11 Şubat 2019 Pazartesi

Tuğrul Türkeş ve MHP'nin çıkmazı

Tuğrul Türkeş ve MHP'nin çıkmazı

Soner POLAT 
02 Eylül 2015 
Ulusal Kanal

Tuğrul Türkeş ve MHP'nin çıkmazı!

"ABD ve Avrupa’dan PKK-PYD’ye Silah yağmaktadır!

PKK’nın silahlanması, PYD’nin silahla donatılması Türkiye’nin etrafında kurulan ve kurdurulan ölüm tuzağıdır... Terör örgütlerine giden silahların gerçek hedefi 
Türk milletidir. Bunu görmemek için ya hain ya da gafil olmak lazımdır! AKP, ABD’nin kuklası, kâğıttan kaplanı, ehli sahiplerinin oyuncağı olmuştur!"

BU SÖZLERİ KİM SÖYLEMİŞ OLABİLİR?

Antiemperyalist izler de taşıyan bu sözlerin kaynağını 100 kişiye sorsam, herhalde yüzde 90’ı düşünmeden “Doğu Perinçek” deyiverir… 
Hâlbuki yukarıdaki cümleler Devlet Bahçeli’ye aittir! Peki, nasıl oluyor da bu şekilde tahliller yapan milliyetçi bir parti, yükselmesi için olağanüstü kertede 
uygun koşullar varken, sürekli olarak patinaj yapıyor?

Avrupa’nın ikinci büyüğü olan Fransa’da Bayan Marine Le Pen’in milliyetçi partisi, AB ve Finans Kapital’in bütün engellemelerine rağmen hızlı ve emin adımlarla yükseliyor… MHP’nin fren pedalına sert bir şekilde kim basıyor? Her seçim öncesinde AKP niçin bu partiyi kolayca darmadağın edebiliyor?

MHP’NİN DRAMI!

Felsefi ve bilimsel olarak konuya yaklaşacak olursak, Türk-İslam sentezini temel program yapan bu partinin nasıl bir tuzağa düştüğünü kolayca görebiliriz!

Bilindiği üzere, Alman Filozof Hegel’in (1770-1831) ortaya koyduğu diyalektik sistemde, “tez” ile “antitez” çelişkileri gidere gidere uzlaşır, ortaya yeni bir ürün, bir sentez çıkarırlar. Tez ve antitez özgündür. Ama çıkan sonuç, yani sentez, artık özgün değildir, o bir melezdir! Tez, yani İslam, doğası itibarıyla uluslararası bir nitelik taşır. Birçok ülkede Müslümanlar yaşar. Antitez Türklük ise milli bir kavramdır…

Doğası itibarıyla birbirinden farklı olan bu iki kavramı birleştirmeye çalışalım. Senteze ulaşmak için iki taraftan da bazı unsurlar atılmalıdır. Kural budur. Gökyüzünden gelen dini emirler Allah’ın kelamıdır; değiştirilemez! O halde, eğilip bükülecek olan Türklüktür. Diğer bir ifade ile ancak Türklükten koparılan parçalarla senteze ulaşılabilir… Yapılmış olan da işte budur! Türklüğün içi boşaltılarak İslam’a yapıştırılmıştır! Ve bu eğilim korkarım ki Araplaşmış Türkler doğuracak önemli risk unsurlarını bünyesinde barındırmaktadır.

Bu o kadar öyledir ki partinin sloganlarında bile, Türklükten İslamlığa kayış kolayca görülmektedir. Önceki dönemlerde “Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman!” söylemi ile özetlenen Türk-İslam sentezi, daha sonra, “Kanımız aksa da zafer İslam’ın!” şekline dönüşmüştür. Görüldüğü gibi, sloganlarda artık Türk’ün adı bile yoktur!

BU TERCİHİN DOĞAL SONUCU NEDİR?

Temel ve asli unsurundan vazgeçerek, başka bir ideolojinin kuyruğuna takılan bir siyasi hareket, ne kadar iyi niyetli olursa olsun güdük kalır! Öncelikle seçmen tabanı oynak hale gelir… Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “MHP ile koalisyon daha uygun olur; çünkü tabanlarımız yakın!” söylemi anlamlıdır…

Son 15 yılda yaşadıklarımız, dünyanın herhangi başka bir ülkesinde milliyetçi bir partiyi kaçınılmaz olarak iktidara taşırdı! Ama Türkiye’de böyle olmadı… Hatta MHP, zaman zaman baraj altında kalma tehlikesi ile karşı karşıya kaldı!

Kanımız aksa da zafer İslam’ın! ” dediğiniz anda, bütün kozlar İslam’ı esas alarak siyaset yapan partiye geçer! Kimse aslı dururken taklidine bakmaz! TSK’nın arkasına gizlenerek milliyetçi oylara talip olan AKP’nin tam da seçim öncesinde MHP’nin sembol ismi Tuğrul Türkeş’i bakanlık koltuğuna oturtması ders niteliğindedir.

Demek ki MHP’nin zemini o kadar oynaktır ki Türk-İslam geliş gidişleri Türkeş ismi için bile sıradan bir olaydır. Bu durum ise AKP’nin iştahını kabartmaktadır… Türkeş’e kanca atılabildiğine göre MHP seçmenlerine ulaşmak niçin zor olsun!

Bu güçlü akıma, stratejik düzeyde değil ama taktik düzeyde, ancak içinizdeki Türklük bilinci sağlam ve nitelikli önderler ile karşı koyabilirsiniz. Engin Alan gibi bir efsane komutanı, Sinan Oğan gibi göz kamaştıran bir değeri kolayca gözden çıkarıyorsanız, en büyük hedefiniz sadece barajı geçmek olur!

MHP öyle bir hastalığa tutulmuştur ki lokman hekim bile reçete yazamaz!

Soner POLAT 
02 Eylül 2015 
Ulusal Kanal

http://www.dunya48.com/siyaset/26575-soner-polat-tugrul-turkes-ve-mhp-nin-cikmazi

YORUMUM..

KATKI VEREYİM PKK VE IRAK TAKİ TERÖR ÖRGÜTLERİNE ABD  NİN SİLAH YARDIMI YAPTIĞINI 2008 DE ( KAN UYKUSU BELGESELİNDE )  
O DÖNEMİN TERÖRLE MÜCADELEDEKİ TEK SORUMLU TÜMGENERAL OSMAN PAMUKOĞLU SÖYLEMİŞTİR.. 
BİR OPERASYONDA DA  ABD HELİKOPTERLERİNİN YARDIMI DEVAM EDİYOR TELSİZ ANONSU ÜZERİNE. İNDİRİN EMRİNİ VERMİŞTİR ( BU NASIL BİR NATO MÜTTEFİKLİĞİDİR DÜŞÜNCESİ ÖN PLANA ÇIKMIŞTIR..) DURUMU GENELKURMAYA BİLDİRMİŞ.. DOGAN GÜREŞ İSE CUMHURBAŞKANINA AKTARMIŞTIR.. HATTA DÖNEMİN CUMHURBAŞKANI SÜLEYMAN DEMİRE'LE DE 
BİRİFİNG VERİLMİŞTİR.. DEMİREL İNANAMAMIŞ VE DOĞRUMU BUNLAR DEDİĞİNDE ( HOROZ DÜNYANIN HER YERİN DE HOROZDUR HOROZ RESMİ ÇİZİP ALTINA BU BİR HOROZDUR DEMENİN ALEMİ YOKTUR ) CUMHURBAŞKANIM  DEMESİ ÜZERİNE..BATIYLA İLİŞKİLERİMİZ BOZULMASIN DENİLİP BU GÖREVDEN ALINIP KIBRIS'A 2 SENE SONRADA TUZLAYA TAYİN EDİLİP EMEKLİYE SEVK EDİLMİŞTİR..SAYGIYLA..

***

İlker Başbuğ: Bugün olsa yine Kozmik Oda’yı açardım

İlker Başbuğ: Bugün olsa yine Kozmik Oda’yı açardım.






Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, 2009 yılında dönemin başbakan yardımcısı Bülent Arınç'a suikast iddiasıyla açılan Kozmik Oda hakkında konuştu. Başbuğ, Kozmik Oda'yı açmaması durumunda Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemitlioğlu ve Uğur Mumcu suikastlarının Türk Silahlı Kuvvetleri'ne 'yıkılacağını' söylerken "Gerekeni yaptığımızı düşünüyorum. Bugün olsa yine Kozmik Oda’yı açardım" diye konuştu.
  © Tempo24 
  
Basin Yayin ve Produksiyon Limited Sirketi tarafından sağlanmıştır
Yeni kitabı ‘Ergenekon’dan Çıkış’la okurunun karşısına çıkan Başbuğ, Hürriyet gazetesinden İpek Özbey'e konuştu. Başbuğ'un açıklamalarından bir kısım şöyle:
En kritik ve tartışmalı döneminizi ‘Kozmik Oda’ sürecinde yaşadınız. Arama izniniz yıllardır tartışılıyor. Pişman mısınız?
Hayır, gerekeni yaptığımızı düşünüyorum. Bugün olsa yine Kozmik Oda’yı açardım. Kozmik Oda olayı basında gereğinden fazla büyütüldü. TSK’ya gerçekten samimi duygularla güvenen, seven insanlarımızın psikolojik olarak yüreklerini dağlayan bir olay oldu, üzüntü yarattı. Tenkit edenler olabilir, samimi tenkitlere saygımız var. Ama olayı saptırarak yanlış noktalara götürenlere karşı da pek saygı duyduğumu söyleyemem. Bizim prensibimiz şu oldu: Biz o gün doğru yaptığımızı düşündük, bugün hâlâ öyle düşünüyorum.

Ya karşı dursaydınız?

Birincisi “Silahlı Kuvvetler Bülent Arınç’a suikast planlaması yaptı. Burayı açmasaydık ortadaki delilleri kararttılar” diyeceklerdi. Ama bizim için önemli olan ve yüreğimizi dağlayan bir olay var. Burada Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemitlioğlu ve Uğur Mumcu suikastlarıyla ilgili bilgi arandı. Biz Kozmik Oda’yı açmasaydık bu cinayetlerin arkasında TSK var denecekti. Genelkurmay’ın tepesindeki bir kişinin gereken işlemi yapmadan bu iddiaları havada bırakması doğru değildi.

