmen albaylıktan tuğgeneralliğe yükseltildi. 
2000'de emekli olduktan sonra adı yeniden siyasi olaylara karıştı… 
Türk Mafya Birliği'ni kurmaya çalıştı. 
2001'de Bakü'de Azeri basınına ‘Türk ordusu yardıma hazır’ tarzı beyanatlar verdi. 301. madde davaları sırasında iyice görünür hale geldi. 
Kuvayı Milliye Derneklerinin mitinglerinde boy göstermeye başladı. Hrant Dink'in davasına müdahil olmak üzere dilekçe verdi ve duruşma salonunda yer aldı. 
Ergenekon operasyonları sırasında tutuklanan ilk isimlerden oldu. 
JİTEM olarak bilinen ve adı faili meçhul cinayetlerle anılan bir resmi yapının kurucusu olduğunu Ergenekon hakimi karşısında kabul etti. 
Aynı soruşturma kapsamında Çanakkale ve Antalya'da tutuklanan gençler Veli Küçük'ten kimi kişilere yönelik infaz emri aldıklarını söylediler. 
Ve en nihayet, Danıştay bombaları konusunda tekrar baş aktör olarak karşımıza çıktı… 
Başka bir şey eklemeye, başka bir şey söylemeye gerek var mı? 
Bugünlerde başka Jandarma Alay Komutanı gündemde… 
Trabzon'da görevliydi Ali Öz ve Dink cinayetinin en çok konuşulan isimlerinden birisi... 

Ali Öz, savunulacak tarafı kalmayınca, Trabzon'dan alındı önce Bilecik'e, sonra Bursa'ya tayin edildi… 

Nasıl? 

Etyen Mahçupyan'ın, konu üzerine Taraf'ta çıkan yazısına birlikte göz atalım: ‘Hrant Dink cinayeti ile bağlantılı olarak Trabzon 2. Sulh Ceza Mahkemesi'nde sıradışı iki beyanla karşılaştık. Sanıklar Veysel Şahin ve Okan Şimşek daha önceki yazılı ifadelerini reddettiler ve kendi üstlerini açıkça suçlayıcı bir biçimde konuştular. Şahin ve Şimşek Hrant Dink'in Yasin Hayal ve arkadaşları tarafından öldürülebileceğini 2006 yılının temmuz ayında Hayal'in akrabası olan Coşkun İğci'den öğrenmişler. 

Bunu şube müdürleri Yüzbaşı Metin Yıldız'a bildirmişler ama mesele haftalık rutin toplantılarında gündeme geldiğinde Albay Ali Öz konuyu sonra konuşacaklarını söyleyerek meseleyi kapatmış. Sonraki günlerde bu konuda hiçbir önlem alınmadığını gözlemleyen Şimşek yeniden Yıldız'la konuşmuş, ancak yüzbaşı, Şimşek'i başından savmış...’ 

Devam ediyor Mahçupyan: ‘Cinayet sonrasındaki soruşturmada Jandarma müfettişleri bu olayda Jandarma'nın hiçbir sorumluluğu olmadığına dair rapor vermişlerdi. Müfettişlerin böyle kolayca kandırılmasını mümkün kılan ortamın niteliği hakkında ne söylenebilir? Muhataplar mı çok zekiydi, yoksa Yıldız ve Öz'ün görev değişikliğini hayata geçirenlerin telkinleri mi kuvvetliydi? Sonuç birim amirlerini de aşan bir 'kasıtlı ihmalin' işlendiğidir... 

Bugün olan ise Ergenekon soruşturmasının genişleyen gölgesi altında Şimşek ve Şahin'in doğruyu anlatmalarını teşvik eden farklı bir ortama girilmiş olmasıdır...’ Başka söze, başka eke gerek var mı?” (Bayramoğlu, Mart 2008) 

KAYIP DOSYALARDAKİ JİTEM 

Tuncay Güney, 2001 yılında evinden alınan kayıp dosyalarla ilgili olarak, kendisini sorgulayan eski Organize Suçlar Şube Müdürü Adil Serdar Saçan’a verdiği ifadeleri ve bulunan dosyaları Taraf’a anlattı. 
Güney, uzun süre Taraf’a mülâkat vermemek için direndiği için bu haberi önemsiyorum. Çünkü Güney, hep Taraf’ı düşman olarak gördü, bir takım istihbaratlara çalıştığına inandı. 

