5 Temmuz 2019 Cuma

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 23

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 23



6. Soru: Muzaffer Tekin kim ve yapmak istiyor? 
Cevap: Danıştay olayında derin ilişkilerde kilit rol oynayan isimlerin başında, ordudan ihraç edilen yüzbaşı Muzaffer Tekin geliyordu. “Arslan'ın bağlantılarını kuran kişi" olarak ön plana çıkan, ordudan atılma Muzaffer'in, ev ve işyerinde yapılan aramalarda ele geçirilen "İstihbarat ve Gerillanın El Kitabı" adlı doküman, 
"Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Hareketi, 2005 Ankara" kaşeli bir kitapçık ile Türk Solu dergisinin bütün sayıları, Arslan adına düzenlenmiş VKGBH kimlik kartı, aslında tüm ilişkileri ortaya koydu. Sauna çetesinde ortaya çıkan yüzbaşı ile Tekin'in görevi birbirine benziyordu. Tekin, bu yapılanmanın irtibat 
elemanlarından olmasına rağmen, yargıya yapılan ağır ziyaretlerden sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Doğan medyası zil takıp oynadı. Derin bağlantıları bir kalemde siliverdi. Susurluk'ta beraat ettirilenlerini unuttu. Aynı zanlı eğer İslâmi hassasiyeti olduğu için ordudan atılan bir YAŞ emeklisi olsaydı, acaba bu kadar ucuz kurtulabilir miydi? Elbette hayır. 

7. Soru: Arslan'la Tekin arasındaki irtibatı kuran ve yeni teslim olan Ayhan Parlak kim? 

Cevap: Ayhan Parlak'ın özelliği, ATA Ocakları eski genel başkanı olması. Milliyetçi Hareket Partisi'nden kopan Tuğrul Türkeş'in kurduğu Aydınlık Türkiye 
Partisi'nin gençlik kolu olan ATA Ocakları, bir anlamda ülkü ocaklarına alternatif olarak ortaya çıktı. Soruşturmada ismi gündeme gelen bir başka isim de, eski ATA ocakları başkanı, avukat Tarkan Toper. Avukat Arslan'ın Danıştay 
Saldırısı için Ankara'ya gittiğinde Toper ile görüştüğü biliniyor. Toper, bu sebeple ifade verdi. Parlak, Arslan ve Tekin’le aynı periodda 60 küsur konuşma yaptı. Bir insan sevdiği insanı en fazla 5-10 defa arar. Bu samimiyetin bir anlamı olmalı. Sorgulanmasının sonucunda, Tekin gibi olursa kimse şaşırmasın. Olayın üstünü örtmek isteyen zinde güçler, Parlak'ı da kurtaracak ve Doğan medyasına atış yapmak için malzeme sağlayacaktır. 

8. Soru: Destekçileri kimler, başka irtibatları var mı, ilişki içinde oldukları medyaları nasıl yayın yapıyorlar? 

Cevap: Yeniçağ ve Yeni Mesaj gazeteleri bunlara açık destek veriyor. Sözde ulusalcıları çatısı altında toplayan Perinçekgiller de destekçileri arasında. 
Medya organları hedef saptırtarak, hükümeti ve hiç ilgisi olmayan ve olayı  derinlemesine araştıran Zaman’ı suçluyor. Olayları çözen polisi, onunla ilişkilendirerek karartma taktiği uyguluyorlar. 

Aydınlık ve Teori dergileri, Ulusal Kanal'ın yanı sıra Türk Solu grubu, Açık istihbarat, Hakimiyeti Milliye, Kuvva-ı Milliye gibi gruplar yanlarında yer alıyor. Suçlu olduklarını gizlemek için karalama yayını yapıyorlar. 

Türk-Kürt, Sünni-Alevi, laik-anti laik kamp-laşması için medyatik provokasyonlar yürütüyorlar. Bilgi kirlenmesi ile zihinler kirletiliyor ve bulanık suda balık avlanıyor. İrtica için malzeme sağlayacak Aczimen-dilerden, TAYAD grubuna, Hizbullah'a kadar pek çok derin ortakları bilerek veya bilmeyerek, vatanseverlik veya din elden gidiyor adı altında destek veriyor! 