Şunu mu diyorsunuz: Kozmik Oda’yı Açmasaydık, Uğur Mumcu cinayeti üstümüze kalacaktı!

Gayet tabii. İki gün sonra diyeceklerdi ki “Biz suçüstü yakalamıştık, imha ettiler, izin vermediler vs”. Uğur Mumcu’nun öldürülmesiyle Özel Kuvvetler arasında ilişki kurulması tüylerinizi ürpertmez mi? Biz bu iddiaların çürütülmesinin gerekli olduğu kanaatine vardık. İddialar çok vahimdi. Ciddiye almadan aratmamak olabilir miydi, olabilirdi. Ama iddiaların daha güçlenerek, bugün değil ama yarın Silahlı Kuvvetler’in karşısına getirilmeyeceğinin garantisi var mı? Bu iddianın ortadan kaldırılması bizim için hayatiydi. Kozmik Oda’daki arama 19 Aralık 2009’da başladı, 20 Ocak 2010’da bitti. Ankara Seferberlik Bölge Başkanlığı’nda bakılan her şey, Genelkurmay Destek Kıtaları Komutanlığı’nın kasasına çift mühürle kitlendi. Bu süreçte Ankara Seferberlik Bölge Başkanlığı’ndan bir tek kâğıt parçası, belge, bilgi dışarıya çıkmadı. Ne zaman çıktı, 16 Mart 2013... Hassasiyet gösterenler bu konu üzerinde dursunlar. 16 Mart 2013’te bu bilgiler verildi, dönemin Genelkurmay Savcısı da Muharrem Köse’ydi. Tamamen yasadışı. Bu bilgiler nereye gitti, ne oldu? Bunun üzerinde durulmalı. Biz kozmik odayı açarak aslında FETÖ’nün oyununu bozduk.

http://www.msn.com/tr-tr/haber/gundem/ilker-ba%c5%9fbu%c4%9f-bug%c3%bcn-olsa-yine-kozmik-oday%c4%b1-a%c3%a7ard%c4%b1m/ar-BBTqsTO?ocid=ientp

***


10 Şubat 2019 Pazar

Davutoğlu'nun Ziyaretinin Irak'a Olumsuz Etkisi Yok


"Davutoğlu'nun Ziyaretinin Irak'a Olumsuz Etkisi Yok" 

05.08.2012 

7 yıl önce Kerkük Valisi Necemettin Ömer Kerim, Davutoğlu'nun Kerkük'e gerçekleştirdiği ziyaretinin Irak'ın egemenliğine karşı olumsuz bir adım olmadığını söyledi.


Kerkük Valisi Necemettin Ömer Kerim, Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun Kerkük'e gerçekleştirdiği ziyaretinin Irak'ın egemenliğine karşı olumsuz bir adım olmadığını söyledi.

Dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu'nun Kerkük'e gerçekleştirdiği tarihi ziyaretine ilişkin yazılı açıklama yapan Vali Kerim, Davutoğlu'nun Kerkük ziyaretinin olumlu olduğuna dikkat çekerek bu ziyaretin Irak'ın egemenliğine karşı olumsuz bir adım olmadığını belirtti.


Türkiye'nin her zaman Irak halkının yanında olduğunu vurgulayan Kerim, Türkiye'nin Irak'ın toprak bütünlüğünü savunduğunu ve Irak'taki tüm etnik guruplarla aynı mesafede olduğunu kaydetti.


Türkiye'nin Irak ve Kerkük'ün kalkınmasında önemli katkıda bulunmak isteğini ifade eden Kerim, 'Bakan Davutoğlu'nun Irak ziyareti için Irak vizesi aldı. Uçağı ise Irak hava sahasına giriş yapması için izin aldı. Kerkük ziyaretinin hiç bir olumsuz tarafı yok. Kerkük yerel yönetimi olarak Kerkük'ü ziyaret eden tüm dünya yetkililerini karşılmaya hazırız. Kerkük Yerel yönetimi olarak biz Irak'ın egemenliği ve birliğinden yanayız.

https://www.sondakika.com/haber/haber-kerkuk-valisi-davutoglunun-ziyareti-irak-in-3840340/

***

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Kerkük Ziyareti Üzerinden Türkmen Stratejileri,


Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Kerkük Ziyareti Üzerinden Türkmen Stratejileri,





09.08.2012


Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, 1 Ağustos 2012’de Suriye’nin kuzeyinde yaşanan olayları görüşmek üzere önce Erbil’e gitmiş ve Bölgesel Kürt Yönetimi’nin lideri Mesut Barzani ile uzun bir görüşme yapmıştır. Aynı gün Erbil Türkmenlerinin iftar yemeğine katılmış ve ardından ertesi gün sürpriz bir şekilde Kerkük’ü ziyaret etmiştir. Davutoğlu’nun, 1976’daki dönemin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’in ziyaretinin ardından Türk yetkililer tarafından yapılan ilk ziyaret olma özelliğini taşımasının yanında son derece kritik bir dönemde yapılmış olması da önemini arttırmaktadır. Diğer taraftan Ahmet Davutoğlu da 7 Ağustos 2012’de Irak Türkmen Cephesi’nden üst düzey bir heyeti ağırlamış ve iftar yemeği vermiştir. Kısa süre içerisindeki karşılıklı bu ziyaretler Türkmen stratejilerini de ön plana çıkarmaktadır. Bu yazı da son dönemki gelişmeleri Türkmenler üzerinden değerlendirmeyi ve Türkmen stratejilerini ortaya koymayı amaçlamaktadır.



    Buradan hareketle öncelikle Ahmet Davutoğlu’nun Kerkük ziyaretinin detaylarına değinmenin faydası bulunmaktadır. Ahmet Davutoğlu, Kerkük’te önce vilayet yönetimini ziyaret etmiş ve kısa bir görüşme yapmıştır. Ardından Irak Türkmen Cephesi’ni ziyaret eden Davutoğlu burada Irak Türkmen Cephesi yetkilileri ile bir basın açıklaması yapmış ve Türkmenlerin birlik beraberliğinden bahsederek, Kerkük’e fitne düşürmek isteyenlere kardeşlikle karşı çıkılması gerektiği ifadesiyle önemli bir mesaj vermiştir. Ayrıca Davutoğlu Türkmenlere Irak Türkmen Cephesi’ne sahip çıkmaları için çağrıda bulunarak, Türkiye’nin Türkmenlere olan desteğinin geçmişte olduğu gibi bugün de var olduğunu ve gelecekte de devam edeceğini vurgulamıştır. Nitekim Davutoğlu’nun Kerkük ziyaretinde bir siyasi parti olarak sadece Irak Türkmen Cephesi’ni ziyaret etmesi, hem diğer etnik ve dini gruplara hem de Türkmenlere verilen bir mesaj niteliği taşımaktadır. Daha açık bir ifade ile bu ziyaret diğer etnik ve dini gruplara Türkmenlerin Türkiye için ayrıcalıklı bir konuma sahip olduğunun işareti olarak değerlendirilebileceği gibi, Türkmenlere de Irak Türkmen Cephesi vurgusu yapılmış olabilir. Davutoğlu’nun, bir kısım Türkmenler tarafından eleştirilse de Irak Türkmen Cephesi dışındaki diğer Türkmen partilerini ziyaret etmemesi, Türkiye’nin Irak Türkmen Cephesi’ne desteğini gösterir niteliktedir.



Öte yandan Davutoğlu’nun bu ziyareti, Irak’taki dengelerin yanı sıra özellikle Kerkük’teki siyasal yapıyı da ortaya çıkarır nitelikte olmuştur. Zira Davutoğlu’nun Kerkük ziyaret Türkmenler ve Kürtler tarafından olumlu karşılansa da Kerkük’teki Sünni Araplar tarafından oluşturulan Arap Siyasi Kitlesi tarafından çıkarılan bir bildiriyle eleştirilmiştir. Özellikle Haviceli Arapların yer aldığı bu oluşumun son dönemde Irak Başbakanı Nuri El-Maliki ile yakınlaştığı bilinmektedir. Bu doğrultuda Maliki’nin de bu ziyareti ağır bir dille eleştirmesinin ardından Arap Siyasi Kitlesi’nin de bu yönde bir bildiri çıkarması dikkat çekmektedir. Bu durum Kerkük’te bir kamplaşma olarak yorumlanmaktadır. Yaklaşık son bir yıllık dönemde Kerkük’te Araplar, Türkmenleri kendilerine karşı Kürtlerle ittifak yapmakla suçlamaktadır. Özellikle Mart 2011’de Hasan Turan’ın Kerkük Vilayet Meclisi Başkanı olarak seçilmesinin ardından Araplar, Kerkük vilayet meclisi boykot etmiş ve Türkmenlere karşı bir duruş sergilemeye başlamıştır. Bilindiği gibi 2003’ten sonra Kürt grupların Kerkük’e yönelik baskısı karşısında Türkmenler ve Araplar ortak bir tavır sergilemiş, özellikle uzun süre Kerkük vilayet yönetimi boykot edilmiştir. Ancak son birkaç yıl içerisinde hem Türkiye’nin Kürt gruplarla geliştirdiği ilişkiler, hem Kürt grupların yaklaşımındaki değişim hem de bir Türkmenlerden bir kısmının pragmatik politika üretme çabası Türkmen-Kürt yakınlaşmasını beraberinde getirmiştir. Nitekim 2012 yılı başında Irak Türkmen Cephesi Erbil İl Başkanlığını yeniden açarken, KDP’nin 2011 Aralık ayında yaptığı kurultaya Irak Türkmen Cephesi davet edilmiş ve karşılıklı ilişkiler artmıştır.