Barıştıktan sonra Güney’e JİTEM ile igili açıklama yapması fikrini verdim. Güney, dosyaların Saçan tarafından birilerine verildiğini söyleyerek, bu dosyalar içerisinde yer alan ve Cem Ersever tarafından Veli Küçük’e verilen dosyanın Saçan’a sorulması gerektiğini ifade etti. 

Tuncay Güney’in 2001 yılında İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde, Organize Şube tarafından alınan ifadesini, o dönem Organize Şube’nin başında olan polis müdürü Adil Serdar Saçan, bizzat kameraya çektirmişti. 
Güney ifadelerinin işkence altında alındığını söylese de ortaya çıkan belgeler Ergenekon yapılanmasını ortaya çıkardı. O dönemde Güney’in evinde ele geçirilen belgelerin bir kısmı uzun süre bulunamadı.Bu belgelerin 
bir kısmı daha sonra bir ihbar neticesinde Gaziosmanpaşa’da bir depoda bulundu. 

Kayıp olan ve iki kasetten oluşan sorgu görüntüleri daha sonra Ergenekon soruşturmasını yürüten savcılar tarafından Fatih Adliyesi emanetinde bulundu. Depoda bulunan belgeler arasında Tuncay Güney’in evinde ele geçirilen ancak Adil Serdar Saçan’ın özel arşivine koyduğu iddia edilen belgeler vardı. 2001 yılında gözaltına alınmadan evvel tüm belge ve dosyalarını ABD’ye, güvenli bir adrese de ulaştırdığını söyleyen Güney, Adil Serdar Saçan’ın elinde bulunduğunu iddia etttiği kayıp dosyalarla ilgili Saçan’a bu dosyaların sorulması gerektiğini söyledi. 

Güney kayıp dosyaların içerisinde Hizbuttahrir örgütünün yapılandırılmasından, eski vali Rıdvan Yenişen’e yapılan seks şantajına, Hayyam Garipoğlu, Korkmaz Yiğit’le ilgili dosyalara kadar birçok dosya bulunduğunu, Doğu Perinçek’e Cumhurbaşkanı Kenan Evren’e ait makam aracının verilmesi olayının da bu kayıp dosyalar içerisinde yer aldığını anlattı. Doğu Perinçek’in Ergenekon örgütüne gönderdiği raporlarla ilgili dosyaların da kayıp olduğunu söyleyen Güney, dosyalar içerisinde İran’lı Simko, Tarık Ümit ve Yeşil dosyalarının yanı sıra Cem Ersever tarafından Veli Küçük’e verilen ve bir fotokopisi de kendisinde olan dosyanın da kayıp olduğunu söyledi. Bu dosyanın da diğer dosyalar gibi Saçan’ın tarafından bilindiğini ve ona sorulmasını istedi. Tuncay Güney, JİTEM’in kurucularından Cem Ersever’in Ankara’ya gitmeden önce Adapazarı’nda Veli Küçük’le görüştüğünü ve kendisinin istifa edeceğini Küçük’e söylediğini, Küçük’ün de Ersever’e “istifa etme” dediğini aktardı. Ersever’in daha sonra Ankara’da Hüsamettin Cindoruk ile görüştüğünü de ifade eden Güney, Ersever’in Küçük’e verdiği dosyalar içerisinde herkesin isminin olduğu, ‘JİTEM ve faaliyetleri’ isimli dosya var” dedi. Bu dosyanın yanı sıra personel dosyasının da olduğunu söyleyerek bu dosyaların şu an nerede olduğunun sorulması gerektiğini söyledi. Ersever’in Küçük’e verdiği dosyalar içerisinde numara sistemine göre isimlerin kaydedildiğini de söyleyen Güney, Ömer Lütfi Topal cinayetinin de bu dosyalarda yer aldığını ifade etti. Ersever’in verdiği dosyada Güneydoğu’daki ilişkiler ve yapılan çalışmaların da olduğunu anlatan Güney, itirafçıların nasıl devşirildiklerinin de anlatıldığını söyleyerek “şimdi Kanada’da aynı dosyayı sil baştan okuyorum” dedi. 