9. Soru: Aydın Doğan grubu medyası, neden olayın üstünü örtmeye ve iddiaları komplo teorisi diye geçiştirmeye çalışıyor? 

Cevap: İrtica haberleri Doğan grubu medyasında katlanarak büyüyor. Merkezi medya tetikçilik görevine geri döndü. Bangır bangır, türban için terör işlendiği 
önyargısı pompalandı; ortaya çıkan onca delile rağmen, ısrar ediyorlar. Medya, andıç lekesini üzerinden silememişken, psikolojik savaşın aleti olmayı kabul 
etti. 
Ertuğrul Özkök, ısrarla olayın derin bağlantılarını örtbast ediyor. 
Doğan Grubu, hükümeti erken seçime götürmeye ve cumhurbaşkanını bu meclise seçtirmemeye çalışıyor. 
Olayın istedikleri gibi yönlendirmede bu sefer başarılı olamadılar. 
Ya Kıskançlıktan yapıyorlar veya talimat gereği... 

10. Soru: Süleyman Demirel ne yapmaya çalışıyor; derin provokatör ulusalcıların arkasında duran gücün ana hedefi nedir? 

Cevap: Ergenekon'u yakından tanıyan Süleyman Demirel, önce "türban tahriki", sonra da "darbe" imâsıyla, bir süredir kamuoyuna ilginç açıklamalarda bulunuyor. 82 yaşındaki emekli Cumhurbaşkanı Demirel, Ergenekon'un oyununun bir parçası izlenimini veriyor! Partisi olmamasına rağmen, sürekli erken seçim istiyor. Türbanı kullanıyor. Bir gün seçim talebi bir gün darbe fobisiyle hükümeti ve kamuoyunu geriyor, zorluyor; CHP'nin yapamadığı muhalefeti yapıyor. 

Ulusalcı oluşumlar, milliyetçi söylemleri nedeniyle DYP veya MHP'ye oy verecek bir kitle topluyorlar! Her seçim öncesi toplum mühendisliğine soyunan Ergenekon, muhtemel bir erken seçimde MHP ve DYP'yi Meclis'e sokup CHP ile üçlü koalisyon kurdurmak ve CHP'li bir cumhurbaşkanını yeni parlamentoya seçtirmek istiyor. Ak Parti iktidara gelmeden öncede Washington'da yazılan bir formül vardı, halen geçerliliğini koruyor. Washington, İran saldırısı öncesi, istediklerine boyun eğecek ve İran'daki Azerileri ayaklandıracak milliyetçi bir hükümete ihtiyaç duyuyor. Ak Parti, ABD'nin taleplerine olumlu yanıt vermezse, eylemlerin dozajı artabilir. Sonuç: Yıllardır birbiriyle kavgalı gruplardan insanlar, 
2001 yılından beri, aynı karelerde görünmeye ve birlikte poz vermeye başladılar. Hoşgörü ortamı adına, sevinmemiz gerekirdi, ancak niyet samimi olmadığı için şüpheyle yaklaşıyoruz. 

Çünkü, tek bir merkezden idare edilmeye başlanmasının emrini Ergenekon verdi. 1999'dan beri yeniden yapılanan derin devletimizin üst birimi Ergenekon'un amacı, sözde ülkede bütünlüğü sağlamak, vatanı kurtarmak. Ak Parti'den ülkeyi kurtarmak vatan kurtarmakla eş anlamlı olarak görülüyor. 

Suları bulandırmadan bu neticeyi elde etmesi zor. Ak Parti, ekonomide ve dış politikada başarılı oldu ve alternatifi bulunmuyor. “Ulusalcılık” oyununun amacı, sosyal yapıda çatışma ve kavgalar çıkararak ülkede gerginliği tırmandırmak ve kardeşi kardeşe düşman etmek. Bu maksatla, son bir yıldır ülke genelinde provokasyonlar başlatıldı. PKK bile kullanılıyor. 