Bu noktada önümüzdeki dönemde 2013’te yerel seçimler ve 2014’te de genel seçimlerin yapılması planlanan Irak’ta, Türkmenlerin nasıl bir strateji izleyebileceğine yönelik tartışmalar yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başlamıştır. Zira özellikle Şii Türkmen partilerinin bir araya gelerek seçim hazırlıkları yapmak üzere bir koalisyon oluşturdukları bilinmektedir. Ancak özellikle genel Türkmen stratejisi konusunda bir muğlak olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Irak’ta yerel ve genel seçimlerin yapısı ve sistemi farklı olması dolayısıyla her seçime özgü stratejilerin hazırlanmasının uygun olduğu düşünülmektedir. Bu yüzden pragmatik ve rasyonel bir siyasetin hazırlanması ve Türkmenlerin maksimum çıkarının korunması buradaki ilk hedef olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkmen daha önceki seçimlerde farklı seçim stratejileri izleseler de ana eksenin Kürt gruplara karşıtlık olduğunu ifade etmek mümkündür. Ancak burada önemli olan faktörün hedef üzerinde dönemsel değişiklik ve konjonktüre uygun politika stratejilerinin hazırlanması olduğu değerlendirilmektedir. Zira 2010 seçimlerinden sonra Irak’taki siyasetin normalleşmeye başladığı ve etnik/dini siyasetin bir nebze olsun ötesine geçilerek, çıkar odaklı siyasetin takip edildiği söylenebilir. Özellikle bir dönem çatışma noktasına gelen Musul’daki Nuceyfi grubu ile Kürtlerin anlaşması buna verilebilecek en iyi örneklerden biridir. Musul Vilayet Yönetimini elinde bulunduran Nuceyfi grubu, Kürt gruplarla anlaşmaları sonucunda Musul’un Kürtlerin hakimiyetindeki bölgelere de etki edebilmektedir. Burada karşılıklı bir “siyasi ticaret”ten bahsetmek mümkündür.

İşte bu siyasetin artık Türkmenler için de var olması gerektiği düşünülmektedir. Artık siyaset bilimi açısından klasik bir söylem haline gelen “siyasette ne sürekli bir dost ne de düşman vardır” cümlesi Irak için hayat bulmaya başlamıştır. Bu yüzden kazanımları maksimize etmek açısından değer ve önceliklerden ödün vermeden politika çizilmesi oldukça önemlidir. Örneğin Türkmenlerin son dönemde Kerkük’te Kürtler ilişkilerindeki normalleşme dikkat çekmektedir. Bu normalleşmenin bir ileri aşamaya taşınıp taşınmayacağı Türkmenlerin Kerkük’teki kaderini belirleyebilir. Öncelikle Türkmenlerin Kerkük için ne istediğinin belirlenmesi, uygulanacak stratejilerin açısından önemlidir. Bu noktada, Kerkük’ün hiçbir bölgeye bağlanmaması, Türkmenlerin vilayet yönetiminden eşit pay alması, gasp edilmiş Türkmen mülk ve arazilerinin Türkmenlere geri verilmesi gibi kırmızı çizgiler korunarak yapılacak ittifaklar Türkmenlerin çıkarlarını maksimize edecektir. Bu yüzden Türkmenlerin çıkarlarını en üst seviyede koruyacağı ittifakı hesaplaması yerinde olacaktır. Tarihsel travmaların kalıpları içerisinde kalarak siyaset üretmenin artık Türkmenlere fayda sağlamayacağı düşünülmektedir. Bu yüzden milli değerler korunarak, eğer Türkmenlerin çıkarlarını en üst düzeyde sağlayacaksa, Kürt gruplarla bile ittifak düşünülebilir. Burada Türkmen siyasetçilerin Kürt gruplarla müzakere yapmasını “Türkmen milletine ihanet” olarak lanse edecek taraflar olabilir. Ancak burada yapılan milliyetçilik olmayacaktır. Çünkü ama “Türkmen milletinin çıkarlarını en üst seviyeye taşımak”tır. Bu yüzden eğer Kürt gruplarla bile ittifak yapmak Türkmenlere fayda sağlayacaksa, örneğin Kerkük’te yapılacak yerel seçimlerde Kürt gruplarla ittifak yapılabilir. Politika çizerken realiteyi de hesaba katmak gerekmektedir. Bozulan denge içerisinde, bunu haksız bir biçimde zorla gerçekleştirmiş olsalar bile Kerkük’teki Kürt grupların ağırlığı aşikardır. Bu durum Kerkük’te yapılacak olası yerel seçimlerde Kürt gruplarla, temel milli değer ve hassasiyetlerden ödün vermeden, yapılacak ittifak Türkmenlere fayda sağlayabilir. Diğer bir seçenek olarak Araplarla yapılacak ittifakın da Türkmenlere ne getireceği iyi hesap edilmelidir. Örneğin Arapların Kerkük vilayet yönetiminde (il hizmet müdürlükleri dahil) hiçbir ağırlığı yoktur. Bu yüzden özellikle çoğu Arapların elinde olan Türkmen arazileri konusunda pazarlığa gidilebilir. Hatta Türkmenler daha stratejik davranarak Kürt ve Arap grupların tamamı olmasa bile, en azından bir kısmıyla ortak bir liste çıkararak hareket edebilir. Böylece Arap ve Kürtlerin gücü kırılırken, Türkmenler bundan fayda sağlayabilir. Zira bunun olasılığı düşük olsa bile Irak’taki siyasi çekişme içerisinde özellikle Kürt partiler arasında problemler yaşandığı bilinmektedir. Bölgesel Kürt Yönetimi ve Irak merkezi hükümet çekişmesinde, Barzani’nin çok fazla güçlenmesini istemeyen grupların Maliki ile birlikte hareket ettiği söylenmektedir. Buradan hareketle Türkmenlerin de bunu avantaja dönüştürebileceği söylenebilir. Örneğin, Irak Türkmen Cephesi’nin öncülüğünde Türkmenlerin Irak siyasetindeki istikrarsızlık ve boşluğu değerlendirerek parlamentoda Türkmenler için sağladığı kazanımlar son derece önemlidir.

Sonuç olarak Türkmenlerin hedefinin Türkmen ulusal çıkarlarının en üst seviyede elde edilmesi ve korunmasını sağlamak olduğu düşünülmektedir. Bu hedefe hangi gruplarla işbirliği yaparak elde ediliyorsa o grubun seçilmesi önemlidir. Ancak burada tek taraflı cepheleşmelerin Türkmenlere fayda sağlamayacağını da belirtmek gerekmektedir. Bununla birlikte Kürtlerle olduğu gibi tarihsel sorunların arkasından bakarak hareket edilmesinin de Türkmenlere fayda sağlamayacağı değerlendirilmektedir. Burada ifade edilmek istenen Türkmenlerin tarihlerini ya da milli geçmişini unutması veya göz ardı etmesi değildir. Milletler tarihi ve milli bakiyeleri ile ayakta durur ve bunların ilelebet korunması için mücadele ederler. Bunlar akılda tutularak, ilelebet milli kimliğin korunması için, duygusal siyasetin önüne geçilerek, rasyonel ve pragmatik stratejilerin Türkmenleri başarıya ulaştıracağı düşünülmektedir.

http://orsam.org.tr/tr/disisleri-bakani-ahmet-davutoglu-nun-kerkuk-ziyareti-uzerinden-turkmen-stratejileri/

***

Davutoğlu Kerkük'te

Davutoğlu Kerkük'te



Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'ndan tarihi ziyaret..


02.08.2012

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Erbil'deki temaslarının ardından Kerkük'ü bir ziyaret etti.

Erbil'de Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani ile görüşen Bakan Davutoğlu, temaslarının ardından bu sabah Irak'ın Kerkük vilayetine geçti.
Burada Kerkük Valisi ile ortak bir basın açıklaması yapan Ahmet Davutoğlu, "Kerkük Türk'tür Türk kalacak" sloganları eşliğinde konuştu. 

IRAK'TAN ZİYARETE SERT TEPKİ 75 YIL ARADAN SONRA BİR İLK

Davutoğlu, 75 yıl aradan sonra Kerkük'e giden ilk Türk Dışişleri Bakanı oldu.

Davutoğlu ve beraberindekileri taşıyan konvoy, Erbil'in 83 kilometre güneyindeki Kerkük'e bugün sabah yoğun güvenlik önlemleri altında girdi.

HABERİN VİDEOSU İÇİN TIKLAYINIZ!..

VİDEO;
https://www.youtube.com/watch?v=EKd8pPNCqR8


Kerkük ziyaretiyle ilgili sosyal paylaşım sitesi Twitter hesabından mesaj yazan Davutoğlu, "75 yıl aradan sonra Kerkük'e gelen ilk Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı olmanın gururunu yaşıyorum" dedi.

"KERKÜK EBEDİ BARIŞ ŞEHRİ OLACAK"

Davutoğlu, "Kerkük Irak'ta Türkmen, Kürt, Arap kardeşlerimizin huzur içinde yaşadığı ebedi bir barış şehri olacak" diye yazdı.



"BİR GECE ANSIZIN GELEBİLİRİM DEMİŞTİM"

Türkmen cephesini ziyaret eden Davutoğlu burada bir açıklama ve şunları söyledi: "Türkiye için Irak gönüllerden ırak olan ülke değil. Irak'ın bütün kesimleriyle kardeşliğimiz var. Bütün Irak bizim için candan aziz dost. Tırnağınıza küçük diken batsa 75 milyon Türk Anadolu'da hisseder. Bir gece ansızın gelebilirim demiştim. Ani bir karar alıp bir sabah geldik. İnşallah daha çok geleceğiz, daha çok beraber olacağız. Bütün Türkiye'nin size selamlarını getiriyorum. Kerkük bütün bölgemizin örnek bir şehri. Buraya fitne sokmak isteyenler olabilir. Kerkük'ün barış şehri olmasını sağlayacağız."



ZİYARET UZUN SÜREDİR PLANLANIYORDU

Güvenlik gerekçesiyle gizli tutulan Davutoğlu'nun ziyareti uzun süredir planlanıyordu.

Daha önce dönemin Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, 1937 yılında Kerkük'e gitmişti. Fahri Korutürk de daha sonra Cumhurbaşkanı olarak kenti ziyaret etmişti.