MİT’e çalıştığı tüm gazeteciler tarafından tahmin edilen Tuncay Özkan’ın tutuklanması beklenmiyordu. 
Tutuklanmadan önce Özkan, bir süre önce siyasi yaşamına Bağımsız Cumhuriyet Partisi’nde (BCP) devam etme kararı almıştı. Özkan, borçları nedeniyle zor günler yaşayan partinin genel başkanı Mümtaz Soysal’a “bu çatı altında siyaset yapmak istiyoruz. Kongreye gidelim” teklifinde bulunmuş ve olumlu yanıt almıştı. Özkan gözaltına alınmasaydı BCP Ankara’da olağanüstü kongreye gidecek ve Özkan’ı genel başkan seçecekti. 
Tuncay Özkan’ın yeni kanalı Kanal Biz’in Gültepe’deki ofisine yapılan baskında el konan CD’ler arasında, Özkan tarafından kurulan, Siyaset Okulu’nun İzmit Kartepe’de 1400 kişiye verdiği eğitim CD’leri de var. Eğitim verilen kişilerin çoğunluğu BCP üyesi. Eğitimlerde Özkan partililere eğitim, enerji, su ve kalkınma projelerini anlatmış. Okulda, Mümtaz Soysal ve Yaşar Okuyan da ders verdi. 

Ergenekon soruşturması kapsamında Ankara’da gözaltına alınan ve Danıştay 12. Daire Başkanı Yücel Irmak’ın koruması olan Adnan Kılıçarslan, daha önce de eski ASAM Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ ile Yargıtay Savcısı Nuri Düzgün’ün korumalığını yaptı. Ümit Özdağ, son MHP kongeresinde Devlet Bahçeli’nin karşısına genel başkan adayı olarak çıkmıştı. Özdağ’ı, Bahçeli’nin karşısına Veli Küçük’ün çıkarttığı öne sürülmüştü. Küçük’ün telefon konuşmalarında, Özdağ’a 
verdiği destek de deşifre edilmişti. 
Danıştay’daki görevine bir yargıcın ölümü ve dört yargıcın yaralanmasıyla sonuçlanan Danıştay baskınından sonra, başladığı öğrenilen Kılıçarslan’ın, meslekten birkaç kez ihraç edilen Adil Serdar Saçan’ın Danıştay’daki dosyalarını takip etmek ve Saçan lehine karar çıkmasını sağlamakla suçlandı. (Taraf, 2008) 
İlişkiler derin, derine inildikçe pislik kokusu geliyor. 

HANİ NEREDE DIŞ İSTİHBARATLAR? 

Farklı bir kesimden, Vakit’den Abdurrahman Dilipak’ın Ergenekon’a bakış açısına yer vermezsek büyük eksiklik olurdu. Savcının değinmediği, kimsenin yazmadığı Ergenekon’un dış istihnaratlarla ilişkileri konusunda Dilipak şunları yazdı: “Bu Ergenekon işi, görüldüğü kadar basit bir iş değil. Bunun arkası çorap söküğü gibi gelir.. İşin içinde silah kaçakçılığı da var, eroin kaçakçılığı da, arazi mafyası da var, petrol kaçakçılığı da.. 

Kozmik belgelerin elden ele dolaştığı bir vadi burası.. Sınırları Türkiye sınırları ile sınırlı değil.. Kökü İttihat Terakki’ye kadar gider.. Ama en azından 1978’e gitmelisiniz bugünkü olayın iç yüzünü anlamak için.. Hatta 1971’e.. İşin içinde olmayan karar verici kimse yok gibi. 

Mesela 1 Mayıs’ın izini sürün, Şah’ın İran’ına kadar gidersiniz. SAVAK’ın bu işle ne alakası var demeyin. RCD, Cento, hepsi bu derin planın bir parçası.. İran’da duramazsınız, zaten Afganistan’a, Pakistan’a uzanırsınız. 

Beriye gel Irak, Suriye, Lübnan, Ürdün. İsrail’in bu resimde ayrı bir yeri var.. 

Sovyetler’i alınca Balkanlar ve Kafkaslar’ı da işin içine dahil etmiş oluyorsunuz..

Bulgaristan’ın ayrıca özel ve önemli bir yeri var. Tabii Arnavutluk ve Romanya’nın da.. Çin doğrudan işin içinde olmasa da ‘Çinci’ler, ‘3. Dünyacı’lar sistemin bir parçası idi.. 

NATO zaten sistemde büyük oyuncu! Biraz Mısır’ı da katarız bu işe.. 