Ulusalcılık; ne Kemalizmdir, ne Atatürkçülük’tür, ne de milliyetçiliktir. Çünkü “ülkenin bölünmesi için” yola çıkarılan ulusalcılar, bugüne kadar Atatürkçülüğün ve milliyetçiliğin modasının geçtiğini savunmuşlardır. Ulusalcılık milliyetçiliğin değil, milliciliğin karşılığıdır. 
Türk insanı, yıllarca fişlenmiş, hor görülmüş, zorbalığa alıştırılmış ve “bizden adam olmaz”, “Türk işi”, “burası Türkiye” gibi söylemlerle aşağılanma 
psikolojisine itilmiştir. 1960, 1971, 1980 ve 1997 yıllarında darbeler ve derin oyunlarla ağır travmalar yaşatılmıştır. Bugün ise aynı emperyalist güçler 
ve içerdeki burjuva uşakları, Osmanlıyı parçaladığı gibi, ırkçı duyguları sömürerek, yoluna devam etmek istemektedir. Doğumuzda bir Kürt devletini 
kurma girişiminde oynanan oyunun adı, ulusalcılıktır. Amerikan yönetimi için önemli olan şey, Amerika menfaatlerine hizmet edecek ve Amerikan askeri operasyonlarına destek ve fırsat verecek sistemleri, siyasileri, diktatörleri, kadroları, burjuvaları ve oligarşik yapıları ülkelerin yönetimine getirmektir. 
Herhangi bir ülkeye, demokrasi gelip gelmemesi, ABD açısından kesinlikle ilk ve asıl tercih değildir. Vatanımızı bölmek için kullanılan en menhus oyun, ötekileştirme vurgusu yaparak, halkımızı birbirine karşı düşmanlığa iten 
ulusalcılıktır. ABD’nin güdümünde olan ulusalcılar, milliyetçilik duygularımızı sürekli körükleyerek, bizleri Türk-Kürt çatışmasının içerisine çekmek istiyorlar. 1980 öncesinde sokakta sağ-sol çatışmasını körükleyen bu çevreler, şimdi yeniden sokaklarda bir anarşi ortamı oluşturmak istiyorlar. 

Ulusalcılar, ABD ve Soros düşmanlığı kılıfı altında ABD ve Soros’a hizmet ettikleri gibi; Atatürkçülük kılıfı altında da Atatürk’ün mirasına ihanet etmektedirler. Antiemperyalist söylemin kılıfı altında, emperyalizme hizmet etmektedirler. Ulusalcılık kılıfı altında ulusa ihanet etmektedirler. Abartılı şekilde Türkçü gözükerek köklerinin ait oldukları azınlıklara hizmet etmektedirler. Solculuk kılıfı altında burjuva ve oligarşiye hizmet etmektedirler. Milliyetçilik kılıfı altında millete ihanet etmektedirler. Kontrgerillanın örgüt yapısının, çok geniş olduğu 
söyleniyor. Sadece bir kaç profesyonel askerden müteşekkil değildir. O, tam anlamıyla bir “devlet içinde devlet”tir. Belki de bu yüzden, onun ortaya çıkarılması son derece güç ve hatta imkânsızdır. Böyle bir örgütlenmenin, nasıl mümkün olduğu, İtalya'daki P-2 Mason Locası skandalı ve Türkiye'deki Susurluk kazası ile ortaya çıktı. Bir esrar veya kaçakçılık şebekesini ortaya çıkartıp çökertebilirsiniz. Bir mafya ya da terör şebekesini de ortaya çıkartıp çökertmek mümkün. Ama ya devlet içindeki bazı birimler, -polisinden savcısına, 
askerinden politikacısına, iş adamlarından mafyasına, üniversitesinden sendikasına kadar-, her yere elemanlarını sokup onları istediği zaman belli bir amacı gerçekleştirecek şekilde örgütlemişse, böyle bir örgütü nasıl, ortaya çıkartıp da çökertebilirsiniz?.. 

Aslında bu statik bir örgütlenme değildir, tam tersine son derece dinamik ve esnek bir yapılanmadır. Her yere kol atmış bir örgütlenme olduğu için, buralardan gelen bilgiler tek bir merkezde toplanıp değerlendirilebilir. 
Bu tür bir örgütlenme sayesinde, her grubun içine girip onları etkilemek mümkündür. Kontrgerilla, gerektiğinde sol akımları, gerektiğinde de dinci akımları yönlendirebilir. Bütün mesele, oyuna gelmemekte. Kamhi suikasti 
“komedisinde” olduğu gibi, kontrgerillanın bazı heyecanlı gençlerin eline (sûret-i haktan görünerek) silah verip eyleme kışkırttığı iddiaları da, bu bağlamda düşünülünce akla yatmaktadır. 