KERKÜK CAMİİ'NDE ÖĞLE NAMAZI

Vali Necmettin Kerim de, Davutoğlu'nun Kerkük'e yaptığı tarihi ziyaretten dolayı çok memnun olduğunu ve Konya ile kardeş şehir olmasının kendileri için sevindirici olduğunu söyledi. Davutoğlu ve Kerim daha sonra öğle namazını kılmak üzere yoğun güvenlik önlemleri altında Kerkük Camii'ne gitti.



https://www.ensonhaber.com/davutoglu-kerkukte-2012-08-02.html


***

AHMET DAVUTOĞLU’NUN DIŞİŞLERİ BAKANI OLARAK KERKÜK ZİYARETİ

AHMET DAVUTOĞLU’NUN  DIŞİŞLERİ BAKANI OLARAK KERKÜK ZİYARETİ.

AHMET DAVUTOĞLU’NUN  DIŞİŞLERİ BAKANI OLARAK KERKÜK ZİYARETİ,





17.10.2017 

Partisinin meclis grup toplantısında konuşan MHP lideri Devlet Bahçeli, eski Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun Kerkük için sunduğu 10 maddelik çözüm önerisine çok sert tepki gösterdi. Salı günü gerçekleşen meclis grup toplantıları MHP lideri Devlet Bahçeli ile başladı. Kerkük meselesini değerlendiren Bahçeli, 
Ahmet Davutoğlu'nun sunduğu 10 maddelik çözüm önerisini eleştirirken, "Gafillik ve garabettir. Sen hangi yüzle konuşuyorsun" ifadelerini kullandı. 



MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin grup toplantısında eski Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun Kerkük için 10 maddelik çözüm önerisinde bulunmasına çok sert çıktı. Bahçeli, "Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu, TSK, güçlü bir irade ile ağız birliği içindeyken eski Başbakan'ın aykırı beyanat vermesi gafillik ve garabettir. Durdun durdun da şimdi neden ortaya çıktın? Sen hangi yüzle konuşuyorsun." diye konuştu. İşte Bahçeli'nin açıklamasının o kısmı: 

" TÜRKİYE'Yİ BOĞMAK ÜZEREYKEN..." Eski Başbakan kendini hatırlatma gereği duymuştur. Bu şahıs asırlardır Kerkük'ün etnik renkliliği barındırdığını söylemiştir. Kerkük'ün Türk yurdu olduğunu inkar etmiştir. Stratejik derinlik ile Türkiye'yi boğmak üzere iken görevden el çektirilen bu zihniyet mesajlar sunmuştur. Eski Başbakan çıkıp müzakere tavsiyesinde bulunarak referandumun dondurulmasını öneriyor. Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu, TSK, güçlü bir irade ile ağız birliği içindeyken eski Başbakan'ın aykırı beyanat vermesi gafillik ve garabettir. Durdun durdun da şimdi neden ortaya çıktın? Sen hangi yüzle konuşuyorsun. Kerkük'ün acıları büyürken hala zalimlerin sözcülüğüne cüret edenlerin varlığı kabul edilemez.  

https://www.a24.com.tr/bahceliden-davutogluna-sert-tepki-haberi-40107700h.html?h=52


****

1 Şubat 2019 Cuma

12 EYLÜL 1980 İHTİLALİ SONRASI TÜRKİYE'DEKİ SİYASAL DEĞİŞİM BÖLÜM 2

12 EYLÜL 1980 İHTİLALİ SONRASI TÜRKİYE'DEKİ SİYASAL DEĞİŞİM  BÖLÜM 2
      

    "11 Eylül akşamı 8.00 civarında telefon geldi. Turhan Koçal Bey' in evindeymiş. Beni oraya çağırdılar. Genel Başkan orada biz biraz özel konuştuk. Bana bir şeyler olduğunu söyledi. Ben oradayken Mustafa Mit, Yaşar Okuyan ve gençlik kollarından bazı arkadaşlarımız da geldiler. Orada karşılaştırdığımız yer Halil Şıvgın' ın evi oldu. Halil Şıvgın bir arkadaşımız ama MHP' li olarak, ülkücü olarak da pek bilinmeyen bir arkadaşımız... Hanımı da ülkücü gelenekten gelen Taşer ailesinin çok şuurlu bir kızıydı. Onun için orayı emniyetli bulduk. Oraya götürdük. Öyle bahsedildiği gibi çok yer falan gezmedik. Direk götürdük. İşte bazı MHP' lilere gidildi, onlar kabul etmedi, oraya gidildi, falam yok. İlk kararlaştırdığımız yer orasıydı, oraya götürdük.

Ertesi günü teslim oldu.' (Dr. Arslan Tekin, Milliyetçi Hareket' te Yeni Dönem ve Dr. Devlet Bahçeli, 2bs.,İstanbul 1998,s.88-90)

         Milliyetçi Hareket'in 12 Eylül 1980 müdahalesinin etkilerini atlatarak yeniden partileşme süreci 7 Temmuz 1983'te Muhafazakâr Parti'nin kurulmasıyla başlamıştır. Ne var ki Muhafazakâr Parti, 6 Kasım 1983'te yapılan seçimlere Milli Güvenlik Konseyi'nin engellemeleri yüzünden katılamamıştır. 6 Eylül 1987 tarihinde 12 Eylül Askeri yönetiminin getirdiği yasaklar son bulmuş ve 4 Ekim 1987'de düzenlen ikinci Olağanüstü Kongre'de Alpaslan Türkeş Milliyetçi Çalışma Partisi Genel Başkanı seçilmiştir.
        
        1987 seçimlerinde de %2 oy alarak meclis dışında kaldı. 1989 yerel seçimlerde de %2’lik oyu %4’e çıkarmış olmasına rağmen yine umulan gibi olmamıştı. 1991 seçimlerinde de RP ile ittifak yaparak meclise girebilmişti.
       
        Alparslan Türkeş’in 1996’daki vefatıyla yerine Devlet Bahçeli genel başkanlığa getirildi.

IV-1999 SECIMLERI VE SONUC DEGERLENDIRMESI

        Baykal’ın baskısıyla yaklaşık bir yıl önceden kararlaştırılan erken secimler 18 nisan 1999 günü yapıldı. Belki de 20.yüzyılın son seçimleriydi. Sonuç Türkiye’de yeni bir donum noktasını gösteriyordu.(BILA Hikmet,a.g.e,s.423)

       CHP tarihinde ilk kez barajı geçememiş idi. Secimin galibi ise DSP ve MHP’ydi. Merkez sağ parlamentoya girmişti;fakat oyları barajın biraz üzerindeydi. ANAP ve DYP liderleri arasında bitmek bilmeyen kavgalar,iki partinin gerileme nedenleri arasında sayılabilirdi.
İki yıpranmamış parti, DSP ve MHP ön plana çıktı.

      Seçmen geçmişte yolsuzluk olaylarına bulaşan, din sömürüsü ve din tüccarlığı yapan, Türk ordusuyla kapışan, itici, kavgacı ya da yalancı olarak bilinen partilerle birlikte onların genel başkanlarını da cezalandırdı.(COLASAN Emin,Secimin Ardından Kısa Kısa,Hürriyet Gazetesi,20.04.1999)
  
       Devletle ve rejimle kavgaya giren FP’de önemli ölçüde oy kaybetmişti.(BILA Hikmet,a.g.e,s.423)

       MHP’nin yükselişinin nedenlerinden PKK terörüne karsı tutarlı tavrını,şehitlere ve şehit yakınlarına sahip çıkmasını,radikal söylemden uzaklaşmış olmasını söyleyebiliriz.
   
       Her iki partiye yönelişin ortak nedenini, Türkiye'nin yeni rotasında aramak gerekiyor. Bu nedenleri şöyle sıralayabiliriz;
 1- Seçim sonucu, halkın, Türkiye'nin Avrupa'dan dışlanmışlığına tepkidir. Avrupa Birliği'ne üyelik ve PKK terörü konusunda Batının Türkiye'ye karşı aldığı olumsuz tavır, ülkede "ulusalcılık" tercihini ön plana çıkarmıştır.  2- Bu tercih "ulusal sol"u savunan DSP ile "ulusal sağ"ı temsil eden MHP'yi zirveye taşımıştır. İki partinin bir koalisyonla ortak iktidar olması, seçmenin tercihiyle çelişmeyecektir. Ortak paydaları "ulusalcılık"tır. "Milliyetçi Cephe"leşme herhalde yanlış olur.   3- ANAP ve DYP'deki gerileme, iki partinin de çözüm üretemeyen politikalarından kaynaklanmıştır. Şahsi ve oportünist politikalar ANAP ve DYP'yi de, liderlerini de eritmiştir.    4- Önce Refah, sonra Fazilet çizgisi de seçmendeki değişim beklentisini karşılayamamıştır. Kaddafi İslamcılığına kadar uzanan din istismarcılığı, milliyeti Türk olan halkın Müslümanlığıyla örtüşmemiştir.
             5- PKK terörüne karşı DSP ve MHP'nin politikaları yakınlaşmıştır. Terör ile insan haklarını birbirine karıştıran, insan haklarını ayrımcılığa kalkan olarak kullanan söylem ve tavırlara karşı öfke, 18 Nisan'da patlamıştır.
             6- Seçim sonuçları, 28 Şubat'ın tercihleriyle de uyuşmaktadır. Halkın 28 Şubat'ı benimsemediği, sandıktan 28 Şubat karşıtı bir sonuç çıkacağı yolundaki öngörü ve beklentiler suya düşmüştür.
              7- ANAP ve DYP için geçerli olan bütün olumsuzluklar CHP için de geçerlidir. Oportünist, günübirlik politika, çözümsüzlük CHP'yi baraj partisi haline getirmiştir. Atatürk'ü, bu işe karıştırmak yanlıştır.
              8- Dürüstlüğün erdem olduğu bir kez daha anlaşılmıştır. DSP lideri Ecevit'in adının, ta başından beri dürüstlükle birlikte anılması anlamlıdır. MHP lideri Bahçeli de yeni bir lider olarak kamuoyuna bu imajı vermiştir.
              9- Şimdi din istismarcılarının, ayrılıkçıların ve günübirlik politikacıların şapkalarını önüne koyup düşünmeleri gerekiyor. Türkiye'yi "Doğu"ya doğru iten Avrupa'nın da...

        DSP ve MHP 12 Eylül öncesindeki husumeti bir kenara bırakarak ANAP’I üçüncü ortak olarak alıp koalisyon hükümetini kurdular.

V- 2000’li YILLARA GİRERKEN TURKİYE’DEKİ SİYASAL DURUM

        21.yüzyılda Türkiye’nin gündemini hem iç hem dış dinamikler açısından iki temel sorun belirleyebilir gibi görünmektedir.

        Bunlardan birincisi, “globalleşme” ile daha da önem kazanan “Türkiye’nin dünya üzerindeki yeri” sorunudur.

        İkinci sorun ise yine dış dünya ile bağlantılı olarak “Siyasal İslam” ve “Güneydoğu” sorunları çerçevesinde bir rejim tartışması gibi görünmektedir.

        İnsan hakları sorunu da siyasal gündemin en başındaki sorunlardan birisi olarak da söylenebilir.(KONGAR Emre,a.g.e,s.310)

     “Avrupa Birliği ile bütünleşme” sorunu gündeme egemendir. Bu sorun da bir yandan Türkiye’nin dünya üzerindeki yeri ve bir bölgesel güç olarak çeşitli rolleri ile ilişkili olmakla birlikte öte yandan yeri ekonomik ve siyasal düzenlemeleri gerektirmesi acısından doğrudan doğruya ekonomik yapı ve siyasal rejim sorunlarıyla bağlantılıdır.

      Toplumsal olarak kentleşmenin ve yükselen beklentiler devriminin bütün bu siyasal sorunları etkileyeceğini bilmek gerekir.(KONGAR Emre,a.g.e,s.329)

   a)Yeni bir oluşum ve Recep Tayyip ERDOGAN: Türk siyaseti, Recep Tayyip Erdoğan ismiyle 27 Mart 1994'te tanıştı. Bu tarih, aynı zamanda Refah Partisi'nin altın çağını yaşadığı 1994 seçimleri... Refah Partisi, İstanbul ve Ankara'nın da içinde bulunduğu 5 Büyükşehir ve 26 ilin belediye başkanlığını kazanmıştı ama en önemlisi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Recep Tayyip Erdoğan'ın sahneye çıkması oldu. Milli görüş tabanının yakından tanıdığı bu isim, İstanbul ve Türkiye için yeni bir yüzdü...
     
        Recep Tayyip Erdoğan, Necmettin Erbakan'ın muhalefetine rağmen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na aday olmuş, Erdoğan üniversiteyi, 1980'de yani 12 Eylül'de bitirdi. Bu tarihe kadar bir yandan futbol oynarken diğer yandan da Milli Selamet Partisi'nin İstanbul Gençlik Kolu başkanlığını yürütüyordu. Erdoğan ve çevresindekiler bu dönemi sorunsuz atlattılar ama 12 Eylül herkes gibi Erdoğan'ın da siyasi yaşamını kesintiye uğrattı. Erdoğan, o dönemi sıkıntısız atlatmaktan gururlu:   
       "12 Eylül gençlik kolları başkanı olduğum dönem. Tabi üniversite öğrencisi olduğum dönem, üniversitelerde sıkıntıların olduğu dönem, bizim de il başkanı olarak gençlik kolları başkanı olarak özellikle sorumlusu olduğum gençliğimi bu anarşinin içinde bulundurmamak ve onları oradan çekebilmek ve hamd ediyorum ki İstanbul'da benim gençlik kollarımda görev yapan arkadaşlarımın hiçbiri bu olayların içinde bulunmamış ve bu anarşik eylemlerden dolayı da ne ilde ne ilçelerde böyle bir sıkıntı yaşamadık."

(http://www.hurriyetim.com.tr/dosya/tayyiperdogan/tayyip.asp)
  
         Erdoğan'ın Ziya Gökalp'e ait dediği, sonradan Cevat Örnek'in olduğu anlaşılan şiir nedeniyle; Diyarbakır DGM, 21 nisan 1998'de Erdoğan ile ilgili mahkumiyet kararı verdi. Erdoğan, bir yıl hapis ve 860 bin lira ağır para cezasına çarptırılmasının yanı sıra artık siyasetten de men edilmişti.(Hürriyet Gazetesi, 22 Nisan 1998, Çarşamba)
    
      Erdoğan'ın yargılanma süreci devam ederken, 16 Ocak 1998'de Refah Partisi de "laiklik karşıtı eylemlerin odağı" olduğu gerekçesiyle kapatıldı.

  1) Yeni Parti Pinarhisar’da kuruluyor.,
    
        Erdoğan cezaevindeyken, yeni parti kurma hazırlıkları da başladı. Cezaevinde bir yandan yurdun dört bir yanından kendisine gelen destek mektuplarını tek tek cevaplayan Erdoğan, bir yandan da Türkiye'nin yakın siyasi tarihini incelemeye başladı. Ancak o günleri anlatan Erdoğan'ın dikkat çektiği en önemli noktalardan biri gelecekte kurulacak partinin ön hazırlıklarının da artık başladığıydı...

          Partinin adı "Adalet ve Kalkınma Partisi"ydi. Recep Tayyip Erdoğan, 16 Ağustos 2001'de yaptığı ilk kurucular kurulu toplantısında genel başkanlığa adaylığını koydu.

  2) 3 Kasım 2002 seçimleri ve AKP’nin zaferi: 3 kasım seçimleri Türkiye için beklenmeyen bir sonuç çıkarmıştı. Seçimler sonunda geçen dönem 5 partinin girmeyi başardığı TBMM'ye,sadece iki parti yüzde 10'luk seçim barajını aşarak girebildi. 

           AK Parti ile daha önce parlamento dışında olan CHP, oyların yaklaşık yüzde 55'ini alarak Meclis'e girdiler. TBMM, 1954 yılındaki CHP ve DP'li parlamentodan 48 yıl sonra ilk kez sadece iki partiden oluştu. Bu sonuçla oyların yüzde 45'i parlamentoda temsil şansına sahip olamadı.

           AK Parti, 1987 yılında kurulan Özal Hükümeti'nden sonra 15 yıl koalisyonlarla yönetilen Türkiye'de, yüzde 34 oy alarak tek başına hükümet kurma olanağına da sahip oldu.

          "Türk seçmenlerin ülkeyi derin bir ekonomik krize sürükleyen siyasi yapıyı cezalandırmak istediği için oy vererek politik bir deney yapmıştır. AKP kendini merkez sağda göstererek “Avrupa’daki Hıristiyan demokratlara” benzetmektedir. (Washington post newspaper, 4 Kasım 2002)

           'Batıda insanlar Türkiye'yi laik, demokratik, Müslüman bir ülke olarak takdir ediyor. Partinizin aslında İslamcı bir parti olmasından ve ülkenin karakterini değiştireceğinden endişeliler'' yorumlarına  Erdoğan, ''bizim partimiz İslamcı değil. Dine dayalı değil. Ancak Türk medyası bizi bu kategoriye yerleştirmeye çalışıyor gibi demeçler vermeye başlamıştı. Erdoğan’ın ve siyasi arkadaşlarının geçmişi sürekli olarak ortaya sunuluyor ve “laiklik” ilkesinden odun verilip verilmeyeceği merak ediliyordu. Tayyip ERDOGAN ve arkadaşları ise sürekli değişimin olduğunu vurguluyorlardı.
Siyasi bir parti İslamcı olamaz. İslam bir dindir ve parti sadece siyasi bir kurumdur'' dedi.(Hürriyet Gazetesi,11 Kasım 2002)

  3) Diğer partilerin secim sonrası durumu: DSP,MHP,ANAP,DYP ve SP istediklerini bu seçimlerde bulamamış hatta barajı asamamışlardı. Özellikle bir önceki seçimlerin 2 galibi DSP ve MHP’nin meclise girememiş olması Türk siyasetinde ilk kez görülen bir durumdu. Parti liderleri secim sonrası istifa edeceklerini açıkladı ve bu partilerde de yeni oluşumlar ortaya çıkmaya başladı. Adeta Türk siyasetine değişik kanlar geliyor.

b) Genç Parti Türk Siyasetinde: İşadamı Cem Uzan’in başkanlığında İslamiyet ve Milliyetçilik unsurlarını sürekli olarak vurgulayan GP kuruldu ve 3 kasım seçimlerine girerek 3 büyük parti olan ANAP,DYP ve MHP’nin oylarını toplayarak çok büyük bir oy potansiyeli kazandı. Çoğu kimselere göre bu partilerin oy kaybetmesinde en büyük etken olarak GP’ yi göstermekteydi.





VI- DEĞERLENDİRME

        Secim sonuçlarını değerlendirdiğimizde gördüğümüz sudur ki; ANAP 1983 seçimlerinden bu yana çok büyük bir oy kaybı yaşamıştır. Bu durumun aynisi DYP’de de yaşanmıştır. MHP’de 1991 seçimlerinde gösterdiği basariyi 2002 ‘de gösteremeyip meclis dışında kalmıştır. RP’nin parçalanması ile de Erbakan yandaşları da giderek eriyerek oy oranları aşırı derecede düşmüştür.

      Secim sonuçlarına baktığımızda AKP ve GP’nin bir anda oy oranlarını arttırdıkları görülür. Buradan su çıkarımı yapmamız belkide yanlış olmaz;halk artık yeni politikacılar denemek istiyordu. Aslında bu tabloyu 1999 seçimleriyle MHP’de de görmüştük.
  
                            SONUC

             Türkiye’de sağ-sol bağlamında klasik siyasal saflaşma devam etmektedir. Bu saflaşmanın içerik ve temsili bakımdan değişikliklere uğradığı görülmektedir.

            Türkiye’de siyasal kimlikler birkaç kategori ile tasnif edilir:Milliyetçi,Muhafazakar, Sosyal Demokrat, Sosyalist, Atatürkçü, İslamcı, Liberal vb...gibi

            1980’den bu yana ülkede bir çok hükümetler kuruldu. Partiler kapatıldı ardından yeni partiler  kuruldu. Belki de sonu olmayan bir kaosa sürüklendi.

           80 sonrası merkez sağın hakim olmasına rağmen yükselen “siyasal İslam” trendi ile RP iktidara geçti;fakat sebepleri bir turlu açıklanamayan bir şekilde o büyük içerisinde bir kuvvet olan parti adeta parçalandı. İster kendiliğinden oluşan bir oluşum olsun isterse bir güç ama görülen o ki Türk siyaseti yeni çığırlara sahne olacağa benziyordu.
  
              Ve birden yeni bir ses duyulmaya başladı:Recep Tayyip ERDOGAN...Belediye başkanlığıyla başlayan macerası bir şiirle son bulacakken simdi Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı oldu. Bu kendiliğinden oluşan bir basari mi?, bir mucize mi?,yoksa 80 yıllarındaki gibi siyasi hayatımıza karışan büyük bir gücün etkisi miydi?

BIBLIYOGRAFYA

ANADOL CEMAL,Olaylar belgeler hatıralar ve MHP,Burak yayınevi,İstanbul 1995

BARDAKCI İlhan,Türkiye’yi 12 Eylül’e sürükleyen olaylar zinciri ve Türkiye üzerindeki oyunlar,aydınlar ocağı yayınları,İstanbul 1987
BILA Hikmet,CHP1919-1999,Doğan kitapevi,İstanbul 1999
BILDIRICI Faruk,Siluetini Sevdiğimin Turkiyesi,Doğan kitapevi,İstanbul 2000

CEMAL Hasan ,Kimse kızmasın kendimi yazdım,Doğan kitapevi,İstanbul 1999
COLASAN Emin,Secimin Ardından Kısa Kısa,Hürriyet Gazetesi,20.04.1999

Dr. Arslan Tekin, Milliyetçi Hareket' te Yeni Dönem ve Dr. Devlet Bahçeli, 2bs.,İstanbul 1998,s.88-90
GERGER Haluk, O yıllar, Dost kitapevi,Ankara 1987
http://www.hurriyetim.com.tr/dosya/tayyiperdogan/tayyip.asp
Hürriyet Gazetesi,11 Kasım 2002
POYRAZ Ergun,Refah’in gercek Yüzü-1,Poyraz yayınları,ANK 1996,s.92
Washington post newspaper, 4 Kasım 2002

*  Ecevit’in kapatmaya karsı hazırladığı bir açıklamayla TRT’de yayınlandı.

http://www.mevzuatdergisi.com/2004/10a/01.htm


****

12 EYLÜL 1980 İHTİLALİ SONRASI TÜRKİYE'DEKİ SİYASAL DEĞİŞİM BÖLÜM 1

12 EYLÜL 1980 İHTİLALİ SONRASI TÜRKİYE'DEKİ SİYASAL DEĞİŞİM BÖLÜM 1,


Yelim Nur ŞİRİN

Özet
1980 Sonrası Türkiye....
            
             1980 yılı,ülkemizi her alanda(ekonomik,hukuki ve siyasi...) etkileyen,belki de milat yıl olarak kabul edilebilecek bir donemdir. Kargasının çok yüksek olduğu,insanların nefretle baktıkları,sadece bununla da kalmayıp sebepsiz yere birbirlerini öldürdükleri bir donemden çıkarak peşine baskıcı bir yönetimin hakim olduğu,hukuki alanın yürütme tarafından sinirlandirildigi,tüm gücün yürütmeye verildiği bir doneme geçmişlerdir.

             İste bu donem  kargaşanın bitişini sağlayan  “son mu?” yoksa yeni bir kargaşa donemi için“başlangıç mi?”. 1980 donemi kargaşanın bitmesi yerine huzur ve barisin ihsan etmesi için hükümete karşı yapılmış bir askeri darbenin tarihidir. Yalnız bu sadece bir askeri darbe değildi tabi ki... Ülkemizde birden siyasi değişimler olmaya başladı. 2003 genel seçimleri ile Türkiye belki de yeni bir kimlik kazandı.1980 ve 2004 yılı arasındaki siyasi çalkantı neydi?  

           Bu Makalede 1980 darbesinin Türkiye’ye getirdikleri ve goturduklerini bulacaksınız. Özellikle 2003 genel seçimlerinden sonra ülkemizin siyasi yapısının değişiminden bahsedeceğiz.           

I-12 EYLUL 1980 IHTILALI ONCESINE BAKIŞ

  Türkiye’de 1980’li yıllarda hakim olan üç olgu bulunduğunu söyleyebiliriz; baskı,adaletsizlik ve şiddet... Ülke öyle bir hal almıştı ki tam bir iç kargaşa mevcuttu. Sağ ve sol olmak üzere insanlar iki kutuba bölünmüştü. 1980 tarihi öncesi Türkiye için bambaşka bir donem olmuştu diyebiliriz.

  a)Ekonomik bakımdan: Ekonomik alanda ülkemizde önemli olumsuzların mevcut olduğunu görmek mümkündür. Özal’ın 24 ocak kararlarının bile ekonomik iyileşmeye sebep olduğunu söyleyemeyiz. Kimi yazarlara hatta o donemi yasamış kimi insanların yaptıkları açıklamalara göre şiddetin bu kadar ön planda olmasının sebeplerinden birinin ekonominin kötüye gidisinin de olduğunu söyleyebiliriz.

 b)Siyasal bakımdan: Ülkemiz ekonomi gibi siyasette de tam anlamıyla kaos içindeydi diyebiliriz. Üst üste kurulan hükümetler, kimi partiler tarafından yapılan yorumlar, istikrarın sağlanamamış olması siyasi ortamın gerginleşmesine sebep olduğunu görebilmekteyiz.

 c)Toplumsal bakımdan: Tam bir kargaşa döneminin hakim olduğunu,insanların nefretle dolu olduklarını ve insanların psikolojisinin ne kadar bozuk olduğunu donemi incelediğimizde varacağımız sonuçlardan biri olabilmektedir.

II-12 EYLUL 1980 IHTILALI

            1979 Kasım'ında Demirel başkanlığında, dışarıdan Milliyetçi Hareket Partisi(MHP) ve Milliyetçi Selamet Partisi(MSP) destekli Adalet Partisi(AP) azınlık hükümetinin kurulması da siyasal istikrarsızlığı sona erdirmeye yetmedi. Bu arada günde 25-30 kişinin yaşamına mal olan siyasal ve toplumsal şiddet olayları da bütün hızıyla sürüyordu.

          İstikrarsızlığın yanı sıra giderek artan şiddet olaylarından tedirgin olan ordunun üst kademesi, 27 Aralık 1979'da Milli Güvenlik Kurul Başkanı sıfatıyla Cumhurbaşkanı Fahri Korutuk'e bir uyarı mektubu gönderdi.
Korutürk'ün 2 Ocak 1980'de kamuoyuna duyurduğu uyarı mektubunda, ülkenin içinde bulunduğu durumun değerlendirilmesi yapıldıktan sonra şöyle deniliyordu:
               
                "Türk Silahlı Kuvvetleri ülkemizin bugünkü hayati sorunları karşısında siyasi partilerimizden bir an önce, milli menfaatlerimizi ön plana alarak, anayasamızın ilkeleri doğrultusunda ve Atatürkçü bir görüşle bir araya gelerek anarşi, terör ve bölücülük gibi devleti çökertmeye yönelik her türlü hareketlere karşı bütün önlemleri müştereken almalarını ve diğer anayasal kuruluşların da bu yönde yardımcı olmalarını ısrarla istemektedir."

æCumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün kamuoyuna duyurduğu, terör ve bölücülük olaylarının artışıyla ilgili uyarı mektubu gerek iktidar gerekse muhaletef partileri tarafından görmezden gelindi. Her iki taraf da bu mektubun muhatapları olmadıklarını açıkladılar. Bu durum öteden beri bir müdahale hazırlığı içinde olan ordunun üst kademesinin bu yöndeki hazırlıklarını hızlandırdı.

             Ordunun mektubu adresini bulamadan ortada kalırken, 6 Nisan 1980'de Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün görev süresinin dolması mevcut bunalımlara bir yenisinin eklenmesine yol açtı. Siyasi partiler bir isim üzerinde uzlaşmaya varamayınca yeni cumhurbaşkanını seçmek bir türlü mümkün olmadı.
Bu görevi Cumhuriyet Senatosu Başkanı İhsan Sabri Çağlayangil aylarca vekaleten yürüttü. 1980 sonbaharına gelindiğinde kriz bütün hızıyla sürüyordu ve birçok ilde sıkıyönetim ilan edilmiş olmasına rağmen şiddet olayları her geçen gün tırmanıyordu. Bu arada bazı kesimler ordunun duruma bir an önce müdahale etmesi için sabırsızlık gösteriyorlardı.

            12 Eylül 1980 günü sabah saatlerinde Türk Silahlı Kuvvetleri, emir-komuta zinciri içinde yönetime doğrudan el koydu. Darbeyle birlikte Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiralı Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun 'dan oluşan 5 kişilik bir Milli Güvenlik Konseyi kuruldu.

             MGK Başkanı Kenan Evren darbenin gerekçelerini aynı gün öğle saatlerinde yaptığı radyo ve televizyon konuşmasında kamuoyuna açıkladı. Yine aynı gün yayımlanan 1 numaralı MGK bildirisi şu satırları içeriyordu:

             "MGK devlet yönetimine doğrudan el koymuştur. Her türlü siyasi faaliyet her kademede durdurulmuş, parlamento ve hükümet feshedilmiş, bütün parlamenterlerin yasama dokunulmazlıkları kaldırılmıştır. Bütün yurtta sıkıyönetim ilan edilmiş, ikinci bir emre kadar sokağa çıkmak yasaklanmış, yurtdışına çıkışlar durdurulmuştur. Yasama ve yürütme yetkileri MGK tarafından kullanılacak ve kısa zamanda bir bakanlar kurulu oluşturularak yürütme sorumluluğu bu kurula bırakılacaktır."

              Bu arada siyasi parti başkanları MGK kararıyla, "can güvenliklerinin sağlanması amacıyla Türk Silahlı Kuvvetleri'nin koruma ve gözetiminde" belirli yerlerde ikamete tabii tutuldular. Demirel ve Ecevit, Gelibolu Hamzakoy'a, Erbakan da İzmir Uzunada'ya gönderilirken, bazı milletvekilleri ile DİSK'in üst düzey yöneticileri gözaltına alındı.

III-IHTILAL SONRASI SIYASI PARTILER

 a)CHP-SODEP-DSP: 29 ekim 1980 günü MGK Genel Sekreterliğinin yayınladığı bildiriden sonra Bülent Ecevit, Cumhuriyet Halk Partisi(CHP) Genel başkanlığından istifa etti. Siyaset yasağını çiğnediği gerekçesiyle sürekli olarak tutuklanıp cezaevine konuyordu.(Bila Hikmet,CHP-1919 1999,Doğan kitap,İst 1999,s.357)

16 Ekim 1981 günü MGK Siyasi partilerin feshine ilişkin  yasayı kabul etti. Partilerin kapatılmasıyla 62 yıllık CHP tarihi sona eriyordu. Buna tek tepki ise Bülent Ecevit’ten* geldi.
              
   1-DSP ve SODEP’nin siyaset sahnesine çıkışı: Halkçı Partinin (HP) kurulduğu ayni donemde  Erdal İnönü de Sosyal Demokrat Partisi(SODEP)’nin kuruluş bildirgesini İçişleri Bakanlığına teslim etti. SODEP’in yani sıra Bulent Ecevit’in esi olan Rahşan Ecevit’in başkanlığında da Demokratik Sol Parti kurulmuş ve HP ise DSP’ye katılma kararı almıştı.(Bila Hikmet,a.g.e,s.375) 13 Eylül 1987’de Bülent Ecevit DSP’nin liderliğine getirildi;fakat 1987 genel seçimlerine katılan DSP barajı geçememişti.  

  2-1991 seçimleri ve sol: 1991 seçimlerine HEP ile ittifak yaparak giren SODEP bati’dan istediğini alamamış doğuyu ise HEP kazandırmıştı. SHP’nin seçimlerde basarisiz olması parti içerisinde muhalefet seslerine sebep olmuş,7. Olağanüstü Kurultayda Baykal,İnönü karsısında  yenilgiye uğradı. 12 Eylül’ün kapattığı partiler tekrardan kurulmaya başladılar. Bunlardan birisi de CHP idi. 12 Eylül öncesi CHP’nin Genel Sekreter Yardımcısı Erol TUNCER’in başını çektiği bir grup partinin tekrar açılması için çalışmalara başladılar. İnönü yeni CHP’nin SHP’ye katılmasını istiyordu.

  3-Deniz BAYKAL yine sahnede: 9 Eylül 1992’de yapılan kurultayda Deniz Baykal Genel Başkanlığa seçildi. Ve çok geçmeden de CHP’ye akın başladı.

  4-Donemin 3 önemli olayı: 1993 yılı baslarken SHP’yi eritecek olan Türk talihinde 3 önemli olay gerçekleşir.

           İlkin Cumhuriyet gazetesi yazarı Uğur MUMCU’nun 24 Ocak 1993 tarihinde faali meçhul bir cinayete kurban gitmesi... Ve bu donemde Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü’nün katillerin bulunacağına dair söz vermesine rağmen hala bulunamamış olması.
   
           İkincisi ise Pir sultan senlikleri için Sivas’ta bulunan Aziz NESIN ve aydın-sanatçı topluluğu kaldıkları Madımak Otelinde bazı çevreler tarafından ateşe verildiler.
  
         “Ben siyasi sorumluyum.”(BILA Hikmet,a.g.e,s.396) diyen Erdal INONU büyük tepki gördü ve Alevi kitlenin SHP’den uzaklaşmasını sağlayan etkenlerden biri oldu diyebiliriz.
    
         Üçüncü olay,ISKI skandali ise ISKI genel müdürü Ergun GOKNEL’in halkın paralarını kendi özel ihtiyaçları için kullanması ve bir kısmının SHP’ye aktarıldığının öne sürülmesi idi.
    
         Bu üç olayın SHP’nin ülkedeki itibarini sarstığını söyleyebiliriz. Secimler yaklaşırken CHP’den DSP’ye doğru bir yöneliş vardı. 24 Aralık 1995 seçimleri hem sol hem de Türkiye için şaşırtıcıydı. RP birinci parti olmuş DSP ve CHP umduklarını bulamamıştı. Sol için tam bir hayal kırıklığıydı.

 b)REFAH PARTISI: 12 Eylül 1980 ihtilali bu parti yöneticileri için sadece parti kapatılması ve yöneticilerinin cezalandırılmasından öteye gitmedi.
   
       Necmeddin ERBAKAN’da diğer parti liderleri gibi tutuklandı ve İzmir Uzunada’da üç hafta kaldı. Erbakan’ın yakın siyasi arkadaşı olarak bilinen Yasin HATIPOGLU tutukluluk günlerini söyle anlatıyordu:
  
    “Bu konseyciler sakin bizi hapishaneye atalım derken bilmeyerek yanlışlıkla cennete atmış olmasınlar. Elimizi uzatsak her istediğimiz meyve,tatlı.yiyecek. Kısacası hersey elimizde.”(POYRAZ Ergun,Refah’in gercek Yüzü-1,Poyraz yayınları,ANK 1996,s.92)
   
      Daha sonraki duruşmalarda Erbakan ve arkadaşlarının beraat etmesi herkes tarafından şaşırtıcı olmuştu.

1-Refah partisi kuruluyor: Siyasi yasakların da sona ermesiyle 19 Temmuz 1983 tarihinde “emanetçi” Ali TURKMEN adında bir avukatın genel başkanlığında kuruldu. MNP ve MSP’nin devamı olduklarını her fırsatta belirtiyorlardı. 11 Ekim 1987 tarihinde yapılan 2.Olağan kongre ile Necmeddin ERBAKAN genel başkanlığa seçildi.

2-1991 seçimleri ve RP: 1991 seçimlerinde IDP ve MCP ile ittifak yaparak girdi. Tek başına hükümet olacaklarını düşünüyorlardı. %16.7 oyla 62 milletvekili çıkardı.

  3-RP’nin yan kuruluşları: 12 Eylül öncesinde MSP’nin belli başlı yan kuruluşları Akıncılar,Milli Türk Talebe Birliği ve Avrupa Milli Görüş Teşkilatları ve bunlara bağlı kuruluşlardı.
          
          12 Eylül’den sonra MSP yerini RP’ye akıncılar IBDA-C’ ye;MTTB ise yerini MGV’a bıraktı.(POYRAZ Ergun,a.g.e,s.124) Erbakan hareketinin planlı ilk safhası Milli Gençlik Vakıflarıdır. Bu vakfın bütün illerde merkez şubeleri,ilce örgütleri bulunmaktadır.
      
        24 Aralık 1995 seçimlerinde 1.parti oldu. 1980’den sonra başlayan hızlı yükseliş ilk tohumunu atmıştı ve ilk sırayı aldı. Kimilerine göre RP,hükümet olursa Laik Cumhuriyetin tehlikeye düşeceği söyleniyordu. Kimilerine göre ise RP’nin seçimlerden 1.parti çıktığı,iktidarı hakettigi,dışarıda bırakılırsa radikalleşeceği yorumları yapılıyordu.

  4-Partinin radikal hareketleri: Çok geçmeden partinin bazı unsurları on plana çıkarıldı. Ekonomik ve sosyal sorunların çözümüne yönelme yerine Taksime ve Çankaya’ya cami yapılması,üniversitede türbanın serbest bırakılması,devlet dairelerinde mesai saatlerinin cuma namazına göre düzenlenmesi gibi konular gündemin ilk sıralarına oturtuldu ve gerilim politikası esas alindi.

        Erbakan’ın başbakanlık Konutu’nda sarıklı tarikat liderlerine yemek vermesi,RP’li milletvekili ve belediye başkanlarının çeşitli yerlerde Atatürk,Laik cumhuriyet aleyhinde sert konuşmalar yapmaları RP’ye bakisi değiştirmeye başladı.
        1 Şubat 1997 tarihinde Sincan’da RP’li belediye başkanının himayesinde düzenlenen,Iran büyükelçisinin de izlediği bir tiyatro oyununda şeriat ayaklanması temasının islenmesi,bardağı taşıran son damla oldu. 4 Şubat günü Genelkurmay’in emriyle tanklar Sincan sokaklarındaydı.

  5- 28 Şubat sureci ve RP: Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakki KARADAYI 28 Şubat’ı silahsız kuvvetlerin yönetime doğrudan el koyması olarak belirtmişti. Erbakan’da istemeye istemeye 28 Şubat bildirisini imzalamak zorunda kaldı.

         28 Şubat kararlarına şöyle bir baktığımızda laiklik ilkesinden odun verilmeyeceğini;tarikatlarla bağlantılı özel yurt,vakıf ve okullar,devletin yetkili organlarınca denetim altına alınarak Tevhid-i Tedrisat kanunu gereği MEB’na devri sağlanması gerektiğini,dini tesislerin siyasi istismar olarak kullanmaması gibi dinin kullanılmasını önleyici maddelere yer verilmiştir.

 c) ANAP-DYP: 1980 ihtilali ile DYP Genel Başkanı Süleyman DEMIREL’de gözaltına alınan liderlerden biriydi. Ve ihtilal öncesi hükümetin de başbakanıydı.
  
         ANAP içinde birleştirdiği öne sürülen dört eğilim;liberal sağ,mukaddesatçı sağ,milliyetçi sağ ve demokratik sol idi.(KONGAR  Emre,21.yüzyılda Türkiye,remzi kitabevi,s.218) 6 Kasım 1983 seçimlerine “veto”engelini asabilen üç siyasi parti katildi;ANAP,HP ve MDP. 1983 seçimleri Anavatan Partisi için büyük bir supriz oldu ve 211 milletvekili kazandı. Ayni basariyi 1984 seçimleriyle de 1. parti olarak gösterdi. DYP için de veto kalkmış ve yerel seçimlere katılabilme hakki kazanmıştı. Fakat umduğunu bulamayıp 3. sırada yerini almıştı.
      
         29 Kasım 1987’deki genel seçimlerde ise ANAP tek basına iktidara gelmiştir. DYP’de SHP’den sonra gelerek 3. parti olmuştur. 26 Mart 1989 yerel seçimleri ise ANAP için bir hayalkirikligi oldu. ANAP seçimlerden önce sahip olduğu 59 il belediye başkanlığından 57’sini kaybetmişti. 9 Kasım 1989’da Turgut OZAL,Kenan EVREN’den Cumhurbaşkanlığı görevini aldı.
 1991 seçimleri sağ için büyük bir galibiyet olmuştu. DYP secimin lideri,ANAP ise 2. sıradaydı. Secim sonuçlarıyla DYP-SHP koalisyonu ortaya çıkmıştı.
 1993 yerel seçimleriyle de siyasi tablo silinmemişti ayni kalmıştı. Daha secimin soku atlatılamadan unlu 5 Nisan kararı geldi.

        DYP-SHP koalisyonu 24 Ocak 1980 kararlarını hatırlatan bir acı reçeteyi yürürlüğe koydu. Yeni ekonomik paket, halktan yine kemer sıkmasını istiyor,yeni vergiler koyuyor,sok zamlar getiriyor ve tarımın desteklenmesine son veriyordu.

 d) MHP:1980 ihtilalinden sonra tutuklanıp cezaevine konan liderlerden birisi de Alparslan TURKES idi. İhtilal sabahı bütün liderler evlerinden toplanmış bir tek TURKES bulunamamıştı. Eski Ülkü Ocakları ve MHP Gençlik Kolları genel başkanlarından, MHP Genel Başkanlığına adaylığını koyan Ramiz Ongun 12 Eylül 1980 darbesini günlerinde Türkeş' in durumunu yakından bilen bir isim. Şunları anlatmıştı:

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***


SİYASAL KİRLİLİKTEN TEMİZ TOPLUMA

SİYASAL KİRLİLİKTEN TEMİZ TOPLUMA


DOÇ. DR. AHMET ÖZER


         Bu gün karşı karşıya olduğumuz soygun ve talan düzeninin teşhiri sadece bugünü değil yarını da ilgilendiriyor. Çünkü siyasetin geleceği de bu durumu belirleyecek ve etkileyecektir.
Muhtemelen ya bu kirliliğe bulaşan (ve yıllardır hükmünü sürdüren) siyasi kadrolar tasfiye olacak ya da daha da güçlenerek tüm sistemi ele geçireceklerdir. Çünkü durum siyasetle yakından ilişkilidir. Bu kadroların tasfiyesi ya da daha da yerleşmesi sonuçta bir sistem sorunudur. Sistemi değiştirmeden bu düzeni değiştirmek mümkün değildir.
         Türkiye’de kirlenmeye neden olan unsurların başında siyaset yapma tarzı yer almaktadır. Çünkü devlet, siyaseti bir meslek haline getirmiş olanlar için yönetilmesi gereken bir aygıt olarak görmekten çok paylaşılması gereken bir ganimet olarak  görülüyor. Siyasi iktidara talip olan siyasi elit bu ganimete ulaşmak için büyük çaba ve para harcıyor. Söz konusu siyasi elitin peşinden gidenler de çoğunlukla  bu ganimetten pay alma güdüsü ile hareket ediyorlar. “Bal tutan parmağını yalar.”, “Devletin malı deniz, yemeyen domuz.”  deyimleri bu durumun halk arasında ne kadar yaygın hale geldiğini gösteriyor. Bu kısır döngü, çift ahlaka dayanan ikili bir yönetim tarzını ortaya çıkarıyor. Bir yanda kitaplarda yazılı olan, mitinglerde, demeçlerde savunulan sözde ve teoride savunulan yönetim anlayışı; öte tarafta bankaların soyulduğu, vurgun ve talanın yürürlükte olduğu bir sistem pratikte gelişmeye devam ediyor. Bir yandan herkesin yararına ‘tümü’ ve ‘geneli’ sürekli vurgulayan formel devlet anlayışı, öte taraftan bu soygunun yoksullaştırdığı halk kitleleri yer alıyor. Bir yanda yapanın yanına kar kaldığı siyaset şemsiyeli bürokratik devlet anlayışı, öte tarafta programlarında yer alan ama bir türlü işlemeyen, işletilemeyen şeffaf demokratik devlet özlemi yer alıyor. Asıl sorun da bu ikili, riyakar ilişki ve işleyişin yarattığı yeni tarz yaşama biçiminde ve bu uçurumun yaratığı girdapta yatıyor. Ve kangren yapı, kamu kaynaklarını yutan korroprasi bilindiği halde -belki bilerek- bir türlü düzeltil(e)miyor.
         Bu gün bazı bankaların içini boşaltarak soyanların adalet önüne çıkarılmasının halkta yaratmış olduğu infial ve destek bu uçurumun boyutlarını gösteriyor. Bir taraftan toplumda temiz siyaset arzusu yükselirken, öte taraftan eğer sürece diğerleri gibi sonuç vermezse ve toplumun bu konuda adalet talepleri yerine getirilmezse soygun düzeni bir kez daha kesintisiz sürmeye devam edecektir. Unutulmamalıdır ki temiz topluma giden yol temiz siyasetten geçiyor. Gelinen noktada Türkiye’nin her zamankinden çok temiz siyasete ihtiyacı vardır. Siyasi partiler bu ihtiyacı karşıladıkları oranda halk desteğini güçlü bir biçimde alabilecek, böylece de güçlendikleri oranda politikalarını uygulama fırsatını elde edeceklerdir. Ancak bu hemen olacak bir iş değil. Böyle bir sonuca ulaşmak için atılması gereken adımlar vardır.
·Her şeyden önce sistem yeniden yapılanmalıdır. Mevcut sistem tıkanmıştır. Artık işlememekte veya kötü işlemektedir. Toplum bu bozuk düzene, eskimiş kurumlara ve işlemeyen sisteme karşı değişim istiyor. Ancak değişim, demokratikleşme ve şeffaf yönetim bazı kesimlerin (bu soygun düzeninden pay alanların) işine gelmediğinden ayak diremekte ve engellemektedirler. Bu oyunu bozmak gerekir. “Kral çıplak!” demenin vakti gelmiş ve hatta geçmektedir de. Artık örgütlü bir siyasal gücün halkın sesi olarak bunu gür bir biçimde haykırması gerekiyor.
·İkincisi, mafya, siyaset ve devlet ilişkileri açığa çıkarılmalı, bu ilişki ağını kuran bürokratlar teşhir edilerek adalet önüne çıkarılmalıdır.  Adalet sistemi herkese eşit ve adil uygulanan, hızlı işleyen bir yapıya kavuşturulmalıdır. Çünkü adaletin işlemediği ya da geç işlediği yerde mafya doldurmaktadır. Bu da ona rant, güç hatta prestij kazandırmaktadır.
·Üçüncüsü, devleti ve toplumu dipten saran ve kemiren ağa karşılık, üstte ise hamaset nutukları ile toplumu oyalayan ve uyutan siyaset mekanizması ve onun aktörleri teşhir edilmelidir. Bu bağlamda “örgüt-lider-delege-milletvekili oligarşisi” içinde “yağmacı kültürün taşıyıcısı” haline gelmiş olan siyaset yapma tarzına son verilmelidir. Kuşkusuz buna en iyi son verecek güç kamuoyunun baskısı ve halkın oyudur.
·Dördüncü olarak, lider sultasına son verilmeli, parti içi demokrasi, örgüt, kadro, tüzük ve programlar buna göre düzenlenmelidir. Adaylar seçimde yapacakları dev harcamaların kaynağını açıklamalı, seçilmişleri izleme ve denetleme kurulları yaygınlaştırılmalı, bu kriterlere uymayan seçilmişleri “geri çekme” sistemi ile görevine son verme mekanizması geliştirilmelidir. Unutulmamalıdır ki kendisi demokratik olmayan bir parti ülkeye demokrasi getiremez ve kendisi temiz olmayan siyasal kadrolar temiz toplumun yolunu açamazlar.
·Son olarak (bu yazımın sınırları içinde) şu söylenebilir: Devlet yapılanması içinde KİT’lerin ve kamu bankalarının siyasi kirliliği cazip hale getiren konumları değiştirilmelidir. Siyasi iktidarlar genellikle kamuya ait  olması gereken kaynakları kendi kişisel çıkarları için kullanmakta veya eşe-dosta ve siyasi bağımlılarına peşkeş çekmektedir. Ve bunu yapanlar adeta ödüllendirilir cesine  tekrar seçilmekte ve daha üst görevlere gelebilmektedirler. Çünkü sistem kirliliği teşvik eden bir yapı kazanmıştır. Hal böyle olunca tek tek dürüst insanlarla sonuca gidilemez. Çünkü birini değiştirirseniz sistem diğerini yaratıyor. O halde soruna sistemle başlamak gerekiyor. Bunun için de önce anayasa değişikliğinden başlanmalı ve acilen siyasi partiler yasası değiştirilerek adil ve demokratik hale getirilmelidir. Ondan sonra ortaya çıkacak bir siyasal irade, cesur ve hür biçimde sorunun üzerine giderek yukarıdaki değişiklikleri gerçekleştirebilir.



PKK DOSYASI

PKK DOSYASI


PDF FORMATINDA BİLGİSYARINIZA İNDİRİP OKUYUNUZ..SAYGIYLA
DÜNYADA BAŞKA BİR ÜLKE YOK ( 33 TERHİS OLAN ASKERİMİZİN ŞEHİT EDİLMESİ İLE 1978 DE BAŞLAYAN PKK TERÖRÜ 40 SENEDİR DEVAM EDİYOR) VE BİTİRİLEMEDİ..ELE BAŞINA ADA TAHSİS ETTİK ELEMANLARINA 17 KEZ PİŞMANLIK YASASI ÇIKARTTIK ÜSTELİK KENDİ TERÖRÜMÜZÜ BİTİREMEDEN SURİYE TERÖRÜNÜ TEMİZLEMEYE KALKTIK.? GEL DE ÜZÜLME.. ( SİYASETÇİNİN AĞZIN DA İSE TERÖRLE MÜCADELEMİZ KARARLILIKLA DEVAM EDİYOR!!) GEL DE İNAN.?

TÇ...