Bu Ergenekon işini, zamana yaymadan kısa sürede bitirmeniz gerekir.. Eğer zamana yayarsanız, bu kriz bölgeye yayılır.. O zaman da hiç toparlayamazsınız.. 
Şöyle bir ipucu vereyim: ‘Bizim iyi çocuklar’ Irak’ta, Suriye ve Lübnan’da, İran’da, Avrupa’da, Rusya (vd) operasyonlara gönderildiler, onların ‘iyi çocukları’ da burada ve diğer bölgelerde operasyonlara giriştiler.. Kanlı 1 Mayıs’ın arkasında SAVAK da çıkabilir mesela! Bu piyasada kimin eli kimin cebinde belli değil. Avrupa bir şekilde hesabı kapattı, defteri dürdü ama, bizdeki hesaplaşma devam edince, oradaki eski defterlerin de yeniden açılma riski ortaya çıktı.. 
Bizimkiler, ötekileri bu işe dahil etmeye çalışıyor. 

Ötekiler ise, bu işlerin bu şekilde uluorta tartışılmasından rahatsız. ABD, AB, NATO, bu işin kısa sürede halledilmesini istiyordu, gördüğüm kadarı ile. Hükümet bu işten çekindi, hep topu taca attı. Ama sonunda bu pimi çekilmiş bombayı kucağında buldu. 

Bu iş öyle 3-5 savcının altından kalkacağı bir iş değil. Ele geçen belgeler şimdilik, çok sınırlı bir zamanı, mekanı, kişileri kapsıyor. Peki, ana arşivlere ulaşılırsa, ana depolara ulaşılırsa ne olacak? Suriye yönetimi ve istihbaratı da, İsrail yönetimi ve istihbaratı da, Alman, Amerikan, İtalyan, Fransız yönetimi ve istihbaratı da bundan rahatsız olur. İşin içinde Masonlar da var, Tapınakçılar da, illuminati de, herkes, olmayan yok ki! Apo, muhaberattan habersiz mi kaldı Bekaa’da! 

Bizim birçok siyasi liderin kariyeri yara alır. Dini önderler, büyük iş adamları vs.. 

Kontrol dışı unsurlar, ‘Merkez’den umudu keser. ‘İş başa düştü’ diye, durumdan vazife çıkartacak olurlarsa, bütün bu bölgede istihbaratçılar arası iç savaş başlar. Burnuna yumruk yiyen başbakandan, ‘bizim çocuklar’dan ‘iyi çocuklar’a kadar birçok kişi susturulabilir.. Birileri sıranın kendine geldiğini, ya da eylem arkadaşının konuşacağını farkederse, düşünürse eski iş ortağının kafasına silahını dayayabilir. 

Gizli arşivler imha edilirse bir dert, ele geçse bir başka dert. 

Ama asıl büyük dert bu işin fazla uzaması.. Bakın yakında karşı informasyonlar gelebilir. Gördüğüm kadarı ile Almanya sıkıntılı. CHP’nin Alman vakıfları ile ilişkisi filan, öncü sarsıntılar. Mafia hesaplaşması vesilesi ile İtalyanların da başı sıkışacak. İşin Türkiye ayağı, İtalya’dakinden de büyük ve sıkıntılı. 
‘Temizeller savcısı’ bile zor kalkar bu işin Türkiye ayağının içinden. Bakın son olarak Papa suikastında Ağca’nın kullanılmasının STASİ’nin planı olduğu yazılıp çizilmeye başlandı. Almanya’da yayımlanan Der Spiegel dergisi, eski Doğu Almanya istihbarat teşkilatı STASİ’nin Mehmet Ali Ağca’nın Papa 2. Jean Paul’e yönelik başarısız suikast girişimini Türk ülkücülere mal etmeye çalıştığını iddia etti. Ben yine aynı şeyleri söylüyorum: Petrol ve uyuşturucu kaçakçılığı gibi para kaynaklarını kesin. Örtülü KİT’leri, derin devletin taşeron firmalarını, gazetelerini tasfiye edin. Silah depolarını kontrol altına alın, arşivleri ele geçirin, tetikçileri değil, derin devlet baronlarını yakalayın. TSK ile bu işin bağının kesilmesi gerek. Bu yapının Media, Sermaye, Siyaset, Bürokrasi, STK içindeki bağlarının kesilmesi şart. Sonra 50-100 kişi neyse tepedekiler dışında para ve silahlarını teslim eden ve pişmanlık duyanları şartlı şekilde serbest bırakın. Bu işte geç kalınıyor. Eğer böyle giderse, gün gelir olaylar bir patlak verirse arkasını zor toplarsınız. Birçok 
ülkede bombalar patlar, silahlar konuşur, çok kişi bu işten zarar görür. 

Sanıyorum biz Ergenekon’u gözümüze fazla yaklaştırınca, arkasında bir ormanı kaybediyoruz.. Bu, soğuk savaştan kalma, ABD’nin başımıza bela ettiği bir örgüt. Şimdi işleri bitti, kontrol dışına çıktılar, Sam Amca artık tasfiye edilmesini istiyor ama, bu güç buna direniyor. Aslında bu yapının kökleri bizde İttihat Terakki’ye kadar dayanıyor. Osmanlı’yı bu yapı ile çökertmediler mi? 3 yıl iki ayda bir imparatorluğu tasfiye ettiler. Biz o kadar sürede, Etibank’ı bile tasfiye edemedik. Bakın bunların gözü dönmüş. Zamanında kan hesabı yapmamışlar mıydı, 28 Şubat’ta? Saçan Kömürcü’ye ne diyordu: ‘Bizim birimiz onların ellisini haklar.’ Eski polis şefi ile gazeteci böyle düşünüyor! Ha, Avusturya seçimlerinin sonuçlarını biliyorsunuz değil mi? Radikal sağın oy toplamı, en büyük blok’u 
oluşturuyor. Avusturya’da Ergenekon kazandı, anlayacağınız. Ergenekon davasında gelişmeler böyle devam edecek olursa, Avrupa’da ve Türkiye’de görülen, görülmekte olan, faili meçhul kalmış, üstü örtülmüş bir çok dava tekrar açılmak zorunda kalabilir. 

Bu işin Şangay Platformu’na kadar uzanması mümkün. Çin ile Rusya, yani BÇG gösterip Doğu Çalışma Grubu oluşturmaya çalıştılar. Ateş Paşa boşuna İran ve Rusya’nın adından söz etmedi bir zamanlar. Batı biraz da bunun için Ergenekon operasyonu konusunda sessiz! Bu arada EPDK’nın petrol usulsüzlüğü ile ilgili cezaların tahsili yönünde adım atması da önemli.. Petrol kaçakçılığı, kamuya eksik satış, solvent, bozuk yemeklik yağın mazota katılması gibi daha birçok ayağı var. Yani petrol işi derin. %20 değil, toplamda %40’ı bulan bir kara sektör. 

Bizim bu işlerle ilgili tek şansımız, sistem içi güçlerden bir bölümünün artık bu işin böyle gitmeyeceğini görmesi ve yarın bu işin daha tehlikeli bir hal alacağını görüp, tasfiyeye razı olması. Öte yandan yapı içinde görünürde, sağ, sol, Kürt, Türk, dindar görünen, ateist, herkes bu yapıda olmasına rağmen, sokakta vuruştursalar da, merkezde bir araya gelip kadeh tokuşturabiliyorlardı. Maksat vatan kurtulsun. Kontrollü bunalım stratejisi dedikleri şey! Şimdi bir sürü 1 numara çıktı. Kendi aralarında kanlı bıçaklı oldular. El altından birbirleri 
aleyhine bilgi sızdırıyorlar.. Birileri bu işten yakasını sıyırmaya çalışırken, birileri, tehditle ve şantajla bir yerlere varmaya çalışıyor. Kimi aldatıldıklarını düşünüyor, kimi suçluluk psikolojisi ile karanlık hesaplaşmaların faturasını eski iş ortağına yamamaya çalışıyor. Yani kendi aralarında da bir iç savaş var. 
Önemli olan da bu. Ne olursa olsun, bu işlerin artık daha fazla böyle gitmeyeceği anlaşıldı. Bu önemli. Şimdi herkes kendini ve ekibini kurtarma çabasında. Birtakım baronlar ise kendilerine dışarıdan sığınacak ülke, örgüt arıyor sanki. Ve zaman kazanmaya çalışıyorlar. Dikkat. Şimdi daha tehlikeliler. Bu yapı tasfiye edilmez değil, ama dikkatli olmak gerek. 

Operasyondan önce strateji ve takdiklerin iyi hesaplanması gerek. Nihai hedefin iyi belirlenmesi gerek. Bana kalırsa hükümet, bu işi açık açık ABD ve AB ile görüşmeli. Soğuk Harbin başımıza bela ettiği bu yapının tasfiyesinde bilgi ve belge değişimi olmalı. Kertenkelenin kuyruğunu bırakın, gövdesi nerede ona bakın! Bayram sonrası piyasa kızışacak gibi..” (Dilipak, Ekim 2008) 

21 .Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***