Kontrgerilla örgütlenmesini en çarpıcı şekilde Abdurrahman Dilipak tasvir ediyor: "CIA, SAVAK, MOSSAD, Masonik örgütler, çok uluslu şirketler, politikacılar, mafya, emekli askerler ve emekli istihbaratçıların bir potada eritilerek, oluşturulmaya çalışılan yeni bir güç dengesi..." Kontrgerilla örgütlenmesi, sadece yurt içindeki genişliği ile de sınırlı değil. Kontrgerilla örgütlerinin kaynağı NATO. NATO ülkelerinin hepsinde Gladio benzeri örgütlerin var olduğu anlaşıldı. Kimisinin en üst düzey yetkilileri, bunu açıkça kabul etti, kimisininki ise zımmen kabul yolunu tercih etti. Ama sonuçta hepsinde ve hatta İsviçre, Avusturya ve 
Fransa gibi tarafsızlığı seçen ülkelerde bile var olduğu ortaya çıktı. Tüm bu birbirinin benzeri örgütler CIA tavsiyesiyle NATO bünyesinde oluşturulduğuna göre aralarında muhakkak bir ilişki olmalıydı. ( Dilipak, 1990) 

Mehmet Ali Birand'ın bir yazısında tanımlama yapılıyordu: "...Resmi ve resmi olmayan çevrelerin açıklamalarına göre, Gladio örgütünün kaynağında, 1950 yıllarının başında NATO'nun bir kararı yatıyor. Amerikan İstihbarat Örgütü (CIA) tarafından yapılan bir öneri üzerine NATO'da bir 'gizli koordinasyon komitesi' 
kuruluyor. Bu komite, üye ülkelerde oluşturulan ve her birinde ayrı kod adları verilen örgütler arasında irtibatı sağlıyor ve görevlerini saptıyor... Soğuk savaş döneminden bugüne kadar varlığını, hatta bir ay öncesine kadar NATO'daki gizli toplantılarını sürdüren bu örgüt ile ilgili ilk skandal İtalya'da patladı..." 
(Birand, 1990) 

Kontrgerilla Cumhuriyeti, yazarı Talat Turhan’a göre: "FM 31-16 simgeli Counter Guerilla Operations (Kontrgerilla Harekâtları) adlı Amerikan Talimnamesi'nin 34. sayfasında, azgelişmiş ülkelerdeki 'Temizlik Harekâtı'nın gerçekleştirilmesi için, Kontrgerilla örgütlenmesinin içinde, ek olarak CMAC (Civil Military Advisory Committee), Sivil-Asker İstişare Komitesi'nin kurulması da önerilmekteydi. Anılan talimatnameye göre, böyle bir örgütlenme içinde bulunması gereken kişiler: 

1) Yerel Polis Müdürü 
2) Okul idaresi ve müdürleri 
3) Önde gelen din temsilcileri 
4) Yargıçlar ve hukuk temsilcileri 
5) Sendika lideri veya liderleri 
6) Etkili basın yayın organlarının yayımcıları 
7) Büyük iş ve ticaret kuruluşlarının temsilcileri 
8) Diğer etkili kişilerden oluşmaktadır. 

Kontrgerilla örgütlenmesinin boyutu bu denli geniş kapsamlıdır." 

Bu kadar geniş çaplı bir örgütlenmeden gerçekten de kimsenin haberi yok muydu? Bu kadar uzun bir zaman nasıl saklanabildi bu son derece geniş ağ?.. Aşağıdaki satırlar galiba buna ışık tutuyor (Gladio, Leo A. Müller, S.38-39): 

"İlk aşama çoğu NATO ülkelerinde 'Gladio' yapılarının kurulmasıydı (50'li ve 60'lı yıllarda). 
İkinci aşama 'Gladio' yapılarının saklanmasının ve biçimlenmesinin yanında; etkin politikacıların rüşvetle susturulması ve elde edilmesiydi. Panorama'nın haberine göre yetmişli yılların sonuna dek CIA bunun için sadece İtalya'ya 60 milyon dolar aktarmıştı. Tüm Avrupa'ya dağıtılan ise 200 milyon doların üstündeydi. 
Üçüncü aşama 'etkin ajanların' eğitilmesi ve plase edilmesi, ekonomide ve siyasette, ama özellikle medyalarda ve iş dünyasında düşünce liderlerini, yoldan çıkmış politikacı ve hükümetleri sıkıştırmak, bazen ABD dostu politikaya  yöneltmek ve bunu talep etmekti..." Gladioların birbirleriyle irtibatlı unsurlar olduğu önceki satırlarda verilen bilgilerden anlaşılıyordu. Gerçekte de öyle olması lazım. Madem tüm NATO üyelerinde bu örgütün varlığı ortaya çıktı ve hepsini Amerika kurdurdu öyleyse bu iddia mantıklıdır. (Turhan, 1990) 

3 Kasım 1996’da Susurluk'ta meydana gelen trafik kazasıyla ortaya çıkan ''devlet-mafya'' ilişkileri, devlete karşı müthiş bir güvensizlik noktasında yoğunlaşarak, halkın tepkisini çekmişti. Bu olayda -hakkını vermek 
lazım- basın iyi iş çıkardı. Eksik bıraktığı bir nokta vardı, o da devlet sırrı nedeniyle açıklanamayan militarist bağlantılı yapıydı. Devlet-mafya işbirliği elbette yeni bir durum değildi. Olan sadece, bu şekilde gelişen burjuva 
devletin artık kendini saklayamaz bir duruma gelerek, bütün ''kirli çamaşırlarının'' halkın önüne çıkmasından ibaretti. 

Derin devletin gizli operasyonlar yapılanması çok eskiye dayanıyordu. Osmanlı’da İttihat ve Terraki döneminin, ''Teşkilât-ı Mahsusa”sı', günümüzdeki gibi ''kontrgerillar'', ''JİTEMler'' ve ''gladiolar' benzeri operas-yonlar yönetti. 
Bütçesi, Harbiye Nezaretinin örtülü öde-neğinden ve Alman askeri misyonundan gelen paralarla oluşturulan ve ajan sayısı 1916'da 30 bin kişiye ulaşan bu gizli örgütün görevi, Panİslamizm, PanTürkizm amaçlarına ulaşma ve bu amaçla içeride eleman altyapısını yetiştirme, dışarıda ise Rusya ve İslâmi bölgelerde ayaklanmalar çıkarmak, İngiliz-Fransız sömürgelerinde örgütlenme, daha sonra işgal edilen yurdu, gayri nizami harp ile kurtarmaktı. Kurtuluş Savaşı’nın nüvesi olan bu teşkilât olmadan, Mustafa Kemal başarıya ulaşamazdı. Türk-İslâm sentezi diye adlandırılan, bu ideolojinin ilk vurucu örgütü olan ''Teşkilât-ı Mahsusa'' bu amaçlarını gerçekleştirirken, toplumun alt tabakasını kullanmıştı. Bu toplumsal kesimlerin önemli bir kısmı, hatta tamamı çeşitli suçlardan hüküm giymiş mahkûmlardan oluşuyordu. Bu işleri gördürmek için deli gibi aklını 
kullanmadan duyguları ile haraket eden, ölümden korkmayan vatanseverlere ihtiyaç vardı. Bügün de olduğu gibi geçmişte de MİT “temiz adamlarla” çalışmamıştı. Bu, işin tabiatında olan, bir gereklilikti. İttihat ve Terraki Partisi'nin sivil önderlerinden Ahmet Rıza Bey’in, “Teşkilât-ı Mahsusa Kıtaları” diye 
adlandırılan birlikleri yönelttiği, “katiller ve caniler orduda bulunmamalıdır” eleştirisine, Harbiye Nezareti ordu dairesi Resi Vekili Behiç (Erkin) Bey, “bu mahkûmlardan büyük kısmının orduya değil de, 'Teşkilâtı Mahsusa' emrine verildiklerini, bu bakımdan kıtadaki askerlerin ahlâkını bozmalarının mümkün olmadığını' söylemekteydi.'' (Parlar, 1990) 

Finansman kaynaklarına bakıldığında, Alman emperyalizminin desteği görülüyordu. Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın hesapları içinde, müttefik devletlerin kirli savaşları finanse etme gereğinden kaynaklanmaktaydı. Bugün ise Amerikan emperyalizminin çıkarına uygun olduğu için, kirli amaçlara, kirli yöntemlerle ulaşmak için kirli savaşlar kirli paralarla finanse ediliyordu. Kirli amaçlara kirli yöntemlerle ulaşılır. 

1980'li yılların sonuna kadar bu kanlı örgüt hakkında pek birşey bilinmiyordu. 1980'li yılların sonlarına doğru Avrupa, Gladio rezaletleriyle sallanınca ortaya çıktı. Halen de bu kanlı örgütün eylemleri, tam olarak bilinmemektedir. Bilinenler arasında, Belçikalı komünist lider Lahaut'un, İtalya başbakanı Aldo Moro'nun, İtalyan banker Roberto Calvi'nin, İsveç başbakanı Olaf Palme'nin öldürülmesi eylemleridir. 

24. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder